Türkiye Cumhuriyeti yargi
sisteminin hukuksuzlugunu anlatmaya çalisan kitabin “Sunus” bölümü, aslinda kitabin özeti halindedir. Bu bölümde;
olaylar genel hatlariyla ele alinmis, ileriki bölümlerde olaylarin farkli
boyutlari genis bir sekilde incelenerek anlatilmaya ve örneklerle açiklanmaya
çalisilmistir. Kitap, Cumhuriyet’in kurulusundan bugüne kadar devletin kendini
koruma ve kendi sistemini devam ettirme adina yaptiklarini anlatmaya çalisiyor.
Bu yapilanlar somut bir biçimde gazete haberlerinden tarihler verilerek veya
internet adresleri yazilarak verilmistir. Kitabi özetleyebilmek için öncelikle yazarin
yaptigi gibi bizimde bir tasnife gitmemiz gerekiyor.
1 1. Yarginin
Gayrimüslimlerle sinavi
Bu bölümde yargi merciinin
devlet tarafindan kendi çikarlari dogrultusunda nasil kullanildigi gözler önüne
seriliyor. Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin maruz kaldigi sikintili durumlar
örneklerle açiklanmaya çalisiliyor. Özellikle ünlü isadami Ishak ALATON ve AGOS
gazetesi genel yayin yönetmeni Rober KOPTAS ile yapilan röportajlar bu bölüm
için isik tutacak bilgilerle doludur. Ayrica bu bölümde 1950 ile 1960 yillari
arasinda anayasada yer alan “Türklüge Tahkir “ maddesinden dolayi özellikle
Gayrimüslimlerin nasil haksiz bir sekilde yargi karsisina çikarildiklari ve kaç
tane dava açildigi belirtilmistir.
Bölümün ilerleyen
kisimlarinda Adnan MENDERES döneminde gerçeklesen ve MIT tarafindan yapildigi
tespit edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atilmasi
olayidir. Kitaba göre bu olayda amaç; ülkede yasayan Rumlara saldiri
düzenlenmesi ve bunlarin Istanbul’daki mülklerine el konulmasi vardir. Böylece
Gayrimüslim olan bu azinligin artik Müslüman olan bir çogunlukta yer
alamayacagini kanitlamaktir. Çünkü o dönemde gayrimüslimler yargi karsisinda
zaten haksiz durumdadirlar.
Ünlü isadami Üzeyir Garih’in
öldürülmesi ve bununla ilgili komplolari; hatta Üzeyir Garih’in avukatinin bu
ölümden pay çikararak devleti suçlamaya çalismasi, komplo teorileri kurmasi bu
bölümde dikkat çekici yerlerdendir; ama asil önemli nokta AGOS gazetesi yazari
Hrant Dink’in öldürülmesi vakasidir. Bu konuyla ilgili AGOS gazetesi genel
yayin yönetmeni Rober KOPTAS ile yapilan röportaj kitaba alinmis ve olayin
farkli boyutlari ortaya konmaya çalisilmistir. Söyle ki azmettiricilerin
serbest kaldigi hatta katilin bile bugün veya yarin serbest kalabilecegi
vurgusu yapilmasi hayret verici bir durumdur. Ayrica Hrant dink cinayetiyle
ilgili delillerin karartilmasi, mahkemenin birçok konuda takipsizlik karari
vermesi, polis sorusturmasina izin verilmemesi genis bir sekilde anlatilmistir.
Bölümün sonunda Batman’da vatani görevini yapan Ermeni asilli er Sevag Sahin
Balikçi’nin süpheli ölümü bölüme eklenmistir. Olayin aydinlatilmasi için cep
telefonu görüsmelerinin detaylarini talep eden aileye Telekomünikasyon Iletisim
Baskanligi tarafindan ret cevabinin verilmesi de eklenmistir.
2.
Yarginin
Kürtlerle Sinavi
Yazar; bu bölüme, Prof. Dr.
Melek Göregenli’nin Diyarbakir’da yaptigi arastirmadan yola çikarak konuya
giris yapmistir. Bu arastirmada, Diyarbakir’da karakola giden kisilerin hangi
sifatlarla karsi karsiya kaldiklarini ortaya koymaktadir. Devaminda Basbakan
Recep Tayyip Erdogan’ hüküm giymesine sebep olan siiriyle ilgili enteresan
tespitini sunmustur. Tespite göre o günün kosullarina göre Recep Tayyip
Erdogan” o gün siir degil araba plakasi okusa” hüküm giyecekti.
Alevi
Kürt aydin Ali Riza Erenler ’in 1955 yilinda aldigi bir cezanin hukuki
dayanaginin olmadigini kendisi ve ailesinin sirf Kürt kimliklerinden dolayi
hukuksuzluklara ugradiklarini anlatmaktadir. Yine yazar 12 Eylül darbesinde bir
savcinin yasadiklarindan alinti yaparak o dönemde Mardinli bir çocugun böbrek
yetmezliginden öldügünü; oysa bunun gayri resmi bir açiklama oldugunu; isin
aslinin kendi gözleriyle gördügünde ortaya çiktigini ve çocugun iskenceden
dolayi boynu kirilarak öldürüldügünü söylemektedir. Ayriyeten bir avukatin anilarindan alinti
yapan yazar, müvekkili oldugu Necmettin Büyükkaya’nin durusmada hâkime” beni
öldürecekler” dedigi ve bir sonraki durusmaya katilamadan öldürüldügünü
anlatmistir.
1991
seçimlerinde mecliste Kürtçe yemin eden Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin
dokunulmazliklarinin nasil hizla düsürüldügü ve yargilamanin nasil hizli
yapildigini anlatan yazar bu yargilama sonucunda bu kisilerin AIHM’e basvuru
yaparak devleti tazminat ödemeye ve “adil yargilanmama karari” çikmasini
saglamislardir.
2002
yilinda yabanci ülkeden gelen hukukçu ve sendikacilarin Mardinli bir egitimci
tarafindan karsilanmasi ve bu kisilerin dolastirilmasi genel idareyi rahatsiz
etmis ve o yönetici hakkinda defalarca sorusturma açilmistir. Olayin özünde o
idarecinin Kürt olusu yatmaktadir. Yine 2009’da “Kürt Açilimi” kapsaminda Kuzey
Irak’tan Türkiye’ye giren 34 kisilik grubu çesitli siyasiler, gazeteciler, Kürt
aydinlar ve yerli halk karsiliyor, zilgitlar çaliyordu. Bunlardan hiçbirine
ceza verilmiyor ama Kürt sanatçi Yilmaz Dünen Kürtçe hos geldiniz dedi diye 20
yila kadar hapis istemiyle kendisine dava açiliyordu. Sanki sistem bazi
kisilere ayricalik taniyor ve onlari görmezden geliyordu.
3-Yarginin
Dinle- Imanla Sinavi
Yargi, devletin Laik sistemini koruma
adina gericilik faaliyetlerine asla taviz vermeyen bir tutum sergiliyor.
Seyhler, müritler, dini kitaplar, cemaatler… Devlete ve yargiya göre hepsi
suçtur.
Yasaklanan
kitaplardan örnek verirsek: Said
Nursi’nin yazdigi “Nur Risaleleri” 1965 yilinda yasaklanmistir. Kitaba göre
bunun gerekçesi söyle açiklaniyor. “Bu
kitaplar Türk Devletinin bagimsizligini tenkis edip birligini bozma yolunda
hareketlerde bulunmuslardir.”
Irtica
her zaman yarginin hedefinde olan hareketlerin basindadir. Bu yolda askerler
arasinda yapilan fislemeler kitapta belirtilmektedir. Irticai hareketten
bulunan kisiler isimle belirtiliyor hatta iddianame isleme konmadan basina
dagitilan ve bu sekilde toplum içinde fislenen kisiler de örnek veriliyor.
Baska bir örnekte Ihsan Eliaçik’in bir televizyon programinda Çevik Bir’in
ismini sert sekilde söylemesinden kendisine dava açildigini yaziyor. Oysa Ihsan
Eliaçik diyor ki “orada ne söylesem söyleyeyim zaten hakkimda dava
açilacakti.” Bu da bir insanin
inançlarindan dolayi veya inandigi seyleri dile getirmesinden dolayi yargi
karsisina nasil çikarildiginin kanitidir.
4-Yarginin
“ Sol ve Aydin”larla Sinavi
Bu bölümde geçen su ifadeler aslinda çok güzel bir özet
olabilir bizler için. Yazar, kitabin 132. sayfasinin 2. Paragrafinda diyor ki “aslinda hiç yorum yapmaya gerek. Devletin
“komünizm, Kürtçülük, Seriatçilik korkusu yargiya kendi yasalarini bile
unutturdu. Öyle ki yarginin hukuk disina çikmasina, kendi anayasasina karsi davalar
açmasina neden oldu.”
Devletin
resmi ideolojisi herhangi bir ideoloji degildir. Devletin idari ve cezai yaptirimlariyla
korunan ve kollanan bir ideolojidir. Iste bu resmi ideoloji kendisine
baskaldiran kim olursa olsun hemen ezmeye çalismis veya onu sindirme çabasi
içine girmistir. Bu sindirme çalismalarindan nasibini alanlardan biri de Ismail
Besikçi’dir. Onun yasadiklari ve inandiklari karsisinda maruz kaldigi
suçlamalar kitapta genis bir sekilde açiklanmistir.
Ankara
Birlik Tiyatrosunun, Erol Toy’un yazdigi “Pir Sultan Abdal” adli oyundan dolayi
yargi karsisina çikarilmalari, Mugla ilinin savci ve amirlerinin olayi üstlenmemek
için bu kisileri Izmir’e göndermeleri, Izmir Savcilarinin bu davayi kabul
etmeyip bu kisileri Mugla’ya tekrar gönderilmeleri mizahi tiyatro oyunu
gibidir. Zaten bu tiyatro grubu yasadiklarini senaryo haline getirip
oyunlastirmislardir. Hatta yargi aydinlardan o kadar korkmus ki çocuk oyunu
olan “ Becerikli Kanguru” tiyatro oyunu
bile yasaklanmistir. Bundan dolayi Ankara Birlik Tiyatrosu müdürü diyor ki T.C.
Devletini temsil eden idari makamlar hukuksuzlugunu mahkemeler simgeliyordu.
Ayni mahkemeler ise bizim masumiyetimizin kanitiydi.
5-
Yarginin “Kitap”la, “Düsünce”yle, Sanatla”la Sinavi
Bir
ülkede insanlar düsünüyor diye yargilanir mi? Iste bu, yarginin düpedüz kendi
anayasasini olusturmasi ve buna uymayanlari sistemin disina itmesidir. Bu ülkede
Yasar Kemal, Nazim Hikmet, Necip Fazil gibi nice ünlü yazar ve sairler sirf
düsüncelerini dile getirdigi için yargilanmis, kitaplarina yasaklar gelmis
hatta cezaevine girmislerdir. Sabahattin Ali ceza yemis hapisten çiktiktan
sonra da devletin tetikçileri tarafindan öldürülmüstür.
Cumhuriyet’in
ilk yillarinda dini yayin yapan gazeteler gözetime tabi tutulmustur. Takriri
Sükûn kanunlarindan sonrada rejime muhalif basina hiçbir sekilde yasam hakki
taninmadi. Yasaklanan kisileri sayarsak; Necip Fazil, Esref Edip, Mehmet Emin
Birinci, Mustafa Sungur. Listeyi uzatmaya çalissak kitapta çok var. Çok rahat
bir iki sayfa çikar. Ahmet Arif’in küçük yastan baslayan
tutuklanmalari bunlarin sebepleri örneklerle kitapta verilmistir. Hatta
Amerikalilara küfür ettigi için tutuklandigi bil yaziyordu bu bölümde.
27
Mayis’ta darbe yapan kisiler ilk önce kendilerini destekleyenleri içeri
almislardir. Insanlar sirf DP’li oldugu
için üstelik ihbarlara dayanilarak sorgusuz sualsiz aylarca çok kötü kosullarda
tutuklu kalmislardir. Burada kendilerini destekleyen Aziz Nesin’i bile birkaç
ay sonra bir ihbar üzerine tutuklamislardir. O dönemde bakanlar gazetecileri
veya yazarlari arayip tehdit edebiliyorlardi. Bunun en iyi örnegi 1961 yilinda
içisleri bakaninin Çetin Altan’i bir köse yazisindan dolayi telefonla arayip
tehdit etmesidir. Tutuklanmasi için emir çikarilan Ugur Mumcu’nun bütün idari
makamlari arayip “benim hakkimda tutuklama emri varmis nereye gidip teslim
olmam gerekiyor.” demesine ragmen tutuklanmamasi daha sonra ise mahkemeden
çikarilan bir kararla Ugur Mumcu’nun kaçma ihtimalinden dolayi gözaltina
alinmasi durumu yarginin kendi içinde nasil bir çeliski içinde oldugunun en iyi
kanitidir.
“Mahkemece
yasaklanan ve toplatilmasina karar verilen kitap isimleri ve mahkeme
kararlarini ihtiva eden hukuki 70 sayfalik listede 2028 adet kitap
bulunmaktadir.” Bu ifadeler Izmir Emniyet Müdürlügünün 1988 yilinda hazirlatmis
oldugu ve yayinevlerine gönderdigi yasakli kitaplar listesiyle ilgili dikkat
çekici bir bölümdür. Olay sadece bu degil 1990 yillarda ülkenin basina Irtica
bela olmus bu dönemde de dini kitaplar mercek altina alinmistir. Devlet kendi
gücü koruma adina, bu dönemde tutuklamalari kullanmistir. Gün geçmiyor ki bir
seyh veya mürit yakalaniyor; bir gazete, dergi veya kitap fisleniyordu.
Adalet
Bakanliginin bir kitap hakkinda 1992 yilinda kaldirdigi yasaga ragmen
mahkemenin bu kitabi hala suç unsuru olarak görmesi çok ilginç bir ayrintidir.
6-
Yarginin Iskenceyle Sinavi,
Kitap,
bu bölümde gözaltina alinirken saglam olan kisilerin, gözaltindan sonra ya
yarali ya darp edilmis ya da ölü olarak oradan çikarildiklari üzerinde duruyor.
Örnek olarak Engin Çeber, Mehmet Karadeniz, Zeynel Abidin Ceylan, Hüseyin
Karamahmutoglu gibi isimler veriliyor.
Insanlar
bazen sudan bahanelerle, belki o yerde tesadüfen bulunmalarindan kaynakli
olarak gözaltina aliniyor, çok çetin iskencelere maruz kaliyor, olayi
üstlenmeleri ve hatta suç ortaklari bulmalari zorla isteniyordu. Dayak, soguk
betonda yatirma, soguk su ile yikama bir odada tecrit edilme yollariyla
gözaltina alinan bu insanlara, isnat ettikleri suçlari kabul ettirmeye çalisan
savci ya da polisleri bu bölümde görebiliriz.
Hüseyin
Karamahmutoglu savundugu görüs yüzünden gözaltina alinmisti. Içerde sirf takke
takiyor diye tahta degneklerle, demir sopalarla ve basi kalorifer petegine
vurularak öldürülüyor. Oysa devlet bu
ölümün sebebini kendi kayitlarinda solunum yetmezligi olarak düsmüstür.
Gazeteci Engin Çeber davasinda benzer sekilde basliyor, devam ediyor ve
sonuçlaniyordu. Engin Çeber’in avukatlari davayi takip ettirdikleri için dava
kapanmadi ama yargi uzattikça uzatti. Sonunda beklenen karar çikti ve Engin
Çeber’in iskenceye maruz kaldigi ve bunun sonucunda öldügü ortaya çiki. Bu durumdan
sorumlu tutulanlar ceza aldi.
7-
Yarginin Darbeler Ve Derin Devletle Sinavi
Devlet-
yargi ikilisi et ve tirnak gibidir. Birbirlerini korumaya ve kollamaya
muhtaçtirlar. Bunun içindir ki kendi içlerinde kendi sistemlerini kurmuslardir.
Bu sistemde yönetenler, yönetilenler vardir. Tetikçiler, kurbanlar suçu
üstlenenler veya suçunu itiraf edenleri göreceksiniz. Ama enteresan olan bu
bölümde bir tetikçinin devlet adina adam öldürdüm derken ceza almamasi ama para
karsiliginda Ömer Lütfi Topal’i öldürdüm demesinden sonra ise gözaltina
alinmasidir. Demek devlet kendi adina adam öldürtebilir ve bunun hiçbir cezai
müeyyidesi yoktur; ama ayni kisi keyfi olarak veya bir bedel karsiliginda
birini öldürürse suçlu durumda olur anlami çikiyor. Bazen de bazi cinayet veya
katliam dosyalari açilmis gibi gösterildi ama hepsi zaman asimindan tekrar
kapatildi. Maksat göz boyamak degil mi zaten?
8- Yarginin Çocuk ve Gençlikle Sinavi
Burada okuldan uzaklastirmalari
ögrencilere verilen disiplin cezalarini, babasi bir siyasi parti üyesi oldugu
için askeri okuldan atilan S.K.yi, duvara yazi yazan Manisa çocuklarini ve
bunlarin aldiklari 6’sar yillik hapis cezasini görebiliriz.
Küçük çocuklar, pazarda 3-5
kurusluk hirsizlik yaptiklari için 11 yil hapse mahkûm olmuslardir. Polislerin
ve gardiyanlarin, Ögrencilere siddet
uyguladigi hatta bunlari çirilçiplak soyup soguk su tuttuklari yaziyor kitapta.
9- Yarginin Kadinlarla Sinavi
Kitap
“ Türk yargi sistemi kadinlar için
islemiyor” sözüyle baslamistir bu bölüme. Çünkü 24 yil önce öldürülen bir
kadin için “ eger fahiseyse….” Ibaresi kullaniyorsa deme ki tüm kadinlar yargi
sistemine dahil edilmemis demektir. kadinlari dayak yedikleri ama eslerine
karsi çiktiklari için suçlu olduklari, tecavüze ugradiklari bu bölümde yer
aliyor.
10- Yarginin Idam Cezasiyla Sinavi
Düsünün
ki tek bir mahkeme var tek bir dosya var ve47 kisi idamla yargilaniyor üstelik
karara itiraz için temyiz yolu kapalidir. Siz böyle bir yargi sistemine nasil
güvenebilirsiniz? Kitap buna vurgu yapmak için 1925’te idam
edilen 47 kisiyi anlatiyor. Yazarin anlattigi olay Seyh Said Isyanidir. Ayni
sekilde o dönemden örnek vermeye devam eden yazar Izmir Suikasti üzerinde
duruyor ve bunun Muhalif meselesine dönüstügünü yaziyor. Bu olayin devaminda Menemen olayina da deginen yazar burada
suçsuz olanlarinda sigarayi neden verdin, ipi neden sattin bahaneleriyle idam
edildigini anlatiyor.
11-
Yarginin Yargiyla Sinavi
Adalet
bakanliginin 1993’te yaptigi bir arastirmaya göre çesitli mahkemelerde 40
yildir süren 425 dava, 30 yildir süren 1228 dava , 20 yildir süren 10 bin 267
dava vardir. Bu davalar sürekli bekletilerek ya zaman asimina ugratiliyor veya
yeni bir dava açilarak devam ettirilmeye çalisiyor.
Hâkimlerin birbirlerine
dava açtiklari bir davada iki farkli hâkimin iki farkli karar vermesi
olaylariyla ilgili açiklamalar yapilmistir. 1981 yilinda Kenan Evren’in
yarginin bagimsizligina okunmadik demesine ragmen bir kuvvet komutaninin hakime
kürsüden indirerek karari kendisinin vermesi yarginin kedi içinde nasil bir
çikmaz oldugunu gösterir. 2000 yillarda derin devlete dava açan savcilar
meslekten ihraç edildi. Adana’da görev yapan Sacit Kayasu bunun en iyi
örnegidir.
Deniz feneri davasi
savcilari tam iddianameleri tamamlamak üzereyken görevden alindilar. Üstüne
üstlük bu savcilar hakkinda suç duyurunda bulunulmus olup 11 yila kadar hapis
cezasi istenmistir. Benzer bir durumda KCK savcilari için de gerçeklesti.
PKK’nin silah birakmasina yönelik yapilan görüsmelerin savcilar için
yetkilerini asmis olduklarini tespitiyle görevden alinmalari karari çikmis ve
siyasi krize neden olmustu.
Kitaba genel olarak
baktigimizda; Türkiye’nin tarihte kendi anayasasini bes kez yaptigini
görüyoruz. Ilk anayasamiz 1921, en demokratik anayasamiz 1961
anayasasidir. Biz halen darbe anayasasi
olan 1982 anayasasini kabul etmisiz. Oysa kitaba göre bu bizim için yeterli
degil. Çünkü bu anayasa kendi içinde çeliskilerle doludur. Sami Selçuk’un
ifadesine yer veren yazar ünlü hukukçunun “ bu anayasayla yönetilmekten istirap
duyuyorum” cümlesini alinti yapmistir.
Bugün bir yandan çagdas
dünya ülkeleriyle uyum saglamak ve öbür yandan da AB’ye girmek isteyen
Türkiye’nin geçmiste yasadiklarindan ders çikarmasi gerektigini, kendi hukuksuzlugunu
hukukun üstünlügü olarak görmekte vazgeçmesi gerektigini vurgulayan yazar Türkiye’nin
yeni bir anayasaya ihtiyaci oldugunu söylemektedir.
OLAY YARGIYA INTIKAL ETMISTIR
BELMA AKÇURA
IMGE KITABEVI