HILAFET VE SALTANAT

HILAFET VE SALTANAT

Fevzi BOZKURT
Politika


Bu kitap: hilafetin nasil meliklige, yani zulme, saltanata, kralliga dönüstügünü, Islam’in ilk yillarinda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefati üzerine baslayan hilafet dönemi yani adaletli yönetimin bazi menfaatçilerin elinde nasil son buldugunu, dört halife ile sultanlar/melikler arasindaki farklarin neler oldugunu ve dört halife ile sultanlarin nasil is basina geldigini, Islam ümmetine hainlerin, bozguncularin, arabozucularin nasil girdigini, Hz. Osman ve Hz. Hüseyinin niçin ve kim tarafindan sehit edildigini, Sii mezhebinin nasil ortaya çiktigini, Siileri diger mezheplerden ayiran özelliklerini, hilafetin zamanla nasil saltanata dönüstügünü, dinin siyasetten ne zaman ayrildigini, ümmetin nasil eli kil tutan kan emici zorbalarin boyundurugu altina girdigini, biatin yerini itaatin neden aldigini, Islam ümmetinin neden dagildigini,  anlatiyor.
Ömer b. Hattab (r.a), Selman (r.a)’a bir defasinda; “ben halife miyim yoksa melik miyim?” diye sordu. O da “eger Müslümanlarin topraklarindan bir dirhem kadar veya bir dirhemden daha az ya da daha çok vergi alip onu hakki olmayan bir yere harcarsan sen halife degil meliksin. diye cevap verdi.
 
Burada meliklik olarak bahsedilen sey krallik olgusudur. Halifelik ile kralligi birbirinden ayiran en önemli fark; halife sadece hak olani alir ve onu hak eden yere ulastirir/harcar. Melik ise insanlara zulmeder. Halkan haksiz yere vergi toplar ve onu yandaslarina, zevkine harcar. Halifelik yalnizca dini ihya etmek degildir, ayni zamanda yöneticiligi de Müslümanlarin yararlarini gözetleyerek sürdürmektir. Ahiret olgusu ve Allah korkusu halifelerin inanislarindan oldugundan krallarin yaptigi hatalardan ve yanlislardan korkarlar. Zaten dört büyük halifeye bakildiginda, halifeligin kendilerine getirecegi sorumluluklari yerine getiremeyeceklerinden dolayi halifelik görevini isteyerek veya heves ederek almamislardir.
 
Halifelik ve meliklige isim olarak örnek verecek olursak: Hz. Ömer (r.a) halifelik yaptigi dönemde herhangi bir müminin hakkina girmemeye çalisti. Devletin tüm hazinesi kendi elinde oldugu halde O yamali elbise giyer ve su testisini bile kendi tasirdi. Hz. Ömer (r.a); “Eger ömrüm uzar da Müslümanlara hizmet edersem Aden diyarindaki çobana dahi bu maldan hak ettigi ulasacaktir. demesi O’nun ne kadar adaletli bir sekilde ülkesini yönettiginin bir kanitidir. Öte yandan Yezit b. Abdulmelikin halife oldugu dönemde sivil makamlar ve askeri rütbeler satilmis ve bu paralari kendi zevkine ve arkadaslarina harcamistir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefat ettiginde kendisinden sonra kimin yönetici (halife) olacagina dair herhangi bir vasiyet birakmamistir. Ancak namazlarda kendisinin yerine Hz. Ebubekir (r.a)’i naip tayin etmesi sahabeler arasinda Hz. Ebubekir (r.a)’in hilafeti hak ettigi hükmünü dogurdu. Peygamber Efendimizin (s.a.v) ölümünden sonra basa gelen halifeler Islam ümmetine sizan hainler ile mücadele ettiler. Nitekim Hz. Ebubekir (r.a)  döneminde ümmet, üç yil boyunca dinden dönen Bedevilerle savasmistir. Hz. Ömer (r.a) döneminde ise ümmet genisledi ve kalkindi. Ancak Hz. Ömer (r.a) vefat edip Hz. Osman (r.a)’in halife olarak tayin edilmesinin ardindan Ümeyyeogullari Onun etrafini sararak Hz. Osman (r.a)’i kontrol eden bir grup kurdular. Daha sonra da Hz. Osman (r.a)’i bahaneler bularak sehit ettiler. Islam toplulugundaki bu iç huzursuzluk Hz. Ali (r.a) döneminde de devam etti. Peygamber Efendimizden (s.a.v) sonra Islamiyetin merkezinde meydana gelen bu olaylarin temelinde su hususlarin yattigi bilinmelidir: Islam diyarinin genislemesiyle Islamiyeti seçen kabilelerin bedevilik ve cahiliye asabiyetinden uyanmalari, Peygamber Efendimizin (s.a.v) yaninda çok bulunmamalarindan dolayi O’nun hayat tarzini ve ahlakini alamadiklari, ayrica Islam Devleti büyük bir gelisme ve genisleme kaydedince bunlar kendilerini Muhacir ve Ensar ile Islama ilk giren sahislarin emri altinda buldular ve bu durumu içlerine sindiremediler; çünkü kendilerini nesepleri ve sayilarinin çoklugu bakimindan daha üstün ve yöneticilikte daha çok hak sahibi görüyorlardi. Bu yüzden Kureys Kabilesini kötüleyip haksizliga ugradiklarini söyleyerek otoriteyi sarsmaya çalismislardir.
Hz. Osman (r.a)’in sehit edilmesinde diger sahabeler hiç ses çikartmamislar, Onu koruma/kollamaya çalismamislardir. Bu durum Hz. Ali (r.a)’ye yapilan baski ve tehditlerde de degismemistir. Bunun nedeni ise Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (r.a)’nin Islam ümmeti arasinda olusan bu fitne durumunun daha da alevlenmesinin önüne geçmek, iç savasin çikmasinin engellenmesini önlemeye çalismalaridir.
Hz. Ali (r.a) alicenap, yigit, mert ve cesaretli bir sahsiyetti. Hz. Ali (r.a) Ehl-i Beyt’ten ayni zamanda Peygamber Efendimizin (s.a.v)’in akrabasidir. Peygamber Efendimiz “Ben kimin efendisi isem Ali de onun efendisidir.” diyerek Hz. Ali (r.a)’ye verdigi degeri göstermistir. Hz. Osman (r.a)’in öldürülüp yerine Hz. Ali (r.a)’nin halife olmasiyla ümmet görüs ayriligina düstü. Ancak Hz. Ali (r.a) bu karanlik ortamin üzerine günes gibi dogdu. Ümmetin dagilmamasi için cani pahasina çok yogun ugraslar verdi. Ancak hainler Hz. Ali (r.a) aleyhine propaganda yaptilar ve ugraslari sonucu Hz. Hüseyini sehit ettiler. Böylece hilafetin, Ehl-i Beyt’in, Hz. Ali (r.a)’nin sonra da onun çocuklarinin hakki oldugunu söyleyen Sii mezhebi kuruldu. Sii mezhebinin diger mezheplerden ayiran özellikleri sunlardir:
1.    Halifelerin seçimle isbasina gelmesi
2.    Sünnet, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den sahih senetle nakledilen bütün haberlerdir. Sia ise Ehl-i Beyt disindaki sahabelerin rivayetlerini kabul etmez.
3.    Hz. Ali (r.a) soyundan gelenler Siilere göre masumdurlar ve kendilerini herkesten daha üstün görürler.
4.   Bir konu hakkinda ümmet ikilige düstügü zaman ümmetin alimleri toplanir ve konu hakkinda ittifak kurulunca hüküm baglayici olur. Siilere göre ise bir kimsenin imam oldugu konusunda ya da görüsün imama ait oldugu hususunda ittifak edildigi zaman baglayici olur.
Islamin ilk yillarinda meydana gelen is bu fitne hadiseler günümüze kadar süregeldi. Ayrica bu fitne atesi Islamiyetin güzelliklerine, katlanilan fedakarliga/cefakarliga gölge düsürmüs, ilk Müslümanlarin bu ugurda çektigi acilari unutturmustur. Bunun üstüne halen birileri çikip Islamiyetin sanli tarihini eli kanli zalimlere mal ediyor.
Hasan en-Nedevi sultanlarin dini siyasetten nasil ayirdiklarini özetle söyle anlatiyor: “Sultanlar gerek dini ilim gerekse de siyasi bilgi bakimindan yeterli degildiler. Bu yüzden siyaset ve yönetimi zorla ellerine aldilar ve sadece ihtiyaç duyduklarinda alimlere basvurdular. Alimleri diledikleri zaman çikarlari dogrultusunda kullandilar, diledikleri zaman da onlara baski kurdular. Böylece siyaset dinden uzaklasti. Ayrica iki tabaka ortaya çikti. Biri din adamlari digeri ise siyaset adamlari. Bu iki kesim günümüze kadar sürekli birbirleriyle çekisme halinde bulundu.
Ne zaman ki hilafet baskici bir saltanata dönüstü o zaman düzen ümmete çok zor gelmeye basladi. Bu durumdan kurtulmak için yapilan iyilestirmeler ve düzenlemeler kar etmedi, ümmet zalim bir meligin eline düstü. Baski ve zulüm ümmetteki bütün cesaret ve özgür iradeyi bitirdi. Dinin siyasetten ayrilmasi, aslinda dinin siyasete boyun egmesi, dine samimi duygularla baglanan insanlarin inançlarinin istismar edilmesi demektir. Ne zaman zulüm ve baski Islam dünyasini esir aldi o zaman biatin ismi itaat oldu. Sahabenin biri Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e serden nasil korunmasi gerektigini sordugunda Peygamber Efendimiz (s.a.v) ona “kiliçtir diye zannediyorum.” dedi. Yazar bu hadisten zulüm yapanlarla harp etmek gerektigi manasini çikarmaktadir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde; “Benim ümmetim içinde hilafet otuz yildir. Ondan sonra meliklik gelecektir” demistir. Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (r.a)’nin hilafetlerinin toplami otuz yildir. Dolayisiyla bu dört halifeden sonrasi melikliktir. O günden sonra günümüze kadar meliklik ümmetin basina hep bela oldu. Sûra olmasi gereken yönetim biçimleri babadan ogula geçti, henüz dogmamis çocuk bile veliaht olarak tayin edildi. Din ile yetistirilmeyen çocuk; sultanligi, sadece antlasmalara imza atmak, korkutucu nutuklar atmak ve haremde kadinlarla zaman geçirmek olarak anladi. Bundan dolayi da basa gelen sultan halkini iyi yönetemedi, zimmetine mal geçirdi, adaletli yönetim sergilemedi, halkin çektigi acilari umursamadi, isyan ve baskaldiri basladi, sonucunda ise ölümler meydana geldi. Böylelikle ümmet içinde fitne tohumlari hiç kurumayacak sekilde yeserdi.     
Babadan ogula veya aile içinden birinin geldigi sultanlik sanki Hz. Ebubekir (r.a)’in Hz. Ömer (r.a)’i veliaht olarak tayin etmesinin tabii bir uzantisiymis gibi sunuldu. Oysa Hz. Ebubekir (r.a) ümmet içinde bu isi en iyi yapabilecegine inandigindan Hz. Ömer (r.a)’i halife olarak tayin etmisti. Halbuki sultanlarin çocuklarini veliaht olarak tayin etmelerindeki tek gaye iktidari kendi sülalelerinde tutmaktir. Hz. Ebubekir (r.a)’in Hz. Ömer (r.a)’i halife olarak atamasi ile bir sultanin çocugunu veliaht olarak tayin etmesi arasinda büyük farklar vardir. Birinde halife yönetime en ehil, en adaletli kisiyi seçiyor. Digerinde ise iktidar tutkusu var. Hz. Ömer (r.a) kendinden sonra gelecek olan halifeyi ümmetin seçmesi gerektigine kanaat getirdi. Ancak sayilari çok olan kabilelere mensup sahislarin daima seçilebilecegi düsüncesiyle önceki halifenin seçmis oldugu alti kisiden birinin seçilecegi karari alindi. Böylelikle hem yönetime ehil sahislari halife olabilecek, hem de meydana gelen haksizliklara engel olunacakti.
Baski ve zulüm ile halki kendine itaat ettiren melike yapilan övgü, sevgi içten degildir. Hakikatte dostluklari aldiklari paralardir. Ibn Haldunun melikler ve emirler için söyledigi su söz melikleri özetleme açisindan bize fikir veriyor: “Kentlinin serveti artinca sultanlar ve krallar ona yaranmakta yarisirlar, içten içe de zenginligini kiskanirlar. Insanoglunun dogasinda düsmanlik oldugu için gözlerini onun elindekine dikerler. Malinda onunla yarisirlar, bunda mümkün olan her yola basvururlar. Ta ki kuyularini kazip, yönetime karsi açikça suçlu duruma getirirler ve malini kendi ellerine geçirirler. Hükümdarliklara ait kanunlarin ekseri zalimdir; çünkü ‘adelet-i mahza’yi gözeten ancak seri hilafettir.
Devletin çöküs ve toplumlarin çözülüs sebeplerinden biri de konfor düskünlügüdür. Konforizm ahlaki bozuklugu beraberinde getirir. Konforizm nüfusun istismari ve haksiz yere kazançla saglanir. O mali yolsuzluk çöplügünde biten çiçektir. Ibn Haldun konu ile ilgili; “Sonra istila baslar ve gittikçe büyür, sultanlik devasa bir hale gelir. Konforizme davet eder. Harcamalar arttikça artar. Sultan ve yönetim tabakasindaki diger kimselerin kisisel harcamalari fazlalasir; hatta bu halka da bulasir. Bu da askerin maaslarini arttirilmasina ve görevlilerin erzaklarinin fazlalastirilmasi gerekliligini dogurur. Böylece konforizm büyür, harcamalar ve israf artar. Halkta ayni müsriflikle davranir; zira halk hükümdarlarinin dini üzeredir. Sultan bunun üzerine ek vergiler kaymaya baslar. Ne var ki konforizm, hep mala daha fazla ihtiyaç olarak döner, böylece vergiler yetmez. Devlet halki artik iyice sikbogaz etmeye baslar ve elini dogrudan halkin malina uzatir.” diyerek konformizmi tanimlamistir.
Son dönemde Müslüman yazarlar içerisinde en beligi ve Müslümanlarin hali hakkinda en bilgini olan Seyh Hasan en-Nedvi’nin sesine kulak verelim;
 
“Sultanlik dönemi doguda uzunca bir süre devam etti. Arkasinda bu ümmetin yasayisinda, kültüründe ve ahlakinda kalintilar birakti. Arap kütüphanesinde eserler birakti. Konusan bu eserlerden biri ‘Bin Bir Gece’ kitabidir. Bu kitap o dönemi çok güzel tasvir eder. Bu dönem Islami bir dönem degildi. Makul ve tabii bir dönem de degildi. Hatta tam aksine Islam o yapiyi yikmak için gelmistir. Bu kötü giden durumun birakin devam etmesi, bir gün bile kalmamasi gerekirdi. Eger tarihin uzunca bir dönemini teskil ediyorsa bunun nedeni ya ümmetin gaflet içinde olmasi, ya ona mecbur birakilmasi ya da Islam’in zayif, cahiliyenin güçlü olmasindan idi. Ama Islam’in günesi isidikça, suur uyandikça ve ümmet muhasebe-i nefis yaptikça pörsüyüp yok olmaya mahkûmdur. Biliniz ki, o kötü dönem bitti. Kimse kendisini kandirip da kirilip yok olan bir tekerlege gönül baglamasin. Sultanlik –tabiri caizse- yagi tükenmis, fitili yanmis bir kandildir. Erken bir sönmeye yüz tutmustur, sönmesi için bir siddetli rüzgara gerek yoktur. O öyle bir gemidir ki ümmetin ve Araplarin hayri, o gemi batip kendileri de bogulmadan onu terk etmektir.
 
                         HILAFET VE SALTANAT 
                          ABDUSSELAM YASIN
                               DIVAN KITAP
 

Benzer Kitaplar