Bu kitap: hilafetin
nasil meliklige, yani
zulme, saltanata, kralliga dönüstügünü,
Islam’in ilk yillarinda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefati üzerine
baslayan hilafet dönemi yani adaletli yönetimin bazi
menfaatçilerin
elinde nasil son buldugunu, dört halife ile sultanlar/melikler arasindaki
farklarin
neler oldugunu ve dört
halife ile sultanlarin nasil is basina geldigini, Islam ümmetine hainlerin, bozguncularin, arabozucularin
nasil girdigini, Hz.
Osman ve Hz. Hüseyin’in niçin ve kim tarafindan sehit edildigini, Sii mezhebinin nasil ortaya çiktigini,
Siileri diger mezheplerden ayiran özelliklerini,
hilafetin zamanla nasil saltanata dönüstügünü,
dinin siyasetten ne zaman ayrildigini,
ümmetin
nasil
eli kiliç tutan kan emici zorbalarin boyundurugu altina girdigini, biatin yerini itaatin neden aldigini,
Islam ümmetinin neden dagildigini, anlatiyor.
Ömer b. Hattab
(r.a), Selman (r.a)’a bir defasinda; “ben
halife miyim yoksa melik miyim?” diye sordu. O da “eger Müslümanlarin topraklarindan bir dirhem kadar veya bir dirhemden daha az ya
da daha çok vergi alip onu hakki olmayan bir yere harcarsan sen halife degil meliksin.” diye cevap verdi.
Burada meliklik
olarak bahsedilen sey
krallik
olgusudur. Halifelik ile kralligi
birbirinden ayiran en önemli fark; halife sadece hak olani alir ve onu hak
eden yere ulastirir/harcar.
Melik ise insanlara zulmeder. Halkan haksiz yere vergi toplar ve onu yandaslarina, zevkine harcar. Halifelik yalnizca dini ihya
etmek degildir, ayni zamanda yöneticiligi de Müslümanlarin yararlarini gözetleyerek
sürdürmektir. Ahiret olgusu ve Allah korkusu halifelerin inanislarindan oldugundan krallarin yaptigi
hatalardan ve yanlislardan
korkarlar. Zaten dört büyük halifeye bakildiginda,
halifeligin kendilerine getirecegi sorumluluklari yerine getiremeyeceklerinden dolayi
halifelik görevini isteyerek veya heves ederek almamislardir.
Halifelik ve
meliklige isim olarak örnek verecek olursak: Hz. Ömer (r.a) halifelik
yaptigi
dönemde
herhangi bir müminin hakkina girmemeye çalisti. Devletin tüm hazinesi kendi elinde oldugu halde O yamali elbise giyer ve su testisini bile kendi tasirdi.
Hz. Ömer (r.a); “Eger ömrüm uzar da Müslümanlara hizmet edersem Aden diyarindaki çobana dahi
bu maldan hak ettigi ulasacaktir.” demesi O’nun ne kadar adaletli bir sekilde ülkesini yönettiginin bir kanitidir. Öte yandan Yezit b. Abdulmelik’in
halife oldugu dönemde
sivil makamlar ve askeri rütbeler satilmis ve bu paralari kendi zevkine ve arkadaslarina harcamistir.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) vefat ettiginde kendisinden sonra kimin yönetici (halife) olacagina
dair herhangi bir vasiyet birakmamistir. Ancak namazlarda kendisinin yerine Hz. Ebubekir (r.a)’i
naip tayin etmesi sahabeler arasinda Hz. Ebubekir (r.a)’in hilafeti hak ettigi hükmünü dogurdu. Peygamber Efendimizin (s.a.v) ölümünden sonra
basa gelen halifeler Islam ümmetine sizan hainler ile mücadele ettiler. Nitekim
Hz. Ebubekir (r.a) döneminde ümmet, üç
yil boyunca dinden dönen Bedevilerle savasmistir. Hz. Ömer (r.a) döneminde ise ümmet genisledi ve kalkindi. Ancak Hz. Ömer (r.a) vefat edip Hz. Osman (r.a)’in
halife olarak tayin edilmesinin ardindan Ümeyyeogullari O’nun etrafini sararak Hz. Osman (r.a)’i kontrol eden bir grup
kurdular. Daha sonra da Hz. Osman (r.a)’i bahaneler bularak sehit ettiler. Islam toplulugundaki bu iç huzursuzluk Hz. Ali (r.a) döneminde de devam etti.
Peygamber Efendimizden (s.a.v) sonra Islamiyet’in merkezinde meydana gelen bu olaylarin
temelinde su hususlarin
yattigi
bilinmelidir: “Islam diyarinin genislemesiyle Islamiyet’i seçen kabilelerin bedevilik ve cahiliye asabiyetinden
uyanmalari, Peygamber Efendimizin
(s.a.v) yaninda çok bulunmamalarindan
dolayi O’nun hayat tarzini ve ahlakini alamadiklari, ayrica Islam Devleti büyük bir gelisme ve genisleme kaydedince bunlar kendilerini Muhacir ve Ensar
ile Islam’a ilk giren sahislarin emri altinda buldular ve bu durumu içlerine
sindiremediler; çünkü kendilerini nesepleri ve sayilarinin çoklugu bakimindan daha üstün ve yöneticilikte daha çok hak sahibi görüyorlardi. Bu yüzden Kureys Kabilesini kötüleyip haksizliga ugradiklarini söyleyerek
otoriteyi sarsmaya çalismislardir.”
Hz. Osman (r.a)’in
sehit edilmesinde diger sahabeler hiç ses çikartmamislar, O’nu koruma/kollamaya çalismamislardir. Bu durum Hz. Ali (r.a)’ye yapilan baski ve
tehditlerde de degismemistir. Bunun nedeni ise Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali
(r.a)’nin Islam ümmeti
arasinda
olusan bu fitne durumunun daha da alevlenmesinin önüne
geçmek,
iç
savasin
çikmasinin engellenmesini önlemeye çalismalaridir.
Hz. Ali (r.a) alicenap,
yigit, mert ve cesaretli bir sahsiyetti. Hz. Ali (r.a) Ehl-i Beyt’ten ayni
zamanda Peygamber Efendimizin (s.a.v)’in akrabasidir. Peygamber Efendimiz “Ben kimin efendisi isem Ali de onun
efendisidir.” diyerek Hz. Ali (r.a)’ye verdigi degeri göstermistir. Hz. Osman (r.a)’in öldürülüp yerine Hz. Ali
(r.a)’nin halife olmasiyla ümmet görüs ayriligina
düstü. Ancak Hz. Ali (r.a) bu karanlik ortamin üzerine
günes gibi dogdu. Ümmetin dagilmamasi
için
cani
pahasina
çok
yogun ugraslar verdi. Ancak hainler Hz. Ali (r.a) aleyhine propaganda yaptilar ve ugraslari sonucu Hz. Hüseyin’i sehit ettiler. Böylece hilafetin, Ehl-i Beyt’in, Hz. Ali (r.a)’nin
sonra da onun çocuklarinin hakki oldugunu söyleyen Sii mezhebi kuruldu. Sii mezhebinin diger mezheplerden ayiran özellikleri
sunlardir:
1. Halifelerin seçimle isbasina gelmesi
2. Sünnet, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den sahih
senetle nakledilen bütün haberlerdir. Sia ise Ehl-i Beyt disindaki sahabelerin rivayetlerini kabul etmez.
3. Hz. Ali (r.a) soyundan gelenler Sii’lere göre masumdurlar ve kendilerini herkesten daha üstün
görürler.
4. Bir konu hakkinda ümmet ikilige düstügü
zaman ümmetin
alimleri toplanir ve konu hakkinda ittifak kurulunca hüküm baglayici olur. Sii’lere göre ise bir kimsenin imam oldugu konusunda ya da görüsün
imama ait oldugu hususunda
ittifak edildigi zaman baglayici olur.
Islamin
ilk yillarinda meydana gelen is bu fitne hadiseler günümüze kadar süregeldi. Ayrica bu fitne atesi Islamiyet’in güzelliklerine, katlanilan fedakarliga/cefakarliga gölge düsürmüs, ilk Müslümanlarin bu ugurda çektigi acilari unutturmustur. Bunun üstüne halen birileri çikip Islamiyet’in sanli tarihini eli kanli zalimlere mal ediyor.
Hasan en-Nedevi
sultanlarin dini siyasetten nasil ayirdiklarini özetle söyle
anlatiyor:
“Sultanlar gerek dini ilim gerekse de
siyasi bilgi bakimindan yeterli degildiler. Bu
yüzden siyaset ve yönetimi zorla ellerine aldilar ve sadece ihtiyaç
duyduklarinda alimlere basvurdular. Alimleri
diledikleri zaman çikarlari dogrultusunda
kullandilar, diledikleri zaman da onlara baski kurdular. Böylece
siyaset dinden uzaklasti. Ayrica iki
tabaka ortaya çikti. Biri din adamlari digeri ise
siyaset adamlari. Bu iki kesim günümüze kadar sürekli birbirleriyle
çekisme halinde
bulundu.”
Ne zaman ki
hilafet baskici bir saltanata dönüstü o zaman düzen ümmete çok zor gelmeye basladi. Bu durumdan kurtulmak için yapilan iyilestirmeler ve düzenlemeler kar etmedi, ümmet zalim bir meligin eline düstü. Baski ve zulüm ümmetteki bütün cesaret ve özgür
iradeyi bitirdi. Dinin siyasetten ayrilmasi, aslinda dinin siyasete boyun egmesi, dine samimi duygularla baglanan insanlarin inançlarinin istismar edilmesi demektir. Ne zaman zulüm ve
baski Islam dünyasini esir aldi o zaman biatin ismi itaat oldu. Sahabenin biri Peygamber
Efendimiz (s.a.v)’e serden
nasil
korunmasi
gerektigini sordugunda Peygamber Efendimiz (s.a.v) ona “kiliçtir diye zannediyorum.” dedi.
Yazar bu hadisten zulüm yapanlarla harp etmek gerektigi manasini çikarmaktadir.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde; “Benim
ümmetim içinde hilafet otuz yildir. Ondan sonra meliklik gelecektir” demistir. Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman
(r.a) ve Hz. Ali (r.a)’nin hilafetlerinin toplami otuz yildir. Dolayisiyla bu
dört halifeden sonrasi melikliktir. O günden sonra günümüze kadar meliklik
ümmetin basina hep bela oldu. Sûra
olmasi gereken yönetim biçimleri babadan ogula geçti, henüz dogmamis çocuk bile veliaht olarak tayin edildi. Din ile yetistirilmeyen çocuk; sultanligi,
sadece antlasmalara imza
atmak, korkutucu nutuklar atmak ve haremde kadinlarla zaman geçirmek
olarak anladi. Bundan dolayi da basa gelen sultan halkini
iyi yönetemedi,
zimmetine mal geçirdi, adaletli yönetim sergilemedi, halkin çektigi acilari umursamadi, isyan ve baskaldiri basladi, sonucunda ise ölümler meydana geldi. Böylelikle ümmet içinde fitne
tohumlari hiç kurumayacak sekilde yeserdi.
Babadan ogula veya aile içinden birinin geldigi sultanlik sanki Hz. Ebubekir (r.a)’in Hz. Ömer (r.a)’i
veliaht olarak tayin etmesinin tabii bir uzantisiymis gibi sunuldu. Oysa Hz. Ebubekir (r.a) ümmet içinde
bu isi en iyi yapabilecegine inandigindan
Hz. Ömer
(r.a)’i halife olarak tayin etmisti. Halbuki sultanlarin çocuklarini
veliaht olarak tayin etmelerindeki tek gaye iktidari
kendi sülalelerinde
tutmaktir.
Hz. Ebubekir (r.a)’in Hz. Ömer (r.a)’i halife olarak atamasi ile bir sultanin
çocugunu veliaht olarak tayin etmesi arasinda büyük
farklar vardir. Birinde halife yönetime en ehil, en adaletli kisiyi seçiyor. Digerinde ise iktidar tutkusu var. Hz. Ömer (r.a)
kendinden sonra gelecek olan halifeyi ümmetin seçmesi gerektigine kanaat getirdi. Ancak sayilari çok olan kabilelere
mensup sahislarin daima seçilebilecegi düsüncesiyle
önceki
halifenin seçmis oldugu alti
kisiden birinin seçilecegi karari alindi. Böylelikle hem yönetime ehil sahislari halife olabilecek, hem de meydana gelen haksizliklara
engel olunacakti.
Baski ve zulüm ile
halki kendine itaat ettiren melike yapilan övgü, sevgi içten degildir. Hakikatte dostluklari aldiklari paralardir. Ibn Haldun’un melikler ve emirler için
söyledigi su söz melikleri özetleme açisindan bize fikir veriyor: “Kentlinin serveti artinca sultanlar ve krallar ona yaranmakta yarisirlar, içten içe de zenginligini kiskanirlar.
Insanoglunun dogasinda düsmanlik oldugu için gözlerini onun
elindekine dikerler. Malinda onunla yarisirlar, bunda mümkün olan her yola
basvururlar. Ta
ki kuyularini kazip, yönetime karsi açikça suçlu duruma
getirirler ve malini kendi ellerine geçirirler. Hükümdarliklara ait kanunlarin ekseri
zalimdir; çünkü ‘adelet-i mahza’yi gözeten ancak ser’i hilafettir.”
Devletin çöküs ve toplumlarin çözülüs sebeplerinden biri de konfor düskünlügüdür.
Konforizm ahlaki bozuklugu
beraberinde getirir. Konforizm nüfusun istismari ve haksiz yere kazançla saglanir. O mali yolsuzluk çöplügünde
biten çiçektir.
Ibn Haldun konu ile ilgili; “Sonra istila baslar ve gittikçe büyür, sultanlik
devasa bir hale gelir. Konforizme davet eder. Harcamalar arttikça artar. Sultan
ve yönetim tabakasindaki diger kimselerin
kisisel
harcamalari fazlalasir; hatta bu halka
da bulasir. Bu da
askerin maaslarini arttirilmasina ve görevlilerin
erzaklarinin fazlalastirilmasi gerekliligini dogurur. Böylece
konforizm büyür, harcamalar ve israf artar. Halkta ayni müsriflikle davranir;
zira halk hükümdarlarinin dini üzeredir. Sultan bunun üzerine ek vergiler
kaymaya baslar. Ne var
ki konforizm, hep mala daha fazla ihtiyaç olarak döner, böylece vergiler
yetmez. Devlet halki artik iyice sikbogaz etmeye baslar ve elini dogrudan halkin malina uzatir.” diyerek konformizmi tanimlamistir.
Son dönemde Müslüman
yazarlar içerisinde en beligi ve Müslümanlarin hali hakkinda en bilgini olan Seyh Hasan en-Nedvi’nin sesine kulak verelim;
“Sultanlik dönemi doguda uzunca
bir süre devam etti. Arkasinda bu ümmetin yasayisinda, kültüründe ve ahlakinda kalintilar birakti. Arap kütüphanesinde eserler
birakti. Konusan bu eserlerden
biri ‘Bin Bir Gece’ kitabidir. Bu kitap o dönemi çok güzel tasvir eder. Bu
dönem Islami bir dönem degildi. Makul ve tabii bir dönem de degildi. Hatta tam aksine Islam o yapiyi yikmak için gelmistir. Bu kötü
giden durumun birakin devam etmesi, bir gün bile kalmamasi gerekirdi. Eger tarihin uzunca bir dönemini teskil ediyorsa bunun nedeni ya ümmetin gaflet
içinde olmasi, ya ona
mecbur birakilmasi ya da Islam’in zayif,
cahiliyenin güçlü olmasindan idi. Ama Islam’in günesi isidikça, suur uyandikça ve ümmet muhasebe-i nefis yaptikça pörsüyüp yok
olmaya mahkûmdur. Biliniz ki, o kötü dönem bitti. Kimse kendisini kandirip da
kirilip yok olan bir tekerlege gönül baglamasin. Sultanlik –tabiri caizse- yagi tükenmis, fitili yanmis bir kandildir. Erken bir sönmeye yüz tutmustur, sönmesi için bir siddetli
rüzgara gerek yoktur. O öyle bir gemidir ki ümmetin ve Araplarin hayri, o gemi
batip kendileri de bogulmadan onu
terk etmektir.”
HILAFET VE SALTANAT
ABDUSSELAM YASIN
DIVAN KITAP