Içten Disa
Durumu degistirmek
için önce kendimizi degistirmemiz gerektigini kavradik. Kendimizi etkili bir biçimde
degistirmek için de, önce algilarimizi degistirmemiz
gerekiyordu.
Algiyla ilgili arastirmalarima ek olarak, 1776’dan bu yana ABD’de
yayimlanan basariyla
ilgili yayinlari derinlemesine inceliyordum. Çalismalarim beni 200 yil boyunca yazilmis basariyla
ilgili yapitlar yoluyla gerilere götürürken, yayinlarin içeriginde sasirtici bir seklin belirmeye basladigini
fark ettim.
Son elli yillik sürede yazilmis olan basariyla ilgili kitaplarin çogunun yüzeysel kaldigina gitgide daha çok inanmaya basladim. Bunlar toplumsal imaj bilinci, teknikler ve
acil çarelerle; yani, toplumsal yara bantlari ve aspirinlerle
doluydu. Buna karsilik,
ilk yüz elli yillik süre
içinde çikan hemen hemen bütün kitaplar, basarinin temeli olarak Karakter Etigi diye
tanimlayabilecegimiz;
dürüstlük, alçakgönüllülük, baglilik, ölçülü olmak,
cesaret, adalet, sabir, çaliskanlik,
yalinlik, Herkese Iyilik Et seklindeki Altin Kural üzerinde duruyorlardi.
Karakter Etigi, etkili bir yasamin temel ilkeleri oldugunu ve insanlarin, ancak bu
temel ilkeleri ögrenip
kendi temel kisilikleriyle
bütünlestirdikleri takdirde gerçek basariyla sürekli mutlulugu yakalayabileceklerini ögretti.
Ancak Birinci Dünya Savasi’ndan hemen sonra basariyla ilgili temel görüs açisi, Karakter Etigi’nden Kisilik Etigi diye
tanimlayabilecegimiz seye dogru
kaydi. Basari daha çok,
kisiligin, toplumdaki imajin, tavir ve davranislarin, insanlar arasi etkilesim süreçlerini kolaylastiran beceri ve tekniklerin sonucunda elde edilir
oldu. Kisilik Etigi, temelde
iki yoldan gelisiyordu:
Biri insan ve halkla iliskilerle ilgili teknikler,
Digeri
de pozitif zihinsel tavirdi.
Bu kitaplardan bazilari karakterin, basarinin bir parçasi oldugunu bildiriyor, ama bir temel ve katalizatör oldugunu kabul etmekten çok, onu bölümlere ayiriyordu.
Karakter Etigi çogu zaman lafta kaliyordu. Daha çok, çabuk
etkileme teknikleri, güç stratejileri, iletisim ustaliklari ve olumlu tavirlar üzerinde duruluyordu.
Kisilik
Etigi’yle, Karakter Etigi arasindaki farklari daha derinden düsünmeye basladigimda,
esimle birlikte, çocuklarimizin iyi
davranislarindan toplum içinde yarar sagladigimizi anladim.
Derin düsünce,
inanç ve dualarimiz sayesinde oglumuzu yalnizca
ona özgü özellikler çerçevesinde görmeye basladik. Onun içindeki (ancak kendi temposu ve
hiziyla ortaya çikabilecek) kat kat potansiyeli gördük. Gevsemeye ve çocugumuzun yolunun üzerinden çekilmeye, onun
kendi kisiliginin ortaya çikmasina izin vermeye karar verdik.
Dogal rolümüzün oglumuzu takdir etmek, ona deger vermek ve varliginin zevkini çikarmak oldugunu gördük. Oglumuzu tipatip kendimize benzetmekten ya da onu toplumsal beklentilere göre
ölçmekten vazgeçtik. Onu kabul edilebilir bir toplumsal kaliba sokmak için
nazikçe, olumlu bir biçimde yönlendirmeye çalismaktan vazgeçtik.
Çocugumuz
bu korumayla yetistirilmisti. Bu nedenle baslangiçta biraz aci çekti. Bunu dile getirdiginde, kabullendik, ama eskisi gibi de davranmadik.
Dile getirilmeyen mesajimiz suydu: “Seni
korumamiza gerek yok. Aslinda sorunlu biri degilsin.” Haftalar ve aylar geçtikçe oglumuz da yavas yavas kendine güven duymaya ve kendisini kanitlamaya
basladi. Kendi tempo ve hizina göre gelisti. Standart toplumsal ölçütlere göre-akademik,
sosyal ve sportif açilardan-hizla, dogal gelisim
süreci olarak tanimlanan seyin çok ötesinde
göze çarpan bir gelisme
gösterdi. Yillar geçtikçe birkaç ögrenci dernegine baskan
seçildi. Dört dörtlük bir atlete dönüstü ve eve “Pek iyi”lerle dolu karneler
getirmeye basladi. Her
tür insanla korkmadan anlasabilecek çekici
ve içtenlikli bir kisilik gelistirdi.
Böylece basari konusunda “Kisilik Etigi”yle “Karakter
Etigi” arasindaki yasamsal farki çok kisisel bir düzeyde ögrenmis olduk.
Birincil Ve Ikincil Yücelik
Kisilik
Etigi’nin ögeleri, yani kisilik gelisimi, iletisimde ustalik egitimi ve etkileme stratejileri ile pozitif düsünce alanindaki ögretilerin yararli olduklarini, hatta bazen basarinin temelini olusturduklarini yadsimak istemiyorum.
Aslinda öyledirler. Ama bunlar birincil degil, ikincil özelliklerdir.
Bir defalik ya da kisa süreli insan iliskilerinde isi idare edip, sirinlik ve ustalikla iyi izlenimler birakarak ve baskalarinin ugraslariyla
ilgileniyormus gibi
yaparak Kisilik Etigi’nden yararlanabilirsiniz. Kisa süreli durumlarda
etkili olabilecek, fazla zaman istemeyen kolay teknikler ögrenebilirsiniz. Ama ikincil özelliklerin uzun
süreli iliskilerde
tek baslarina kalici bir degerleri yoktur. Köklü bir dürüstlük ve temelde
güçlü bir karakter yoksa, yasamin
çetin sinavlari er ya da geç gerçek amaçlarin yüzeye çikmasina neden olur ve
insanlarla iliski
konusundaki basarisizlik
da, kisa süreli basarinin
yerini alir.
Ikincil Yücelik dedigimiz özellige sahip olan; yani, yetenekleriyle toplumda takdir
gören birçok kisinin
karakteri birincil yücelik ya da iyilikten yoksundur. Bu insanlarin, ister is arkadasi, es,
dost, ister kimlik bunalimi geçiren bir gençle olsun, bütün uzun süreli
iliskilerinde er ya da geç bunu görürsünüz.
Karakterini bildigimiz için tam anlamiyla güvendigimiz insanlar vardir. Güzel konusmayi bilseler de bilmeseler de, insan iliskileri tekniklerine sahip olsalar da olmasalar da,
onlara güveniriz ve onlarla basarili bir
biçimde çalisiriz.
Paradigmanin Gücü
Karakter Etigi ile Kisilik
Etigi, toplumsal paradigmalara birer örnektir.
Paradigma sözcügü Yunanca’dan
gelir. Baslangiçta
bilimsel bir terimdi; günümüzde ise daha çok bir model, kuram, algi,
varsayim ya da referans
kaynagi anlaminda kullaniliyor. Biraz daha
genellestirirsek, dünya “görüsü”müzü belirtiyor; gözle görmek degil; algilamak, anlamak ve yorumlamak anlaminda.
Paradigmalardan kastettigimiz seyi anlamanin en basit yolu onlari birer harita
gibi görmektir. Hepimiz, “haritanin arazi olmadigini”
biliriz. Harita, sadece arazinin bazi belirli özelliklerinin bir
açiklamasidir. Iste
paradigma da tami tamina budur. Bir kuram, bir açiklama ya da baska bir seyin modelidir.
Diyelim ki Chicago’nun merkezinde belirli bir yere
gitmek istiyorsunuz. Kentin yol haritasi, istediginiz yere ulasmaniza yardimci olacaktir. Ama diyelim ki size yanlis harita verildi. Bir
baski hatasi yüzünden üzerinde “Chicago” yazili harita
aslinda “Detroit”in haritasi. Bos yere nasil didineceginizi, gideceginiz yere varabilmek için göstereceginiz çabanin nasil bosa çikacagini düsünebiliyor
musunuz?
Hepimizin kafasinin içinde birçok harita bulunur.
Bunlar iki ana gruba ayrilabilirler: Seyleri olduklari gibi gösteren haritalar ya da
gerçeklikleri ve seylerin
nasil olmalari gerektigini
gösteren haritalar ya da degerler.
Basimizdan geçen her seyi bu zihinsel haritalara göre yorumlariz.
Hepimiz cisimleri olduklari gibi gördügümüzü, nesnel oldugumuzu düsünürüz.
Oysa, durum böyle degildir.
Biz dünyayi oldugu
gibi degil, oldugumuz gibi görürüz; ya da nasil görmeye kosullandirilmissak, öyle. Gördüklerimizi tanimlayabilmek için agzimizi açtigimiz zaman aslinda kendimizi, algilarimizi ve
paradigmalarimizi tanimlariz. Baskalari bizimle ayni fikirde
olmadiklari zaman hemen onlarda bir aksaklik oldugunu düsünürüz.
Paradigma Degisiminin Gücü
Paradigma Degisimi
terimini ilk kez Thomas Kuhn, son derecede etkili olan ve bir tür dönüm
noktasi sayilan “Bilimsel Devrimlerin Yapisi” adli
yapitinda kullanmisti. Kuhn,
bilimsel alandaki hemen hemen her önemli atilimin, öncelikle
gelenekler, eski düsünce
biçimleri, eski paradigmalarla olan baglarin kopartilmasi anlamina geldigini gösteriyor.
Ünlü Misirli astronom Batlamyus (Ptolemi) için dünya,
evrenin merkeziydi. Ancak Kopernik merkeze Günes’i yerlestirerek
bir “Paradigma degisimi”
yaratti. Bir hayli direnç ve baskiya da neden oldu. Birdenbire her sey baska
türlü yorumlanmaya basladi.
Newton’un fizik modeli düzenli bir paradigmaydi ve modern mühendisligin de hala temelini olusturuyor. Ama bütün degildi, tamamlanmamisti. Olacaklari önceden bilme ve açiklayicilik
açisindan çok daha üstün bir degere sahip olan Einstein tarzi paradigma,
yani görecelik paradigmasi ise bilim dünyasinda bir devrim
yaratti.
Bugünkü Amerika Birlesik Devletleri de bir paradigma degisiminin ürünüdür.
Yüzyillar boyunca geleneksel hükümet anlayisi, bir monarsiden ibaretti; krallarin tanrisal haklari vardi.
Sonra daha farkli bir paradigma gelistirildi: Halkin halk tarafindan ve halk için yönetilmesi.
Böylece bir anayasal demokrasi dogdu
ve müthis bir insan enerjisi ile
zekasinin önünü açarak dünya tarihinde benzeri bulunmayan bir yasam, özgürlük ve bagimsizlik, etki ve umut standardi yaratildi.
Bütün paradigma degisimleri
olumlu yönde olmaz. Gördügümüz
gibi, Karakter Etigi’nden Kisilik Etigi’ne
kayilmasi, gerçek basari ile
mutlulugu besleyen o köklerden uzaklastirdi bizi.
Paradigmalar, karakterlerden ayrilamaz. Insan
boyutunda; olmak, görmektir. Hizla kendimizi degistirmezsek,
bakis açimizi degistirme
konusunda fazla ilerleme kaydedemeyiz. Bunun tersi de dogrudur.
Paradigmalar güçlüdür. Çünkü onlar, arkasindan dünyayi gördügümüz mercegi yaratirlar. Degisim
ister birdenbire olsun, ister agir
agir, temkinli gelissin; bir paradigma degisimindeki
güç, çok önemli bir degisikligin
temel gücüdür.
Denizcilik enstitüsü’nün dergisi Proceedings’de Frank
Koch anlatmaktadir.
Egitim
filosuna verilmis olan
iki savas gemisi birkaç gündür
kötü hava kosullarinda
manevra yapiyorlardi. Ben, en öndeki savas gemisinde görevliydim ve hava kararirken köprüde
nöbetteydim. Yer yer sis vardi ve görüs alani dardi. Bu nedenle komutan da
köprüdeydi, bütün faaliyetleri denetliyordu.
Karanlik bastiktan kisa bir süre sonra köprünün
gözetleme yerinde iskele tarafindaki nöbetçi haber verdi: “Isik. Sancak tarafinda.”
Komutan seslendi: “Dümdüz mü ilerliyor, yoksa
kiça dogru mu
gidiyor?”
Nöbetçi, “Dümdüz ilerliyor, Komutanim,”
diye cevap verdi. Bu, o gemiyle tehlikeli bir çarpisma rotasi üzerinde oldugumuz anlamina geliyordu.
Komutan nöbetçiye emir verdi: “Gemiye mesaj
gönder: Çarpisma
rotasindayiz. Rotanizi 20 derece degistirmenizi öneriyoruz.”
Karsidan su sinyal geldi: “Rotanizi 20 derece degistirmeniz önerilir.”
Komutan, “Mesaj gönder,” dedi. “Ben
komutanim. Rotayi 20 derece degistirin.”
Karsidaki, “Ben
deniz onbasiyim,
rotanizi 20 derece degistirseniz iyi olur,” diye yanitladi.
Komutan bu arada iyice öfkelenmisti. Hirsla emretti. “Mesaj gönder! Ben bir savas gemisiyim. Rotanizi 20 derece degistirin.”
Karsidaki isiklarla isaret verdi: “Ben bir deniz feneriyim.” Rotayi
degistirdik.
Ilkeler,
deniz fenerleri gibidir. Onlar, karsi konulamayacak dogal yasalardir. Ilkeler, uygulamalar degildir. Uygulama belirli bir etkinlik ya da eylemdir.
Bir durumda ise yarayan
bir uygulamanin bir digerinde
etkili olacagi kesin
degildir. Bunu, ikinci çocuklarini da
tipki birincisi gibi büyütmeye çalisan anne ve babalar hemen onaylayacaktir.
Uygulamalar duruma göre belirlenir. Buna karsilik ilkeler, evrensel kapsami olan derin ve temel dogrulardir.
Ilkeler, degerler degildir.
Bir hirsiz çetesi bazi degerleri paylasabilir. Ama onlar sözünü ettigimiz temel ilkelere aykiri davranirlar. Ilkeler arazi, degerler ise haritalardir. Dogru
ilkeleri degerlendirdigimiz zaman dogruyu elde ederiz; her seyin nasil oldugunu biliriz.
Her türlü yasamda, bir dizi ardisik büyüme ve gelisme evreleri vardir. Bir çocuk dönmeyi, dogrulup oturmayi, emeklemeyi, sonra da yürüyüp kosmayi ögrenir. Her asama önemlidir ve zaman alir. Hiçbirisi atlanamaz.
Ancak büyüme ve gelismemizle ilgili dogal bir süreci atlayarak kestirmeden gitmeye kalktigimiz zaman ne olur? Siradan bir tenisçi oldugunuz halde daha iyi bir izlenim birakmak için
ustalarla oynamaya karar verirseniz, sonuç ne olur? Olumlu düsünce tek basina, bir profesyonelle etkili bir
maç çikarmanizi saglayabilir
mi?
Ya piyanoya yeni baslamis olmaniza
karsin, dostlarinizi konser verecek
düzeyde oldugunuza
inandirirsaniz?
Çogu
zaman bilgisizligin
kabulü, egitimimiz
konusunda atacagimiz ilk
adim olur. Thoreau’nun ögrettigi gibi: “Durmadan bilgimizi kullanirken, gelismemiz için gerekli olan bilgisizligimizi nasil hatirlayabiliriz?”
Tenis oynamak ya da
piyano çalmak konusunda gelisim
düzeyimiz bellidir. Bu konularda rol yapmak da olanaksizdir. Ama karakter ve
duygusal gelisim
konusunda ayni sey
söylenemez. Bir yabancinin ya da
bir is arkadasimizin karsisinda “rol yapip”,
onu “kandirabiliriz.” Pozlar takinabiliriz. Bir süreligine, en azindan baskalariyla birlikteyken bunu sürdürebiliriz. Hatta
kendi kendimizi bile kandirabiliriz. Ama ben, çogumuzun, için için nasil biri oldugunu bildigine inaniyorum ve bence, birlikte yasadigimiz,
birlikte çalistigimiz kisiler
de bunu bilir.
Yeni Bir Düsünce Düzeyi
Albert Einstein’in dedigi gibi: “Karsilastigimiz önemli sorunlar, onlari yarattigimiz zamanki düsünce düzeyiyle çözülemez.”
Hem çevremize hem de kendimize baktigimizda ve Kisilik Etigi’yle
yasayip hareket ederken yaratilan
sorunlari gördügümüzde,
bunlarin, yaratildiklari yüzeysel düzeyde çözülemeyecek kadar esasli
ve derin sorunlar olduklarini da anlariz. Bu derin kavramlari çözümlemek için
yeni, daha derin bir düsünce
düzeyine; temelinde, etkili insanin ve etkilesim alanini dogru bir biçimde tanimlayan ilkeler olan bir paradigmaya
gerek var.
Etkili Insanlarin Yedi Aliskanligi da,
bu yeni düsünce
düzeyi üzerinedir. Kisinin
kendisiyle ve baskalariyla
iliskilerinde etkili olmasini saglayan, merkezinde ilkelerin, temelinde karakterin
yattigi ve “içten disa” diye tanimlanacak bir yaklasimdir.
“Içten disa” su anlama geliyor: Insan ilk önce kendisiyle; daha da önemlisi,
benliginin en iç kismiyla; yani kendi
paradigmalari, karakteri ve amaçlariyla baslamalidir ise.
Buna göre:
Mutlu bir evliliginiz olmasini istiyorsaniz, pozitif enerji yayan bir
insana dönüsmelisiniz.
Negatif enerjiyi güçlendireceginize onu dislamalisiniz.
Daha cana yakin, uyumlu bir çocugunuz olmasini istiyorsaniz, daha anlayisli, empatili, tutarli, sevecen bir anne ya da baba olun.
Isinizde daha rahat ve özgür olmayi istiyorsaniz, daha
sorumlu, daha yardimsever, daha fazla katkida bulunan bir eleman olun.
Size güvenilmesini istiyorsaniz, güvenilir bir insan olun.
Yeteneklerinizin taninmasinin saglayacagi ikincil yüceligi istiyorsaniz, önce dikkatinizi birincil olan
karakter yüceligine vermelisiniz.
“Içten disa” yaklasimi, genel zaferlerden önce özel zaferlerin
geldigini; kendi kendimize söz verip
bunlari tutmamizin da, baskalarina
söz verip tutmamizdan önce geldigini söyler. Bu yaklasim; kisiligi karakterden önemli saymanin, kendimizi gelistirmeden baskalariyla olan iliskilerimizi gelistirmeye çalismanin bosuna
oldugunu açiklar.
“Içten disa”, bir
süreçtir. Insanin
gelismesi ve ilerlemesini denetleyen dogal yasalara dayanan sürekli bir yenileme
sürecidir. Bu, yukariya dogru
bir büyüme sarmalidir ve sürekli olarak sorumlu bagimsizlik ve etkili karsilikli bagimliligin
daha yüksek derecelerine dogru uzanir.
Içten disa, çogu kisi
için dramatik bir paradigma degisimidir. Bunun en büyük nedeni, kosullandirilmanin güçlü etkisi ve Kisilik Etigi’nin
günümüzde geçerli olan toplumsal paradigmasidir.
Hem kendi deneyimlerim, hem de binlerce kisiyle çalisirken edindiklerim ve tarihteki basarili insanlari ve toplumlari dikkatle
incelemem sonucu su
kaniya vardim: Yedi Aliskanligin temsil ettigi bütün ilkeler, zaten benligimizin derinliklerinde, vicdanimizda ve sagduyumuzda bulunuyor. Onlari taniyip gelistirmek ve en derin kaygilarimizla bulusurken hepsinden yararlanmak için baska türlü düsünmemiz, paradigmalarimizi daha yeni, derin
ve “içten disa” bir
düzeye kaydirmamiz gerekiyor.
Bu ilkeleri anlayip yasamlarimiza katmak için içtenlikle çaba harcarken
T.S. Elliot’un su
gözlemindeki gerçegi tekrar
tekrar kesfedecegimize inaniyorum:
“Arastirmalarimizdan vazgeçmemeliyiz. Bütün arastirmalarimiz bizi sonunda basladigimiz yere götürür ve bu yeri ilk kez tanimaya baslariz.”
YEDI ALISKANLIK
Genel Bakis
Sürekli yaptigimiz sey neyse, biz de oyuz.
O halde mükemmellik bir eylem degil, bir aliskanliktir. Aristo)
Aliskanliklar
yasamimizdaki güçlü etkenlerdir.
Tutarli ve çogu
zaman da bilinçsiz davranis modelleri
olduklari için, her gün sürekli olarak karakterimizi ortaya koyar ve
etkili ya da etkisiz olmamiza yol açarlar.
Büyük egitimci
Horace Mann’in da söyledigi
gibi: “aliskanliklar bir halata benzer. Her gün bir ilmik daha
atariz ve çok geçmeden halat koparilamayacak bir duruma gelir.” Ben, bu sözlerin son bölümünü kabul etmiyorum.
Koparilabildigini
biliyorum. Aliskanliklar ögrenilir de, unutulur da.
Bütün dogal
güçler gibi, yerçekimi hem bizimle birlikte, hem de bize karsi çalisir. Bazi aliskanliklarimizin yerçekimi, su ara gitmek istedigimiz yere erismemizi engelliyor olabilir. Ama dünyamizi bir
arada, gezegenleri yörüngelerinde tutan ve evrenin düzenini koruyan da, yine
yerçekimidir.
“Aliskanliklar” Tanimlaniyor
Burada aliskanligi, bilgi, beceri ve arzunun kesismesi olarak tanimlayacagiz.
Bilgi, kuramsal
paradigmadir: Ne yapmali ve neden?
Beceri: Nasil yapmali.
Arzu ise, dürtüdür: Yapma istegi.
Bir seyi yasantimizda
aliskanlik haline getirmek istiyorsak,
bu üçüne de sahip olmaliyiz. Bir aliskanlik yaratmak her üç boyutta çaba
harcamayi gerektirir.
Olmak/görmek degisimi,
yukariya dogru uzanan
bir süreçtir; olmak, görmeyi degistirirken, görmek de olmayi degistirir
ve yükselen gelisme
sarmalinda ilerledikçe, böylece sürer gider. Bilgi, beceriler ve
arzu üzerinde çalisarak
yillar boyunca belki de yapay bir güvence kaynagi olan eski paradigmalarla baglarimizi koparabiliriz. Böylece kisisel ve kisiler arasi etkinlik konusunda yeni düzeylere erisebiliriz.
Mutluluk, hiç olmazsa kismen, simdi istedigimiz seyi ileride isteyecegimiz sey ugruna
feda edebilme yetenegi ve
arzusunun meyvesi olarak tanimlanabilir.
Yedi Aliskanlik,
tek tek ya da parçalar halinde moral yükseltici formüllerden olusan bir dizi degildir. Bunlar, dogal gelisim
yasalariyla uyum halinde, kisisel
ve kisiler arasi etkililigin gelismesinde
sürekli artis gösteren,
birbirini izleyen ve bir bütün olusturan bir yaklasimdir. Bu aliskanliklar bizi Sürekli Olgunlasma modeli içinde, önce bagimliliktan bagimsizliga,
oradan da karsilikli bagimliliga
götürür.
Yasamaya,
baskalarina tamamen bagimli bir bebek olarak baslariz. Bizi baskalari yönlendirir, besler ve destekler. Bu
besleme olmazsa ancak birkaç saat, en fazla birkaç gün yasayabiliriz. Sonra dogumu izleyen aylar ve yillar boyunca, fiziksel,
duygusal ve ekonomik açidan gitgide bagimsizlik kazaniriz. Sonunda, basinin çaresine bakabilecek, kendine güvenen, kendi
isini görebilecek biri oluruz.
Gelismemiz
ve olgunlasmamiz
sürerken dogada
her seyin
birbiriyle karsilikli bagimli oldugunu, toplum dahil, dogayi yöneten bir ekoloji sistemi bulundugunu gitgide daha iyi anlariz. Sonradan, dogamizin en yüksek etki alanlarinin baskalariyla olan iliskilerimizle ilgili oldugunu, yani insan yasaminin da karsilikli bagimlilik oldugunu kesfederiz.
Olgunluk denilen süredurum içinde, bagimlilik, sen paradigmasidir. Benim bakimimi sen
üstlenirsin; imdadima sen yetisirsin;
yardima gelmeyen sensin; sonuçtan seni sorumlu tutarim.
Bagimsizlik, ben paradigmasidir. Bunu ben yapabilirim. Ben
sorumluyum. Ben kendime güvenirim. Ben bir seçim yapabilirim.
Karsilikli bagimlilik, biz paradigmasidir. Biz bunu basarabiliriz. Biz isbirligi
yapabiliriz.
Biz yeteneklerimizi ve becerilerimizi birlestirip birlikte daha büyük bir sey yaratabiliriz.
Fiziksel bakimdan bagimsiz olsaydim, kendi basima hareket edebilirdim. Zihinsel açidan kendi düsüncelerimi üretir, bir soyut düzeyden digerine geçebilirdim. Analitik ve yaratici bir biçimde
düsünür, düsüncelerimi anlasilacak bir biçimde düzenleyip ifade ederdim. Duygusal
açidan kendi kendimi içten onaylardim. Beni iç dünyam yönlendirirdi.
Bagimsizligin, bagimliliktan çok
daha olgun bir düzey oldugu
kolaylikla anlasilir.
Pek az anlasilan karsilikli bagimlilik kavrami, birçok kisi için bagimlilikla esanlamlidir. Bu nedenle insanlarin çogu zaman bencil nedenlerle eslerini, çocuklarini terk ettiklerini ve her
türlü toplumsal sorumluluktan kaçtiklarini görüyoruz. Bütün
bunlari bagimsizlik
adina yapiyorlar.
Yasam,
dogal olarak, birbirine son derece bagimli ayrintilardan olusur. Bagimsizlik
yoluyla en yüksek etkinlik derecesine erismeye çalismak, golf sopasiyla tenis oynamaya benzer. Araç,
gerçeklige uygun degildir.
Karsilikli bagimlilik çok daha olgun, çok daha gelismis bir
kavramdir. Fiziksel açidan karsilikli bagimliysam, kendisine güvenen yetenekli biriyim,
ancak sunun da
farkindayim: Siz ve ben birlikte çalisirsak, yalniz basima en iyi kosullar altinda basardigim seylerin çok daha fazlasini basarabiliriz.
Karsilikli bagimli biri olarak, özümü diger insanlarla anlamli bir biçimde, derinden paylasma firsati bulurum. Diger insanlarin birikimlerine ve genis kaynaklarina da erisebilirim.
Karsilikli bagimlilik, ancak bagimsiz insanlarin yapabilecegi bir seçimdir. Bagimli insanlar, karsilikli bagimliligi seçemezler.
Karsilikli bagimli bir dünyanin parçasi olarak, bu
dünyayla her gün iletisim
kurmak zorundasiniz. Ancak bu dünyanin agir sorunlari, kronik nitelikteki
davalarin üstünü kolayca örter. Kisiliginizin
diger insanlarla bütün iliskilerinizi nasil etkiledigini görmek, çabalarinizi birbiri ardindan,
gelismenin dogal yasalariyla uyumlu bir biçimde yogunlastirmaniza
yardimci olur.
Üç Tür Varlik
Temelde üç tür varlik vardir: Fiziksel, parasal ve
insani varlik.
Evli bir çift, iliskiyi korumaktan çok altin yumurtalari,
yani çikarlarini düsünürse çogu zaman duygusuz ve düsüncesiz olup çikarlar. Saglam bir iliski için gerekli olan asgari nezaket ve
saygiyi unuturlar. Birbirlerini yönetmek için kontrol manivelalarini
kullanirlar. Dikkatlerini kendi gereksinimlerine verirler. Kendilerini hakli
çikarmaya çalisip diger esin
hatalarini gösterecek kanitlar ararlar. Sevgi, duygusal zenginlik,
içtenlik ve uysallik azalmaya baslar.
BU KITABIN KULLANIMI
Bütünü kavramak için kitabi bir kez basindan sonuna kadar okuyabilirsiniz. Ancak bu malzeme,
degisim ve gelisimle ilgili sürece eslik etmesi için hazirlandi. Gitgide etkisi artacak bir
biçimde düzenlendi. Her aliskanligin sonunda da uygulamayla ilgili öneriler
verildi. Böylece, hazir oldugunuzda,
herhangi bir aliskanligin üzerinde durup onu inceleyebilirsiniz
Ikinci önerim su: Bu malzemeye karsi kendi ilginizin paradigmasini, ögrencilikten ögretmenlige
kaydirin. Içten disa bir yaklasim seçin ve kitabi okurken bir amaciniz da, bunu
48 saat içerisinde bir baskasiyla
paylasmak ya da tartismak olsun.
Öte yandan, ögrendiklerinizi baskalariyla açik açik, dürüstçe paylasirsaniz, onlarin sizinle ilgili olumsuz yargi ya
da algilarinin kaybolmaya basladigini görerek sasiracaksiniz. Egittiginiz
kisiler sizi degisen,
gelisen bir insan olarak görecekler ve belki de
birlikte, Yedi Aliskanligi yasamlarinizin birer parçasi durumuna getirmek
için çalisirken,
size yardim etmek ve destek olmak için daha fazla istek duyacaklardir.
Sonuçta, Marilyn Ferguson’un dedigi gibi: “Kimse bir baskasini degismesi için ikna edemez. Hepimiz, ancak içeriden
açilabilen bir degisim kapisinda nöbet bekleriz. Bir baskasinin kapisini tartisarak ya da duygulara seslenerek açamayiz.”
Isin ilginç yani;
Baskalarinin
sizin hakkinizda ne düsündügüne eskisi kadar aldirmamaya baslarken: Sizinle olan iliskileri de dahil olmak üzere, kendileri ve
dünyalari hakkindaki düsüncelerine önem
vermeye baslayacaksiniz.
Artik duygusal yasaminizi baskalarinin zayifliklari üzerine kurmayacaksiniz.
Ayrica, degismeyi
daha kolay ve istenilecek bir sey olarak göreceksiniz. Çünkü benliginizin derinliklerindeki öz aslinda hiçbir zaman degismez.
Bu aliskanliklar üzerinde çalisirken, degisim
ve gelisim kapisini açmaniz için, büyük
bir özenle sizi yönlendiriyorum. Kendinize karsi sabirli olun. Kendini gelistirme süreci hassastir. Kutsal bir topraktir
bu. Bundan daha büyük bir yatirim da olamaz.
Thomas Paine’in dedigi gibi: “kolayca elde ettigimiz seyleri çok az önemseriz. Yalnizca bedelinin hakki verilen seyler degerlidir. Nimetlerine nasil paha biçilecegini ise ancak Tanri bilir.”
ALISKANLIK
PROAKTIF OL
Kisisel Vizyon Ilkeleri
Bu kitabi okurken kendinize distan bakmayi deneyin. Bilincinizi yukariya, odanin
bir kösesine dogru yollayip kendinizi, kitabi okurken
görmeye çalisin.
Kendinize, hemen hemen bir baskasi gibi
bakabilir misiniz?
Biz, duygularimizdan ibaret degiliz. Ruhsal durumlarimizdan da ibaret degiliz. Hatta düsüncelerimizden de ibaret degiliz. Bütün bunlari düsünebiliyor olmamiz, bizi bunlardan da, hayvanlar
dünyasindan da ayirir. Özbilincimiz, disaridan bakip kendimizi nasil “gördügümüz”ü; yani, etkili olmanin en temel paradigmasi olan
kendi paradigmamizi incelememizi saglar.
Aslinda kendimizi nasil gördügümüzü (ve baskalarini nasil gördügümüzü) hesaba katmadikça, digerlerinin kendilerini ve dünyalarini nasil
gördüklerini, bu konuda neler hissettiklerini anlamayi basaramayiz.
Aslinda üç toplumsal harita; insan dogasini açiklayan, birbirinden bagimsiz olarak ya da bir arada kabul gören üç determinizm (belirleyicilik) kurami vardir.
Genetik (kalitsal) determinizm, doganizi temelde atalariniza borçlu oldugunuzu söyler. Bu nedenle çabuk öfkeleniyorsunuz.
Atalariniz da çabuk öfkelenirdi ve bu sizin DNA’nizda var. Örnegin Irlandali iseniz, Irlandalilarin dogasi geregi, çabuk öfkelenmek sizin kaninizda var demektir.
Psisik
(ruhsal) determinizm, aslinda her seye annenizle babanizin neden oldugunu söylüyor. Yetistirilme tarziniz, çocukluk deneyimleriniz,
temelde karakter yapinizi ve kisisel egilimlerinizi
belirliyor. Bu nedenle bir topluluk karsisina çikmaktan korkuyorsunuz. Annenizle babaniz
sizi böyle yetistirmisler. Bir hata yaptiginiz zaman kendinizi alabildigine suçlu hissediyorsunuz, çünkü benliginizin derinliklerinde çok savunmasiz, zayif ve
bagimli oldugunuz sirada içinize yer eden o duygusal
senaryoyu “hatirliyorsunuz”.
Çevresel determinizm temelde her seye patronunuzun ya da esinizin, ya da o simarik yeni yetmenin ya da ekonomik durumunuzun ya da milli siyasetin neden oldugunu söylüyor. Durumuzdan, çevrenizdeki biri ya da bir sey sorumlu.
Özbilinç disinda, hayal gücü, yani simdiki gerçegimizin ötesindeki bir seyleri kafamizin içinde yaratma yetimiz vardir. Dogru ve yanlisi, davranislarimizi yöneten ilkeleri içten içe iyice
bilmemizi, düsünce ve
hareketlerimizin onlarla ne dereceye kadar uyumlu olduklarini anlamamizi saglayan vicdanimiz ve özgür irademiz, yani baska etkilere aldirmadan, özbilince dayanarak
hareket etme yetenegimiz
vardir.
En zeki hayvanlara bile bunlarin hiçbiri verilmemistir. Bilgisayarla ilgili bir benzetme yapmak
gerekirse; hayvanlar, güdü ve/veya egitim yoluyla programlanmistir: Onlar, sorumlu olacak biçimde egitilebilir, ama bu egitimin sorumlulugunu yüklenemez, yani bunu yönlendiremezler.
Programlamayi degistiremezler. Hatta bunun farkinda bile degildirler.
Proaktif Model
“Proaktivite”nin Tanimi: Proaktivite sözcügü, is yönetimi
literatüründe oldukça sik rastlanilan, ancak birçok sözlükte yer almayan bir
sözcüktür. Inisiyatifi
ele almaktan çok daha öte bir anlami vardir: Insan olarak, kendi yasamlarimizdan sorumlu oldugumuzu ifade eder. Davranislarimiz, kosullarimizin degil, kararlarimizin islevidir. Degerlerimizi duygularimizdan üstün tutabiliriz.
Bazi seylerin
olmasi için hem inisiyatifimiz vardir, hem de sorumlulugumuz.
Dogamiz
geregi proaktif yaratiklariz. Bu tür bir seçim
yaptigimiz zaman
reaktif (tepkisel) oluruz.
Reaktif insanlar, çogu zaman fiziksel çevrelerinden etkilenirler. Hava iyiyse onlar da
kendilerini iyi hissederler. Hava iyi degilse, bu, tutumlarini ve çalismalarini etkiler.
Proaktif insanlar ise, havalarini birlikte tasiyabilir. Hava açmis, ya da yagmur yagmis, onlar için fark etmez. Onlari gerçek degerler etkiler. Kaliteli is çikarmaya deger veriyorlarsa, bunun, havanin uygun olup olmamasiyla
bir ilgisi yoktur.
Reaktif insanlar toplumsal çevrelerinden, “toplumsal hava”dan da
etkilenir.
Reaktif insanlar, duygusal yasamlarinin merkezi olarak baskalarinin davranislarini seçer, diger insanlarin zayifliklarinin kendilerini
denetlemesine izin verirler.
Bir degeri
anlik bir dürtünün önüne geçirme yetenegi, proaktif bir insanin özünü olusturur. Reaktif insanlari yöneten duygular, kosullar, olaylar ve çevreleridir. Proaktif
insani ise, degerler;
dikkatle düsünülmüs, seçilmis ve sindirilmis degerler
yönetir.
Proaktif insanlar da fiziksel, toplumsal ya da
psikolojik dis dürtülerden
etkilenir. Ancak onlarin dürtülere bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde
verdikleri tepki, degere
dayanan bir seçim ya da tepkidir.
Eleanor Roosevelt’in dedigi gibi: “Izniniz olmadikça kimse size zarar veremez.” Ya da Gandi’nin dedigi gibi: “Biz kendi elimizle teslim etmedikçe,
onlar özsaygimizi alamazlar.”
Bize zarar veren, basimiza gelenler degil, onlara gösterdigimiz tepkidir. Kuskusuz, bazi seyler bize fiziksel ya da ekonomik açidan zarar verip
kederlenmemize yol açarlar. Ancak karakterimizin, temel kimligimizin zarar görmesine hiç gerek yoktur.
Inisiyatifi Ele Almak
Dogamizin
temelinde yatan, edilginlik degil,
etkinliktir. Bu, hem belirli kosullara
gösterecegimiz
tepkiyi seçmemizi saglar, hem
de kosullari yaratmak için bize
güç verir.
Inisiyatifi ele almak; saldirgan, tiksindirici ya da itici olmak demek degildir. Olaylarin
gelisimindeki sorumlulugumuzu kabullenmek demektir. Birçok kisi bir seyler olmasini ya da
birinin kendileriyle ilgilenmesini bekler.
Ama sonuçta iyi islere girenler, sorun yaratan degil, sorunlara çözüm getiren, gerekeni yapmak için
inisiyatifi ele alan, isini
yaparken dogru
ilkelere uyan kisilerdir.
Tabii, kisinin olgunluk düzeyini de hesaba katmamiz gerekir.
Duygusal bakimdan bagimli olan
kisilerden yüksek derecede yaratici bir
isbirligi bekleyemeyiz. Inisiyatifini kullanabilen kisilerle kullanamayanlar arasindaki fark, gerçekten de
geceyle gündüz arasindaki fark gibidir.
Is kuruluslari, halk topluluklari, aileler de dahil
olmak üzere her türlü kurum proaktif olabilir. Proaktif kisilerin yaraticilik ve beceri güçlerini bir araya
getirecek kurum içerisinde proaktif bir kültür yaratabilirler. Kurumun çevreye
boyun egmesi gerekmez; ilgili kisilerin ortak deger ve amaçlarini degerlendirmek için inisiyatifi ele alabilir.
Tutum ve davranislarimiz paradigmalarimizdan kaynaklandigina göre, onlari incelemek için özbilincimizden
yararlanirsak, içlerinde temel haritalarimizin niteliklerini görebiliriz. Örnegin, kullandigimiz dil, kendimizi ne ölçüde proaktif bir insan
olarak gördügümüzün çok
gerçek bir göstergesidir.
Reaktif Dil Proaktif Dil
Yapabilecegim hiçbir sey yok. Seçeneklerimize
bir bakalim.
Iste ben böyleyim. Farkli
bir yaklasimi seçebilirim.
Beni öyle kizdiriyor ki. Duygularimi
kontrol edebilirim.
Buna izin vermezler. Ben
etkili bir sunus yapabilirim.
Bunu yapmam gerekiyor. Uygun
bir tepkiyi seçecegim.
Yapamam. Seçerim.
Yapmaliyim. Yegliyorum.
Keske. Yapacagim.
Reaktif dille ilgili ciddi bir sorun, onun kendi
kendisini dogrulayan
bir kehanet olmasidir. Insanlar,
inanmalari gereken paradigmaya güçlü bir biçimde baglanir ve bu inançlarini desteklemek için de kanitlar
gösterirler. Gitgide kendilerini yenilmis ve denetimden çikmis, yasamlarini ya
da kaderlerini yönlendirmekten aciz biri gibi hissederler. Dis güçleri suçlarlar. Kosullari, baskalarini, hatta yildizlari bile. Düstükleri durumdan onlari sorumlu tutarlar.
Ilgi Alani/Etki Alani
Kendi proaktivite derecemizi daha iyi kavramak için
mükemmel bir yol da, zaman ve enerjimizin odak noktasina bakmaktir. Hepimiz bir
dizi seyle
ilgileniriz: Sagligimiz, çocuklarimiz, is yerindeki sorunlarimiz, ulusal borç, nükleer
savas. Bunlari, zihinsel ya da duygusal açidan
bizim için önem tasimayan seylerden, bir “Ilgi Alani” yaratarak ayirabiliriz.
Ilgi Alanimizin içinde yer alanlara bakarken, gayet iyi
görürüz ki, bazi seyler
gerçekten denetimimiz disindadir.
Digerleri için ise bir seyler yapabiliriz. Bu ikincileri daha küçük bir Etki
Alani içine alarak tanimlayabiliriz.
Enerji ve zamanimizin çogunun odak noktasinin bu iki alandan hangisi olduguna karar vererek, proaktivite derecemiz konusunda
çok sey ögrenebiliriz. Proaktif insanlar, çabalarini
odak noktasi olarak Etki Alani’ni seçerler. Onlar, bir seyler yapabilecekleri islerin üzerinde çalisirlar. Enerjilerinin dogasi pozitiftir. Büyüyen ve mükemmellesen enerjileri, Etki Alani’ni da genisletir.
Diger
yandan reaktif insanlar, çabalarina odak noktasi olarak ilgi
Alani’ni seçerler. Dikkatlerini baskalarinin zayifliklarina, çevredeki sorunlara ve
denetleyemedikleri kosullara
verirler. Seçtikleri odagin
sonuçlari suçlayici davranislar, reaktif bir dil ve gitgide artan bir yenilmislik duygusu olur. O odaktan yayilan negatif enerji, bu
kisilerin bir seyler yapabilecekleri alanlari ihmal etmeleriyle
birlesince, Etki Alani da küçülür.
Ilgi Alanimizin içinde çalistigimiz
sürece, oradaki seylerin
bizi denetlemesine izin veririz. Pozitif bir degisiklik
yapmak için gerekli olan proaktif inisiyatifi ele almamis oluruz. Konumu, serveti, isi ya da
iliskileri nedeniyle, bazi durumlarda kisinin Etki Alani, Ilgi alanindan genis olabilir. Bu durum, insanin kendi kendine
yarattigi duygusal bir miyopluga yol açar. Ilgi alaninda yogunlasmis bir baska bencilce reaktif yasam tarzidir bu.
Dolaysiz ve Dolayli Denetim ile Denetimsizlik
Karsilastigimiz
sorunlar su üç
gruptan birine girer:
Dolaysiz denetim (kendi davranislarimizla ilgili sorunlar),
Dolayli denetim (baskalarinin
davranislariyla ilgili sorunlar),
Ya da denetimsizlik (hiçbir sey yapamayacagimiz sorunlar, örnegin geçmisimiz ya da mevcut durumla ilgili gerçekler).
Birtakim insanlar proaktif sözcügünü saldirgan, küstah ya da duygusuz diye
yorumluyorlar. Ama gerçek hiç de böyle degil. Proaktif insanlar, küstah degildir. Onlar zekidir, degerlere dayanir, gerçegi görür ve neye gerek oldugunu anlarlar.
Gandi’ye bir bakin. Onu suçlayanlar yasama
meclislerinde Gandi’yi elestirip
duruyorlardi. Bunun nedeni, Hint halkini boyunduruguna aldigi için
Britanya Imparatorlugu’nu kinayan ilgi Alani Retorigi’ne kendileriyle birlikte katilmamasiydi. Onlar aralarinda tartisirlarken, Gandi pirinç
tarlalarindaydi. Tarlalarda çalisanlarin arasinda usul usul, sessizce, göze görünmeden
Etki Alanini genisletiyordu. Çok
genisleyen Etki Alaninin
gücüyle üç yüz milyon insani siyasal sömürgelikten kurtardi.
“Olsaydi”lar ve “Olabilirim”ler
Ilgimizin hangi dairenin içinde olduguna karar vermenin bir yolu da “olsaydi’larla”
“olabilirim’leri” birbirlerinden ayirt etmektir.
Ilgi Alani,
olsaydi’larla doludur.
“Evimin ipotek borçlari ödenmis olsaydi, çok mutlu olurdum.” “Keske despot olmayan bir patronum olsaydi...”
“Keske daha sabirli bir kocam olsaydi...” “Daha itaatli
çocuklarim olsaydi...” “Diplomam olsaydi...”
“Kendime ayirabilecegim daha fazla zamanim olsaydi...”
Etki Alani ise, “olabilirim”lerle doludur.
Daha sabirli olabilirim. Daha bilge olabilirim. Daha
sevecen olabilirim..
Bu, karakter odagidir Degisim paradigmasi “disaridan içeriye”dir. Bizim degismemiz
için önce disaridakinin
degismesi gerekir.
Proaktif yaklasim içten disa degismektir.
Farkli olmak ve farkli olarak, disaridaki
etkeni olumlu yönde degistirmektir. Daha verimli olabilirim. Daha
yaratici olabilirim. Daha fazla yardimci olabilirim.
Evlilik konusunda bir sorunum varsa, durmadan karimin
hatalarindan söz etmek bana aslinda ne kazandirir? Sorumlu olmadigimi söyleyerek, kendimi güçsüz bir kurban
durumuna düsürürüm;
olumsuz bir konumda sikisip
kalirim. Ayrica karimi etkileme yetenegim de azalir; dirdirciligim, suçlamalarim, elestirici tavirlarim, onun kendi zayifliginin dogrulandigini hissetmesine yol açar yalnizca. Durumumu
düzeltmeyi gerçekten istiyorsam, denetimim altinda olan o tek seyin-yani kendimin-üzerinde çalisabilirim. Karimi hizaya getirmekten vazgeçip
kendi zayifliklarimla ilgilenebilirim. Herhalde karim da bu proaktif örnegin gücünü hisseder ve bana ayni biçimde karsilik verir. Ama bu yapsa da yapmasa da, durumumu
olumlu bir biçimde etkilemenin tek yolu, kendimin, kendi benligimin üzerinde çalismaktir.
Bazen yapabilecegimiz en proaktif sey; mutlu olmak, içtenlikle gülümsemektir. Mutluluk,
mutsuzluk gibi, proaktif bir seçimdir.
Etki Alanimizin içine hiçbir zaman girmeyecek seyler vardir; iklim kosullari gibi. Ama proaktif insanlar olarak kendi
fiziksel ya da toplumsal
havamizi birlikte tasiyabiliriz.
Mutlu olabilir ve o anda denetleyemedigimiz seyleri de kabul edebiliriz. Bir yandan da, degistirebilecegimiz seyler üzerinde odaklaniriz.
Davranislarimizi ilkeler yönetir. Bunlarla uyum içinde yasamak olumlu neticeler dogurur; bu ilkeleri çignemek ise olumsuz sonuçlara neden olur. Herhangi bir
duruma verecegimiz
tepkiyi seçmekte özgürüz. Ancak bunu yaparken tepkimizi izleyecek sonucu
da kabul etmis oluruz. “Bir
degnegi ucundan tutup kaldirdigimizda, diger ucunu da kaldirmis oluruz.”
Kuskusuz,
hepimizin yasaminda,
sonradan yanlis degnegi
kaldirdigimizi düsündügümüz anlar
olmustur. Seçimlerimiz, yasamimizda istenmeyen bazi neticelere yol açmistir. O seçimi tekrar yapma firsatimiz olsa, baska türlü davranirdik. Bu tür seçimlere hata deriz.
Bunlar, üzerinde daha derin düsünmemiz
gereken ikincil seylerdir.
IBM’in kurucusu T.J. Watson’un dedigi gibi: “Basari, basarisizligin uzak yanindadir.”
Ancak, bir hatayi kabul etmemek, düzeltmemek ve bundan
ders alamamak da, baska
türlü bir hatadir. Bu, genellikle insanin kendini aldatmasina, hakli
bulmasina, çogu zaman
da kendisine ve baskalarina
akilci açiklamalarda bulunmasina (akilci yalanlar) neden
olur.
Bizi en çok yaralayan baskalarinin hatalari, hatta kendi hatalarimiz degil, bütün bunlara verdigimiz karsiliktir.
Bizi sokan zehirli bir yilanin pesinden
kosmamiz, zehirin bütün sistemimize
yayilmasini saglar
yalnizca. Zehiri vücudumuzdan atmak için hemen önlemler almak, çok daha iyidir.
Özbilinç ve vicdan gibi dogustan
gelen, insana özgü yetilerimiz sayesinde zaaflarimizin,
düzeltilebilecek yanlarimizin, gelistirilebilecek yeteneklerimizin, degistirilmesi
ya da yasamimizdan atilmasi gereken yanlarimizin
farkina variriz.
Sizi proaktivite ilkesini otuz gün denemeye davet
ediyorum. Yalnizca deneyin ve neler olacagina bakin.
Otuz gün boyunca,
Yalnizca Etki Alaninizin içinde çalisin.
Önemsiz sözler verin ve bunlari yerine getirin.
Yol gösterici olun, yargiç degil.
Örnek olun, elestirmen degil.
Çözümün parçasi olun, sorunun degil.
Bunu evliliginizde, ailenizde, isinizde deneyin. Baskalarinin zayifliklarini tartismayin. Kendi zayifliklarinizi da. Bir
hata yaptiginizda
bunu itiraf edip düzeltin. Bundan, aninda ders alin. Baskalarini suçlamaya, hatayi onlara yüklemeye
kalkismayin. Denetiminiz altinda olan seylerin üzeride çalisin. Kendi üzerinizde çalisin. Olabilirim’in üzerinde çalisin.
2. ALISKANLIK SONUNU DÜSÜNEREK ISE BASLA
“Sonunu Düsünerek Ise Baslama”nin Anlami
Joseph Addison’un su sözlerini düsünün:
Yüce insanlarin mezarlarina baktigim zaman, içimdeki her türlü kiskançlik duygusu ölüyor. Güzel insanlarin mezar taslarini okudugumda, her türlü asiri istek sönüyor. Bir mezar tasinda anne ve babanin istirabini okudugumda, merhametten içim eziliyor. Ayni anne ile
babanin mezar taslarina rastladigimda, kisa bir süre sonra izleyecegimiz kisiler için yas tutmanin yararsizligini düsünüyorum. Krallarin, kendilerini tahttan indirenlerle
birlikte yattigini gördügümde, yan yana gömülmüs, birbirinin rakibi dehalari ya da yarismalari ve tartismalariyla dünyayi bölen kutsal adamlari düsündügümde, insan türünü küçük rekabetleri, bölücülükleri
ve tartismalari bende hem hüzün ve hem de hayret uyandiriyor.
Kimi dün, kimi de alti yüz yil önce ölmüs insanlarin
mezar taslarini
okudugumda,
hepimizin Çagdas sayilacagi ve hep birlikte ortaya çikacagimiz o büyük Gün’ü düsünüyorum.
Sonunu düsünerek ise baslamak, varacaginiz yeri iyice belirleyerek baslamak demektir. Su anda bulundugunuz yeri ve attiginiz adimlarin her zaman dogru yönde oldugunu anlamaniz için, nereye gittiginizi bilmektir.
Etkinlik tuzagina düsmek;
yasamin hareketliligine kapilmak, basari merdivenini tirmanmak
için çaba üstüne çaba harcayip sonunda merdivenin yanlis duvara dayali oldugunu anlamak inanilmayacak kadar kolaydir. Insan çok çalisabilir, didinip durabilir, ama çok etkili
olmayabilir.
Insanlar çogu zaman bos zaferler kazandiklarini fark ederler. Elde
ettikleri basarilara
karsin birdenbire kendileri için çok daha
degerli seyleri kaybettiklerini anlarlar.
Sonunu düsünerek ise basladiginiz
zaman görüs açiniz
da degisir. Bir adam, ortak bir dostlarinin ölümü üzerine
arkadasina sormus: “Ne kadar birakti?” Beriki karsilik vermis: “Neyi varsa hepsini!”
Her Sey Iki Defa Yaratilmistir
“Sonunu düsünerek ise basla”, her sey iki defa yaratilmistir ilkesine dayanir.
Ilk ya da zihinsel yaratim ve,
Ikinci ya da fiziksel yaratim.
Bu, her sey için geçerlidir. Örnegin bir evin yapilmasini ele alin. Daha
ilk çiviyi çakmadan önce, onu en ufak ayrintisina kadar
yaratirsiniz. Fikirlerle çalisirsiniz. Aklinizi, yapmak istediginiz evi hayalinizde açik seçik canlandirincaya kadar
yorarsiniz. Sonra bunun ozalitini çikarip mimari planlari olusturursunuz. Bütün bunlar arsaya el
sürülmeden önce yapilir. Eger
bunu basaramazsaniz, ikinci yaratim, fiziksel
yaratim sirasinda, evinizin maliyetini iki
katina çikaracak pahali degisiklikler
yapmak zorunda kalirsiniz.
Marangozun kurali sudur: “iki defa ölç, bir defa kes.” Insanlar bu ilkeyi, yasamin çesitli alanlarinda degisik
derecelerde uygular. Bir yolculuga çikmadan önce
gideceginiz yeri belirler ve en iyi ulasim yolunu tasarlarsiniz. Bahçenizi düzenlemeden önce
onu kafanizda ya da kagit üzerinde
biçimlendirirsiniz. Konferans vermeden önce düsüncelerinizi kagida dökersiniz.
Aliskanligin temelinde, kisisel liderlik ilkeleri vardir. Bu, liderligin ilk yaratim oldugu anlamina gelir. Liderlik, yöneticilik degildir. Yöneticilik, ikinci yaratimdir.
Yöneticilik,
taban çizgisinde bir odaktir: Bazi seyleri en iyi nasil basarabilirim?
Liderlik ise, tavan çizgisiyle ilgilenir: Basarmak istedigim seyler
nedir?
Peter Drucker ve Warren Bennis’in deyisiyle: “Yöneticilik, isleri dogru dürüst yapmaktir.
Liderlik ise, dogru olani yapmaktir.”
Yöneticilik, basari merdivenini
tirmanmaktaki becerikliligi, liderlik
ise, merdivenin dogru
duvara dayali olup olmadigni görmeyi
gerektirir.
Ikisi arasindaki bu önemli ayrimi çabucak
kavramak istiyorsaniz, bir grup üreticinin vahsi bir ormanda baltalarla kendilerine yol
açtiklarini hayal edin. Onlar üreticidir, sorun çözücüdür. Agaçlari keser, ormanin zeminini temizlerler. Yöneticiler,
onlarin gerisindedir. Baltalari biler, islem ve politika konularinda el kitaplari hazirlar, kas
gelistirme programlari ve balta
sallayanlar için ücretlendirme programlari hazirlarlar. Burada lider,
en yüksek agaca
tirmanarak etrafi inceleyen ve sonra da, “Yanlis ormandayiz!” diye bagiran kisidir.
Ancak isleri basindan askin
olan verimli üreticiler ve yöneticiler genellikle ne cevap verir? “Kes
sesini! Ilerliyoruz!”
Kisiler,
topluluklar ve is adamlari olarak çalilari ortadan
kaldirmaya öylesine dalmisiz
ki, yanlis ormana
girdigimizin farkinda bile degiliz. Etkili olmak-hatta çogu zaman hayatin üstesinden gelmek-yalnizca
harcadigimiz çabaya degil, çabalarimizi dogru ormanda sürdürmemize baglidir.
Etkili liderlikten yoksun olan verimli yönetimi,
birisi söyle
tanimlamisti: “Bu,
(buz dagina
çarpan) Titanic gemisinin güvertesindeki iskemleleri düzeltmeye benzer.”
Hiçbir yöneticilik basarisi, liderlikteki basarisizligi dengeleyemez.
Ancak liderlik zordur, çünkü çogu zaman, bir yönetim paradigmasina takilip kaliriz.
Proaktivite, insanlara özgü bir yeti olan özbilince
dayanir. Buna ek olarak, proaktivitemizi genisletmemizi ve yasamimizda liderlik yapmamizi saglayan, yine insanlara özgü iki essiz yeti ise, Hayal gücü ve,Vicdandir.
Hayal gücünün yardimiyla, içimizde yatan potansiyel
güç dünyalarini gözlerimizin önünde canlandirabiliriz.
Vicdanimiz sayesinde, kendi basit yeteneklerimiz,
katki yollarimiz araciligiyla
evrensel yasalar ya da ilkelerle ve kisisel rehberligimizle baglanti kurabilir ve bu çerçeve içinde bunlari
etkili bir biçimde gelistirebiliriz.
Bu iki yeti özbilincimiz ile birlestiginde,
bize kendi senaryomuzu yazma gücünü verir.
Hayal ve yaraticilik gücümüzden yararlanarak, en derin
degerlerimize ve bu degerlere anlam kazandiran dogru ilkelere uyan daha etkili yeni senaryolar üretmek,
bizim sorumlulugumuzdur. Örnegin, çocuklarima çok fazla tepki gösterdigimi düsünelim.
Onlar, uygunsuz oldugunu düsündügüm
bir sey
yapmaya basladiklari zaman
mide kaslarim büzülüveriyor. Savunma duvarlarinin yükseldigini hissedip, savasmaya hazirlaniyorum. Odak noktam, uzun vadeli gelisme ve anlayisin degil,
kisa vadeli davranisin üzerinde.
Yalnizca çarpismayi kazanmaya çalisiyorum, savasi degil. Donanimimi-kocaman cüssem, otoriter
konumum-takinip bagirip çagiriyor, sindiriyor ya da tehdit ediyor veya
cezalandiriyorum. Kazanan ben oluyorum. Orada, parçalanmis bir iliskinin kalintilarinin ortasinda zafer edasiyla
dikiliyorum. Çocuklarim ise görünüstü itaatli, ama içten içe isyan halinde. Sonradan
daha çirkin bir biçimde ortaya çikacak olan duygularini baski altinda
tutuyorlar.
Insanlar, içlerinde degismeyen
bir öz yoksa, degisime ayak uyduramaz. Degisme
yeteneginin anahtari, kim oldugnuzu, ne yaptiginizi ve nelere deger verdiginizi
belirleyen, o degismeyen anlayistir. Kisisel çevremiz
de gitgide artan bir hizla degisiyor. Bu tür hizli degisimler,
bunlara katlanamayacaklarini, yasamla
basa çikmanin zor oldugunu düsünen
pek çok insani yipratir.
Etki Alanimizin tam merkez noktasinda çalisirken, bir yandan da bu alani genisletiriz. Bu, en etkili ÜY (Üretim Yetenegi) çalismasidir ve yasamimizin her yönünde etkililigimize anlamli bir güç katar.
Yasantimizin
merkezindeki herhangi bir sey,
güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücümüzün kaynagini olusturur.
Güvenlik, deger
düsüncenizi, kimliginizi, duygusal dayanaginizi, özsayginizi, temel kisisel gücünüzü ya da bunun eksikligni temsil eder.
Rehberlik, yasaminiza
yön veren kaynak demektir. Disarida
olanlari sizin için yorumlayan kendi iç deger yargilarinizin, yani haritanizin kapsadigi, dakika dakika alinan kararlari ve yapilan eylemleri
sizin adiniza yöneten standartlar ya da ilkeler veya kesin ölçütlerdir.
Bilgelik, yasama
bakis açiniz, denge duygunuz, çesitli bölümlerle ilkelerin isleyisini
ve birbirleriyle baglantilarini
anlayis tarzinizdir.
Güç; hareket etme becerisi ya da yetenegi, bir seyi basarma
kuvveti ve birikimidir. Seçim yapmak ve karar vermek için gerekli olan yasamsal enerjidir. Ayrica, derinlere gömülü aliskanliklari yenip daha üstün, daha etkili
olanlarini gelistirebilme
yetenegini de kapsar.
Bu dört etken; yani güvenlik, rehberlik, bilgelik ve
güç birbirlerine bagimlidir.
Güvenlik ve açik seçik bir rehberlik, gerçek bilgeligi saglar,
bilgelik ise, gücü ortaya çikarip yönlendirecek bir kivilcim ya da
katalizör islevini
görür. Bu dört etken bir arada bulundugu, birbirini canlandirdigi ve uyum sagladigi zaman
soylu bir kisiligin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir sekilde bütünlesmis bir
insanin müthis gücünü yaratir.
Alternatif Merkezler
Hepimizin bir merkezi vardir, ama genelde bunun tam
olarak farkinda olmayiz. Ayrica bu merkezin, yasamimizin her yönü üzerindeki yaygin etkilerini de
fark etmeyiz.
Simdi kisaca insanlarin sahip olduklari tipik
birkaç merkezi ya da temel paradigmalari inceleyelim.
Es-Merkezlilik: Evlilik,
insan iliskilerinin
en içten, en doyurucu, en dayanikli ve gelistirici iliskisi olabilir. Insanin merkez olarak karisini ya da kocasini seçmesi çok dogal ve uygun görülebilir.
Duygusal deger anlayisimizin kaynagi öncelikle evliligimizse, bu iliskiye fazlasiyla bagimli oluruz. Esimizin ruh haline ve duygularina, davranis ve tutumlarina ya da bu iliskiyi etkileyebilecek herhangi bir dis olaya-yeni bir bebek, akrabalar, ekonomik
gerilemeler, toplumsal basarilar
vb.-karsi savunmasiz kaliriz.
Çok savunmasiz oldugumuz zamanlarda, yeni darbelerden korunmak için
kaçinilmaz bir biçimde kendimizi koruma gereksinimini duyariz. Bu nedenle
alayciliga, igneleyici sakalara, elestirilere basvururuz. Içimizdeki sefkatin ortaya çikmamasi için elimizden
geleni yapariz. Esler,
sevgi konusunda ilk adimi digerinin
atmasi beklentisi içinde olduklarindan düs kirikligina ugrarlar.
Aile-Merkezlilik: Aile-merkezli olanlar, kisisel deger ya da güvenlik duygusunu aile gelenegi ve kültüründen ya da ailenin itibarindan alirlar.
Merkezlerinde aile olan anne ve babalar, çocuklarini,
nihai iyiliklerini gerçekten düsünerek
yetistirmek için gereken
duygusal özgürlükten ve güçten yoksundurlar. Güven duygusunu aileden
aldiklari için, çocuklarina kendilerini sevdirme gereksinimi agir basar ve bu, çocuklarin büyüme ve gelismelerine yapilacak uzun vadeli
yatirimlarin önemini azaltabilir.
Para-Merkezlilik: insan yasaminin
diger bir mantikli ve son derecede
yaygin merkezi de para kazanmaktir. Kisinin baska
bir boyutta birçok seyi
yapabilme firsatini bulmasi için, ekonomik güven sarttir.
Bazen para kazanmanin görünüste soylu gerekçeleri vardir, insanin ailesine bakma
istegi gibi. Bunlar gerçekten
de önemlidir. Ancak, merkez olarak para kazanmayi seçmek, felaketi de
birlikte getirir.
Kisisel
degerimle ilgili düsüncelerimin kaynagi net varligima bagliysa,
onu etkileyecek her seye
karsi asiri duyarli olurum. Ancak is ve para, kendi basina ne bilgelik; ne de rehberlik saglayabilir; bunlar ancak kisitli bir güç ve
güvenlik verebilir. Para-merkezliligin sinirlarini göstermek için, kendimin ya da
sevdigim birinin hayatinda bir kriz
olmasi yeterlidir. Para-merkezli insanlar çogu zaman aileyi ya da diger öncelikleri bir yana birakirlar.
Is-Merkezlilik: merkezleri is olan insanlar “iskolik” olabilir. Sagliklarini, iliskilerini ve yasamlarinin diger önemli alanlarini feda
ederek, üretmek için kendilerini zorlarlar.
Kimlikleri ve öz degerleriyle ilgili anlayislari islerine bagli oldugu için güvenlikleri bunu sürdürmelerini engelleyecek
her seye karsi savunmasizdir.
Mülkiyet-Merkezlilik: Birçok insan, sahip oldugu seylerin
güdümündedir; yalnizca modaya uygun giysiler, evler, arabalar, tekneler ve
mücevherler gibi elle tutulan, maddi varliklar degil, elle tutulmayan san, söhret ya da
toplumda önemli biri olmak gibi seyler de buna dahildir.
Güvenligim
itibarima ya da sahip oldugum seylere bagliysa, yasantim da sürekli bir tehdit ve tehlike altindadir;
çünkü sahibi oldugum seyler kaybolabilir, çalinabilir ya da deger yitirebilir.
Zevk-Merkezlilik: Anlik hazlarin elde edilebildigi ve tesvik
de gördügü bir dünyada yasiyoruz. Televizyon ve sinema, insanlarin
beklentilerinin artmasini saglayan
en büyük etkenlerdendir. Baskalarinin
nelere sahip oldugunu,
rahat ve “eglenceli” bir
yasam sürerken neler yapabildiklerini
canli bir biçimde gösterirler.
Ancak, zevk-merkezli yasam tarzlarinin isiltisi canli bir biçimde yansitilirken, bu
tür bir hayatin dogal
sonuçlari-insanin benligi, üretkenligi ve iliskileri üzerindeki
etkisi-dogru olarak
ender görülür.
Çok uzun süren çok fazla tatil, çok fazla film, çok
fazla televizyon, çok fazla video oyunu; kisinin asgari direnç göstermeyi seçtigi çok uzun, disiplinsiz bos vakitler, bir yasami yavas yavas mahveder. Insanin yeteneklerinin uyur durumda kalmasina,
becerilerinin gelisememesine,
zihin ve ruhunun uyusmasina,
yüreginin ise mutlulugu bulamamasina neden olur. Güvenlik,
rehberlik, bilgelik ve güç nerededir? Bunlar ölçegin en alt noktasinda, çabuk geçen bir anin zevkindedir.
Dost/Düsman-Merkezlilik: Gençler, dost merkezli olmaya özellikle yatkinlar.
Ancak bu, salt onlara özgü bir sey degil
kuskusuz. Yasitlardan olusan bir gruba girip onlardan biri olmak, neredeyse asiri bir önem kazanabilir.
Dost-merkezlilik, insanin odak noktasini bir tek kisini olusturmasina
yol açabildigi için,
evliligin bazi boyutlarini da içerir.
Bir dost üzerinde merkezlesme;
duygusal açidan bir tek kisiye
bagimlilik, gereksinim, gitgide yükselen bir
anlasmazlik sarmali ve bunlarin getirecegi olumsuz iliskileri yaratabilir.
Dost ya da düsman-merkezli kisinin güvencesi yoktur. Özdeger duygulari degiskendir,
baskalarinin davranislari ya da duygusal durumlarinin bir islevidir. Rehberligi, diger
insanlarin verecekleri tepkiyle ilgili sezgisi saglar. Bilgeligi ise toplumsal mercek ya da düsman-merkezli bir paranoya kisitlar. Bu kisinin hiçbir gücü yoktur. Onun iplerini baskalari çekmektedir.
Din-Merkezlilik: Bazi kimseler ibadete ve dinsel projelere öylesine
dalar ki etraflarindaki önemli insani gereksinimlere karsi dayarsizlasirlar.
Bazilari ibadet yerine daha az gider ya da hiç gitmez,
ama tutum ve davranislari,
dini ahlak kurallariyla ilgili ilkeleri merkez edindiklerini gösterir.
Din merkezli bir yasamda imaj ya da görünüs o insan için çok önem kazanabilir. Bu
da kisisel güvenlik ve dogustan
var olan deger
duygusunu azaltan bir ikiyüzlülüge
yol açar. Rehberligin kaynagi toplumsal vicdandir. Din-merkezli birisi, baskalarina “etkin”, “etkin degil”, “liberal”, “inançlara
sadik”, “tutucu” gibi yapay etiketler yapistirmaktan hoslanir.
Din-merkezli insanlar birtakim bölmelerde yasamaya egilimlidir.
Haftanin bir günü belli bir biçimde davranir, düsünür ve hissederler, diger günlerinde ise baska türlü. Bu tür bir bütünlük, birlik ya da dürüstlük
eksikligi de, yine güvenlik için bir tehlikedir.
Din kurumunu amaca yönelik bir araç degil de, bir amaç gibi görmek, kisinin bilgeligini ve denge kavramini zayiflatir.
Ben-Merkezlilik: Belki de günümüzde en fazla görülen merkez, ben’dir.
En belirgin türü de, birçok kisinin
degerlerini çigneyen, bencilliktir. Insanin gelisimi ve yetilerini gerçeklestirmesi konusundaki popüler yaklasimlara yakindan bakarsak, özünde ben-merkezliligi görürüz.
Kendi Merkezinizi Tanimlamak
Peki siz ne durumdasiniz? Kendi yasaminizin merkezinde ne var?
Bazen, bunu görmek pek de kolay degildir. Belki de kendi merkezinizi tanimanizin en iyi
yolu yasami desteleyen etkenlere yakindan
bakmaktir. Çogu zaman
bir insanin merkezi, bunlarin ve/veya diger merkezlerin bir karisimidir. Çogu insan, genelde yasami üzerinde kendini hissettiren çesitli etkilerin bir islevidir.
Kisi
bir merkezden digerine
geçtikçe ortaya çikan görecelik, yasam boyu alçalip yükselen bir atlikarinca gibidir. Bir
zayifligi dengelemek için bir baska zayifliktan güç alir. Ne tutarli bir yön
duygusu vardir, ne sürekli bir bilgeligi, ne de sabit bir güç kaynagi ya da kisisel kimlik ve deger anlayisi.
Ideal olan, kuskusuz, size sürekli olarak yüksek derecede güvenlik,
rehberlik, bilgelik ve güç aktaracak tek bir belirgin merkez yaratmaktir.
Bu, proaktivitenizi güçlendirir ve yasaminizin her açidan uyumlu ve
tutarli olmasini saglar.
Bir Ilke Merkezi
Yasantimizin
merkezini dogru
ilkeler üzerine oturtursak, yasami destekleyen dört etkenin gelismesi için saglam bir temel de yaratmis oluruz.
Ilkeler hiçbir seye tepki göstermezler. Öfkelenip bize
farkli bir biçimde davranmazlar. Bizi bosamaz ya da en yakin dostumuzla kaçmazlar. Bize kötülük
etmek niyetinde degillerdir.
Geçerlilikleri, baskalarinin davranislarina, çevreye ya da geçici güncel heveslere bagli degildir. Ilkeler ölmez. Bugün buradayken yarin yitip
gitmezler. Yangin, deprem ya da hirsizlikla yok edilemezler. Ilkeler derin, temel gerçeklerdir. Klasik
gerçeklerdir. Insanligin ortak paydasidirlar. Onlar, yasami kusursuz, tutarli, güzel ve güçlü bir
biçimde simsiki dokuyan ipliklerdir.
Ilkelerin her zaman kendilerine bagli dogal neticeleri vardir. Ilkelerle uyum içinde yasarsak netice olumlu olur.
Onlari gözardi edersek, olumsuz. Ancak söz konusu ilkeler herkes için
geçerli oldugundan,
bilinse de bilinmese de bu sinirlama evrenseldir. Dogru ilkeleri ne kadar iyi ögrenirsek, akillica davranma konusundaki kisisel özgürlügümüz de o kadar genis kapsamli olur.
Yasantimizin
merkezine, zaman asimina ugramayan, degismeyen
ilkeleri yerlestirirsek,
etkili yasamin
temel paradigmasini yaratmis oluruz.
Bu merkez, diger
merkezlerin tümünü bir perspektife yerlestirir. Diyelim; bu aksam esinizi
bir konsere davet ettiniz. Biletleri de aldiniz. Esiniz konsere gidecegi için çok sevinçli. Ögleden sonra saat dört. Birdenbire patronunuz sizi
odasina çagiriyor ve
ertesi sabah saat 9.00’da yapilacak önemli bir toplantiya hazirlanmak için
bütün gece kendisine yardim etmeniz gerektigini söylüyor.
Eger es-merkezli ya da aile-merkezli bir gözlükle bakiyorsaniz, akliniz esinizde olacaktir. Patronunuza kalamayacaginizi söyler ve esinizi hosnut
etmek için onu konsere götürürsünüz. Isinizden olmamak için orada kalmaniz gerektigini düsünebilirsiniz.
Ama bunu da istemeye istemeye yapar ve esinizin tepkisini düsünerek kaygilanirsiniz.
Kararinizi hakli göstermek ve kendinizi karinizin öfkesine ya da
düs kirikligina karsi korumak
için çabalarsiniz.
Eger para-merkezli bir mercek ardindan bakiyorsaniz; ilk önce alacaginiz fazla mesai ücretini ya da
geç vakitlere kadar çalismanin iste yükselmenizi
nasil etkileyecegini düsünürsünüz. Karinizi arayip ona sadece büroda
kalmaniz gerektigini söylersiniz.
Onun ekonomik gereksinimlerin önceligini anlayacagina inanirsiniz.
Eger is-merkezli iseniz; firsatlari düsünebilirsiniz. Is konusunda daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Patronun gözüne girip isinizde
ilerleyebilirsiniz.
Mülkiyet-merkezli iseniz; fazla mesai ücretiyle alabileceklerinizi düsünürsünüz. Ya da kaldiginiz takdirde bürodaki itibarinizin artacagina karar verirsiniz.
Zevk-merkezli iseniz; geç saatlere kadar çalistiginiz
için kariniz mutlu olacak olsa bile, isi kenara itip, konsere gidersiniz.
Dost-merkezli iseniz; karariniz, arkadaslarinizi da konsere davet edip etmediginize bagli olur.
Ya da isteki
arkadaslarinizin da geç vakitlere
kadar çalisip çalismayacaklarina.
Düsman-merkezli iseniz; geç vakte kadar kalabilirsiniz. Çünkü büroda
kendisini sirketin
en degerli elemani sayan birine karsi büyük bir avantaj saglayacaginizi düsünürsünüz.
Din-merkezli iseniz; sizi cemaatin diger üyelerinin konsere gidip gitmeyecekleri, is yerinizde onlardan bazilarinin çalisip çalismayacaklari ve konserin türü etkileyebilir.
Ben-merkezli iseniz; dikkatinizi size en fazla çikar saglayacak seye verirsiniz. Bu aksam gezmeye gitmek mi daha iyi olur? Yoksa patronun
gözüne girmek mi? Degisik seçeneklerin sizi nasil etkileyecegiyle ilgilenirsiniz.
Ilke-merkezli bir kisi
olarak, durumun yarattigi duygulardan
ve sizi etkileyecek diger
etkenlerden uzak durursunuz. Seçenekleri degerlendirirsiniz. Dengeli bütüne bakip bütün
etkenleri (is hayatinin
gereksinimleri, aile gereksinimleri, isin içine girebilecek diger tüm gereksinimler ve degisik kararlarin olasi sonuçlari) hesaba katarak, en iyi çözümü bulmaya çalisirsiniz.
Konsere gitmeniz ya da is yerinde kalip çalismaniz, etkili bir kararin küçük bir parçasidir
aslinda. Diger
merkezlerden bazilariyla da ayni seçimi yapabilirsiniz.
Ancak ilke-merkezli paradigmadan
hareket ediyorsaniz, arada çok önemli bazi farklar da
olur.
Birincisi; baska insanlar ya da kosullar sizi etkilemez. En iyi seçenek olduguna karar
verdiginiz seyi proaktif bir biçimde seçersiniz.
Kararinizi bilinçli bir biçimde ve bilginize dayanarak verirsiniz.
Ikincisi; kararinizin en etkili seçenek oldugunu bilirsiniz. Çünkü temelinde uzun vadede
tahmin edilebilir sonuçlar veren ilkeler vardir.
Üçüncüsü; seçiminiz yasaminizdaki nihai degerlerinize katkida bulunur. Bürodaki birini geçebilmek
amaciyla geç saatlere kadar çalismakla, patronunuzun etkinligine deger
verdiginiz ve sirketin gelecegine gerçekten katkida bulunmak istediginiz için fazla mesai yapmak, birbirinden tümüyle
farklidir.
Dördüncüsü; karsilikli olarak birbirine bagimli iliskilerinizle yarattiginiz güçlü ag içinde esiniz ve patronunuzla iletisim kurabilirsiniz.
Son olarak da; karariniz sizi rahatsiz etmez. Ne
yapmaya karar verirseniz, dikkatinizi onun üzerinde toplar ve bundan zevk
alirsiniz.
Ilke-merkezli bir kisi olarak her seyi baska
gözle görürsünüz. Her seyi
baska türlü gördügünüz için de baska türlü düsünür, baska
türlü davranirsiniz. Degismeyen, saglam bir özden kaynaklanan yüksek düzeyde
güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücünüz sayesinde çok proaktif
ve çok etkili bir yasam
temeline sahip olursunuz.
Kisisel Misyon Bildirimini Yazmak Ve Kullanmak
Frankl, yasam boyunca, görevlerimizi icat etmekten çok kesfettigimizi
söylüyor. Seçtigi bu
sözler hosuma
gidiyor. Bence hepimizin içinde bir monitör ya da duyu, bir vicdan var. Bu, kendi benzersizligimizi ve yapabilecegimiz katkilari kavramamizi sagliyor. Frankl söyle diyor: “Herkesin yasaminda belirli bir görevi ya da misyonu vardir... Bu
nedenle, kisinin ne
yeri doldurulabilir, ne de yasami tekrarlanabilir. Kisacasi herkesin misyonu kendine
özgüdür, tipki bunu yerine getirmesi için eline geçen belirli firsatlar gibi.”
Misyon bildirimi, bir gecede yazacaginiz bir sey degildir.
Derin bir içe bakis,
dikkatli bir analiz ve düsünceli
bir ifade ister. Çogu
zaman, bildirim son sekline
sokuluncaya kadar tekrar tekrar yazilmasi gerekir. Tam istediginiz gibi oluncaya kadar birkaç hafta, hatta
aylar geçebilir.
Beyninizin Tamamini Kullanmak
“Beynin üstünlügü” kurami
diye bilinen konu üzerinde yillarca arastirma yapildi. Bulgular, temelde, beynin her iki yarim
küresinin-sag ve
sol-özellikle degisik islevleri
yönettiklerini, degisik bilgileri islemden geçirdiklerini ve degisik
türde sorunlarla ilgilendiklerini gösteriyor.
Temelde sol yarim küre daha çok
mantik ve konusmayla
ilgilenir. Sag yarim kürenin ise sezgileri güçlüdür ve yaratici olan da odur. Sol,
sözlerle ilgilenir, sag ise
resimlerle. Solun ilgi alani parçalar ve özgül seylerdir, saginki ise bütünler ve parçalar arasindaki iliskiler. Sol kesim analizci, yani
çözümlemeciyken; sag, sentezcidir,
yani parçalari birlestirir. Sol
kesim, neden-sonuç iliskisiyle
ilgilenir; sag ise
anlik, simultane ve bütüncül düsünmeyle. Sol zamana
baglidir; sag ise degildir.
Insanlar beynin her iki tarafini da kullanirlar.
Ancak genellikle her insanda sag ya
da sol yan agir basar.
Kuskusuz, ideal olan, her iki yan arasinda
güzel bir köprü kurabilecek yetenegi yaratmak ve gelistirmektir.
Abraham Maslow’un dedigi gibi: “Çekiç kullanmayi iyi bilen biri,
her seyin çivi
oldugunu düsünür.”
Sag beyinlerini
ve sol beyinlerini kullanan insanlar her seye farkli açilardan bakarlar. Biz, aslinda sol
beynin egemen oldugu bir dünyada yasiyoruz. Burada sözcüklere, ölçülere ve mantiga büyük deger veriliyor. Dogamizin daha yaratici, sezgisi güçlü ve sanatsal
yani ise çogu
zaman ikinci plana itiliyor. Çogumuz, sag beyin
kapasitemizden yararlanirken daha fazla zorlaniyoruz.
Ögrencilerime, “Yalnizca
bir alti aylik yasam süreniz kaldigini varsayin,” diyorum. “Ve bu yari yil boyunca iyi bir ögrenci olarak okulda kalacaksiniz. Simdi bu süreyi nasil geçireceginizi hayal edin!”
Bu durumda her seye bakis açisi birdenbire
degisiyor. Daha önce fark edilemeyen bazi degerler yüzeye çikiyor. Ögrencilerime ayrica, bir hafta boyunca bu genislemis görüs açisiyla yasamalarini ve bir günlük tutarak deneyimlerini
yazmalarini da öneriyorum.
Sonuçlar çok seyi açikliyor. Ögrenciler, anne ve babalarina mektup yazmaya ve onlari
ne kadar sevdiklerini ve takdir ettiklerini açiklamaya basliyorlar. Aralarinin bozuk oldugu bir erkek ya da kiz kardes, bir arkadasla barisiyorlar.
Eylemlerine egemen olan ana unsur, bunlarin altinda yatan ilke, yani sevgi
oluyor. Yasanacak
pek az bir süreleri kaldigini düsündüklerinde, agiz bozmanin, kötü düsüncelerin, asagilamalarin
ve suçlamalarin yararsizligi ortaya çikiyor.
Hepsi de ilkeleri ve degerleri daha iyi fark ediyor.
Aileyle Ilgili Misyon Bildirimi
Pek çok aile saglam ilkelerle degil; krizler, degisken
ruh halleri, çabuk çözümler ve anlik doyumlarla yönetilir. Stres ve
baski arttigi zaman
da belirtiler yüzeye çikar: insanlar kuskucu, elestirici olur, ya sessizlesir ya da bagirarak asiri tepki
gösterirler. Bu tür davranislari gören çocuklar
da, sorunlari çözmenin tek yolunun savasmak ya da kaçmak oldugunu düsünerek
büyürler.
En iyi misyon
bildirimleri, aile üyelerinin karsilikli saygiyla
bir araya gelmeleri, degisik görüslerini
açiklamalari ve bir tek kisinin
yalniz basina
yapabileceginden
daha büyük bir seyi
yaratmak için birlikte çalismalariyla
ortaya çikanlardir. Bildirimin perspektifini genisletmek, önem derecesini ya da yönünü degistirmek,
eklemeler yapmak ya da
zamanin asindirdigi sözcüklere yeni anlamlar katmak için arada bir
gözden geçirmek, ailenin ortak deger
ve amaçlarda birlesmesini saglar.
Misyon bildirimi, düsünmek, aileyi yönetmek için bir çati olusturur. Bizim evde, misyon bildirimi oturma odasinin
duvarinda asilidir. Dolayisiyla, ona her gün bakar ve kendimize çekidüzen
veririz. Evimizde düzen, sorumlu bagimsizlik, isbirligi,
yardimseverlik, gereksinimleri karsilama, yetenekleri gelistirme, birbirimizin yetenekleriyle ilgilenme ve baskalarina hizmet etmenin vurgulandigi, sevgiyi yansitan cümleleri okudugumuz zaman bir aile olarak bizim için en önemli
sayilacak seyleri
nasil basardigimiz konusunda bir ölçek elde etmis oluruz.
Ailemizin hedef ve etkinliklerini planlarken, “Bu
ilkelerin isiginda hangi hedeflerin üzerinde çalisacagiz? Hedeflerimize ulasmak ve bu degerleri gerçeklestirmek için ne tür çalisma planlari yapmaliyiz?” deriz. Bildirimi sik sik gözden geçiririz. Yilda iki
defa, eylül ve haziranda-okullar açilir ve kapanirken-hedeflerin ve
yapilacak islerin üzerinde çalisiriz.
Kurumsal Misyon Bildirimleri
Misyon bildirimlerinin basarili kurumlar için de yasamsal önemi vardir.
IBM’e her gidisimde oradaki egitim sürecini izlemek ilgimi çok çeker.
Defalarca ayni seyi
gördüm; kurum lideri bir gruba katilir ve IBM’in üç seyi temsil ettigini söyler:
Bireyin itibari,
Mükemmellik ve,
Hizmet.
Bu kurumun misyon bildirimi-herkes tarafindan paylasilan bakis açilarini ve degerleri yansitan bir bildirim-güçlü bir birlik ve saglam bir baglilik yaratir. Insanlarin yürek ve zihinlerinde, kendilerini
yönetmelerini saglayacak
bir ölçüt, ya da standart olusturur. Bir baskasinin yönetimine, denetimine, elestirisine ya da ucuz çarelerine gereksinimleri
yoktur onlarin. Kendileri, kurumun temsil ettigi seyin
degismeyen özünü benimsemis, buna yatirim yapmislardir.
3. ALISKANLIK ÖNEMLI ISLERE ÖNCELIK VER
Aliskanlik,
ikinci; yani fiziksel yaratimdir. 1. ve 2. Aliskanliklarin gerçeklesmesi, harekete geçmesi ve dogal olarak ortaya çikmasidir. Özgür iradenin,
merkeze ilkelerin yerlestirilmesi
için kullanilmasidir.
Unutmayin; yönetmek, liderlikten tümüyle farklidir.
Liderlik, her seyden önce,
sag beynin son derecede güçlü bir
etkinligidir. Daha çok bir sanattir;
felsefeye dayanir. Kisisel
liderlik sorunlariyla ugrasirken yasamla
ilgili en esasli sorulari sormaniz gerekir.
Yönetim; özüne hükmetmenin irdelenmesi, analizi,
düzenlenmesi, özgül uygulamasi, zamanla sinirli sol beyin
görüsüdür. Benim kisisel etkililikle ilgili özdeyisim sudur: “Soldan
yönet, sagdan
liderlik et!”
Özgür Iradenin Gücü
Özbilinç, hayal gücü ve vicdana ek olarak insanlara
özgü dördüncü dogal yeti
olan özgür irade, etkili özyönetimi tam anlamiyla olasi kilar.
Gündelik yasantimizda özgür irademizi ne dereceye kadar gelistirdigimiz
kisisel bütünlügümüzle ölçülür. Bütünlük temelde kendimize biçtigimiz degerdir.
Kendimize verdigimiz
sözlere bagli kalma,
“özü sözü bir olma” yetenegimizdir. Kendisiyle gurur duymaktir. Proaktif gelismenin özü, Karakter Etigi’nin temel bir parçasidir.
Etkili yönetim, önemli islere öncelik vermektir. Önemli islerin neler olduguna liderler karar verir. Ama bunlarin günbegün
öncelikli olarak gerçeklesmesini
saglayan yöneticilerdir. Yönetim disiplindir,
kararlari uygulamaktir.
Disiplin, mürit, havari ya da ögrenci anlamina gelen, disciple sözcügünden üretilmistir. Bir baska deyisle,
kendinizi etkili bir biçimde yönetebiliyorsaniz, disiplin de içinizden gelir.
Bu, özgür iradenizin bir islevidir.
En sevdigim
deneme kitaplarindan biri, E.M. Gray’in yazmis oldugu “Basarinin Ortak Paydasi”dir. Gray, gözlemlerini söyle açikliyor: “Basarili insanlarin, basarisizlarin hoslanmadigi seyleri yapmak gibi bir aliskanliklari vardir. Onlar da bu islerden hoslanmiyor olabilirler. Ancak hedefe varma arzularinin
gücü, hosnutzsuzluklarini
yener.”
Bir etkinligi tanimlayan iki etken; aciliyet ve önemdir.
Aciliyet, bir seyle hemen ilgilenilmesi gerektigini açiklar. “Simdi!” demektir bu. Acil isler bizi etki altina alir. Çalan bir
telefon “acil” grubuna girer. Çogu kimse, telefonu çalar durumda birakmayi düsünemez bile. Acil konular genelde gözle
görülür. Üstümüzde baski olustururlar. Hemen harekete geçmeye zorlarlar. Çogu kez baskalarinin
istedikleri seylerdir,
tam karsimizda dururlar. Hatta çogu hos,
kolay ve zevkle yapilacak seylerdir.
Ama çogu zaman
da önemsizdirler!
Diger
taraftan önemliligin sonuçlarla
ilgisi vardir. Bir sey önemliyse,
görevinize, degerlerinize, öncelikli
hedeflerinize katkida bulunur.
Etkili kisilerin zihinleri soruna degil, firsatlara açiktir. Onlar firsatlari besleyip
sorunlari kuruturlar. Önlemleri önceden düsünürler.
Yetki Vermek: Ü ve ÜY’yi
Artirmak
Bütün yaptiklarimizi, zamana ya da insanlara yetki
vererek basaririz.
Zamana yetki veriyorsak verimliligi; baska
kisilere yetki veriyorsak da etkili
olmayi düsünüyoruz
demektir. Birçok kisi baskalarina yetki vermeye yanasmaz. Çünkü bunun çok zaman ve çaba
gerektirdigini, isi kendisinin daha iyi yapacagini düsünür. Oysa, baskalarina etkili biçimde yetki vermek, belki de insanlari harekete
geçirmesi bakimindan var olan en güçlü etkinliktir.
Yetki vermek, hem kisiler hem de kurumlar için gelisim anlamina
gelir. Merhum J.C. Penney, verdigi
en akillica kararin, artik her seyi tek basina yapamayacagini anladigi zaman “dizginleri birakmak” oldugunu söylemesiyle animsanir. Çok uzun bir zaman
önce verilen bu karar, yüzlerce magaza ve binlerce insanin gelisip büyümesini saglamistir.
Bir üretici istenilen sonuçlara erismek, altin yumurtayi elde etmek için gerekeni
yapar. Bulasiklari yikayan
bir anne, taslaklari çizen bir mimar ya da mektuplari daktiloya geçiren
bir sekreter, üreticidir. Ancak bir insan, altin yumurtalar
üretmek için baskalarindan
ve sistemlerden yararlandigi zaman,
karsilikli bagimlilik açisindan bir yöneticiye dönüsür. Bulasik
yikama isini çocuguna veren anne, bir yöneticidir. Bir mimarlik bürosunu
yöneten mimar, yöneticidir. Diger
sekreterleri ve büro personelini denetleyen sekreter, büro yöneticisidir.
Emireri Yetkisi Vermek
Temelde iki yetki verme yöntemi vardir:
Emireri yetkisi vermek ve,
Kaptanlik yetkisi vermek.
Emireri yetkisi vermek, “Suraya git, buraya git, sunu yap, bunu yap, is bitince de bana haber ver!” anlamina
gelir.
Üretici olan insanlarin çogu emireri yetkisi verme paradigmasina sahiptir.
Kaptanlik Yetkisi Vermek
Kaptanlik yetkisi vermenin odak noktasi yöntemler
degil, sonuçlardir. Bu, insanlara yöntemi seçme hakkini tanir ve
sonuçlardan sorumlu olmalarini öngörür. Baslangiçta daha fazla zaman gerektirir. Ama harcanacak
zaman iyi bir yatirim sayilir. Kaptanlik yetkisi vererek manivelanin dayanak
noktasini kaydirip kaldirma gücünü artirabilirsiniz.
Kaptanlik yetkisi vermek, bes alandaki beklentiler bakimindan pesinen karsilikli anlayis ve bagliligi gerektirir.
Istenilen Sonuçlar: Basarilmasi gereken seyin karsilikli olarak,
iyice anlasilmasini saglayin. Odak noktasi olarak nasili degil, neyi; yöntemleri degil, sonuçlari seçin.
Kilavuzlar: Bu kisinin
içinde çalismasi gereken
parametreleri saptayin. Kaptanligi devrettiginiz kisinin,
sonuçlara ulasmasi kosuluyla istedigini yapabilecegini düsünmesini
ve bu arada süregelen bir geleneksel islemi ya da
degeri çignemesini istemezsiniz. Bu, inisiyatifi öldürür ve
emireri yetkisi devrine dönülmesine neden olur: “Ne yapmami istedigini söyle ki, yapayim.”
Verilen isin basarisizliga ugrayabilecek
yanlarini biliyorsaniz, onlari açiklayin. Dürüst ve açiksözlü olun. Bu
insana batakligin nerede
oldugunu, vahsi hayvanlarin ne tarafta beklediklerini söyleyin.
Tekerlegi her gün yeniden icat etmesini
istemezsiniz sanirim. Izin
verin de, insanlar sizin ya da
baskalarinin hatalarindan ders alsinlar.
Yetki verdiginiz kisiye basarisizliga gidebilecek yollari isaret edin. Ona ne yapmamasi gerektigini söyleyin. Ama ne yapmasi gerektigini söylemeyin. Sonuçlarin sorumlulugunu kendisine birakin.
Kaynaklar: Bu kisinin,
istenilen sonuçlari elde etmesi için yararlanabilecegi insani, maddi, teknik ve kurumsal kaynaklari tanimlayin.
Hesap Verme Sorumlulugu: Sonuçlarin
rapor edilecegi ve degerlendirmenin yapilacagi belirli zamanlari da açiklayin.
Sonuçlar: Gelisimin
sonucunda ortaya çikacak iyi ya da
kötü sonuçlari belirleyin.
Kaptanlik, yöneticilik yetkisinin devri, geregince yapildigi takdirde iki tarafin da kazançli çikmasini saglayacagi kanisindayim.
Sonunda daha az zamanda daha çok is basarilacaktir.
Kaptanlik yetkisini vermekle ilgili ilkeler dogrudur ve her türlü duruma ya da insana
uygulanabilir. Olgunlasmamis insanlar söz konusu oldugunda daha az hedef tanimlar ve daha fazla kural
koyarsiniz.
Daha olgun kisilerle, istenilen sonuçlar daha zor olabilir. Kurallar
daha azdir. Hesaplasmalar
da öyle. Kistaslar da fazla ölçülemez, ama daha belirgindirler.
Karsilikli Bagimlilik Paradigmalari
Güvensiz dostluk olmaz, güven için de dürüstlük ister. SAMUEL JOHNSON
Etkili bir karsilikli bagimlilik, sadece gerçek bagimsizlik temeli üzerine kurulabilir. Eskiden
nerede oldugumuzu ve
gidecegimiz yere göre simdi hangi noktada bulundugumuzu anlamak için geriye bakarak araziyi
incelerken, sunu
açikça görürüz: Seçtigimiz
yoldan gelmemis olsaydik,
bu noktaya erisemezdik.
Kendinizle mücadelenizde basarinin
bedelini ödemedikçe, baskalariyla
iliskinizde basarili olamazsiniz.
Kendine hakim olmak ve kendini disipline sokmak baskalariyla iyi iliskiler kurmanin temelidir. Bazilari, baskalarini sevmeniz için önce kendinizi
sevmeniz gerektigini
söyler. Bence bu, degerli bir
düsünce. Ancak kendinizi tanimazsaniz,
kontrol etmezseniz, kendinize egemen olmazsaniz, kendinizi sevmeniz de çok zor
olur. Bunu ancak kisa vadeli, yüzeysel, ani bir heyecanla saglayabilirsiniz.
Insanin kendisine olan saygisi, benligine egemen olmasindan, gerçek
bir özgürlükten dogar.
Özgürlük, bir basaridir. Karsilikli bagimlilik ise, ancak özgür kisilerin yapabilecekleri bir seçimdir.
Herhangi bir iliskiye kattigimiz en önemli unsur sözlerimiz ve hareketlerimiz
degil, ne oldugumuzdur. Sözlerimizle davranislarimizin kaynagi kendi özümüz (Karakter Etigi) degil de, yüzeysel insan iliskileri teknikleriyse (Kisilik Etigi) karsimizdakiler bu düzenbazligi sezinler. O zaman etkili bir karsilikli bagimlilik için gerekli temeli yaratip sürdürmeyi basaramayiz.
Duygusal Banka Hesabi
Parasal bir banka hesabinin ne oldugunu hepimiz biliriz. Oraya para yatirir ve bir birikim
olustururuz. Gerektigi zaman da oradan para çekeriz.
Duygusal Banka Hesabi, bir iliski içindeki güven oranini belirleyen bir
benzetmedir. Bu, baska bir
insanin yaninda kendinizi emniyette hissetmenizdir.
Incelik, sevecenlik, dürüstlük ve size verdigim sözlere bagli kalmak yoluyla Duygusal Banka Hesabi’na
yatirim yaparsam, bir birikim yaratmis olurum. Sizin bana olan güveniniz artar, ben de
gerektigi zaman bu güvenden yararlanirim.
Hatalarim da olabilir. Ama o güven düzeyi, o duygusal birikim bunu telafi eder.
Büyük bir güven birikimi sürekli yatirimla beslenmemisse, bir evlilik bozulur. Evlilik, yeryüzündeki iki
insan arasinda olabilecek en mahrem, potansiyel olarak en zengin, neseli, doyurucu ve üretici iliskidir. Evlilik gibi en sabit iliskilerimiz, en sabit yatirimi gerektirir. Sürekli
beklentiler yüzünden eski yatirimlar uçup gider.
Yillar boyunca görmediginiz eski bir lise arkadasinizla birdenbire karsilastiginiz zaman dostlugunuza kaldiginiz yerden devam edebilirsiniz, çünkü eski
yatirimlar korunmustur.
Ancak düzenli bir biçimde görüstügünüz insanlarla olan hesabiniza daha sabit yatirimlar
yapmaniz gerekir. Bazen günlük etkilesimlerinizde, hesabinizdan otomatik olarak bir miktar
çekersiniz. Ya da bunu onlarin sizinle ilgili, fark edemediginiz sezgileri yüzünden yaparsiniz. Bu, özellikle
ailenizdeki yetismekte
olan gençler için geçerlidir.
Duygusal Banka Hesabi’ni olusturan alti önemli yatirim önermeme izin verin.
Kisiyi anlamak
Bir insani gerçekten anlamaya çalismak belki de yapabileceginiz en önemli yatirimdir. Bu, bütün diger yatirimlarin da anahtaridir.
Bir insanin misyonu, baska birine önemsiz gelir. Yatirim yapmaniz için,
baska birinin önem verdigi bir sey, sizin için o insan kadar önemli olmalidir.
Son derece öncelikli bir proje üzerinde çalisirken alti yasindaki oglunuz
size önemsiz gelen bir sey
yüzünden isinizi
engellemeye kalkisabilir.
Baskalarinin
istedikleri ya da gereksinim duyduklarini düsündügümüz seyleri, kendi yasam öykümüzden yola çikarak belirleme egilimimiz vardir. Böylelikle, baskalarinin davranislarina kendi amaçlarimizi yansitiriz.
Altin Kural sudur: “Baskalarina, onlarin size yapmalarini istediginiz seyleri yapin.” Yüzeysel olarak bu, sizin için yapilmasini istediginiz seyleri, sizin de onlara yapmaniz anlamina gelebilir.
Ama bence temelde bu sözlerin anlami; onlari, birey olarak sizi anlamalarini
istediginiz gibi, derinlemesine anlamak, sonra da
onlara bu anlayisiniz
açisindan yaklasmaktir.
Basarili bir babanin, çocuklarin
yetistirilmesi konusunda dedigi gibi: “Onlara degisik
biçimlerde davranarak hepsine ayni sekilde davranin.”
Küçük Seylerle Ilgilenmek
Küçük, basit, sevecen ve nazik davranislar çok önemlidir. Küçük nezaketsizlikler,
küçük merhametsizlikler, küçük saygisizliklar bankadaki hesaptan büyük meblaglar çekilmesine yol açar. Iliskilerde
küçük seyler,
büyük sayilir.
Verilen Sözleri Tutmak
Verilen bir sözü tutmak, yerine getirmek büyük bir
yatirimdir; birisini kirmak ise, önemli bir tutari geri çekmektir. Hatta birine
önemli bir konuda söz verdikten sonra bunu tutmamak kadar banka hesabinizi düsürebilecek bir eylem olamaz. Bir daha söz verildigi zaman, karsidaki buna inanmaz. Insanlar, vaatleri umutlarinin odak noktasina dönüstürme egilimindedir. Özellikle
temel geçimlerini ilgilendiren vaatleri.
Beklentileri Belirginlestirmek
Beklentilerin çogu zimnidir. Belirli bir biçimde söylenmez ya da
açiklanmazlar. Ama insanlar yine de belirli bir duruma beklentilerini
yansitirlar. Örnegin, bir
kadin ve erkek, evlilik iliskisinde
birbirlerinden zimnen bazi seyler
beklerler.
Bazen beklentileri belirginlestirmek büyük cesaret ister. Anlasmazlik yokmus ve her sey yoluna girecekmis gibi davranmak, yanlis anlamalari kabul etmek ve
birlikte çalisarak iki
tarafin da kabul edebilecegi
bir dizi beklentiye erismekten
daha kolaymis gibi
gelir insana.
Kisisel Bütünlük (Dürüstlük)
Kisisel
bütünlük, güven yaratir ve çok çesitli yatirimlarin da kaynagini olusturur.
Kisisel bütünlük dogrulugu içerir, ama ondan da öte bir seydir. Dogruluk,
gerçegi söylemek; yani, sözlerimizi gerçege uydurmaktir. Kisisel bütünlük ise, gerçegi
sözlerimize uydurmak; yani, sözümüze bagli kalmak ve beklentileri gerçeklestirmektir. Bunun için öncelikle kendine, ama
ayni zamanda dünyaya karsi da
bir kisisel bütünlük gerekir.
Kisisel
bütünlügü kanitlamanin en önemli
yollarindan biri, yaninizda olmayan kisilerin arkasindan konusmamaktir. Bunu yaparken yanimizda olanlara da güven
veririz. Orada olmayanlari savunurken, olanlarin güvenini korursunuz.
Kisisel
bütünlük ayrica aldatici, hile kokan ya da insan onuruna yakismayacak her türlü sözden kaçmak anlamina da
gelir. Bir tanimlamaya göre, “Yalan, aldatmak amaciyla söylenen herhangi bir
sözdür.” Ya da davranistir. Ister sözlerimiz, ister davranislarimizla iletisim kuralim, dürüst bir insansak, amacimiz aldatmak
olmaz.
Hesaptan Çektiginiz Zaman Içtenlikle Özür Dilemek
Duygusal Banka Hesabi’ndan bir tutari çektigimiz zaman özür dilememiz gerekir; hem de
içtenlikle. Içten
sözler büyük yatirimlar demektir.
“Ben haksizdim.” “Sert davrandim.”
“Sana saygi göstermedim.”
“Onurunla oynadim. Çok, çok üzgünüm.”
“Seni dostlarinin önünde utandirdim. Bunu yapmaya
hakkim yoktu. Bir noktayi belirtmek istiyordum ama, öyle davranmamaliydim. Özür
diliyorum.”
Kisinin
aciyarak degil de,
içinden gelerek özür dilemesi için karakterinin iyice
güçlü olmasi gerekir. Bir insanin içtenlikle özür dileyebilmesi için
kendine hakim olmasi, temel ilkeler ve degerlerin sagladigi köklü bir
güven duygusunun bulunmasi gerekir. Iç güveni olmayanlar bunu yapamazlar. Bu
onlari çok savunmasiz bir duruma düsürür.
Ayrica çogu zaman yaptiklarinda hakli olduklarina da inanirlar.
Kendi hatalarini affettirmek için, bahane olarak karsilarindakilerin hatalarini gösterirler.
Bazen özür dileyebilirler, ama bu da içten degildir.
Leo Roskin’in dedigi gibi: “Zalim olanlar, zayiflardir. Inceligi sadece güçlülerden bekleyebilirsiniz.”
Sevgi Yasalari ve Yasam Yasalari
Kosulsuz
sevgi yatirimi yaptigimizda,
sevginin öncelikli kurallarini yerine getirdigimizde, baskalarina yasamin öncelikli yasalarina uymalari için
cesaret veririz; yani baskalarini kosulsuz, kurallar koymadan sevdigimiz zaman onlarin güven duymalarina, kendilerini
emniyette hissetmelerine; temel degerleri, kisilikleri ve dürüstlüklerinin dogrulanmis ve
onaylanmis oldugunu düsünmelerine
yardim etmis oluruz.
Böylece dogal gelisim süreci tesvik edilmis olur. Onlarin, isbirligi,
katki, kendini disipline sokma, dürüstlük gibi hayat yasalarini yasamalarini, içlerindeki en yüce ve en iyi seyleri kesfedip bunlara sadik kalmalarini kolaylastiririz.
ALISKANLIK “KAZAN/KAZAN” DIYE DÜSÜN
Insan Etkilesimiyle Ilgili Alti Paradigma
Kazan/Kazan, bir teknik degildir. Bu, insanlar arasindaki etkilesimle ilgili bütüncül bir felsefedir. Aslinda
insanlarin birbirleriyle olan iliskilerinin
alti paradigmasindan biridir.
Diger
paradigmalar ise sunlardir:
*Kazan/Kazan *Kaybet/Kaybet
*Kazan/Kaybet *Kazan
*Kaybet/Kazan *Kazan/Kazan
ya da Anlasma Yok
Kazan/Kazan
Kazan/Kazan zihinsel ve duygusal bir düsünce tarzidir. Kazan/Kazan, anlasma ya da çözümlerin karsilikli yarar ve hosnutluk saglamasi anlamina gelir.
Kazan/Kazan, yasami bir rekabet arenasi degil, bir isbirligi
alani olarak görür. Çogu
insan her seye ikili
kiyaslamalar açisindan bakar: Güçlü ya da
zayif, iyi ya da kötü,
kaybetmek ya da kazanmak!
Ama bu tür düsünce tarzi temelde
hatalidir. Bu, ilkeden çok, güç ve mevkiye dayanir. Kazan/Kazan’in
temelinde ise, su paradigma bulunur: Herkes için her seyden yeterince vardir, bir insanin basarisi digerlerinin basarisizligi anlamina gelmez. Digerlerinin basarisizligi pahasina kazanilmasi da gerekmez.
Kazan/Kaybet
“Ben kazanirsam, sen kaybedersin” der. Liderlik tarzi
bakimindan Kazan/Kaybet, otoriter bir yaklasimdir: “Benim istedigim olur. Senin istedigin olmaz.”
Kazan/Kaybet paradigmasina bagli insanlar, istediklerini elde etmek için konum,
güç, kimlik, varlik ya da kisiliklerden
yararlanirlar.
Etkili güçlerin en önemlisi ailedir. Bir insan çocuklugunda bir baskasiyla karsilastirildigi zaman, Kazan/Kaybet tarzi düsünceyi benimser. Sevgi, kosula bagli olarak
verildigi, sevgiyi kazanmak zorunda kalindigi zaman onlara aslinda degerli ya da sevilecek kisiler olmadiklari mesaji iletilir.
Çocuk, Kazan/Kaybet düsüncesine göre kaliplanip biçime sokulur ve
programlanir. “Ben agabeyimden daha iyi olursam, annemle babam beni daha
çok sever.” “Annemle babam beni ablam kadar sevmiyorlar. Herhalde onun kadar degerli degilim.”
Okul yasami da
Kazan/Kaybet senaryosunu güçlendirir. “Normal dagilim egrisi” sizin,
bir baskasi C notu aldigi için A aldiginizi açiklar. Kisinin degerini
onu kendisi disindakilerle
karsilastirarak yorumlar. Ancak insanlar birikimlerine ya da
var olan kapasitelerini tümüyle kullanip kullanmadiklarina göre degerlendirilmezler. Diger insanlarla karsilastirilarak
siniflandirilirlar ve dereceler toplumsal deger yüklüdür. Firsat kapilarini açar ya da
kaparlar.
Güvenin düsük düzeyde oldugu, gerçekten de rekabete dayanan durumlarda
Kazan/Kaybet düsüncesine
yer vardir kuskusuz.
Ancak yasamin önemli bir
bölümü rekabetten ibaret degildir.
Her günümüzü esimizle, çocuklarimizla, is arkadaslarimizla, komsularimizla ve dostlarimizla rekabet ederek geçirmek
zorunda degiliz. “Evliliginizde kim kazaniyor?” sorusu gülünçtür. Iki kisi
birden kazanamiyorsa, o zaman ikisi de kaybediyor demektir.
Kaybet/Kazan
Kaybet/Kazan, Kazan/Kaybet’ten daha kötüdür. Çünkü
bunun standartlari; yani istekleri, beklentileri, hayalleri yoktur. Genellikle
Kaybet/Kazan tarzi düsünen
kisileri çabucak hosnut edebilir ya da yatistirabilirsiniz.
Pazarliklarda Kaybet/Kazan, teslim olma; yani boyun egme ya da vazgeçme gibi görülür. Liderlik tarzinda ise
bu, fazla hosgörü ya
da gevseklik sayilir. Kaybet/Kazan, iyi insan
olmak demektir; “iyi insanlar yarista sonuncu gelirler.”
Kazan/Kaybet tipindekiler, Kaybet/Kazan tipinde
olanlari çok severler. Çünkü onlarin sirtindan geçinirler. Zayifliklarina
bayilir ve bundan yararlanirlar. Bu tür zayifliklar, kendi güçlerini tamamlar.
Kazan/Kaybet de, Kaybet/Kazan da, kisisel güvensizlige dayanan zayif durumlardir.
Kaybet/Kaybet
Ikisi de kaybeder. Ikisi de kinlenip “hesap sormak” ya
da “intikam almak” isterler.
Bir bosanma
davasi biliyorum; yargiç, kocaya mal varligini satarak kazancinin yarisini karisina
vermesine hükmetmisti. Adam
da bu hükme uyarak, degeri
10.000 dolari asan
arabasini 50 dolara satti. Ve 25 dolari karisina verdi.
Bazi insanlar merkezlerine düsmani öylesine yerlestirir, baska birinin davranislarina öylesine saplanirlar ki, o kisinin kaybetmesinden baska bir sey istemezler. Bu, kendilerinin de kayba ugramasi anlamina gelse bile aldirmazlar.
Kaybet/Kaybet, düsmanca
bir çarpisma
felsefesidir: Savas felsefesi!
Kaybet/Kaybet ayni zamanda kendi yönünü bulamadigi için çok mutsuz, baskalarina fazlasiyla bagimli olanlarin da felsefesidir ve onlar, herkesin
kendileri gibi olmasini isterler. “Hiç kimse bir sey kazanmazsa, belki de hep kaybeden biri olmak, o
kadar kötü sayilmaz.”
Kazan
Yarisma
ya da rekabete gerek olmadiginda,
Kazan, günlük pazarliklarda belki de en fazla kullanilan yaklasim tarzidir. Kazan zihniyetli bir insan her seye kendi çikarlari açisindan bakar. Baskalarini da kendi baslarinin çaresine bakmaya birakir.
Hangi Seçenek En Iyisi?
Su ana kadar inceledigimiz bes felsefeden
en etkili olani hangisidir? Bu sorunun yaniti, “duruma bagli” olarak degisir.
Bir futbol maçini kazanirsaniz, bu diger takimin kaybetmesi anlamina
gelir.Bazi durumlarda Kazanmak istersiniz ve bu kazancin baskalariyla olan iliskisine de pek aldiris etmezsiniz. Örnegin çocugunuzun hayati tehlikedeyse, diger insanlar ve kosullarla ancak marjinal ölçüde ilgilenirsiniz.
Çocugunuzun hayatini kurtarmak ise son
derece önemli olur.
O halde en iyi seçim, gerçeklige baglidir. Önemli
olan, o gerçekligi dogru biçimde okumak, her duruma Kazan/Kaybet ya da baska bir senaryoyu uygulamamaktir.
Aslinda olaylarin çogu karsilikli
bagimli gerçekliklerin bir parçasidir ve
bu nedenle Kazan/Kazan da aslinda bu bes seçenek içinde tek geçerli olanidir.
Kazan/Kaybet, uygun degildir.
Örnegin, sirketinize mal sagliyorsam ve özel bir pazarlikta ben
kazançli çikiyorsam, su
anda istedigimi elde
edebilirim. Ama bir daha benimle is yapar misiniz?
Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok
Bu insanlar iki tarafin da kabul edebilecegi sinerjik bir çözüm elde edemediklerine göre
Kazan/Kazan’in daha da yüksek bir ifadesi olan “Kazan/Kazan ya da Anlasma Yok” yolunu seçebilirlerdi.
Anlasma
Yok yöntemi, temelde su
anlama gelir: Ikimizin
de isine yarayacak bir çözüm bulamiyorsak,
anlasma yapmamak konusunda dostça anlasiriz; yani, “Anlasma Yok!”tur. Ne bir beklenti yaratilmis, ne bir anlasma hazirlanmistir.
“Anlasma
Yok” yolunu bir seçenek olarak gördügünüz zaman kendinizi özgür
hissedersiniz. Çünkü insanlari kullanmaya, kendi
programinizi kabul etmeleri için zorlamaya, istediginizi elde etmek için savasmaya gerek kalmaz. Açikça konusabilirsiniz. Olaylarin temelindeki daha derin
sorunlari gerçekten anlamaya çalisabilirsiniz.
Kazan/Kazan ya da anlasma Yok, aile iliskilerinde müthis bir duygusal özgürlük saglar. Örnegin, aile üyeleri herkesin zevk alacagi bir video kaseti bulamazlarsa, baska bir sey yapmaya karar verebilirler. Bu Anlasma Yok seçenegi, bazilarinin digerlerinin sikilmasi pahasina aksamin keyfini çikarmalarindan daha iyidir.
Kazan/Kazan ya da
Anlasma Yok yaklasimi en çok bir is iliskisi ya da
yatirimin baslangicinda
gerçekçi olur. Devamli is iliskisinde ise ‘Anlasma Yok’, geçerli bir seçenek olmayabilir.
Kazan/Kazan’in Bes Boyutu
Kazan/Kazan ilkesi bütün iliskilerimizde basarinin temelidir ve yasamin birbirine bagli bes boyutunu kapsar. Karakterle baslar, iliskilere
dogru ilerler, bundan anlasmalar dogar.
Bu, yapi ve sistemlerin temelinde Kazan/Kazan olan bir ortamda beslenir
ve “süreç”i içerir; Kazan/Kazan’in saglayacagi sonuçlari Kazan/Kaybet
ya da Kaybet/Kazan yoluyla elde edemeyiz.
Simdi sirayla bu boyutlarin her birini inceleyelim.
Karakter
Kazan/Kazan paradigmasi için gerekli üç karakter
özelligi vardir:
DÜRÜSTLÜK: Dürüstlügü, kendimize verdigimiz deger
olarak tanimlamis bulunuyoruz.
OLGUNLUK: Cesaretle duyarlilik arasindaki dengedir.
Bir insan, duygu ve inançlarini, baskalarinin duygu ve inançlarina duyarlilik göstererek,
cesurca açiklayabiliyorsa, olgun demektir; özellikle de konu her iki taraf
için önemliyse.
Cesaret:Yüksek bir cesaret ve duyarlilik düzeyi,
Kazan/Kazan için sarttir.
Bu, gerçek olgunlugu
gösteren dengedir. Bu olgunluga
sahipsem, dinleyebilir, empatik anlayis gösterebilirim, ama ayni zamanda cesaretle
karsi da çikabilirim.
BOLLUK ZIHNIYETI:Her seyden herkes için yeterince oldugu paradigmasi.
Dürüstlük, olgunluk ve Bolluk Zihniyeti açisindan
zengin bir karakter, insan etkilesiminde
teknik ya da tekniksizligi
iyice asan bir içtenlige sahiptir.
Iliskiler
Her kararin Kazan/Kazan olmasi zorunlu degildir; hatta Duygusal Banka Hesabi kabarikken
bile. Bunu anlamak önemlidir. Burada da anahtar yine iliskidir. Örnegin, siz ve ben birlikte çalisiyoruz diyelim. Bana gelerek; “Stephen, bu
karardan hoslanmayacagini biliyorum,” diyorsunuz. “Fikrini almak bir yana,
sana bunu açiklayacak zamanim bile yok. Kararin hatali oldugunu düsünmen olasiligi da var. Ama bunu destekler misin?”
Benimle olumlu bir banka hesabiniz varsa, tabii bu
karari desteklerim. Sizin hakli oldugunuzu, benimse yanildigimi umarim. Kararinizin istenilen sonucu vermesi
için de ugrasirim.
Ama Duygusal Banka Hesabi yoksa ve reaktif bir
insansam, kararinizi gerçekten desteklemem. Yüzünüze karsi destekleyecegimi söyleyebilirim. Ama arkanizdan hiç de o kadar
hevesli davranmam.
Anlasmalar
Iliskilerden,
Kazan/Kazan’i tanimlayan ve yönlendiren anlasmalar dogar.
Bunlar bazen performans anlasmalari ya
da ortaklik anlasmalari diye
tanimlanir.
Insan ruhunu yücelten, kisileri yargilamaktansa, onlarin kendi kendilerini
yargilamalarina izin vermektir. Yüksek düzeyde bir güven ortaminda bu çok daha
dogrudur. Insanlar bazi durumlarda islerin nasil gittigini belgelerde görünenlere bakmak yerine, yüreklerinin
sesini dinleyerek çok daha iyi anlarlar. Sezgi, çogu zaman gözlem ya da ölçümden daha dogru sonuçlara götürür.
Sistemler
Kazan/Kazan’in etkili olmasi için sistemlerin onu
desteklemesi gerekir. Egitim
sistemi, planlama sistemi, iletisim
sistemi, bütçe sistemi, ücret sistemi.
Süreçler
Kazan/Kazan sonuçlarini, Kazan/Kaybet ya da
Kaybet/Kazan yöntemleriyle elde etmek olanaksizdir. “Ister hoslan,
ister hoslanma, Kazan/Kazan diye düsüneceksin,” diyemezsiniz. Bu nedenle sorun, bir
Kazan/kazan çözümüne nasil ulasilacagina
dönüsüyor.
Kazan/Kazan bir kisilik teknigi degildir. Insan etkilesimiyle ilgili bütüncül bir paradigmadir. Dürüst, olgun
ve bolluk Zihniyeti’ne sahip bir karakterden dogar. Güven derecesi yüksek olan iliskilerle büyür. Hem beklentileri hem de basarilari etkili bir biçimde netlestirip yöneten anlasmalarda somutlasir. Destekleyici sistemlerde zenginlesir.
ALISKANLIK
ÖNCE ANLAMAYA ÇALIS, SONRA ANLASILMAYA
Insanlar arasindaki iliski alaninda ögrendigim
en önemli ilkeyi bir tek cümleyle özetlemem gerekseydi, söyle söylerdim: önce anlamaya çalisin, sonra anlasilmaya. Bu ilke, insanlar arasindaki etkili iletisimin anahtaridir.
Karakter Ve Iletisim
Iletisim, hayattaki
en önemli beceridir. Uyumadigimiz
zamanlarin önemli bir bölümünü iletisimle geçiririz. Ama sunu düsünün:
Yillarinizi vererek okuma ve yazmayi, nasil konusacaginizi ögrendiniz. Ama ya dinlemeyi? Aslinda pek az insan
dinleme konusunda herhangi bir egitim
görmüstür.
Benimle etkili bir iliski kurmak, beni etkilemek istiyorsaniz, önce beni
anlamaniz gerekir. Bunu sadece teknikle basaramazsiniz. Bir teknik kullandiginizi sezdigim an, hilekarlik ve manevra kokusunu alirim. Bunu
neden yaptiginizi,
amacinizin ne oldugunu merak
ederim. Kendimi size açilacak kadar güvenli hissetmem.
Karakteriniz, sürekli olarak yayin yapar, iletisim kurar ve ben uzun vadede buna dayanarak ve
içgüdülerime uyarak size ya da benimle ilgili çabalariniza güvenir ya da
güvensizlik duyarim.
Insanlar arasi iletisim aliskanliginda gerçekten etkili olmak istiyorsaniz, bunu sadece
teknikle basaramazsiniz.
Açik yüreklilik ve güven saglayan
bir karakter temeli üzerine, empatiyle dinleme becerisini yerlestirmelisiniz.
Empatiyle Dinlemek
“Önce anlamaya çalis” ilkesi
çok esasli bir paradigma degisimini gerektirir. Genellikle, önce anlasilmak isteriz. Çogu insan karsisindakini anlamak amaciyla degil, yanitlamak amaciyla dinler. Ya konusurlar ya da
konusmaya hazirlanirlar. Her seyi kendi paradigmalarinin eleginden süzüp baskalarinin yasamlarini kendi öz yasamlariyla özdeslestirirler.
“Ah, nasil hissettigini öyle iyi biliyorum ki!”
“Ayni sey benim de basimdan geçti. Simdi izin ver de, sana olanlari anlatayim.”
Bu kisiler,
kendi özel filmlerini devamli olarak baskalarinin davranislarina yansitirlar. Iliski
kurduklari herkese kendi gözlüklerini takmaya çalisirlar. Çogumuz için durum böyledir. Kendi özyasam öykümüzle ve hakli oldugumuz düsüncesiyle
dolu oluruz. Anlasilmak
isteriz. Konusmalarimiz
ortak monologlara dönüsür
ve baska bir insanin içinden neler geçtigini hiçbir zaman dogru dürüst anlayamayiz.
Biri konusurken onu genellikle dört düzeyden birinde “dinleriz.”
Bu kisiyi
umursamiyor, aslinda onu dinlemiyor olabiliriz.
Ya da dinliyormus gibi yapiyor olabiliriz. “Evet. Hi-hi. Dogru.”
Seçerek dinliyor, konusmanin sadece belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz.
Bunu özellikle henüz okul çaginda olmayan bir çocugun sürekli gevezeligini dinlerken yapariz.
Hatta dikkatle dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi
söylenen sözlere yöneltiyor olabiliriz.
Ama pek azimiz besinci düzeyi; empatiyle dinlemeyi, yani kendisini
karsisindakinin yerine koyarak dinlemeyi dener.
Empatiyle dinlemekten kastim, “aktif” dinleme ya da
“ayna tutarak” dinleme teknikleri degildir. Empatiyle dinlemekten kastim, anlama
niyetiyle dinlemektir. Önce anlamaya çalisin, gerçekten anlamaya çalisin. Bu, tamamen farkli bir paradigmadir.
Empatiyle dinlemek baskasinin deger yargilarini kavramaktir.
Empati, sempati degildir. Sempati bir tür anlasma, bir tür yargidir. Bazen de, daha uygun düsecek bir duygu ve karsilik verme biçimidir. Ama insanlar çogu zaman sempatiyle beslenirler. Bu da onlari bagimli yapar.
Empatiyle dinlemenin özü, karsinizdakiyle ayni fikirde olmaniz degildir. Onu tam anlamiyla, derinlemesine, hem duygusal, hem de
zihinsel açidan anlamanizdir.
Empatiyle dinlemek söyleneni kaydetmenin, yansitmanin
ve hatta anlamanin da ötesindedir. Aslinda iletisim uzmanlari, söyledigimiz sözlerin iletisimimizin ancak yüzde onunu temsil ettigine inaniyorlar. Yüzde otuzunu çikardigimiz sesler, yüzde altmisi ise vücut dilimiz temsil ediyor. Empatiyle
dinlerken, kulaklarinizdan yararlanirsiniz. Ama daha da önemlisi,
gözleriniz ve yüreginizle
dinlersiniz. Duygulari, anlamlari kavramak için dinlersiniz. Davranislari anlamak için dinlersiniz. hem sol, hem de sag beyninizi kullanirsiniz. Sezer, hisseder,
içgüdülerinizden yararlanirsiniz.
Empatiyle dinlemek çok güçlüdür, çünkü size
kullanabileceginiz, dogru veriler iletir. Anlamak için dinlersiniz. Odak
noktaniz, baska bir
insan ruhunun derin mesajini elde etmektir. Buna ek olarak, empatiyle
dinleme, Duygusal Banka Hesabi’na yatirim yapmanin da en önemli yoludur; çünkü,
yaptiginizin bir yatirim sayilmasi için karsinizdakinin bunu böyle görmesi gerekir.
Insan motivasyonu alanindaki en büyük kavramlardan
biri sudur: Giderilmis gereksinimler motivasyon islevi görmez. Motivasyonu saglayan, sadece karsilanmamis gereksinimlerdir
ve bir insanin, fiziksel yasamini sürdürme
isteginden sonraki en büyük gereksinimi
psikolojik canliliktir; yani anlasilmak,
onaylanmak, takdir edilmektir.
Empatiyle dinleme ayni zamanda tehlikelidir de.
Derinden dinlemek için büyük bir güven ister; çünkü etkilenmek için yüreginizi açmaniz gerekeceginden, savunmasiz duruma düsersiniz. Bir bakima bu bir ikilemdir: etkileyebilmek
için etkilenmeniz gerekir. Gerçekten anlamalisiniz, demektir bu.
Reçete Yazmadan Önce Teshis Koyun
Tehlikeli ve zor olmasina karsin, önce anlamaya ya da reçete yazmadan önce
teshis koymaya çalismak, yasamin
birçok alaninda görülen dogru
bir ilkedir. Bu, bütün gerçek profesyonellerin özelligidir. Göz doktoru için de önemlidir, diger doktorlar için de.
Tedaviden önce teshis koymak hukukun da temelidir. Profesyonel bir
avukat dosyasini hazirlamadan önce, durumu,
yasalari ve önceki vakalari anlamak için veri toplar. Iyi bir avukat, kendi dosyasindan önce
karsi taraf vekilinin
dosyasini hemen hemen hazirlamis olur.
Bu, ürün dizayninda da geçerlidir. Sirket içinden birinin, “Bu tüketici arastirmalari saçma sapan seyler, biz ürünlere bakalim” dedigini
hayal edebiliyor musunuz? Baska
bir deyisle “Tüketicinin satin alma aliskanlik ve amaçlarini unutup ürün dizayni yap,” demektir bu. Bu tür bir yöntem, hiçbir zaman basarili olamaz.
Iyi bir mühendis, köprünün
planini çizmeden önce etki yapan kuvvetleri, gerilimleri ögrenir. Iyi bir ögretmen, ders vermeye baslamadan önce siniftaki ögrencileri degerlendirir. Iyi bir ögrenci uygulamadan önce kavrar. Iyi bir anne ya da
baba degerlendirmeden ya da karar
vermeden önce anlar. Dogru
yargiya varmanin anahtari anlayistir. Önyargili bir insan, hiçbir zaman tam
olarak anlayamaz.
Dört Otobiyografik Karsilik
Otobiyografik tarzda dinledigimiz için, su dört karsiliktan birini seçme egilimimiz
vardir.
Degerlendiririz; ya kabul ederiz, ya da etmeyiz.
Sondaj (yoklama) yapariz; kendi deger ölçülerimize göre sorular sorariz.
Öneririz; kendi deneyimlerimize dayanarak fikir veririz.
Ya da yorumlariz; insanlari kavramaya, onlarin amaç ve
davranislarini, kendi amaç ve davranislarimiza göre açiklamaya çalisiriz.
Verdigimiz
bu karsiliklar dogaldir. Bu senaryolar içimize islemistir.
Yasamimiz bunlarin modelleri etrafinda döner.
Ama bunlar gerçekten anlama yetenegimizi nasil etkiler?
Anlayis ve Algilama
Baskalarini dikkatle
dinlemeyi ögrenirken,
algilamalarinizda olaganüstü farkliliklar
oldugunu göreceksiniz. Ayrica, insanlar karsilikli bagimli olarak birlikte çalismaya basladiginda, bu farkliliklarin ne büyük bir etkisi oldugunu da anlayacaksiniz.
Siz dünyaya, es-merkezli bir gözlükle bakabilirsiniz; bense onu,
ekonomik ilgi alaninin para- merkezli merceginden görürüm.
Siz, sorunlara olaganüstü bir hayal gücüne, sezgilere bagli, üç boyutlu bir sag beyin paradigmasiyla yaklasabilirsiniz; benim yaklasimim ise sol beyne bagli, analizci, ardisik ve sözel olabilir.
Algilarimiz birbirlerinden çok farkli olabilir. Ama
ikimiz de yillarca paradigmalarimizla yasamis,
onlarin “gerçekler” olduklarini sanmis, “gerçekleri göremeyen” kisilerin karakterlerinden ya da zihinsel becerilerinden kuskulanmisizdir. Simdi, aramizdaki bütün farklara ragmen birlikte çalismayi deniyoruz. Evlilikte, iste, sosyal bir hizmet projesinde
kaynaklari kullanip sonuç almak istiyoruz.
Peki, bunu nasil yapacagiz? Birbirimizle
köklü bir iletisim
kurmak, birlikte sorunlarin üstesinden gelmek ve Kazan/Kazan sonuçlari saglamak için kisisel algilarimizin sinirlarini nasil asacagiz?
Bunun yaniti 5. Aliskanlik’tir. Bu, Kazan/Kazan sürecinin ilk adimidir. Diger kisi
bu paradigmaya bagli degilse bile (özellikle de öyle olmadigi zaman) önce anlamaya çalisin.
Sonra Anlasilmaya Çalisin
Önce anlamaya çalisin... sonra anlasilmaya. Karsinizdakinin
sizi nasil anlayacagini bilmek
aliskanligin diger
yarisidir. Kazan/Kazan çözümlerini saglamak için de ayni derecede önemlidir.
Olgunlugu, cesaret
ve saygi arasindaki denge olarak tanimlamistik.
Anlamaya çalismak saygi; anlasilma istegi ise cesaret ister. Kazan/Kazan, her
ikisinin de yüksek dereceye ulasmasini gerektirir.
Bu nedenle, karsilikli bagimlilik durumlarinda anlasilmak bizim için önemlidir.
Eski Greklerin görkemli bir felsefeleri vardi. Bunu
siraya dizilmis üç sözcük
temsil ediyordu: etos, patos ve logos. Bence
bu üç sözcük, önce anlamanin ve etkili sunuslar yapmanin özünü içeriyor.
Etos sizin kisisel
inanilirliginizdir. Insanlarin dürüstlük ve yeterliliginize olan güvenleridir.
Uyandirdiginiz güven, sizin Duygusal Banka Hesabi’nizdir.
Patos,
empatik yaninizdir; duygudur. Bu, baska birinin ilettigi mesajin duygusal özüyle ayni dalga boyunda
oldugunuzu gösterir.
Logos, mantiktir. Sunusun akil yürüten kismidir.
Siralamaya dikkat edin: Etos, patos, logos;
karakteriniz, iliskileriniz,
sonra da sunusunuzdaki
mantik. Bu da bir baska önemli
paradigma degisimini simgeler. Çogu insan, fikirlerini sunacagi zaman dogruca logosa, sol beynin mantigina basvurur. Önce
etos ve patosu hesaba katmadan karsisindakini bu mantigin geçerli olduguna ikna etmeye çalisir.
Fikirlerinizi açik seçik, belirgin bir biçimde ve en
önemlisi karsinizdakilerin
paradigmalariyla kaygilarini derinlemesine anladiginizi göstererek sundugunuz zaman, düsüncelerinizin inanirlik derecesini
de önemli ölçüde artirmis olursunuz.
Kendi fikirlerine saplanmis, bir kürsüden tumturakli sözler söyleyen biri
durumuna düsmezsiniz.
Karsinizdakileri iyi anladiginiz görülür. Anlamaya çalisirken ögrenmis de
oldugunuz için, sundugunuz sey baslangiçta
düsündügünüzden farkli olabilir.
Teke Tek
Kimseyi zorlamayin. Sabirli, saygili olun. Insanlarin siz onlara empatiyle yaklasmadan önce konusmaya baslamalari,
açilmalari gerekmez. Bu arada onlarin davranislarini empatiyle karsilayabilirsiniz. Anlayisli, duyarli olabilir, her seyi fark edebilir ve gerektiginde yasam öykünüzün
disina çikabilirsiniz.
Son derecede proaktif biriyseniz, sorun çikmasini
önleyici çalismalar
yapmak için firsatlar yaratabilirsiniz. Önce anlamaya çalismak için, kiziniz ya da oglunuzun okulda bir sorunu olmasini ya da bir is görüsmesini beklemeniz gerekmez. Simdi çocuklariniza zaman ayirip onlarla teke tek
ilgilenin. Onlari dinleyin; anlayin. Evinize, okul yasamina, çocuklarinizin karsilastiklari sorunlara
onlarin gözüyle bakin. Duygusal Banka Hesabi’ni zenginlestirin. Onlara soluma olanagi taniyin. Esinizle düzenli olarak gezmeye gidin. Aksam yemegi
yiyin, ya da ikinizin de hosuna
giden bir seyi yapin.
Birbirinizi dinleyin, anlamaya çalisin. Yasama
birbirinizin gözleriyle bakin.
Sevdiginiz
insanlari derinlemesine anlamak için yaptiginiz zaman yatirimi, açik iletisimde olaganüstü kazançlar
saglar. Ailelerin ve evliliklerin basina dert olan birçok sorun, dallanip budaklanmaya
zaman bulamaz. Iletisim o kadar açik olur ki,
sorun çikarabilecek seyler
daha baslangiçta ortadan kalkar.
Önce anlamaya çalisin. Sorunlar çikmadan, degerlendirip önerilerde bulunmadan, kendi fikirlerinizi açiklamayi denemeden önce anlamaya çalisin. Bu, etkili karsilikli bagimliligin güçlü bir aliskanligidir.
ALISKANLIK SINERJI YARAT
Sinerji, iyi kavrandigi zaman, bütün yasamin en yüksek etkinligidir. Diger
aliskanliklarin hepsinin birden gerçek
sinavi ve ifadesidir.
Sinerji, ilke merkezli liderligin özüdür. Bir katalizatör görevi yapar, birlestirir ve insanlarin içindeki en büyük güçleri açiga çikarir. Simdiye kadar inceledigimiz bütün aliskanliklar, bizi sinerji denilen mucizeyi yaratmaya
hazirlar.
Sinerji nedir?
En basit tanimiyla, bir bütünün parçalarinin
toplamindan daha büyük olmasi demektir.
Parçalarin birbirleriyle olan iliskisinin, kendiliginden ve kendi basina bütünün bir parçasi olmasi demektir.
Sinerji, dogada
her yerde vardir. Iki
bitkiyi yan yana diktiginiz
zaman kökler birbirine karisir
ve topragin niteligini gelistirir.
Böylece her iki bitki de ayri ayri kaldiklari zamankinden daha
iyi yetisir. Iki tahta parçasini bir araya koydugunuz zaman, ayri ayri tasiyabilecekleri agirliktan daha fazlasini kaldirirlar. Bütün,
parçalarinin toplamindan daha büyüktür. Bir arti bir, üçe ya da daha
fazlasina esittir.
Burada önemli olan toplumsal iliskilerimizde yaratici isbirligi
ilkelerini uygulamaktir. Biz bunu dogadan ögreniriz.
Aile yasami sinerjiyi gözlemleyip uygulama
açisindan pek çok firsat yaratir.
Erkekle kadinin dünyaya bir çocuk getirmesi de
sinerjiktir.
Sinerjinin özü, farkliliklara deger vermektir. Onlara saygi göstermek,
güçlü yanlari üzerine insa etmek ve zayif yanlarini telafi etmektir.
Sinerjik Iletisim
Sinerjiyle iletisim kurdugunuz
zaman zihninizi ve yüreginizi
yeni olanaklara ve yeni seçeneklere açmis olursunuz.
Sinerjik iletisimi baslattiginiz zaman bunun nasil gelisecegini,
sonunun nasil olacagini bilemezsiniz.
Ama için için hem heyecan duyar, hem güven besler, hem de kendinizi serüvene
atiliyormus gibi
hissedersiniz. Her seyin
eskisinden daha iyi olacagina
inanirsiniz. Zaten zihninizdeki hedef de budur.
Her seye sunlara inanarak baslarsiniz: iki taraf da daha fazla anlayisli olacaktir. Karsilikli ögrenme ve sezgi bir ivme yaratacak ve bu da sizi
gittikçe daha fazla anlayisa, ögrenmeye ve gelismeye dogru
götürecektir.
Yaratici çabalarin çogunun sonuçlarini önceden tahmin etmek
olanaksizdir. Bunlar çogu
zaman belirsiz, rastlantisal, deneyerek elde edilen seyler gibi gözükür. Ve insanlarin belirsizlige karsi büyük
bir hosgörüleri yoksa, güven duygusunu, ilkelere
ve iç degerlere karsi dürüstçe bagliliklarindan saglayamiyorlarsa, yüksek düzeyde yaratici çabalara
katilmak onlarin hiç hosuna
gitmez, korku duyarlar. Belirli bir yapi, kesinlik ve tahmin edilebilirlik
gibi seylere
olan gereksinimleri çok fazladir.
Çogu
zaman belirli bir sinerjik deneyim yeniden yaratilmaya çalisilir, ama bu ender olarak basarilabilir. Ancak yaratici çalismanin gerisindeki temel amaç yakalanabilir. Bu
Uzakdogu felsefesine benzer. “Biz
ustalari taklit etmeyiz. Onlarin aradigi seyleri arariz.” Biz de geçmisteki yaratici sinerjik deneyimleri
taklide çalismak
yerine, yeni, farkli ve bazen daha yüce amaçlarin pesinde, yenilerini arariz.
Negatif Sinerji
Insanlar, karsilikli bagimlilik gerçekliginde sorunlari çözmek ya da karar vermek için ugrasirken, ortalama bir hesapla, ne kadar negatif enerji
harcanir?
Baskalarini çekistirmek, politika yapmak, rekabet etmek, sahsi çatismalara girmek, sirtini kollamak, birinin
arkasindan is çevirmek
ve birisinin düsünceleri
hakkinda fikir yürütmek için ne kadar zaman harcanir? Bu, bir ayaginiz gaz pedalinda, digeri de frendeyken yolda araba sürmeye çalismak gibidir! Üstelik çogu kisi
ayaklarini frenden çekecekleri yerde, gaz pedalini iyice
bastirirlar. Durumlarini güçlendirmek için daha fazla baski yapar, daha
fazla dil döker, daha fazla mantikli bilgi verirler.
Güvenleri olmayan insanlar bütün gerçeklerin kendi
paradigmalarina uymasi gerektigini
düsünürler. Baskalarini kendilerine benzetmeye müthis gereksinimleri vardir. Digerlerini kaliba sokmayi ve onlarin kendileri gibi düsünmesini saglamak isterler. Iliskinin
gücünün aslinda baska bir
bakis açisinin varligina bagli oldugunu anlayamazlar. Ayni olmak, bir olmak degildir. Tekdüze, tek biçim olmak, birlik olmak anlamina
gelmez. Birlik ya da bir olmak, birbirini tamamlamak demektir, ayni
olmak degil.
Ayni olmakla yaratici bir sey yapilmaz...ve bu sikici bir seydir. Sinerjinin özü, farkliliklara deger vermektir.
Bir insan hem sezgisel, yaratici ve görsel olan sag beyne, hem de analizci, mantiksal ve sözel
olan sol beyne erisebildiginde, bütün beyin çalisiyor demektir. O zaman zihninizin içinde ruhsal sinerji olusur ve bu araç, yasamin gerçekligi için en uygun olanidir, çünkü yasam sadece mantiksal degil, ayni zamanda duygusaldir.
Farkliliklara Deger Vermek
Farkliliklara deger vermek, sinerjinin özüdür; insanlar arasindaki
zihinsel, duygusal ve psikolojik farkliliklara deger vermenin anahtari da, herkesin dünyayi, oldugu gibi degil, kendilerinin oldugu gibi gördügünü kavramaktir.
Gerçekten etkili olan bir insanda, algisal sinirliligini anlayacak, diger insanlarin yürekleri ve zihinleriyle etkilesim kuruldugu zaman elde edilen zengin kaynaklari takdir
edecek bir alçakgönüllülük ve duyarlilik vardir. Bu insan farkliliklara deger verir, çünkü o farkliliklar bilgisinin
aratmasina, gerçegi
kavramasina katkida bulunur.
Iki kisi ayni fikirdeyse, onlardan birine gerek yoktur. Benimle ayni fikirde olan biriyle konusmayi, onunla iletisim kurmayi istemem. Sizinle iletisim
kurmayi isterim, çünkü siz, resmi farkli bir
biçimde görmektesiniz. Ben bu farkliliga deger
veririm.
Bunu yaparken de sadece kendi algilarimi artirmakla
kalmayip, sizi onaylarim. Size psikolojik soluma olanagini tanirim. Ayagimi frenden çeker, belirli bir tutumu
savunmak için yatirmis olabileceginiz negatif enerjiyi saliveririm. Sinerji için bir
ortam yaratirim.
Bütün Doga Sinerjiktir
Ekoloji, temelde dogadaki sinerjiyi tanimlayan bir sözcüktür. Her sey karsilikli bagimlidir.
Yaratici güçler, iliski içinde doruguna erisir.
Parçalarin birbirleriyle olan iliskileri, bir ailede ya da kurum içinde sinerjik bir
kültür yaratilmasini saglayan
güçtür. Ilgi ne
kadar içtense, sorunlarin çözümlenmesine ve çözülmesine katilim o kadar içten,
bireylerin açiga çikan
yaraticiligi o
kadar büyük ve yarattiklarina karsi bagliligi da
o denli siki olur. Ben, dünya pazarinin çehresini degistiren
Japonlarin ise yaklasimlarindaki gücün özünün bu olduguna inaniyorum.
Pek düsmanca çevrede
bile kendi içinizde sinerjik olabilirsiniz. Hakaretleri üstünüze almak
zorunda degilsiniz.
Negatif enerjiden kaçinabilirsiniz. Baskalarinin iyi yanlarini arayip bu iyilikten, ne
kadar farkli olursa olsun, yararlanabilirsiniz. Böylece görüs alaninizi genisletir, bakis açinizi gelistirirsiniz.
Iki seçenegi, yani “sizinkini” ve “yanlis” olani
gördügünüz zaman, sinerjik
bir üçüncü seçenegi
arayabilirsiniz. Hemen her zaman bir üçüncü seçenek vardir ve
Kazan/Kazan felsefesini uygulayip karsinizdakini gerçekten anlamaya çalisirsaniz, ilgili herkes için daha iyi bir çözüm
bulabilirsiniz.
ALISKANLIK BALTAYI BILE
Diyelim ki, koruda bir agaci telasla kesmeye çalisan biriyle karsilasiyorsunuz. “Ne
yapiyorsun?” diye soruyorsunuz. Adam sabirsizca yanitliyor:
“Görmüyor musun? Agaci baltayla kesmeye çalisiyorum!”
“Bitkin görünüyorsun!” diye bagiriyorsunuz. “Bu
isi ne zamandan beri yapiyorsun?”
Adam, “Bes saatten fazla oldu,” diyor. “Çok
yoruldum! Zor is bu.”
“Ise birkaç dakika ara verip baltayi bilesene!” diyorsunuz. “O zaman agaci daha hizli keseceginden eminim.”
Adam sözcüklerin üstüne basa basa: “Baltayi
bileyecek zamanim yok,” diyor. “Agaci kesmekle mesgulüm!”
Yedinci Aliskanlik, baltayi
bilemeye zaman ayirmaktir.
Yedi aliskanlik
paradigmasindaki diger aliskanliklari çember içine alir. Çünkü bu,
digerlerini olasi kilan aliskanliktir. Yedinci Aliskanlik, en degerli varliginizi, yani kendinizi korumak ve gelistirmektir. Doganizin dört boyutunu,-fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal/duygusal- yenilemektir.
“Baltayi bilemek”, temelde bu dört yönlendirmenin hepsini birden ifade
etmek demektir.
Dogamizin
dört boyutunu da akillica ve dengeli biçimlerde israrla kullanmamiz anlamina
gelir.
Biz, kendi çalismalarimizin aracisiyiz ve etkili olup baltayi bu
dört biçimde bilemek için düzenli olarak zaman ayirmanin önemini kavramak
zorundayiz.
Fiziksel Boyut
Fiziksel boyut, fiziksel bedenimizin etkili bir
biçimde bakimiyla ilgilidir; dogru
besin almak, yeteri kadar dinlenip gevsemek ve düzenli olarak egzersiz yapmak. Çogumuz egzersiz yapmak için yeterli zamanimiz olmadigini düsünürüz. Ne kadar çarpitilmis bir paradigma! Aslinda bunu yapmamak için
zamanimiz yoktur. Burada haftada üç-alti saat arasinda bir çalismadan, yani iki günde bir en az
otuz dakikalik bir egzersizden söz ediyoruz.
Bunun için özel araç ve gerece de gerek yoktur. Iyi bir çalisma programi, kendi evinizde uygulayabileceginiz ve vücudunuza üç bakimdan
yararli olacak bir seydir:
Dayaniklilik,
Esneklik ve,
Kuvvet.
Dayanikliligi aerobik
yapma, kalp ve damar sisteminin verimliligi, yani kalbinizin bütün vücudunuza kan pompalama
yetenegi saglar. Kalp bir kas olmakla beraber, dogrudan dogruya
egzersiz yaptirilabilecek bir organ degildir. Kalbe ancak iri kas gruplari, özellikle
bacak kaslari yoluyla egzersiz yaptirilir. Hizli yürüme, kosma, bisiklete binme, yüzme, kayak yarislari ve jogging, iste bu nedenle çok yararlidir. Kalp atislarini dakikada en az yüze çikarip bunu otuz
dakika sürdürebilirsiniz, formunuzu asgari düzeyde korumus sayilirsiniz.
Ideali sudur; kalp atislarinizi, azami nabzinizin yüzde altmisina kadar yükseltmeye çalisirsiniz. Bu, kalbinizin vücudunuza kan pompalamayi
sürdürebilecegi en
yüksek hizdir. Genellikle azami kalp atisiniz, 220 sayisindan yasinizin çikarilmasiyla bulunur. Örnegin, 40 yasindaysaniz çalisma sirasinda kalp atislarinizin dakikada 108 olmasini hedeflersiniz
(220-40=108) “Antrenman etkisi”nin genellikle kisisel azami hizinizin yüzde 72’si ile 87’si arasinda
oldugu düsünülür.
Esneklik, gerinmeyle elde edilir. Uzmanlarin çogu aerobik çalismanizdan önce isinmak ve ondan sonra da sogumak için gerinme hareketlerinin yapilmasini
önerirler.
Kuvveti kas direnci çalismalari saglar. Basit jimnastik hareketleri, mekikler, barfiks ve
agirlikla çalismak gibi.
Fiziksel boyutu yenilemenin özü baltayi bilemek, vücudumuzu düzenli bir biçimde çalistirmaktir.
Bu sayede çalisma, uyum
saglama ve zevk alma kapasitelerimiz korunur
ve gelisir.
Hiç bu tür çalisma yapmadiysaniz, vücudunuz rahat rahat yokus asagiya giderken bu tür bir engellenmeye mutlaka itiraz
edecektir. Çalismanin baslangiçta hosunuza gitmeyecegini söylemeliyim. Hatta belki de bundan nefret
edeceksiniz. Ama proaktif olun. Her seye karsin
bunu yapin. Kosu yapmaya
karar verdiginiz
sabah yagmur yagiyorsa bile, yine de kosun: “ah, iyi! Yagmur yagiyor! Yalniz vücudumu degil, irademi de güçlendirmem gerekiyor!”
Vücudunuzun, daha zor seyleri yapma yetenegini artirirken, normal etkinlikler size daha rahat ve
hos gelecektir. Ögleden sonra daha fazla enerjiniz olacaktir. Eskiden
bunlari yapmanizi engelleyen o “asiri yorgunluk”, yerini yaptiginiz her seye canlilik veren bir enerjiye birakacaktir.
Ruhsal Boyut
Ruhsal boyutu yenilemek yasaminizda liderligi saglar.
Ruhsal boyut, sizin özünüz, merkeziniz, kendi deger sisteminize olan bagliliginizdir.
Bu yasamin özel, son derecede önemli
bir yanidir. Size ilham veren, yücelten, sizi tüm insanligin kalici gerçeklerine baglayan kaynaklardan yararlanir. Insanlar, bunu çok farkli biçimlerde
yaparlar.
Ben, yenilenmeyi her gün kendi deger sistemimi temsil eden kutsal kitaplari okuyarak,
meditasyon yapmakta bulurum. Okuyup düsünürken yenilendigimi, güçlendigimi, merkezimin belirginlestigini,
insanliga hizmet etmeye yeniden adandigimi hissederim.
Büyük edebiyat yapitlarina ya da müzige gömülmek, bazilarinda buna benzer ruh yenilenmesine
yol açar. Bazilari ise bunu dogayla iletisim kurmakta bulurlar. Doga, kendisini ona birakan kisileri kutsar.
Arthur Gordon, The Turn of the Tide (Gel-git Dönümü)
adli kisa ve özel öyküsünde kendi ruhsal yenilenmesini bizimle paylasarak, yasaminin
bir döneminde her seyin
ona nasil bayat ve tatsiz geldigini
anlatiyor.
Hevesleri sönmüs, yazma çabalari meyve vermemis. Durum her gün biraz daha kötüye gidiyormus. Gordon, sonunda bir doktordan yardim istemeye karar
vermis. Doktor onda fiziksel bir bozukluk
bulamayinca, “Talimatimi bir gün boyunca uygulayabilir
misiniz?” diye sormus.
Gordon bunu yapabilecegini belirtince, doktor ona, ertesi günü çocukken en
mutlu oldugu yerde
geçirmesini söylemis. “Yaniniza yiyecek alabilirsiniz,” demis. “Ama kimseyle konusmak, okumak, yazmak ya da radyo dinlemek yok.”
Sonra dört reçete yazmis. Gordon’a bunlari sirayla saat dokuz, on iki, on bes ve on sekizde açmasini tembih etmis.
Gordon doktora, “Ciddi misiniz?” diye sormus.
Doktor, “Faturami aldiginiz zaman saka etmedigimi anlayacaksiniz,” diye yanitlamis. Böylece Gordon ertesi gün kumsala gidip ilk reçeteyi açmis. Reçetede
“Dikkatle dinleyin,” yaziliymis. Gordon, doktorun deli oldugunu düsünmüs. Üç saat dinlemek mi? Ama doktorun talimatina uymayi
kabul ettigi için
dinlemeye baslayip her
zamanki kus seslerini
ve denizin sipirtisini
duymus. Bir
süre, baslangiçta
o kadar belirli olmayan diger sesleri isitmis.
Ögleyin ikinci reçeteyi açmis. Bunda da, “Geriye uzanmaya çalisin,” yaziliymis. Gordon, “Neye uzanmaya?” diye merak etmis. Belki de çocukluguna, belki de daha mutlu günlerin anilarina. Gordon
geçmisini,
sevinç dolu pek çok kisa ani düsünmüs. Onlari olanca canliliklariyla animsamaya çalisirken de içinin isinmaya basladigini hissetmis.
Ögleden sonra saat üçte, üçüncü reçeteyi açmis. Doktorun
o ana kadar önerdikleri kolaylikla yerine getirilebilecek seyler oldugu halde bu seferki farkliymis. Kagitta, “Hedeflerinizi inceleyin,” yaziliymis. Gordon önce kendisini savunmaya çalismis. Istediklerini düsünmüs: Basari, ün, güven. Bütün bunlara birer gerekçe bulmus. Ama sonra bu hedeflerin yeteri kadar iyi olmadigini, belki de yasaminin duraganlasmasinin nedeninin bu oldugunu düsünmüs. Hedeflerini derinlemesine, iyiden iyiye incelemis. Geçmisteki mutlulugunu animsamis ve sonunda yaniti bulmus.
“Bir insanin hedefleri hataliysa, hiçbir seyin dogru olamayacagini birden kavradim. Ister postaci, ister berber ya da sigortaci veya ev
kadini, ister baska
bir sey olun,
bu durumu degistirmez. Baskalarina hizmet ettiginize inandiginiz sürece isinizi iyi yaparsiniz. Amaciniz yalnizca kendinize
hizmet etmekse, isi daha kötü yaparsiniz. Bu, yerçekimi kadar kaçinilmaz
bir yasadir.”
Aksamüstü saat alti oldugunda, Gordon son talimati yerine getirmekte hiç zorluk çekmemis. Bunda, “Endiselerinizi kuma yazin,” deniyormus. Gordon yere diz çöküp kirik bir midye kabuguyla birkaç sözcük yazmis. Sonra dönerek uzaklasmis. Arkasina dönüp bakmamis, çünkü gel-gitle sular kabarirken denizin kumsali
kaplayacagini,
sonra her seyi silip
geri çekilecegini
biliyormus.
Ruhani bir lider olan David O. McKay, “Yasamin en büyük savaslari her gün ruhun sessiz odasinda geçer!” demis.
Zihinsel Boyut
Zihinsel gelisimimizle çalisma disiplinimizin büyük bir bölümünü resmi egitim saglar.
Ama okulun dis disiplininden
kurtulur kurtulmaz, çogumuz
zihnimizin körelmesine izin veririz. Artik ciddi yapit okumaz, kendi
etkinlik alanimiz disindaki
yeni konulari derinlemesine incelemeyiz. Analizci yöntemle düsünmeyiz.
Sürekli yapilan arastirmalar evlerin çogunda televizyonun haftada otuz bes ile kirk bes saat arasi açik oldugunu gösteriyor. Bu, çogu insanin iste çalisirken geçirdigi zamana esit ve çocuklarin okulda geçirdikleri süreden daha
uzundur. Biz, ailemizde, televizyon izlemeyi kisitlayarak haftada yedi saate;
yani, ortalama günde bir saate indirdik. Bir aile toplantisi yaptik. Bu konudan
söz ettik ve evlerde televizyon yüzünden neler oldugunu açiklayan verileri inceledik. Konuyu ailece konustuk. Kimse savunmaya ya da tartismaya kalkismadigi için,
pembe dizi bagimliliginin ya da belirli bir programi sürekli
seyretmenin bir tür hastalik oldugunu
herkes anlamaya basladi.
Televizyona, kaliteli egitim ve eglence programlarina minnet duyuyorum. Onlar yasamimizi zenginlestirebilir, hedeflerimizle amaçlarimiza
anlamli katkilarda bulunabilir. Ama zamanimizi ve zihnimizi bosa harcatmaktan baska bir sey yapmayan birçok program var. Izin verdigimiz takdirde bizi olumsuz biçimde etkileyecek
programlar var. Tipki insan bedeni gibi, televizyon da iyi
bir hizmetkar, ama kötü bir efendidir.
Egitim,-dimagi sürekli zinde tutan ve gelistiren sürekli egitim-zihnin yenilenmesi
bakimindan çok önemlidir. Proaktif insanlar kendilerini egitmek için pek çok yol bulabilir. Çok
kitap okumak ve gelismis zihinleri tanimak bu
nedenle çok önemlidir. Dimagi düzenli
olarak egitmek ve gelistirmek bakimindan büyük edebiyat
yapitlarini okuma aliskanligindan daha iyi bir yol yoktur.
Ise ayda bir kitap okumayi hedef seçerek baslamanizi öneririm. Sonra iki haftada bir, nihayet
haftada bir kitap okursunuz. “Okumayan bir insan, okumasini bilmeyen bir insandan daha iyi durumda
sayilmaz.”
Büyük yapitlar, klasikler, özyasam öyküleri, National Geographic gibi süreli
yayinlar, kültürel bilincimizi artiran diger yapitlar ve çesitli alanlardaki yazilar, paradigmalarimizi gelistirir ve zihnimizdeki
baltayi biler; özellikle de, okuyup önce anlamaya çalisirken 5. Aliskanligi uyguladigimiz takdirde.
Zihnin baltasini bilemenin diger bir yolu da yazmaktir. Düsüncelerimizi,
deneyimlerimizi, sezgilerimizi ve ögrendiklerimizi kaydettigimiz bir günlük, zihinsel berraklik, isabetlilik ve düsünce çerçevesi saglar.
Savaslarin,
generalin çadirinda kazanildigi söylenir. Baltayi ilk üç boyutta,
yani fiziksel, ruhsal ve zihinsel boyutlarda bilemeyi, ben “Günlük Özel Zafer”
diye tanimliyorum.
Sosyal/Duygusal Boyut
Yasamimizin
sosyal ve duygusal boyutlari birbirine baglidir. Çünkü duygusal yasamimiz daha çok baskalariyla olan iliskilerimizden gelisir ve bu iliskilerde kendini gösterir. Ama sadece bunu içermez.
Sosyal/Duygusal boyutumuzu yenilemek, fazla zaman
almaz. Yani diger
boyutlarin yenilenmesi için harcanan zamana gerek yoktur. Bunu, baska insanlarla gündelik, normal etkilesimimiz sirasinda yapabiliriz.
4., 5. ve 6. Aliskanliklar’da basari, aslinda zihinsel degil, duygusal bir konudur ve kisisel güvenlik duygumuzla siki sikiya baglantilidir.
Bernard Shaw ise, söyle söylüyor: “Yasadigim sürece toplum için elimden geleni yapmak da,
benim için bir ayricalik olacak. Öldügüm zaman iyice kullanilmis ve tüketilmis olmayi istiyorum.
Çünkü ne kadar çok çalisirsam, o kadar çok yasarim. Ben yasamdan, yasam adina zevk aliyorum. Yasam benim için yanip sönüverecek bir mum degil, bir an için havaya kaldirmam gereken bir tür
görkemli bir mesaledir.
Gelecekteki kusaklara
devretmeden önce mesalenin mümkün oldugu kadar parlak yanmasini istiyorum.”
N. Eldon Tanner de; “Hizmet, bu dünyada yasama ayricaligi için ödedigimiz kiradir,” diyor. Ve hizmet etmenin pek çok yolu vardir. Bir
din ya da hizmet kurulusuna bagli olsak
da olmasak da, anlamli hizmet firsatlari saglayan bir iste çalissak da çalismasak da, hiç olmazsa her gün baska bir insana kosulsuz sevgi yatirimlari yaparak hizmet edebiliriz.
Yenilenmede Sinerji
Dengeli yenilenme, sinerji bakimindan çok uygun bir
ortamdir. Herhangi bir boyutta baltayi bilemek için yaptiklariniz, diger boyutlari da olumlu bir biçimde
etkiler. Çünkü bu boyutlar birbirlerine sikica baglidir. Fiziksel sagliginiz,
zihinsel sagliginizi etkiler; ruhsal gücünüz, sosyal/duygusal
gücünüzü etkiler. Bir boyutta gelisirken, ayni zamanda diger boyutlardaki yeteneklerinizi de artirirsiniz.
Etkili Insanlarin Yedi Aliskanligi,
bu boyutlar arasinda optimum sinerji yaratir. Herhangi bir boyuttaki yenilenme,
Yedi Aliskanlik’tan en az birini uygulama yeteneginizi artirir ve aliskanliklarin belirli bir siralamasi olsa da, bir
aliskanligin gelistirilmesi,
digerlerini uygulama yeteneginizi sinerjik olarak artirir.
Fiziksel boyutunuzu yenilerken, kisisel
vizyonunuzu, özbilinç ve özgür irade, prokativite, edilgen olma
yerine etken olma, herhangi bir dürtüye karsi kendi tepkinizi seçme özgürlügüyle ilgili paradigmayi güçlendirirsiniz.
Ruhsal boyutunuzu yenilerken, kisisel
liderliginizi güçlendirirsiniz. Sadece
anilarinizla degil,
hayalleriniz ve vicdaninizla da yasama yetenegini artirirsiniz.
Zihinsel boyutunuzu yenilerken, kisisel
yönetiminizi güçlendirirsiniz. Plan yaparken, zaman ve enerjinizden olabildigince yararlanmak için, kaldiraç gücü yüksek
II. Kare etkinliklerini, öncelikli hedefleri ve etkinlikleri
tanimasi için zihninizi zorlayip, etkinliklerinizi
bu önceliklerinizin etrafinda örgütleyerek uygulamaya geçersiniz.
Yükselen Sarmal
Yenilenme, büyüme, degisme
ve sürekli gelisme
yönünde yükselen sarmalda ilerlememiz için bize güç veren ilke
ve süreçtir. Bu sarmalin üzerinde anlamli bir biçimde sürekli
yükselmek için, bu yukariya dogru
olan hareketi yönlendiren benzersiz insan yetisiyle ilgili olarak
yenilenmenin diger
bir yanini, yani vicdanimizi incelememiz gerekir.
Madam de Stael’in dedigi gibi: “Vicdanin sesi o
kadar nazlidir ki, bogmak çok kolaydir.
Ama bu ses ayni zamanda öyle berraktir ki, baska bir seyle karistirmak olanaksizdir.”
Vicdan,
dogru ilkelere uyup uymadigimizi sezen ve bizi onlarin düzeyine yükselten
bir dogal veridir; tabii, bozulmamissa, formundaysa.
Üstün bir atlet için sinir ve kaslarin, bir ögrenci için de dimagin egitilmesi
ne kadar önemliyse, gerçekten proaktif, son derecede etkili bir
insan için de vicdanin egitilmesi o kadar önemlidir. Ancak vicdanin egitilip terbiye edilmesi, daha da fazla bir dikkat,
daha dengeli bir disiplin ve daha dürüst bir yasamin sürekli olarak sürdürülmesini gerektirir. Bunun
için insanin esinlendirici edebiyat yapitlariyla düzenli beslenmesi, soylu düsünceler beslemesi ve hepsinden de önemlisi
vicdanin hafif sesiyle uyum içinde yasamasi gerekir.
Antrenman yapmamak ve abur cubur seyler yemek bir atletin kondisyonunu nasil
mahvederse, müstehcen, kaba ya da pornografik seyler de bir iç karanligina yol açar. Bu ise daha yüce
duyarliliklarimizi uyusturur. “Yanlis nedir, dogru nedir?” diye soran dogal ya da tanrisal vicdanin yerine, “Acaba
içyüzüm ortaya çikacak mi?” diye düsünen sosyal vicdani geçirir.
Bugün hayatta olmayan, eski B.M. genel sekreteri Dag
Hammarskjold’un deyisiyle:
“Içinizdeki hayvanla, tümüyle hayvanlasmadan oynayamazsiniz. Yalanlarla, dogruyu bulma hakkinizdan vazgeçmeden oynayamazsiniz.
Zalimlikle, zihinsel duyarliliginizi kaybetmeden oynayamazsiniz. Bahçesinin düzenli
olmasini isteyen biri, yaban otu yetissin diye bir tarh ayirmaz.”
Dogru
ilkelere ne kadar uyum saglarsak,
dünyanin nasil isledigi konusundaki yargilarimiz o kadar yerinde olur;
paradigmalarimiz-yani arazi haritalarimiz-da o kadar gerçeklere uygun bir
hal alir.
Ben, bu yukariya yükselen sarmalda büyüyüp gelisirken, vicdanimizi egiterek ve ona itaat ederek, yenilenme islemi konusunda çaba göstermemiz gerektigine inaniyorum. Durmadan daha iyi egitilen bir vicdan, kisisel özgürlük, güvenlik, bilgelik ve güçlülük
yolunda hizla ilerlememizi saglar. Yükselen
sarmalla birlikte yücelmek için, gitgide daha yüksek düzeylerde ögrenmek, baglanmak ve yapmak gerekir. Bunlardan sadece bir tekinin
yeterli oldugunu düsünürsek, kendimizi aldatmis oluruz. Ilerlemeyi sürdürmek için ögrenmemiz, baglanmamiz; ve yapmamiz ve yine
ögrenmemiz, baglanmamiz ve yapmamiz gerekir.