ETKILI INSANLARIN 7 ALISKANLIGI

ETKILI INSANLARIN 7 ALISKANLIGI

Fevzi BOZKURT
Biyografi


Içten Disa
Durumu degistirmek için önce kendimizi degistirmemiz gerektigini kavradik.  Kendimizi etkili bir biçimde degistirmek için de, önce algilarimizi degistirmemiz gerekiyordu.
Algiyla ilgili arastirmalarima ek olarak, 1776’dan bu yana ABD’de yayimlanan basariyla ilgili yayinlari derinlemesine inceliyordum. Çalismalarim beni 200 yil boyunca yazilmis basariyla ilgili yapitlar yoluyla gerilere götürürken, yayinlarin içeriginde sasirtici bir seklin belirmeye basladigini fark ettim.
Son elli yillik sürede yazilmis olan basariyla ilgili kitaplarin çogunun yüzeysel kaldigina gitgide daha çok inanmaya basladim. Bunlar toplumsal imaj bilinci, teknikler ve acil çarelerle; yani, toplumsal yara bantlari ve aspirinlerle doluydu. Buna karsilik, ilk yüz elli yillik süre içinde çikan hemen hemen bütün kitaplar, basarinin temeli olarak Karakter Etigdiye tanimlayabilecegimiz; dürüstlük, alçakgönüllülük, baglilik, ölçülü olmak, cesaret, adalet, sabir, çaliskanlik, yalinlik,  Herkese Iyilik Et seklindeki Altin Kural üzerinde duruyorlardi.
Karakter Etigi, etkili bir yasamin temel ilkeleri oldugunu ve insanlarin, ancak bu temel  ilkeleri ögrenip kendi temel kisilikleriyle bütünlestirdikleri takdirde gerçek basariyla sürekli mutlulugu yakalayabileceklerini ögretti.
Ancak Birinci Dünya Savasi’ndan hemen sonra basariyla ilgili temel görüs açisi, Karakter Etigi’nden Kisilik Etigdiye tanimlayabilecegimiz seye dogru kaydi. Basari daha çok, kisiligin, toplumdaki imajin, tavir ve davranislarin, insanlar arasi etkilesim süreçlerini kolaylastiran beceri ve tekniklerin sonucunda elde edilir oldu. Kisilik Etigi, temelde iki yoldan gelisiyordu:
Biri insan ve halkla iliskilerle ilgili teknikler,
Digeri de pozitif zihinsel tavirdi.
Bu kitaplardan bazilari karakterin, basarinin bir parçasi oldugunu bildiriyor, ama bir temel ve katalizatör oldugunu kabul etmekten çok, onu bölümlere ayiriyordu. Karakter Etigi çogu zaman lafta kaliyordu. Daha çok, çabuk etkileme teknikleri, güç stratejileri, iletisim ustaliklari ve olumlu tavirlar üzerinde duruluyordu.
Kisilik Etigi’yle, Karakter Etigi arasindaki farklari daha derinden düsünmeye basladigimda, esimle birlikte, çocuklarimizin iyi davranislarindan toplum içinde yarar sagladigimizi anladim.
Derin düsünce, inanç ve dualarimiz sayesinde oglumuzu yalnizca ona özgü özellikler çerçevesinde görmeye basladik. Onun içindeki (ancak kendi temposu ve hiziyla ortaya çikabilecek) kat kat potansiyeli gördük. Gevsemeye ve çocugumuzun yolunun üzerinden çekilmeye, onun kendi kisiliginin ortaya çikmasina izin vermeye karar verdik. Dogal rolümüzün oglumuzu takdir etmek,  ona deger vermek ve varliginin zevkini çikarmak oldugunu gördük. Oglumuzu tipatip kendimize benzetmekten ya da onu toplumsal beklentilere göre ölçmekten vazgeçtik. Onu kabul edilebilir bir toplumsal kaliba sokmak için nazikçe, olumlu bir biçimde yönlendirmeye çalismaktan vazgeçtik.
Çocugumuz bu korumayla yetistirilmisti. Bu nedenle baslangiçta biraz aci çekti. Bunu dile getirdiginde, kabullendik, ama eskisi gibi de davranmadik. Dile getirilmeyen mesajimiz suydu: “Seni korumamiza gerek yok. Aslinda sorunlu biri degilsin.” Haftalar ve aylar geçtikçe oglumuz da yavas yavas kendine güven duymaya ve kendisini kanitlamaya basladi. Kendi tempo ve hizina göre gelisti. Standart toplumsal ölçütlere göre-akademik, sosyal ve sportif açilardan-hizla, dogal gelisim süreci olarak tanimlanan seyin çok ötesinde göze çarpan bir gelisme gösterdi. Yillar geçtikçe birkaç ögrenci dernegine baskan seçildi. Dört dörtlük bir atlete dönüstü ve eve “Pek iyi”lerle dolu karneler getirmeye basladi. Her tür insanla korkmadan anlasabilecek çekici ve içtenlikli bir kisilik gelistirdi.
Böylece basari konusunda “Kisilik Etigi”yle “Karakter Etigi” arasindaki yasamsal farki çok kisisel bir düzeyde ögrenmis olduk.
 
Birincil Ve Ikincil Yücelik
Kisilik Etigi’nin ögeleri, yani kisilik gelisimi, iletisimde ustalik egitimi ve etkileme stratejileri ile pozitif düsünce alanindaki ögretilerin yararli olduklarini, hatta bazen basarinin temelini olusturduklarini yadsimak istemiyorum. Aslinda öyledirler. Ama bunlar birincil degil, ikincil özelliklerdir.
Bir defalik ya da kisa süreli insan iliskilerinde isi idare edip, sirinlik ve ustalikla iyi izlenimler birakarak ve baskalarinin ugraslariyla ilgileniyormus gibi yaparak Kisilik Etigi’nden yararlanabilirsiniz. Kisa süreli durumlarda etkili olabilecek, fazla zaman istemeyen kolay teknikler ögrenebilirsiniz. Ama ikincil özelliklerin uzun süreli iliskilerde tek baslarina kalici bir degerleri yoktur. Köklü bir dürüstlük ve temelde güçlü bir karakter yoksa, yasamin çetin sinavlari er ya da geç gerçek amaçlarin yüzeye çikmasina neden olur ve insanlarla iliski konusundaki basarisizlik da, kisa süreli basarinin yerini alir.
Ikincil Yücelik dedigimiz özellige sahip olan; yani, yetenekleriyle toplumda takdir gören birçok kisinin karakteri birincil yücelik ya da iyilikten yoksundur. Bu insanlarin, ister is arkadasi, es, dost, ister kimlik bunalimi geçiren bir gençle olsun, bütün uzun süreli iliskilerinde er ya da geç bunu görürsünüz.
Karakterini bildigimiz için tam anlamiyla güvendigimiz insanlar vardir. Güzel konusmayi bilseler de bilmeseler de, insan iliskileri tekniklerine sahip olsalar da olmasalar da, onlara güveniriz ve onlarla basarili bir biçimde çalisiriz.
Paradigmanin Gücü
Karakter Etigi ile Kisilik Etigi, toplumsal paradigmalara birer örnektir.
Paradigma sözcügü Yunanca’dan gelir. Baslangiçta bilimsel bir terimdi; günümüzde ise daha çok bir model, kuram, algi, varsayim ya da referans kaynagi anlaminda kullaniliyor. Biraz daha genellestirirsek, dünya “görüsü”müzü belirtiyor; gözle görmek degil; algilamak, anlamak ve yorumlamak anlaminda.
Paradigmalardan kastettigimiz seyi anlamanin en basit yolu onlari birer harita gibi görmektir. Hepimiz, “haritanin arazi olmadigini” biliriz. Harita, sadece arazinin bazi belirli özelliklerinin bir açiklamasidir. Iste paradigma da tami tamina budur. Bir kuram, bir açiklama ya da baska bir seyin modelidir.
Diyelim ki Chicago’nun merkezinde belirli bir yere gitmek istiyorsunuz. Kentin yol haritasi, istediginiz yere ulasmaniza yardimci olacaktir. Ama diyelim ki size yanlis harita verildi. Bir baski hatasi yüzünden üzerinde “Chicago” yazili harita aslinda “Detroit”in haritasi. Bos yere nasil didineceginizi, gideceginiz yere varabilmek için göstereceginiz çabanin nasil bosa çikacagini düsünebiliyor musunuz?
Hepimizin kafasinin içinde birçok harita bulunur. Bunlar iki ana gruba ayrilabilirler: Seyleri olduklari gibi gösteren haritalar ya da gerçeklikleri ve seylerin nasil olmalari gerektigini gösteren haritalar ya da degerler. Basimizdan geçen her seyi bu zihinsel haritalara göre yorumlariz.
Hepimiz cisimleri olduklari gibi gördügümüzü, nesnel oldugumuzu düsünürüz. Oysa, durum böyle degildir. Biz dünyayi oldugu gibi degil, oldugumuz gibi görürüz; ya da nasil görmeye kosullandirilmissak, öyle. Gördüklerimizi tanimlayabilmek için agzimizi açtigimiz zaman aslinda kendimizi, algilarimizi ve paradigmalarimizi tanimlariz. Baskalari bizimle ayni fikirde olmadiklari zaman hemen onlarda bir aksaklik oldugunu düsünürüz.
Paradigma Degisiminin Gücü
Paradigma Degisimi terimini ilk kez Thomas Kuhn, son derecede etkili olan ve bir tür dönüm noktasi sayilan “Bilimsel Devrimlerin Yapisi” adli yapitinda kullanmisti. Kuhn, bilimsel alandaki hemen hemen her önemli atilimin, öncelikle gelenekler, eski düsünce biçimleri, eski paradigmalarla olan baglarin kopartilmasi anlamina geldigini gösteriyor.
Ünlü Misirli astronom Batlamyus (Ptolemi) için dünya, evrenin merkeziydi. Ancak Kopernik merkeze Günes’i yerlestirerek bir “Paradigma degisimi” yaratti. Bir hayli direnç ve baskiya da neden oldu. Birdenbire her sey baska türlü yorumlanmaya basladi.
 
Newton’un fizik modeli düzenli bir paradigmaydi ve modern mühendisligin de hala temelini olusturuyor. Ama bütün degildi, tamamlanmamisti. Olacaklari önceden bilme ve açiklayicilik açisindan çok daha üstün bir degere sahip olan Einstein tarzi paradigma, yani görecelik paradigmasi ise bilim dünyasinda bir devrim yaratti.
Bugünkü Amerika Birlesik Devletleri de bir paradigma degisiminin ürünüdür. Yüzyillar boyunca geleneksel hükümet anlayisi, bir monarsiden ibaretti; krallarin tanrisal haklari vardi. Sonra daha farkli bir paradigma gelistirildi: Halkin halk tarafindan ve halk için yönetilmesi. Böylece bir anayasal demokrasi dogdu ve müthis bir insan enerjisi ile zekasinin önünü açarak dünya tarihinde benzeri bulunmayan bir yasam, özgürlük ve bagimsizlik, etki ve umut standardi yaratildi.
Bütün paradigma degisimleri olumlu yönde olmaz. Gördügümüz gibi, Karakter Etigi’nden Kisilik Etigi’ne kayilmasi, gerçek basari ile mutlulugu besleyen o köklerden uzaklastirdi bizi.
Paradigmalar, karakterlerden ayrilamazInsan boyutunda; olmak, görmektir. Hizla kendimizi degistirmezsek, bakis açimizi degistirme konusunda fazla ilerleme kaydedemeyiz. Bunun tersi de dogrudur.
Paradigmalar güçlüdür. Çünkü onlar, arkasindan dünyayi gördügümüz mercegi yaratirlar. Degisim ister birdenbire olsun, ister agir agir, temkinli gelissin; bir paradigma degisimindeki güç, çok önemli bir degisikligin temel gücüdür.
Denizcilik enstitüsü’nün dergisi Proceedings’de Frank Koch anlatmaktadir.
Egitim filosuna verilmis olan iki savas gemisi birkaç gündür kötü hava kosullarinda manevra yapiyorlardi. Ben, en öndeki savas gemisinde görevliydim ve hava kararirken köprüde nöbetteydim. Yer yer sis vardi ve görüs alani dardi. Bu nedenle komutan da köprüdeydi, bütün faaliyetleri denetliyordu.
Karanlik bastiktan kisa bir süre sonra köprünün gözetleme yerinde iskele tarafindaki nöbetçi haber verdi: “Isik. Sancak tarafinda.”
Komutan seslendi: “Dümdüz mü ilerliyor, yoksa kiça dogru mu gidiyor?”
Nöbetçi, “Dümdüz ilerliyor, Komutanim,” diye cevap verdi. Bu, o gemiyle tehlikeli bir çarpisma rotasi üzerinde oldugumuz anlamina geliyordu.
Komutan nöbetçiye emir verdi: “Gemiye mesaj gönder: Çarpisma rotasindayiz. Rotanizi 20 derece degistirmenizi öneriyoruz.”
Karsidan su sinyal geldi: “Rotanizi 20 derece degistirmeniz önerilir.”
Komutan, “Mesaj gönder,” dedi. “Ben komutanim. Rotayi 20 derece degistirin.”
Karsidaki, “Ben deniz onbasiyim, rotanizi 20 derece degistirseniz iyi olur,” diye yanitladi.
Komutan bu arada iyice öfkelenmisti. Hirsla emretti. “Mesaj gönder! Ben bir savas gemisiyim. Rotanizi 20 derece degistirin.”
Karsidaki isiklarla isaret verdi: “Ben bir deniz feneriyim.” Rotayi degistirdik.
Ilkeler, deniz fenerleri gibidir. Onlar, karsi konulamayacak dogal yasalardir. Ilkeler, uygulamalar degildir. Uygulama belirli bir etkinlik ya da eylemdir. Bir durumda ise yarayan bir uygulamanin bir digerinde etkili olacagi kesin degildir. Bunu, ikinci çocuklarini da tipki birincisi gibi büyütmeye çalisan anne ve babalar hemen onaylayacaktir.
Uygulamalar duruma göre belirlenir. Buna karsilik ilkeler, evrensel kapsami olan derin ve temel dogrulardir.
Ilkeler, degerler degildir. Bir hirsiz çetesi bazi degerleri paylasabilir. Ama onlar sözünü ettigimiz temel ilkelere aykiri davranirlar. Ilkeler arazi, degerler ise haritalardir. Dogru ilkeleri degerlendirdigimiz zaman dogruyu elde ederiz; her seyin nasil oldugunu biliriz.
Her türlü yasamda, bir dizi ardisik büyüme ve gelisme evreleri vardir. Bir çocuk dönmeyi, dogrulup oturmayi, emeklemeyi, sonra da yürüyüp kosmayi ögrenir. Her asama önemlidir ve zaman alir. Hiçbirisi atlanamaz.
Ancak büyüme ve gelismemizle ilgili dogal bir süreci atlayarak kestirmeden gitmeye kalktigimiz zaman ne olur? Siradan bir tenisçi oldugunuz halde daha iyi bir izlenim birakmak için ustalarla oynamaya karar verirseniz, sonuç ne olur? Olumlu düsünce tek basina, bir profesyonelle etkili bir maç çikarmanizi saglayabilir mi?
Ya piyanoya yeni baslamis olmaniza karsin, dostlarinizi konser verecek düzeyde oldugunuza inandirirsaniz?
Çogu zaman bilgisizligin kabulü, egitimimiz konusunda atacagimiz ilk adim olur. Thoreau’nun ögrettigi gibi: “Durmadan bilgimizi kullanirken, gelismemiz için gerekli olan bilgisizligimizi nasil hatirlayabiliriz?”
Tenis oynamak ya da piyano çalmak konusunda gelisim düzeyimiz bellidir. Bu konularda rol yapmak da olanaksizdir. Ama karakter ve duygusal gelisim konusunda ayni sey söylenemez. Bir yabancinin ya da bir is arkadasimizin karsisinda “rol yapip”, onu “kandirabiliriz.” Pozlar takinabiliriz. Bir süreligine, en azindan baskalariyla birlikteyken bunu sürdürebiliriz. Hatta kendi kendimizi bile kandirabiliriz. Ama ben, çogumuzun, için için nasil biri oldugunu bildigine inaniyorum ve bence, birlikte yasadigimiz, birlikte çalistigimiz kisiler de bunu bilir.
Yeni Bir Düsünce Düzeyi
Albert Einstein’in dedigi gibi: “Karsilastigimiz önemli sorunlar, onlari yarattigimiz  zamanki düsünce düzeyiyle çözülemez.”
Hem çevremize hem de kendimize baktigimizda ve Kisilik Etigi’yle yasayip hareket ederken yaratilan sorunlari gördügümüzde, bunlarin, yaratildiklari yüzeysel düzeyde çözülemeyecek kadar esasli ve derin sorunlar olduklarini da anlariz. Bu derin kavramlari çözümlemek için yeni, daha derin bir düsünce düzeyine; temelinde, etkili insanin ve etkilesim alanini dogru bir biçimde tanimlayan ilkeler olan bir paradigmaya gerek var.
Etkili Insanlarin Yedi Aliskanligi da, bu yeni düsünce düzeyi üzerinedir. Kisinin kendisiyle ve baskalariyla iliskilerinde etkili olmasini saglayan, merkezinde ilkelerin, temelinde karakterin yattigi ve “içten disa” diye tanimlanacak bir yaklasimdir.
Içten disa” su anlama geliyor: Insan ilk önce kendisiyle; daha da önemlisi, benliginin en iç kismiyla; yani kendi paradigmalari, karakteri ve amaçlariyla baslamalidir ise.
Buna göre:
Mutlu bir evliliginiz olmasini istiyorsaniz, pozitif enerji yayan bir insana dönüsmelisiniz. Negatif enerjiyi güçlendireceginize onu dislamalisiniz.
Daha cana yakin, uyumlu bir çocugunuz olmasini istiyorsaniz, daha anlayisli, empatili, tutarli, sevecen bir anne ya da baba olun.
Isinizde daha rahat ve özgür olmayi istiyorsaniz, daha sorumlu, daha yardimsever, daha fazla katkida bulunan bir eleman olun.
Size güvenilmesini istiyorsaniz, güvenilir bir insan olun.
Yeteneklerinizin taninmasinin saglayacagi ikincil yüceligi istiyorsaniz, önce dikkatinizi birincil olan karakter yüceligine vermelisiniz.
Içten disa” yaklasimi, genel zaferlerden önce özel zaferlerin geldigini; kendi kendimize  söz verip bunlari tutmamizin da, baskalarina söz verip tutmamizdan önce geldigini söyler. Bu yaklasim; kisiligi karakterden önemli saymanin, kendimizi gelistirmeden baskalariyla olan iliskilerimizi gelistirmeye çalismanin bosuna oldugunu açiklar.
Içten disa”, bir süreçtir. Insanin gelismesi ve ilerlemesini denetleyen dogal yasalara  dayanan sürekli bir yenileme sürecidir. Bu, yukariya dogru bir büyüme sarmalidir ve sürekli olarak sorumlu bagimsizlik ve etkili karsilikli bagimliligin daha yüksek derecelerine dogru uzanir.
Içten disa, çogu kisi için dramatik bir paradigma degisimidir. Bunun en büyük nedeni, kosullandirilmanin güçlü etkisi ve Kisilik Etigi’nin günümüzde geçerli olan toplumsal paradigmasidir.
Hem kendi deneyimlerim, hem de binlerce kisiyle çalisirken edindiklerim ve tarihteki basarili insanlari ve toplumlari dikkatle incelemem sonucu su kaniya vardim: Yedi Aliskanligin temsil ettigi bütün ilkeler, zaten benligimizin derinliklerinde, vicdanimizda ve sagduyumuzda bulunuyor. Onlari taniyip gelistirmek ve en derin kaygilarimizla bulusurken hepsinden yararlanmak için baska türlü düsünmemiz, paradigmalarimizi daha yeni, derin ve “içten disa” bir düzeye kaydirmamiz gerekiyor.
Bu ilkeleri anlayip yasamlarimiza katmak için içtenlikle çaba harcarken T.S. Elliot’un su gözlemindeki gerçegi tekrar tekrar kesfedecegimize inaniyorum:
“Arastirmalarimizdan vazgeçmemeliyiz. Bütün arastirmalarimiz bizi sonunda basladigimiz yere götürür ve bu yeri ilk kez tanimaya baslariz.”
YEDI ALISKANLIK
Genel Bakis
Sürekli yaptigimiz sey neyse, biz de oyuz.
O halde mükemmellik bir eylem degil, bir aliskanliktir.  Aristo)
Aliskanliklar yasamimizdaki güçlü etkenlerdir. Tutarli ve çogu zaman da bilinçsiz davranis modelleri olduklari için, her gün sürekli olarak karakterimizi ortaya koyar ve etkili ya da etkisiz olmamiza yol açarlar.
Büyük egitimci Horace Mann’in da söyledigi gibi: “aliskanliklar bir halata benzer. Her gün bir ilmik daha atariz ve çok geçmeden halat koparilamayacak bir duruma gelir.” Ben, bu sözlerin son bölümünü kabul etmiyorum. Koparilabildigini biliyorum. Aliskanliklar ögrenilir de, unutulur da.
Bütün dogal güçler gibi, yerçekimi hem bizimle birlikte, hem de bize karsi çalisir. Bazi aliskanliklarimizin yerçekimi, su ara gitmek istedigimiz yere erismemizi engelliyor olabilir. Ama dünyamizi bir arada, gezegenleri yörüngelerinde tutan ve evrenin düzenini koruyan da, yine yerçekimidir.
“Aliskanliklar” Tanimlaniyor
Burada aliskanligibilgi, beceri ve arzunun kesismesi olarak tanimlayacagiz.
Bilgikuramsal paradigmadir: Ne yapmali ve neden?
Beceri: Nasil yapmali.
Arzu ise, dürtüdür: Yapma istegi.
Bir seyi yasantimizda aliskanlik haline getirmek istiyorsak, bu üçüne de sahip olmaliyiz. Bir aliskanlik yaratmak her üç boyutta çaba harcamayi gerektirir.
Olmak/görmek degisimi, yukariya dogru uzanan bir süreçtir; olmak, görmeyi degistirirken, görmek de olmayi degistirir ve yükselen gelisme sarmalinda ilerledikçe, böylece sürer gider. Bilgi, beceriler ve arzu üzerinde çalisarak yillar boyunca belki de yapay bir güvence kaynagi olan eski paradigmalarla baglarimizi koparabiliriz. Böylece kisisel ve kisiler arasi etkinlik konusunda yeni düzeylere erisebiliriz.
Mutluluk, hiç olmazsa kismen, simdi istedigimiz seyi ileride isteyecegimiz sey ugruna feda edebilme yetenegi ve arzusunun meyvesi olarak tanimlanabilir.
Yedi Aliskanlik, tek tek ya da parçalar halinde moral yükseltici formüllerden olusan bir dizi degildir. Bunlar, dogal gelisim yasalariyla uyum halinde, kisisel ve kisiler arasi etkililigin gelismesinde sürekli artis gösteren, birbirini izleyen ve bir bütün olusturan bir yaklasimdir. Bu aliskanliklar bizi Sürekli Olgunlasma modeli içinde, önce bagimliliktan bagimsizliga, oradan da karsilikli bagimliliga götürür.
Yasamaya, baskalarina tamamen bagimli bir bebek olarak baslariz. Bizi baskalari yönlendirir, besler ve destekler. Bu besleme olmazsa ancak birkaç saat, en fazla birkaç gün yasayabiliriz. Sonra dogumu izleyen aylar ve yillar boyunca, fiziksel, duygusal ve ekonomik açidan gitgide bagimsizlik kazaniriz. Sonunda, basinin çaresine bakabilecek, kendine güvenen, kendi isini görebilecek biri oluruz.
Gelismemiz ve olgunlasmamiz sürerken dogada her seyin birbiriyle karsilikli bagimli oldugunu, toplum dahil, dogayi yöneten bir ekoloji sistemi bulundugunu gitgide daha iyi anlariz. Sonradan, dogamizin en yüksek etki alanlarinin baskalariyla olan iliskilerimizle ilgili oldugunu, yani insan yasaminin da karsilikli bagimlilik oldugunu kesfederiz.
Olgunluk denilen süredurum içinde, bagimlilik, sen paradigmasidir. Benim bakimimi sen üstlenirsin; imdadima sen yetisirsin; yardima gelmeyen sensin; sonuçtan seni sorumlu tutarim.
Bagimsizlik, ben paradigmasidir. Bunu ben yapabilirim. Ben sorumluyum. Ben kendime güvenirim. Ben bir seçim yapabilirim.
Karsilikli bagimlilik, biz paradigmasidir. Biz bunu basarabiliriz. Biz isbirligi yapabiliriz.
Biz yeteneklerimizi ve becerilerimizi birlestirip birlikte daha büyük bir sey yaratabiliriz.
Fiziksel bakimdan bagimsiz olsaydim, kendi basima hareket edebilirdim. Zihinsel açidan kendi düsüncelerimi üretir, bir soyut düzeyden digerine geçebilirdim. Analitik ve yaratici bir biçimde düsünür, düsüncelerimi anlasilacak bir biçimde düzenleyip ifade ederdim. Duygusal açidan kendi kendimi içten onaylardim. Beni iç dünyam yönlendirirdi.
Bagimsizligin, bagimliliktan çok daha olgun bir düzey oldugu kolaylikla anlasilir.
Pek az anlasilan karsilikli bagimlilik kavrami, birçok kisi için bagimlilikla esanlamlidir. Bu nedenle insanlarin çogu zaman bencil nedenlerle eslerini, çocuklarini terk ettiklerini ve her türlü toplumsal sorumluluktan kaçtiklarini görüyoruz. Bütün bunlari bagimsizlik adina yapiyorlar.
Yasam, dogal olarak, birbirine son derece bagimli ayrintilardan olusur. Bagimsizlik yoluyla en yüksek etkinlik derecesine erismeye çalismak, golf sopasiyla tenis oynamaya benzer. Araç, gerçeklige uygun degildir.
Karsilikli bagimlilik çok daha olgun, çok daha gelismis bir kavramdir. Fiziksel açidan karsilikli bagimliysam, kendisine güvenen yetenekli biriyim, ancak sunun da farkindayim: Siz ve ben birlikte çalisirsak, yalniz basima en iyi kosullar altinda basardigim seylerin çok daha fazlasini basarabiliriz.
Karsilikli bagimli biri olarak, özümü diger insanlarla anlamli bir biçimde, derinden paylasma firsati bulurum. Diger insanlarin birikimlerine ve genis kaynaklarina da erisebilirim.
Karsilikli bagimlilik, ancak bagimsiz insanlarin yapabilecegi bir seçimdir. Bagimli insanlar, karsilikli bagimliligi seçemezler. Karsilikli bagimli bir dünyanin parçasi olarak, bu dünyayla her gün iletisim kurmak zorundasiniz. Ancak bu dünyanin agir sorunlari, kronik nitelikteki davalarin üstünü kolayca örter. Kisiliginizin diger insanlarla bütün iliskilerinizi nasil etkiledigini görmek, çabalarinizi birbiri ardindan, gelismenin dogal yasalariyla uyumlu bir biçimde yogunlastirmaniza yardimci olur.
Üç Tür Varlik
Temelde üç tür varlik vardir: Fiziksel, parasal ve insani varlik.
Evli bir çift, iliskiyi korumaktan çok altin yumurtalari, yani çikarlarini düsünürse çogu zaman duygusuz ve düsüncesiz olup çikarlar. Saglam bir iliski için gerekli olan asgari nezaket ve saygiyi unuturlar. Birbirlerini yönetmek için kontrol manivelalarini kullanirlar. Dikkatlerini kendi gereksinimlerine verirler. Kendilerini hakli çikarmaya çalisip diger esin hatalarini gösterecek kanitlar ararlar. Sevgi, duygusal zenginlik, içtenlik ve uysallik azalmaya baslar.
BU KITABIN KULLANIMI
Bütünü kavramak için kitabi bir kez basindan sonuna kadar okuyabilirsiniz. Ancak bu malzeme, degisim ve gelisimle ilgili sürece eslik etmesi için hazirlandi. Gitgide etkisi artacak bir biçimde düzenlendi. Her aliskanligin sonunda da uygulamayla ilgili öneriler verildi. Böylece, hazir oldugunuzda, herhangi bir aliskanligin üzerinde durup onu inceleyebilirsiniz
Ikinci önerim su: Bu malzemeye karsi kendi ilginizin paradigmasini, ögrencilikten ögretmenlige kaydirin. Içten disa bir yaklasim seçin ve kitabi okurken bir amaciniz da, bunu 48 saat içerisinde bir baskasiyla paylasmak ya da tartismak olsun.
Öte yandan, ögrendiklerinizi baskalariyla açik açik, dürüstçe paylasirsaniz, onlarin sizinle ilgili olumsuz yargi ya da algilarinin kaybolmaya basladigini görerek sasiracaksiniz.  Egittiginiz kisiler sizi degisen, gelisen bir insan olarak görecekler ve belki de birlikte, Yedi Aliskanligi yasamlarinizin birer parçasi durumuna getirmek için çalisirken, size yardim etmek ve destek olmak için daha fazla istek duyacaklardir.
Sonuçta, Marilyn Ferguson’un dedigi gibi: “Kimse bir baskasini degismesi için ikna edemez. Hepimiz, ancak içeriden açilabilen bir degisim kapisinda nöbet bekleriz. Bir baskasinin kapisini tartisarak ya da duygulara seslenerek açamayiz.”
 
Isin ilginç yani;
Baskalarinin sizin hakkinizda ne düsündügüne eskisi kadar aldirmamaya baslarken: Sizinle olan iliskileri de dahil olmak üzere, kendileri ve dünyalari hakkindaki düsüncelerine önem vermeye baslayacaksiniz.
Artik duygusal yasaminizi baskalarinin zayifliklari üzerine kurmayacaksiniz.
Ayrica, degismeyi daha kolay ve istenilecek bir sey olarak göreceksiniz. Çünkü benliginizin derinliklerindeki öz aslinda hiçbir zaman degismez.
Bu aliskanliklar üzerinde çalisirken, degisim ve gelisim kapisini açmaniz için, büyük bir özenle sizi yönlendiriyorum. Kendinize karsi sabirli olun. Kendini gelistirme süreci  hassastir. Kutsal bir topraktir bu. Bundan daha büyük bir yatirim da olamaz.
Thomas Paine’in dedigi gibi: “kolayca elde ettigimiz seyleri çok az önemseriz. Yalnizca bedelinin hakki verilen seyler degerlidir. Nimetlerine nasil paha biçilecegini ise ancak  Tanri bilir.”
ALISKANLIK
PROAKTIF OL
Kisisel Vizyon Ilkeleri
Bu kitabi okurken kendinize distan bakmayi deneyin. Bilincinizi yukariya, odanin bir kösesine dogru yollayip kendinizi, kitabi okurken görmeye çalisin. Kendinize, hemen hemen bir baskasi gibi bakabilir misiniz?
Biz, duygularimizdan ibaret degiliz. Ruhsal durumlarimizdan da ibaret degiliz. Hatta düsüncelerimizden de ibaret degiliz. Bütün bunlari düsünebiliyor olmamiz, bizi bunlardan da, hayvanlar dünyasindan da ayirir. Özbilincimiz, disaridan bakip kendimizi nasil “gördügümüz”ü; yani, etkili olmanin en temel paradigmasi olan kendi paradigmamizi incelememizi saglar.
Aslinda kendimizi nasil gördügümüzü (ve baskalarini nasil gördügümüzü) hesaba  katmadikça, digerlerinin kendilerini ve dünyalarini nasil gördüklerini, bu konuda neler hissettiklerini anlamayi basaramayiz.
Aslinda üç toplumsal harita; insan dogasini açiklayan, birbirinden bagimsiz olarak ya da bir arada kabul gören üç determinizm (belirleyicilik) kurami vardir.
Genetik (kalitsal) determinizm, doganizi temelde atalariniza borçlu oldugunuzu söyler. Bu nedenle çabuk öfkeleniyorsunuz. Atalariniz da çabuk öfkelenirdi ve bu sizin DNA’nizda var. Örnegin Irlandali iseniz, Irlandalilarin dogasi geregi, çabuk öfkelenmek sizin kaninizda var demektir.
Psisik (ruhsal) determinizm, aslinda her seye annenizle babanizin neden oldugunu söylüyor. Yetistirilme tarziniz, çocukluk deneyimleriniz, temelde karakter yapinizi ve kisisel egilimlerinizi belirliyor. Bu nedenle bir topluluk karsisina çikmaktan korkuyorsunuz. Annenizle babaniz sizi böyle yetistirmisler. Bir hata yaptiginiz zaman kendinizi alabildigine suçlu hissediyorsunuz, çünkü benliginizin derinliklerinde çok savunmasiz, zayif ve bagimli oldugunuz sirada içinize yer eden o duygusal senaryoyu “hatirliyorsunuz”.
Çevresel determinizm temelde her seye patronunuzun ya da esinizin, ya da o simarik yeni yetmenin ya da ekonomik durumunuzun ya da milli siyasetin neden oldugunu söylüyor. Durumuzdan, çevrenizdeki biri ya da bir sey sorumlu.
Özbilinç disinda, hayal gücü, yani simdiki gerçegimizin ötesindeki bir seyleri kafamizin içinde yaratma yetimiz vardir. Dogru ve yanlisi, davranislarimizi yöneten ilkeleri içten içe iyice bilmemizi, düsünce ve hareketlerimizin onlarla ne dereceye kadar uyumlu olduklarini anlamamizi saglayan vicdanimiz ve özgür irademiz, yani baska etkilere aldirmadan, özbilince dayanarak hareket etme yetenegimiz vardir.
En zeki hayvanlara bile bunlarin hiçbiri verilmemistir. Bilgisayarla ilgili bir benzetme yapmak gerekirse; hayvanlar, güdü ve/veya egitim yoluyla programlanmistir: Onlar, sorumlu olacak biçimde egitilebilir, ama bu egitimin sorumlulugunu yüklenemez, yani bunu yönlendiremezler. Programlamayi degistiremezler. Hatta bunun farkinda bile degildirler.
Proaktif Model
“Proaktivite”nin Tanimi: Proaktivite sözcügü, is yönetimi literatüründe oldukça sik rastlanilan, ancak birçok sözlükte yer almayan bir sözcüktür. Inisiyatifi ele almaktan çok daha öte bir anlami vardir: Insan olarak, kendi yasamlarimizdan sorumlu oldugumuzu ifade eder. Davranislarimiz, kosullarimizin degil, kararlarimizin islevidir. Degerlerimizi duygularimizdan üstün tutabiliriz. Bazi seylerin olmasi için hem inisiyatifimiz vardir, hem de sorumlulugumuz.
Dogamiz geregi proaktif yaratiklariz. Bu tür bir seçim yaptigimiz zaman reaktif   (tepkisel) oluruz.
Reaktif  insanlar,  çogu  zaman  fiziksel  çevrelerinden  etkilenirler.  Hava  iyiyse  onlar    da kendilerini iyi hissederler. Hava iyi degilse, bu, tutumlarini ve çalismalarini etkiler.
Proaktif insanlar ise, havalarini birlikte tasiyabilir. Hava açmis, ya da yagmur yagmis, onlar için fark etmez. Onlari gerçek degerler etkiler. Kaliteli is çikarmaya deger veriyorlarsa, bunun, havanin uygun olup olmamasiyla bir ilgisi yoktur.
Reaktif insanlar toplumsal çevrelerinden, “toplumsal hava”dan da etkilenir.
Reaktif insanlar, duygusal yasamlarinin merkezi olarak baskalarinin davranislarini seçer, diger insanlarin zayifliklarinin kendilerini denetlemesine izin verirler.
Bir degeri anlik bir dürtünün önüne geçirme yetenegi, proaktif bir insanin özünü olusturur. Reaktif insanlari yöneten duygular, kosullar, olaylar ve çevreleridir. Proaktif insani ise, degerler; dikkatle düsünülmüs, seçilmis ve sindirilmis degerler yönetir.
Proaktif insanlar da fiziksel, toplumsal ya da psikolojik dis dürtülerden etkilenir. Ancak onlarin dürtülere bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde verdikleri tepki, degere dayanan bir seçim ya da tepkidir.
Eleanor Roosevelt’in dedigi gibi: “Izniniz olmadikça kimse size zarar veremez.” Ya da Gandi’nin dedigi gibi: “Biz kendi elimizle teslim etmedikçe, onlar özsaygimizi alamazlar.”
Bize zarar veren, basimiza gelenler degil, onlara gösterdigimiz tepkidir.  Kuskusuz,  bazi seyler bize fiziksel ya da ekonomik açidan zarar verip kederlenmemize yol açarlar. Ancak karakterimizin, temel kimligimizin zarar görmesine hiç gerek yoktur.
Inisiyatifi Ele Almak
Dogamizin temelinde yatan, edilginlik degil, etkinliktir. Bu, hem belirli kosullara gösterecegimiz tepkiyi seçmemizi saglar, hem de kosullari yaratmak için bize güç verir.
Inisiyatifi ele almak; saldirgan, tiksindirici ya da itici olmak demek degildir. Olaylarin gelisimindeki sorumlulugumuzu kabullenmek demektir. Birçok kisi bir seyler olmasini ya da birinin kendileriyle ilgilenmesini bekler. Ama sonuçta iyi islere girenler, sorun yaratan degil, sorunlara çözüm getiren, gerekeni yapmak için inisiyatifi ele alan, isini yaparken dogru ilkelere uyan kisilerdir.
Tabii, kisinin olgunluk düzeyini de hesaba katmamiz gerekir. Duygusal bakimdan bagimli olan kisilerden yüksek derecede yaratici bir isbirligi bekleyemeyiz. Inisiyatifini  kullanabilen  kisilerle kullanamayanlar arasindaki fark, gerçekten de geceyle gündüz arasindaki fark gibidir.
Is kuruluslari, halk topluluklari, aileler de dahil olmak üzere her türlü kurum proaktif olabilir. Proaktif kisilerin yaraticilik ve beceri güçlerini bir araya getirecek kurum içerisinde proaktif bir kültür yaratabilirler. Kurumun çevreye boyun egmesi gerekmez; ilgili kisilerin ortak deger ve amaçlarini degerlendirmek için inisiyatifi ele alabilir.
Tutum ve davranislarimiz paradigmalarimizdan kaynaklandigina göre, onlari incelemek için özbilincimizden yararlanirsak, içlerinde temel haritalarimizin niteliklerini görebiliriz. Örnegin, kullandigimiz dil, kendimizi ne ölçüde proaktif bir insan olarak gördügümüzün çok gerçek bir göstergesidir.
Reaktif Dil         Proaktif Dil
Yapabilecegim hiçbir sey yok.      Seçeneklerimize bir bakalim.
Iste ben böyleyim.                          Farkli bir yaklasimi seçebilirim.
Beni öyle kizdiriyor ki.                 Duygularimi kontrol edebilirim.
Buna izin vermezler.                   Ben etkili bir sunus yapabilirim.
Bunu yapmam gerekiyor.            Uygun bir tepkiyi seçecegim.
Yapamam.                                             Seçerim.
Yapmaliyim.                                 Yegliyorum.
Keske.                                            Yapacagim.
Reaktif dille ilgili ciddi bir sorun, onun kendi kendisini dogrulayan bir kehanet olmasidir. Insanlar, inanmalari gereken paradigmaya güçlü bir biçimde baglanir ve bu inançlarini desteklemek için de kanitlar gösterirler. Gitgide kendilerini yenilmis ve denetimden çikmis, yasamlarini ya da kaderlerini yönlendirmekten aciz biri gibi hissederler. Dis güçleri suçlarlar. Kosullari, baskalarini, hatta yildizlari bile. Düstükleri durumdan onlari sorumlu tutarlar.
Ilgi Alani/Etki Alani
Kendi proaktivite derecemizi daha iyi kavramak için mükemmel bir yol da, zaman ve enerjimizin odak noktasina bakmaktir. Hepimiz bir dizi seyle ilgileniriz: Sagligimiz, çocuklarimiz, is yerindeki sorunlarimiz, ulusal borç, nükleer savas. Bunlari, zihinsel ya da duygusal açidan bizim için önem tasimayan seylerden, bir “Ilgi Alani” yaratarak ayirabiliriz.
Ilgi Alanimizin içinde yer alanlara bakarken, gayet iyi görürüz ki, bazi seyler gerçekten denetimimiz disindadir. Digerleri için ise bir seyler yapabiliriz. Bu ikincileri daha küçük bir Etki Alani içine alarak tanimlayabiliriz.
Enerji ve zamanimizin çogunun odak noktasinin bu iki alandan hangisi olduguna karar vererek, proaktivite derecemiz konusunda çok sey ögrenebiliriz. Proaktif insanlar, çabalarini odak noktasi olarak Etki Alani’ni seçerler. Onlar, bir seyler yapabilecekleri islerin üzerinde çalisirlar. Enerjilerinin dogasi pozitiftir. Büyüyen ve mükemmellesen enerjileri, Etki Alani’ni da genisletir.
Diger yandan reaktif insanlar, çabalarina odak noktasi olarak ilgi Alani’ni seçerler. Dikkatlerini baskalarinin zayifliklarina, çevredeki sorunlara ve denetleyemedikleri kosullara verirler. Seçtikleri odagin sonuçlari suçlayici davranislar, reaktif bir dil ve gitgide artan bir yenilmislik duygusu olur. O odaktan yayilan negatif enerji, bu kisilerin bir seyler yapabilecekleri alanlari ihmal etmeleriyle birlesince, Etki Alani da küçülür.
Ilgi Alanimizin içinde çalistigimiz sürece, oradaki seylerin bizi denetlemesine izin veririz. Pozitif bir degisiklik yapmak için gerekli olan proaktif inisiyatifi ele almamis oluruz. Konumu, serveti, isya da iliskileri nedeniyle, bazi durumlarda kisinin Etki Alani, Ilgi alanindan genis olabilir. Bu durum, insanin kendi kendine yarattigi duygusal bir miyopluga yol açar. Ilgi alaninda yogunlasmis bir baska bencilce reaktif yasam tarzidir bu.
Dolaysiz ve Dolayli Denetim ile Denetimsizlik
Karsilastigimiz sorunlar su üç gruptan birine girer:
Dolaysiz denetim (kendi davranislarimizla ilgili sorunlar),
Dolayli denetim (baskalarinin davranislariyla ilgili sorunlar),
Ya da denetimsizlik (hiçbir sey yapamayacagimiz sorunlar, örnegin geçmisimiz ya da mevcut durumla ilgili gerçekler).
Birtakim insanlar proaktif sözcügünü saldirgan, küstah ya da duygusuz diye yorumluyorlar. Ama gerçek hiç de böyle degil. Proaktif insanlar, küstah degildir. Onlar zekidir, degerlere dayanir, gerçegi görür ve neye gerek oldugunu anlarlar.
Gandi’ye bir bakin. Onu suçlayanlar yasama meclislerinde Gandi’yi elestirip duruyorlardi. Bunun nedeni, Hint halkini boyunduruguna aldigi için Britanya Imparatorlugu’nu kinayan ilgi Alani Retorigi’ne  kendileriyle  birlikte  katilmamasiydi.  Onlar  aralarinda  tartisirlarken,  Gandi       pirinç
tarlalarindaydi. Tarlalarda çalisanlarin arasinda usul usul, sessizce, göze görünmeden Etki Alanini genisletiyordu. Çok genisleyen Etki Alaninin gücüyle üç yüz milyon insani siyasal sömürgelikten kurtardi.
“Olsaydi”lar ve “Olabilirim”ler
Ilgimizin hangi dairenin içinde olduguna karar vermenin bir yolu da “olsaydi’larla” “olabilirim’leri” birbirlerinden ayirt etmektir.
Ilgi Alani, olsaydi’larla doludur.
“Evimin ipotek borçlari ödenmis olsaydi, çok mutlu olurdum.” “Keske despot olmayan bir patronum olsaydi...”
“Keske daha sabirli bir kocam olsaydi...” “Daha itaatli çocuklarim olsaydi...” “Diplomam olsaydi...”
“Kendime ayirabilecegim daha fazla zamanim olsaydi...”
Etki Alani ise“olabilirim”lerle doludur.
Daha sabirli olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha sevecen olabilirim..
Bu, karakter odagidir Degisim paradigmasi “disaridan içeriye”dir. Bizim degismemiz için önce disaridakinin degismesi gerekir.
Proaktif yaklasim içten disa degismektir. Farkli olmak ve farkli olarak, disaridaki etkeni olumlu yönde degistirmektir. Daha verimli olabilirim. Daha yaratici olabilirim. Daha fazla yardimci olabilirim.
Evlilik konusunda bir sorunum varsa, durmadan karimin hatalarindan söz etmek bana aslinda ne kazandirir? Sorumlu olmadigimi söyleyerek, kendimi güçsüz bir kurban durumuna düsürürüm; olumsuz bir konumda sikisip kalirim. Ayrica karimi etkileme yetenegim de azalir; dirdirciligim, suçlamalarim, elestirici tavirlarim, onun kendi zayifliginin dogrulandigini hissetmesine yol açar yalnizca. Durumumu düzeltmeyi gerçekten istiyorsam, denetimim altinda olan o tek seyin-yani kendimin-üzerinde çalisabilirim. Karimi hizaya getirmekten vazgeçip kendi zayifliklarimla ilgilenebilirim. Herhalde karim da bu proaktif örnegin gücünü hisseder ve bana ayni biçimde karsilik verir. Ama bu yapsa da yapmasa da, durumumu olumlu bir biçimde etkilemenin tek yolu, kendimin, kendi benligimin üzerinde çalismaktir.
Bazen yapabilecegimiz en proaktif sey; mutlu olmak, içtenlikle gülümsemektir. Mutluluk, mutsuzluk gibi, proaktif bir seçimdir.
Etki Alanimizin içine hiçbir zaman girmeyecek seyler vardir; iklim kosullari gibi. Ama proaktif insanlar olarak kendi fiziksel ya da toplumsal havamizi birlikte tasiyabiliriz. Mutlu olabilir ve o anda denetleyemedigimiz seyleri de kabul edebiliriz. Bir yandan da, degistirebilecegimiz seyler üzerinde odaklaniriz.
Davranislarimizi ilkeler yönetir. Bunlarla uyum içinde yasamak olumlu neticeler dogurur; bu ilkeleri çignemek ise olumsuz sonuçlara neden olur. Herhangi bir duruma verecegimiz tepkiyi seçmekte özgürüz. Ancak bunu yaparken tepkimizi izleyecek sonucu da kabul etmis oluruz. “Bir degnegi ucundan tutup kaldirdigimizda, diger ucunu da kaldirmis oluruz.”
Kuskusuz, hepimizin yasaminda, sonradan yanlis degnegi kaldirdigimizi düsündügümüz  anlar olmustur. Seçimlerimiz, yasamimizda istenmeyen bazi neticelere yol açmistir. O seçimi tekrar yapma firsatimiz olsa, baska türlü davranirdik. Bu tür seçimlere hata deriz. Bunlar, üzerinde daha derin düsünmemiz gereken ikincil seylerdir.
IBM’in kurucusu T.J. Watson’un dedigi gibi: “Basari, basarisizligin uzak yanindadir.”
Ancak, bir hatayi kabul etmemek, düzeltmemek ve bundan ders alamamak da, baska türlü bir hatadir. Bu, genellikle insanin kendini aldatmasina, hakli bulmasina, çogu zaman da kendisine ve baskalarina akilci açiklamalarda bulunmasina (akilci yalanlar) neden olur.
Bizi en çok yaralayan baskalarinin hatalari, hatta kendi hatalarimiz degil, bütün bunlara verdigimiz karsiliktir. Bizi sokan zehirli bir yilanin pesinden kosmamiz, zehirin bütün sistemimize yayilmasini saglar yalnizca. Zehiri vücudumuzdan atmak için hemen önlemler almak, çok daha iyidir.
Özbilinç ve vicdan gibi dogustan gelen, insana özgü yetilerimiz sayesinde zaaflarimizin, düzeltilebilecek yanlarimizin, gelistirilebilecek yeteneklerimizin, degistirilmesi ya da yasamimizdan atilmasi gereken yanlarimizin farkina variriz.
Sizi proaktivite ilkesini otuz gün denemeye davet ediyorum. Yalnizca deneyin ve neler olacagina bakin.
Otuz gün boyunca,
Yalnizca Etki Alaninizin içinde çalisin.
Önemsiz sözler verin ve bunlari yerine getirin.
Yol gösterici olun, yargiç degil.
Örnek olun, elestirmen degil.
Çözümün parçasi olun, sorunun degil.
Bunu evliliginizde, ailenizde, isinizde deneyin. Baskalarinin zayifliklarini tartismayin.  Kendi zayifliklarinizi da. Bir hata yaptiginizda bunu itiraf edip düzeltin. Bundan, aninda ders alin. Baskalarini suçlamaya, hatayi onlara yüklemeye kalkismayin. Denetiminiz altinda olan seylerin üzeride çalisin. Kendi üzerinizde çalisin. Olabilirim’in üzerinde çalisin.
2.  ALISKANLIK SONUNU DÜSÜNEREK ISE BASLA
“Sonunu Düsünerek Ise Baslama”nin Anlami
Joseph Addison’un su sözlerini düsünün:
Yüce insanlarin mezarlarina baktigim zaman, içimdeki her türlü kiskançlik duygusu ölüyor. Güzel insanlarin mezar taslarini okudugumda, her türlü asiri istek sönüyor. Bir mezar tasinda anne ve babanin istirabini okudugumda, merhametten içim eziliyor. Ayni anne ile babanin mezar taslarina rastladigimda, kisa bir süre sonra izleyecegimiz kisiler için yas tutmanin yararsizligini düsünüyorum. Krallarin, kendilerini tahttan indirenlerle birlikte yattigini gördügümde, yan yana gömülmüs, birbirinin rakibi dehalari ya da yarismalari ve tartismalariyla dünyayi bölen kutsal adamlari düsündügümde, insan türünü küçük rekabetleri, bölücülükleri ve tartismalari bende hem hüzün ve hem de hayret uyandiriyor. Kimi dün, kimi de alti yüz yil önce ölmüs insanlarin mezar taslarini okudugumda, hepimizin Çagdas sayilacagi ve hep birlikte ortaya çikacagimiz o büyük Gün’ü düsünüyorum.
Sonunu düsünerek ise baslamakvaracaginiz yeri iyice belirleyerek baslamak demektir.  Su anda bulundugunuz yeri ve attiginiz adimlarin her zaman dogru yönde oldugunu anlamaniz için, nereye gittiginizi bilmektir.
Etkinlik tuzagina düsmek; yasamin hareketliligine kapilmak, basari merdivenini tirmanmak için çaba üstüne çaba harcayip sonunda merdivenin yanlis duvara dayali oldugunu anlamak inanilmayacak kadar kolaydir. Insan çok çalisabilir, didinip durabilir, ama çok etkili olmayabilir.
Insanlar çogu zaman bos zaferler kazandiklarini fark ederler. Elde ettikleri basarilara karsin birdenbire kendileri için çok daha degerli seyleri kaybettiklerini anlarlar.
Sonunu düsünerek ise basladiginiz zaman görüs açiniz da degisir. Bir adam, ortak bir dostlarinin ölümü üzerine arkadasina sormus: “Ne kadar birakti?” Beriki karsilik vermis“Neyi varsa hepsini!”
 
Her Sey Iki Defa Yaratilmistir
“Sonunu düsünerek ise basla”, her sey iki defa yaratilmistir ilkesine dayanir.
Ilk ya da zihinsel yaratim ve,
Ikinci ya da fiziksel yaratim.
Bu, her sey için geçerlidir. Örnegin bir evin yapilmasini ele alin. Daha ilk çiviyi çakmadan önce, onu en ufak ayrintisina kadar yaratirsiniz. Fikirlerle çalisirsiniz. Aklinizi, yapmak istediginiz evi hayalinizde açik seçik canlandirincaya kadar yorarsiniz. Sonra bunun ozalitini çikarip mimari planlari olusturursunuz. Bütün bunlar arsaya el sürülmeden önce yapilir. Eger bunu basaramazsaniz, ikinci yaratim, fiziksel yaratim sirasinda, evinizin maliyetini iki katina çikaracak  pahali degisiklikler yapmak zorunda kalirsiniz.
Marangozun kurali sudur: “iki defa ölç, bir defa kes.” Insanlar bu ilkeyi, yasamin çesitli alanlarinda degisik derecelerde uygular. Bir yolculuga çikmadan önce gideceginiz yeri belirler ve en iyi ulasim yolunu tasarlarsiniz. Bahçenizi düzenlemeden önce onu kafanizda ya da kagit üzerinde biçimlendirirsiniz. Konferans vermeden önce düsüncelerinizi kagida dökersiniz.
Aliskanligin temelinde, kisisel liderlik ilkeleri vardir. Bu, liderligin ilk yaratim oldugu anlamina gelir. Liderlik, yöneticilik degildir. Yöneticilik, ikinci yaratimdir.
Yöneticilik, taban çizgisinde bir odaktir: Bazi seyleri en iyi nasil basarabilirim?
Liderlik ise, tavan çizgisiyle ilgilenir: Basarmak istedigim seyler nedir?
Peter Drucker ve Warren Bennis’in deyisiyle: Yöneticilik, isleri dogru dürüst yapmaktir.
Liderlik ise, dogru olani yapmaktir.”
Yöneticilik, basari merdivenini tirmanmaktaki becerikliligi, liderlik ise, merdivenin dogru duvara dayali olup olmadigni görmeyi gerektirir.
Ikisi arasindaki bu önemli ayrimi çabucak kavramak istiyorsaniz, bir grup üreticinin vahsi bir ormanda baltalarla kendilerine yol açtiklarini hayal edin. Onlar üreticidir, sorun çözücüdür. Agaçlari keser, ormanin zeminini temizlerler. Yöneticiler, onlarin gerisindedir. Baltalari biler, islem ve politika konularinda el kitaplari hazirlar, kas gelistirme programlari ve balta sallayanlar için ücretlendirme programlari hazirlarlar. Burada lider, en yüksek agaca tirmanarak etrafi inceleyen ve sonra da, “Yanlis ormandayiz!” diye bagiran kisidir. Ancak isleri basindan askin olan verimli üreticiler ve yöneticiler genellikle ne cevap verir? “Kes sesini! Ilerliyoruz!”
Kisiler, topluluklar ve is adamlari olarak çalilari ortadan kaldirmaya öylesine dalmisiz ki, yanlis ormana girdigimizin farkinda bile degiliz. Etkili olmak-hatta çogu zaman hayatin üstesinden gelmek-yalnizca harcadigimiz çabaya degil, çabalarimizi dogru ormanda sürdürmemize baglidir.
Etkili liderlikten yoksun olan verimli yönetimi, birisi söyle tanimlamisti: “Bu, (buz dagina çarpan) Titanic gemisinin güvertesindeki iskemleleri düzeltmeye benzer.”
Hiçbir yöneticilik basarisi, liderlikteki basarisizligi dengeleyemez. Ancak liderlik zordur, çünkü çogu zaman, bir yönetim paradigmasina takilip kaliriz.
Proaktivite, insanlara özgü bir yeti olan özbilince dayanir. Buna ek olarak, proaktivitemizi genisletmemizi ve yasamimizda liderlik yapmamizi saglayan, yine insanlara özgü iki essiz yeti ise, Hayal gücü ve,Vicdandir.
Hayal gücünün yardimiyla, içimizde yatan potansiyel güç dünyalarini gözlerimizin  önünde canlandirabiliriz.
Vicdanimiz sayesinde, kendi basit yeteneklerimiz, katki yollarimiz araciligiyla evrensel yasalar ya da ilkelerle ve kisisel rehberligimizle baglanti kurabilir ve bu çerçeve içinde bunlari etkili bir biçimde gelistirebiliriz.
Bu iki yeti özbilincimiz ile birlestiginde, bize kendi senaryomuzu yazma gücünü verir.
Hayal ve yaraticilik gücümüzden yararlanarak, en derin degerlerimize ve bu degerlere anlam kazandiran dogru ilkelere uyan daha etkili yeni senaryolar üretmek, bizim sorumlulugumuzdur. Örnegin, çocuklarima çok fazla tepki gösterdigimi düsünelim. Onlar, uygunsuz oldugunu düsündügüm bir sey yapmaya basladiklari zaman mide kaslarim büzülüveriyor. Savunma duvarlarinin yükseldigini hissedip, savasmaya hazirlaniyorum. Odak noktam, uzun vadeli gelisme ve anlayisin degil, kisa vadeli davranisin üzerinde. Yalnizca çarpismayi kazanmaya çalisiyorum, savasi degil. Donanimimi-kocaman cüssem, otoriter konumum-takinip bagirip çagiriyor, sindiriyor ya da tehdit ediyor veya cezalandiriyorum. Kazanan ben oluyorum. Orada, parçalanmis bir iliskinin kalintilarinin ortasinda zafer edasiyla dikiliyorum. Çocuklarim ise görünüstü itaatli, ama içten içe isyan halinde. Sonradan daha çirkin bir biçimde ortaya çikacak olan duygularini baski altinda tutuyorlar.
Insanlar, içlerinde degismeyen bir öz yoksa, degisime ayak uyduramaz. Degisme yeteneginin anahtari, kim oldugnuzu, ne yaptiginizi ve nelere deger verdiginizi belirleyen, o degismeyen anlayistir. Kisisel çevremiz de gitgide artan bir hizla degisiyor. Bu tür hizli degisimler, bunlara katlanamayacaklarini, yasamla basa çikmanin zor oldugunu düsünen pek çok insani yipratir.
Etki Alanimizin tam merkez noktasinda çalisirken, bir yandan da bu alani genisletiriz. Bu, en etkili ÜY (Üretim Yetenegi) çalismasidir ve yasamimizin her yönünde etkililigimize anlamli bir güç katar.
Yasantimizin merkezindeki herhangi bir sey, güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücümüzün kaynagini olusturur.
Güvenlik, deger düsüncenizi, kimliginizi, duygusal dayanaginizi, özsayginizi, temel kisisel gücünüzü ya da bunun eksikligni temsil eder.
Rehberlik, yasaminiza yön veren kaynak demektir. Disarida olanlari sizin için yorumlayan kendi iç deger yargilarinizin, yani haritanizin kapsadigi, dakika dakika alinan kararlari ve yapilan eylemleri sizin adiniza yöneten standartlar ya da ilkeler veya kesin ölçütlerdir.
Bilgelik, yasama bakis açiniz, denge duygunuz, çesitli bölümlerle ilkelerin isleyisini ve birbirleriyle baglantilarini anlayis tarzinizdir.
Güç; hareket etme becerisi ya da yetenegi, bir seyi basarma kuvveti ve birikimidir. Seçim yapmak ve karar vermek için gerekli olan yasamsal enerjidir. Ayrica, derinlere gömülü aliskanliklari yenip daha üstün, daha etkili olanlarini gelistirebilme yetenegini de kapsar.
Bu dört etken; yani güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç birbirlerine bagimlidir. Güvenlik ve açik seçik bir rehberlik, gerçek bilgeligi saglar, bilgelik ise, gücü ortaya çikarip yönlendirecek bir kivilcim ya da katalizör islevini görür. Bu dört etken bir arada bulundugu, birbirini canlandirdigi ve uyum sagladigi zaman soylu bir kisiligin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir sekilde bütünlesmis bir insanin müthis gücünü yaratir.
Alternatif Merkezler
Hepimizin bir merkezi vardir, ama genelde bunun tam olarak farkinda olmayiz. Ayrica bu merkezin, yasamimizin her yönü üzerindeki yaygin etkilerini de fark etmeyiz.
Simdi kisaca insanlarin sahip olduklari tipik birkaç merkezi ya da temel paradigmalari inceleyelim.
Es-MerkezlilikEvlilik, insan iliskilerinin en içten, en doyurucu, en dayanikli ve gelistirici iliskisi olabilir. Insanin merkez olarak karisini ya da kocasini seçmesi çok dogal ve uygun  görülebilir.
Duygusal deger anlayisimizin kaynagi öncelikle evliligimizse, bu iliskiye fazlasiyla bagimli oluruz. Esimizin ruh haline ve duygularina, davranis ve tutumlarina ya da bu iliskiyi etkileyebilecek herhangi bir dis olaya-yeni bir bebek, akrabalar, ekonomik gerilemeler, toplumsal basarilar vb.-karsi savunmasiz kaliriz.
Çok savunmasiz oldugumuz zamanlarda, yeni darbelerden korunmak için kaçinilmaz bir biçimde kendimizi koruma gereksinimini duyariz. Bu nedenle alayciliga, igneleyici sakalara, elestirilere basvururuz. Içimizdeki sefkatin ortaya çikmamasi için elimizden geleni yapariz. Esler, sevgi konusunda ilk adimi digerinin atmasi beklentisi içinde olduklarindan düs kirikligina ugrarlar.
Aile-Merkezlilik: Aile-merkezli olanlar, kisisel deger ya da güvenlik duygusunu aile gelenegi ve kültüründen ya da ailenin itibarindan alirlar.
Merkezlerinde aile olan anne ve babalar, çocuklarini, nihai iyiliklerini gerçekten düsünerek yetistirmek için gereken duygusal özgürlükten ve güçten yoksundurlar. Güven duygusunu aileden aldiklari için, çocuklarina kendilerini sevdirme gereksinimi agir basar ve bu, çocuklarin büyüme ve gelismelerine yapilacak uzun vadeli yatirimlarin önemini azaltabilir.
Para-Merkezlilik: insan yasaminin diger bir mantikli ve son derecede yaygin merkezi de para kazanmaktir. Kisinin baska bir boyutta birçok seyi yapabilme firsatini bulmasi için, ekonomik güven sarttir.
Bazen para kazanmanin görünüste soylu gerekçeleri vardir, insanin ailesine bakma istegi gibi. Bunlar gerçekten de önemlidir. Ancak, merkez olarak para kazanmayi seçmek, felaketi de birlikte getirir.
Kisisel degerimle ilgili düsüncelerimin kaynagi net varligima bagliysa, onu etkileyecek her seye karsi asiri duyarli olurum. Ancak is ve para, kendi basina ne bilgelik; ne de rehberlik saglayabilir; bunlar ancak kisitli bir güç ve güvenlik verebilir. Para-merkezliligin sinirlarini göstermek için, kendimin ya da sevdigim birinin hayatinda bir kriz olmasi yeterlidir. Para-merkezli insanlar çogu zaman aileyi ya da diger öncelikleri bir yana birakirlar.
Is-Merkezlilik: merkezleri is olan insanlar “iskolik” olabilir. Sagliklarini, iliskilerini ve yasamlarinin diger önemli alanlarini feda ederek, üretmek için kendilerini zorlarlar.
Kimlikleri ve öz degerleriyle ilgili anlayislari islerine bagli oldugu için güvenlikleri bunu sürdürmelerini engelleyecek her seye karsi savunmasizdir.
Mülkiyet-Merkezlilik: Birçok insan, sahip oldugseylerin güdümündedir; yalnizca modaya uygun giysiler, evler, arabalar, tekneler ve mücevherler gibi elle tutulan, maddi varliklar degil, elle tutulmayan san, söhret ya da toplumda önemli biri olmak gibi seyler de buna dahildir.
Güvenligim itibarima ya da sahip oldugum seylere bagliysa, yasantim da sürekli bir tehdit ve tehlike altindadir; çünkü sahibi oldugum seyler kaybolabilir, çalinabilir ya da deger yitirebilir.
Zevk-Merkezlilik: Anlik hazlarin elde edilebildigi ve tesvik de gördügü bir dünyada yasiyoruz. Televizyon ve sinema, insanlarin beklentilerinin artmasini saglayan en büyük etkenlerdendir. Baskalarinin nelere sahip oldugunu, rahat ve “eglenceli” bir yasam sürerken neler yapabildiklerini canli bir biçimde gösterirler.
Ancak, zevk-merkezli yasam tarzlarinin isiltisi canli bir biçimde yansitilirken, bu tür bir hayatin dogal sonuçlari-insanin benligi, üretkenligi ve iliskileri üzerindeki etkisi-dogru olarak ender görülür.
Çok uzun süren çok fazla tatil, çok fazla film, çok fazla televizyon, çok fazla video oyunu; kisinin asgari direnç göstermeyi seçtigi çok uzun, disiplinsiz bos vakitler, bir yasami yavas yavas mahveder. Insanin yeteneklerinin uyur durumda kalmasina, becerilerinin gelisememesine, zihin ve ruhunun uyusmasina, yüreginin ise mutlulugu bulamamasina neden olur. Güvenlik, rehberlik,  bilgelik ve güç nerededir? Bunlar ölçegin en alt noktasinda, çabuk geçen bir anin zevkindedir.
Dost/Düsman-Merkezlilik: Gençler, dost merkezli olmaya özellikle yatkinlar. Ancak bu, salt onlara özgü bir sey degil kuskusuz. Yasitlardan olusan bir gruba girip onlardan biri olmak, neredeyse asiri bir önem kazanabilir.
Dost-merkezlilik, insanin odak noktasini bir tek kisini olusturmasina yol açabildigi için, evliligin bazi boyutlarini da içerir. Bir dost üzerinde merkezlesme; duygusal açidan bir tek kisiye bagimlilik, gereksinim, gitgide yükselen bir anlasmazlik sarmali ve bunlarin getirecegi olumsuz iliskileri yaratabilir.
Dost ya da düsman-merkezli kisinin güvencesi yoktur. Özdeger duygulari degiskendir, baskalarinin davranislari ya da duygusal durumlarinin bir islevidir. Rehberligi, diger insanlarin verecekleri tepkiyle ilgili sezgisi saglar. Bilgeligi ise toplumsal mercek ya da düsman-merkezli bir paranoya kisitlar. Bu kisinin hiçbir gücü yoktur. Onun iplerini baskalari çekmektedir.
Din-Merkezlilik: Bazi kimseler ibadete ve dinsel projelere öylesine dalar ki etraflarindaki önemli insani gereksinimlere karsi dayarsizlasirlar.
Bazilari ibadet yerine daha az gider ya da hiç gitmez, ama tutum ve davranislari, dini ahlak kurallariyla ilgili ilkeleri merkez edindiklerini gösterir.
Din merkezli bir yasamda imaj ya da görünüs o insan için çok önem kazanabilir. Bu da kisisel güvenlik ve dogustan var olan deger duygusunu azaltan bir ikiyüzlülüge yol açar. Rehberligin kaynagi toplumsal vicdandir. Din-merkezli birisi, baskalarina “etkin”, “etkin degil”, “liberal”, “inançlara sadik”, “tutucu” gibi yapay etiketler yapistirmaktan hoslanir.
Din-merkezli insanlar birtakim bölmelerde yasamaya egilimlidir. Haftanin bir günü belli bir biçimde davranir, düsünür ve hissederler, diger günlerinde ise baska türlü. Bu tür bir bütünlük, birlik ya da dürüstlük eksikligi de, yine güvenlik için bir tehlikedir. Din kurumunu amaca yönelik bir araç degil de, bir amaç gibi görmek, kisinin bilgeligini ve denge kavramini zayiflatir.
Ben-Merkezlilik: Belki de günümüzde en fazla görülen merkez, ben’dir. En belirgin türü de, birçok kisinin degerlerini çigneyen, bencilliktir. Insanin gelisimi ve yetilerini gerçeklestirmesi konusundaki popüler yaklasimlara yakindan bakarsak, özünde ben-merkezliligi görürüz.
Kendi Merkezinizi Tanimlamak
Peki siz ne durumdasiniz? Kendi yasaminizin merkezinde ne var?
Bazen, bunu görmek pek de kolay degildir. Belki de kendi merkezinizi tanimanizin en iyi yolu yasami desteleyen etkenlere yakindan bakmaktir. Çogu zaman bir insanin merkezi, bunlarin ve/veya diger merkezlerin bir karisimidir. Çogu insan, genelde yasami üzerinde kendini hissettiren çesitli etkilerin bir islevidir.
Kisi bir merkezden digerine geçtikçe ortaya çikan görecelik, yasam boyu alçalip yükselen bir atlikarinca gibidir. Bir zayifligi dengelemek için bir baska zayifliktan güç alir. Ne tutarli bir yön duygusu vardir, ne sürekli bir bilgeligi, ne de sabit bir güç kaynagi ya da kisisel kimlik ve deger anlayisi.
Ideal olan, kuskusuz, size sürekli olarak yüksek derecede güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç aktaracak tek bir belirgin merkez yaratmaktir. Bu, proaktivitenizi güçlendirir ve yasaminizin her açidan uyumlu ve tutarli olmasini saglar.
Bir Ilke Merkezi
Yasantimizin merkezini dogru ilkeler üzerine oturtursak, yasami destekleyen dört etkenin gelismesi için saglam bir temel de yaratmis oluruz.
Ilkeler hiçbir seye tepki göstermezler. Öfkelenip bize farkli bir biçimde davranmazlar. Bizi bosamaz ya da en yakin dostumuzla kaçmazlar. Bize kötülük etmek niyetinde degillerdir.
Geçerlilikleri, baskalarinin davranislarina, çevreye ya da geçici güncel heveslere bagli degildir. Ilkeler ölmez. Bugün buradayken yarin yitip gitmezler. Yangin, deprem ya  da hirsizlikla yok edilemezler. Ilkeler derin, temel gerçeklerdir. Klasik gerçeklerdir. Insanligin ortak paydasidirlar. Onlar, yasami kusursuz, tutarli, güzel ve güçlü bir biçimde simsiki dokuyan ipliklerdir.
Ilkelerin her zaman kendilerine bagli dogal neticeleri vardir. Ilkelerle uyum içinde yasarsak netice olumlu olur. Onlari gözardi edersek, olumsuz. Ancak söz konusu ilkeler herkes için geçerli oldugundan, bilinse de bilinmese de bu sinirlama evrenseldir. Dogru ilkeleri ne kadar iyi ögrenirsek, akillica davranma konusundaki kisisel özgürlügümüz de o kadar genis kapsamli olur.
Yasantimizin merkezine, zaman asimina ugramayan, degismeyen ilkeleri yerlestirirsek, etkili yasamin temel paradigmasini yaratmis oluruz. Bu merkez, diger merkezlerin tümünü bir perspektife yerlestirir. Diyelim; bu aksam esinizi bir konsere davet ettiniz. Biletleri de aldiniz. Esiniz konsere gidecegi için çok sevinçli. Ögleden sonra saat dört. Birdenbire patronunuz sizi odasina çagiriyor ve ertesi sabah saat 9.00’da yapilacak önemli bir toplantiya hazirlanmak için bütün gece kendisine yardim etmeniz gerektigini söylüyor.
Eger es-merkezli ya da aile-merkezli bir gözlükle bakiyorsaniz, akliniz esinizde olacaktir. Patronunuza kalamayacaginizi söyler ve esinizi hosnut etmek için onu konsere götürürsünüz. Isinizden olmamak için orada kalmaniz gerektigini düsünebilirsiniz. Ama bunu da istemeye istemeye yapar ve esinizin tepkisini düsünerek kaygilanirsiniz. Kararinizi hakli göstermek ve kendinizi karinizin öfkesine ya da düs kirikligina karsi korumak için çabalarsiniz.
Eger para-merkezli bir mercek ardindan bakiyorsaniz; ilk önce alacaginiz fazla mesai ücretini ya  da geç vakitlere kadar çalismanin iste    yükselmenizi nasil etkileyecegini düsünürsünüz. Karinizi arayip ona sadece büroda kalmaniz gerektigini söylersiniz. Onun ekonomik gereksinimlerin önceligini anlayacagina inanirsiniz.
Eger is-merkezli iseniz; firsatlari düsünebilirsiniz. Is konusunda daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Patronun gözüne girip isinizde ilerleyebilirsiniz.
Mülkiyet-merkezli iseniz; fazla mesai ücretiyle alabileceklerinizi düsünürsünüz. Ya da kaldiginiz takdirde bürodaki itibarinizin artacagina karar verirsiniz.
Zevk-merkezli iseniz; geç saatlere kadar çalistiginiz için kariniz mutlu olacak olsa bile, isi kenara itip, konsere gidersiniz.
Dost-merkezli iseniz; karariniz, arkadaslarinizi da konsere davet edip etmediginize bagli olur.
Ya da isteki arkadaslarinizin da geç vakitlere kadar çalisip çalismayacaklarina.
sman-merkezli iseniz; geç vakte kadar kalabilirsiniz. Çünkü büroda kendisini sirketin en degerli elemani sayan birine karsi büyük bir avantaj saglayacaginizi düsünürsünüz.
Din-merkezli iseniz; sizi cemaatin diger üyelerinin konsere gidip gitmeyecekleri, is yerinizde onlardan bazilarinin çalisip çalismayacaklari ve konserin türü etkileyebilir.
Ben-merkezli iseniz; dikkatinizi size en fazla çikar saglayacak seye verirsiniz. Bu aksam gezmeye gitmek mi daha iyi olur? Yoksa patronun gözüne girmek mi? Degisik seçeneklerin sizi nasil etkileyecegiyle ilgilenirsiniz.
Ilke-merkezli bir kisi olarak, durumun yarattigi duygulardan ve sizi etkileyecek diger etkenlerden uzak durursunuz. Seçenekleri degerlendirirsiniz. Dengeli bütüne bakip bütün etkenleri  (is hayatinin gereksinimleri, aile gereksinimleri, isin içine girebilecek diger tüm gereksinimler ve degisik kararlarin olasi sonuçlari) hesaba katarak, en iyi çözümü bulmaya çalisirsiniz.
Konsere gitmeniz ya da is yerinde kalip çalismaniz, etkili bir kararin küçük bir parçasidir aslinda. Diger merkezlerden bazilariyla da ayni seçimi yapabilirsiniz.
Ancak ilke-merkezli  paradigmadan hareket  ediyorsaniz, arada çok     önemli  bazi farklar da olur.
Birincisi;  baska  insanlar  ya  da  kosullar  sizi  etkilemez.  En  iyi  seçenek  olduguna   karar verdiginiz seyi proaktif bir biçimde seçersiniz. Kararinizi bilinçli bir biçimde ve bilginize dayanarak verirsiniz.
Ikincisi; kararinizin en etkili seçenek oldugunu bilirsiniz. Çünkü temelinde uzun vadede tahmin edilebilir sonuçlar veren ilkeler vardir.
Üçüncüsü; seçiminiz yasaminizdaki nihai degerlerinize katkida bulunur. Bürodaki birini geçebilmek amaciyla geç saatlere kadar çalismakla, patronunuzun etkinligine deger verdiginiz ve sirketin gelecegine gerçekten katkida bulunmak istediginiz için fazla mesai yapmak, birbirinden tümüyle farklidir.
Dördüncüsü; karsilikli olarak birbirine bagimli iliskilerinizle yarattiginiz güçlü ag içinde esiniz ve patronunuzla iletisim kurabilirsiniz.
Son olarak da; karariniz sizi rahatsiz etmez. Ne yapmaya karar verirseniz, dikkatinizi onun üzerinde toplar ve bundan zevk alirsiniz.
Ilke-merkezli bir kisi olarak her seyi baska gözle görürsünüz. Her seyi baska türlü gördügünüz için de baska türlü düsünür, baska türlü davranirsiniz. Degismeyen, saglam bir özden kaynaklanan yüksek düzeyde güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücünüz sayesinde çok proaktif ve çok etkili bir yasam temeline sahip olursunuz.
Kisisel Misyon Bildirimini Yazmak Ve Kullanmak
Frankl, yasam boyunca, görevlerimizi icat etmekten çok kesfettigimizi söylüyor. Seçtigi bu sözler hosuma gidiyor. Bence hepimizin içinde bir monitör ya da duyu, bir vicdan var. Bu, kendi benzersizligimizi ve yapabilecegimiz katkilari kavramamizi sagliyor. Frankl söyle diyor: “Herkesin yasaminda belirli bir görevi ya da misyonu vardir... Bu nedenle, kisinin ne yeri doldurulabilir, ne  de yasami tekrarlanabilir. Kisacasi herkesin misyonu kendine özgüdür, tipki bunu yerine getirmesi için eline geçen belirli firsatlar gibi.”
Misyon bildirimi, bir gecede yazacaginiz bir sey degildir. Derin bir içe bakis, dikkatli bir analiz ve düsünceli bir ifade ister. Çogu zaman, bildirim son sekline sokuluncaya kadar tekrar tekrar yazilmasi gerekir. Tam istediginiz gibi oluncaya kadar birkaç hafta, hatta aylar geçebilir.
Beyninizin Tamamini Kullanmak
“Beynin üstünlügü” kurami diye bilinen konu üzerinde yillarca arastirma yapildi. Bulgular, temelde, beynin her iki yarim küresinin-sag ve sol-özellikle degisik islevleri yönettiklerini, degisik bilgileri islemden geçirdiklerini ve degisik türde sorunlarla ilgilendiklerini gösteriyor.
Temelde sol yarim küre daha çok mantik ve konusmayla ilgilenir. Sag yarim kürenin ise sezgileri güçlüdür ve yaratici olan da odur. Sol, sözlerle ilgilenir, sag ise resimlerle. Solun ilgi alani parçalar ve özgül seylerdir, saginki ise bütünler ve parçalar arasindaki iliskiler. Sol kesim analizci, yani çözümlemeciyken; sagsentezcidir, yani parçalari birlestirir. Sol kesim, neden-sonuç iliskisiyle ilgilenir; sag ise anlik, simultane ve bütüncül düsünmeyle. Sol zamana baglidir; sag ise degildir.
Insanlar beynin her iki tarafini da kullanirlar. Ancak genellikle her insanda sag ya da sol yan agir basar. Kuskusuz, ideal olan, her iki yan arasinda güzel bir köprü kurabilecek yetenegi yaratmak ve gelistirmektir.
Abraham Maslow’un dedigi gibi: “Çekiç kullanmayi iyi bilen biri, her seyin çivi oldugunu düsünür.”
Sag beyinlerini ve sol beyinlerini kullanan insanlar her seye farkli açilardan bakarlar. Biz, aslinda sol beynin egemen oldugu bir dünyada yasiyoruz. Burada sözcüklere, ölçülere ve mantiga büyük deger veriliyor. Dogamizin daha yaratici, sezgisi güçlü ve sanatsal yani ise çogu zaman ikinci plana itiliyor. Çogumuz, sag beyin kapasitemizden yararlanirken daha fazla zorlaniyoruz.
Ögrencilerime, “Yalnizca bir alti aylik yasam süreniz kaldigini varsayin,” diyorum. “Ve bu yari yil boyunca iyi bir ögrenci olarak okulda kalacaksiniz. Simdi bu süreyi nasil geçireceginizi hayal edin!”
Bu durumda her seye bakis açisi birdenbire degisiyor. Daha önce fark edilemeyen bazi degerler yüzeye çikiyor. Ögrencilerime ayrica, bir hafta boyunca bu genislemis görüs açisiyla yasamalarini ve bir günlük tutarak deneyimlerini yazmalarini da öneriyorum.
Sonuçlar çok seyi açikliyor. Ögrenciler, anne ve babalarina mektup yazmaya ve onlari ne kadar sevdiklerini ve takdir ettiklerini açiklamaya basliyorlar. Aralarinin bozuk oldugu bir erkek ya da kiz kardes, bir arkadasla barisiyorlar. Eylemlerine egemen olan ana unsur, bunlarin altinda yatan ilke, yani sevgi oluyor. Yasanacak pek az bir süreleri kaldigini düsündüklerinde, agiz bozmanin, kötü düsüncelerin, asagilamalarin ve suçlamalarin yararsizligi ortaya çikiyor. Hepsi de ilkeleri ve  degerleri daha iyi fark ediyor.
Aileyle Ilgili Misyon Bildirimi
Pek çok aile saglam ilkelerle degil; krizler, degisken ruh halleri, çabuk çözümler ve anlik doyumlarla yönetilir. Stres ve baski arttigi zaman da belirtiler yüzeye çikar: insanlar kuskucu, elestirici olur, ya sessizlesir ya da bagirarak asiri tepki gösterirler. Bu tür davranislari gören çocuklar da, sorunlari çözmenin tek yolunun savasmak ya da kaçmak oldugunu düsünerek büyürler.
En iyi misyon bildirimleri, aile üyelerinin karsilikli saygiyla bir araya gelmeleri, degisik görüslerini açiklamalari ve bir tek kisinin yalniz basina yapabileceginden daha büyük bir seyi yaratmak için birlikte çalismalariyla ortaya çikanlardir. Bildirimin perspektifini genisletmek, önem derecesini ya da yönünü degistirmek, eklemeler yapmak ya da zamanin asindirdigi sözcüklere yeni anlamlar katmak için arada bir gözden geçirmek, ailenin ortak deger ve amaçlarda birlesmesini  saglar.
Misyon bildirimi, düsünmek, aileyi yönetmek için bir çati olusturur. Bizim evde, misyon bildirimi oturma odasinin duvarinda asilidir. Dolayisiyla, ona her gün bakar ve kendimize çekidüzen veririz. Evimizde düzen, sorumlu bagimsizlik, isbirligi, yardimseverlik, gereksinimleri karsilama, yetenekleri gelistirme, birbirimizin yetenekleriyle ilgilenme ve baskalarina hizmet etmenin vurgulandigi, sevgiyi yansitan cümleleri okudugumuz zaman bir aile olarak bizim için en önemli sayilacak seyleri nasil basardigimiz konusunda bir ölçek elde etmis oluruz.
Ailemizin hedef ve etkinliklerini planlarken, “Bu ilkelerin isiginda hangi hedeflerin üzerinde çalisacagiz? Hedeflerimize ulasmak ve bu degerleri gerçeklestirmek için ne tür çalisma planlari yapmaliyiz?” deriz. Bildirimi sik sik gözden geçiririz. Yilda iki defa, eylül ve haziranda-okullar  açilir ve kapanirken-hedeflerin ve yapilacak islerin üzerinde çalisiriz.
Kurumsal Misyon Bildirimleri
Misyon bildirimlerinin basarili kurumlar için de yasamsal önemi vardir.
IBM’e her gidisimde oradaki egitim sürecini izlemek ilgimi çok çeker. Defalarca ayni seyi gördüm; kurum lideri bir gruba katilir ve IBM’in üç seyi temsil ettigini söyler:
Bireyin itibari,
Mükemmellik ve,
Hizmet.
Bu kurumun misyon bildirimi-herkes tarafindan paylasilan bakis açilarini ve degerleri yansitan bir bildirim-güçlü bir birlik ve saglam bir baglilik yaratir. Insanlarin yürek ve zihinlerinde, kendilerini yönetmelerini saglayacak bir ölçüt, ya da standart olusturur. Bir baskasinin yönetimine, denetimine, elestirisine ya da ucuz çarelerine gereksinimleri yoktur onlarin. Kendileri, kurumun temsil ettigseyin degismeyen özünü benimsemis, buna yatirim yapmislardir.
3. ALISKANLIK ÖNEMLI ISLERE ÖNCELIK VER
Aliskanlik, ikinci; yani fiziksel yaratimdir. 1. ve 2. Aliskanliklarin gerçeklesmesi, harekete geçmesi ve dogal olarak ortaya çikmasidir. Özgür iradenin, merkeze ilkelerin yerlestirilmesi için kullanilmasidir.
Unutmayin; yönetmek, liderlikten tümüyle farklidir. Liderlik, her seyden önce, sag beynin son derecede güçlü bir etkinligidir. Daha çok bir sanattir; felsefeye dayanir. Kisisel liderlik sorunlariyla ugrasirken yasamla ilgili en esasli sorulari sormaniz gerekir.
Yönetim; özüne hükmetmenin irdelenmesi, analizi, düzenlenmesi,  özgül  uygulamasi, zamanla sinirli sol beyin görüsüdür. Benim kisisel etkililikle ilgili özdeyisim sudur: “Soldan yönet, sagdan liderlik et!”
Özgür Iradenin Gücü
Özbilinç, hayal gücü ve vicdana ek olarak insanlara özgü dördüncü dogal yeti olan özgür irade, etkili özyönetimi tam anlamiyla olasi kilar.
Gündelik yasantimizda özgür irademizi ne dereceye kadar gelistirdigimiz kisisel bütünlügümüzle ölçülür. Bütünlük temelde kendimize biçtigimiz degerdir. Kendimize verdigimiz sözlere bagli kalma, “özü sözü bir olma” yetenegimizdir. Kendisiyle gurur duymaktir. Proaktif gelismenin özü, Karakter Etigi’nin temel bir parçasidir.
Etkili yönetim, önemli islere öncelik vermektir. Önemli islerin neler olduguna liderler karar verir. Ama bunlarin günbegün öncelikli olarak gerçeklesmesini saglayan yöneticilerdir. Yönetim disiplindir, kararlari uygulamaktir.
Disiplin, mürit, havari ya da ögrenci anlamina gelen, disciple sözcügünden üretilmistir. Bir baska deyisle, kendinizi etkili bir biçimde yönetebiliyorsaniz, disiplin de içinizden gelir. Bu, özgür iradenizin bir islevidir.
En sevdigim deneme kitaplarindan biri, E.M. Gray’in yazmis oldug“Basarinin Ortak Paydasi”dir. Gray, gözlemlerini söyle açikliyor: “Basarili insanlarin, basarisizlarin hoslanmadigseyleri yapmak gibi bir aliskanliklari vardir. Onlar da bu islerden hoslanmiyor olabilirler. Ancak hedefe varma arzularinin gücü, hosnutzsuzluklarini yener.”
Bir etkinligi tanimlayan iki etken; aciliyet ve önemdir.
Aciliyet, bir seyle hemen ilgilenilmesi gerektigini açiklar. Simdi!” demektir bu. Acil isler bizi etki altina alir. Çalan bir telefon “acil” grubuna girer. Çogu kimse, telefonu çalar durumda birakmayi düsünemez bile. Acil konular genelde gözle görülür. Üstümüzde baski olustururlar. Hemen harekete geçmeye zorlarlar. Çogu kez baskalarinin istedikleri seylerdir, tam karsimizda dururlar. Hatta çogu hos, kolay ve zevkle yapilacak seylerdir. Ama çogu zaman da önemsizdirler!
Diger taraftan önemliligin sonuçlarla ilgisi vardir. Bir sey önemliyse, görevinize, degerlerinize, öncelikli hedeflerinize katkida bulunur.
Etkili kisilerin zihinleri soruna degil, firsatlara açiktir. Onlar firsatlari besleyip sorunlari kuruturlar. Önlemleri önceden düsünürler.
Yetki Vermek: Ü ve ÜY’yi Artirmak
Bütün yaptiklarimizi, zamana ya da insanlara yetki vererek basaririz. Zamana  yetki veriyorsak verimliligi; baska kisilere yetki veriyorsak da etkili olmayi düsünüyoruz demektir. Birçok kisi baskalarina yetki vermeye yanasmaz. Çünkü bunun çok zaman ve çaba gerektirdigini, isi kendisinin daha iyi yapacagini düsünür. Oysa, baskalarina etkili biçimde yetki vermek, belki de insanlari harekete geçirmesi bakimindan var olan en güçlü etkinliktir.
Yetki vermek, hem kisiler hem de kurumlar için gelisim anlamina gelir. Merhum J.C. Penney, verdigi en akillica kararin, artik her seyi tek basina yapamayacagini anladigi zaman “dizginleri birakmak” oldugunu söylemesiyle animsanir. Çok uzun bir zaman önce verilen bu karar, yüzlerce magaza ve binlerce insanin gelisip büyümesini saglamistir.
Bir üretici istenilen sonuçlara erismek, altin yumurtayi elde etmek için gerekeni yapar. Bulasiklari yikayan bir anne, taslaklari çizen bir mimar ya da mektuplari daktiloya geçiren bir sekreter, üreticidir. Ancak bir insan, altin yumurtalar üretmek için baskalarindan ve sistemlerden yararlandigi zaman, karsilikli bagimlilik açisindan bir yöneticiye dönüsür. Bulasik yikama isini çocuguna veren anne, bir yöneticidir. Bir mimarlik bürosunu yöneten mimar, yöneticidir. Diger sekreterleri ve büro personelini denetleyen sekreter, büro yöneticisidir.
Emireri Yetkisi Vermek
Temelde iki yetki verme yöntemi vardir:
Emireri yetkisi vermek ve,
Kaptanlik yetkisi vermek.
Emireri yetkisi vermek, Suraya git, buraya git, sunu yap, bunu yap, is bitince de bana haber ver!” anlamina gelir.
Üretici olan insanlarin çogu emireri yetkisi verme paradigmasina sahiptir.
Kaptanlik Yetkisi Vermek
Kaptanlik yetkisi vermenin odak noktasi yöntemler degil, sonuçlardir. Bu, insanlara yöntemi seçme hakkini tanir ve sonuçlardan sorumlu olmalarini öngörür. Baslangiçta daha fazla zaman gerektirir. Ama harcanacak zaman iyi bir yatirim sayilir. Kaptanlik yetkisi vererek manivelanin dayanak noktasini kaydirip kaldirma gücünü artirabilirsiniz.
Kaptanlik yetkisi vermek, bes alandaki beklentiler bakimindan pesinen karsilikli anlayis ve bagliligi gerektirir.
Istenilen Sonuçlar: Basarilmasi gereken seyin karsilikli olarak, iyice anlasilmasini saglayin. Odak noktasi olarak nasili degil, neyi; yöntemleri degil, sonuçlari seçin.
Kilavuzlar: Bu kisinin içinde çalismasi gereken parametreleri saptayin. Kaptanligi devrettiginiz kisinin, sonuçlara ulasmasi kosuluyla istedigini yapabilecegini düsünmesini ve bu arada süregelen bir geleneksel islemi ya da degeri çignemesini istemezsiniz. Bu, inisiyatifi öldürür ve emireri yetkisi devrine dönülmesine neden olur: “Ne yapmami istedigini söyle ki, yapayim.”
Verilen isin basarisizliga ugrayabilecek yanlarini biliyorsaniz, onlari açiklayin. Dürüst ve açiksözlü olun. Bu insana batakligin nerede oldugunu, vahsi hayvanlarin ne tarafta beklediklerini söyleyin. Tekerlegi her gün yeniden icat etmesini istemezsiniz sanirim. Izin verin de, insanlar sizin ya da baskalarinin hatalarindan ders alsinlar. Yetki verdiginiz kisiye basarisizliga gidebilecek yollari isaret edin. Ona ne yapmamasi gerektigini söyleyin. Ama ne yapmasi gerektigini söylemeyin. Sonuçlarin sorumlulugunu kendisine birakin.
Kaynaklar: Bu kisinin, istenilen sonuçlari elde etmesi için yararlanabilecegi insani, maddi, teknik ve kurumsal kaynaklari tanimlayin.
Hesap Verme Sorumlulugu: Sonuçlarin rapor edilecegi ve degerlendirmenin yapilacagi belirli zamanlari da açiklayin.
Sonuçlar: Gelisimin sonucunda ortaya çikacak iyi ya da kötü sonuçlari belirleyin.
Kaptanlik, yöneticilik yetkisinin devri, geregince yapildigi takdirde iki tarafin da kazançli çikmasini saglayacagi kanisindayim. Sonunda daha az zamanda daha çok is basarilacaktir.
Kaptanlik yetkisini vermekle ilgili ilkeler dogrudur ve her türlü duruma ya da insana uygulanabilir. Olgunlasmamis insanlar söz konusu oldugunda daha az hedef tanimlar ve daha fazla kural koyarsiniz.
Daha olgun kisilerle, istenilen sonuçlar daha zor olabilir. Kurallar daha azdir. Hesaplasmalar da öyle. Kistaslar da fazla ölçülemez, ama daha belirgindirler.
Karsilikli Bagimlilik Paradigmalari
Güvensiz dostluk olmaz, güven için de dürüstlük ister.   SAMUEL JOHNSON
Etkili bir karsilikli bagimlilik, sadece gerçek bagimsizlik temeli üzerine kurulabilir. Eskiden nerede oldugumuzu ve gidecegimiz yere göre simdi hangi noktada bulundugumuzu anlamak için geriye bakarak araziyi incelerken, sunu açikça görürüz: Seçtigimiz yoldan gelmemis olsaydik, bu noktaya erisemezdik. Kendinizle mücadelenizde basarinin bedelini ödemedikçe, baskalariyla iliskinizde basarili olamazsiniz.
Kendine hakim olmak ve kendini disipline sokmak baskalariyla iyi iliskiler kurmanin temelidir. Bazilari, baskalarini sevmeniz için önce kendinizi sevmeniz gerektigini söyler. Bence bu, degerli bir düsünce. Ancak kendinizi tanimazsaniz, kontrol etmezseniz, kendinize egemen olmazsaniz, kendinizi sevmeniz de çok zor olur. Bunu ancak kisa vadeli, yüzeysel, ani bir heyecanla saglayabilirsiniz.
Insanin kendisine olan saygisi, benligine egemen olmasindan, gerçek bir özgürlükten   dogar.
Özgürlük, bir basaridir. Karsilikli bagimlilik ise, ancak özgür kisilerin yapabilecekleri bir seçimdir.
Herhangi bir iliskiye kattigimiz en önemli unsur sözlerimiz ve hareketlerimiz degil, ne oldugumuzdur. Sözlerimizle davranislarimizin kaynagi kendi özümüz (Karakter Etigi) degil de, yüzeysel insan iliskileri teknikleriyse (Kisilik Etigi) karsimizdakiler bu düzenbazligi sezinler. O zaman etkili bir karsilikli bagimlilik için gerekli temeli yaratip sürdürmeyi basaramayiz.
Duygusal Banka Hesabi
Parasal bir banka hesabinin ne oldugunu hepimiz biliriz. Oraya para yatirir ve bir birikim olustururuz. Gerektigi zaman da oradan para çekeriz.
Duygusal Banka Hesabi, bir iliski içindeki güven oranini belirleyen bir benzetmedir. Bu, baska bir insanin yaninda kendinizi emniyette hissetmenizdir.
Incelik, sevecenlik, dürüstlük ve size verdigim sözlere bagli kalmak yoluyla Duygusal Banka Hesabi’na yatirim yaparsam, bir birikim yaratmis olurum. Sizin bana olan güveniniz artar, ben de gerektigi zaman bu güvenden yararlanirim. Hatalarim da olabilir. Ama o güven düzeyi, o duygusal birikim bunu telafi eder.
Büyük bir güven birikimi sürekli yatirimla beslenmemisse, bir evlilik bozulur. Evlilik, yeryüzündeki iki insan arasinda olabilecek en mahrem, potansiyel olarak en zengin, neseli, doyurucu ve üretici iliskidir. Evlilik gibi en sabit iliskilerimiz, en sabit yatirimi gerektirir. Sürekli beklentiler yüzünden eski yatirimlar uçup gider.
Yillar boyunca görmediginiz eski bir lise arkadasinizla birdenbire karsilastiginiz zaman dostlugunuza kaldiginiz yerden devam edebilirsiniz, çünkü eski yatirimlar korunmustur. Ancak düzenli bir biçimde görüsgünüz insanlarla olan hesabiniza daha sabit yatirimlar yapmaniz gerekir. Bazen günlük etkilesimlerinizde, hesabinizdan otomatik olarak bir miktar çekersiniz. Ya da bunu onlarin sizinle ilgili, fark edemediginiz sezgileri yüzünden yaparsiniz. Bu, özellikle ailenizdeki yetismekte olan gençler için geçerlidir.
Duygusal Banka Hesabi’ni olusturan alti önemli yatirim önermeme izin verin.
Kisiyi anlamak
Bir insani gerçekten anlamaya çalismak belki de yapabileceginiz en önemli yatirimdir. Bu, bütün diger yatirimlarin da anahtaridir.
Bir insanin misyonu, baska birine önemsiz gelir. Yatirim yapmaniz için, baska birinin önem verdigi bir sey, sizin için o insan kadar önemli olmalidir. Son derece öncelikli bir proje üzerinde çalisirken alti yasindaki oglunuz size önemsiz gelen bir sey yüzünden isinizi engellemeye kalkisabilir.
Baskalarinin istedikleri ya da gereksinim duyduklarini düsündügümüz seyleri, kendi yasam öykümüzden yola çikarak belirleme egilimimiz vardir. Böylelikle, baskalarinin davranislarina kendi amaçlarimizi yansitiriz.
Altin Kural sudur: “Baskalarina, onlarin size yapmalarini istediginiz seyleri yapin.” Yüzeysel olarak bu, sizin için yapilmasini istediginiz seyleri, sizin de onlara yapmaniz anlamina gelebilir. Ama bence temelde bu sözlerin anlami; onlari, birey olarak sizi anlamalarini istediginiz gibi, derinlemesine anlamak, sonra da onlara bu anlayisiniz açisindan yaklasmaktir. Basarili bir babanin, çocuklarin yetistirilmesi konusunda dedigi gibi: “Onlara degisik biçimlerde davranarak hepsine ayni sekilde davranin.”
Küçük Seylerle Ilgilenmek
Küçük, basit, sevecen ve nazik davranislar çok önemlidir. Küçük nezaketsizlikler, küçük merhametsizlikler, küçük saygisizliklar bankadaki hesaptan büyük meblaglar çekilmesine yol açar. Iliskilerde küçük seyler, büyük sayilir.
Verilen Sözleri Tutmak
Verilen bir sözü tutmak, yerine getirmek büyük bir yatirimdir; birisini kirmak ise, önemli bir tutari geri çekmektir. Hatta birine önemli bir konuda söz verdikten sonra bunu tutmamak kadar banka hesabinizi düsürebilecek bir eylem olamaz. Bir daha söz verildigi zaman, karsidaki buna inanmaz. Insanlar, vaatleri umutlarinin odak noktasina dönüstürme egilimindedir. Özellikle temel geçimlerini ilgilendiren vaatleri.
Beklentileri Belirginlestirmek
Beklentilerin çogu zimnidir. Belirli bir biçimde söylenmez ya da açiklanmazlar. Ama insanlar yine de belirli bir duruma beklentilerini yansitirlar. Örnegin, bir kadin ve erkek, evlilik iliskisinde birbirlerinden zimnen bazi seyler beklerler.
Bazen beklentileri belirginlestirmek büyük cesaret ister. Anlasmazlik yokmus ve her sey yoluna girecekmis gibi davranmak, yanlis anlamalari kabul etmek ve birlikte çalisarak iki tarafin da kabul edebilecegi bir dizi beklentiye erismekten daha kolaymis gibi gelir insana.
Kisisel Bütünlük (Dürüstlük)
Kisisel bütünlük, güven yaratir ve çok çesitli yatirimlarin da kaynagini olusturur.
Kisisel bütünlük dogrulugu içerir, ama ondan da öte bir seydir. Dogruluk, gerçegi söylemek; yani, sözlerimizi gerçege uydurmaktir. Kisisel bütünlük ise, gerçegi sözlerimize uydurmak; yani, sözümüze bagli kalmak ve beklentileri gerçeklestirmektir. Bunun için öncelikle kendine, ama ayni zamanda dünyaya karsi da bir kisisel bütünlük gerekir.
Kisisel bütünlügü kanitlamanin en önemli yollarindan biri, yaninizda olmayan kisilerin arkasindan konusmamaktir. Bunu yaparken yanimizda olanlara da güven veririz. Orada olmayanlari savunurken, olanlarin güvenini korursunuz.
Kisisel bütünlük ayrica aldatici, hile kokan ya da insan onuruna yakismayacak her türlü sözden kaçmak anlamina da gelir. Bir tanimlamaya göre, “Yalan, aldatmak amaciyla söylenen herhangi bir sözdür.” Ya da davranistir. Ister sözlerimiz, ister davranislarimizla iletisim kuralim, dürüst bir insansak, amacimiz aldatmak olmaz.
Hesaptan Çektiginiz Zaman Içtenlikle Özür Dilemek
Duygusal Banka Hesabi’ndan bir tutari çektigimiz zaman özür dilememiz gerekir; hem de içtenlikle. Içten sözler büyük yatirimlar demektir.
“Ben haksizdim.” “Sert davrandim.”
“Sana saygi göstermedim.”
“Onurunla oynadim. Çok, çok üzgünüm.”
“Seni dostlarinin önünde utandirdim. Bunu yapmaya hakkim yoktu. Bir noktayi belirtmek istiyordum ama, öyle davranmamaliydim. Özür diliyorum.”
Kisinin aciyarak degil de, içinden gelerek özür dilemesi için karakterinin iyice güçlü olmasi gerekir. Bir insanin içtenlikle özür dileyebilmesi için kendine hakim olmasi, temel ilkeler ve degerlerin sagladigi köklü bir güven duygusunun bulunmasi gerekir. Iç güveni olmayanlar bunu yapamazlar. Bu onlari çok savunmasiz bir duruma düsürür.
Ayrica çogu zaman yaptiklarinda hakli olduklarina da inanirlar. Kendi hatalarini affettirmek için, bahane olarak karsilarindakilerin hatalarini gösterirler. Bazen özür dileyebilirler, ama bu  da içten degildir.
Leo Roskin’in dedigi gibi: “Zalim olanlar, zayiflardir. Inceligi sadece güçlülerden bekleyebilirsiniz.”
Sevgi Yasalari ve Yasam Yasalari
Kosulsuz sevgi yatirimi yaptigimizda, sevginin öncelikli kurallarini yerine getirdigimizde, baskalarina yasamin öncelikli yasalarina uymalari için cesaret veririz; yani baskalarini kosulsuz, kurallar koymadan sevdigimiz zaman onlarin güven duymalarina, kendilerini emniyette hissetmelerine; temel degerleri, kisilikleri ve dürüstlüklerinin dogrulanmis ve onaylanmis oldugunu düsünmelerine yardim etmis oluruz. Böylece dogal gelisim süreci tesvik edilmis olur. Onlarin, isbirligi, katki, kendini disipline sokma, dürüstlük gibi hayat yasalarini yasamalarini, içlerindeki en yüce ve en iyi seyleri kesfedip bunlara sadik kalmalarini kolaylastiririz.
ALISKANLIK “KAZAN/KAZAN” DIYE SÜN
Insan Etkilesimiyle Ilgili Alti Paradigma
Kazan/Kazan, bir teknik degildir. Bu, insanlar arasindaki etkilesimle ilgili bütüncül bir felsefedir. Aslinda insanlarin birbirleriyle olan iliskilerinin alti paradigmasindan biridir.
Diger paradigmalar ise sunlardir:
*Kazan/Kazan                    *Kaybet/Kaybet
*Kazan/Kaybet          *Kazan
*Kaybet/Kazan          *Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok
Kazan/Kazan
Kazan/Kazan zihinsel ve duygusal bir düsünce tarzidir. Kazan/Kazan, anlasma ya da çözümlerin karsilikli yarar ve hosnutluk saglamasi anlamina gelir.
Kazan/Kazan, yasami bir rekabet arenasi degil, bir isbirligi alani olarak görür. Çogu insan her seye ikili kiyaslamalar açisindan bakar: Güçlü ya da zayif, iyi ya da kötü, kaybetmek ya da kazanmak! Ama bu tür düsünce tarzi temelde hatalidir. Bu, ilkeden çok, güç ve mevkiye dayanir. Kazan/Kazan’in temelinde ise, su paradigma bulunur: Herkes için her seyden yeterince vardir, bir insanin basarisi digerlerinin basarisizligi anlamina gelmez. Digerlerinin basarisizligi pahasina kazanilmasi da gerekmez.
Kazan/Kaybet
“Ben kazanirsam, sen kaybedersin” der. Liderlik tarzi bakimindan Kazan/Kaybet, otoriter bir yaklasimdir: “Benim istedigim olur. Senin istedigin olmaz.”
Kazan/Kaybet paradigmasina bagli insanlar, istediklerini elde etmek için konum, güç, kimlik, varlik ya da kisiliklerden yararlanirlar.
Etkili güçlerin en önemlisi ailedir. Bir insan çocuklugunda bir baskasiyla karsilastirildigi zaman, Kazan/Kaybet tarzi düsünceyi benimser. Sevgi, kosula bagli olarak verildigi, sevgiyi kazanmak zorunda kalindigi zaman onlara aslinda degerli ya da sevilecek kisiler olmadiklari mesaji iletilir.
Çocuk, Kazan/Kaybet düsüncesine göre kaliplanip biçime sokulur ve programlanir. “Ben agabeyimden daha iyi olursam, annemle babam beni daha çok sever.” “Annemle babam beni ablam kadar sevmiyorlar. Herhalde onun kadar degerli degilim.”
Okul yasami da Kazan/Kaybet senaryosunu güçlendirir. “Normal dagilim egrisi” sizin, bir baskasi C notu aldigi için A aldiginizi açiklar. Kisinin degerini onu kendisi disindakilerle karsilastirarak yorumlar. Ancak insanlar birikimlerine ya da var olan kapasitelerini tümüyle kullanip kullanmadiklarina göre degerlendirilmezler. Diger insanlarla karsilastirilarak siniflandirilirlar ve dereceler toplumsal deger yüklüdür. Firsat kapilarini açar ya da kaparlar.
Güvenin düsük düzeyde oldugu, gerçekten de rekabete dayanan durumlarda Kazan/Kaybet düsüncesine yer vardir kuskusuz. Ancak yasamin önemli bir bölümü rekabetten ibaret degildir.
Her günümüzü esimizle, çocuklarimizla, is arkadaslarimizla, komsularimizla ve dostlarimizla rekabet ederek geçirmek zorunda degiliz. “Evliliginizde kim kazaniyor?” sorusu gülünçtür. Iki kisi birden kazanamiyorsa, o zaman ikisi de kaybediyor demektir.
Kaybet/Kazan
Kaybet/Kazan, Kazan/Kaybet’ten daha kötüdür. Çünkü bunun standartlari; yani istekleri, beklentileri, hayalleri yoktur. Genellikle Kaybet/Kazan tarzi düsünen kisileri çabucak hosnut edebilir ya da yatistirabilirsiniz.
Pazarliklarda Kaybet/Kazan, teslim olma; yani boyun egme ya da vazgeçme gibi görülür. Liderlik tarzinda ise bu, fazla hosgörü ya da gevseklik sayilir. Kaybet/Kazan, iyi insan olmak demektir; “iyi insanlar yarista sonuncu gelirler.”
Kazan/Kaybet tipindekiler, Kaybet/Kazan tipinde olanlari çok severler. Çünkü onlarin sirtindan geçinirler. Zayifliklarina bayilir ve bundan yararlanirlar. Bu tür zayifliklar, kendi güçlerini tamamlar.
Kazan/Kaybet de, Kaybet/Kazan da, kisisel güvensizlige dayanan zayif durumlardir.
Kaybet/Kaybet
Ikisi de kaybeder. Ikisi de kinlenip “hesap sormak” ya da “intikam almak” isterler.
Bir bosanma davasi biliyorum; yargiç, kocaya mal varligini satarak kazancinin yarisini karisina vermesine hükmetmisti. Adam da bu hükme uyarak, degeri 10.000 dolari asan arabasini 50 dolara satti. Ve 25 dolari karisina verdi. Bazi insanlar merkezlerine düsmani öylesine yerlestirir, baska birinin davranislarina öylesine saplanirlar ki, o kisinin kaybetmesinden baska bir sey istemezler. Bu, kendilerinin de kayba ugramasi anlamina gelse bile aldirmazlar. Kaybet/Kaybet, düsmanca bir çarpisma felsefesidir: Savas felsefesi!
Kaybet/Kaybet ayni zamanda kendi yönünü bulamadigi için çok mutsuz, baskalarina fazlasiyla bagimli olanlarin da felsefesidir ve onlar, herkesin kendileri gibi olmasini isterler. “Hiç kimse bir sey kazanmazsa, belki de hep kaybeden biri olmak, o kadar kötü sayilmaz.”
Kazan
Yarisma ya da rekabete gerek olmadiginda, Kazan, günlük pazarliklarda belki de en fazla kullanilan yaklasim tarzidir. Kazan zihniyetli bir insan her seye kendi çikarlari açisindan bakar. Baskalarini da kendi baslarinin çaresine bakmaya birakir.
Hangi Seçenek En Iyisi?
Su ana kadar inceledigimiz bes felsefeden en etkili olani hangisidir? Bu sorunun yaniti, “duruma bagli” olarak degisir. Bir futbol maçini kazanirsaniz, bu diger takimin kaybetmesi anlamina gelir.Bazi durumlarda Kazanmak istersiniz ve bu kazancin baskalariyla olan iliskisine de pek aldiris etmezsiniz. Örnegin çocugunuzun hayati tehlikedeyse, diger insanlar ve kosullarla ancak marjinal ölçüde ilgilenirsiniz. Çocugunuzun hayatini kurtarmak ise son derece önemli olur.
O halde en iyi seçim, gerçeklige baglidir. Önemli olan, o gerçekligi dogru biçimde okumak, her duruma Kazan/Kaybet ya da baska bir senaryoyu uygulamamaktir.
Aslinda olaylarin çogu karsilikli bagimli gerçekliklerin bir parçasidir ve bu nedenle Kazan/Kazan da aslinda bu bes seçenek içinde tek geçerli olanidir.
Kazan/Kaybet, uygun degildir.
Örnegin, sirketinize mal sagliyorsam ve özel bir pazarlikta ben kazançli çikiyorsam, su anda istedigimi elde edebilirim. Ama bir daha benimle is yapar misiniz?
Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok
Bu insanlar iki tarafin da kabul edebilecegi sinerjik bir çözüm elde edemediklerine göre Kazan/Kazan’in daha da yüksek bir ifadesi olan “Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok” yolunu seçebilirlerdi.
Anlasma Yok yöntemi, temelde su anlama gelir: Ikimizin de isine yarayacak bir çözüm bulamiyorsak, anlasma yapmamak konusunda dostça anlasiriz; yani, “Anlasma Yok!”tur. Ne bir beklenti yaratilmis, ne bir anlasma hazirlanmistir.
“Anlasma Yok” yolunu bir seçenek olarak gördügünüz zaman kendinizi özgür hissedersiniz. Çünkü insanlari kullanmaya, kendi programinizi kabul etmeleri için zorlamaya, istediginizi elde etmek için savasmaya gerek kalmaz. Açikça konusabilirsiniz. Olaylarin temelindeki daha derin sorunlari gerçekten anlamaya çalisabilirsiniz.
Kazan/Kazan ya da anlasma Yok, aile iliskilerinde müthis bir duygusal özgürlük saglar. Örnegin, aile üyeleri herkesin zevk alacagi bir video kaseti bulamazlarsa, baska bir sey yapmaya karar verebilirler. Bu Anlasma Yok seçenegi, bazilarinin digerlerinin sikilmasi pahasina aksamin keyfini çikarmalarindan daha iyidir.
Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok yaklasimi en çok bir is iliskisi ya da yatirimin  baslangicinda gerçekçi olur. Devamli is iliskisinde ise ‘Anlasma Yok’, geçerli bir seçenek olmayabilir.
Kazan/Kazan’in Bes Boyutu
Kazan/Kazan ilkesi bütün iliskilerimizde basarinin temelidir ve yasamin birbirine bagli bes boyutunu kapsar. Karakterle baslar, iliskilere dogru ilerler, bundan anlasmalar dogar. Bu, yapi ve sistemlerin temelinde Kazan/Kazan olan bir ortamda beslenir ve “süreç”i içerir; Kazan/Kazan’in saglayacagi sonuçlari Kazan/Kaybet ya da Kaybet/Kazan yoluyla elde edemeyiz.
Simdi sirayla bu boyutlarin her birini inceleyelim.
Karakter
Kazan/Kazan paradigmasi için gerekli üç karakter özelligi vardir:
DÜRÜSTLÜK: Dürüstlügü, kendimize verdigimiz deger olarak tanimlamis bulunuyoruz.
OLGUNLUK: Cesaretle duyarlilik arasindaki dengedir. Bir insan, duygu ve inançlarini, baskalarinin duygu ve inançlarina duyarlilik göstererek, cesurca açiklayabiliyorsa, olgun demektir; özellikle de konu her iki taraf için önemliyse.
Cesaret:Yüksek bir cesaret ve duyarlilik düzeyi, Kazan/Kazan için sarttir. Bu, gerçek olgunlugu gösteren dengedir. Bu olgunluga sahipsem, dinleyebilir, empatik anlayis gösterebilirim, ama ayni zamanda cesaretle karsi da çikabilirim.
BOLLUK ZIHNIYETI:Her seyden herkes için yeterince oldugu paradigmasi.
Dürüstlük, olgunluk ve Bolluk Zihniyeti açisindan zengin bir karakter, insan etkilesiminde teknik ya da tekniksizligi iyice asan bir içtenlige sahiptir.
Iliskiler
Her kararin Kazan/Kazan olmasi zorunlu degildir; hatta Duygusal Banka Hesabi kabarikken bile. Bunu anlamak önemlidir. Burada da anahtar yine iliskidir. Örnegin, siz ve ben birlikte çalisiyoruz diyelim. Bana gelerek; “Stephen, bu karardan hoslanmayacagini biliyorum,” diyorsunuz. “Fikrini almak bir yana, sana bunu açiklayacak zamanim bile yok. Kararin hatali oldugunu  düsünmen olasiligi da var. Ama bunu destekler misin?”
Benimle olumlu bir banka hesabiniz varsa, tabii bu karari desteklerim. Sizin hakli oldugunuzu, benimse yanildigimi umarim. Kararinizin istenilen sonucu vermesi için de ugrasirim.
Ama Duygusal Banka Hesabi yoksa ve reaktif bir insansam, kararinizi gerçekten desteklemem. Yüzünüze karsi destekleyecegimi söyleyebilirim. Ama arkanizdan hiç de o kadar hevesli davranmam.
Anlasmalar
Iliskilerden, Kazan/Kazan’i tanimlayan ve yönlendiren anlasmalar dogar. Bunlar bazen performans anlasmalari ya da ortaklik anlasmalari diye tanimlanir.
Insan ruhunu yücelten, kisileri yargilamaktansa, onlarin kendi kendilerini yargilamalarina izin vermektir. Yüksek düzeyde bir güven ortaminda bu çok daha dogrudur. Insanlar bazi durumlarda islerin nasil gittigini belgelerde görünenlere bakmak yerine, yüreklerinin sesini dinleyerek çok daha iyi anlarlar. Sezgi, çogu zaman gözlem ya da ölçümden daha dogru sonuçlara götürür.
Sistemler
Kazan/Kazan’in etkili olmasi için sistemlerin onu desteklemesi gerekir. Egitim sistemi, planlama sistemi, iletisim sistemi, bütçe sistemi, ücret sistemi.
Süreçler
Kazan/Kazan sonuçlarini, Kazan/Kaybet ya da Kaybet/Kazan yöntemleriyle elde etmek olanaksizdir. “Ister hoslan, ister hoslanma, Kazan/Kazan diye düsüneceksin,” diyemezsiniz. Bu nedenle sorun, bir Kazan/kazan çözümüne nasil ulasilacagina dönüsüyor.
Kazan/Kazan bir kisilik teknigi degildir. Insan etkilesimiyle ilgili bütüncül bir paradigmadir. Dürüst, olgun ve bolluk Zihniyeti’ne sahip bir karakterden dogar. Güven derecesi yüksek olan iliskilerle büyür. Hem beklentileri hem de basarilari etkili bir biçimde netlestirip yöneten anlasmalarda somutlasir. Destekleyici sistemlerde zenginlesir.
ALISKANLIK                      
ÖNCE ANLAMAYA ÇALIS, SONRA ANLASILMAYA
Insanlar arasindaki iliski alaninda ögrendigim en önemli ilkeyi bir tek cümleyle özetlemem gerekseydi, söyle söylerdim: önce anlamaya çalisin, sonra anlasilmaya. Bu ilke, insanlar arasindaki etkili iletisimin anahtaridir.
Karakter Ve Iletisim
Iletisim, hayattaki en önemli beceridir. Uyumadigimiz zamanlarin önemli bir bölümünü iletisimle geçiririz. Ama sunu düsünün: Yillarinizi vererek okuma ve yazmayi, nasil konusacaginizi ögrendiniz. Ama ya dinlemeyi? Aslinda pek az insan dinleme konusunda herhangi bir egitim görmüstür.
Benimle etkili bir iliski kurmak, beni etkilemek istiyorsaniz, önce beni anlamaniz gerekir. Bunu sadece teknikle basaramazsiniz. Bir teknik kullandiginizi sezdigim an, hilekarlik ve manevra kokusunu alirim. Bunu neden yaptiginizi, amacinizin ne oldugunu merak ederim. Kendimi size açilacak kadar güvenli hissetmem.
Karakteriniz, sürekli olarak yayin yapar, iletisim kurar ve ben uzun vadede buna dayanarak ve içgüdülerime uyarak size ya da benimle ilgili çabalariniza güvenir ya da güvensizlik duyarim.
Insanlar arasi iletisim aliskanliginda gerçekten etkili olmak istiyorsaniz, bunu sadece teknikle basaramazsiniz. Açik yüreklilik ve güven saglayan bir karakter temeli üzerine, empatiyle dinleme becerisini yerlestirmelisiniz.
Empatiyle Dinlemek
“Önce anlamaya çalis” ilkesi çok esasli bir paradigma degisimini gerektirir. Genellikle, önce anlasilmak isteriz. Çogu insan karsisindakini anlamak amaciyla degil, yanitlamak amaciyla dinler. Ya konusurlar ya da konusmaya hazirlanirlar. Her seyi kendi paradigmalarinin eleginden süzüp baskalarinin yasamlarini kendi öz yasamlariyla özdeslestirirler.
“Ah, nasil hissettigini öyle iyi biliyorum ki!”
“Ayni sey benim de basimdan geçti. Simdi izin ver de, sana olanlari anlatayim.”
Bu kisiler, kendi özel filmlerini devamli olarak baskalarinin davranislarina yansitirlar. Iliski kurduklari herkese kendi gözlüklerini takmaya çalisirlar. Çogumuz için durum böyledir. Kendi özyasam öykümüzle ve hakli oldugumuz düsüncesiyle dolu oluruz. Anlasilmak isteriz. Konusmalarimiz ortak monologlara dönüsür ve baska bir insanin içinden neler geçtigini hiçbir zaman dogru dürüst anlayamayiz.
Biri konusurken onu genellikle dört düzeyden birinde “dinleriz.”
Bu kisiyi umursamiyor, aslinda onu dinlemiyor olabiliriz.
Ya da dinliyormus gibi yapiyor olabiliriz. “Evet. Hi-hi. Dogru.”
Seçerek dinliyor, konusmanin sadece belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz. Bunu özellikle henüz okul çaginda olmayan bir çocugun sürekli gevezeligini dinlerken yapariz.
Hatta dikkatle dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi söylenen sözlere yöneltiyor olabiliriz.
Ama pek azimiz besinci düzeyiempatiyle dinlemeyi, yani kendisini karsisindakinin yerine koyarak dinlemeyi dener.
Empatiyle dinlemekten kastim, “aktif” dinleme ya da “ayna tutarak” dinleme teknikleri degildir. Empatiyle dinlemekten kastim, anlama niyetiyle dinlemektir. Önce anlamaya çalisin, gerçekten anlamaya çalisin. Bu, tamamen farkli bir paradigmadir.
Empatiyle dinlemek baskasinin deger yargilarini kavramaktir.
Empati, sempati degildir. Sempati bir tür anlasma, bir tür yargidir. Bazen de, daha uygun düsecek bir duygu ve karsilik verme biçimidir. Ama insanlar çogu zaman sempatiyle beslenirler. Bu da onlari bagimli yapar.
Empatiyle dinlemenin özü, karsinizdakiyle ayni fikirde olmaniz degildir. Onu tam anlamiyla, derinlemesine, hem duygusal, hem de zihinsel açidan anlamanizdir.
Empatiyle dinlemek söyleneni kaydetmenin, yansitmanin ve hatta anlamanin da ötesindedir. Aslinda iletisim uzmanlari, söyledigimiz sözlerin iletisimimizin ancak yüzde onunu temsil ettigine inaniyorlar. Yüzde otuzunu çikardigimiz sesler, yüzde altmisi ise vücut dilimiz temsil ediyor. Empatiyle dinlerken, kulaklarinizdan yararlanirsiniz. Ama daha da önemlisi, gözleriniz  ve yüreginizle dinlersiniz. Duygulari, anlamlari kavramak için dinlersiniz. Davranislari anlamak için dinlersiniz. hem sol, hem de sag beyninizi kullanirsiniz. Sezer, hisseder, içgüdülerinizden yararlanirsiniz.
Empatiyle dinlemek çok güçlüdür, çünkü size kullanabileceginiz, dogru veriler iletir. Anlamak için dinlersiniz. Odak noktaniz, baska bir insan ruhunun derin mesajini elde etmektir. Buna ek olarak, empatiyle dinleme, Duygusal Banka Hesabi’na yatirim yapmanin da en önemli yoludur; çünkü, yaptiginizin bir yatirim sayilmasi için karsinizdakinin bunu böyle görmesi gerekir.
Insan motivasyonu alanindaki en büyük kavramlardan biri sudur: Giderilmis gereksinimler motivasyon islevi görmez. Motivasyonu saglayan, sadece karsilanmamis gereksinimlerdir ve bir insanin, fiziksel yasamini sürdürme isteginden sonraki en büyük gereksinimi psikolojik canliliktir; yani anlasilmak, onaylanmak, takdir edilmektir.
 
Empatiyle dinleme ayni zamanda tehlikelidir de. Derinden dinlemek için büyük bir güven ister; çünkü etkilenmek için yüreginizi açmaniz gerekeceginden, savunmasiz duruma düsersiniz. Bir bakima bu bir ikilemdir: etkileyebilmek için etkilenmeniz gerekir. Gerçekten anlamalisiniz, demektir bu.
Reçete Yazmadan Önce Teshis Koyun
Tehlikeli ve zor olmasina karsin, önce anlamaya ya da reçete yazmadan önce teshis koymaya çalismak, yasamin birçok alaninda görülen dogru bir ilkedir. Bu, bütün gerçek profesyonellerin özelligidir. Göz doktoru için de önemlidir, diger doktorlar için de.
Tedaviden önce teshis koymak hukukun da temelidir. Profesyonel bir avukat dosyasini hazirlamadan önce, durumu, yasalari ve önceki vakalari anlamak için veri toplar. Iyi bir avukat,  kendi dosyasindan önce karsi taraf vekilinin dosyasini hemen hemen hazirlamis olur.
Bu, ürün dizayninda da geçerlidir. Sirket içinden birinin, “Bu tüketici arastirmalari saçma sapan seyler, biz ürünlere bakalim” dedigini hayal edebiliyor musunuz? Baska bir deyisle “Tüketicinin satin alma aliskanlik ve amaçlarini unutup ürün dizayni yap,” demektir bu. Bu tür bir yöntem, hiçbir zaman basarili olamaz.
Iyi bir mühendis, köprünün planini çizmeden önce etki yapan kuvvetleri, gerilimleri ögrenir. Iyi bir ögretmen, ders vermeye baslamadan önce siniftaki ögrencileri degerlendirir. Iyi bir ögrenci uygulamadan önce kavrar. Iyi bir anne ya da baba degerlendirmeden ya da karar vermeden önce anlar. Dogru yargiya varmanin anahtari anlayistir. Önyargili bir insan, hiçbir zaman tam olarak anlayamaz.
Dört Otobiyografik Karsilik
Otobiyografik tarzda dinledigimiz için, sdört karsiliktan birini seçme egilimimiz vardir.
Degerlendiririz; ya kabul ederiz, ya da etmeyiz.
Sondaj (yoklama) yapariz; kendi deger ölçülerimize göre sorular sorariz.
Öneririz; kendi deneyimlerimize dayanarak fikir veririz.
Ya da yorumlariz; insanlari kavramaya, onlarin amaç ve davranislarini, kendi amaç ve davranislarimiza göre açiklamaya çalisiriz.
Verdigimiz bu karsiliklar dogaldir. Bu senaryolar içimize islemistir. Yasamimiz bunlarin modelleri etrafinda döner. Ama bunlar gerçekten anlama yetenegimizi nasil etkiler?
Anlayis ve Algilama
Baskalarini dikkatle dinlemeyi ögrenirken, algilamalarinizda olaganüstü farkliliklar oldugunu göreceksiniz. Ayrica, insanlar karsilikli bagimli olarak birlikte çalismaya basladiginda, bu farkliliklarin ne büyük bir etkisi oldugunu da anlayacaksiniz.
Siz dünyaya, es-merkezli bir gözlükle bakabilirsiniz; bense onu, ekonomik ilgi alaninin para- merkezli merceginden görürüm.
Siz, sorunlara olaganüstü bir hayal gücüne, sezgilere bagli, üç boyutlu bir sag beyin paradigmasiyla yaklasabilirsiniz; benim yaklasimim ise sol beyne bagli, analizci, ardisik ve sözel olabilir.
Algilarimiz birbirlerinden çok farkli olabilir. Ama ikimiz de yillarca paradigmalarimizla yasamis, onlarin “gerçekler” olduklarini sanmis, “gerçekleri göremeyen” kisilerin karakterlerinden  ya da zihinsel becerilerinden kuskulanmisizdir. Simdi, aramizdaki bütün farklara ragmen birlikte çalismayi deniyoruz. Evlilikte, iste, sosyal bir hizmet projesinde kaynaklari kullanip sonuç almak istiyoruz.
Peki, bunu nasil yapacagiz? Birbirimizle köklü bir iletisim kurmak, birlikte sorunlarin üstesinden gelmek ve Kazan/Kazan sonuçlari saglamak için kisisel algilarimizin sinirlarini nasil asacagiz?
Bunun yaniti 5. Aliskanlik’tir. Bu, Kazan/Kazan sürecinin ilk adimidir. Diger kisi bu paradigmaya bagli degilse bile (özellikle de öyle olmadigi zaman) önce anlamaya çalisin.
Sonra Anlasilmaya Çalisin
Önce anlamaya çalisin... sonra anlasilmaya. Karsinizdakinin sizi nasil anlayacagini   bilmek aliskanligin diger yarisidir. Kazan/Kazan çözümlerini saglamak için de ayni derecede önemlidir.
Olgunlugu, cesaret ve saygi arasindaki denge olarak tanimlamistik.
Anlamaya çalismak saygi; anlasilma istegi ise cesaret ister. Kazan/Kazan, her ikisinin de yüksek dereceye ulasmasini gerektirir. Bu nedenle, karsilikli bagimlilik durumlarinda anlasilmak bizim için önemlidir.
Eski Greklerin görkemli bir felsefeleri vardi. Bunu siraya dizilmis üç sözcük temsil ediyordu: etos, patos ve logos. Bence bu üç sözcük, önce anlamanin ve etkili sunuslar yapmanin  özünü içeriyor.
Etos sizin kisisel inanilirliginizdir. Insanlarin dürüstlük ve    yeterliliginize olan güvenleridir.
Uyandirdiginiz güven, sizin Duygusal Banka Hesabi’nizdir.
Patos, empatik yaninizdir; duygudur. Bu, baska birinin ilettigi mesajin duygusal özüyle ayni dalga boyunda oldugunuzu gösterir.
Logos, mantiktir. Sunusun akil yürüten kismidir.
Siralamaya dikkat edin: Etos, patos, logos; karakteriniz, iliskileriniz, sonra da  sunusunuzdaki mantik. Bu da bir baska önemli paradigma degisimini simgeler. Çogu insan, fikirlerini sunacagi zaman dogruca logosa, sol beynin mantigina basvurur. Önce etos ve patosu hesaba katmadan karsisindakini bu mantigin geçerli olduguna ikna etmeye çalisir.
Fikirlerinizi açik seçik, belirgin bir biçimde ve en önemlisi karsinizdakilerin paradigmalariyla kaygilarini derinlemesine anladiginizi göstererek sundugunuz zaman, düsüncelerinizin inanirlik derecesini de önemli ölçüde artirmis olursunuz.
Kendi fikirlerine saplanmis, bir kürsüden tumturakli sözler söyleyen biri durumuna düsmezsiniz. Karsinizdakileri iyi anladiginiz görülür. Anlamaya çalisirken ögrenmis de oldugunuz için, sundugunuz sey baslangiçta düsündügünüzden farkli olabilir.
Teke Tek
Kimseyi zorlamayin. Sabirli, saygili olun. Insanlarin siz onlara empatiyle yaklasmadan önce konusmaya baslamalari, açilmalari gerekmez. Bu arada onlarin davranislarini empatiyle karsilayabilirsiniz. Anlayisli, duyarli olabilir, her seyi fark edebilir ve gerektiginde yasam öykünüzün disina çikabilirsiniz.
Son derecede proaktif biriyseniz, sorun çikmasini önleyici çalismalar yapmak için firsatlar yaratabilirsiniz. Önce anlamaya çalismak için, kiziniz ya da oglunuzun okulda bir sorunu olmasini ya da bir is görüsmesini beklemeniz gerekmez. Simdi çocuklariniza zaman ayirip onlarla teke tek ilgilenin. Onlari dinleyin; anlayin. Evinize, okul yasamina, çocuklarinizin karsilastiklari sorunlara onlarin gözüyle bakin. Duygusal Banka Hesabi’ni zenginlestirin. Onlara soluma olanagi taniyin. Esinizle düzenli olarak gezmeye gidin. Aksam yemegi yiyin, ya da ikinizin de hosuna giden bir seyi yapin. Birbirinizi dinleyin, anlamaya çalisin. Yasama birbirinizin gözleriyle bakin.
Sevdiginiz insanlari derinlemesine anlamak için yaptiginiz zaman yatirimi, açik iletisimde olaganüstü kazançlar saglar. Ailelerin ve evliliklerin basina dert olan birçok sorun, dallanip budaklanmaya zaman bulamaz. Iletisim o kadar açik olur ki, sorun çikarabilecek seyler daha baslangiçta ortadan kalkar.
Önce anlamaya çalisin. Sorunlar çikmadan, degerlendirip önerilerde bulunmadan, kendi fikirlerinizi açiklamayi denemeden önce anlamaya çalisin. Bu, etkili karsilikli bagimliligin güçlü bir aliskanligidir.
ALISKANLIK SINERJI YARAT
Sinerji, iyi kavrandigi zaman, bütün yasamin en yüksek etkinligidir. Diger aliskanliklarin hepsinin birden gerçek sinavi ve ifadesidir.
Sinerji, ilke merkezli liderligin özüdür. Bir katalizatör görevi yapar, birlestirir ve insanlarin içindeki en büyük güçleri açiga çikarir. Simdiye kadar inceledigimiz bütün aliskanliklar, bizi sinerji denilen mucizeyi yaratmaya hazirlar.
Sinerji nedir?
En basit tanimiyla, bir bütünün parçalarinin toplamindan daha büyük olmasi demektir.
Parçalarin birbirleriyle olan iliskisinin, kendiliginden ve kendi basina bütünün bir parçasi olmasi demektir.
Sinerji, dogada her yerde vardir. Iki bitkiyi yan yana diktiginiz zaman kökler birbirine karisir ve topragin niteligini gelistirir. Böylece her iki bitki de ayri ayri kaldiklari zamankinden daha iyi yetisir. Iki tahta parçasini bir araya koydugunuz zaman, ayri ayri tasiyabilecekleri agirliktan daha fazlasini kaldirirlar. Bütün, parçalarinin toplamindan daha büyüktür. Bir arti bir, üçe ya da daha fazlasina esittir.
Burada önemli olan toplumsal iliskilerimizde yaratici isbirligi ilkelerini uygulamaktir. Biz bunu dogadan ögreniriz. Aile yasami sinerjiyi gözlemleyip uygulama açisindan pek çok firsat yaratir.
Erkekle kadinin dünyaya bir çocuk getirmesi de sinerjiktir.
Sinerjinin özü, farkliliklara deger vermektir. Onlara saygi göstermek, güçlü yanlari üzerine insa etmek ve zayif yanlarini telafi etmektir.
Sinerjik Iletisim
Sinerjiyle iletisim kurdugunuz zaman zihninizi ve yüreginizi yeni olanaklara ve yeni seçeneklere açmis olursunuz.
Sinerjik iletisimi baslattiginiz zaman bunun nasil gelisecegini, sonunun nasil olacagini bilemezsiniz. Ama için için hem heyecan duyar, hem güven besler, hem de kendinizi serüvene atiliyormus gibi hissedersiniz. Her seyin eskisinden daha iyi olacagina inanirsiniz. Zaten zihninizdeki hedef de budur.
Her seye sunlara inanarak baslarsiniz: iki taraf da daha fazla anlayisli olacaktir. Karsilikli ögrenme ve sezgi bir ivme yaratacak ve bu da sizi gittikçe daha fazla anlayisa, ögrenmeye ve gelismeye dogru götürecektir.
Yaratici çabalarin çogunun sonuçlarini önceden tahmin etmek olanaksizdir. Bunlar çogu zaman belirsiz, rastlantisal, deneyerek elde edilen seyler gibi gözükür. Ve insanlarin belirsizlige karsi büyük bir hosgörüleri yoksa, güven duygusunu, ilkelere ve iç degerlere karsi dürüstçe  bagliliklarindan saglayamiyorlarsa, yüksek düzeyde yaratici çabalara katilmak onlarin hiç hosuna gitmez, korku duyarlar. Belirli bir yapi, kesinlik ve tahmin edilebilirlik gibi seylere olan gereksinimleri çok fazladir.
Çogu zaman belirli bir sinerjik deneyim yeniden yaratilmaya çalisilir, ama bu ender olarak basarilabilir. Ancak yaratici çalismanin gerisindeki temel amaç yakalanabilir. Bu Uzakdogu felsefesine benzer. “Biz ustalari taklit etmeyiz. Onlarin aradigseyleri arariz.” Biz de geçmisteki yaratici sinerjik deneyimleri taklide çalismak yerine, yeni, farkli ve bazen daha yüce amaçlarin pesinde, yenilerini arariz.
Negatif Sinerji
Insanlar, karsilikli bagimlilik gerçekliginde sorunlari çözmek ya da karar vermek için ugrasirken, ortalama bir hesapla, ne kadar negatif enerji harcanir?
Baskalarini çekistirmek, politika yapmak, rekabet etmek, sahsi çatismalara girmek, sirtini kollamak, birinin arkasindan is çevirmek ve birisinin düsünceleri hakkinda fikir yürütmek için ne kadar zaman harcanir? Bu, bir ayaginiz gaz pedalinda, digeri de frendeyken yolda araba sürmeye çalismak gibidir! Üstelik çogu kisi ayaklarini frenden çekecekleri yerde, gaz pedalini iyice bastirirlar. Durumlarini güçlendirmek için daha fazla baski yapar, daha fazla dil döker, daha fazla mantikli bilgi verirler.
Güvenleri olmayan insanlar bütün gerçeklerin kendi paradigmalarina uymasi gerektigini düsünürler. Baskalarini kendilerine benzetmeye müthis gereksinimleri vardir. Digerlerini kaliba sokmayi ve onlarin kendileri gibi düsünmesini saglamak isterler. Iliskinin gücünün aslinda baska bir bakis açisinin varligina bagli oldugunu anlayamazlar. Ayni olmak, bir olmak degildir. Tekdüze, tek biçim olmak, birlik olmak anlamina gelmez. Birlik ya da bir olmak, birbirini tamamlamak demektir, ayni olmak degil.
Ayni olmakla yaratici bir sey yapilmaz...ve bu sikici bir seydir. Sinerjinin özü, farkliliklara deger vermektir.
Bir insan hem sezgisel, yaratici ve görsel olan sag beyne, hem de analizci, mantiksal ve sözel olan sol beyne erisebildiginde, bütün beyin çalisiyor demektir. O zaman zihninizin içinde ruhsal sinerji olusur ve bu araç, yasamin gerçekligi için en uygun olanidir, çünkü yasam sadece mantiksal degil, ayni zamanda duygusaldir.
Farkliliklara Deger Vermek
Farkliliklara deger vermek, sinerjinin özüdür; insanlar arasindaki zihinsel, duygusal ve psikolojik farkliliklara deger vermenin anahtari da, herkesin dünyayi, oldugu gibi degil, kendilerinin oldugu gibi gördügünü kavramaktir.
Gerçekten etkili olan bir insanda, algisal sinirliligini anlayacak, diger insanlarin yürekleri ve zihinleriyle etkilesim kuruldugu zaman elde edilen zengin kaynaklari takdir edecek bir alçakgönüllülük ve duyarlilik vardir. Bu insan farkliliklara deger verir, çünkü o farkliliklar bilgisinin aratmasina, gerçegi kavramasina katkida bulunur.
Iki kisi ayni fikirdeyse, onlardan birine gerek yoktur. Benimle ayni fikirde olan biriyle konusmayi, onunla iletisim kurmayi istemem. Sizinle iletisim kurmayi isterim, çünkü siz,  resmi farkli bir biçimde görmektesiniz. Ben bu farkliliga deger veririm.
Bunu yaparken de sadece kendi algilarimi artirmakla kalmayip, sizi onaylarim. Size  psikolojik soluma olanagini tanirim. Ayagimi frenden çeker, belirli bir tutumu savunmak için yatirmis olabileceginiz negatif enerjiyi saliveririm. Sinerji için bir ortam yaratirim.
Bütün Doga Sinerjiktir
Ekoloji, temelde dogadaki sinerjiyi tanimlayan bir sözcüktür. Her sey karsilikli bagimlidir.
Yaratici güçler, iliski içinde doruguna erisir.
Parçalarin birbirleriyle olan iliskileri, bir ailede ya da kurum içinde sinerjik bir kültür yaratilmasini saglayan güçtür. Ilgi ne kadar içtense, sorunlarin çözümlenmesine ve çözülmesine katilim o kadar içten, bireylerin açiga çikan yaraticiligi o kadar büyük ve yarattiklarina karsi bagliligi da o denli siki olur. Ben, dünya pazarinin çehresini degistiren Japonlarin ise yaklasimlarindaki gücün özünün bu olduguna inaniyorum.
Pek düsmanca çevrede bile kendi içinizde sinerjik olabilirsiniz. Hakaretleri üstünüze almak zorunda degilsiniz. Negatif enerjiden kaçinabilirsiniz. Baskalarinin iyi yanlarini arayip bu iyilikten, ne kadar farkli olursa olsun, yararlanabilirsiniz. Böylece görüs alaninizi genisletir, bakis açinizi gelistirirsiniz.
Iki seçenegi, yani “sizinkini” ve “yanlis” olani gördügünüz zaman, sinerjik bir üçüncü seçenegi arayabilirsiniz. Hemen her zaman bir üçüncü seçenek vardir ve Kazan/Kazan felsefesini uygulayip karsinizdakini gerçekten anlamaya çalisirsaniz, ilgili herkes için daha iyi bir çözüm bulabilirsiniz.
ALISKANLIK BALTAYI BILE
Diyelim ki, koruda bir agaci telasla kesmeye çalisan biriyle karsilasiyorsunuz. “Ne yapiyorsun?” diye soruyorsunuz. Adam sabirsizca yanitliyor:
“Görmüyor musun? Agaci baltayla kesmeye çalisiyorum!”
“Bitkin görünüyorsun!” diye bagiriyorsunuz. “Bu isi ne zamandan beri yapiyorsun?”
Adam, “Bes saatten fazla oldu,” diyor. “Çok yoruldum! Zor is bu.”
Ise birkaç dakika ara verip baltayi bilesene!” diyorsunuz. “O zaman agaci daha hizli keseceginden eminim.”
Adam sözcüklerin üstüne basa basa: “Baltayi bileyecek zamanim yok,” diyor. “Agaci kesmekle mesgulüm!”
Yedinci Aliskanlikbaltayi bilemeye zaman ayirmaktir.
Yedi aliskanlik paradigmasindaki diger aliskanliklari çember içine alir. Çünkü bu, digerlerini olasi kilan aliskanliktir. Yedinci Aliskanlik, en degerli varliginizi, yani kendinizi korumak ve gelistirmektir. Doganizin dört boyutunu,-fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal/duygusal- yenilemektir.
“Baltayi bilemek”, temelde bu dört yönlendirmenin hepsini birden ifade etmek demektir.
Dogamizin dört boyutunu da akillica ve dengeli biçimlerde israrla kullanmamiz anlamina gelir.
Biz, kendi çalismalarimizin aracisiyiz ve etkili olup baltayi bu dört biçimde bilemek için düzenli olarak zaman ayirmanin önemini kavramak zorundayiz.
Fiziksel Boyut
Fiziksel boyut, fiziksel bedenimizin etkili bir biçimde bakimiyla ilgilidir; dogru besin almak, yeteri kadar dinlenip gevsemek ve düzenli olarak egzersiz yapmak. Çogumuz egzersiz yapmak için yeterli zamanimiz olmadigini düsünürüz. Ne kadar çarpitilmis bir paradigma! Aslinda bunu yapmamak için zamanimiz yoktur. Burada haftada üç-alti saat arasinda bir çalismadan, yani iki  günde bir en az otuz dakikalik bir egzersizden söz ediyoruz.
Bunun için özel araç ve gerece de gerek yoktur. Iyi bir çalisma programi, kendi evinizde uygulayabileceginiz ve vücudunuza üç bakimdan yararli olacak bir seydir:
Dayaniklilik,
Esneklik ve,
Kuvvet.
Dayanikliligaerobik yapma, kalp ve damar sisteminin verimliligi, yani kalbinizin bütün vücudunuza kan pompalama yetenegi saglar. Kalp bir kas olmakla beraber, dogrudan dogruya egzersiz yaptirilabilecek bir organ degildir. Kalbe ancak iri kas gruplari, özellikle bacak kaslari yoluyla egzersiz yaptirilir. Hizli yürüme, kosma, bisiklete binme, yüzme, kayak yarislari ve jogging, iste bu nedenle çok yararlidir. Kalp atislarini dakikada en az yüze çikarip bunu otuz dakika sürdürebilirsiniz, formunuzu asgari düzeyde korumus sayilirsiniz.
Ideali sudur; kalp atislarinizi, azami nabzinizin yüzde altmisina kadar  yükseltmeye çalisirsiniz. Bu, kalbinizin vücudunuza kan pompalamayi sürdürebilecegi en yüksek hizdir. Genellikle azami kalp atisiniz, 220 sayisindan yasinizin çikarilmasiyla bulunur. Örnegin, 40 yasindaysaniz çalisma sirasinda kalp atislarinizin dakikada 108 olmasini hedeflersiniz (220-40=108) “Antrenman etkisi”nin genellikle kisisel azami hizinizin yüzde 72’si ile 87’si arasinda oldugu düsünülür.
Esneklik, gerinmeyle elde edilir. Uzmanlarin çogu aerobik çalismanizdan önce isinmak ve ondan sonra da sogumak için gerinme hareketlerinin yapilmasini önerirler.
Kuvveti kas direnci çalismalari saglar. Basit jimnastik hareketleri, mekikler, barfiks ve agirlikla çalismak gibi.
Fiziksel boyutu yenilemenin özü baltayi bilemekvücudumuzu düzenli bir biçimde çalistirmaktir. Bu sayede çalisma, uyum saglama ve zevk alma kapasitelerimiz korunur ve gelisir.
Hiç bu tür çalisma yapmadiysaniz, vücudunuz rahat rahat yokus asagiya giderken bu tür bir engellenmeye mutlaka itiraz edecektir. Çalismanin baslangiçta hosunuza gitmeyecegini söylemeliyim. Hatta belki de bundan nefret edeceksiniz. Ama proaktif olun. Her seye karsin bunu yapin. Kosu yapmaya karar verdiginiz sabah yagmur yagiyorsa bile, yine de kosun: “ah, iyi! Yagmur yagiyor! Yalniz vücudumu degil, irademi de güçlendirmem gerekiyor!”
Vücudunuzun, daha zor seyleri yapma yetenegini artirirken, normal etkinlikler size daha rahat ve hos gelecektir. Ögleden sonra daha fazla enerjiniz olacaktir. Eskiden bunlari  yapmanizi engelleyen o “asiri yorgunluk”, yerini yaptiginiz her seye canlilik veren bir enerjiye birakacaktir.
Ruhsal Boyut
Ruhsal boyutu yenilemek yasaminizda liderligi saglar.
Ruhsal boyut, sizin özünüz, merkeziniz, kendi deger sisteminize olan bagliliginizdir. Bu yasamin özel, son derecede önemli bir yanidir. Size ilham veren, yücelten, sizi tüm insanligin kalici gerçeklerine baglayan kaynaklardan yararlanir. Insanlar, bunu çok farkli biçimlerde yaparlar.
Ben, yenilenmeyi her gün kendi deger sistemimi temsil eden kutsal kitaplari okuyarak, meditasyon yapmakta bulurum. Okuyup düsünürken yenilendigimi, güçlendigimi, merkezimin belirginlestigini, insanliga hizmet etmeye yeniden adandigimi hissederim.
Büyük edebiyat yapitlarina ya da müzige gömülmek, bazilarinda buna benzer ruh yenilenmesine yol açar. Bazilari ise bunu dogayla iletisim kurmakta bulurlar. Doga, kendisini ona birakan kisileri kutsar.
Arthur Gordon, The Turn of the Tide (Gel-git Dönümü) adli kisa ve özel öyküsünde kendi ruhsal yenilenmesini bizimle paylasarak, yasaminin bir döneminde her seyin ona nasil bayat ve tatsiz geldigini anlatiyor.
Hevesleri sönmüs, yazma çabalari meyve vermemis. Durum her gün biraz daha kötüye gidiyormus. Gordon, sonunda bir doktordan yardim istemeye karar vermis. Doktor onda fiziksel bir bozukluk bulamayinca, “Talimatimi bir gün boyunca uygulayabilir misiniz?” diye sormus.
Gordon bunu yapabilecegini belirtince, doktor ona, ertesi günü çocukken en mutlu oldugu yerde geçirmesini söylemis. “Yaniniza yiyecek alabilirsiniz,” demis. “Ama kimseyle konusmak, okumak, yazmak ya da radyo dinlemek yok.” Sonra dört reçete yazmisGordon’a bunlari sirayla saat dokuz, on iki, on bes ve on sekizde açmasini tembih etmis.
Gordon doktora, “Ciddi misiniz?” diye sormus.
Doktor, “Faturami aldiginiz zaman saka etmedigimi anlayacaksiniz,” diye yanitlamis. Böylece Gordon ertesi gün kumsala gidip ilk reçeteyi açmisReçetede “Dikkatle   dinleyin,” yaziliymis. Gordon, doktorun deli oldugunu düsünmüs. Üç saat dinlemek mi? Ama doktorun talimatina uymayi kabul ettigi için dinlemeye baslayip her zamanki kus seslerini ve denizin sipirtisini duymus. Bir süre, baslangiçta o kadar belirli olmayan diger sesleri isitmis.
Ögleyin ikinci reçeteyi açmis. Bunda da, “Geriye uzanmaya çalisin,” yaziliymis. Gordon, “Neye uzanmaya?” diye merak etmis. Belki de çocukluguna, belki de daha mutlu günlerin anilarina. Gordon geçmisini, sevinç dolu pek çok kisa ani düsünmüs. Onlari olanca canliliklariyla animsamaya çalisirken de içinin isinmaya basladigini hissetmis.
Ögleden sonra saat üçteüçüncü reçeteyi açmisDoktorun o ana kadar önerdikleri kolaylikla yerine getirilebilecek seyler oldugu halde bu seferki farkliymis. Kagitta, “Hedeflerinizi inceleyin,” yaziliymis. Gordon önce kendisini savunmaya çalismisIstediklerini düsünmüs: Basari, ün, güven. Bütün bunlara birer gerekçe bulmus. Ama sonra bu hedeflerin yeteri kadar iyi olmadigini, belki de yasaminin duraganlasmasinin nedeninin bu oldugunu düsünmüs. Hedeflerini derinlemesine, iyiden iyiye incelemis. Geçmisteki mutlulugunu animsamis ve sonunda yaniti bulmus.
“Bir insanin hedefleri hataliysa, hiçbir seyin dogru olamayacagini birden kavradim. Ister postaci, ister berber ya da sigortaci veya ev kadini, ister baska bir sey olun, bu durumu degistirmez. Baskalarina hizmet ettiginize inandiginiz sürece isinizi iyi yaparsiniz. Amaciniz yalnizca kendinize hizmet etmekse, isi daha kötü yaparsiniz. Bu, yerçekimi kadar kaçinilmaz bir yasadir.”
 
Aksamüstü saat alti oldugunda, Gordon son talimati yerine getirmekte hiç zorluk çekmemis. Bunda, “Endiselerinizi kuma yazin,” deniyormus. Gordon yere diz çöküp kirik bir midye kabuguyla birkaç sözcük yazmis. Sonra dönerek uzaklasmis. Arkasina dönüp bakmamis, çünkü gel-gitle sular kabarirken denizin kumsali kaplayacagini, sonra her seyi silip geri çekilecegini biliyormus.
Ruhani bir lider olan David O. McKay, “Yasamin en büyük savaslari her gün ruhun sessiz odasinda geçer!” demis.
Zihinsel Boyut
Zihinsel gelisimimizle çalisma disiplinimizin büyük bir bölümünü resmi egitim saglar. Ama okulun dis disiplininden kurtulur kurtulmaz, çogumuz zihnimizin körelmesine izin veririz. Artik  ciddi yapit okumaz, kendi etkinlik alanimiz disindaki yeni konulari derinlemesine incelemeyiz. Analizci yöntemle sünmeyiz.
Sürekli yapilan arastirmalar evlerin çogunda televizyonun haftada otuz bes ile kirk bes saat arasi açik oldugunu gösteriyor. Bu, çogu insanin iste çalisirken geçirdigi zamana esit ve çocuklarin okulda geçirdikleri süreden daha uzundur. Biz, ailemizde, televizyon izlemeyi kisitlayarak haftada yedi saate; yani, ortalama günde bir saate indirdik. Bir aile toplantisi yaptik. Bu konudan söz ettik ve evlerde televizyon yüzünden neler oldugunu açiklayan verileri inceledik. Konuyu ailece konustuk. Kimse savunmaya ya da tartismaya kalkismadigi için, pembe dizi bagimliliginin ya da belirli bir programi sürekli seyretmenin bir tür hastalik oldugunu herkes anlamaya basladi.
Televizyona, kaliteli egitim ve eglence programlarina minnet duyuyorum. Onlar yasamimizi zenginlestirebilir, hedeflerimizle amaçlarimiza anlamli katkilarda bulunabilir. Ama zamanimizi ve zihnimizi bosa harcatmaktan baska bir sey yapmayan birçok program var. Izin verdigimiz takdirde bizi olumsuz biçimde etkileyecek programlar var. Tipki insan bedeni gibi, televizyon da iyi bir hizmetkar, ama kötü bir efendidir.
Egitim,-dimagi sürekli zinde tutan ve gelistiren sürekli egitim-zihnin yenilenmesi bakimindan çok önemlidir. Proaktif insanlar kendilerini egitmek için pek çok yol bulabilir. Çok kitap okumak ve gelismis zihinleri tanimak bu nedenle çok önemlidir. Dimagi düzenli olarak egitmek ve gelistirmek bakimindan büyük edebiyat yapitlarini okuma aliskanligindan daha iyi bir yol yoktur.
Ise ayda bir kitap okumayi hedef seçerek baslamanizi öneririm. Sonra iki haftada bir, nihayet haftada bir kitap okursunuz. “Okumayan bir insan, okumasini bilmeyen bir insandan daha iyi durumda sayilmaz.”
Büyük yapitlar, klasikler, özyasam öyküleri, National Geographic gibi süreli yayinlar,  kültürel bilincimizi artiran diger yapitlar ve çesitli alanlardaki yazilar, paradigmalarimizi gelistirir ve zihnimizdeki baltayi biler; özellikle de, okuyup önce anlamaya çalisirken 5. Aliskanligi uyguladigimiz takdirde.
Zihnin baltasini bilemenin diger bir yolu da yazmaktir. Düsüncelerimizi, deneyimlerimizi, sezgilerimizi ve ögrendiklerimizi kaydettigimiz bir günlük, zihinsel berraklik, isabetlilik ve düsünce çerçevesi saglar.
Savaslarin, generalin çadirinda kazanildigi söylenir. Baltayi ilk üç boyutta, yani fiziksel, ruhsal ve zihinsel boyutlarda bilemeyi, ben “Günlük Özel Zafer” diye tanimliyorum.
Sosyal/Duygusal Boyut
Yasamimizin sosyal ve duygusal boyutlari birbirine baglidir. Çünkü duygusal  yasamimiz daha çok baskalariyla olan iliskilerimizden gelisir ve bu iliskilerde kendini gösterir. Ama sadece  bunu içermez.
Sosyal/Duygusal boyutumuzu yenilemek, fazla zaman almaz. Yani diger boyutlarin yenilenmesi için harcanan zamana gerek yoktur. Bunu, baska insanlarla gündelik, normal etkilesimimiz sirasinda yapabiliriz.
4., 5. ve 6. Aliskanliklar’da basari, aslinda zihinsel degil, duygusal bir konudur ve kisisel güvenlik duygumuzla siki sikiya baglantilidir.
Bernard Shaw ise, söyle söylüyor: “Yasadigim sürece toplum için elimden geleni yapmak  da, benim için bir ayricalik olacak. Öldügüm zaman iyice kullanilmis ve tüketilmis olmayi  istiyorum.
Çünkü ne kadar çok çalisirsam, o kadar çok yasarim. Ben yasamdan, yasam adina zevk aliyorum. Yasam benim için yanip sönüverecek bir mum degil, bir an için havaya kaldirmam gereken bir tür görkemli bir mesaledir. Gelecekteki kusaklara devretmeden önce mesalenin mümkün oldugu kadar parlak yanmasini istiyorum.”
N. Eldon Tanner de; “Hizmet, bu dünyada yasama ayricaligi için ödedigimiz kiradir,”  diyor. Ve hizmet etmenin pek çok yolu vardir. Bir din ya da hizmet kurulusuna bagli olsak da olmasak da, anlamli hizmet firsatlari saglayan bir iste çalissak da çalismasak da, hiç olmazsa her gün baska bir insana kosulsuz sevgi yatirimlari yaparak hizmet edebiliriz.
Yenilenmede Sinerji
Dengeli yenilenme, sinerji bakimindan çok uygun bir ortamdir. Herhangi bir boyutta baltayi bilemek için yaptiklariniz, diger boyutlari da olumlu bir biçimde etkiler. Çünkü bu boyutlar birbirlerine sikica baglidir. Fiziksel sagliginiz, zihinsel sagliginizi etkiler; ruhsal gücünüz, sosyal/duygusal gücünüzü etkiler. Bir boyutta gelisirken, ayni zamanda diger boyutlardaki yeteneklerinizi de artirirsiniz.
Etkili Insanlarin Yedi Aliskanligi, bu boyutlar arasinda optimum sinerji yaratir. Herhangi bir boyuttaki yenilenme, Yedi Aliskanlik’tan en az birini uygulama yeteneginizi artirir ve aliskanliklarin belirli bir siralamasi olsa da, bir aliskanligin gelistirilmesi, digerlerini uygulama yeteneginizi sinerjik olarak artirir.
Fiziksel boyutunuzu yenilerken, kisisel vizyonunuzu, özbilinç ve özgür irade, prokativite, edilgen olma yerine etken olma, herhangi bir dürtüye karsi kendi tepkinizi seçme özgürlügüyle ilgili paradigmayi güçlendirirsiniz.
Ruhsal boyutunuzu yenilerken, kisisel liderliginizi güçlendirirsiniz. Sadece anilarinizla degil, hayalleriniz ve vicdaninizla da yasama yetenegini artirirsiniz.
Zihinsel boyutunuzu yenilerken, kisisel yönetiminizi güçlendirirsiniz. Plan yaparken, zaman ve enerjinizden olabildigince yararlanmak için, kaldiraç gücü yüksek II. Kare etkinliklerini, öncelikli hedefleri ve etkinlikleri tanimasi için zihninizi zorlayip, etkinliklerinizi bu önceliklerinizin etrafinda örgütleyerek uygulamaya geçersiniz.
Yükselen Sarmal
Yenilenme, büyüme, degisme ve sürekli gelisme yönünde yükselen sarmalda ilerlememiz  için bize güç veren ilke ve süreçtir. Bu sarmalin üzerinde anlamli bir biçimde sürekli yükselmek için, bu yukariya dogru olan hareketi yönlendiren benzersiz insan yetisiyle ilgili olarak yenilenmenin  diger bir yanini, yani vicdanimizi incelememiz gerekir.
Madam de Stael’in dedigi  gibi: “Vicdanin  sesi  o kadar nazlidir ki, bogmak çok    kolaydir.
Ama bu ses ayni zamanda öyle berraktir ki, baska bir seyle karistirmak olanaksizdir.”
Vicdan, dogru ilkelere uyup uymadigimizi sezen ve bizi onlarin düzeyine yükselten bir dogal veridir; tabii, bozulmamissa, formundaysa.
Üstün bir atlet için sinir ve kaslarin, bir ögrenci için de dimagin egitilmesi ne kadar önemliyse, gerçekten proaktif, son derecede etkili bir insan için de vicdanin egitilmesi o kadar önemlidir. Ancak vicdanin egitilip terbiye edilmesi, daha da fazla bir dikkat, daha dengeli bir disiplin ve daha dürüst bir yasamin sürekli olarak sürdürülmesini gerektirir. Bunun için insanin esinlendirici edebiyat yapitlariyla düzenli beslenmesi, soylu düsünceler beslemesi ve hepsinden de önemlisi vicdanin hafif sesiyle uyum içinde yasamasi gerekir.
Antrenman yapmamak ve abur cubur seyler yemek bir atletin kondisyonunu  nasil mahvederse, müstehcen, kaba ya da pornografik seyler de bir iç karanligina yol açar. Bu ise daha yüce duyarliliklarimizi uyusturur. “Yanlis nedir, dogru nedir?” diye soran dogal ya da tanrisal vicdanin yerine, “Acaba içyüzüm ortaya çikacak mi?” diye düsünen sosyal vicdani geçirir.
Bugün hayatta olmayan, eski B.M. genel sekreteri Dag Hammarskjold’un deyisiyle:
Içinizdeki hayvanla, tümüyle hayvanlasmadan oynayamazsiniz. Yalanlarla, dogruyu bulma hakkinizdan vazgeçmeden oynayamazsiniz. Zalimlikle, zihinsel duyarliliginizi kaybetmeden oynayamazsiniz. Bahçesinin düzenli olmasini isteyen biri, yaban otu yetissin diye bir tarh ayirmaz.”
Dogru ilkelere ne kadar uyum saglarsak, dünyanin nasil isledigi konusundaki yargilarimiz o kadar yerinde olur; paradigmalarimiz-yani arazi haritalarimiz-da o kadar gerçeklere uygun bir hal  alir.
Ben, bu yukariya yükselen sarmalda büyüyüp gelisirken, vicdanimizi egiterek ve ona itaat ederek, yenilenme islemi konusunda çaba göstermemiz gerektigine inaniyorum. Durmadan daha iyi egitilen bir vicdan, kisisel özgürlük, güvenlik, bilgelik ve güçlülük yolunda hizla ilerlememizi saglar. Yükselen sarmalla birlikte yücelmek için, gitgide daha yüksek düzeylerde ögrenmek, baglanmak ve yapmak gerekir. Bunlardan sadece bir tekinin yeterli oldugunu düsünürsek, kendimizi aldatmis  oluruz.  Ilerlemeyi  sürdürmek  için  ögrenmemiz,  baglanmamiz;  ve  yapmamiz  ve     yine ögrenmemiz, baglanmamiz ve yapmamiz gerekir.

Benzer Kitaplar