Tarihte ilk kez çok yemekten ölen insan
sayisi, gidasizliktan ölen insan sayisindan fazla. 21.yüzyilin basinda ortalama bir
insanin
McDonald’s menüleriyle tikinmaktan ölme
ihtimali kuraklik, Ebola virüsü ya da El Kaide saldirisinda hayatini kaybetme
ihtimalinden çok daha yüksektir.
Yanginin olmadigi bir dünya ve bu dünyada bir
itfaiyeci oldugunuzu düsünün… Iste simdi insanlik
21.yüzyilda daha önce hiç duyulmamis bir soruyu kendine sormak
zorunda. Bundan sonra neyle oyalanacagiz?
Iste, insanligin gelecekteki gündemini kesfe çikmadan önce
21.yüzyilin basini daha
yakindan incelememiz gerekecek.
Biyolojik Yoksulluk Siniri
Geçtigimiz yüzyildaki teknolojik, ekonomik ve
siyasi gelismeler, giderek
güçlenen bir güvenlik agi yaratmayi basarmis ve insan
evladini biyolojik yoksulluk siniri altinda yasamaktan kurtarmistir. Çesitli bölgelerde zaman
zaman kitlesel kitliklar yasansa da bunlar istisna olarak kalmakta ve dogal
afetlerden çok siyasetin bir sonucu olarak karsimiza çikmaktadir.
Dünyada artik dogal kitliklar kalmadi,
sadece siyasi kitliklar var. Eger Suriye, Sudan ya da Somali’de insanlar açliktan
ölüyorsa, bu bazi siyasetçiler böyle istedigi için oluyor.
AIDS’in yol açtigi korkunç
sonuçlara ve sitma benzeri bulasici hastaliklar yüzünden her yil ölen milyonlara ragmen, salginlar geçtigimiz bin yilla karsilastirildiginda insan sagligi için çok
daha küçük bir tehdit olusturuyor. Insanlarin büyük bir
kismi bulasici olmayan
kanser ya da kalp hastaliklari gibi rahatsizliklar sonucu ya da yasliliktan
hayatini kaybediyor.
Yeni bir Ebola salgininin patlak vermeyeceginden ya da
bilinmeyen bir grip türünün dünyayi kasip kavurarak milyonlari yok
etmeyeceginden emin olmasak
da, artik böylesine bir durumu engellenemez dogal bir felaket olarak görmeyecegimiz asikar.
Insan evladinin dogal salginlar karsisinda çaresiz
kaldigi çag, muhtemelen sona
erdi. Ne var ki o günleri mumla arayabiliriz!
Orman Kanunu Çignemek
Savaslarin da sonu yakin. Tarih boyunca insanlar
savaslarin varligini hep kaniksadi,
oysa baris sadece geçici
ve kirilgan bir durumdu.
20.yüzyilda ölümlerin sadece %5’inin, 21.
Yüzyildaysa küresel çaptaki ölümlerin sadece %1’inin nedeni siddetti. 2012’de tüm
dünyada ölen 56 milyondan yalnizca 620 bini (120 bin kadari savaslarda, 500 bini ise
bireysel suçlarla) siddet yüzünden
hayatini kaybetti. Bunun yaninda 800 bin kisi intihar ederken 1,5 milyonu da seker hastaligindan yitirdi yasamini. Görünen o ki
artik SEKER BARUTTAN daha
tehlikeli.
Önceden altin
madenleri, bugday tarlalari ve
petrol kuyulari gibi maddi varliklari temel zenginlik kaynagiyken, bugün en büyük
zenginlik kaynagi BILGI haline geldi.
Savasla petrol
kuyularini ele geçirebilirsiniz ama bilgiyi bu yolla elde edemezsiniz.
Bilgi en önemli iktisadi kaynak haline geldikçe savaslarin karliligi da
azaldi ve savaslar, hâlâ eski usul
hammadde ekonomileriyle yürüyen Ortadogu ve Orta Afrika gibi belirli bölgelerle
sinirlanmaya basladi.
Sonuçta “baris” kelimesi yeni anlamlar kazandi.
Geçmis nesiller barisi savasin geçici yoklugu olarak degerlendiriyordu. Bizse
bugün barisa savasin mantiksizligi olarak
bakiyoruz.
Geçtigimiz yetmis yilda insanlik sadece Orman Kanunun degil, Çehov
Kanunun da yikilabilecegini kanitladi. Anton
Çehov’un meshur sözündeki gibi
ilk sahnede görülen silahin üçüncü sahnede
patlamasi kaçinilmazdir.
Tarih boyunca kral ve imparatorlar yeni bir
silah edindiklerinde, er ya da geç seytana uyar ve o silahi kullanirlardi.
Ne var ki 1945’den bu yana, insanlik bu dürtüye karsi gelmeyi ögrendi. Soguk Savas döneminde ortaya çikan
pek çok silah patlamadi. Artik atilmamis bombalar, firlatilmamis füzelerle dolu
bir dünyada yasamaya alistik hem Orman Kanunun
hem de Çehov Kanunu çignemekte ustalastik. Bir gün bu
kanunlar yeniden hüküm sürerse bu kaderimizde yazdigi için degil kendi hatalarimiz
yüzünden olacak.
Terör ciddi maddi zarar vermektense korku salarak isler.
Teröristlerin çogu zaman bir orduyu
yenecek, bir ülkeyi isgal edecek ya
da sehirleri ortadan
kaldiracak güçleri yoktur. 2010'da tüm dünyada obezite ve obeziteye bagli hastaliklar
toplamda 3 milyon insan ölümüne neden olurken, terör birçogu gelismekte olan ülkeleri
7697 kisinin canina mal olmustur. Siradan bir ABD
vatandasi ya da Avrupali
için Coca-Cola, El-Kaide'den çok daha ciddi bir tehdittir.
Terör büyük bir zücaciye dükkânini dagitmaya niyetli bir
sinege benzer. Sinek
güçsüzdür, tek basina bir fincani bile
hareket ettiremez. Bu yüzden kendine bir boga bulur, kulagina girer ve vizildamaya baslar. Boga korku ve öfkeyle
çildirip dükkâni altüst eder.
Geçtigimiz on yilda Ortadogu’nun basina gelen
de bundan ibaret.
Radikal Islamcilarin Saddam Hüseyin’i alt
etmesi mümkün degildi. 11 Eylül
saldirilariyla kiskirttiklari ABD,
onlarin yerine Ortadogu dükkanini yerle bir
etti. Simdi de enkazin
içinden yeseriyorlar, ortaçag günlerine
sürükleyip Orman Kanununu geri getirmek isteyen teröristler aslinda bunu
gerçeklestiremeyecek kadar
zayiflar. Bizi kiskirtsalar da
nihayetinde her sey bizim
tepkilerimizde bitiyor. Orman Kanunu yeniden yürürlüge girerse bunun suçlusu
terör olmayacak.
Tarih bosluk kabul etmez. Kitlik, salgin ve savaslar azaliyorsa,
insanligin bunlarin yerini
alacak baska gündemleri
olacaktir. Peki 21.yüzyilda insanligin gündeminde kitlik, salgin ve savaslarin yerini hangi
meseleler alacak?
Bundan sonra insanlik neyle ugrasacak? Kitligi, salginlari ve savaslari engelledigimiz için birazcik
tatmin olup halimize sükrederek ekolojik dengeyi korumaya da çalisacak miyiz? Süphesiz en mantikli
ihtimal bu olsa da insan türü büyük ihtimalle bu yolu izlemeyecek.
Insanlar nadiren ellerindekiyle yetinmeyi
biliyor. Insan akli hemen hemen
her zaman kanaat etmek yerine daha fazlasini arzuluyor. Insanlar hep daha
iyinin, daha fazlanin ve daha lezzetlinin pesindeler.
Basari, hirsi ve açgözlülügü beraberinde
getirir; yeni basarilarimiz bizi daha
cüretkâr hedefler koymaya yönlendiriyor. Esi benzeri görülmemis refah ve saglik seviyeleriyle
uyum içinde yasamayi garantiledigimize göre, insanligin yeni hedefi
ölümsüzlük, mutluluk ve tanrisallik olacak gibi duruyor. Açlik, hastalik
ve siddetten kaynaklanan
ölümleri azalttigimiza göre artik yaslanmanin, hatta
bizatihi ölümün üstesinden gelmeye çalisabiliriz. Insanlari küçük düsürücü sefaletten
kurtardigimiza göre artik
onlari mutlu etmeyi amaçlayabiliriz. Insanligi hayatta kalma mücadelesinde yukari tasidik. Simdi artik insanlari
tanri mertebesine yükseltmek için çalisip Homo sapiens'i Homo
deus'e1 dönüstürebiliriz.
PayPal’in kurucularindan Peter Thiel, yakin
zamanda sonsuza kadar yasamayi planladigini itiraf
etti. “Bence ölümle yüzlesmenin üç yolu vardir,” diye açiklayan
Thiel, “Kabullenebilirsiniz, inkâr edebilirsiniz ya da savasabilirsiniz.
Toplumumuzun agirlikli olarak
kabullenen ya da inkâr edenlerden olustugunu düsünüyorum.”
Kimi uzmanlar 2200, kimileriyse 2100 yilinda
insanlarin ölümü yenecegine inaniyor. 2050’de
saglikli bir bedene
ve saglam bir banka
hesabina sahip herkesin, her on yilda bir kefeni yirtarak ölümsüzlük sansini yakalayabilecegi düsünülmekte!
Belki de ortalama yasam süresini iki
katina çikarmak gibi daha mütevazi hedeflerle baslamaliyiz.
20.yüzyilda ortalama yasam süresini neredeyse
ikiye katlayarak kirktan yetmise yükselttik; demek ki 21. Yüzyilda bir kez daha
katlayarak yüz elliye çikarabiliriz. Ölümsüzlüge simdilik erisemezsek de insan
toplumu için devrimsel nitelikte bir degisim olacaktir bu. Baslangiçta aile yapisi,
evlilikler, çocuk ve ebeveyn iliskileri degisecektir. Bugün insanlar hâlâ “ölüm
ayirana dek” evli kalmayi umarak ve çocuk yapip yetistirmek üzere
kuruyorlar yasamlarini. 150 yillik ömrü olan
birini hayal edin. Kirkli yaslarinda evlense bile yasayacak 110
yili daha olacak.
Bir evliligin yüz on yil sürmesini beklemek sizce de
gerçekçi mi? Kati Katolikler bile duraksayacaktir bu konuda. Günümüzde
giderek yükselen, birden çok evlilik gerçeklestirme egilimi daha da hiz kazanacak gibi
görünüyor. Kirklarinda iki çocuk sahibi olan bir kadin, yüz yirmi yasinda çocuklarini
nasil büyüttügünü sadece
hayal meyal animsayabilecek. Bu sartlar altinda nasil bir çocuk-ebeveyn iliskisi gelistirilebilecegini öngörmek
gerçekten çokzor.
Bir de profesyonel kariyerleri ele alalim. Bugün yirmilerimizde ögrendigimiz bir meslek
dalinda hayatimiz boyunca çalisacagimizi varsayariz. Ilerleyen yaslarda da ögrenmeye devam ederiz
ama genel olarak yasami, egitim dönemini takip
eden çalisma dönemleriyle
ayiririz. Yüz elli yasina merdiven
dayayabileceginiz, hem de her gün
yeni teknolojilerle sarsilan bir dünyada bu ayrim anlamsiz
olacaktir. Insanlar çok daha uzun
kariyerlere sahip olurken, doksanlarinda bile kendilerini yenilemek ve gelistirmek zorunda
kalacaklar.
Öte yandan altmis bes yasinda emekli
olamayacaklarina göre, yeni fikirleri ve heyecanlari olan yeni nesillere de yer
açilamayacak.
Siyasi alandaysa daha
netameli sonuçlari olacaktir bu durumun.
Putin'in oldugu yere doksan yil daha kazik çakacak
olmasina ne buyurulur? Yeniden degerlendirince, insanlar yüz ellili yaslarina degin yasasalardi eger, Stalin bugün yüz
otuz sekiz yasinda hâlâ sapasaglam
Moskova'yi yönetiyor olurdu. Mao yüz yirmi üç
yasinda orta yasli bir adamken,
Prenses Elizabeth tahti yüz yirmi bir yasindaki VI. George'tan devralabilmek için eli
kolu bagli bekliyor
olurdu. Oglu Charles'sa
sirasini 2076 yilina kadar bekleyecekti.
------------------------------------------------------
1 (Lat.) Deus: Tanri, ilah. Yazar
insan türünün bilimsel adi Homo sapiens ile bir
kelime oyunu yaparak Homo deus (tanri insan) terimini türetiyor. -çn
Mutluluk Hakki
Epikür, tanrilara tapmanin zaman kaybi oldugunu, ölümden
sonrasinin olmadigini ve mutlulugun hayatin tek gerçek
amaci oldugunu savunur. Antik
dönemde çogu insan Epikürcülügü reddetmis olsa da onun
fikirleri bugün geçerli hale gelmistir. Öteki dünyaya karsi duyulan süphe, insanlarin
sadece ölümsüzlügü degil dünyevi mutlulugu aramaya da yönlendirmistir. Sonsuza kadar
sürecek bir çileyle yasamayi kim ister
ki?
Bizi mutlu edenin amacin kendisinin degil de ona varirken
yürüdügümüz yol oldugunu düsünen kimileri,
durumun o kadar da kötü olmadigini iddia edebilirler. Everest’e
tirmanmak tepesinde durmaktan daha tatmin edicidir, flört ve ön sevisme orgazmin
kendisinden daha heyecanlidir, çigir açan bir deneyi yürütmek ödüller ve
tebriklerden daha ilginç olabilir.
Günümüzde insanlar biyokimyasal çözümlere
daha çok ilgi duyuyorlar. Himalayalar’daki rahipler ya da fildisi kulelerdeki düsünürler ne derse
desin, büyük kapitalistler için mutluluk hazdir, bu kadar. Bilimsel arastirmalar ve piyasalar
bu hedefe kilitlenmis, her yil daha iyi agrikesiciler, yeni
tatlar, daha rahat yataklar, daha çok bagimlilik yapan akilli telefon
oyunlari gelistiriyor; böylece
otobüs beklerken bir an bile sikilmiyoruz.
Tüm bunlar da yeterli olmayacaktir. Homo
Sapiens daimî hazlar deneyimlemeye uyumlu olarak evrimlesmediginden dondurmalar ve
akilli telefon oyunlari da yeterli gelmeyecektir. Biyokimyamizi degistirmemiz, zihin ve
bedenlerimizi yeniden yaratmamiz gerekecektir.
Gezegenin Tanrilari
Hazzin ve ölümsüzlügün pesinde kosan insanlik, sahiden
de tanrilar katina yükselmeye çalisiyor. Sadece ilahi oldugu için degil, yaslilik ve istirabin
üstesinden gelebilmesi, biyolojik temelleri üzerinde tanrisal bir kontrol
edinmesini gerektirdigi
için. Ölümü ve aciyi sistemimizden çikarabilecek güce sahip oldugumuzda
organlarimizi duygularimizi ve zekâmizi da binlerce farkli sekilde diledigimizce
yönlendirebilecegiz. Herkül'ün gücünü,
Afrodit'in sehvetini, Athena'nin
bilgeligini, Dionysos'un
deliligini ya da istediginiz
her neyse onu satin alabilirsiniz. Simdiye kadar, insan gücü genel olarak dis araçlarin gelistirilmesiyle artiyordu.
Gelecekte bu, insan bedeni ve zihninin bir üst sürüme yükseltilmesine ya da dogrudan kullandigimiz araçlarin birlesmesine bagli olarak
artacak olabilir.
Insanlari tanri mertebesine yükseltmek
muhtemel üç sekilde
ilerleyebilir: Biyoloji mühendisligi, siborg mühendisligi ve organik
olmayan varliklarin mühendisligi,
Biyoloji mühendisligi organik
bedenlerimizin kapasitelerini fark etmekten tamamen uzak oldugumuz anlayisindan yola çikar.
Biyomühendislik dogal seçilimin bütün
hünerini sergilemesini sabirla beklemeyecektir. Biyomühendisler eski Sapiens
bedeninin genetik kodunu bastan yazacak, beynindeki devreleri yeniden baglayacak, biyokimyasal
dengesini degistirecek, hatta yeni
uzuvlar gelistirecektir. Sapiens
türü olarak nasil Homo erectus'tan farkliysak, bizden de o
kadar farkli ve yeni küçük "tanriciklar” üretecekler.
2015’in basinda, Stockholm’deki yüksek teknoloji merkezi
Epicenter’daki birkaç yüz çalisanin ellerine mikroçipler yerlestirildi. Pirinç
tanesi büyüklügündeki
bu çipler, bugün kisisel güvenlik
bilgilerini sakladigi isçilerin ellerini
sallayarak kapilari açmalarini ya da fotokopi makinelerini çalistirmalarini sagliyor. Yakinda bu
yöntemle ödeme yapabilmeyi de umuyorlar.
Eski tarim toplumlarindaki birçok din,
metafizik sorulara ve ölümden sonraki yasama sasirtici derecede ilgisizdir. Bunun yerine
tarim üretimini arttirmak gibi oldukça gündelik dertlere odaklanirlar. Bu
nedenle Eski Ahit'te tanri asla ölümden sonra
cezalandirmaktan bahsetmez, ödüller vaat etmez. Israilogullari'na, “[...]
Size bildirdigim buyruklara iyice kulak verirseniz
[...) ülkenize ilk ve son, yagmuru vaktinde yagdiracagim. Öyle ki
tahilinizi, yeni sarabinizi, zeytinyaginizi toplayasiniz.
Tarlalarda hayvanlariniz için ot saglayacagim, siz de yiyip
doyacaksiniz. Sakinin, ayartilip yoldan çikmayacaksiniz; baska ilahlara
tapmayacaksiniz, önlerinde egilmeyesiniz! Öyle ki, Rab size
öfkelenmesin; yagmur yagmasin,
toprak ürün vermesin diye gökleri kapamasin; size verecegi verimli ülkede
çabucak yok olmayasiniz," (Yasa'nin Tekrari 11: 13-17). Bugün bilim
insanlari Eski Ahit'in tanrisindan çok daha iyisini
yapabiliyor. Yapay gübreler, endüstriyel böcek ilaçlari ve genetigiyle oynanmis tohumlar
sayesinde tarim üretimi, kadim çitçilerin tanrilarindan beklentilerini katbekat
asiyor. Sicaktan
kavrulan Israil devleti artik
kizgin bir ilahin gökleri kapayip tüm yagmuru durduracagindan korkmuyor; bilakis yakin zamanda
Akdeniz kiyilarina kurduklari tuzdan arindirma tesisleri sayesinde içme suyunu
denizden karsilayabiliyor.
Bugüne dek, geçmisin tanrilariyla
rekabet edercesine, daha da geliskin araçlar yaparak yarisiyorduk. Çok da uzak
olmayan bir gelecekte kadim tanrilari sadece araçlariyla degil, bedensel ve
zihinsel yetileriyle de asabilecek süper
insanlar yaratabiliriz. Ne var ki o noktaya ulastigimizda, ilahlik bizim için sanal gerçeklik
kadar siradan olacaktir; çantada keklik bir harikalar harikasi.
Insanlar beklenenden daha uzun süre yasiyor ve
emeklilikleriyle tibbi tedavi masraflarini karsilamaya yetecek para yok. 70’li yaslar yeni 40’lar
olmaya basladikça, uzmanlar
emeklilik yasini yükseltmeyi
ve is piyasasinin
tamamini yeniden yapilandirmayi öneriyor.
Yükseltme ve gelistirmeyi, iyilestirmeden ayirabilecek
net bir çizgi bulmak zordur. Tip çogu zaman normun disinda kalan insanlari kurtarmak
için yola çiksa da ayni bilgi normali asmak için de kullaniliyor.
Viagra tansiyon problemleri için ortaya çikmis bir ilaçken,
Pfizer'i oldukça sasirtarak cinsel
iktidarsizliga çare oldu.
Milyonlarca erkek yeniden cinsel yetilerine
kavusurken, hiçbir sorunu
olmayanlar, ayni ilaci normali asmak ve daha önce sahip olmadiklari cinsel
gücü elde etmek için kullandilar.
Bazi ilaçlar üzerinden anlatabilecegimiz benzeri
hikayeler ayni zamanda tüm bir tip tarihinin öyküsüdür. Modem plastik cerrahi
I. Dünya Savasi sirasinda,
Aldershot askeri hastanesinde Harold Gillies yüz hasarlarini tedavi ederken
ortaya çikti. Savastan sonra cerrahlar
ayni tekniklerin son derece saglikli ama çirkin burunlari daha güzel numunelere dönüstürebildigini fark etti.
Plastik cerrahi hâlâ hasta ve yaralilara yardim etmeye devam etse de bir o
kadar da estetik operasyonlara odaklanmaya basladi. Bugünlerde plastik cerrahlar saglikli olani
tedavi edip zengini güzellestirdikleri özel kliniklerde milyonlar kazaniyor.
Ayni süreç genetik mühendisliginde de
gözlemlenebilir.
Mutasyonlar sik karsilasilan risklerdir.
Herkesin DNA'sinda zararli mutasyonlar ve risk barindiran aleller bulunabilir.
Eseyli üreme bir
piyango bileti gibidir. (Ünlü ve muhtemelen uydurma bir anekdot,
Nobel ödüllü Anatole France'la güzeller
güzeli yetenekli dansçi Isadora Duncan'in 1923'teki bulusmasini anlatir.
0 dönemdeki popüler insan irkinin islahi hareketini tartisirken Duncan, “Benim güzelligim ve senin zekana
sahip bir çocuk düsünsene!" dediginde France
yanitlar: "Tabii, ama ya benim güzelligim ve senin
zekani alirsa ne olur bir düsünsene.")
O zaman neden bu piyangoya biraz müdahale
etmeyelim? Birden fazla yumurta dölleyerek en iyi kombinasyonu seçelim. Kök
hücre arastirmalari bir kez
ucuz ve sinirsiz insan embriyosu saglamayi basarirsa, kendi DNA'nizi tasiyan, son derece dogal, hiçbir genetik
mühendislige maruz kalmamis ihtimaller
arasindan en uygun bebegi seçebilirsiniz. Bu
islemi birkaç nesil
devam ettirdiginizde, kolaylikla
süper insanlardan olusan bir toplum (ya da
tüyler ürpertici bir distopya) kurabilirsiniz.
21.yüzyilin üç temel gündemi, “Ölümsüzlük,
Mutluluk, Tanrisalliga erisme” gibi görünmektedir.
Homo Sapiens kendisinin de bir
hayvan türü oldugu gerçegini unutmak
için elinden geleni yapiyor. Ancak kendimizi tanrilara döndürmeye çalisirken nereden geldigimizi de hatirlamak
hayati önem tasir. Çünkü hayvan-insan
iliskisi, gelecekte süper
insanlarla insanlar arasinda kurulacak iliskiye en yakin model olma özelligi tasir.
Süperzeki siborglarin etten kemikten, siradan
insanlara nasil davranacagini mi merak
ediyorsunuz? Insanlarin daha az
zeki hayvan akrabalarina nasil davrandigiyla baslamak saglikli olabilir.
Mükemmel bir benzetme olmasa da hayal etmek yerine gerçekten gözlemleyebilecegimiz en iyi model
budur.
Hümanizm pek de uzun
sayilmayacak bir süredir, 300 yildan beri dünyada hakimiyetini sürdürüyor.
Firavunlar Misir’i üç bin yil, Papalik ise Avrupa’yi bin yil yönetti. II.
Ramses döneminde bir Misirliya bir gün Firavunlarin yok olacagini söyleseydiniz,
muhtemelen dehsete kapilip, “Nasil
Firavunsuz yasariz? Düzen, baris ve adaleti kim
saglar?” Ortaçagda insanlara
tanrinin ölecegini söyleseydiniz
korku içinde, “Nasil tanrisiz yasariz? Hayatimiza kim
anlam verip bizi kiyametten koruyacak?”diye feryat etmezler miydi?
Geçmise bakinca, birçoklari firavunlarin düsüsü ve
tanrinin ölümünü olumlu gelismeler olarak görüyor. Belki de
hümanizmin çöküsü de ayni derecede
hayirlara vesile olur. Insanlar bilinmeyenden korktuklari için degisimden kaçinirlar.
Ancak tarihin tek degismezi, her seyin degistigidir.
HOMO SAPIENS DÜNYAYI FETHEDIYOR
Atadan Kalma Ihtiyaçlar
Tüm içgüdü, istek ve duygularin hayatta kalma
ve üremenin evrimsel baskilarini yönetmek için sekillendigi kesinlikle dogrudur. Ancak bu
baskilar bir anda ortadan kalksa bile onlari sekillendiren içgüdü,
istek ve duygular beraberinde hemen yok olmazlar. En azindan aniden yok
olmazlar. Artik hayatta kalmak ve üremek için islevsel olmasalar da hayvanin öznel
deneyimini biçimlendirmeye devam ederler. Hem hayvanlar hem de insanlar için
seçilimin baskilarini neredeyse bir gecede degistiren tarim fiziksel, duygusal ve sosyal
ihtiyaçlari degistiremedi. Evrim tabii
ki hiçbir zaman yerinde saymiyor ve tarimin gelismesinden bu yana gecen 12.000
yildir insanlari degistirmeye devam ediyor.
Örnegin Avrupa ve
Bati Asya'daki insanlar inek sütünü sindirebilme yetisi gelistirirken artik
insanlardan korkmayan inekler de vahsi atalarindan çok daha fazla
süt üretebiliyor. Ne var ki bunlar yüzeysel degisimler. Inekler ve insanlarin
derinlerdeki duyusal ve duygusal yapilari Tas Devri’nden beri ciddi bir degisim göstermedi.
Modern insanlar tatliyi neden bu kadar
seviyor dersiniz? 21.yüzyilin basinda insanlar hayatta kalmak için çikolata ve
dondurmayla beslenmek zorunda degildi ancak Tas Devri'ndeki atalarimizin bir
meyve ya da bal bulduklarinda yapmalari gereken en akillica sey yiyebildikleri
kadar çok tatli yemekti. Neden gençler dikkatsiz araç kullanir, kavgaya karisir ya da internette
gizli bilgileri hacklemeye çaksirlar? Çünkü bugün manasiz hatta yararsiz görünen tüm bu
arkaik genetik kararlar, 70 bin yil önce evrimsel olarak çok gerekliydi. Bir
mamutun pesinde hayatini tehlikeye atarak korkusuzca kosabilen genç bir avci,
tüm rakiplerini eleyerek yöredeki güzelin gönlünü çalabilirdi; simdiyse elimizde
sadece bu maço genler kaldi.
Sonuçta ayni evrimsel
mantik, insanlar tarafindan kontrol edilen
çiftliklerdeki ineklerin, bogalarin ve sigirlarin da yasamlarini sekillendiriyor.
Yakin dönemde, yasambilimleri alaninda
çalisan bilim insanlari,
duygularin siir yazdiran ya da
senfoni besteleten gizemli, ruhani bir olgu olmadigini kesfettiler. Bilakis,
duygulari memelilerin hayatta kalmasini ve üremesini saglayan hayati
biyokimyasal algoritmalar olarak görmeye basladilar. Peki bu ne anlama geliyor? Önce
algoritmanin ne oldugunu açiklayarak baslayalim.
"Algoritma" hâlihazirda
dünyamizdaki en önemli kavramlardan biridir.
Bir algoritma kurmak, sorun çözmek ve karara
varmak amaciyla kullanilan bir dizi metodolojik adimdir. Algoritma belirli bir
hesaplama yöntemi degildir, daha çok hesap
yaparken kullanilan metottur. Örnegin iki sayinin ortalamasini almak istediginizde, basit bir
algoritma kullanirsiniz.
Algoritmaya göre, "Birinci adim,
iki sayiyi topla. Ikinci adim,
toplami ikiye böl," 4 ve 8 rakamlarinin ortalamasini aldiginizda 6
elde edersiniz; 117 ve 231'i seçtiginizde ortalamanin 174 oldugunu görürsünüz.
Daha karmasik bir örnek olarak yemek tariflerini
gösterebiliriz. Bir sebze çorbasi hazirlamanin algoritmasi söyle ilerleyebilir:
1.Yarim bardak yagi bir
tencerede isit.
2.Dört sogani ince ince dogra.
3.Soganlar pembelesene kadar pisir.
4.-Üç patatesi 'küp küp kesip tencereye
at.
5. Lahanayi seritler halinde
kesip tencereye ekle.
Ve bu böyle devam eder. Ayni algoritmayi
defalarca tekrar her seferinde farkli sebzeler kullanip farkli çorbalar elde
edebilirsiniz. Ancak algoritma ayni kalir.
Tarif kendi kendine çorba yapamaz elbette.
Tarifi okuyup adimlari takip etmek için birine ihtiyaç duyarsiniz. Ancak bu algoritmayi
otomatik olarak takip eden bir makine de tasarlayabilirsiniz. Makineye suyu,
sebzeleri ve elektrigi verdiginizde, çorbayi
hazirlayacaktir. Çorba yapma makinelerine pek rastlanmasa da içecek hazirlayan
otomatlari bilirsiniz. Bu makinelerin bozuk para için bir girisi, içecegi verdigi bir bolümü ve sira
sira butonlari vardir, ilk sirada kahve ve çay seçenekleri; ikinci sirada sekersiz, az sekerli ve sekerli; üçüncüdeyse
sütsüz, sütlü ve soya sütlü seçenekleri bulunur.
Makineye yaklasan kisi para girisine bozukluklarini
atar, "kahve", "az sekerli" ve "süt" yazan
butonlara basar.
Çalismaya baslayan makine belirlenmis adimlari takip
eder. Bardaga kahveyi ve kaynar
suyu ekler, biraz seker ve sütten sonra
"Çin!" sinyalini verir, iste size bir bardak kahve. Bu bir
algoritmadir.
Geçtigimiz yillarda, biyologlar butonlara basip
kahve içen insanlarin da bir algoritma olduguna kanaat getirdiler. Süphesiz, otomattan
daha karmasik bir algoritma olsa
da, insan da bir algoritmadir
Otomatlari kontrol eden algoritmalar, mekanik
disliler ve elektrik
devreleriyle çalisir. Insanlari kontrol eden
algoritmalarsa tipki insanlarin inekleri, babunlari, samurlari ya da tavuklari
kontrol ettigi gibi duyular,
duygular ve düsüncelerle isler.
Insanin Alametifarikasi
Insanlarin ruhlari sonsuzlukta yasarken hayvanlarin
bedenlerden ibaret oldugu inanci hukuki,
siyasi ve ekonomik sistemlerimizin temelini olusturur. Insanlarin yemek için,
hatta bazen sadece eglence için hayvanlari
öldürmesinin kabul görmesi, durumun vahametini anlamak adina iyi bir
örnektir.
Ancak son dönemlerin bilimsel kesifleri açikça bu
tektanrici mitin aksini iddia ediyor. Tek tanrili dinlerin de öne sürdügü gibi hayvanlarin ruhlari yok; laboratuvar
deneyleri de mitin bu kismini dogruluyor. Tüm çalismalar ve titiz
incelemelerin sonunda inekler, fareler ya da Hint sebeklerinde herhangi
bir ruh belirtisinin izine bile rastlanamadi. Ne var ki ayni laboratuvar
deneyleri, bu tektanrici mitin birincil önermesini, yani insanlarin ruhu oldugu iddiasini da çürütüyor.
Bilim insanlari Homo sapiens'i on
binlerce tuhaf deneye tabi tutup, kalbimizin her kösesine, beynimizin her
kivrimina bakmalarina ragmen, bu zamana degin büyülü bir özellik
tespit edemediler. Tipki inekler gibi Sapiens'in de ruhu olduguna dair tek bir kanit
bile mevcut degil. Bildiklerimiz
bununla sinirli olsaydi bilim insanlarinin arastirmaya devam etmesi gerektigini savunabilirdik.
Bir ruh bulamadiklarina göre belki de yeterince iyi arastirmamislardi. Ancak yasambilimleri sadece
yeterli delil bulunamadigindan degil, ruh inanci
evrimin temel kanunlariyla çelistigi için ruhun varligindan süphe duyar. Evrim teorisinin
tek tanriya inanan dindarlar arasinda yarattigi nefretin
nedeni iste bu çeliskidir.
Okullarin iyi bir evrim teorisi egitimi vermedigi ortada. Buna ragmen tutucu dindarlar
hâlâ evrimin ögretilmemesi gerektigini
savunuyor. Öte yandan tüm organizmalarin birer çesit üst
akil (diger bir ifadeyle
tanri) tarafindan
yaratildigini savunan
akilli tasarim teorisinin çocuklara mutlaka ögretilmesini talep
ediyorlar: “Iki teoriyi de ögretin, çocuklar
kendileri karar versin.”
Görecelilik Kurami el üstünde tutulan
inançlarimizin hiçbiriyle çelismedigi için kimseyi kizdirmiyor, çogu insan zaman ya da
uzayin mutlak ya da göreceli olup olmadigiyla zerre ilgilenmiyor. Zaman ve uzayi
bükebileceginizi düsünüyorsaniz, buyurun
tabii. Dilediginiz gibi
bükmeye çalisabilirsiniz, kime ne?
Lakin Darwin ruhlarimizi elimizden aldi. Evrim teorisi yeterince kavrandiginda ruhun olmadigi gerçegini kabullenmek
kaçinilmazdir. Dindar bir Hristiyan ya da Müslüman biri için oldugu kadar, laik ve
herhangi bir inanç sistemine dahil olmayanlar için de ölümden sonra baki
kalacak sonsuz bir öz fikrinden vazgeçmek oldukça korkutucu olsa gerek.
"Birey" kelimesinin Ingilizce karsiligi olan
“individual,” bölmek anlamina gelen "divide" sözcügünün “in” olumsuzluk
ekiyle birlesmesinden olusur ve tam anlamiyla
“'bölünemez olani” ifade eder. Bölünemeyen bir "in-dividual" oldugumu söylemek, benligimin bir araya
getirilmis parçalardan olusmadigini, aksine bütüncül
bir varlik oldugunu ifade eder.
Yasamin Dengesi
Modern bilimin ilk öncüleri isigin hareketini
açiklamaya çalisirken tüm evrenin
eter adindaki bir maddeyle dolu oldugunu öne sürmüs ve isigin eter
dalgalari oldugunu düsünmüslerdi. Zaman içinde
eterin varligina dair hiçbir kanit
bulunamayinca isik hakkinda yeni ve
daha iyi teoriler
ürettiler. Sonuç olarak eter bilimin çöplügünü boyladi.
Ayni sekilde insanlar binlerce yil boyunca çesitli dogal
olgulari açiklamak için tanriyi kullandilar. Neden simsek çakar?
Tanri istedigi için.
Neden yagmur yagar? Tanri istedigi için. ·Yeryüzünde hayat
nasil basladi? Tanri bahsetti. Geçtigimiz yüzyillarda
bilim insanlari Tanri'nin varligina dair hiçbir deneysel kanit bulamazken simsekler, yagmur ve hayatin baslangicina dair
detayli açiklamalar konusunda hayli gelismeler kaydettiler. Gelinen noktada,
felsefenin birkaç alt dali disinda, bagimsiz degerlendirmeye tabi hiçbir bilimsel yayin Tanri’nin varligini ciddiye
almiyor.
Tarihçiler müttefiklerin II. Dünya Savasi’ni tanrinin
yardimiyla kazandigini iddia etmedigi gibi ekonomistler
de 1929 krizi konusunda Tanri’yi suçlamiyor, jeologlar tektonik tabakalarin
hareketlerini açiklamak için Tanri'ya siginmiyor.
Ruhu da benzer bir kader bekliyordu. Binlerce
yil boyunca insanlar tüm davranislarimiz ve kararlarimizi ruhun sekillendirdigine inaniyordu. Ancak
ruhun varligini destekleyen
hiçbir kanit bulunamazken, baska teorilerin güç kazanmasiyla birlikte yasam bilimleri ruh
kavramini da tarihin tozlu sayfalarina gönderdi. Pek çok biyolog ve doktor kisisel olarak hâlâ
ruhun varligina inaniyor olabilir
ama bilimsel bir yayinda bu inancini tartismayacaktir.
Zihnin de ruh, Tanri ve eterle birlikte bilim
tarihinin tozlu sayfalarinda yerini almasinin vakti gelmis olabilir mi?
Sonuçta henüz kimse mikroskop altinda aciyi ve sevgiyi gözlemleyemese de bu
duygular için öznel yorumlara yer birakmayan detayli biyolojik açiklamalar
yapabiliyoruz. Ne var ki zihinle ruh arasinda (tipki zihinle Tanri arasinda
oldugu gibi) ciddi bir
fark var: Ebedi ruhun varligi tamamen bir varsayimken, aci deneyimi dogrudan hissedilebilir
ve elle tutulabilir bir gerçekliktir.
Bilinç belirli beyin süreçlerinin gereksiz
biyolojik bir yan ürünüdür.
Jet motorlari gürleyerek çalisir ama
gürültü uçagin ilerlemesini saglayamaz. Insanlarin
karbondioksite ihtiyaci yoktur ama her nefeste havaya karbondioksit
salariz. Benzer sekilde bilinç de
karmasik sinir aglarinin ateslemesi sonucu
ortaya çikan bir tür zihinsel kirlilik olabilir; hiçbir ise yaramaz, sadece
vardir. Eger bu yaklasim dogruysa milyonlarca
yildir milyarlarca yaratigin çektigi aci ve yasadigi haz, sadece
zihinsel bir kirlilikten ibarettir. Dogru olmasa bile üzerinde
durulmasi gereken bu görüsün 2016’da güncel bilimin bize sunabildigi en iyi teori
olmasi da ayrica
sasirticidir.
Maymunlar ve fareler üzerinde yapilan ilk
testler, en azindan bu iki türün beyinlerinin bilinç izleri tasidigini ortaya
koyuyor. Insan ve hayvan beyni
arasindaki farkliliklar ve su an bilincin sirlarini kesfetmekten çok uzak
oldugumuz gerçegi hesaba katildigindan, süphecileri tatmin
edecek testlerin gelistirilmesi yillari
bulabilir. Peki, hayvanlarin bilinçli olup olmadigini ispatlama görevini kim
üstlenecek? Aksi kanitlanana kadar köpekleri akilsiz makineler olarak mi kabul
edecegiz, yoksa aleyhte
ikna edici bir kanit gösterilmedigi sürece köpeklere bilinçli varliklar gibi mi
davranacagiz?
7 Temmuz 2012'de sinirbilim ve bilissel bilimlerin önde
gelen uzmanlari Cambridge Üniversitesinde Cambridge Bilinç Deklarasyonunu imzaladilar.
Bu bildirgeye göre, “Ortak kanitlar hayvanlarda nöroanatomik, nörokimyasal
ve nörofizyolojik bilinç durumlarinin alt katmanlarinin var oldugunu ve hayvanlarin
kasitli davranislar sergileme
kapasitesi tasidiklarini
göstermektedir. Bunun bir sonucu olarak, elimizdeki kanitlara göre insan,
bilinç olusturan nörolojik
altyapiya sahip tek canli degildir. Bütün memelilerin ve kuslarin da aralarinda
bulundugu insan olmayan
hayvanlarda ve ahtapot gibi pek çok farkli canlida bu nörolojik altyapi
bulunmaktadir.”
Diger hayvanlar da bilinçlidir demeye varmiyor
deklarasyonun dili, çünkü hâlâ açik delillere sahip degiliz. Yine de ispat
yükü artik aksini düsünenlerin
sirtindadir.
Mayis 2015’te bilim camiasinda yön degistiren rüzgâr karsiligini buldu. Yeni
Zelanda “Hayvan Haklari Iyilestirme Yasasi”ni onaylayarak dünyada hayvanlarin
hissedebilen duyarli varliklar oldugunu yasal olarak
taniyan ilk ülke oldu.
Geçtigimiz 20.000 yilda insan türü, tas uçlu
mizraklarla mamut avlamaktan uzay mekikleriyle Günes Sistemi’ni kesfetmeye dogru attigi her adimi,
maharetli elleri ve büyük beyinlerinin evrimi sayesinde basarmadi
(hatta beynimiz eskiye oranla daha küçük).
Dünyayi ele geçirmemizi saglayan en can alici özellik, birçok insani bir
araya getirip birbirleriyle iletisim kurmalarini saglayabilmekti. Insan bir sempanzeden ya da
kurttan bireysel olarak çok daha zeki oldugu ya da becerikli parmaklari var
diye degil, Homo
sapiens kalabalik gruplarla bile esnek isbirligi yapabilen tek tür oldugu için dünyaya
hükmediyor. Zekâ
ve alet yapma becerisi de çok önemli elbette. Ancak insanlar kalabalik
gruplar halinde esnek isbirligi gelistirmeselerdi,
yaratici beynimiz ve marifetli ellerimiz uranyum atomlari yerine hâlâ çakmaktasi parçaliyor
olurdu.
Isbirligi önemli özellikse, milyonlarca
yildir kitleler halinde isbirligi yapabilmelerine ragmen neden karincalar
ve arilar nükleer bombalarla bizi yok edemediler? Çünkü onlar esnek isbirliginden yoksundur.
Arilar inanilmaz karmasik yöntemlerle isbirligi içine girer ve
sosyal yapilarini bir gecede degistiremez. Kovani tehdit eden yeni bir
tehlike ya da firsat belirdiginde, arilar kraliçeyi giyotine yollayip cumhuriyet
kuramaz.
Fil ve sempanze gibi sosyal memeliler,
arilardan çok daha esnek isbirligi yapabilir ancak akrabalarinin ve dostlarinin az sayida
olacagi unutulmamalidir.
Anlamlar Örgüsü
Insanlar nesnel ve öznel gerçeklikler olmak
üzere yalnizca iki tür gerçeklik biçimi oldugunu varsaydiklarindan "hayali
düzenler" fikrini kabullenmekte zorlanirlar. Nesnel gerçeklikte, her sey inançlarimiz ve
duygularimizdan bagimsiz olarak var
olur. Örnegin yerçekimi nesnel
bir gerçekliktir. Newton'dan çok önce de vardir ve ona inanmayanlari bile
ayni sekilde etkiler.
Öte yandan öznel gerçeklik, kisisel inançlarimiz ve
duygularimizla derinlesir.
Pek çok insan gerçekligin yalnizca nesnel ya
da öznel olabilecegini, üçüncü bir
seçenegin olamayacagini varsayar. Bir sey kendi öznel
hislerinden dogmamissa, o halde nesnel
oldugu sonucuna çok
hizla vararak kendisini rahatlatir. Eger pek çok kisi Tanri'ya inaniyor, para dünyada
serbestçe dolasabiliyor,
milliyetçilik savaslar çikarip
imparatorluklar kurabiliyorsa tüm bunlar benim öznel inancimdan ibaret olamaz.
Tanri, para ve uluslar nesnel gerçeklikler olmalidir.
Ne var ki üçüncü bir gerçeklik var:
Öznelerarasi düzey. Öznelerarasi olusumlar bireysel inanç ve duyulardan ziyade
birden fazla insan arasinda iletisime dayanir. Tarihte pek çok sey öznelerarasidir.
Örnegin paranin nesnel bir degeri yoktur. Kâgit bir
parayi yiyemez, içemez ya da giyemezsiniz ama insanlar degerlerine
inandiklari sürece parayla yemek, içecek ve kiyafet satin alabilirsiniz.
Insanlar inanmayi biraktigi anda buharlasacak tek sey para degildir.
Ayni sey yasalar, tanrilar, hatta koca koca
imparatorluklar için de geçerlidir. Dünyayi sekillendirenler bir bakmisiniz bir anda yok
olmuslar. Akdeniz
Havzasi’nda bir zamanlar en kiymetli tanrilari olan Zeus ve Hera, bugün kimse
onlara inanmadigi için tarihsel
bir figürdür.
Ne var ki, hayatimiza anlam veren kendi
tanrimizin, kendi ulusumuzun ya da kendi degerlerimizin kurgudan ibaret oldugunu kabullenmek
istemeyiz. Hatiralarimizin nesnel bir anlam tasidigina, fedakarliklarimizin zihnimizdeki
hikayelerin ötesinde bir degeri olduguna inanmak isteriz. Gelgelelim birçok
insanin yasami sadece
anlatilan hikayelerden var olur…
Hayvanlar ruhlari ya da zihinleri yetersiz
diye degil, hayal güçleri
yetersiz oldugu için bize karsi koyamaz.
Aslanlar kosar, ziplar, pençe
atar ve isirir, ne var ki bir banka hesabi ya da dava açamaz.
21.yüzyilda nasil dava açacagini bilen bir bankaci, savandaki vahsi aslandan bile daha
güçlü sayilir.
Bir varligin kurgusal olup
olmadigini nasil
bilebilirsiniz? Oldukça basittir
aslinda; “Aci çekiyor mu?” diye sorun yeter. Insanlar Zeus’un
tapinaklarini yiktiginda Zeus
aci çekmez. Euro deger kaybettiginde Euro
kederlenmez. Bankalar battiginda banka magdur olmaz. Bir devlet savasta kaybettiginde
devlet istirap çekmez, bankalar ve devletler metaforlardan ibarettir.
Fakat savasta yaralanan bir
askerin acisi gerçektir. Yiyecek tek lokmasi olmayan yoksul bir
köylü gerçekten eziyet çeker. Annesinden ayrilan yeni dogmus bir buzagi gerçekten istirap
duyar. GERÇEKLIK budur iste…
MODERN SÖZLESME
Tekerlek, en azindan kapitalizmin tekerlegi, dur dura durmadan
döner. Kapitalistlerin, “Yeter, yeterince büyüdük, artik yavaslayabiliriz,” diyecegi bir an asla
gelmeyecektir.
Kapitalistlerin neden asla durmayacagini merak
ediyorsaniz, bankada 100.000 dolari olan ve bu parayla ne yapacagini bilmeyen bir
arkadasinizla biraz sohbet
edebilirsiniz.
Nuh’un Gemisi Sendromu
Ekonomi sonsuza dek büyüyebilir mi? Eninde
sonunda kaynaklari tüketip yok olmayacak mi? Bu durumda, büyümeyi daimî
kilabilmenin tek yolu bitip tükenmeyen kaynaklar kesfetmektir. Bu
kaynaklari elde etmenin yollarindan biri yeni topraklar fethetmekti.
Avrupa ekonomisi ve kapitalist sistemin yüzyillarca süren ekonomik büyümesinin
temeli agirlikli olarak
deniz asiri sömürgelerine
dayanirdi. Ancak dünyadaki kara parçalarinin da bir sonu var. Bazi girisimciler bir noktada
yeni gezegenler hatta galaksiler kesfedecegimizi içtenlikle umuyor; modern ekonominin o
zamana kadar daha iyi bir büyüme yolu bulmasi da sart tabii.
Pastanin büyümedigine inanan geleneksel
dünya görüsü iki tür kaynak
oldugunu varsayar. Hammadde ve enerji.
Aslina bakarsaniz dünyada üç tür kaynak bulunur: Hammadde, enerji ve bilgi.
Hammadde ve enerji tükenebilir, elinizdekiler
kullanildikça azalacaktir. Bilgiyse aksine büyüyen bir kaynaktir, ne kadar
kullanirsaniz elinizdeki o kadar artar. Hatta sahip oldugunuz bilgi dagarcigini arttirmak
size hammadde ve enerji de saglayabilir. Alaska'da petrol sahasi arastirmalarina 100
milyon dolar yatirim yaparak petrol çikardigimda petrolüm olur ama torunlarima daha az
petrol kalacaktir. Diger taraftan günes enerjisi arastirmalarina 100
milyon dolar yatirarak yeni ve daha etkin bir enerji üretme yöntemi gelistirebilirsem hem
kendime hem de torunlarima daha çok enerji saglayabilirim.
Binlerce yil boyunca insanlar dünyanin
sunabilecegi tüm bilgiye sahip
olduklarini iddia eden kutsal metinlere ve antik geleneklere inandiklarindan
ilerlemeyi amaçlayan bilimsel yolun önüne engel koydular.
Yeryüzündeki tüm petrol sahâlârinin çoktan kesfedildigini düsünen bir sirket petrol arayarak zaman ve para kaybetmek istemeyecektir. Ayni sekilde kayda deger her seyin çoktan
bilindigine inanan bir kültür
de yeni bilgilerin pesine düsmeyecektir. Modernite
öncesi pek çok medeniyetin durumu da böyleydi. Bilimsel Devrim insan evladini
bu naif inançtan kurtarir. En büyük bilimsel kesif cehaletin kesfidir. Insanlar bir kez dünya
hakkinda ne kadar az sey bildiklerini fark edince, sonu ilerlemeye çikan
bilimsel yollari aydinlatan bilginin pesinde kosmak için pek çok nedene sahip oldular.
Sonuç olarak kaynak yetersizligini asabilme ihtimalimiz oldukça
yüksek görünüyor. Ekolojik denge artik modern ekonominin asil büyük düsmanidir. Hem bilimsel
gelisme hem de ekonomik
büyüme incecik ve kirilgan biyosferde meydana geliyor. Büyüme ve ilerleme hiz
kazandikça, yarattiklari sok dalgalari da ekolojiyi sarsiyor. Dünyadaki herkese
varlikli ABD'lilerin sahip oldugu yasam kosullarini saglamak için birkaç gezegene daha ihtiyacimiz
var, ancak elimizdeki sadece bu. Gelisme ve büyüme sonucunda ekosistem yok olursa
bedelini sadece vampir yarasalar, tilkiler ve tavsanlar degil Sapiens de ödeyecek.
Gelisme ve büyümeyi biraz olsun yavaslatarak bu tehlikeyi
de azaltabiliriz. Yatirimcilar bu yil portföylerinin %6 oraninda büyümesini
beklerken, on yil sonrasi için %3, yirmi yil sonrasi için %1'Iik oranlara razi
olur ve otuz yil içinde ekonomik büyümeyi yavasça durdururlarsa bulundugumuz yerde mutlu
mesut yasamaya devam
edebiliriz. Ne var ki büyüme dini, bu kâfir düsünceye karsi çikiyor.
Aksine daha da hizli büyümemizi emrediyor. Kesiflerimiz ekosistemin dengesini altüst
ederek insanligi tehdit
ediyorsa, o zaman kendimizi koruyacak bir seyler üretmeliyiz. Ozon tabakasi
inceliyor ve bizi cilt kanseri karsisinda savunmasiz kiliyorsa daha güçlü günes kremleri, gelismis kanser
tedavileri üreterek yerini yeni günes kremi fabrikalarinin ve kanser tedavi
merkezlerinin büyümesini tesvik etmeliyiz.
Pekin'de hava kirliligi öyle boyutlara
ulasti ki insanlar
disariya çikmaya
çekiniyor, varlikli Çinliler kapali alanlarda hava temizleme sistemlerine
binlerce dolar yatiriyor.
Iste böylece insan türü kendini iki arada bir
derede sikismis, iki cephede birden
savasir halde buldu.
Üstelik bir yandan bilimsel ilerlemeyi ve ekonomik büyümeyi daha da
hizlandirmamiz gerektigini düsünüyoruz. Bir milyar
Çinli ve bir milyar Hintli orta sinif da ABD'liler gibi yasamak istiyor ve
ABD'liler ciplerinden ve alisveris merkezlerinden ödün vermedikçe, onlar da haliyle
kendi halinden ödün vermek için bir neden göremiyor. Diger yandan ekolojik
kiyamet yaklasirken gardimizi almak
zorunda oldugumuzu da biliyoruz. Iki cephede sürdürdügümüz bu savas her geçen yil
zorlasiyor. Her atilim
Delhi'nin kenar mahallelerinde yasayanlari Amerikan Rüyasi'na bir adim daha
yaklastirirken gezegeni de
uçurumun kenarina biraz daha sürüklüyor.
Iyi habere gelirsek, insan türü yüzlerce
yildir artan ekolojik sorunlara yenilmeden ekonomisini büyütmeyi basardi.
Kim bilir, belki de bilim, ekonomiyle
birlikte ekolojiyi de kurtaracak bir çözüm bulmayi basarir. Tempomuz
yükseldikçe hata yapma lüksümüz de azaliyor. Eskiden yüzyilda bir önemli bir
bulusa imza atmak
yeterliyken, bugün iki yilda bir mucizeler yaratmamiz gerekiyor.
2000'le 2010 yillari arasinda emisyon degerleri hiç azalmadi.
Aksine 1970'le 2000 yillari arasinda emisyon degerlerindeki artis yilda %1,3
civarindayken sonraki on yillik dönemde her yil % 2,2 civarindaydi.
Sera gazi emisyonunun azaltilmasi için
hazirlanan 1997 Kyoto Protokolü küresel isinmayi durdurmaktan çok ertelemeyi
hedefliyordu; yine de kirliligin bas sorumlusu ABD, ekonomik büyümesi zarar görecek
korkusuyla karari onamayi reddetti ve emisyon degerlerini düsürmek adina hiçbir
ciddi adim atmadi.
2015 yilinin Aralik ayinda Paris Anlasmasi'yla daha da
iddiali hedefler belirlendi. Anlasma ortalama isi artis hizini sanayi
çagi öncesi
seviyelerin
1,5 puan üzerine çekebilmeyi amaçliyordu. Bu
hedefe ulasmak için atilmasi
gereken zor adimlarin hepsi 2030 sonrasina, hatta 21.yüzyilin ikinci yarisina
ertelenerek, hesap gelecek nesillere kesildi!
HÜMANIST DEVRIM
2016 itibariyla insan türü eskisine göre çok
daha fazla güç elde etmekle kalmadi, ayni zamanda Tanri’nin ölümünün ilani da
beklenenin aksine toplumu çöküse sürüklemedi. Tarih boyunca peygamberler ve
felsefeciler, büyük kozmik plana duyulan inanç olmazsa düzen ve birligin yok olacagini iddia etmislerdi. Bugünse kozmik
bir tasariya inanmaya devam edenler, küresel düzen karsisindaki en tehditkâr
unsurlardir. Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha siddet dolu.
Ortada kozmik bir plan yoksa ve hiçbir ilahi
ya da dogal kanuna tabi degilsek, toplumu ayakta
tutan nedir?
Anlamsiz ve kanun tanimaz varligimizin panzehri,
dünyayi geçtigimiz yüzyillarda
fethetmis yeni bir
devrimci ögreti
olan hümanizmin ta kendisidir. Hümanizm dini insanliga tapinarak, Budizm
ve Daoizmde doga kanunlarinin,
Hristiyanlik ve Islam’daysa Tanri’nin
oynadigi rolü insana
devretmek istiyor.
Hümanizme göre insanlar kendi iç deneyimleri
üzerinden sadece kendi yasamlarinin degil tüm evrenin tüm
anlamini devsirebilmelidir.
Hümanizmin ilk emri de budur: Manadan
yoksun dünyaya bir anlam kazandiriniz.
Modern insanlar evlilik disi iliskiler konusunda çesitli görüslere sahip
olabilirler ama ne olursa olsun, görüslerini kutsal metinler ya da ilahi emirlerle
degil insan duygulariyla
mesrulastirmayi tercih
ederler,
Hümanizmin, bir seyin kötü olarak
kabul edilmesi için yalnizca bir insani kötü hissettirmesinin yeterli oldugunu söyler. Cinayet,
Tanri bir zamanlar "Öldürmeyeceksin," diye buyurdugu için degil; kurbana,
ailesine, arkadaslarina ve tanidiklarina
korkunç acilar çektirdigi için yanlistir.
Hirsizlik kadim bir metin,
"Çalmayacaksin," yazdigi için degil, sahip olduklarini kaybetmek insana
kötü hissettirdigi için kötüdür. Bir
davranis kimseyi
üzmüyorsa hiçbir sorun yaratmayacaktir. Ayni kadim kutsal metin, Tanri'nin
herhangi bir canliya benzeyen put yapmayacaksin (Misir’dan Çikis 20:4) diye buyurdugunu yazar. Ama kimseye zarar vermeden küçük
heykeller yapmanin nesi günah olabilir?
Benzer bir düsünce escinsellik tartismalarina da nüfuz
etmistir. Eger iki yetiskin erkek sevisiyor ve bunu yaparken
kimseye zarar vermiyorlarsa bunun ne zarari olabilir ve bu durumu neden
yargilamamiz gerekir?
Hümanist etik, “Kendinizi nasil iyi
hissediyorsaniz öyle yapin,” diye
ögütlüyor. Siyasette, “Seçmen en iyisini
bilir,” diye buyuruyor hümanist talimatlar. Hümanizmin estetik
söylemi, “Güzellik bakanin gözlerindedir” anlayisiyla sekilleniyor.
Hümanist fikirlerin güç kazanmasinin egitim sistemine
etkilerine gelince; ortaçagda tüm anlam ve otoritenin kaynagi dissaldi, bu nedenle egitim itaat duygusunu
yerlestirmeye, kutsal
metinleri ezberletmeye ve antik gelenekleri ögretmeye odaklanirdi. Ögretmenler ögrencilerine bir soru
yönelttiginde ögrencilerin
Aristoteles, Kral Süleyman ya da Aziz Thomas Aquinas'in ne yanit verdigini hatirlamasi
beklenirdi.
Modern hümanist egitim ise ögrencilerin kendi baslarina düsünme becerisine sahip
olmasi gerektigine inanir.
Anaokulu, ilkokul ya da üniversite,
hangisinde görev yaparsa yapsin, bir ögretmene ne ögretmeye çalistigini sordugunuzda, "Çocuklara tarih, kuantum
fizigi ya da sanat bilgisi
anlatmaya çalisiyorum ama
hepsinin ötesinde kendi basina düsünebilmeyi ögretmek
istiyorum," diye yanitlayacaktir. Her zaman basarili olmasa da
hümanist egitimin hedefi budur.
Sari Taslarla Döseli Yolu Takip Et
Ortaçag Avrupa’sinda bilginin temel formülü
belliydi: BILGI=KUTSAL METINLER X MANTIK. Insanlar önemli
bir soruyu yanitlamak istediklerinde kutsal metinleri okur ve mantik
yürüterek okuduklarini yorumlarlardi.
Bilimsel Devrim bambaska bir bilgi formülü sundu:
BILGI=AMPIRIK VERILER X MATEMATIK. Insanlar önemli bir
soruyu yanitlamak istediklerinde ampirik veriler toplamali ve matematiksel
araçlari kullanarak bu verileri çözümlemeliydi. Örnegin: Dünya’nin
gerçek seklini belirlemek
için Günes’i, Ay’i ve
gezegenleri farkli konumlardan gözlemleyerek ise baslayabilirdik. Yeterli gözlem yaptiktan
sonra trigonometriyi kullanarak sadece Dünya'nin seklini belirlemekle
kalmayip tüm Günes Sistemi’nin
yapisini da ortaya çikarabilirdik.
Hümanizm ise bambaska bir seçenek
sunuyordu. Insanlarin
kendine güveni arttikça etik bilgiye ulasmak için yeni bir formül dogdu: BILGI= DENEYIMLER X HASSASIYETLER. Artik
herhangi etik bir soruya yanit ararken içsel deneyimlerimize dönüyor ve bu
deneyimleri son derece dikkatli incelerken hassasiyetlerimizi de gözetiyoruz.
Hümanist bir yasamin en önemli hedefi
entelektüel, duygusal ve fiziksel deneyimlerle bilgimizi gelistirmektir. 19.
Yüzyilin basinda modern egitim sisteminin bas mimarlarindan
Wilhelm von Humbolt, varligimizin amacini “olabildigince çok
deneyimin süzülerek bilgiye dönüsmesi,” olarak açiklar.
Ayrica, “Hayatin zirvesi her seyin tadina bakmaktir,” der. Bu söz
hümanizmin ana slogani bile olabilir, degil mi?
Hümanist Hiziplesme
Aslina bakilirsa hümanizm de tipki
Hristiyanlik ve Budizm gibi rüstünü ispatlamis dinlerle ayni kaderi paylasarak büyüyüp
yayildikça birbiriyle çelisen mezheplere bolündü. Hümanist mezheplerin hepsi insan
deneyiminin anlam ve otoritenin en yüce kaynagi olduguna inanir, ancak
insan deneyimini farkli açilardan ele alir.
Hümanizm üç temel kola ayrilir.
Ortodoks inanç,
Her bireyin kendine özgü bir iç sesi ve,
Asla tekrar edilemeyecek deneyimleri olduguna inanir.
Her insan dünyaya farkli açilardan yansiyan
özgün bir ISIK huzmesidir; her
biri evrene renk, derinlik ve anlam kazandirir. Bu nedenle
bireylere dünyayi deneyimleyebilmeleri adina olabildigince
özgürlük tanimamiz, iç seslerini
dinlemelerine ve içlerindeki dogruyu paylasmalarina izin vermemiz gerekir.
Bireysel özgürlükler dünyayi daha güzel, daha
zengin ve daha anlamli kilacaktir. Özgürlüge yaptigi vurgu nedeniyle
hümanizmin Ortodoks kolu "liberal hümanizm” ya da basitçe
"liberalizm" olarak da bilinir.
Liberal siyasetçiler seçmene
güvenir, liberal sanatta güzellik görenin
gözlerindedir, liberal ekonomide müsteri velinimetimizdir. Liberal
etik kendinizi nasil iyi hissediyorsaniz öyle yapin,
der. Liberal egitim tüm cevaplari kendi içimizde bulabilelim
diye kendimize düsünmeyi asilar.
Hümanist Din Savaslari
Bir anda her sey deyisti, Liberal demokrasi
tarihin çöplügünden firlayip üstüne
basina çekidüzen
verdi ve dünyayi fethetti. Süpermarketlerin gulaglardan çok daha etkili oldugunu kanitladi. Güney
Avrupa'da baslayan blitzkrieg2 ile
Yunanistan, Ispanya ve
Portekiz'deki otoriter rejimler çöktü ve yerlerini demokratik hükümetlere
birakti. 1977'de Indira Gandi olaganüstü hali kaldirarak Hindistan'da
tekrar demokrasi ilan etti. 1980'lerde Dogu Asya ve Latin Amerika'daki Tayvan,
Güney Kore, Brezilya ve Arjantin
gibi ülkelerdeki askeri diktatörlükler de demokratik hükûmetlere dönüstü.
1980'lerin sonu 90'larin basinda liberallesme dalgasi hakiki
bir firtinaya dönerek muazzam Sovyet Imparatorlugu’nu yerle bir etti ve tarihin sonu geldigine dair teorileri
güçlendirdi. On yillarca süren yenilgi ve basarisizliklarin ardindan biraz yipranmis olsa da
liberalizm Soguk Savas’in tartismasiz galibi olarak
hümanist din savaslarini kazandi.
Sovyet Imparatorlugu parçalaninca
yalnizca Dogu Avrupa'da degil Baltik ülkeleri,
Ukrayna, Gürcistan ve Ermenistan gibi eski Sovyet cumhuriyetlerinde de komünist
rejimlerin yerini liberal demokrasiler aldi.
Bugün Rusya bile bir demokrasi ülkesi taklidi
yapiyor. Soguk Savas zaferi, basta Latin Amerika,
Güney Asya ve Afrika olmak üzere liberal modelin dünyanin her yerine yayilmasi
için yeniden itici güç görevi gördü.
Haziran 1914'te derin bir uykuya yatan bir
liberal, Haziran 2014'te uyandiginda yerini hiç yadirgamazdi. Insanlar yeniden,
bireysel özgürlükler arttikça dünyanin da baris ve refah dolu bir yere dönüsecegine inaniyor. 20.
yüzyila dönüp baktigimizda, alinmis her kararin
büyük bir hata oldugunu düsünüyoruz.
1914 baharinda liberal bir yolda hizlanan
insan evladinin yanlis yöne sapip
çikmaz bir sokaga girdikten sonra
yolunu yeniden bulmasi için 80 yil geçmesi ve üç korkunç dünya
savasi yasamasi gerekti.
Elektrik, Genetik ve Radikal Islam
Bireycilik, insan haklari, demokrasi ve
serbest piyasadan olusan liberalizm, 2016
itibariyla ipi tek basina gögüslemeye devam
ediyor.
Peki ya radikal Islam hakkinda ne
diyebiliriz? Ya da köktenci Hristiyanlik, mesihçi Yahudilik ve uyanisçi Hinduizm
nerede duruyor?
Çinliler neye inanacaklarini bilemezken
tutucu dindarlar kendilerinden çok eminler. Nietzsche'nin Tanri'nin ölümünü
ilan etmesinin üzerinden bir asir geçti ama Tanri yeniden sahneye dönüyor.
Bu görüsün yalnizca bir
sanridan, bir seraptan ibaret oldugu ortada. Tanri
öldü, uzun sürense cenazeyi kaldirma süreci.
Radikal Müslümanlar 21. yüzyili tam olarak
kavrayamadiklarindan liberalizm açisindan gerçek bir tehdit olusturamiyor,
etrafimizda gelisen yeni
teknolojilerin yarattigi görülmemis tehlikeler ve
firsatlar hakkinda kayda deger bir fikir gelistiremiyorlar.
Din ve teknoloji tarihin her döneminde,
birbirlerine tango yapan bir çift zarafetiyle yaklasmistir. Birbirlerini
iterler, birbirlerine tutunurlar ama hiçbir zaman birbirlerinden çok uzak
kalamazlar. Her bulus çok
farkli sekillerde
uygulanabilecegi için mühendisler
hayati kararlarda bir hedefi isaret ederek istikamet belirleyecek peygamberlere ihtiyaç
duyar. Bu yüzden teknoloji dine muhtaçtir.
--------------------------------------------------------
2 Yildirim Savasi. (Alman Savas Doktrini)
---------------------------------------------------------
Diger taraftan
teknoloji, elimize bir menü tutusturarak yiyebileceklerimizin sinirini bir
garson misali, siklikla din tasavvurlarimizin sinirini ve kapsamini belirler.
Yeni teknolojiler tanrilari öldürüp yenilerini yaratir. Bu yüzden tarim
devriminin ilahlari, avci-toplayicilarin ruhlarindan farklidir. Fabrikada çalisan eller
köylülerinkinden baska hayaller pesinde
kosar. 21. yüzyilin
devrim niteligi tasiyan teknolojileri,
ortaçag ögretilerini yeniden
canlandirmak yerine benzeri görülmemis yeni dini hareketler yaratacaktir.
Radikal Islamcilar, "Kurtulus Islam’da,"
mantrasini tekrarlayabilirler; ancak çagin teknolojik gerçekligiyle bagini kaybetmis dinler, sorulari
bile anlama yetisini yitirmeye mahkumdur.
Yapay zekâ bilissel islerde pek çok insanin yerini
alabilecek noktaya geldiginde isgücüne ne olacak?
Amaçsiz ve ise yaramaz insanlardan
olusan devasa yeni
sinifin siyasi etkileri neler olacak?
Bu sorularin yanitlarini Kur'an'da, Incil’de veya
Konfüçyüs’ün Seçme’lerinde bulmak imkânsizdir
çünkü antik Çin'de veya ortaçagda Ortadogu’da bilgisayarin,
genetik biliminin ya da nanoteknolojinin fikri bile söz konusu degildi. Radikal Islam teknolojik ve
ekonomik- firtinalarin koptugu bir denizde çapa görevi görmeyi sürdürebilir ancak
firtinada yönünüzü bulabilmek için bir çapadan daha fazlasina, bir
haritaya ve dümene ihtiyaciniz vardir.
Bu yüzden radikal Islam, sadece hüküm
sürdügü cografyalarda dogmus ve yetismis insanlara
seslenebilir, ama issiz Ispanyol gençlerine ya
da endiseli Çinli
milyarderlere sunabilecegi pek bir sey yoktur.
21 yüzyilin basinda ilerleme treni bir kez daha
perondan ayrilmak üzere. Bu belki de Homo sapiens isimli
perondan yapilacak son sefer olacak ve treni kaçiranlarin ikinci bir sansi olmayacak.
Trende bir yeriniz olsun istiyorsaniz bu yüzyilin teknolojisini, özellikle
de biyoteknolojiyi ve bilgisayar algoritmalarinin gücünü kavrayabilmeniz
gerekiyor.
21 yüzyilin en köklü degisimlerinin nereden baslayacagini sorun
kendinize: ISID’den mi, yoksa
Google’dan mi? Evet ISID’ belki You Tube’a
video yüklemeyi biliyor, ama iskence endüstrisi disinda Suriye ve Irak’tan son dönemlerde ne
gibi yenilikler dogdu?
HOMO SAPIENS KONTROLÜ KAYBEDIYOR
Bilim insanlari bile siklikla miadi dolmus teolojik
kavramlari kullanmaya devam ettiginden, insanlar hâlâ özgür irade üzerine
tartismayi sürdürüyorlar.
Yüzyillar boyunca Hristiyan, Müslüman ve Yahudi teologlar ruhla irade
arasindaki iliskiye kafa yordu. Her
insanin gerçek benligini olusturan, manevi öz
adini verdikleri bir öz sakladigini varsaydilar. Sonrasinda bu özün tipki kiyafet,
araba ya da ev sahibi olmak gibi çesitli isteklere haiz oldugunu savundular.
Savlari suydu: Tipki kiyafet
seçer gibi isteklerimi de seçebilirim ve kaderim bu seçimlerle sekillenir. Iyi isteklerin sonu
cennette, kötülerinkisiyse cehennemde biter. Bu durumda O hayati soru yeniden
belirir, isteklerimi tam anlamiyla nasil seçerim?
Havva yilanin sundugu yasak meyveyi neden
yemek istedi? Bu istek ona zorla dayatildi mi? Tamamen tesadüfen, bir anda içi
bu istekle mi doldu? Yoksa "özgür" bir tercih mi yapti? Tercihi
tamamen özgür degilse yaptiklarinin
sonucunda neden cezalandirildi?
Ruhun olmadigini kabullendigimiz anda, insanin
"benlik" adini verdigi öz de bosa çikar ve "Benlik,
isteklerini nasil seçer?" sorusu anlamsizlasir. Bunun, "Esin kiyafetlerini
nasil seçer?" sorusunu
bekar birine sormaktan pek bir farki olmasa gerek. Aslina bakarsaniz tek bir
bilinç akisi bulunur ve
arzular bu akista yükselip alçalan
dalgalar misali gelip giderler ancak arzularin sahibi olan sabit bir benlik
olmadigindan
arzularimi deterministik, rastlantisal ya da özgürce mi seçiyorum
diye sorgulamanin hiçbir manasi kalmaz.
Bir daha akliniza bir fikir geldiginde bir anligina durup kendinize
sorun, “Neden özellikle bunu düsündüm? Bir dakika önce bunu düsünmem gerektigini düsündüm ve bu düsünme süreci sonra
mi basladi? Yoksa bu fikir
nereden geldigi belli olmadan
kendiliginden mi dogdu?” Deneyip neler olacagina bakin bakalim!
Ben? Kimiz biz?
Bilim özgür iradeye duyulan liberal inanci
çürütmekle kalmaz, bireyciligin de kuyusunu kazar. Liberaller, "in-dividual"
yani tek ve bölünemez bir benlige sahip oldugumuza inanir. Yaklasik 37 trilyon
hücreden meydana gelen bedenim, zihnimle beraber her gün sayisiz degisim geçiriyor, dogru.
Ancak eger gerçekten kendimi bulmak ister ve tüm
dikkatimi buna verirsem, kendi özümü meydana getiren, evrendeki tüm anlam ve
otoritenin kaynagi olan tek, açik
ve özgün sese derinlerde ulasabilirim. Liberalizm ancak ve ancak insanin tek bir
gerçek benligi varsa anlam
kazanir; eger birden fazla özgün
sese sahip olsaydim oy sandiginda, süpermarkette ya da es seçerken hangi sese kulak vermem
gerektigini nasil
bilebilirdim?
Insan beyni tabiri caizse kalin bir sinir
kablosuyla birbirine bagli yariküreden
olusur, Her yariküre
bedenin iki farkli tarafini yönetir. Sag yariküre bedenin sol tarafini kontrol
eder, sol görme alanindan gelen verileri isler ve vücudun sag tarafindaki
uzuvlarin hareketlerinden sorumludur. Sol yariküre içinse bu isleyisin tam tersi
geçerlidir. Bu nedenle beyinlerinin sag yariküresinde felç geçirenler zaman
zaman bedenlerinin sol tarafini görmezden gelirler (saçlarinin yalnizca sag tarafini tarar
ya da tabaktaki yemeklerin yalnizca sag tarafini yerler).
Iki yariküre arasinda çok keskin bir ayrim
olmasa da duygusal ve bilissel farklar bulunur. Pek çok bilissel etkinlik iki
yarikürede de gerçeklesmesine ragmen yogunluklari ayni
degildir. Örnegin sol yariküre konusma ve mantik
yürütmede cogu zaman daha büyük
rol oynarken sag yariküre
uzamsal bilgiyi islemede daha
baskindir.
BÜYÜK KOPUS
Geçtigimiz yillarda bilgisayar zekasinda akil almaz
gelismeler kaydedilmesine
karsin, bilgisayar
bilincinde hiç ilerleme gösterilmedi. 2016’da bilgisayar 1950’lerdeki
prototiplerinden daha bilinçli degiller. Ancak
çok önemli bir devrimin esigindeyiz. Insanlar ekonomik degerlerini
yitirmek
üzereler çünkü zekâ bilinçten ayriliyor.
Bugüne kadar yüksek zekâ her zaman gelismis bir bilinçle birlikte anildi. Yalnizca
bilince sahip varliklar satranç oynamak, otomobil kullanmak, hastaliklara teshis koymak ya da
teröristleri belirlemek gibi yüksek zekâ gerektiren isleri yapabiliyordu.
Artik bu tür görevleri insanlardan çok daha iyi yapan ancak bilince sahip
olmayan yeni zekâ türleri gelistirmeye basladik. Tüm gelismeler kisa bir süre sonra
bilinci-olmayan algoritmalarin bir agin noktalarini birlestirme konusunda insan
bilincini asabilecegini gösteriyor.
Bu noktada karsimiza yeni bir sorun çikiyor: Zekâ mi
yoksa bilinç mi daha önemlidir? Ikisi bir arada oldugu müddetçe,
hangisinin daha kiymetli oldugunu sorgulamak felsefeciler için öylesine bir mesgaleden ibaretti.
Ancak 21. yüzyilda bu soru siyasi ve ekonomik bir meseleye dönüsüyor.
Ordular ve sirketler açisindan degerlendirildiginde cevabin çok net
olmasi insanin gerçeklikle yüzlesmesini sagliyor: Zekâ olmazsa olmaz hale gelirken
bilinç zorunlu olmayan bir tercih artik.
Atlarin Sanayi Devrimi'yle birlikte degisen kaderini kendimize
hatirlatmaliyiz. Siradan bir çiftlik ati koku alabilir, insanlari taniyabilir,
çitlerden atlayabilir, herhangi bir Ford modelinden ya da milyon dolarlik
Lamborghini'den çok daha fazlasini yapabilir.
Buna ragmen otomobiller hepi
topu bir avuç seyi iyi yaptiklari
için degil sistemin
beklentilerini karsilayabildikleri için
atlarin yerini almayi basardilar. Taksi soförleri de büyük
ihtimalle atlarin kaderini paylasacaktir,
Insanlarin taksi ve otomobil kullanmalarini
yasaklayip bilgisayarlara trafikte tam yetki verebilirsek, tüm araçlari tek bir
aga baglayabilir ve fiilen
tüm kazalari ortadan kaldirabiliriz. Agustos 2015'te Google'in sürücüsüz araci karsidan karsiya geçmek isteyen
yayalari fark edip frene bastiginda, o sirada dikkatini yola vermek yerine belki de
evrenin sirlarina kafa yoran dikkatsiz bir sürücünün kullandigi bir otomobil
Google'in aracina arkadan çarpti. Eger araçlarin her ikisi de birbirine
bagli bilgisayarlar
tarafindan kontrol ediliyor olsaydi bu kaza meydana gelmeyecekti. Algoritma
kontrol ettigi her aracin konumunu
ve muhtemel hareketlerini bileceginden, iki aracinin çarpismasina izin
vermeyecekti. Bu tür bir sistem ciddi bir zaman ve kaynak tasarrufu saglayarak pek çok
hayati kurtarabilecegi gibi otomobil
kullanma deneyimini anlamsizlastirarak milyonlarca insani isinden edebilir.
Zaman geçtikçe insanlarin yerine
bilgisayarlari geçirmek daha da kolaylasiyor ancak bunun tek nedeni bilgisayarlarin
hizla akillanmasi degil uzmanlasma problemidir.
Avci-toplayici bir robot tasarlamak son derece zor olurdu çünkü geçmiste avci-toplayicilar
hayatta kalabilmek için sayisiz farkli beceriyi ögrenmek zorundaydi. Böyle bir robotun
taslardan mizrak uçlari
hazirlayabilmesi, ormanda yenilebilir mantarlari ayirabilmesi, yaralari sarmak
için tibbi bitkileri kullanabilmesi, bir mamutun izini sürebilmesi ve sürekli
onlarca farkli avciyla irtibat halinde kalabilmesi gerekirdi.
Ancak birkaç bin yildir insanlar gittikçe
uzmanlasiyor. Bir taksi soförü ya da
kardiyolog, avci-toplayici atalarina kiyasla çok daha kisitli bir alanda özellesiyor, bu sebeple
yerlerini yapay zekaya birakmalari daha kolay hale geliyor. Tekrar tekrar
vurguladigim gibi yapay zekâ
hiçbir acidan insansi bir varlik olmaya yakin degil. Ancak insan
özelliklerinin ve yeteneklerinin %99’u pek çok modern is için lüzumsuz
fazlaliklardan ibaret.
Yapay zekalarin bizi isgücü piyasasindan
atabilmesi için mesleki ihtiyaci karsilayacak yeteneklerinin bizden üstün
hale gelmesi yetecek ve hatta artacaktir.
En büyük sorumluluklari omuzlayan yöneticiler
bile artik yerlerinden olabilir. Uber adindaki araç bulma programi sayesinde
milyonlarca taksi soförünü bir
avuç insan yönetebiliyor.
Algoritma dogru kararlar vermeyi basarirsa bir servet
kazanarak diledigine yatirim
yapabilir, mesela bir ev alarak ev sahibiniz olabilir.
Algoritmanin yasal haklarini, örnegin
kiramizi ödemeyerek ihlal ettiginizde, avukat tutup sizi dava edebilir.
Böylesi algoritmalar insan kapasitesini geride birakmayi basarirsa gezegenin çogunu satin almis algoritmik bir
üst sinif ortaya çikabilir. Imkânsiz görünen bu fikri bir kenara atmadan
önce, gezegenimizin ciddi bir kisminin hukuki olarak sirketler ve milletler
gibi öznelerarasi varliklarin mülkiyetinde oldugunu unutmayin, tipki
bes bin yil kadar
önce Sümer'in tüm varliklarinin hayali tanrilar Enki ve Inanna'nin elinde
olmasi gibi. Eger tanrilar
topraklari sahiplenebiliyorsa algoritmalar neden yapamasin?
Peki insanlar ne yapacak? Sanat siklikla
nihai kutsal siginagimizdir.
Bilgisayarlarin doktorlari, soförleri, ögretmenleri, hatta mülk sahiplerini
yerinden ettigi bir dünyada herkes
sanatçiya dönüsecektir. Ne var ki
sanatsal üretimin algoritmalardan uzak ve güvende olacagina dair
gösterilebilecek geçerli bir neden yok. Bilgisayarlarin bizim kadar iyi beste
yapamayacagindan nasil bu kadar
emin olabiliriz?
2013'ün Eylül ayinda Oxford'da, Carl Benedikt
Frey ve Michael Osborne adindaki iki arastirmaci, The Future of Emtloyment [Istihdamin Gelecegi] adli bir çalisma yayinladilar.
Çalisma, gelecekteki yirmi yil içinde bilgisayar
algoritmalari tarafindan devralinacak muhtemel meslekleri
inceliyordu. Frey ve
Osborne tarafindan gelistirilen algoritma,
ABD'deki mesleklerin %47’sinin yüksek riskli oldugunu hesapladi. Örnegin 2033'te insanlar
%99 ihtimalle tele-pazarlama ve sigortacilik islerini algoritmalara kaptiracak. Ayni
durum hakemlerin %98'inin, kasiyerlerin %97'sinin, seflerin %96'sinin,
garsonlarin ve avukat asistanlarinin %94’ünün, tur rehberlerinin %91'inin,
firincilarin ve otobüs sürücülerinin % 89'unun, insaat isçilerinin
%88'inin, veteriner yardimcilarinin % 86'smm, güvenlik görevlilerinin %84'ünün,
denizcilerin % 83'ünün, barmenlerin %77'sinin,arsivcilerin %76'sinin, marangozlarin
%72'sinin, cankurtaranlarin %67'sinin ve daha
birçoklarinin basina gelecek.
Bazi güvende meslekler de olacak tabii.
Bilgisayar algoritmalarinin, 2033 itibariyla arkeologlarin yerine geçme
ihtimali yalnizca %0,7 çünkü çok kar getirmeyen bu is çok karmasik konularda
yetkinlik ve örüntüleri tanima becerisi gerektiriyor. Bu yüzden sirketler ve
hükümetlerin, önümüzdeki yirmi yilda arkeolojiyi makinelestirme ihtimali çok düsük.
Insanlar bir sey yapmazlarsa
delirirler. Tüm gün ne yapacaklar? Sunulan çözümlerden biri uyusturucu ve bilgisayar
oyunlari olabilir. Amaçsiz ve ihtiyaç duyulmayan insanlar zamanlarinin gitgide
daha büyük bir kismini disaridaki donuk gerçeklikten daha heyecanli ve duygusal baglar kurmalarini saglayan üç boyutlu
sanal gerçeklik dünyalarinda geçirebilir. Böylesi bir gelisme, liberalizmin
insan hayatinin ve deneyiminin kutsalligina duydugu inancin sahdamarina son darbe gibi inecektir.
Günlerini La La Land'de sanal deneyimlerle harcayan bu ise yaramayan basibos aylaklarin nesi
kutsal olabilir?
DNA testi pazari büyük bir hizla ilerlemeye
devam ediyor. Google’in kurucusu Sergey Brin’in eski esi Anne Wojcicki
tarafindan kurulan “23andMe” Sirketi bu büyüyen pazarin liderlerinden.
“23andMe” adini sahip oldugumuz 23 çift kromozomdan aliyor ve
kromozomlarimizla özel bir iliskimiz oldugu mesajini veriyor. Kromozonlarin dilini
çözebilenlerin, size ait en ufak detaylari dahi bilebilecegini belirtiyor.
“23andMe” sirketine 99 dolarcik ödemeyi
kabul ettiginizde, size küçük
bir paket yolluyorlar. Paketteki test tüpünün içine tükürüyor ve Mountain
View,California’daki adresine geri postaliyorsunuz. Tükürügünüzden DNA’niza ulasiliyor ve sonuçlara internet üzerinden erisebiliyorsunuz.
Karsilasabileceginiz muhtemel saglik sorunlarini ve
kellikten körlüge doksandan fazla
genetik yatkinliginizi siralayan
bir listeye sahip oluyorsunuz.
"Kendinizi bilmek" önce hiç bu
kadar ucuz ve kolay olmamisti.
Noktalan birlestirerek Google ve rakiplerine
biyometrik cihazlarimiza,
DNA taramalarimiza ya da tibbi kayitlarimiza
erismeleri için tam izin
verirsek salginlarla savasmanin yani sira bizi
kanserden, kalp krizinden ve
Alzheimer'dan koruyabilen bir saglik sistemimiz
olabilir. Bu izinler dahilinde devasa boyuta erisecek bir veri tabaniyla Google çok
daha fazlasini yapabilir.
Her an ensenizde hissettiginiz bir sistem hayal
edin, banka hesabinizdan nabziniza, kandaki seker seviyenizden cinsel
kaçamaklariniza kadar her seyinizi takip ediyor. Süphesiz sizi, sizden daha iyi
taniyacaktir.
Insanlari kotu iliskilere, yanlis kariyerlere ya
da zararli aliskanliklara
yönlendiren kendini kandirma halleri ve hezeyanlar Google'i kandiramayacaktir.
Google kelimenin gerçek anlamiyla attiginiz her adimi hatirlayacaktir.
Pek çok kisi karar verme süreçlerini böylesi bir sisteme
teslim etmekten memnuniyet duyacak, ya da en azindan önemli bir tercihle karsi karsiya kaldiginda sisteme danisacaktir. Google hangi
filmi izleyecegimize, nerede tatil
yapacagimiza, hangi okula
gidecegimize dair tavsiyeler
verecek, is tekliflerini
bizim adimiza degerlendirecek, hatta
kiminle flört edip evlenecegimiz konusunda bile fikir beyan edebilecektir.
Esitsizligin Sürümünü Yükseltmek
Insan evladini biyolojik kastlara ayirmak
liberal ideolojiyi köklerinden sarsacaktir. Liberalizm sosyoekonomik farklarla
var olabilir, öyle ki esitlikten önce özgürlük
diyen liberalizm bu farklari zaten bastan kabul eder. Tüm insanlarin esit degerde ve otoritede
oldugu varsayimini koruyan
liberalizm, bir milyarder satafatli bir satoda yasarken yoksul bir köylünün derme çatma
bir kulübede idare etmeye çalismasini sorun etmez. Liberalizme göre köylülerin özgün
deneyimleri milyarderinki kadar degerlidir. 0 yüzdendir ki liberal yazarlar
yoksul köylülerin deneyimlerine dair uzun romanlar yazarken milyarderler bile
bu romanlari hevesle okurlar.
Broadway ya da Covent Garden'da Sefiller müzikalini
izlemeye gittiginizde, biletleri yüzlerce
dolara satilan ön koltuklardaki seyircilerin toplam varliginin milyar dolarlara
vardigini bilirsiniz
ve ayni insanlar oyunu izlerken, açliktan ölmek üzere olan yegenlerine bir somun
ekmek çaldigi için on dokuz
yil hapis yatan Jean Valjean'a yakinlik duyarlar.
Ayni mantik milyarderlerle yoksul köylülerin
oylarinin birebir ayni sayildigi seçim günlerinde de ise yarar.
Angelina Jolie New York Times'daki yazisinda
genetik testlerin pahaliligina dikkati çekmisti. Jolie'nin yaptirdigi ünlü test,
bugün 3 bin dolara mal oluyor (ve buna meme ameliyati, estetik ameliyat ve yan
tedaviler dahil degil). Bugün 1 milyara
yakin insan günde 1 dolardan az, 1,5 milyar kadar insan da 1 ila 2 dolar
arasinda kazaniyor. Her geçen gün artan ekonomik uçurum bir yana, hayatlari
boyunca çalissalar bile asla 3 bin
dolarlik bir test yaptiramayacak milyonlarca insan var.
20l6'nin basi itibariyla dünyadaki en zengin
altmis iki insanin
varligi en yoksul 3.6
milyarinkine tekabül ediyor! Dünya nüfusunun 7.2 milyar oldugu düsünüldügünde, altmis iki
milyarderin, toplam nüfusun yarisinin varligina sahip oldugu anlamina geliyor bu. DNA
testinin maliyetleri zamanla düsecek gibi görünüyor ancak bir yandan yeni ve daha pahali
prosedürler gelistirilmeye devam
ediliyor. Eski tedaviler zamanla kitleler için daha ulasilabilir hale gelecek
olsa bile elitler birkaç adim önde olmaya devam edecek. Tarih boyunca varlikli
kesim sosyal ve siyasi avantajlara sahipti ama hiçbir zaman zenginleri
yoksullardan ayiran biyolojik bir ayrim olmamisti.
Ortaçag aristokratlari damarlarinda üstün
mavi kanin aktigina ya da Hindu
Brahminleri herkesten daha zeki olduklarina inanirdi ama bunlarin hepsi
kurmacaydi. Gelecekte üst siniflarla toplumun geri kalani arasinda acilan
fiziksel ve bilissel yetenek
uçurumlarina rastlayabiliriz.
BILINÇ OKYANUSU
Yeni DINLERIN Afganistan magaralari ya da Ortadogu medreselerinden
dogmasi pek mümkün görünmüyor. Yeni dinler arastirma laboratuvarlarinda büyüyüp
serpilecekler.
Sosyalizm nasil buhardan ve elektrikten mütesekkil bir kurtulus vaadiyle
dünyayi ele geçirdiyse, tekno-dinler de algoritmalara
ve genlere dayali bir kurtulus vaadiyle dünyayi fethedebilir.
Radikal Islam ve fanatik Hristiyanlik üzerinde
dönen tüm tartismalara ragmen, dini açidan
dünyadaki en ilgi çekici yer ISID'in kontrol ettigi bölgeler ya da ABD'nin Incil Kusagi olarak
adlandirilan muhafazakâr güneyi degil, Silikon Vadisi'dir. Yüksek teknoloji
gurularinin teknoloji odakli, tanrisiz bu yeni cesur dini iste burada
mayaliyorlar. Mutluluk, baris, refah, hatta
ebedi yasam gibi kadim
sözleri, ilahi varliklar degil teknoloji araciligiyla sunuyorlar. Üstelik tüm bunlari
ölümden sonra yerine bu dünyada vaat ediyorlar.
Homo sapiens'in tarihsel görevini yerine getirdigini ve
gelecekte bir yeri olmadigini onaylarken, daha üstün bir insan
modeli olan Homo deus'u yaratmak için teknolojiyi kullanmamiz
gerektigi sonucuna
varir. Homo deus insani özelliklerinin bir kismini koruyacak
ve en karmasik algoritmalara
karsi kalesini koruyabilmesini saglayacak sürümü yükseltilmis fiziksel ve
zihinsel yetilerin de keyfini sürecektir.
Zekâ bilinçten ayrildigi ve bilinci
olmayan zeka tehlikeli bir hizla ilerledigi için insanlarin oyunda kalabilmelerinin
yolu, yorulmadan kendi zihinlerinin sürümünü de yükseltmelerinden geçiyor.
Bilissele Devrim 70 bin yil önce Sapiens'in
zihinsel yapisini degistirerek önemsiz bir
Afrika maymununu dünyanin hükümdari haline getirdi.
Tekno-hümanizme göre genlerimizde degisiklik yaparak ve
beynimizdeki baglantilari yeniden
yapilandirarak ikinci bir bilissel devrimi ateslemek mümkün olabilir. Birinci Bilissel Devrim’in
zihinsel yenilikleri Homo sapiens’e öznelerarasi aleme giris izni verdi ve bizi
gezegenin hâkimi yapti. Ikinci bilissel devrim de Homo
deus'a hayal bile edilemeyecek yeni alemlerin anahtarini teslim
ederken bizi de galaksinin lordlarina dönüstürebilir.
Korkunun Kokusunu Aliyorum
Tekno-hümanizm en sonundainsanlarin sürümlerini düsürebilir. Sistem,
süper-insan meziyetlerine sahip olmalarindan korktugu için degil, sistemin ayagina dolanarak onu
yavaslatacak rahatsiz
edici insan özelliklerinden kurtulmasi için sürümleri düsmüs insanlari tercih
edebilir.
Her çiftçinin de bildigi gibi sürüde
sorun çikaran genelde en akilli keçilerdir, bu nedenledir ki Tarim
Devrimi de hayvanlarin zihinsel yetilerinin düsük olduguna inanilmasini bu
kadar önemser.
Tekno-hümanistler tarafindan hayal edilen
ikinci bilissel devrim bize
aynisinin yaparak, hiç görülmemis bir hizda veri aktarip isleyebilen, rüya
ve süpheden yoksun,
dikkatini toplayamayan insan dislileri üretebilir.
Milyonlarca yildir gelismis sempanzelerdik.
Gelecekteyse haddinden büyük, battal boy karincalara dönüsebiliriz…
Kendimizi dinlememizi ögütleyen hümanist
tavsiye pek çok insanin hayatini karartirken, dogru kimyasalin dogru dozda kullanimi
milyonlarca insanin ruh halini ve iliskilerini düzeltmis durumda. Bazi
insanlarin kendini dinleyebilmesi, ancak içinde bagrisip duran sesleri
susturmasiyla mümkün olabilir.
Modern psikiyatriye göre pek çok "iç
ses" ve "özgün arzu" nörolojik hastaliklar ve biyokimyasal
dengesizliklerin bir yan ürünü olmaktan ibarettir. Klinik depresyondan mustarip
insanlar, biyokimyasal bir bozukluk yüzünden her seyi karanlik camlar
ardinda gördükleri için umut vaat eden kariyerlerden ya da saglikli iliskilerden vazgeçiyorlar.
Bu yikici sesleri dinlemektense susturmak daha hayirli olabilir.
VERI DINI
Dataizm kendi gelisim süreci
içinde geleneksel ögrenme piramidini tersyüz ediyor. Veri yakin
zamana kadar zihinsel faaliyetin uzun zincirindeki ilk halka olarak kabul
görüyordu. Insanlar veriyi
damitarak bilgiye, bilgiyi kavrayisa, kavrayisi bilgelige çevirmekle
yükümlüydü.
Ancak insanlarin devasa veri akisiyla artik bas edemedigine inanan Dataistler
bu izlegin takip edilemedigini, datanin bilgiye
dönüsemedigini, kavrayisin ve bilgeliginse ortada kaldigini düsündüler. Böylece veri
isleme görevinin insan
beyninden katbekat üstün kapasiteli elektronik algoritmalara devredilmesi
gerektigi sonucuna vardilar.
Aslinda bu durum, Dataistlerin insanin kavrayisina ve bilgeligine süpheyle yaklasmasinin, Büyük Veri
ve bilgisayar algoritmalarini daha güvenilir bulmasinin sonucuydu.
Dataizm iki temel disiplinle köklü iliskiler kurar: bilgisayar
bilimleri ve biyoloji. Bu iki disiplinden biyolojinin
daha ön planda oldugunu söyleyebiliriz.
Verinin hacmi ve hizi arttikça
seçimler, siyasal partiler ve meclis gibi saygin kurumlar, etik
disi olduklari için
degil, veriyi
yeterince hizli isleyemedikleri için köhnelesir.
Bu kurumlar, siyasetin teknolojiden daha
hizli degistigi bir dönemde dogmustur. Sanayi Devrimi
19. Ve 20. Yüzyillarda, siyasetçi ve seçmenlerin kendi
rotalarini belirleyerek teknolojik gelismenin bir adim önünde olmalarini saglayacak kadar yavas gelisme göstermistir.
Siyasetin ritmi, buhar gücünün revaçta oldugu günlerden bu yana
pek degismezken, teknoloji
birinci vitesten dördüncü vitese geçti bile. Teknolojik devrimler siyasi
ilerlemeyi hizla geride birakirken hem milletvekillerinin hem de seçmenlerin
kontrolü kaybetmesine neden oluyor.
Bürokrasi önündeki veri daginin altinda ezilen
devlet kaplumbagasinin, teknoloji tavsanini yakalamasina
imkâni yok.
ABD Ulusal Güvenlik Ajansi (NSA) her
kelimenizi takibe almis olabilir. Ancak
ülkenin dis politikasindaki
basarisizliklardan
anlayacagimiz üzere,
Washington'dakiler ellerindeki tüm bu veriyle ne yapacagini bilmiyor.
ABD'nin durumu rakibinin elindeki tüm kartlari bilmesine ragmen, her turda
kaybeden bir poker oyuncusuna benziyor.
Tarihte ilk kez bir devlet, dünyada neler
olup bittigine dair bu kadar çok
bilgiye sahip oldugu halde bu kadar
beceriksizce her seyi eline yüzüne bulastirmayi basarmistir.
Önümüzdeki yillarda teknolojinin hizli
davranarak siyasetten rol çalacagi internet benzeri devrimlere imza
atmasini bekleyebiliriz. Yapay zekâ ve biyoteknoloji, hâlâ siyaset radarimizda
minik bir sinyalden ibaret olsa da yakinda toplumlarimizi, ekonomilerimizi (ve
tabii bedenlerimizi ve zihinlerimizi de) elden geçirecek.
Siradan seçmen demokratik mekanizmanin artik
onlari yetkin kilmadigini hissetmeye
basliyor. Dünya,
seçmenlerin gözü önünde çepeçevre degisiyor ve onlar bu degisimin neden ve nasil
gerçeklestigini anlayamiyor. Güç
ellerinden kayip giderken bu gücün nereye gittigini bilmiyor. Ingiliz
seçmen
bu gücün kendi
ellerinden kayip Avrupa Birligi’ne göç ettigini düsündügünden Brexit lehine
oy kullandi. ABD seçmenleri tüm gücün "kurulu düzenin" tekelinde olduguna inandigi için yerlesik düzene farkli
açilardan karsi çikan Bernie
Sanders ve Donald Trump gibi adaylari destekledi.
Üzücü olan su ki kimse tüm bu
gücün nereye gittigini bilmiyor. Ingiltere Avrupa Birligi’nden çiktiginda ya da Trump
Beyaz Saray’i aldiginda, sonuçta
güç siradan seçmenin eline geri dönmeyecek!
Gelecegimizi piyasa güçlerine emanet etmek
tehlikelidir çünkü bu güçler insanligin ortak çikarlari yerine piyasanin
çikarlarini savunacaktir. Piyasanin eli, görünmez oldugu kadar kördür, eger denetimden muaf
olursa küresel isinma tehdidi ya da yapay zekanin tehlike potansiyeli karsisinda basarisiz olur.
Tüm bu isleyisin ardinda ipleri elinde tutan
birileri olduguna dair genel bir
inanis var. Demokrat
politikacilarin ya da otokrat despotlarin yerine dünyayi gizlice yöneten bir
milyarderler zümresinin her seyi kontrol ettigini düsünüyorlar. Sistemin
karmasikligini hafife alan
bu tip komplo teorileri hiçbir yere varmaz. Gizli odalarda purolarini tüttürüp
viskilerini yudumlayan birkaç milyarderin, birakin dünyayi kontrol etmeyi, olup
biten her seyi anlamasina bile
imkân yoktur.
Sonuç olarak insan evladi geçtigimiz 70 bin yilda
önce yayildi, daha sonra farkli gruplara ayrildi ve nihayetinde yeniden birlesti. Gelgelelim bu
birlesme süreci bizi basladigimiz noktaya geri
götürmedi. Insan topluluklari
bugünün kasabasinda bir araya geldiginde, yol boyunca toplayip gelistirdikleri araçlarin,
düsüncelerin ve davranislarin essiz mirasi da onlara
eslik ediyordu. Bugün
modern kilerlerimiz Ortadogu’nun bugdayi, And Daglari’nin patatesi, Yeni Gine'nin sekeri ve Etiyopya'nin
kahvesiyle dolup tasiyor. Ayni sekilde dilimiz,
dinimiz, müzigimiz ve siyasetimiz
de gezegenin her kösesinden toplanmis mirasla
zenginlesmis durumda.
Eger insan türü sahiden tek bir bilisim sisteminden
ibaretse, bunun son çiktisi ne olabilir? Dataistler bunun, Nesnelerin Interneti adi verilen,
yeni ve çok daha etkin bir bilisim sistemi oldugunu öne sürüyor. Homo sapiens'in sonu
bu sistem tamamlandiktan sonra gelecek.
Bilgi Özgür Kalmak Istiyor
Tipki kapitalizm gibi Dataizm de yoluna
tarafsiz bir bilimsel teori olarak baslamis olsa da giderek dogruyu ve yanlisi belirleme
iddiasi tasiyan bir din olma
yolunda ilerliyor. Bu dinin en yüce degeriyse "bilgi akisi". Eger yasam bilginin
devinimiyse ve biz yasamin iyi olduguna inaniyorsak, o
halde evrendeki bilgi akisini arttirmamiz,
derinlestirmemiz ve yaymamiz
gerekir.
Dataizme göre insan deneyimleri kutsal degildir ve Homo
sapiens yaratilisin zirvesi olmadigi gibi Homo
deus'un öncüsü de olamaz. Insanlar zamanla
gezegenimizin sinirlarini asip galaksiye hatta tüm evrene yayilacak
“Nesnelerin Internetini” yaratma
amaciyla kullanilan araçlardan ibarettir. Bu kozmik bilisim sistemi, adeta
Tanri gibi her yerde olacak ve her seyi kontrol edecek, insanlarinsa sisteme
dahil olup onunla kaynasmaktan baska sansi kalmayacaktir.
ABD neden Sovyetler Birligi’nden
daha hizli büyüdü? Çünkü bilgi ABD’de daha
serbest dolasiyordu. Peki,
ABD’liler Nijeryalilara göre neden daha saglikli, daha varlikli ve mutlu? Tabii ki
bilginin özgürlügü sayesinde.
Yani daha iyi bir dünya yaratmak istiyorsak, veriyi özgür kilmaliyiz.
Kaydet, Yükle, Paylas
Voltaire gibi düsünürlerin döneminde
hümanistler, "Tanri insanin hayal gücünün bir
ürünüdür," diyordu.
Dataizm, hümanizmi kendi silahiyla
vuruyor: "Tanri'nin insanin hayal gücünün
bir ürünü oldugu dogru, ancak insanin
hayal gücü de biyokimyasal algoritmalarin bir ürünü."
18. yüzyilda hümanizm tanri merkezci dünya
görüsünü insan
merkezci bir yaklasima dönüstürerek Tanri’yi disladi. 21.
yüzyila geldigimizdeyse Dataizm,
insanlari dislayarak insan
merkezci yaklasimi veri
merkezci bir görüse dönüstürecek gibi duruyor.
Dataist devrim birkaç yüzyil sonra degilse bile önümüzdeki
yetmis seksen yil
içinde gerçeklesebilir. Sonuçtan
hümanist devrim de bir gecede gerçeklesmedi. Insanlar uzun süre iman etmeye devam
ederek insan evladinin Tanri tarafimdan bir tür ilahi amaç için yaratildigini öne sürdüler
ve bu yüzden insan kutsaldir dediler. Uzunca bir zaman sonra insanlar, kendi
varliklarinin basli basina kutsal oldugunu ve Tanri'nin
aslinda var olmadigini dile getirme
cesaretini gösterebildi.
Benzer sekilde bugünün Dataistleri
Nesnelerin Internetinin kutsalligini, insanlarin
ihtiyaçlarina hizmet etmek için insanlar tarafindan yaratilmis olmasina
dayandiriyor. Zamanla Nesnelerin interneti de kendi basina kutsalligini ilan
edecektir.
Insan merkezci dünya görüsünün yerini veri
merkezci bir yaklasima devretmesi, tipki
tüm önemli devrimler gibi, sadece felsefi degil uygulamaya dönük bir devrimle gerçeklesecek.
"Insanin Tanri'yi icat
ettigini" söyleyen hümanist
görüs önemliydi çünkü
uygulamaya dönük genis kapsamli imalar
tasiyordu. "Organizmalar birer
algoritmadir" diyen Dataist görüs de ayni ölçüde önemli
çünkü günden güne uygulamada karsilik bulmaya basliyor. Fikirler
dünyayi, davranislari etkileyebildigi ölçüde degistirebilir.
“Kim oldugunu mu bilmek
istiyorsun?” diye
sorar Dataizm. “O zaman dag tepe dolasmayi birak. DNA
dizilimini analiz ettirdin mi? Hayir mi? Daha ne bekliyorsun? Hemen git ve
yaptir. Büyükanneni, anneni, babani ve kardeslerini de götür,
onlarin verileri de son derce degerli…”
Sonuçta yasama gerçekten genis bir pencereden
bakabilirsek tüm sorunlar ve gelismeler birbirine bagli üç sürecin
gölgesinde kalacak:
Bilim tüm toplumu, organizmalarin
algoritmalar ve yasamin veri isleme süreci olduguna ikna eden bir
dogma olma yolunda ilerliyor.
Zekâ bilinçle yollarini
ayiriyor. Bilinci olmayan ama yüksek zekali algoritmalar yakinda bizi
bizden daha iyi bilecek.
HOMO DEUS
Yarinin Kisa Bir
Tarihi
Yuval Noah HARARI
Çeviri: Poyzan Nur Taneli
Kolektif Kitap