Son
yillardaki yaygin anlayisa göre,
basarinin
sirri
sadece istemekte yatiyor.
Oysa bu dogru
degildir.
Hiç kuskusuz "basaran"lar
"isteyen"ler arasindan
çikar, ancak her isteyen basarili
olamaz. Basarili
ve mutlu bir hayat için
kisinin,
istemenin ötesinde, kendi gerçeklerini fark
etmesi ve onlarin pesinden gitmesi gerekir. Bu kitap basari konusunda, is
ve özel hayattaki yaygin anlayis
disinda,
farkli ve çarpici
yaklasimlar getiriyor.
HAYALINI YORGANINA GÖRE UZAT
Insanlar hayatlari boyunca hayaller kurar, bitmek tükenmek bilmeyen istek ve arzulara
sahiptir ve bunlari gerçeklestirmek isterler.
Hayatlarina söyle bir baktiklarinda basari hikâyeleri ile dolu bir geçmis görmek ister ve bu
basarilari elde etmek için ugrasirlar iste tüm bunlar için; Mutlu sona nasil ulasilir? Istek ve hayallerine ulasmak için nasil bir yol
izlemelidir? Basarili bir hayat için nasil bir rota çizmelidir? Gibi kolay ama detayli
birkaç soruya cevap vermelidir. Bu sorulara pek çok kisinin farkli yaklasimlari olmustur. Biz bu yaklasimlari ve kendi dogrularimizi degerlendirecek olursak;
Insan hayallerinin pesinden gitmelidir. Kisi hayalinden vazgeçmez ve çok çalisirsa mutlaka
hedefine ulasir. Geçtigimiz dönemlerde yayimlanan The Secret (Sir) kitabinin ana düsüncesini "Bolluk içinde yasadigini hayal etmek bollugu çekmek için yeterlidir." Cümlesiyle özetleyebiliriz. Kitaptaki iddiaya göre bu, herkes için her seferinde geçerlidir. Bundan
çikarmamiz gereken sonuç amacimiza ulasmak için herhangi bir çabaya,
emek vermeye, egitime, çalismaya, mücadeleye gerek kalmadigidir, oysaki mantikli bir sekilde düsündügümüzde bu anlatilanlara inanmasi zor, ancak kitabin gördügü ilgi
birçoklarinin bu iddiaya inandigini gösteriyor. "Istersen basarirsin" yaklasimi, günümüzde motivasyonel kitap ve
konusmacilarin, dershaneler ve özel egitim kurumlanin ve siyasi
partilerin slogani ve vaadidir.
Bu vaatlerin hepsinin ortak noktasi, az çabayla hayal edilen sonucu
almaktir. Basarili kisiler ve olaylar karsisinda alinmis olumlu sonuçlar örnek gösterilerek "istemek" ve
"hayallerin pesinden gitmek"
gerektigi mesajini güçlendirilir. Bu beklenti kisiye kisa bir süre için
umut verse de bir süre sonra yasanan, büyük bir hayal kirikligidir. Gerçekten de verilen örneklere ve anlatilan hikâyelere bakinca
bunlar akla yakin gelebilir. Ancak bu çok temel bir yanilgidir ve psikolojide
buna "Barnum etkisi" denir. Barnum 19. yüzyilin ikinci yarisinda
ABD'de yasamis bir sirk animatörü, bugün de devam eden bir sirk imparatorlugunun kurucusudur Kolay basarinin en ilgi uyandiran yollarindan biri, bundan 35 yil kadar önce Bulgar bir bilim adami tarafindan ortaya atilan "uykuda ögrenme" yöntemiydi. Özellikle uyuyarak yabanci dil ögrenmek, birçoklari tarafindan mucizevî bir
kesif olarak görülmüs ve denenmisti. Bu girisimin bilimsel arastirmacilarca ortaya çikan sonucu
"uykunun bozulmasi"ndan baska bir sey degildi.
Hayal tacirlerine göre, basarinin bir modeli vardir ve bu modeli
izleyen herkes basarili olabilir. Isteklerimizi elde etmek için sadece hayal etmek ve istemek degil azim ve kararlilik
gereklidir ancak azmin ve
kararliligin ise yaramasi için, kisinin yeteneginin oldugu bir alanda bunlari göstermesi gerekir. Eger kisi yatkinliginin olmadigi bir alanda çaba harciyorsa, bunun sonucu derin bir yetersizlik ve suçluluk duygusudur.
Bu olumsuz duygulari yasamamizin ve
gayretlerimizin sonuç vermemesinin iki ana sebebi vardir.
Birincisi, pesinden gidilir ve kuvvetle istenirse hayallerin gerçeklesecegi yanilgisidir.
Ikincisi ise bilgi, beceri ve yetenek arasindaki farki bilmemektir.
Basarmak için hayal etmek ve istemek, azim
ve kararlilik önemlidir. Ancak eksiktir. Isin püf noktasi yani bizi hayallerimize
ulastiracak detay, yetenegin oldugu
alana odaklanmaktir.
Çünkü böyle oldugu zaman kisi basarmak
için
gereken disiplini gösterir ve aldigi olumlu sonuçlar karsisinda takdir görür, bu sayede yeni kazandigi davranislar gelisir,
pekisir ve ancak o zaman hayallere
ulasmak mümkün olur. Aksi takdirde kisinin yeteneginin
olmadigi alanda gösterdigi azim ve çaba bosa gider. Sonuçta kisi kendini takdir ve deger görmeyen, hayal kirikligina ugramis veya suçluluk duygulariyla degerlendirir. Basarili, mutlu, bilinçli ve uyumlu bir hayata
hayaller pesinden kosularak ulasilamaz;
ancak böyle
bir hayat hayal degildir.
Bunun için kisinin öncelikle gerçeklerini fark etmesi ve
onlarin pesinden gitmesi gerekir. Bu yolda hedefe varanlar,
hayat karsisinda belirgin bir tutuma
sahiptir.
Bu tutumun dört özelligi vardir:
1-Yaptigi ise yürekten adanma,
2-Olumlu ve yapici tutum,
3-Basari yönelimi ve yenilikçilik
4-Iliskileri
yönetme
ve baskalariyla iyi geçinme becerileri.
Basariyi, "kisinin hayatta kendisine koydugu hedefe ulasmasi" olarak iyi ve genis bir sekilde tanimlayabiliriz. Isteyen
basarili olmasi için, basarabilecegi
alanlara yönelmesi
ve bütün enerjisini o alana
odaklamasi
gerekir. Zamani olumlu kullanma seminerlerinde vurgulanan "Dünyadaki tüm insanlara demokratik olarak verilmis olan tek sey, zamandir. Bütün insanlarin aylarinda 30, haftalarinda 7 gün vardir. Bir günlerinde 24 saat, bir saatlerinde de 60 dakikalari vardir..." buradan su sonuca varabiliriz. Yüksek
performansin ve basarinin temelinde zamanin degil, enerjinin kullanilis biçimi yatiyor. Zaman, ancak enerjiye dönüstügünde anlam kazanir.
Bir günde kaç saat oldugu bellidir ve bunu
degistiremeyiz, ancak sahip oldugumuz enerjinin
miktari, niteligi ve nasil kullanildigi tamamiyla bize baglidir. Kisilerin hayattaki basarisi, mutlulugu ve kalitesi, enerjilerinin miktarina, bunu nereye ve
hangi seviyede odakladiklarina baglidir. En iyi
odaklanma sekli yürekten adanma adini alir ve kisa vadeli kisisel çikarlarimizin
ötesinde bir amaca odaklanmadir ve büyük bir bedensel enerji, duygusal baglanma, zihinsel yogunlasma ile manevi degerlere uygun
odaklanmayi gerektirir.
Yürekten adanma, bir ise baslamadan önce, isi yaparken ve isi bitirdikten
sonra ayni hazzi, heyecani, mutlulugu duyabilmektir. Branslarinda basarili olmus, ismi efsanelesmis sanatçilara veya sporculara baktigimizda ortak noktalarinin yaptiklari ise kendilerini adadiklari oldugunu görürüz. Basarinin kilidi olan yürekten adanma, birbiriyle iliskili dört çesit enerji kaynagini dogru yönetip kullanarak olusur. Sahip oldugumuz fiziksel, zihinsel,
duygusal ve manevi enerji kaynaklarimizin hayattaki varlik nedenimize ve uzun vadeli hedeflerimize yönelik
kullanilmasi bizim kendimizden, is ve özel hayatimizdan memnuniyet duymamizi
saglar. Bütün bu farkli enerjilerin
kapasiteleri çok fazla ya da yetersiz kullanmayla azalir.
Bu sebeple enerji tüketiminin, enerji yenilenmesiyle denk olmasi
gerekir. Insanlarin çogu kendilerinde mevcut olan enerjinin sinirsiz oldugunu, hiç bitmeyecegini zanneder. Oysa
yas ilerledikçe kapasite azalir, kapasitenin yeniden yukari seviyeye
çikmasi için çaba harcamak gerekir. Nasil ki bedensel enerjimizi ve kaslarimizin
kapasitesini artirmak için düzenli egzersiz yapmak gerekiyorsa, eristigimiz seviyeyi korumak için de bilinçli olarak dinlenme
ve yenilenmeye ihtiyaç vardir, zihinsel, duygusal ve manevi kapasitenin artirilmasi
da kendilerine özgü egzersizlerle mümkündür. Basariya ulasmada önemli bir faktör ise strestir, stres,
insanin ruh ve bedensel sinirlarinin zorlanmasidir, stres olusturan bir olay, aslinda
bedensel, zihinsel, duygusal ve manevi kapasitemizi gelistirmek gibi bir etkiye sahiptir. Buradan sunu söyleyebiliriz; her türlü gelismenin ve
ilerlemenin temelinde stres vardir.
Basariya ulasmada ritüellerin önemi büyüktür. Hayatimizda sürekli yüksek performans
gösterip, verimli oldugumuz bir alana
bakarsak bunun gerçeklesmesini belirli aliskanliklarimizin sagladigini görürüz, iste bu içimizdeki degerlerin ortaya çikardigi, sürekli yapa geldigimiz, artik otomatik hale
gelen davranislarimiza Ritüel diyoruz. Ritüeller yüksek bir hedefe yöneliktir, düzenli bir sekilde tekrarlanir, üst seviyede yapilanmistir. Mesela, dinleri binlerce yildir ayakta tutan, ayni sekilde askeri
uygulamalari amacina ulastiran hep ritüellerdir. Ritueller, çok az bilinçli
enerji kullanilarak enerjinin daha yaratici ve stratejik alanlara kaydirilmasina
imkan saglar. Hayatin isteklerinin artmasi ve ilerleyen yas, kisinin tüm sorumluluklarini yerine getirmesini ve kapasitesini bütünüyle hayata yansitmasini engeller. Bunu asmak için yapilacak ilk is bir hedef tanimlamaktir.
Benzer sekilde potansiyelimizi hayata aktarmak, özel ve is hayatimizda mutlu ve basarili olmak, yani daha elit
bir yasam için sorulmasi gereken ilk soru sudur: "Öz degerlerimle uyumlu
bir yasam için enerjimi nasil kullanmaliyim?" Ikinci adim "Realiteleri
kabullenmek"tir. Bunun için, 'Enerjimi su an nasil kullaniyorum?" sorusuna cevap bulunmalidir. Bu yaniti
bulmak için güvenilir veriler toplanmalidir. Degisimi saglamak için üçüncü adim, "harekete geçmektir". Bunun için de kisi "kim oldugu"yla, "kim olmak istedigi" arasindaki farki kapatmalidir. Çünkü kisinin "kim
olmak istedigi", kullanacagi enerji miktarini, gücünü, odagini ve kalitesini
belirler. Seçilmis bir hayat yasamaya
layik oldugunuzu düsünüyorsam kendimizi isimize adamali, hayatimizdaki önem verdigimiz kisiye yürekten
baglanmali ve yasama karsi
olumlu ve yapici bir tutum sergilemeliyiz.
Olaylar karsisinda verecegimiz seçilmis tepkiler,
seçilmis karsiliklar almamiza neden olacak
ve biz kendi seçtigimiz
hayati yasamis olacagiz.
Seçilmemis ve rastgele tepkiler ise
seçilmemis ve rastgele karsiliklar almamiza sebep olur ve bu da kendimize,
katlanmak zorunda olacagimiz gelisigüzel bir yasam sunar. Sonuçta, herkes hak ettigi ve layik oldugu gibi yasar. Bu
sebeple insan, farkinda olarak veya olmayarak, neyi hangi oranda hak ettigine ve neye layik olduguna kendi karar verir. Mc. Clelland'in uzun seneler süren çalismalarinin sonucunda, basarili kisileri diger insanlardan ayiran baslica yetkinligin temelinde bir
motivasyonun, daha dogrusu basari yöneliminin oldugunu fark etmistir.
Basari yönelimi yüksek kisiler harici bir zorlama olmadan hep
daha iyiyi yapmak için sürekli çaba gösterirler. Yasam enerjileri yüksek, iyimser ve çözümleyicidirler. Basari yönelimi yüksek kisiler; yaptigi isin sonuçlarini somut olarak almak ister. Sonuca ulasmamis isin onlar açisindan anlami yoktur. Sinirlari zorlayan, fakat basarilabilir ve orta düzeyde risk ihtiva eden isleri seçerler. Kendini denemekten hoslanirlar, ama basari ihtimali olmayan ve gerçeklerle bagdasmayan durumlardan da geri durur. Yüksek basari güdüsüne sahip kisiler, yaptigi isin onaylanmasini, gerekirse elestirilmesini isterler.
Verdigi emegin degerlendirilmesini ve karsilik bulmasini bekler. Böylece basarisini ölçme ve hedeflerini
hâlihazir ortama uyarlama imkani bulur. Basari güdüsü yüksek kisi isine asiri derecede baglidir ve isine gömülür.
Bir isi yarida birakmaktan rahatsiz olur, isten basini kaldirmayi istemez. Bir
isin meydana getirilmesinin ve
sonuçlandirilmasinin sorumlulugunu üstlenir. Basari yönelimi yüksek insanlarin önemli bir özelligi de proaktif olmalaridir. Proaktif davranis, olaylari istenilen yönde,
daha üst seviyeye dogru degistirme
iradesidir. Bunu yapan kisiler, öteki çalisma arkadaslarindan ayrilarak, daha basarili olur. Basari yönelimi yüksek bireyler firsatlari görür, sorunlari
öngörür ve önler, yaptigini daha iyi yapmaya çalisir, harekete geçer, sabir gösterir ve
hedefe ulasirlar. Kisacasi, basari yönelimli insanlar baslar, devam eder ve sonuca ulasir. Bu açidan basari yönelimi, Iç motivasyonun en
belirgin göstergelerindendir.
Basari yönelimi yüksek kisiler basarilarini, geçmisteki performanslarini kiymetlendirip yaptiklari ilerleme ile ölçerler. Basarilarini, verdikleri emegin karsiligi olarak aldiklari nesnel sonuçlara bakarak degerlendirirler.
Basarilarini, digerlerinin performansiyla karsilastirarak denerler. Basarilarini, amaçlari istikametinde
gerçeklestirdikleri hedeflerle ispatlarlar.
Basarilarini
kendisinden önce kimsenin yapmadigi yeni bir sey
ortaya koyarak gösterirler. Isteyen
herkes basarili olamaz. "Istemek" ile "basarmak" arasindaki farkin sebebi, kisilik özellikleri ve bundan
kaynaklanan bir dizi tutumdur.
Basarili olan insanlarin farkli kisilik özellikleri vardir. "Basari yönelimi" de bu farki olusturan en önemli ögelerden biridir. Bu zaviyeden bakildiginda, çevremizdeki kisileri genel olarak iki gruba ayirabiliriz:
"Basari yönelimli" olanlar ve
"basarisizliktan kaçinma yönelimli"ler. Basarisizliktan kaçinma yönelimli kisiler, yetisme yillarindan baslayarak genellikle emir ve talimatlara uymaya yönlendirilmis, sürekli elestirilmis, inisiyatif almasina imkan saglanmamis, özdenetim kurallarini içsellestirememis kisilerdir. Kendilerini yönlendiren kisinin olmadigi ortamda farkli ve rahat
davranir, fakat onun oldugu anlarda
elestiriden kaçinmak için basarili olmak için çabalarlar. Bu
kisiler basarmayi "çok istediklerini" belirtseler
de, "orta seviye"de kalir ve asla özlenen basariya ulasamazlar. Bunun sebebi basariyi saglayan altyapilarinin olmamasidir.
Basari, önceden tahmini ve bilinmesi çok zor birçok sarta baglidir. Insanin yetenegi ve egitimi yeterli degilse, dogru zamanda dogru yerde bulunmuyorsa, hirs dedigimiz itici içsel güce sahip degilse basarili olamayacagini söylemekte bir sakinca yoktur. Hirsli kisiler digerlerinin baktigina bakar, ancak digerlerinden daha
farkli seyler görürler. Tutkuyla ve siki bir çalismayla imkânsiz gibi görünen seyi gerçeklestirirler.
Mustafa Kemal, Kurtulus Savasi'ni bir mucize olarak
degerlendirenlere sunu söylemistir; "Yapacagim islerin ne oldugunu ve ne olacagini o kadar açik görüyordum ki, bu
milletin bu neticeye ulasacagina kati inancim vardi." Eyleme
geçmek için ani yakalamak çok önemlidir eger dogru zaman kaçirilirsa basari hayal olarak devam eder. Basarili insanlarin ortak özelliklerinden
biri de dünyanin
nereye gittigini görmeleri ve egilimleri fark etmeleridir, egilimleri fark
edebilmek, iyi
bir dinleyici, iyi bir gözlemci olmaya ve sonra da eyleme geçecek girisimcilige ve
cesarete sahip olmaya baglidir. Fakat burada çok dikkatli olunmasi gerektigi unutulmamalidir. Ancak biz genelde yapici, gerçekçi ve girisimci özgüvenle, hayalci, gerçekdisi ve bir bakima savunmaci özgüveni birbirine karistiriyoruz. Sonuç
olarak kendine güveni bazen olur olmaz yerlerde dozunu kaçirdigimiz bir meydan okuma
ve neredeyse bir "kabadayilik" gibi algiliyoruz "Özgüven"in bireysel ve ekip basarisi üzerindeki etkisi tartisilmaz; ancak basariyi devamli kilmak ve Iç huzura sahip
olmak "özsaygi"yla mümkündür. Birbirine çok yakin gibi gözüken bu
iki kavram bazi noktalarda örtüsse de, gerçekte birbirinden
farklidir, ancak bu fark günümüzde giderek göz ardi edilmektedir.
Kendine güven, hayata karsi yapici ve olumlu bir bakis açisini ve kendi gücüne inanmayi gerektirir.
Kendin; saygi ise, kendini ve sinirlarini kabul etmektir. Özsaygi, insanin kendini ve sinirlarini oldugu gibi kabul etmesi ve bundan hosnut olmasiyla ilgilidir. Özsaygi, özgüven gibi dis degerlendirmelere açik olmadigi için basarisizliktan zarar görmez. Kendine saygi, ahlakli davranislarin hayatin her alanina yayilmasiyla kazanilabilir. Birçoklarimizca zannedildigi gibi ahlakli davranis, sadece yazili ve yazili olmayan kurallara
uymak demek degildir. Ahlakli davranis esas olarak
tutarli olmak demektir. Insanlarda ahlaki
gelisim basamaklarini tanimlayan Kohlberg'e göre, en üst düzeyde ahlakli davranis "cezalandirilmamak için kurallara uymak degil, cezalandirilmak pahasina vicdaninin sesini dinlemek
ve kendi ilkelerine uymaktir.
Basariyi
etkileyen diger bir faktör de sanstir. Sans bütünüyle irademizin disinda gelisir. Dogrudan müdahalemiz söz konusu degildir. Piyango ve
loto gibi tesadüfî olaylarda gerçekten sans rol oynar.
Ancak hayat bir piyango degildir. Genetik
piyangodan bahtimiza çikan kaderimizdir, ancak sonucu degistiren, bizim yasam biçimimizdir "Kaderini eline almak", beklentilerini
gerçekçi bir temele oturtmak ve stres kaynaklarini saptayarak bunlara uygun basa çikma yollari gelistirmekle mümkündür. Unutmamak
gerekir ki, her türlü basarinin temelinde stres vardir. Çünkü gerçek basari sinirlarin zorlanmasiyla ortaya çikar.
Sinirlarinin zorlanmasindan
hoslanmayanlar "ortalama"
olarak kalirlar.
Sinirlarini çok fazla zorlayandir ise "tükenirler". Basari, bu iki ucun tam ortasinda, dengede durarak saglanir. Hayat ritminin hizlandigi, is hayatinin çalisanlardan her geçen gün daha fazlasini bekledigi, insanin hayatindaki önemli kisilere karsi yükümlülüklerinin arttigi bir dünya, herkes için yüksek bir stres ortami yaratiyor. Bu streslerle basa çikamamak ise tükenmeye yol açiyor. Tükenme; sagligin zarar görmesi, iliskilerin donuklasmasi ve hayatin anlamini kaybetmesi
sonucuna götürüyor insani.
Tükenmeyi Önlemek; bir iliskiye kuvvetle baglanmak, yaptigi ise kendini yürekten adamak ve hayata karsi olumlu ve yapici bir tutum içinde olmakla mümkündür. Biz dogrudan fark etsek de etmesek de her türlü kararin arkasinda duygularin rolü vardir. Tehlike,
tehdit, risk ve stres arttikça duygularin rolü de artar Yönetim basamaklarinda yükselmek, isi ve insanlari yönetmeye baglidir Baskalarinin duygularini yönetebilmek için, her seyden önce, insanin kendi duygularini yönetebilmesi gerekir. Bunun ilk adimi da, duygulari tanimaktan geçer. Çünkü tanimadigimiz bir seyi yönetmemiz söz konusu olamaz. Kendimizle, baskalariyla ve çevremizle basa çikabilmeyi kolaylastiran, duygulari tanima, anlama ve etkin biçimde kullanma yetenegine biz Duygusal zeka diyoruz.
Duygusal zekânin gerek özel yasamda, gerekse is yasaminda kisinin uyumunu ve etkinligini artirdigini gösteren çok sayida çalisma bulunmaktadir. Bu çalismalar kuskusuz zihinsel yeteneklerin önemsiz oldugu anlamina gelmez; ancak
duygusal zekâ yetkinlikleri, zihinsel yeteneklerin nasil kullanilacagini belirlemekte çok
önemli bir islev üstlenir. Duygusal zekâ tek basina is performansini saglayamaz, ancak performansi belirleyen yetkinliklerin altyapisini olusturur. Baska bir deyisle, yüksek performansi saglayan yetkinliklerin kazanilmasi ve gelistirilmesi, duygusal zekâya baglidir. duygularini yönetmeyi basaran kisiler, "inisiyatif kullanma" ve "basari yönelimi" yetkinliklerini daha kolaylikla gelistirebilirler.
Bir baska deyisle, performansi öngörebilmek için asagidaki duygusal
yetkinlikleri ortaya çikarmak ve ölçmek gerekir. Duygusal zekâ, yasamimizi anlamlandirmak, hayat
kalitemizi yükseltmek ve is performansimizi etkili bir
düzeye çikarmak için büyük önem tasir.
Kendimizin ve baskaldirinin duygularini anlamak ve
yönetmek, is basarisi için gerekli
olan yetkinlikleri kazanmanin ve hayata geçirmenin temelini olusturur. Kendi alanlarinda üstün basari gösteren bu insanlarin iliskilerinde Iki özellik dikkatimi çekti: Birincisi, yaptiklari ise
kendilerini yürekten
adamis olmalari; Ikincisi de, hangi özellikleri iyiyse, enerjilerinin ve
zamanlarinin yüzde 90'ini o Özelliklerini daha da güçlendirmeye odaklamalari. Güçlü yön", belirli bir konuda veya iste, sürekli olarak kusursuza yakin performans demektir. Öte yandan "mükemmel" "Kusurlu”nun karsi kutbu ya da ziddi degildir. Insanlarin kendilerini bir
ise yürekten adamalari potansiyellerinin bütününü hayata yansitmalarina imkân verir. Güçlü
yönünün bütününü ortaya koyamayan kisi
kendisini isine yürekten adayamaz. Hiçbir insan her alanda iyi olamaz, neye odaklanirsak o, gerçegimiz olur.
Yanlisa odaklanmak yanlislari yakalamamiza yol açar, güçlü yönlerimizi hayata yansitmak konusundaki güvenimizi zedeler ve performansimizi olumsuz yönde etkiler. Oysa basari, güçlü yönlerimizi bulmaya ve gelistirmeye baglidir, sürekli olarak eksikleri
telafi etmeye çalismaya degil. Yasam,
eksik yönlerimizi
gidermek konusunda gösterdigimiz umutsuz çaba ve çirpinislardan ibaret olmamalidir. Rosenthal Etkisi veya Kendini Dogrulayan Kehanet de Insanlar sinirlarini, kendilerinden beklenen yönde, en üst düzeyde zorlarlar. "Üst
düzey", kisinin ulasabilecegi nokta olmalidir, eger ondan beklenen bu noktanin üzerindeyse, kisi ulasmasi gereken hedefi imkânsiz olarak algilar ve motivasyonu tamamen yok olur, yüksek kaygi duyar ve basarisizlik kaçinilmaz hale gelir. Insanlarin benlik algisi hayat karsisinda, akademik alanda,
mesleki alanda üç alanda olusur: kisinin özgüvenini yükseltecek ve sorumluluk almasina imkân
saglayacak destekleyici davranislara ihtiyaç gösterir. Sürekli hatalariyla yüzlestirilen kisinin benlik algisi zayiflar, özsaygisi azalir ve sorumluluk almaktan kaçinir. iyi yöneticiler,
iyi spor koçlari, karsilarindakinin neyi iyi yapacagini anlar ve onu iyi ve
yetenekli oldugu yönde tesvik eder. Daha sonra da, "kendini dogrulayan kehanet" ilkesi dogrultusunda, "hakli" çikar. Bunun için insanlara "genelleyici"
bir yaklasimla degil, bireysel olarak, "özellestirici" bir gözle bakmak gerekir. Insanlari gelistiren, özsaygilarini yükselten, potansiyeli
performansa çeviren
ve temas ettikleri kisilerin
hayatlarinda iz
birakanlarin yaptiklari budur. Bu insanlari anne-baba olarak, ögretmen olarak, is lideri olarak, spor koçu olarak, arkadas ve dost olarak hep hatirlanir ve saygiyla anilir. Çünkü kisinin kendi potansiyeline hayran olmasini saglamayi basarmislardir. Hizli hareket edilen ortamlarda sorunlar hemen çözülür.
Her türlü degisiklige aninda ayak uydurmak gerekir.
Degisen sartlara uyum saglayacak kararlari verip degisime yönelmek sanildigi gibi zayiflik degil, esneklik ve güç belirtisidir. Çalisan herkes, "Yaptigim isi daha iyi, daha kaliteli, daha farkli nasil
yapabilirim?" diye sürekli düsünmelidir. Aksi takdirde tarih sayfasindan silinmeye mahkûmdur. Günün sartlarinda bir aralar çok moda
olan "günü yakalamak" artik nostaljik bir deyim olmustur. "Yarini yakalayanlar" her
biri gönülden gelen bir emekle kendi
isinin lideri ve
sürükleyicisi olan, iyimser, yapici ve olumlu düsünenler olacaktir. Girisimcilik; bilgi birikimi, egitim destegi, özendirici ve kolaylastirici sartlarin yaninda, insanin kisilik özelliklerinin de önemsenmesini
gerektiren bir degiskendir.
Yeni nesil kurumsal girisimciler, hali
hazir durumdan vazife çikaran, kendilerine hedef belirleyen ve dis sartlarin zorlamasi olmadan inisiyatif alip ve kullanan kisilerdir. Bu kisiler rollerini
kendileri belirler, sonrasinda kurumsal destek ve onay beklentisine girer,
hedeflerine ulasmak için bütün kaynaklari kullanma yoluna girerler. Proaktif olmak, kisinin çevreyi dogrudan degistirmeye yönelik bir hareket baslatip sürdürme egilimidir. Proaktif özellik tasiyan bireyler, sartlarin onlari sinirlandirmasina razi olmaz. Problem çözme, yaraticilik, yenilikçilik, degisime açiklik yetkinlikleri proaktif davranisi destekler. Yaraticilik, çevreye digerlerinden farkli gözlerle bakmak, yeni fikir ya da yeni baglantilar tespit etmek, sonrasinda da onlari degisik sekillerde birbirine bagdastirmaktir. Yenilikçilik ise bunun çok daha fazlasini içerir.
Yenilikçilikte strateji, uygulama ve sonra da kurum ve Insanlar yararina yeni bir deger olusturma vardir.
Bir arastirmada, milletlerin yaraticilik endeksinde Türkiye ilk on bes ülke içinde bulunmamaktadir. Bu sonuç hiç sasirtici degildir, çünkü Türk kültürünün yaraticiligi destekleyen bir kültür oldugunu söylemek dogru olmaz. Çesitliligi hos gören ve sinerjiye inanan yönetim anlayisi, farkliligi tesvik eden ve zenginlik sayan bir yaklasim, insanlarin yeni
fikirler denemesine ve hata yapmasina izin veren ortam, geçmis basarilarla avunmayan bir özgüven, elestiriye ve sorgulamaya açik bir yapi yaraticiligi gelistirici yöndedir. Gençlik dönemlerinde iyimser olanlar hayatin ileriki
yillarinda daha verimli, saglikli ve uzun yasarlar. Çünkü olumlu duygular beden direncini artirmakta, iyilik
halinin olusmasini gerçeklestirmektedir. Olumlu duygulari bir lüks ya da fantezi olmaktan ziyade en üst düzeyde yasayabilmek ve çalisabilmek için temel gereksinim olarak görmek gerekmektedir.
Insanlarla iletisim kurmak çok önemlidir, fakat
iletisimin çok farkli yönleri vardir. Iletisim kurmak anlasmak anlamina
gelmez, anlasmak için niyet, bilgi ve gayret gereklidir. Kisinin kendisiyle ilgili farkindalik kazandiktan sonra iletisim tekniklerini ögrenmesi, hem
potansiyelini is hayatina yansitmasina hem de ailesi ve dostlariyla doyumlu iliskiler yasamasina ve sonuç olarak kaliteli bir hayat sürdürmesine
imkân saglar.
Çogunlukla birlikte çalisan kisiler ya da birimler, temel meseleler üzerinde anlasamadiklari zaman çatisma yasarlar Sorun,
çatismanin olmasi degil, taraflarca bu çatismanin ele alinma biçimidir. Bir çatismada herkes galip
tarafta olmak Ister. Insanlari çözüm için yanimiza almadigimiz her durumda karsimiza almis oluruz ve o Insanlar enerjilerini sadece, önerilen çözümün hangi sebeple ise yaramayacagini göstermek için kullanirlar. Oysa insanlari yaniniza
aldiginiz zaman, güçlerini sizin çözümünüze katki yapacak biçimde kullanirlar. Türk kültürü, uzlasmayi zaaf ve güçsüzlük olarak algilayan bir kültürdür Türk insani için, ait oldugu toplulugun degerlerinden "taviz" vermek, hatta bazen grubuna
"ihanet" anlamina bile gelebilir. Gruplar ayni hedefe yönelir ve
aralarinda karsitlik yasanmazsa, isyeri kurallarina ve yöntemlerine uygun davranmakta zorlanmazlar ve sonuç saglikli bir rekabet olur. Öte yandan bir grubun hedefi, diger bir grubun
hedefine ulasmasini tehlikeye sokuyorsa, gruplar arasinda çatisma meydana gelir. Çatisma çözme yaklasimlari olan Gerileme, çatisma ortamini terk etmektir. Yoksayma, olayin üstünü örtmek ve sanki her sey yolun-daymis gibi davranmaktir.
Zorlama, taraflardan birinin kazandigi, ötekinin kaybettigi bir savastir. Uzlasma, bir baska deyisle pazarlik, her iki tarafin da bir seylerden vazgeçip karsiliginda istediklerinin hiç degilse bir bölümünü aldiklari bir müzakere biçimidir. Problem çözme, taraflarin birbirleriyle degil de çatismayla yüzlesmeleridir. Her iki tarafi da tatmin edecek yenilikçi çözümler içerir. Is hayatinda çatismanin yikici sonuçlari oldugu kadar, çatismadan kaçinmanin ya da problemi örtbas etmenin de ciddi zararlari olabilir. Insanlar sorunla yüzlesmemek ve sürtüsmeden kaçinmak adina hatalari görmezden gelmeyi
tercih edebilirler. Is ortaminda önemli olan çatismanin olmamasi degil, çatismanin niteligi ve ele alinis biçimidir. Hayatinda degisiklik yapmak ve farklilik getirmek isteyen insanin kendine uyan yöntemi bulmasi, sonra kararli olmasi, daha sonra da
disiplinle dogru eylemleri uygulamasi gerekir.
Olgun Insanin vasiflari; empati, hosgörü, bagislayicilik, sevgi, sabir, sükür ve cömertliktir, gaye
olgun insan olmaktir ve bütün bu anlatilanlarin tamami olgunluk yolunda
atilacak adimlar için yol gösterici niteliktedir. Bunlarin hiçbiri tek basina insanlari basarili ve mutlu kilmaz. Ancak birbirini tamamlayan parçalar olarak bütünün olusmasina katki saglar.