Innovasyonun Dogal Öyküsü
Kent, Mercan resifi ve Web Darwin’in Paradoksu 4 Nisan 1836. Darwin Hint okyanusu açiklarindaki Keeling adalarinin atollerinde kiyida durmus, mercan resiflerini seyrediyor. Kiyi denizin dibine dogru inen bir dagin zirvesi gibi. Darwin bu zirveyi insa eden kuvvetler hakkinda bir fikrin esiginde. Bu fikir ilerde mesleginin ilk büyük kesfini olusturacak. O anda ve sonraki günlerde, haftalarda kafasini mesgul edecek olan bir baska mesele de su: parçalanmis mercan kayaliklarinin meydana getirdigi bembeyaz kumlarla kapli adanin yüzeyinde sadece birkaç Hindistan cevizi agaci, yosun ve otlar varken, havada ola ola bir kaç kus uçarken, resifin çevresindeki deniz nasil oluyor da sonsuz çesit ve sayida canliyla kayniyor? Oysa okyanusun baska yerlerinde dogru dürüst varlik bile yok. Darwin’in sözcükleriyle “Okyanusun ortasinda bir mercan adasinin eko sistemiyle karsilasmak, tipki çölün ortasinda bir vahaya rastlamak gibi”. Biz bu olguyu simdi “ Darwin’in Paradoksu” olarak adlandiriyoruz. Mercan resifleri dünya yüzeyinin yalnizca binde birini kapladigi halde, bilinen deniz canlilarinin kabaca dörtte biri buralari mesken tutar. Beagle gemisinin 5 yillik yolculugunu onaylayan amirallik kararnamesinde ana talimatlardan biri, atol formasyonunun arastirilmasi. Resifin çevresindeki deniz ölçülemeyecek kadar derin. Atollerin denize batan veya denizden yükselen volkanlarin tepesi olduguna dair teoriler Darwin’e yeterince açiklayici gelmiyor. Gerçege ulasmasi daha uzun yillar alacak. Süperlineer Kent Bilim insanlari ve hayvan severler çoktandir canlilarin cüsseleri büyüdükçe kalplerinin yavasladiginin farkindaydilar. Sineklerin ömrü saatler ve günlerle ölçülürken filler yarim yüzyil yasar. Kuslarin ve küçük memelilerin kalbi zürafalara veya balinalara göre çok daha hizli atar. Ancak büyüklükle hiz arasindaki iliski dogrusal gibi görünmüyordu. Bir At bir tavsandan 500 kat agir olabiliyordu fakat nabzi tavsandan 500 kat daha yavasi atmiyordu.
Isviçre kökenli Amerikali tarim bilimcisi Max Kleiber, Davis’deki laboratuarinda yürüttügü sayisiz ölçümden sonra bu orantinin “eksi 1/4 üncü kuvvete küçülme” adini verdigi matematiksel formüle siki sikiya uydugunu kesfetti. Sonuçlar logaritmik skalaya uygulandiginda farelerden, güvercinlerden bogalara, fillere kadar kusursuz bir düz çizgi veriyordu. Bulus, metabolizmanin kütleye oraninin eksi ¼ üncü kuvvete (kare kökün, kare kökü) göre degistigini ifade ediyordu. Bu su demektir: örnegin bir inek, bir agaçkakanin 1000 kati agirliginda. Binin kare kökü 31. Bunun da kare kökü 5.5, bu da bir inegin bir agaçkakana göre 5.5 kat daha uzun ömürlü oldugunu, nabzinin da 5.5 kat daha yavas attigini gösterir. (bütün rakamlar yaklasiktir) Ilerleyen yillarda Kleiber’in formülünün bakteriler, hücre, hatta bitkiler için geçerli oldugu kanitlandi. Kleiber yasasi sunu göstermektedir: Hangi tür olursa olsun bütün canlilarin kalp atisi sayisi yaklasik aynidir. Büyük hayvanlar sadece kotalarini daha uzun sürede tüketmektedir. Birkaç yil önce teorik fizikçi Geoffrey West, Kleiber yasasinin en büyük yaratik olan insan yapimi kentler için de geçerli olup olmadigini arastirmaya koyuldu.
Bir araya getirdigi uluslar arasi arastirmacilar grubu dünya üzerinde düzinelerle kent için suç oranindan elektrik tüketimine, yeni patentlerden akaryakit satislarina kadar her türlü bilgiyi topladi. Nihayet rakamlar incelendiginde West ve grubu, Kleiber denkleminin kent yasaminin ana ögelerinden olan enerji ve ulasim artisinda bire bir geçerli oldugunu sevinçle gördüler. Yollarin yüzey alani, elektrik kablolarini uzunlugu, benzin istasyonlari ve satislari hep bu denkleme uyuyordu. Asil sasirtici olan, Kentsel istatistiklerde yaraticiliga ve innovasyona iliskin her veri de (patent sayisi, Ar-Ge bütçesi, super yaratici meslekler, mucitler) Kleiber yasasina uyuyordu ama ters yönden; yani bir kent bir digerinden 10 kat daha büyük ise 10 kat degil, 17 kat daha innovatifti. Bir kasabadan 50 kat daha büyük bir metrepol 130 kat daha innovatifti. West modeline “ Superlineer degisim” diyoruz. Yaraticilik logaritmik bir dogru üzerinde arttigindan büyük kentlerde patent ve icatlarin sayisi da artar. Fakat kisi basina düsen sayi sabit kalir. Bütün gürültüsüne, kalabaligina, dikkat dagitan unsurlarina ragmen büyük kent ortami acaba neden sakinlerini kasaba sakinlerine göre çok daha yaratici kiliyor? 10 / 10 Kurali Ilk ulusal renkli TV yayini, 1 Ocak 1954’te NBC’nin 1 saatlik Güller Geçidi programini yayinlamasiyla basladi. Ancak prime time programlarinin renkli yayini 60’larin sonunu buldu. On yillar boyunca da görüntüde bir degisiklik olmadi.
1980’lerin ortalarinda önde gelen medya, teknoloji ve siyaset mensuplari bir araya gelerek artik izleyiciye daha iyi görüntü sunmanin zamani geldigine karar verdiler. Nihayet 1996 da CBS ilk kez HDTV sinyalini kamuya yayinladi. Fakat diger medya kuruluslarinin katilimi 1999’u, Analog standartin terk edilmesi 2009’u buldu. “Teknolojik ivme” çaginda yasadigimiz bir gerçek ve bu ivme hem durmaksizin yeni ürünlerin piyasaya çikisi, hem de bizim onlari seve seve satin almamiz seklinde tezahür ediyor. Fakat renkli TV ile HDTV’nin serüveni hiç de öyle görünmüyor. Acaba neden her ikisinin de ilk yayindan kitlelere ulasmasi 10 yili asti? Aslinda 20.yüzyila bütünüyle bakarsaniz, en önemli kitlesel gelismelerin ayni sosyal innovasyon hizina tabi oldugunu görürsünüz. 10/10 kurali dedigimiz bu kurala göre yeni bir platformun insasi 10 yil, bunun kitlelere yayilmasi bir 10 yil daha sürmüstür. FM yayin ,Video kayit cihazi, DVD oynatici, cep telefonlari, kisisel bilgisayarlar, GPS cihazlarinin hepsinin innovasyondan kitlelere yayilmasi ayni çerçevede gerçeklesti. Ancak günümüzün en önemli platformlarindan You toube’un kavramdan uygulamaya geçmesi sadece 2 yil sürdü. Chad Harley, Steve Chen ve Cavit Kerim 10/10 kuralini alip 1/1’e indirgediler. Bazilari bunun TV gibi bir donanim degil, yalnizca bir yazilim oldugunu iddia edecektir. Fakat Web 1990’larin ortalarinda yayginlasincaya kadar yazilim da innovasyonun 10/10 kuralina uyuyordu. 10/10 kuralinin 1/1 e inmesi Web sayesinde gerçeklesmistir.
Bu kitap innovasyon ortami hakkindadir. Bazi ortamlar yeni fikirleri bogar, bazilari da bir çaba göstermeden besler. Web ve kentler innovasyon makineleridir. Her ikisi de yeni fikirlerin yaratilmasi, yayilmasi ve benimsenmesi için uygun ortamlardir. Ikisi de kusursuz degildir (büyük kentlerdeki suç oranini ve istenmeyen e-postalari bir düsünün) fakat innovasyon geçmislerindeki basari yadsinamaz. Iyi fikirlerin nerden geldigini ögrenmek istiyorsak onlari bir çerçeveye yerlestirmemiz gerek. Darwin’ce düsünün! Dünyayi degistiren fikri kafasinda dogdu fakat buna ulasmak için bu gemi, adalar toplulugu, bir kütüphane ve mercan kayaligindan yararlandi. Bu kitabin savi da, olaganüstü verimli ortamlarda bazi ortak özellikler ve kaliplarin tekrar tekrar karsimiza çiktigidir. Bunlari ben 7 baslikta topladim. Çalisma aliskanliklarimizda, ofis ortamlarinda ve yeni yazilim araçlarinda bu özellik ve kaliplari ne kadar benimsersek o kadar yaratici olabiliriz.
I-BITISIKTEKI AÇILIM
1870 de bir gün, erken dogan çocuklarin ölümüne üzülen Parisli jinekolog Stephane Tarnier hayvanat bahçesini gezerken civcivlerin kuluçka makinelerini gördü. Erken dogumlarda büyük sorunun isi kaybi oldugunu bilen doktor, kuluçka makinesinden ilham alarak çok benzerini bebekler için yaptirdi. Bu ilkel küvezler hastanelere yerlestirildikten sonra erken dogum ölümleri hizla düstü. Daha sonra da modernlestirilerek dünyaya yayildi. Küvezler, tipta yapilan en büyük bulustur zira hayatin daha baslamadan bitmesi ya da devam etmesi demektir. O yüzden gelismis ülkelerde yaygin biçimde kullanilir. Ancak az gelismis ülkelerde durum farklidir. Çok pahali ve çok karmasik cihazlar olan modern küvezlerin onlar için hem satin alinmasi zor, hem de bir yerden bagislansa bile kullanimi, bozuldugunda tamiri neredeyse imkansizdir. 2008 de Endonezya’nin Meulabah kentindeki bir hastaneyi ziyaret eden MIT profösörü Prestoro, 2004 Hint Okyanusu tsunamisinde hastaneye bagislanan 8 küvezin Ingilizce kullanim talimatina okuyamayan personel tarafindan bir kenara atildigini görmüstü. Prestora ve bu konuda ne yapilabilecegine kafa yoran doktor Rosen’in aklina bir fikir geldi.
Bu ülkelerdeki araba tamircileri her model ve yasta arabalarin bakimini yapiyor, arizasini gideriyorlardi. Böylece, bol miktarda bulunan araba parçalarindan, bakimi ve çalistirilmasi son derece kolay Neo Nurture küvezi yapildi. Iyi fikirler, Neo-Nurture cihazi gibidir. Kaçinilmaz biçimde, etrafta bulunan parçalar ve becerilerle sinirlidir. Fark yaratan innovasyonlari biz hep, eski fikirleri ve etraftakileri dikkate almayan, aniden dogmus yeni fikirler olarak hayal ederiz. Oysa fikirler brikolaj eseridir: Mevcut ivir zivirlarin, parçalarin üzerine insa edilir.
Nairobi ‘de, Delhi’de insanlar eskimis oto lastiklerinden ayaklarina sandal yapip giyerler. Doga’nin gerçeklestirdigi innovasyonlar da bu sekilde yedek parçalara dayanir. Evrim, mevcut kaynaklari alir, evirip çevirip onlara yeni kullanim alanlari yaratmak suretiyle ilerler. “Lastikten sandala” ilkesi her boyutta ve zamanda geçerlidir. Bu süreci hayatin ilk innovasyonunda da görüyoruz. Bu konuda çesitli teoriler olsa da prebiyotik kimya bilimi sayesinde hayat baslamadan önce atmosferin nasil oldugunu kesin biliyoruz. Cansiz dünya, bir avuç temel molekülle doluydu; amonyak, metan, su, karbon dioksit, bazi amino asitler ve basit organik bilesikler. Bu baslangiç çorbasindaki moleküllerin her biri, diger moleküllerle birlesip yeni sekiller alacak kabiliyetteydi. Ancak bunlardan, hayatin yapi taslari olan proteinler, sekerler meydana gelse de bir sivrisinek, bir ayçiçegi, bir beyin hücresi meydana gelemezdi. Zira bunlar daha milyarlarca yil sürecek olan bir dizi innovasyon sonunda hayata geçecekti.
Bilim adami Stuart Kaufman, bu birinci düzey kombinasyon diziler için “bitisikteki açilim” terimini kullaniyor. Terim, degisim ve innovasyonun hem sinirlarini hem de yaratici potansiyelini ifade ediyor. Prebiyotik kimyada bitisikteki açilim, baslangiç asamasinda dogrudan ortaya çikabilecek moleküler reaksiyonlari tanimlar. Dolayisiyla ilk asamada Ayçiçekleri ve sivrisinekler bu çemberin disindadir. Bitisikteki Açilim, adeta gelecegin bir gölgesidir: mevcut durumun sonunda, gelecegin neler dogurabileceginin haritasidir. Bu alan bombos ve sinirsiz degildir. Ilk düzey reaksiyon olasiliklarinin sayisi muazzamdir fakat sonsuz degildir. Dünya, olaganüstü degisim kabiliyetine sahiptir fakat bu degisimlerin yalnizca bir kismi gerçeklesebilir. Bitisikteki Açilim’in ilginç ve güzel tarafi, her sinira ulastikça, yeni açilimlar ve onlarin yeni sinirlarinin ortaya çikmasidir.
Öyle bir sihirli ev düsünün ki her kapiyi açtiginizda ev daha genislesin. Dört kapili bir odadan baslayin. Her kapi, henüz girmediginiz baska bir odaya açilsin. Bu dört oda Bitisikteki Açilimlardir. Fakat bu kapilardan birini açip da yeni bir odaya girdiginizde, oradaki kapilardan baslayip sirayla yenilerini açmasaydiniz ortaya bir saray çikmazdi.. Hayatin ilk evresinde de temel yag asitleri dogal biçimde, modern hücrenin sinirlarini belirleyen zarlara benzer sekilde, çift katli moleküllerle kaplanmis küre biçimini almislar, Sinirlari belli bu küre ortaya çikinca yeni Bitisikteki Açilimlar da ortaya çikmistir. Zira artik kürenin içi ve disi, yani bu hücre vardir. Hücre de yasamin yapi taslaridir. Ayni düzen, hayatin evriminin her asamasinda görülür.Örnegin atalarimizda basparmak gelisince, yep yeni kültürel Bitisikteki Açilimlarla alet ve silah yapip kullanabilir hale geldiler.
Hayatin ve kültürün tarihi, yavas yavas fakat hiç pes etmeden yeni Bitisikteki Açilimlarin arastirilmasinin bir hikayesi seklinde anlatilabilir. Her yeni innovasyon, arastirilacak yeni yollar açmistir. Ancak bazi sistemler digerlerine göre yeni açilimlara daha yatkindir. Örnegin büyük kent ortami, köy ve kasabalara nazaran yeni ticari açilimlarin arastirilmasina ve uzmanlasmaya imkan saglar. Nüfusu az olan yerler bunu tasiyamaz. Web, tarihteki bütün iletisim teknolojilerinden çok daha fazla Bitisikteki Açilimlari yoklamistir. 1994’de Web henüz yalnizca yazidan olusan bir ortamdi. Birkaç yil içinde, sagladigi imkanlar git gide genisledi. Finansal islemleri yapabilir hale gelince Web, alisveris merkezi, mezat salonu, kumarhane haline geldi. Kendi yazilarinizi, fotograf ve videolarinizi yükleyebildiginiz karsilikli bir ortam oldu.
Yeni fikirler havadan toplanmaz; zaman içinde artan (bazan de azalan) mevcut parçalar üzerine insa edilir. Bu parçalar bazen kavramsaldir; problem çözümü gibi. Bazilari da bildigimiz mekanik parçalardir. Priestley ve Scheele oksijeni arastirmaya baslamadan önce havanin farkli gazlardan olustugu anlasilmisti. Bu kavramsal çerçeve yaninda, oksidasyonun tetikledigi miniskül agirlik degisikliklerini ölçebilecek hassas teraziye de ihtiyaçlari vardi. Bu kavramsal ve mekanik parçalari elde edilince oksijenin 1774’te kesfi de Bitisikteki Açilim alanina girmis oldu. Oksijen havada hep vardi fakat deney ancak önceki kesif ve icatlar sayesinde mümkün olabilmisti.
Bitisikteki Açilim yeni imkanlar kadar sinirlarla da ilgilidir. Zaman çizgisinin her hangi bir aninda henüz açamayacagimiz kapilar vardir. Fark yaratan fikirleri hep, bir dahinin 40 yil ötesine atlayarak normal kafali çagdaslarinin düsünemeyecegi seyleri icat etmesi seklinde görürüz. Oysa ister teknolojik, bilimsel, ister kültürel olsun, ilerleme hep bir kapinin digerine açilmasiyla, sarayin odalarinin teker teker dolasilmasiyla gerçeklesmistir. Insan beyni tabii ki molekül formasyonu gibi kanunlarla sinirli olmadigindan bazen odalari atlayip zamaninin çok ötesine siçrar. Fakat bu fikirler hemen her zaman kisa vadede basarisizlikla sonuçlanir zira henüz gerekli alt yapi ortada yoktur.
19. yy da Ingiliz mucit Charler Babbage’in tasarladigi “ Analitik motor”u ele alalim. Birçok bilim adami tarafindan modern bilgisayarlarin dedesi sayilan bu makineyi tasarim halinden fiiliyata geçirmek için Babbage 30 yilini harcadiysa da basarmaya ömrü vefa etmedi zira bunu yapmak için gerekli yedek parçalar henüz yoktu. Üstelik yapmaya çalistigi sey, buharli makineler döneminde elektronik çagin aletiydi.
Zaman çizgisinde hizla ilerlersek ayni durumun Youtube için de söz konusu oldugunu görürüz. Eger Chen, Kerim ve Harley ayni fikri 10 yil önce, 1995’te uygulamaya kalksalardi muhtesem bir fiyasko olurdu zira o zamanki Web’de video paylasimi henüz bitisikteki açilim degildi. Telefon Çevirmeli baglantida 2 dakikalik bir klibin indirilmesi bir saatten fazla sürmesi bir yana Youtube’un dayandigi Adobe Flash platformu 1996 da gelistirilmis, 2002 de videolara destek saglamisti.
1850’de Babbage in Analitik motoru veya 1995’te Youtube’u tasarlamak, yag asitlerinin durduk yerde deniz kestanesi yaratacak sekilde bir araya gelmesi gibiydi. Fikir dogruydu ama ortam henüz hazir degildi. Hepimiz kendi özel odalarimizla yasiyoruz. Isimizde, özel yasamimizda, her ortamda bitisikteki açilimlarla çevriliyiz. Yeni bir kapiyi açmak bilimsel buluslara yol açabildigi gibi, ilkokul birinci sinif ögrencileri için daha etkin bir ögretim stratejisine veya bir pazarlama fikrine de yol açabilir. Ne tür bir ortam yeni fikirler yaratir? Innovatif ortamlar, sakinlerinin Bitisikteki Açilimlari yoklamasini kolaylastirir çünkü çok çesitli mekanik veya kavramsal yedek parçalari bulundurmak yaninda, bu parçalarin yepyeni sekillerde birlestirilmesini tesvik ederler. Denemelere girismeyi cezalandirmak, var olan imkan ve olasiliklari karartmak, mevcut durumu, kimsenin yeni arastirmalar yapma zahmetine girmeyecek kadar iyi hale getirmek suretiyle yeni yeni bilesimleri engelleyen veya sinirlayan ortamlar, arastirmayi tesvik eden ortamlara kiyasla nisbeten daha az sayida innovasyon yaratirlar.
Apollo 13’te bir ariza sonucu karbondioksit filtresine ihtiyaç olunca, kontrol odasindaki bilim adamlari zor durumdaki astronotlara uzay aracinda mevcut bambaska parçalari birlestirerek bir filtre yaptirmislardi. Iyi bir fikir ayni zamanda, hangi yedek parçalarin ise yarayacagini kesfetmek, ha bire eski malzemelerin dönüsümünü yapmamaktir.
II-SIVI SEBEKELER Iyi bir fikri hep, aniden çakan bir kivilcim olarak düsünürüz. Aslinda fikir, bir sebeke, bir agdir. Ayni anda binlerce nöronun beyninizin içinde ateslenmesiyle fikir bilincinize ulasir. Iyi bir fikir, zihninizde kurabilecegi baglantilari yoklayan hücre sebekesidir. Fikirleri nöron sebekeleri seklinde düsündügünüzde iki önkosul ortaya çikar:
**Birincisi sebekenin büyüklügüdür: yalnizca 3 nöronun ateslenmesiyle mucize bulusa ulasamazsiniz.
Beyinde kabaca 100 milyar nöron, bunlarin her birinin de 1000 nöronla baglantisi vardir. Bu 100 trilyon baglanti, yetiskin insan beynini dünyadaki en büyük ve karmasik sebeke yapar.
***Ikinci ön kosul sebekenin esnek, yeni yapilanmalari tesvik eden özellikte olmasidir. Beyinde yeni bir fikir dogmasi, nöronlarin yeni bir biçimde bir araya gelerek o düsünceyi mümkün kilmasidir. Baglantilar genlerimizle veya kisisel tecrübelerimizle ortaya çikar. Bazi baglantilar kalp atisini düzenler veya refleksleri tetikler, bazilari da yeni bir bilgisayar programi yazma fikrini yaratir. Bazilari da anilarimizi canlandirir. Aklin, bilgeligin anahtari baglantilardir: o yüzden, yetiskinlige ulastigimizda nöronlari kaybettigimizin pek bir önemi yoktur: zihinde önemli olan yalnizca nöronlarin sayisi degil, ayni zamanda aralarinda olusmus milyonlarca baglantidir. Beyinde olan her sey, tirnaklarimizi kesecegimizi hatirlamak dahi, nöronlarin belli bir sebeke düzeninde ateslenmesidir. Fakat tirnak kesmeyi hatirlamak yeni bir bulus degildir. Yaratici beyin, tekrarlayan bir isi yapan beyinden daha farkli çalisir. Nöronlar farkli sekillerde sebekeler olustururlar. Mesele, beynin bu yaratici sebekelere dogru nasil yöneltilecegidir. Cevabi ise, zihni daha yaratici yapabilmek için onu ayni tür sebekeleri paylasan ortamlara koymaktir. Bu da, Bitisikteki Açilimlarin sinirlarini yoklayan insan ve fikirlerle bir sebeke olusturmak demektir. Dünyada yasamin ortaya çikmasi bile karbon atomunun baglanabilme özelligi sayesindedir. 4 degerlikli karbon atomu, diger atomlarla ama özellikle de oksijen, hidrojen, azot, fosfor, kükürt ve baska karbon atomlariyla bag kurabilme yetisine sahiptir. Bu alti atom, dünyada yasayan tüm canli organizmalarin kuru agirliginin %99 ‘unu olusturur. Kisacasi, karbon ve onun bag kurabilme özelligi olmasaydi yasam olmazdi. Yerküre cansiz kimyasal elementler çorbasindan ibaret bir gezegen olarak kalirdi. Karbon iyi bir bag kurucu olabilir fakat karbon atomlarinin rastgele diger elementlerin atomlariyla çarpisabilecegi bir ortam olmasaydi bu özelligi muhtemelen bosa gidecekti. Bütün o muhtesem polimer zincirleri ve halkalari Bitisikteki Açilim’in kilitli kapilari arkasinda kalacakti. Karbon gibi H2O molekülü de, birkaç olaganüstü özelligiyle suyu yasam için elzem bir ortam yapar. Hidrojen molekülleri arasindaki baglar diger sivilara göre 10 kat daha güçlü oldugundan su donma ile kaynama noktalari arasinda çok genis bir sicaklik araliginda sivi kalir. Bunun yaninda en güçlü çözücüdür.
Suyun akiskanligi ve çözücülügünün birlesimi, içindeki elementlerin durmadan çarpisip yeni sebekeler olusturmasini mümkün kilar. Böylece dünyada yasamin dogusunun öyküsü yüksek yogunluklu sivi bir sebeke ile baslar: baslangiç çorbasinda baglantiya aç karbon atomlarinin birbiriyle ve diger atomlarla çarpismasiyla meydana gelen moleküller kimya ve fizigin biyolojiye yol verdigi noktayi isaret eder. Ilk Lipidlerin ortaya çikmasi, hücre zarina gidecek kapiyi açti; ilk nükleotidler daha sonra DNA’ya gidecek yolu açti. Bunlar iyi bir fikrin, yani hayatin ilk ipuçlariydi. Innovatif sistemler, “kargasanin sinirinda” (çok fazla düzen ile çok fazla anarsinin birlestigi noktada) yogunlasma egilimindedir. Sebekeler, maddenin üç hali - gaz, sivi, kati - gibidir. Gazda kargasa hakimdir. Yeni olusumlar mümkündür fakat ortamin hareketliligi dolayisiyla kalici degildir. Katida istikrar vardir fakat degisim yetenegi yoktur. Oysa sivi sebekeler bitisikteki açilimlari arastirmaya daha uygun ortamlar saglarlar. Beyindeki 100 milyar nöron da bir tür sivi sebekedir. Bir taraftan aralarindaki yogun baglarla yeni kaliplar arayisinda olabilecek kadar kaotik, diger taraftan da faydali yapilari uzun süre koruyacak kadar stabildirler.
Ilk insanlar çaglar boyunca gaz benzeri ortamda yasadilar. Ufak avci-toplayici gruplari önce genis aileleri içinde yasayip birbirleriyle temas kurmadan dolasip durdular. Tarim, durumu degistirdi. Binler, on binler halinde yerlesik gruplar yabancilarla dolu alanlari paylastilar. Nüfustaki artis, olusturabilecekleri baglanti sayisini geometrik ölçüde arttirdi. Iyi fikirler baska beyinlere ulasip orada kök saldi. Yeni tür isbirlikleri mümkün oldu. Bu tür yogun nüfuslu ortamlarda ortaya çikan paylasmaya ekonomistler “ bilgi tasimasi” adini veriyor.
Ortak bir kültürü binlerce kisiyle paylastiginizda iyi fikirler, bunlarin yaraticilari saklasa bile, bir zihinden ötekine akma egilimindedir. Insan irki tarim çagindan önceki bir milyon yilda bayagi yol kat etmisti: konusma dili, sanat, avcilik için aletler, yemek pisirme icat edilmisti. Fakat ilk gerçek kentlerin kurulmasindan bin yil kadar sonrasinda, M.Ö. 2000 den itibaren insanlar icat etmenin yepyeni yollarini icat ettiler. Yazi yoklugu dolayisiyla önceki icatlarin kayitlari tutulamadigi için yeni kusaklara geçemiyordu. Fakat ilk kentlerin yogun sebekelerinde fikirler tasarak hem digerlerine, hem de gelecek kusaklara aktarilabildi.
Ekonomik sistemler feodal yapilardan erken dönem kapitalizme geçince daha az hiyerarsik, daha fazla sebekeli oldular. Satolar veya kümeler yerine pazarlar etrafinda örgütlenmis bir toplum, karar verme yetkisini çok daha genis bir yelpazeye dagitir. Pazaryerinin innovasyon gücü kismen bu basit matematikten kaynaklanir: “yetkililer” ne kadar akilli olursa olsun, bir kisiye karsilik pazaryerinde bin kisi olmasi, pazaryerinde feodal satodan çok daha fazla iyi fikir olmasi demektir. Bunu saglayan kalabaligin bilgeligi degil, kalabaliktaki bazi kisilerin sebeke sayesindeki bilgeligidir. Arastirmalar, en büyük buluslarin laboratuarinda tek basina çalisan bilim adamlarindan ziyade üç-besinin toplanip yaptiklari çalismalari tartistiklari ortamda dogdugunu göstermektedir. Ofisimizde tek basina çalisirken, bir mikroskoba egilirken kendi önyargilarinizin tuzagina düsebilirsiniz. Grup içinde sohbet bu kati hali sivi sebeke haline çevirir. Sivi bir sebekeyi dondurmanin en hizli yolu insanlari kapali kapilar ardindaki özel odalara doldurmaktir. Bu yüzden Web çagi sirketleri çalisanlarin ve departmanlarin birbiriyle plansiz programsiz bir araya gelebilecegi is ortamlari kurmaktadir. Ancak burada önemli olan düzen ve kargasa arasinda dogru denge kurmaktir.
III-YAVAS ÖNSEZI 10 Haziran 2001’de Arizona’daki FBI ajani Ken Williams Newyork ve Washington’daki üstlerine bir elektronik mesaj dosyasi gönderdi. 6 sayfalik belge su kehanet cümlesiyle basliyordu: “Bu mesajin amaci Usame Bin Ladin’in muhtemelen Amerika’daki sivil havacilik üniversitelerine düzenli sekilde ögrenci gönderme çabasi içinde oldugu yolunda Büroya ve New York’a bilgi vermektir.” Bu belge artik “Phoemix mesaji” adiyla efsanelesmistir. Williams bir yil boyunca Arizona’daki havacilik üniversitelerine çok sayida “sorusturulmasi gereken” ögrenci girdigini fark etmis, fakat tehdidin aciliyetini göremeyerek ilerde dünyanin çesitli noktalarinda havacilik hedeflerine yönelik terörist eylemler geçeklestirecek bir kadro kurma çabasi olarak nitelendirmisti. Mesaj, onu okuyan analistler tarafindan acil yerine “rutin”, “spekülatif”, “önemsiz” seklinde etiketlenince hiçbir zaman merkezdeki radikal dinciler bölümü baskani David Fresca’ya ulasamayip merkezdeki “ Kara delik”e düstü. Dünyayi degistiren muhtesem fikirleri inceleyerek innovasyon tarihi hakkinda epeyce bir seyler ögrenebiliriz. Fakat bunlarin basarilarini hep ya fikrin, ya da onu düsünen zihnin parlakligina baglar, yayilmalarinda ve yaratilmalarinda çevrenin rolünü düsünmeyiz. Bu yüzden, bitisikteki açilimin’ esiginde oldugu halde fiyaskoyla sonuçlanan kivilcimlari incelemek de ayni derecede önemlidir. Phoenix mesaji iste bu basarisiz kivilcimlardan biriydi. Mesaj açisindan basarisizligin nedenleri, orta düzey analistleri önemi konusunda ikna edememesi, üstlere ulassa bile FBI’ daki organizasyon yapisinin hemen harekete geçebilecek esneklige sahip olamamasiydi. Bunlara ragmen, dünyayi degistiren fikirlerin izledigi süreci izleyebilseydi Williams’in önsezisi saldirilari önleyebilirdi. Ancak bunun için bu ön sezinin baska bir önseziyle çarpismasi gerekiyordu.
Ken Williams’in mesajini göndermesinden tam bir ay sonra Minnesota’daki Pan Am uçus akademisine Zekeriya Musavi adinda bir kisi kaydolup Boeing 747 simülatöründe egitime basladi. Ögretmenleri 8300 liralik toplam ücreti nakden ödeyen ve kuleyle iletisime, kokpit kapilarinin çalismasina olagan disi ilgi gösteren bir ögrenciden derhal süphelenip FBI’la temasa geçtiler. Musavi göçmen yasasini ihlal gerekçesiyle tutuklandi. Sorgulamada çok daha derin bir komplonun varligini fark eden FBI ajanlari mahkemeden Musavi’nin bilgisayarindaki dosyalari inceleme izni alabilmek için çilginca ugras verdiler. Hatta bir noktada ajan Jones, Musavi’nin “Dünya Ticaret Merkezine bir sey uçurabileceginden bile söz etti. Fakat istenen izin, kanitlarin yeterli olmadigi gerekçesiyle reddedildi. Bu iki önsezi de tek baslarina birer önseziydi yalnizca. Fakat iki nokta birlestirilebilseydi etkinlikleri kat kat artacak ve Musavi’nin bilgisayarinin incelenmesiyle saldirilar durdurulabilecekti.
Büyük fikirler genellikle önce kismen natamam biçimde sekillenir. Çok önemli bir seyin tohumlari bulundugu halde önseziyi uygulamaya geçirecek kilit elemandan yoksundurlar. Ve çogu zaman bu eksik eleman, baska bir yerde baska bir kisinin kafasinda bir önsezi olarak yasamaktadir. Sivi sebekeler bu kismi fikirlerin baglanabilecegi ortami yaratirlar.
Malcolm Gladwell’in çok satan kitabi “ Blink” ani önsezilerin gücüne ve tehlikelerine odaklanir. Ancak dünyayi degistiren fikirler tarihinde ani sezgiler pek az yer kaplar. Çogu sezgiler çok uzun zaman çerçevesinde önemli innovasyonlara dönüsürler. Bir problemin henüz kimsenin önermedigi bir çözümü bulunduguna dair belirsiz, tanimlanmasi zor bir duygu olarak baslarlar. Zihnin gölgelerinde, bazen on yillarca oyalanarak yeni baglantilar kurar, güç toplarlar. Bu yavas önseziler gelismek için çok uzun süreye ihtiyaç duyduklarindan nazik yaratiklardir; günlük meselelerin hayhuyu arasinda kolayca yitip gidebilirler. Fakat bu uzun kuluçka dönemi ayni zamanda güçleridir. Zira baskalarinin göremedigi biçimde gerçeklere ulasmamizi saglarlar. 18. yy bilim adami Joseph Priestley bu fanusun içine bir nane fidesi yerlestirirken beyninin arkasinda 20 yil önceki, örümcekleri cam kavanozlara kapatma tutkusu yatiyordu. Organizmalarin kapali kaplar içinde ölmesinin ilginç bir tarafi oldugunu fark etmisti. 20 yil boyunca çok farkli konular ve deneylerle ugrasti. Nihayet bir gün evindeki laboratuarda fanus içinde nanenin rahatça büyüdügünü görünce bitkilerin hayvanlarin aksine oksijeni tüketmeyip ürettiklerini kesfetti.
Önsezilerin zaman içinde kaybolup gitmesini önleminin sirri basittir: Herseyi yazmak. Darwin’in fikirlerinin gelisimini net biçimde izleyebilmemizin sebebi, baska kaynaklardan alinti yaptigi, yeni fikirler gelistirdigi, sahte ipuçlarini sorgulayip kenara attigi, semalar çizdigi defterler tutma adetine siki sikiya bagli olmasiydi. 17. ve 18. Yy aydinlanma çagi Avrupa’sinda günlük tutmak zamanin bütün bilim adami, sanatçi ve düsünürlerinin vazgeçilmez tutkusuydu. Bu tür defterler geçmisteki sezgilerinin evrimini izlemenize imkan vermektedir.
Victoria çaginda yayinlanan “ Hersey Hakkinda Sorgula” ( Enquire Within Upon Every Thing”) adli günlük benzeri bir yasam kilavuzu yayinliyordu. Zamaninda çok ünlü olan bu kilavuzun bir kopyasi 1960’larda Londra’da yasayan matematikçi bir çiftin evine ulasmisti. Kilavuz evin oglunun çok ilgisini çekiyor, içindeki bilgi hazinesini saatlerce okuyordu.
Yillar sonra Isviçre’de bir arastirma laboratuarinda danisman olarak çalisirken kuruma gelen bilgi akisi basini döndürmüstü. Bütün bu verilerin izini sürmesini sagliyacak bir proje üzerinde çalismaya basladi. Gelistirdigi ilk aplikasyona kilavuzdan esinlenerek “enquire” adini verdi. Program çok basarili olmasina ragmen is degistirince oldugu gibi birakti. Arada baska seyler denedigi 10 yildan sonra, hipertekst linkleri kullanarak farkli bilgisayarlardaki dosyalar arasinda baglanti kurabilen daha sofistike bir aplikasyon tasarlamaya koyuldu. Platformuna dogru isim bulabilmek için bir süre debelendi.
Nihayet, platformun yogun sebeke yapisindan yola çikarak “World Wide Web (wwwdünya çapinda ag) adini verdi. Tim Berners Lee Web’in öyküsünü anlatirken muhtesem bulusunun evrimini ani bir mucie gibi göstermeye kalkismaz. Web yavas bir sezginin usul usul gelismesinin tipik bir örnegidir. Bir çocugun yüzyillik bir ansiklopediyi incelemesiyle baslamis, zaman içinde gezegenimizdeki tüm bilgisayarlari baglayan bir bilgi platformuna ulasmisti. Birçoklarinda fikirler çalisma ortaminin içinde ve çevresinde, gündelik baskilar, sorumluluklar, mesguliyetler arasinda dogar ve filizlenemeden yok olup gider. Berners Lee o açidan çok sansliydi. Çalistigi Isviçre ve partikül fizigi laboratuarinin CERN‘de görevi “veri toplamak ve denetlemek” ti. 10 yil boyunca küresel iletisim platformu arastirmasini hobi olarak yürüttü. Isi ile hobisi arasinda pek çok ortak nokta olmasi dolayisiyla üstleri yan proje olarak hipertekst üstünde çalismasina izin vermislerdi. Internet üzerinden de baska programcilarla istisare yapabiliyordu. CERN’deki ortam açik baglanti kurmaya ne kadar müsait ise, FBI’in Otomosyonlu Vaka Destek Sistemi de o kadar kapali, baglanti kurmaya izin vermeyen bir sistemdi. Bilgiye disardan ulasilamadigi gibi, belgeler kurumun diger üyelerinden de gizlenecek sekilde tasarlanmisti. Ipuçlarinin ve önsezilerin son derece önemli oldugu bir kurumda önsezileri tam anlamiyla öldüren bir sistem yasiyordu. Sonraki arastirma komitesi FBI’in bilgi agini baslica suçlulardan biri ilan etmisti.
Aslinda “ Enquire-Sorgula” pek ala Google’in adi olabilirdi. Google, Web’i yaratan yavas önsezili innovasyonu en fazla benimseyip gelistiren kurumdur. Baslangiçta google bütün mühendisleri için ünlü % 20 kuralini koymustu. Mühendisler sirket projelerinde çalistiklari her dört saata karsilik bir saat da kendi özel projeleri üzerinde çalisiyorlardi. Bu projelerin çogundan bu sonuç çikmasa da arada bir bu sezgilerden biri müthis basari yakalar. Google’a 2009’da 5 milyar dolar kazandiran AD sense böyle bir projeydi. Orkut Büyükkökten adli bir Türk google mühendisi, Brezilya ve Hindistan’daki en büyük sosyal paylasim agi olan Orkut’u kendi özel proje saatinde yaratti. Gmail’in de kökleri oradan geldi.
Google ile FBI arasindaki tezat, Krishna Bhanat’in hikayesinde açikça görülür. Bhanat 11 Eylül’den sonra haberlerin çoklugu karsisinda saskina dönmüstü. Bütün yazilari konularina göre siralayan bir yazilim yaratmaya koyuldu. Bhamat’in kafasindaki bir sezgiden baslayip Google News’un Eylül 2002 de yayinlanmaya baslamasi sadece bir yil sürmüstü. FBI ise 11 Eylül üzerinden 9 yil geçtigi halde hala otomasyonlu vaka destek sistemini kullaniyor. IV-RASTLANTISAL BULUS Biz genellikle rüyalardan aldigimiz ilhami yaratici sanatlarla birlestiririz fakat birçok bilimsel bulus rüyalardan kaynaklanan devrimsel fikirler sonucunda ortaya çikmistir. Örnegin Rus bilim adami Dmitri Mendeleev periyodik tabloyu rüyasinda elementlerin atom agirliklarina göre dizilebilecegini gördükten sonra yaratmistir. Bunun gibi daha epeyce örnek vardir.
Bilimsel kesiflerde rüyalarin rolü mistik bir olay degildir. REM uykusu sirasinda beyin kökündeki asetilkolin salgilayan hücreler rastgele ateslenerek beynin her yerine elektrik gönderir. Anilar ve çagrisimlar karmakarisik, yari tesadüfi biçimde tetiklenerek rüyalara halüsinasyon tarzi bir nitelik verir. Bu yeni nöron baglantilarinin pek çogu anlamsizdir fakat arada bir rüyadaki beyin uyanikken gözümüzden kaçan degerli bir baglantiyi kurar. Freud’un dediginin aksine rüya baskilanmis bir gerçegin açiga çikmasi degil, yeni yeni nöron baglantilarini deneyerek yeni gerçeklere ulasma çabasidir. Bir problemin “üstüne uyumak” deyimi bosuna ortaya çikmamistir. Uykunun yeni zihinsel kombinasyonlari bulmacanin pek çok çözümünü arastirmamiza imkan saglar.
Eseysel üremenin kendisi de rastlantisal baglantilarin gücünün bir tür tanigidir. Yeryüzünde mikroskobik olmayan canlilarin ezici çogunlugu genlerini baska bir organizma ile paylasarak çogalir. Aslinda döllenmedeki karmasik gen alisverisi olmasaydi yasam için çok daha kolay olurdu. Cinsellik olmadan üreme basit bir klonlamadir. Es aramak zorunda kalmadiginiz için de daha hizli, daha kolaydir. Aseksüel organizmalar seksüel benzerlerinden iki kat hizli ürerler. Fakat yasam sayilardan ibaret degildir. Asiri çogalmanin da kendine özgü tehlikeleri vardir. Özdes DNA’ya sahip organizmalar parazitlerin ve avci hayvanlarin hedefidir. Bu yüzden dogal seçicilik innovasyonu ödüllendirir. Yeni ekolojik nisler, yeni enerji kaynaklari bulur. Biyosferde adeta innovasyon, yeni yasam tarzlari yaratma dürtüsü vardir. Basitlik ve hizin yerini yaraticilik almistir.
Yaraticiligin, kesif ve buluslarin pek çok örnegi rastlantiyla ortaya çikmistir. Ancak bu demek degildir ki gökten zembille inerler. Örnegin kimyaci Kekule bir gün rüyasinda bir yilanin kuyrugunu yuttugunu görmüs, bundan ilham alarak bir çok organik bilesigin temel molekülü olan benzen halkasini kesfetmistir. Fakat Kekule uzun yillardir benzen molekülü üzerinde kafa yormasaydi böyle bir kesfe ulasabilir miydi?
Rastlantisal buluslar çarpisma gerektirir fakat ayni zamanda bu buluslarin bir yere sabitlenmesi gerekir. Aksi takdirde fikirler baslangiç çorbasindaki karbon atomlarinin birbiriyle rastgele çarpisip organik yasamin halkalarini ve örgülerini meydana getirememesi gibi boslukta kalir. Tabii ki mesele bu rastlantisal baglantilari besleyen ortamlarin her boyutta: kendi zihniniz içinde, büyük kurumlar içinde de ve toplum içinde nasil yaratilacagidir. Beyinde her an sayisiz fikir ve ani basibos dolasip durur. Nöron kümelerinin dogru zamanda ateslenip dogru baglantilari kurmasini nasil saglayabiliriz?
Bir yöntem, yürüyüse çikmaktir. Uzun duslar ve küvette bir süre yatmak ayni isi görür. Bu eylemler günlük yasamin hayhuyundan bir nebze uzaklasmanizi, fikirlere konsantre olmanizi saglar. Dis kaynaklardan da yararlanmak gerekir. Kendini vererek okumak, internet fevkalade bilgi ve baglanti kaynaklaridir. Innovasyonun, fikirlerin baska fikirlerle baglanti kurup yeni bilesimler olusturmasiyla ortaya çiktigi asikar bir gerçek olmasina ragmen iki yüzyildir yasal kisitlamalarla fikirlerin arasina duvar örülmekte, baglantilar engellenmektedir. Isin tuhafi, bu duvarlarin amaci innovasyonu tesvik etmektir.
Patent, dijital haklar, entellektüel mülkiyet haklari, ticaret sirlari gibi adlar tasiyan bu kisitlamalar, yeni fikirlerin yaraticilarinin emeklerinin ödülünü almasi, onu gören digerlerinin de özenip kendi innovasyonlarinin gerçeklestirecegi varsayimina dayanir. Ancak kapali ortamlar, zihinlerin sebekeler kurup rastlantisal buluslara ulasmasini engeller. Fikirleri kopyacilardan ve rakiplerden korumak, gelismesini de önlemek demektir. O yüzden Nike gibi bazi büyük firmalar yavas yavas kurum bilgilerini baskalariyla paylasacak sistemler kurmaya baslamistir. Rastlantisal buluslari kolaylastiran bir baska kurumsal teknik “beyin firtinasi” seanslaridir. Ancak bunun belli saatlerle sinirlandirilmasi yerine Ar-ge çalismalarinin ve sezgilerin kurum içinde her an ve her kademede tartisilabilmesi daha iyi sonuç verir. Buna uygun veri tabanlarindan yararlanilabilir. Bu yöntem kurumun bir yerine öneri kutusu koymaktan çok daha ise yarar.
V-HATA Muhtesem dogrulara ulasma tarihinin gölgesinde tekrar tekrar muhtesem hatalar tarihi saklidir. Yalniz hatali olmak da degil, ayni zamanda pasakli olmak da. Alexander Fleming’in penisilini bulmasi açikta biraktigi stafilokok kültürüne kenarda unuttugu bir Sandviçin kokusmus peynirinden küf bulasmasi sayesinde gerçeklesti. Louis du Guerse iyodlu gümüs plakalardaki görüntüyü alabilmek için yillarini harcamisti. Bir gece bos bir çabanin arkasindan plakalari içi kimyasal dolu bir dolaba yerlestirdi. Ertesi sabah devrilmis bir civa kavanozundan çikan civa buharlarinin plakada kusursuz bir görüntü olusturdugunu gördü. Modern fotografçiligin öncüsü dogmustu.
Hayvan psikologu Wilson Greatbach’in tesadüfen sohbet ettigi cerrahlardan düzensiz kalp atislarinin tehlikelerini duydu. Greatbach’in gözünün önüne, yayin sinyallarini dogru sekilde alip gönderemeyen bir radyo geldi. Modern elektronik tarihinin, iki cihaz arasinda elektrik sinyallerinin çok düzenli ve mucizevi hassaslikta geçirilmesine dayandigini biliyordu. Bu bilgi kalbe uygulanabilir miydi acaba? Bu düsünceyi bes yil boyunca beyninin arka taraflarinda sakladi. Kronik hastaliklar enstitüsünde çalisirken bir doktor kendisinden vakum tüp yerine yeni silikon transistörleri kullanan bir osilatör imal etmek için yardim istedi. Greatbach kazara yanlis transistörü osilatöre takinca kalp alisik oldugumuz ritimde atmaya basladi. Greatbach’in hatasi sayesinde cihaz kalp atislarini kaydetmiyor stimüle ediyordu. Greatbach’in kafasi 5 yil önce yapilan sohbete gitti. Iste düzensiz atan bir kalbin hatali sinyallerini kalbi hassas araliklarla soklayarak düzene sokacak bir cihaz önünde duruyordu.
Greatbach-Chardack pacemaker cihazi (kalp pili) gelistirilmis haliyle bugünmilyonlarca kisinin ömrünü uzatmaktadir. Bunun gibi yanlisin dogruya gittigi pek çok örnek vardir. Triod, radyografi vulkanize kauçuk ve plastik hep hatalar sonucu ortaya çikmistir. Hata deha yolunda katlanmak zorunda oldugunuz bir asama degildir. Hata genellikle sizi alisik oldugunuz varsayimlardan kurtarir. Hakli olmak, sizi yerinizde tutar. Hatali olmak yeni arayislara yeni stratejilere yöneltir. Bitisik odalari açar. Ancak hata tek basina bir bulusa, bir çözüme ulastirmaz. O konu üzerinde uzun süre kafa yormak, arastirma yürütmek sarttir. Hata çogunlukla verilerin tekrar tekrar yanlis olmasiyla baslar. Ve ne yazik ki bazen arastirmacilar bunun yeni bir bakis açisi oldugunu fark etmeden deney yöntemindeki yanlisliklara baglarlar; kirlenme, ariza, yanlis okuma gibi. Oysa sonuçlara bakan disardan biri dogru sonucun ne olmasi gerektigini pek bilmedigi ve farkli bakis açisi oldugu için hatanin bir dogruya isaret ettigini daha kolay görür. En iyi innovasyon laboratuarlari bir az kontamine olmus ortamlardir.
Gezegenimizdeki organizmalarin akil almaz çesitliliginin dogusu kismen hatalar sonucudur. DNA, kodlamadaki mutasyon veya kopyalamadaki aktarma yanlislari seklinde hata yapma egilimindedir. Öyle olmasaydi kusursuz kopyalar çikar, kusursuzluk degisime imkan vermedigi için evrim gerçeklesmezdi. Evrim açisindan “hata insana mahsusdur” lafi dogru degildir. Hata olmasaydi zaten insan olmazdi. Tabii ki çok fazla hata ölümcüldür. O yüzden hücreler basarili DNA ‘yi onarmak ve kodlama sürecinin son çekirdege kadar dogru olmasini saglamak için gelismis mekanizmalarla donatilmistir. Hiçbir ebeveyn kendi çocugunda mutasyon görmek istemez fakat kabul etmeliyiz ki tür olarak bizler mutasyon sonucu ortaya çiktik.
Evrimin, daha karmasik oldugu halde seksüel üremeden yana oldugunu görmüstük. Bunun bir sebebi yararli innovasyonlarin nüfusa yayilmasi, ara sira da diger innovasyonlarla çarpismasi ve güçlerini birlestirmesidir. Seks ayni zamanda hatanin yaratici gücünü benimser ve riskleri azaltir. Seks Bitisikteki Açilim’a kapiyi hafifçe aralayarak günümüzün degisen baskilarina ve firsatlarina uyum saglamamiza imkan verir. Fakat araligi çok dar tutarak da mutasyon oranlarini kontrol altinda tutar. Kisacasi seks genlerimizin yanlislarindan ders almamizi saglar.
Genetik, nöro kimyasal ve sosyal düzeyde bütünüyle hata ve kargasadan ibaret bir dünya yasanmaz olurdu. Fakat üretken hatalara ufacik yer birakmak da önemlidir. Innovatif ortamlar faydali hatalardan feyz alir; kalite kontrol onlari ortadan kaldirinca incinirler. Büyük kurumlar alti sigma, toplam kalite yönetimi gibi mükemmeliyetçi rejimleri izlemeyi severler; tüm sistemleri bastan sona hatayi ortadan kaldiracak sekilde düzenlenir. Böylece ara sira hata yapmanin yeni innovasyonlara yol açma olasiligini da ortadan kaldirmis olurlar.
VI-EXAPTATION 1440 civarinda Almanya’nin Ren bölgesinden bir girisimci, sarap yapiminda kullanilan üzüm presini gelistirmeye çalisirken baski (Matbaa) makinasini icat etti. Aslinda buna pek icat da denilemezdi. Çikarilabilir harfler, mürekkep, pres, hepsi önceden de vardi fakat her biri daha baska alanlarda kullaniliyordu. Guttenberg’in dehasi sifirdan yeni teknoloji yaratma degil, çok farkli alanlarda kullanilan bu teknolojileri gelistirerek alakasiz bir sorunu çözmekte yatiyordu.
Insanlari sarhos etmek için tasarlanmis bir makine, kitle iletisiminin motoru olmustu. Evrim biyologlari bu tür ödünç almayi exaptation olarak adlandirir. Bir organizma belli bir kullanim için bir özellik gelistirir fakat bu özellik bambaska bir islev için kullanilmaya baslanir. Bunun klasik örnegi kus tüyleridir.
Baslangiçta, uçmayan türden dinazorlarin vucut isisini korumak için yaratilmis fakat sonraki kusaklarda kanat haline gelmistir. Oto lastiginin sandal olarak kullanilmasi bile bir tür exaptation’dir. Mutasyon, hata ve rastlantilar biyosferin yeni kapilari ardindaki yeni olanaklari arastirmaniza yardim eder. Karanlik bir odayi aydinlatmak için yaktiginiz kibrit bir bakarsiniz ayni zamanda odadaki sömineyi yakmaya yaramis; ilk amaciniz aydinlanmak iken, isinmissiniz da. Exaptation’un özü budur. Yaraticilik tarihi exaptation örnekleri ile doludur. 1800’lerin basinda Fransiz dokumaci Joseph Maril Jaquard, ipekli kumaslara desen yapmak için delikli kartlari icat etmisti. Ayni kartlar Babbage’in analatik makinesinde ve ta 1970 lere kadar bilgisayarlari programlamada kullanildi. Lee de Forest’in triodu icat etmekteki amaci elektromanyetik sinyalleri algilayip güçlendirecek bir cihaz yapmakti. Ne bilsin ki bulusu bir süre sonra hidrojen bombalari imaline yarayacak; bu vakum tüplerinin 17.000 tanesi bir araya getirilerek olusturulan ilk çagdas bilgisayar ENIAC’la bomba için gerekli matematik hesaplari yapilacak. Tim Bernard Lee Web’i tasarlarken ilk amaci, akademisyenlerin arastirmalarini birbiriyle paylasmasini saglamakti. Ancak kurdugu platform alisveris, fotograf paylasimi, porno seyretmekten tutun, binlerce tür kullanima exapte edildi. Önceleri, Metropol yasaminin sosyal çözülmelere ve yabancilasmaya yol açtigi düsünülürdü. 1975 te yapilan arastirmalar alt kültürlerin kentlerde, banliyo ve küçük kasabalara göre çok daha iyi palazlandigini göstermistir. Çogunlukla farkli olan yasam tarzlari ve ilgi alanlari yasamak için kritik kitleye ihtiyaç duyar zira ufak topluluklarda benzer kafa yapisindaki insanlara rastlamak daha düsük olasiliktir. Bu kisiler büyük kentlerde kendi gruplarini kurarak alt kültürlerini rahatça olusturular: uyusturucu bagimlilari, radikaller, entelektüeller, es degistirenler, saglikli beslenmeye kafayi takanlar vs.vs. Dolayisiyla kentler exaptation için çok uygun ortamlardir. Özel ilgi ve becerileri besler, alt kültürler ve bireyler bilgi alisverisini kolaylastiran sivi sebekeler yaratirlar. Apayri mesleklerin ve tutkularin bir arada oldugu bir dünya exaptation’in dallanip budaklandigi bir dünyadir. Kamuya açik alanlar bu açidan çok yararlidir. 18 yy da Londra’da kahvehaneler çogalinca aydinlanma çaginin pek çok innovasyonu arka arkaya gerçeklesti: elektrik üretimi, sigortacilik hatta demokrasinin kendisi. 1920’lerde Paris kahvehanelerinden yazarlar, sairler, sanatçilar, mimarlar omuz omuza oturdugundan zengin bir kültürel innovasyon dönemi yasanmisti.
Innovasyonla çesitlilik arasindaki iliski arastirildiginda, en yaratici bireylerin kendi kurumlarinin disina tasan, farkli uzmanlik alanlarindan kisilerle genis sosyal aglar kuran kisiler oldugu görülmüstür. Dallanmis yatay sosyal aglar, dikeylerden 3 kat daha etkin çikmistir. Buna “ zayif baglarin gücü” diyoruz.
Malcolm Gladwell’in Tipping Point (Kirilma noktasi) adli kitabinda söz ettigi gibi. Exaptation açisindan, zayif baglar yalnizca bilginin sebeke boyunca daha kolay ilerlemesini, böylece kapali bir grup içine hapsolmaktan kurtulmasini saglamakla kalmaz, zayif baglarla iletilen bir teknoloji bambaska bir yerde, bambaska bir teknoloji tetikleyebilir veya bambaska kullanim alanlari kesfedilebilir de. Guttenberg metalurg idi fakat sarap üreticileriyle zayif baglar içindeydi. Bu iliski olmasaydi matbaa muhtemelen ortaya çikmazdi. Normalde ipod gibi bir ürünün üretim zinciri söyle isler: tasarimcilarin aklina bir fikir gelir, temel özelliklerini ve görünüsünü mühendislere iletir. Mühendisler nasil çalistirilacagini saptayip imalata, imalat bölümü de üretilen mallari satin almasi için halki ikna etmekle görevli satis ve pazarlamacilara iletir. Bu yöntem iyi isleyen sistemlerde ise yarar fakat genellikle yaraticiligi öldürür zira orijinal fikir , bir bölümden digerine geçerken hep degisikliklere ugrar ve sonunda taninmayacak bir ürün ortaya çikar. Oysa Apple’in yaklasimi baslangiçta daha daginik, daha kaotiktir fakat kronik “iyi fikirlerin üretim zincirinde ilerlerken içinin bosalmasi” sorununu ortadan kaldirir. Apple buna es zamanli veya paralel üretim adini veriyor. Tasarim, imalat, mühendislik, satis, bütün gruplar ürün gelistirme zinciri boyunca sik sik toplanarak beyin firtinasi, fikir ve çözüm alisverisi, acil meselelerde strateji belirleme, farkli görüsleri sürece katma gibi islevler yürütürler. Süreç gürültülü ve karmasiktir fakat sonuçlar ortada degil mi?
Tarihteki büyük innovatörlerden çogu kendi is ve özel yasamlarinda kahvahanelerin disiplinler arasi ortamini kurmayi basarmislardir. Joseph Priestley kimya, fizik, jeoloji, siyasi kuramlar arasinda dolasiyordu. Benjamin Franklin elektrik deneyleri, soba tasarimi, matbaacilik ve siyaseti bir arada yürütüyordu. John Snow bir taraftan pratisyen doktorluk yaparken bir taraftan da kolerayi, eterin nasil kullanilacagini, kursun zehirlemesini arastiriyordu. Hepsinin ortak yönü farkli hobiler ve ugraslar edinmis olmalariydi. Exaptation’in gücü budur. Talih, baglar kuran beynin yanindadir.
VII-PLATFORMLAR Darwin Ingilteresinde, okyanuslardaki atollerin nasil olustugu tam bir merak konusuydu. Halka seklindeki atolün çevresinin derinligine bakarak üretilen en yaygin teori bunlarin denizin içinden yükselmis volkanlarin tepesi olduguydu. Darwin, tüm dünyada kara kitlelerin yükselip alçaldigini biliyordu fakat normalde denizin en derinliklerinden daglarin en tepelerine kadar yükseklikleri farkli olan volkanlar nasil oluyor da atollerde hepsi tam su seviyesinde kaliyorlar, yükselmeye veya alçalmaya devam etmiyorlardi? Keeling adalarinda yaptigi arastirmalar sonucunda bütün bilgi ve deneyimlerini birlestirerek su sonuca vardi: Atollerin üstündeki toprak degil Scleractinia adli, mercan resifi yapan bir organizmaydi. Scleractinia canli iken bir kaç mm uzunlugunda yumusak bir poliptir. Muazzam büyüklükte koloniler halinde ürerler. Kalsiyum bazli kabuklari öldükten sonra Aroganite adli bir minerale dönüsür. Neticede mercan resifi milyonlarca iskeletin bir araya gelerek olusturdugu, yüzyillarca sapa saglam kalabilen labirentimsi bir yapidir. Atolün olusumunu anlamak için volkanik bir adanin yavas yavas bir denize battigini düsünün. Deniz seviyesinin biraz altina inince yamaçlari mercan kolonilerinin üreme çiftligi haline gelir. Mercanlarin gidasi foto sentetik algadan olustugu için deniz seviyesinin en fazla 50 metre kadar altina inebilirler.
Volkan çok yavas battigi için mercan kraterin çevresinde hizla üreyerek denizin ortasinda bir halka olusturur. Volkan ne kadar denize batsa da (1750 m derinligine kadar ölçülmüstür) mercanlar yüzeyden hiç uzaklasmazlar. Darwin, bu bulus konusundaki duygularini “Beagle’da yolculuk” adli kitabinda söyle tanimlar. “ Hepimiz piramitler ve diger tarihi kalintilari hayretle seyrederiz. Oysa minicik nazik hayvanlarin yarattigi kaya daglari karsisinda bu kalintilar ne kadar önemsiz kaliyor” Darwin teorisini kafasindaki farkli bilimler kahvehanesi sayesinde gelistirmisti.
Ayni anda bir doga bilimci, deniz biyologu, jeolog, gözlemci gibi düsünmüstü. Bu kadar karmasik bir fikri düsünebilmek arastirici bir zeka ve farkli boyutlarda, farkli alanlarda kafa yorma becerisi gerektiriyordu. Darwin’in bulusunun oturdugu platform gibi, bu “minicik ve nazik hayvanlar” bir platform insa etmislerdi. Mercan resifi, tepelerden, düzlüklerden, girinti ve çikintilardan olusan ve milyonlarca türe ev sahipligi yapan bir platformdur.
Çevre bilimcileri, varligi ekosistem üzerinde olagan üstü etki yapan türlere kilit tasi tür terimini kullanmaktadir. Kilit tasini kemerin ortasindan çektiginiz an kemer çöker. Kendi habitatini kendi insa eden türlere de ekosistem mühendisi adi verilir. Agaçlari devirerek baraj insa eden kunduz böyle bir türdür. Barajlarda tutulan su bir dizi hayvan ve bitkinin o bölgede toplanmasini ve gelismesini saglar.
Platform insa ediciler ve ekosistem mühendisleri Bitisikteki Açilima kapi açmakla kalmazlar, yepyeni bir kat insa ederler. John Hopkins Üniversitesi, uygulamali Fizik Laboratuari (UFL)nin kafeteryasi fizikçiler, teknisyenler, matematikçiler, bilgisayarcilarin üretici sohbetlerine sahne olur. 03 Ekim 1953 de iki genç fizikçi kafeteryada, Sovyetlerin uzaya yolladigi ilk insan yapimi uydu
Sputnik’le ilgili hararetli bir tartismaya katildilar. Acaba sputnik uydusunun yaydigi mikrodalga sinyalleri Laboratuardaki donanimla tespit edilebilir miydi? Ikili ayni ögleden sonra sinyalleri yakalamayi basardilar, daha sonra da doppler etkisinden yararlanarak uydunun hizini ve yörüngedeki yerini tespit ettiler. Laboratuardaki diger bilim adamlarinin ve yeni UNIVAC bilgisayarinin da yardimiyla, 20 MHz lik basit bir sinyalden yola çikarak birkaç ay içinde Sputnik’in bütün yörüngesini tanimlamislardi. Bu muhtesem bulusun duyulmasi üzerine ordu onlardan problemi ters yönden ele almalarini istedi. Madem ki konumunu bildiginiz bir alicidan yola çikarak uydunun yeri hesaplanabiliyordu Uydunun yeri kesin olarak bilindigi takdirde yeryüzündeki alicinin konumu bulunabilir miydi? Amaç, deniz altindan firlatilmak üzere yeni gelistirilen nükleer baslikli Polaris füzelerinin menzilini hesaplamakti. Guier ve Weiffenbach bunu da basardilar. Transit Sistemi adi verilen bu bulus önce yalniz askeri amaçla kullanildi. 1983 ten sonra da bütün hava tasitlarinin sivil kullanimina açilarak GPS (Global Positioning System) adini aldi. Artik cep telefonlarindan dijital kameralara, Airbus A 380 lere kadar her seye kilavuzluk etmekte.
Uygulamali fizik laboratuari kendi çapinda sezgileri tesvik eden, bu sezgilerin benzer uzmanlik alanindaki beyinlerle baglanti kurmasini saglayan bir platformdu. Iki gencin bir kafeteryada farkli alanlardaki fikir çarpismalarindan yola çikarak yepyeni buluslara imza atmasina izin vermisti. Günümüzde en yaygin, en verimli platform Web’dir. Web de “platform istifi” denen sistemde gelismesini sürdürmektedir. Tim Berner Lee’nin tek basina yepyeni bir sistem gelistirmesi, Internet platformunun açik platformlari sayesinde olmustu. Chen, Kerim ve Hurley Youtube’u Adobe Flash player, Jawa ve Web in kendisi üzerine kurmuslardi. HDTV nin gelistirilmesi bir ordu uzman ve sirketin ugrasmasiyla 20 yil sürerken, Youtube 3 genç tarafindan 6 ayda tamamlanmasi sayesinde basarildi.
Web platformlarinin istiflerinin en yeni örnegi Twitterdir. Jack Dorsey, Evan Williams ve Biz Stone Twitter’i mevcut istifler üzerine 3 yilda yarattilar. 140 karakter siniri, cep telefonlarinin SMS sinirindan kaynaklanmaktadir çünkü amaç web mesajlarini SMS seklinde iletebilmektir. Baslangiçta yalnizca kahvaltida ne yedigini arkadaslarina ileten ortam olarak hor görülen Twitter artik siyasi protestolari düzenlemek, devlet sansürünü asmak, büyük sirketlere müsteri destegi saglamak gibi yaraticilarin aklina bile gelmedigi binlerce alanda kullanilmaktadir. Bu yalnizca exaptation, yani bir alanda kullanilmak üzere tasarlanan bir aletin baska bir alanda kullanilmasi degildir; kullanicilar aletin kendisini yeniden tasarlamaktadir.
Devlet bürokrasisi innovasyonu dogmadan öldürmekte uzun, zengin ve hakli bir söhrete sahiptir. Ancak ellerinde bulunan daglar kadar bilgi ve hizmetleri halkin kolayca ulasabilecegi sekilde paylasima açmalari tam bir kamu hizmeti demektir. Ne yazik ki liderlerimiz seçimi kazanmak için yararlandiklari olaganüstü teknolojileri seçildikten sonra bir kenara terk etmektedirler. Oysa iyi bir hükümet vatandaslarinin ve bürokrasinin sorunlarina çareler üreten hükümettir. Tam bu noktada platform modeli mucizesini gösterebilir. Böylece hem paradan, hem de zamandan olaganüstü tasarruf edilebilir.
SONUÇ DÖRDÜNCÜ GRUP Innovasyon tarihinde son 600 yilda gerçeklesen en önemli 200 innovasyonu ve bilimsel bulusu dört ayri grupta ve 200 er yillik zaman dilimleri içinde inceleyebiliriz.
1. Grup: Bireylerin gelistirdigi, ticari 2. Grup: Sebeke halinde gelistirilen ve ticari 3. Grup: Bireylerin gelistirdigi, ticari olmayan 4. Grup: Sebeke halinde gelistirilen,ticari olmayan
Bireysel innovasyonlar bir kisi veya bir kurum içindeki birkaç kisilik takim tarafindan gerçeklestirilenler, sebeke ise, ayni problem üzerinde çalisan çok sayida grubun, birbiri üzerine insa ederek ortaya çikardigi innovasyonlardir. Icadinin satisindan veya üretim lisansindan dogrudan dogruya kar etmeyi planlayan mucitler ticari gruba, fikirlerinin infosferde özgürce dolasmasini arzulayanlar ticari olmayan gruba girmektedir.
Simdi de bu gruplarin, iki yüzer yillik periyodlar halinde dagilimina bakalim. 1400- 1600 arasi: Bu döneme giren buluslarin çogu 3. Grupta, yani bireysel ve ticari olmayan, zira bilgi agi yavas ve güvenilmez. Girisimci az. Birinci yani bireysel ticari grupta yalniz matbaayi ve merkator projeksiyonunu (bir tür harita çizim yöntemi) görüyoruz. Da Vinci, Galile, Copirnicus gibi yaratici dahi ve vizyonerler çigir açiyorlar.
1600- 1800 arasi: 50 bulustan 3 tanesi birinci grupta (düdüklü tencere, insanli sicak hava balonu, litografi), yedi bulus ikinci gruptadir. Kalan 40 bulus üçüncü ve dördüncü gruplar arasinda esit dagilmistir. Burada en büyük degisim bireyselden sebeke ürününe geçistir. Matbaanin, daha dogrusu kitaplarin yayilmasi, posta hizmetinin baslamasi ve insanlarin kentlerde toplanmasi bu degisimin baslica etkenleridir. Bir baska husus da buluslarin ticariden ziyade ticari olmayan alanlarinda yogunlasmasidir.
1800 den Günümüze 138 bulusun sadece on tanesi birinci grupta kapali laboratuarda gerçeklestirilen. Alfred Nobel’in dinamiti gibi patentli buluslar digerlerine göre pek az. Çogu, televizyon gibi kolektif bir çabanin ürünü. Edison bile söylendigi gibi ampülü tek basina icat etmemis, çagdas rakiplarinin fikir ve buluslarini gelistirmistir. Kilitli bir odada, rakiplerinizin sezgi ve düsüncelerinden uzakta küçük fikirler gelistirebilirsiniz fakat Bitisikteki Açilima büyük adim atmak istiyorsaniz yaninizda birileri gerekir. Burada en çarpici gözlem dördüncü gruptaki artistir. Dogrudan ekonomik ödülü olmadigi halde nasil oluyor da bu kadar büyük sayida iyi fikir dördüncü grupta gelisiyor? Bunun bir cevabi sudur: Ekonomik tesvikler ile iyi fikirlerin dallanip budaklanmasi arasinda karmasik bir iliski vardir. Büyük gelir beklentisi insanlari innovasyon yapmaya tesvik eder fakat ayni zamanda bu bulusu saklayip korumaya yöneltir. Verimlilik ekonominin evrensel hedefidir. Ancak fikirler tamamen serbest olursa girisimciler yaptiklari innovasyonlardan kar edemezler zira rakipleri kopya eder. Dolayisiyla innovasyon açisindan kasitli olarak verimsiz piyasalar yer almis durumdayiz: telif haklari, patentler meslek sirlari ve daha binlerce engellerle.
Bu kasitli verimsizlik dördüncü grupta bulunmaz. Sebeke ürünü, ticari olmayan innovasyonlarin toplandigi bu bölümde emegin dogrudan parasal karsiligi yoktur. Fakat açik olmalari baska iyi fikirlerin beslenip çogalmasini saglar. Kitabin önceki bölümlerinde inceledigimiz bütün innovasyon sablonlarinin hepsi sivi sebekeler, yavas sezgiler, rastlantisal buluslar, exaptation, platformlar açik piyasalarda mevcuttur. Fikirler dogal akislarini kisitlayan denetimli ortamlarda bogulurlar. Yeni baglantilar kurmak için atilan her adimda ödenmesi gereken bir ücret olunca yavas bir sezgi baska yavas bir sezgiyle kolayca birbirini tamamlayamaz. Her kapiyi bekleyen bir muhafiz olunca exaptation farkli alanlara atlayamaz.
Bütün kompleks toplumsal gerçekler gibi innovasyon ortaminin yaratilmasi da degis tokus meselesidir. Her sey esit oldugunda maddi tesvikler innovasyonu tabii ki destekler; sorun su ki diger her sey hiçbir zaman esit degildir. Bir sisteme maddi karsilik koydugunuz anda gizlilik ve engeller kafalarini kaldirir. Öyleyse dogru denge nedir? En yaygin kaniya göre maddi piyangoya çarpmanin cazibesi, mülkiyet haklari ve kapali AR-GE’lerin dogurdugu verimsizligi fazlasiyla kapatir. Kapitalist ekonomilerin sosyalist ve komünist ekonomilere göre çok daha innovatif oldugu kanitlanmistir. Öyleyse piyasalarin kasitli verimsizliginin ödülü maliyetine fazlasiyla deger.
Fakat bu yanlis bir karsilastirmadir. Olay piyasa ekonomilerinin emir-komuta ekonomilere göre nasil isledigi degil, dördüncü gruba göre nasil isledigidir. Iki yüzyildir özel sektör gelisirken ayna görüntüsü de buna paralel biçimde kamu sektöründe gelismistir. Modern arastirma üniversitelerinde günümüzdeki akademik arastirmanin agirlikli bölümü dördüncü gruptadir. Yeni fikirler kökeni belirtildigi sürece hiçbir kisitlama olmaksizin baskalarinin da yararlanip gelistirebilmesi amaciyla yayinlanir. Bir dipnot konmasi talebi ile patente tecavüz edildigi diye dava açmanin arasinda uçurum vardir. Tabii ki akademisyenler de maas alirlar, fikirleri basarili olursa kadrolu profesörlüge geçerler fakat bu maddi gelirler özel sektörle kiyaslanamaz. Üniversitelerin agirlikli olarak teorik fizik gibi temel bilimlere agirlik verdigi düsünülür fakat akademik arastirmacilarin açik sebekeleri, ticari buluslarin da platformu olur çogu zaman. Örnegin büyük ilaç sirketlerine milyarlar kazandiran dogum kontrol haplari, Harvard, Princeton ve Stanford’da yapilan arastirmalara dayanarak gelistirilmistir. Hewlett Packard, bilgisayar devi HP’nin gelismesinde Stanford’un rolünü vurgular durmadan. Dördüncü grup innovasyona yardimci olan bir diger hayati gelisme bilgi akisindaki artistir. Kitaplar, posta ve kentlesmenin önemi yatsinamasa da internet iyi fikirlerin iletim maliyetini sifira indirmistir. Modern yasamin yogun baglantili hali baska bir sorun dogurdu: artik bilginin korunmasi yayilmasindan daha pahali hale geldi. Bunun sonucu fikri mülkiyet haklarini korumak isteyen özel sektör suni engeller insa etmek için daha fazla zaman ve para harcayacak. Oysa dördüncü grup katilimcilarinin böyle bir maliyeti yok. Eski fikirlerin etrafina kale örmek yerine yenilerini üretmeye konsantre olabilirler. Bu grup kamu sektörüne dahil olsa da özel firmalarin yararlandigi ortami yaratirlar. Açik sebekelerin mülkiyet engelleriyle harmanlandigi bu ortamlara “ Melez ekonomi” dendigi de olur.
Ancak yukarda anlatilanlar piyasalarin innovasyon düsmani oldugu veya rakip firmalar arasindaki rekabetin yararli yeni ürünlere yol açmadigi anlamina gelmez. Ona bakarsaniz ikinci grup yasamimizi olumlu yönde degistiren düzinelerce parlak fikirle doludur. Agir bürokrasiler hala innovasyon kuyularidir. Fakat ne mutlu bize ki piyasa ekonomisi ile emirli denetimli ekonomi arasinda tercih yapmak zorunda degiliz. Iki yüz yildir gerçeklestirilen zihinsel basarilarin çogu iki rejimin ortasindaki gri alanda yer almaktadir. Bu demektir ki innovasyonun birden fazla formülü var. Fikri mülkiyet yasasini kaldirmali miyiz? Tabii ki hayir. Insanlar iyi fikirlerinden kar beklemekte haklidirlar. O açidan bir miktar suni engel bulundurmak zorundayiz. Burada dogru olmayan her tür kisitlamanin uzun vadede inovasyonu pompaladigi iddiasidir.
Hükümetler de kendilerini bürokrasilerin agirligindan kurtarip açik platform olarak düsünürlerse hepimiz için daha iyi olacaktir. Iyi fikirler vardir, bir de baska iyi fikirlerin dogmasini saglayan iyi fikirler vardir. Var olma mücadelesi evrenseldir. Bir çöl ekosisteminde yasayan birkaç canli, bir mercan resifinin sakinleri kadar rekabet içindedir. Mercanin bu kadar üretken olmasinin sebebi organizmalar arasindaki mücadele degil is birligi yapmayi ögrenmis olmasidir. Resif paylasma sayesinde bu kadar çok bitisikteki açilima sahiptir. Kentler ve web de ayni isleve sahiptir. Poincaré’nin dedigi gibi fikirler kalabaliklarda yeserir. Baglantilarin korumadan daha üstün kabul edildigi yerlerde gelisir. Öyleyse, okullar olsun, sirketler, kamu yönetimleri veya kendi özel yasamlarimiz olsun bunun aklimizdan çikarmamaliyiz.
Hükümetinizi mercan resifine dönüstüremezsiniz fakat günlük yasantiniz boyutunda, is yerinizde, medyadan yararlanma biçiminizde, hafizanizi güçlendirmede benzer ortamlar kurabilirseniz. Yapilacaklar basittir fakat birlikte yapildiginda ise yarar. Yürüyüse çikin, önsezilerinizin üzerine gidin, her seyi not alin rastlantisal buluslara inanin, üretici hatalar yapin, hobiler edinin, sivi sebekelerin içinde bulunun, baglantilari izleyin, ödünç alin ve yeniden icat edin.....