ERGENEKON'A GELMEDEN...  TÜRKIYE'DE DEVLET ZIHNIYETI

ERGENEKON'A GELMEDEN... TÜRKIYE'DE DEVLET ZIHNIYETI

Fevzi BOZKURT
Politika


Türkiye’de siyasi hayat Türk toplumunun karsisina degisik sekillerde çikarak insanlari bazen saskinliga bazen isyana sürükleyecek duruma getirebiliyor. Toplumun "devlete ait" oldugu düsüncesine sahip olan ve bizim için birtakim yasam kaliplari ögören birtakim kisiler, devlet ugruna topluma eziyet çektiriyorlar ya da hiç acimadan yok edebiliyorlar.
1996 yilinin Kasim ayinda bir kamyon ile içerisinde milletvekilinden tutunda çete liderine kadar bulunan bir Mercedes marka araçla çarpisarak tarihimize Susurluk Skandali  adiyla geçen süreç, Türk toplumu için ayni zamanda bir aydin­lanma terapisi olmustu. Devletin içinde yapilanmis basina buy­ruk kendilerini çete ilan eden guruplar, bazi durumlarda devlet adina bazi durumlarda kendi adlarina hiç düsünmeden her türlü suçu isleyebildigi, bombalamanin, insan kaçirmanin, cinaye­tin, katliamin adeta yasadisi bir resmî politikanin araçlari ola­rak büyük rahatlikla kullanildigini insanlar bu süreçte yasayip gördüler.
Susurluk Skandali üzerinden tam 12 yil geçti. Memleketimiz bu de­fada 2008 yilinin yazinda Ergenekon Davasi ile çok önemli bir adli yargi sürecine basladi. Tarihimizde ilk defa orduda orgene­ral rütbesiyle emekli olmus subaylar haklarinda terör örgütü kurmak ve yönetmek suçlarindan yargilanmalari için cesur savcilar tarafindan iddianameler hazirlandi. Kimi orduevinden kimi evinden götürülerek gözaltina alindilar. Devlet çetesi bu de­fa çok daha genis boyutlu bir terör örgütlenmesi ile karsimiza çikti.
Kitapta Ahmet Insel ve Ümit Kivanç’a ait brosürler anlatilmaktadir. Bu brosürlerde yer alan iki yazidan Ahmet Insel' inki 1996'da, Ümit Kivanç'inki 1999'da yazildi.
Bu brosürlerin hazirlanmasi esnasinda Ergenekon Iddianamesi mahkeme tarafindan kabul edilmis, ancak isimleri darbe girisimlerine karisan ve tutuklanan iki emekli generalle ilgili ikinci iddianame henüz hazirlanmamisti.
Bu kitapta, devletin toplumu ne gözle gör­gü ve ona ne yapmaya çalistigi konusunda bir temel eser ve Milli Güvenlik Kurulu ya­yini olan Devletin Kavram ve Kapsami, isimli kitaptan bahsedilmektedir. Devletin Kavram ve Kapsami, isimli kitap Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliginin 1 no'lu yayini olarak 1990 yilinda Ankara'da basilmis bir kitaptir.
 Burada hem böyle bir metnin incelenmesi (brosürdeki Ilkyazi) hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulusundan bugüne kadar devam eden otoriter yapinin dayandigi ideolojik zeminin taninip bilinmesi amaçlanmaktadir.
Kendilerini, ilerici, çagdas, demokrat, sosyal demokrat, sos­yalist sayan çok sayida toplulugun, bu eserden özel bir fayda saglamalari amaçlanmistir. Çünkü Türkiye'de açikça ortada olan bir düsünce vardir ki muhafazakâr ke­sim içerisinde yer almayan herkes, Cumhuriyetin olusumun­daki Kuvayi Milliye Ruhunu, tasidiklari bir gerçektir. Bu yüzden bu düsünceye sahip insanlar bunlari mesruiyet kaynagi olarak gömeye egilimlidir.
Burada ele alinan zihniyet ve olgular, hiçbir te­reddüde yer birakmayacak sekilde ortaya koyuyor ki, 28 Subat Müdahalesinden 27 Nisan Muhtirasi'na, gerçeklestirilemeyen Ayisigi ve Sarikiz darbe girisimlerine, ordu komuta heyeti­nin, dönemin basbakani Ecevit'in yerine kendilerine yakin bir baska kisiyi getirme amaci tasiyan hareketlerine, Ergenekon terör örgütünün hükümeti dogru yola getirmeye (DSP-MHP-ANAP hükümeti) veya düsürmeye (AKP hükümeti) yönelik eylemlerine toplum sahit oldu.
Siyasi hayatimizi sekillendiren gelismeler, hâkim devlet zihniyetinden kaynaklanmaktadir. Yaklasik kirk yil­dir gelmis geçmis bütün hükümetlerin ellerinden gelen çabayi sarf ederek kabul ettigi Avrupa Birligi üyeligini niçin bazi çevreler Türkiye'nin felake­ti olarak algilamaktadir. AB üyeligi, Türkiye'de kimin hangi konu­munu tehlikeye sokacaktir? Sorusunun cevabi bulunmalidir.
Kibris'ta her türlü ugrasiyla sürdü­rülen çözümsüzlük politikasinin ardinda yatan gerçek amaç, Türkiye'nin Bati'ya fazla yaklasmasini önlemek, bir tür siyasi izolasyondan yararlanarak tam bagimsizlik adi altinda otoriter devlet yapisini sürdürmektir.
Bu brosürde ele alinan MGK kitabinda da belirtildigi gibi asil amaç olan milleti devletin etrafinda bü­tünlestirme, durumu millet arasinda faaliyet yürütmeden mümkün olmayacagindan, sonunda ordu adeta bir siyasî parti gibi dav­ranmaya, vatandaslara eylem çagrilari yapmaya baslamistir.
Ülkemizde herkesin her seyin arkasinda derin devlet’i aradigi, çogu zaman da buldugu bir kaos ortamidir.Derin devlet Susurluk'tan bu yana siyasî hayatimizda en çok kullanilan kavramlardan biri olmustur. Ergenekon derin dev­letin operasyonel bir ayagi konumundadir.
Ergenekon Örgütünde Hiyerarsik mer­kez eylem emri veren bir sef degil, islerin ne yönde gitme­si gerektigini belli eden bir üst siyasi merci konumundadir. Örnegin Ahmet Necdet Sezer cumhurbaskaniyken böyle bir hiyerarsik merkez olusmus durumdaydi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulusundan 85 yil geçmesine ragmen, MIT'in ve polisin yaninda, bazen de karsisinda, yaygin ve güçlü bir jan­darma istihbarat agi bulunmaktadir. Susurluk'un gelip daya­ninca tikandigi, Ergenekon Davasi'nin sim­dilik bas sanigi Veli Küçük ün resmi görevindeyken iki yil boyun­ca emir komuta ettigi JITEM 'e herhangi bir hükümet kismen dahi olsa müdahale edememistir.Çünkü ordunun  emeklide olsa bir mensubunun hem de bir orgeneralin savcinin emriyle emniyet güçleri tarafindan sorgulanmak üzere gözaltina alinmasi tarihte bir ilktir.
Dönemin Cumhurbaskani Süleyman Demirel, 1996 yilinin Kasim ayinda ortaya çikan Susurluk Skandali’nin ülkemizdeki sansasyonu devam ederken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapisini su özlü sözle tarif etmisti: "Bakanlar Kurulu siyasî bir müessesedir. Ama Milli Güvenlik Kurulu devlettir." Demirel bu söyledigi sözle Milli Güvenlik Kurulunun hükümetten daha güçlü bir yapiya sahip oldugunu belirtmistir.
1996 yilinda Susurluk Skandali vesilesiyle açiga çikan birtakim rezil durumlar ya da 2000 yilinda Genelkurmay Baskaninin onayini almadan bazi kuvvet komutanlarinca yürütülen darbe girisimleri gibi ar­kadan dolanma faaliyetleri, ne zaman hangi derecede resmi dene­tim altinda bulundugu henüz anlasilamayan Ergenekon isimli terör örgütlenmesinin bu denetimin disinda gerçeklestirdikleri eylemlerinin devletimiz açisindan yargilanmasi önemlidir. Mesela PKK’nin uyustu­rucu baglantilarini kesme amaciyla bir dizi kirli operasyon yü­rütülür, ama bu arada resmi görevlilerin bir kismi hazir ortama girmisken bu isten kendilerine pay çikarma sevdasina kapilarak sonunda, askeri helikopterle eroin tasindigi iddialarina varan skandallar patlak verir.Ya da hesap sorulmayan, astigi astik kestigi kestik silahli timler olusmusken, bunlar kendi hesaplarina adam kaçir­ma, haraca kesme, kafalarini bozani öldürme eylemlerine kalkismislardir.Yesil isimli bir kötü adam ortaya çikmistir. Susurlukun skandal olarak medyada gösterilmesi, bu tip yoldan çikmalari belirtmekteydi.
Burada esas olan mesele bir jandarma genel komutaninin, diger kuv­vet komutanlari ve Genelkurmay Baskanina ragmen kendi ba­sina darbe yapmaya kalkismasi olayi degil, Ergenekon sorusturma­sinin en önemli isimlerinden Veli Küçük' ün Tuggeneral rüt­besiyle resmi emir komuta düzeni içerisindeyken yaptiklari olaylardir.
Türk toplumu, as­linda bakarsak devletin kendine ait saydigi bir alanda, izin verildigi oran­da ve uygun görülen tarzda yasayabilen bir toplumdur.
Milli Güvenlik Kurulu ya­yini olan Devletin Kavram ve Kapsami, isimli kitaba göre;
 "Devletin ögelerinden mil­let..." diye basliyor. Bireylerin çikarlari falan, tamam, ama bütün bireyler bir araya gelip milleti olusturuyor ve ancak devletin bir ögesi olabiliyorlar. Ayni sayfada, bir sonraki paragrafta, devletin belli basli un­surlari söyle sayiliyor
Bir halk yani devlete bagli uyruklar (tebaa),
Bu halkin üzerinde yasadigi toprak
Ve bu toprak üzerinde yasayan halkin düzenini saglayan or­tak yasalar.
Görüldügü üzere, devletimizi kabul edip etmeme makamin­da birileri var: Öbür devletler. Bir de, devlete bagli, yani aslina ait birileri var: bir halk. Buradaki hiyerarsi hakkinda uzun boylu laf etmeye gerek yok. Uyruk-tebaa kavraminin böylesi­ne rahat kullanilisi ek izahati gereksizlestirmeye yetmezse, bi­ri ötekine bagli olan iki varliktan, haliyle, birinin asli ötekinin tabi konumda olacagina dikkat çekilebilir. Gövde var, ülke. Onun cani, ruhu var, millet veriyor. Peki, bas nerede? Milletin ve ülkenin hayrina gerekli gördü­gü çalisma ve uygulamalari serbestçe yapan, millet ve yurdun güvenligi için gerekli görecegi kuvveti teskilatlandirip gerekti­ginde kullanan kimsede bastir.
Devlete verilen vergi devletin yaptigi görevlerin karsiligi verilen bir ücret olarak kabul edilemez. Hizmet millete yapildigina göre, millet bunun parasal yönüne katilmak zorundadir. Hizmetin millete yapilmasi ne anlama geliyor acaba. Yapilmamasi da mümkün müdür. Millet bunun parasal yönüne katilmak konusunda istek­siz davranirsa ne olur.
MGK kitabinin yazarlarina göre, evrendeki canli-cansiz bütün varliklarin bir varolus nedeni vardir. Kendilerine özgü islevleri de buna göre sekillenmektedir. Bu kitaptaki tanima göre penguenlerin ve çali çirpinin bile onsuz edemeyecegi böy­le bir evrensel yasadan devletlerin bagisik olmasi da haliyle düsünülemiyor. Her devletin kendine ait bir varolus nedeni vardir. Her devlet ve millet bunu bilmeli ve bunun bilincinde olmalidir. Varolus nedeni" nasil tespit edilecekmis? Bilimsel, akila ve gerçekçi yöntemlerle. O halde bu isi dagdaki çoban veya te­levizyondaki mankenin, uluorta toplanmis kalabaliklarin yap­mayacagini tahmin edebiliriz. Kim yapacak? Kim tespit edecek devletin varolus nedenini? Buna kisaca "uygun birileri" diye ce­vap versek uygunsuz mu olur?
Evet, uygun birileri bunu tespit edecek, bütün millet hem bilecek hem bilincinde olacak. Sadece bilmesi yetmiyor ya­ni. Bilincinde olmanin ayrica vurgulanmasi, bilinecek olan o seye göre davranilacagini belirtmek, varolus nedeni kavra­minin operasyonel bir içerik tasidigini göstermek Için. Istiklal Marsi'nin on kitasini ezberletmekten farkli bir durum.
MGK kitabina göre milleti devletin etrafinda bü­tünlestirmek ne demek? Kitabin yazarlari, devlet iradesi disida bir de milli irade’nin bulunmasindan yana degil anlasilan. Burada tek irade altinda bütünlesilmesi, hedef olarak konuyor.
Bu noktada, yasadigimiz topraklarda hüküm süren, devletin varolus nedenini ögrenebiliriz artik. Türkiye Cumhuriyetinin varolus nedeni; Türk vatan ve mil­letinin ebediligine, Türk Devleti'nin kutsalligina dayanir. Türkiye Cumhuriyetinin varolus nedeni: Türk Milleti’ni, milli birlik ve bütünlük içerisinde, milli kültür ve öz degerlerine uygun olarak, çagdas, medeni ve adil bir yönetimle barisi, huzuru ve refahi sürekli kilarak ebediyen yasat­maktir.
Türkiye Cumhuriyetinin varolus nede­ni, üç seye dayaniyor;
Türk Devleti'nin kutsalligi
Türk milletinin ebediligi
Türk vataninin ebediligi.
Oldukça elestiriye açik bir kavram olan ve bizzat bu kitabin yazarla­rinin bile yaptiklari çesitli tarifler nedeniyle asla açiklayamaya­caklari su kutsallik, gelip her seyin dayandigi asli kavram oluyor. Ne bu? Din mi? Devlet dini mi? Devlet sinirlari, baska devletlerle antlasmalar yapilarak vs. çizil­digine göre, bu kutsallik, önüne gelenin içine elini daldirabildigi bir kutsallik mi?
MGK kitabi, devletin kavram ve kapsamini tarif etmiyor; bizi bir devlet dinine çagiriyor. Bu kutsal durumdan uzaklasip basit insanlarin sorunlariyla ugrasalim. Kürt sorunu, 1923'ten itibaren, otoriter devlet ve yönetim geleneginin önemli bir tasiyicisi olmustur. Kemalizm Kürt sorunu­nu gericilikle mücadele kisvesi altinda sürdürmeye özen gös­terdi. Böylece hem kendi ilerici mesruiyetinin zedelenmesini hem Türk unsurlar arasinda Kürt sorunu konusunda karsi bir tavir olusmasini engelledi. Bir yandan, rejime sadik Kürt seyh ve agalarini milletvekili tayin ederken, diger taraftan Dogu Anadolu'da gericilikle mücadele adi altinda Kürt seçkinlerinin gücü­nü yikmaya yönelik askeri girisimlerde bulunmustur.
Cumhuriyet döneminde Otoriterizmde; Millî Sef (Ismet Inönü) dönemi olarak tanimlanan 1938–1945 yillan ara­sinda, otoriterizmin dozu düzenli olarak ara ara artar, ama tek-parti bünyesinden ziyade devlet otoritesi için­de yogunlasir duruma gelir. Atatürk dönemin­deki tek-parti yönetimi ile Inönü dönemindeki tek parti yöne­timi arasinda temelde bir fark bulmak güçtür.
         1924 Anayasasinda yer alan ama Mustafa Kemal ve Ismet Inönü’nün Cumhurbaskanliklarinda uygulanmayan Meclis üs­tünlügü ilkesi, çogunluk partisinin olusturdugu parti meclisi­nin üstünlügüne götürür. Bu da, o partinin lider oligarsisinin kendini milli iradenin tek ve gerçek sözcüsü olarak görmesi­ne yol açar.
DP'nin siyasal özgürlükleri kisitlama girisimleri, üniversite mensuplarina siyasi faaliyette bulunma yasagiyla baslar, 1950'de yürürlüge giren Basin Kanunu'na bir yil sonra yasaklar ve ki­sitlamalar getirilmesiyle devam eder, CHP mallarinin müsade­resine, siyasi partilerin kapatilmasina, muhalefete oy veren se­çim bölgelerinin cezalandirilmasina, parti faaliyetlerinin kisit­lanmasina, kamu görevlilerini re'sen emekliye sevk etme yetki­sinin idareye taninmasi gibi önlemlere kadar uzanir.DP yönetimi, otoriter gelenegi sürdürürken, halk destegi­ni saglamak için muhafazakâr temalari ön plana çikarir ve asker sivil bürokrasinin iktidarini zayiflatacak girisimleri devreye so­kar.
DP yönetimi, otoriter gelenegi sürdürürken, halk destegi­ni saglamak için muhafazakâr temalari ön plana çikarir ve asker sivil bürokrasinin iktidarini zayiflatacak girisimleri devreye so­kar. Bunlar otoriter gelenek içindeki kutuplasmayi artirir ve gerginligi tirmandirir. Demokrat Parti, otoriter siyaset gelene­ginin araçlarini kullanmaktan çekinmemesine ragmen, otori­ter devlet yapisini sarsici bir islev görür.
Popülizm, DP siyaseti içinde Ön plandadir. Popülizmi, geleneksel devlet otoriterizmi güçlerine karsi bir toplumsal taban olusturmak amaciyla aktif biçimde kullanir. Buna tepkinin askerî darbe biçiminde tezahür etmesi, Cumhuriyet rejiminin aslî kurucu dinamiklerini açikça ortaya koyar. Darbeyi sadece DP uygulamalarina karsi tepki­ye indirgemek dogru degildir. Unutmamak gerekir ki, 1950 se­çimlerinden hemen sonra TSK içinde darbe konusu konusul­maya baslamistir. 1957'deki 9 subay olayi öncesinde orduda çesitli gruplar bu konuyu amatörce bir heyecanla konusmak­tadir. 27 Mayis darbesinin esas motivasyonu, seçimleri DP'nin kazanmis olmasidir. DP'nin anti-demokratik olarak yaptiklari ise dar­beyi olgunlastiran etmen olmustur.
1924'ten 1950'ye kadar TBMM içinde­ki en güçlü sosyal grubu olusturan asker kökenli milletvekille­ri, 1950'de Meclis'in yüzde 3 üne düser. 26 yillik CHP iktida­rinda, Milli Savunma Bakanlarinin hepsi asker kökenliyken, DP hükümetlerinde Millî Savunma Bakanlari, tek istisna disinda, si­vilden gelmislerdir. 27 Mayis askeri darbesi, bir özlemin yani sira, bir tep­kinin ifadesidir.
Ordu gölgesinde 2. Cumhuriyet
1961 Anayasasi, baslang bölümünde, Türk Silâhli Kuvvetleri'ne millet adina yönetime el koyma yetkisi tanimaktadir. Türkiye’de egemen güç, kisi kisi degil ama kurum olarak TSK yüksek komuta heyetidir. Otoriterizmin önemli bir tezahürü olan sivil siyasete güvensizligin ifadesi, 1962 yilinda islemeye baslayan Milli Güvenlik Kurulu'dur. Yaratilan MGK, Bakanlar Kurulu'na es düzeyde bir konumdadir.
27 Mayis darbesini yaparak, asli siyasal gücün kimin elinde olundugunu toplumsal bilince kaziyan Türk Silahli Kuvvetleri, 1961–1971 yillari arasinda kendi içindeki hiyerarsi disi birkaç darbe girisimini de bertaraf eder. Askeri yargida Danistay'in devreden çikma­si ve bunun yerini Askeri Yüksek Idare Mahkemesinin alma­si anlamlidir. Danistay'in tasarruflarindan AP de son derece sikâyetçidir. Bunun yaninda, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde askerî hâkimlerin yer almasiyla yargi askerilestirilir. Her iki parti de, genetik olarak otoriterdirler. Komünizm umacisinin siyasal planda araçlastirilmasi yoluyla, asli siyasal otorite nezdinde mesruiyet elde etme stratejisi uy­gularlar.
Ordu yönetiminde otoriter 3. Cumhuriyet
Bu olay yeni bir süreç degildir. Cumhuriyetin kurulusundan buyana bir alt akinti ya da fiili durum olarak geçmisten gelen güçlü yürüt­me ve güçlü devlet dinamigi, önce 1961 yilinda parti hükümeti kar­sisinda güçlü askeri bürokrasi biçiminde, sonra 1982 yilinda, hem parti hükümeti karsisinda daha güçlü bir askeri bürokrasi hem de yasama yürütme yargi karsisinda güçlü ve denetimsiz bir Cumhurbaskani seklinde kanunilik kazanmistir.
Kürt sorunu konusunda aykiri bulunan her türlü düsünce, tavir ve renk kompo­zisyonuna karsi kendini belli eder.1990’lar Türkiye'si için bir turnusol kâgidi is­levi görür. Örnegin DEP' in kapatilma davasinda DGM savci­si, bir siyasal partinin kapatilmasina neden olacak suçlar liste­sine, siyasal eylem suçu’ nu da ilâve eder.
Dokunulmazliklari kaldirilan DEP milletvekil­lerinin Meclis içinde Emniyet güçleri tarafindan tutuklan­masi, iç devletin Meclise verdigi, Meclisteki çogunluk milletvekilinin de isteyerek kabullendigi bir gözdagi olmustur.
 
Türkiye’de demokratiklesme macerasi çok zor bir yolda devam etmektedir. Iki farkli otoriterizmin çatistigi bu zorlu yolda devam etmek, son derece istikrarsiz bir yolda devam etmek demektir. Bu zorlu yolda muhtemelen kazalarda olacaktir. Bu otoriter patika yoldan çikma macerasi tehlikeli ve heyecanli olacaktir.

Benzer Kitaplar