Modern
çag öncesi ve sonrasi solun, bir dizi iktidar deneyimleri olmustur. Çesitli
cografyalar ve çesitli kültürler içinde pek çok "sol" iktidar
deneyimi gözlemlemek mümkündür.
Ben burada kendimi modern cag ile
sinirlayacagim.
Modern solun iktidarla bulustugu ilk
tarihsel nokta, Fransiz Devrimi ve onu iktidarla bulusturan ilk hareket,
Jakoben hareketidir. "Devrimle Gelen" bu iktidar, sonraki sol
deneyimlerde adeta "devrimci sol"un iktidar prototipini olustururken,
"iktidar sahibi solcu" tipinin de ruhunu vermistir.
Robespierre ve Saint Just ile
baslayan, devrimci iktidarin sahibi olan solcu tipi, günümüze kadar uzanan uzun
bir zincir olusturmaktadir. Bu zincire Lenin, Trocki, Stalin, Dzerjinski,
Dimitrov, Mao, Kim il Sung, Ho Chi Minh, Fidel Castro, Che Guevara gibi pek çok
degisik halka eklemek mümkündür.
Bir de devrimle gelmeyen solcu iktidar
sahipleri vardir. Hemen akla gelen birkaçi, Salvador Allende, Olof Palme,
Felipe Gonzales, François Mitterand ve digerleridir.
Ilk bakista, kosullan acisindan, devrimle
gelenler, avantajli görünürler. Sol, daha önce olmayan yeni bir toplumsal düzen
getirecegine göre, önüne çikacak engelleri çig gibi süpürecek devrim dalgasi,
ortaya ya beyaz, ya da beyaza yakin bir tuval çikaracak ve yeni resim de buraya
yapilacaktir.
Eskilerin dedigi gibi, "Muhayyel
olan mükemmeldir." iste bu "mükemmel hayaller", neredeyse bos
bir alan bulmuslardir ve buraya insa edilmeleri gerekmektedir Bir sanatçi ve
bir entelektüel için inanilmaz bir olanak! Böyle bir olanak, bütün solcular heyecanlandirmistir.
Jakoben iktidari kisa sürmüs, bu olanagi sonuna kadar kullanma firsati,
solcularin karsisina bir daha ancak 1917'de çikmistir.
Bu nedenle Bolsevik olmayan bir kisim
Rus solcusu disinda, hemen tüm dünya solculari Bolsevik Partisi'nin 1917
Kasim’inda Rusya'da militan bir darbeyle iktidari ele geçirmesini çilginca
alkislamislardir. Bu iktidar, dünya solunda *-Rus solu hariç- o kadar büyük bir
konsensüs yaratmistir ki, o güne kadar iktizan kategorik olarak elestiren bir
dizi anarsist grup dahi, Bolseviklerin varliginda yeni bir dünya görür gibi
olmuslardir.
Lenin, "Kan ve atesle" gelen
bir Mesih, Trogki'nin "Kizil Ordu"su cennetten dünyaya inmis bir
melekler ordusudur. Söz konusu olan "son bir savastir"; Armageddon.
Bu savas ne pahasina olursa olsun kazanilmalidir, çünkü ondan sonra artik
savaslar, yoksulluk ve her turu ile kölelik ortadan kalkacaktir.
O günlerin atmosferinde, pek az solcu
bu genel destek ve cosku havasinin disinda kalabilmis ve yine pek azi Rusya'da
gerçekten ne olup bittigine ilgi duymustur. Oysa Feliks Dzer-jinski gökten
çalismaya baslamistir bile.
Sol kamuoyu ve militanlar söyle
düsünmektedir; solun makus tarihi sona ermis, "uygulanmasi için bir firsat
bulunacak olsa, her sorunu çözecek düsler" uygulama alani bul-mustur. Sol
"loser" (Müzmin kaybeden) olmaktan çikmis, kazanabilecegini
göstermistir. "Acemi sol el" kilici kabzasin-dan saglamca tutup,
Gordion dügümünü bir vurusta kes-mistir. "Kazanan solcu kahraman"
tipi, alisilmis solcu tipini bir kenara iterek, yepyeni bir görüntüye ortaya
çikar. Yeni bir mitoloji yaratilmaktadir. Daha düne kadar takim elbiseli,
kravatli, gözlüklü bir entelektüel tipi olan Trocki, üzerinde üniformasi,
basinda kalpagi, belinde kiliciyla birlikleri teftis ederken görüntülenir.
Ortada henüz Israil Devleti de yoktur ve bu görüntü ayni zamanda, tarihin ilk
Yahudi generaline isaret etmektedir. Bu görüntüler afislere dönüsür, afisler
önce dünya solunun ofislerini, sonra dünya sokaklarini süslemeye baslar.
"Kizil Süvariler", bu apansiz geliveren iyilik ordusunun
pegasuslari", dünya solcularinin düslerine girer. O günlerin solcusu,
adeta "solcu asker dogar" gibisinden bir havaya bürünmüstür.
"Kötülükle savasma ve tuvali beyazlatma
yüksek ruhani konseyi"nin afislerden uzak duran büyük bas melegi Dzer-jinskinin
bile çekilmis bazi karelerini görmek mümkündür. Bir sürü adam ve silah
arasinda, çamurlar içinde, devrimin yolunu temizlerken görülür.
Kaybeden dervislerin, "Kazanan
Saf evi atlilari"na dönüsümü gibi bir seydir bu. Silahlar, kiliçlar,
atlar, zirhli araçlar solun hizmetindedir artik. Trenlerin bile "kizil”i
vardir. Solun izinde hizla güçlenen bu savasçi mitolojisi, belki de Sol i^in
tarihin en sakinilir kavrami olmasi
gereken bir kavrami, "semavi bir kahramana dönüstürür. Öyle ki günümüzde
bu egilimin uzanilan, birtakim "subcommandante"leri, "Yesil Doga
Savasçilari" "Hayvan Haklari Savasçilari" gibi absürt örnekler
verebilmektedir. Oysa, benim için geçerli bir sol tahayyülün belki de ilk
hedefi, bu "belali tip"ten, bu "sert erkek"ten, bu
"avci-savasçi" pathos'undan kurtulmak olmalidir. Ama iktidar solu
büyülemistir bir kere. Sag ise, iktidar-da oldugu dünyanin geri kalaninda,
pisip kalmis, ideolojik ve kültürel sahalarda solun karsisina çikamaz olmustur.
Tek düsünebildigi, bu gelisen "heyula”nin gelisim alanlarini nasil
sinirlayabilecegi, kendisini, pek zor günlerin bekledigi ya-km gelecege nasil
hazirlayabilecegidir.
Iktidar büyüsünden ilk siyrilanlar
ise, solcu entelektüeller ve Bolsevik olmayan sol hareketlerin lider kadrolar
olmustur. Bunlar, iyice ümitsiz durumdadir. "Cennet’ten birbiri ardina
katliam haberleri gelmekte, ellerindeki kisitli olanaklarla bunlari duyurmaya
ve protesto etmeye çalismakta, bunu yaparken sag ile ittifak kurmamaya, solcu
kalmaya ugrasmakta ve bu arada da kendilerini "komünistler-den"
kurtarmaya çabalamaktadirlar. Ve "devrim", Rusya'da kisa sürede, tüm
Çarlik yönetimlerinin öldürmeyi basardigi solcudan daha fazlasini öldürmeyi
basarmaktadir.
"Yeni toplum" beyaz üzerine degil,
"kirmizi" üzerine kurulacaktir artik. Bu, bayragin degil, kanin
kirmizisidir. Katliama dönüsen kollektiflestirmelerden, "bu olmadi"
sunu deneyelim" derken, ölüme terk edilen ya da öldürülen, binlerce
insandan bahsetmek istemiyorum. Meraklisi, bu gün bu sürecin kaynaklarina rahatlikla
ulasabilir ve merakini giderebilir. Ama "devrimle gelen" hiçbir sol
iktidar, su en basit insanlik hesabim verememistir, "insanin kisiligi,
güç, sahibi oldugunda ortaya çikar."
Devrimle gelmeyen sol iktidarlar ise genellikle "kurtulus"
degil, "daha iyi", daha esitlikçi ve daha demokratik bir toplum gibi,
nispeten mütevazi hedefler öngörmüstür. Bunlar, solun olmasi gereken sivil
tutumunun disina çikmamislar ama, günlerini, "genel secin" gibi bir
mekanizmadan ve arka planda onu olusturan "image-making"ten aldiklari
için güçleri sinirli kalmis, genellikle de yerlerini bir ya da birkaç. secim
sonra sagci alternatiflerine birakarak ve yine genellikle; -agizda fena
olmayan- bir tad birakarak iktidardan ayrilmislardir. Salvador Allende'nin
trajik ve namuslu sonu disinda...
Bir “üçüncü sol”tavir daha
vardir.Iktidara mesafeli duran, iktidari ele geçirmeyi hedeflemeyen bir sol
tavir. Burada anarsistlerden söz etmiyorum. 19. Yüzyil sonu ve 20. Yüzyilin
hemen basinin anarsistlerinin ancak bir kismi, bu, iktidar-la sinanma
surecinden, geçer not almislardir. Proudhon Bir "üçüncü sol" tavir
daha vardir. iktidara mesafeli duran, iktidari ele ve Kropohtin bunlardan akla
gelen ilk isimlerdir. Ama ben burada esas olarak, baska bir örnekten söz etmek
istiyorum. Kendisini solcu olarak tanimlamamis, ama belki de 21. Yüzyil
solculari için en büyük ilham kaynagi olabilecek bir figürden, "Mahatma
Gandhi"den.
Yirminci yüzyil tarihini en çok
etkileyen kisilerden biri olan Gandhi, sömürge bir ülkeden, yeni bir toplum
yaratmayi basar mis bir hareketin çekici gücü ve ilham kaynagidir. gücünü bir
devrim ya da bir ordudan almamistir. Gücünü yine binbir manipülasyona açik bir
genel seçim sonucu, "sayilan geçerli oylardan " da almamistir.Ama
seçimle ya da devrimle iktidara gelen hiçbir lider, yukarida sözünü ettigimiz
insanlik sinavinda, Gandhi'yle not ölçüstürmeye kalkamaz. Gandhi, siyaseti
pratikte yeniden tanimlamistir. "Hareket halinde" bir dogrudan
demokrasi olusturmus, "kamu-oyu yoklamalarini yürürken yapmistir. Bu, onun
birinci önemli özelligidir.
Bunun kadar önemli ve yine daha önce
saydigimiz isimlerin hiçbirinde bulunmayan bir baska sey daha vardir onda. O,
toplumsal bir dönüsümün, kisisel bir dönüsümle birlikte olabilecegini; kilsîsel
bir dönüsümün ise, ancak kisinin kaçinilmaz varolussal sorularini ve bu
sorulara getirilen cevap önerilerini de içerirse olanakli olabilecegini
görmüstü. Modern çag öncesi "sol" hareketlerinin hemen hepsinin
gördügü bu durumu, modern çagda önce o gördü.
O sadece toplumsal degil, ama ayni
zamanda metafizik bir dönüsümle de ilgilendi. Dünya "kamuoyu" - ki bu, o
donemde ancak "Bati"daki ülkelerde vardi - sagcisi ve solcusu ile
onda hemen ayni seyi gördüler. "Üsütük bir yalana peygamber."
"Basi kabak yalinayak" bir dervis - kesis - bapu. Çünkü aslimda sagci
ile solcu, modern zamanlarda ayni metafizigi paylasiyorlardi. Her ikisi de ayni
metafizik devrimin birer parçasiydilar.
"Gerçekte, belli bir donemde
toplum bireylerinin benimsedigi en yaygin dünya görüsü, o toplumun ekonomisini,
politikasini ve törelerini de belirler. Metafizik degisimler, yani büyük
çogunlugun benimsedigi dünya görüsündeki kökten ve toptan dönüsümler, insanlik
tarihinde ender görülür. Bu duruma bir örnek olarak, hiristiyanligin ortaya
çikisi anilabilir.
Metafizik bir degisim, en uç noktalarina
degin, hiçbir direnmeyle karsilasmadan gelisir. Ekonomik ve politik sistemleri,
estetik yargilari, toplumsal hiyerarsileri hiç; önemseme-den silip süpürür. Bu
degisimin akisini, yeni bir metafizik
degisimin ortaya çikmasindan baska, hiçbir insan gücü
durduramaz.Metafizik degisimlerin ille de, zaten çöküs içindeki zayif düsmüs
toplumlara musallat oldugu söylenemez. Hiristiyanlik ortaya çiktiginda, Roma imparatorlugu gücünün
dorugundaydi. Çok iyi örgütlenmis, o günlerin dünyasini egemenligi altina almisti.
Teknik ve askeri gücünün üstüne yoktu... Çagdas bilim ortaya çiktiginda da,
Ortaçag Hiristiyanligi, insani ve evreni açiklayacak bir dizge durumundaydi...
Bunlarin hiçbiri yikilmasini önleyemedi.”
iste modern sagci Ve solcunun
paylastigi ortak metafizik, bu, "çagdas
bilim",Metafizigiydi.Metafizik tehdide karsi ortak tavir aldilar. Gandhi
kadar önemli oIup' kendi çaginda, ülkesi disinda bu kadar yalniz kalmis biri
daha yoktur.
O, kendisini bir Sembole dönüstürmüstü
ve "sembolik yapilarla" buradan aldigi güçle oynuyordu.
"Kapitalist toplum, süphesiz tek bir toplumsaI olusum ya da bir olusumlar
salkimidir. Ve onun teknigi, (yine Sahlins'e basvurursak), "ekonomik
sistemin sembolik belirlemeden kurtulmasi olgusundan degil, fakat ekonomik
sembolizmin yapisal belirleyiciliginden" olusur
Gandhi'nin bu durumu kavradigina en önemli örnek, meshur
"Tuz Boykotu” dur.
Bu kavrayis, onun yarattigi toplumsal
hareketi, modern solun hemen her örneginde oldugu gibi,kisiyi ”metafizik
sorulariyla basbasa birakma" tavrindan uzaklastirdi. Derin bir toplumsal
dönüsüm,örnegin; ekonomideki "gereksinim" ya da "insanlarin
sonsuz ihtiyaçlari" kavramlarinin çevresinde dönemez. Bir toplumsal
dönüsüm, bu kavramlarin yarattigi sorulara farkli cevaplar veren sol ve sagin
yapabilecegi bir is degildir. Burada sembolik yapiyi dagitacak soru; Ihtiyaç nedir?” sorusu ya da cevap;
"Benim sonsuz ihtiyacim yok ki" cevabi olacaktir. Gandhi bunu
çok iyi görmüstü. Ama yalnizdi.Enazindan
ülkesi disinda...
Yeni sol ve dolayisiyla yeni bir sag,
ancak yeni bir metafizikle mümkün olacaktir.Herkesin "zincirlerinden baska
kaybedecegi" çok seyi var. önce hayati, sonra bu hayatin tasidigi muazzam
yaratici potansiyel ve sonra da bu yaraticiligin ortaya çikmasini engelleyen
yapilara karsi direnme gücü. Bu güç, ancak kisinin "kendi içine
bakma" riskini üstlenmesiyle ortaya çikarilabilir, bu da, metafizik
pratikten baska bir sey degildir.
"Zincirlerinden baska kaybedecek
hiçbir seyi olmayan" bir özne karsisinda, söylenebilecek tek sey vardir;
"Hiçlikten ancak hiçlik dogar."(l)
ÖNSÖZ
Tarihin bilinen en eski milletlerinden
biri olan Türk'ün ve devletinin her donemde düsmanlari olmus, onu içerden ve
disardan yikmaya, tarih sahnesinden kaldirmaga çalismistir. Devletin
kuvvetliligine bagli olarak bazen içerde, bazen ise disarida yogunlasan bu
tahrip unsurlannin çogu defa isbirligi yaptigi da bilinmektedir. Yine
bilinmektedir ki, ülke içindeki zaaflardan azami istifade imkanlari ara-yan,
Türk'ün vatan ve milletini parçalama ve yok etmege yönelmis bu hareketlerde Türk'ün
gelismesinden korku duyan, Türkiye üzerindeki oyunlardan menfaat uman
geleneksel düsmanlarla, asagilik duygusuna sahip düsmanlastirilmislar ve
isbirlikçiler birlikte hareket etmisler ve halen de etmektedirler.
Yillardir ülkemizde azinlik bir kesimi
temsil eden ve adina 'sol' denilen ^ati altinda odaklanmayi tercih etmis,
çesitli fraksiyon ve eylem tarzlarinda karsimiza çikan, asil özelligi milletin
direnç noktalarina karsi olma ve 'milli' olan her seyi reddeden bir güruh
bulunmaktadir. Bunlar kimi zaman darbecilerin arkasinda, kimi zaman sokak
hareketlerinin içinde, kimi zaman basinin ve medyanin köselerinde, bazen de
devletin bir kesiminin karsinda digerinin yaninda olabilmektedir. 9 Mart 1971
tarihinde kursaklarinda kalan rüyanin baska bir formda, baska bir zamanda
gerçeklesecegi ümidiyle yasanlar da bulunmaktadir.
Bu amaçla hareket eden ve ülkeyi darbe
ortamina hazirlayan THKP/C, THKO, TIIKP, MLSPB, Dev- Yol, Dev- Sol 1970-1980
arasi en kanli terör örgütleri olarak tarihe geçtiler. Bunlar yüzlerce cinayete,
bombalama ve soygun olayina imza atti. Ülkücü gazeteci-yazarlar; ilhan
Darendelioglu, ismail Gerçeksöz, Kemal Fedai Coskuner, Cemal Adalmis, Erdogan
Hançerlioglu, Ahmet Oguzhan Dokuztuglu, Yahya Aktas, Mürsel Karatas, Gümrük ve
Tekel Bakani Gün Sazak ve binlerce ülkücü genç bu örgütler tarafindan bir
destebilizasyon faaliyeti i^inde katledildiler. Bu örgütler askeri savcilari,
subaylari, generalleri, polisleri, askerleri de katlederek yelpazeyi
genislettiler. Sag gösterip sol, sol gösterip sag manuplasyon içinde hareket
edenler devletin degil, fakat devletin içine sizmis kraldan çok krala derin
bireylerin desteginden yararlaniyorlardi.
1990 yilinda Italya'da Gladio skandali
patlak verdi... Önceleri komünist isgaline kar§i kuruldugu söylenen Roma kilici
Gladio, daha sonra italyan generalleri, P2 Mason Locasi, ABD ve bazi
komitelerin koalisyonu seklinde devam etti. ABD'nin ülke dinamiklerinden
habersiz olmasindan faydalanan yerli komiteler ve diktatörler, bu teskilati
iktidar emellerine alet ettiler. Gladio bir çok gizli ise bulasti. Zaman
ülkenin demokrasiden uzaklasarak komünizme daha müsait hale gelmesine neden
oldu.
Gladionun sol ayaginin oldugunu çok az
kimse tahmin etmisti ve bazi gerçekler ortaya çikinca büyük bir saskinlik
meydana geldi.
Kizil Tugaylar italya'da faaliyet
gösteren silahli bir sol teskilat idi. Italyan kamuoyunda az da olsa Kizil
Tugaylarin eskiden beri gizli servisler elinde darbecilerin ve demokrasi
karsitlarinin emelleri için manipüle edildigi yolunda bir kanaat vardir.
Kizil Tugaylar küçük ve etkisiz bir
sol fraksiyon olarak biliniyordu. Adini 1970'li yillarda sansasyonel silahli
eylemlerle duyurdu. Örgüt, 1978'de Hiristiyan Demokrat Parti lideri Aldo
Moro'yu kaçirdi. Italya’da ve dünya tam manasiyla bir sok geçirdi. Tereyagindan
kil çeker gibi Aldo Moro'yu alip götürmüslerdi ve bulunamiyordu. Bu örgüt, bu
kadar büyük bir eylemi nasil gerçeklestirebilmisti? O kadar kontrol noktasindan
nasil geçebilmislerdi?
Örgüt Aldo Moro'yu iki ay sorguladi ve
bir 50k bilgiler aldi. Daha sonra da öldürdü. Bu eylem 50k büyük bir tepki
topladi. Devlet suçlamalarin altinda kaldi. Her zaman oldugu gibi tetikçilerin
akibeti ayni idi. Mukadder son gelmisti. Devlet su^lamalardan kurtulmak için
operasyonlara giristi. Bir dizi operasyon sonucunda Kizil Tugaylarin lider
kadrolari ve önemli militanlari öldürüldü, bazilari da yakalandi. Defter
kapatildi.
Yillar sonra meshur bir sol örgüt
liderleriyle yapilan röportajda, "Biz bu örgütün cürümünü biliyorduk,
böyle bir sey basarabildiklerine bir türlü inanamadik" diyordu.
O zamanlar da, Kizil Tugaylar üzerinde
süpheler dolasmaya baslamisti. italyan kamuoyunda Kizil Tugaylarin kullanildigi
kanaatini veren en önemli olay, hedef olarak Aldo Moro'nun seçilmis olmasiydi.
Seçilen hedef tam tersiydi. Niçin Aldo Moro'yu hedef seçilmisti? Halbuki ilimli
bir lider idi. Hatta komünistlerle de anlasarak o yillarda Italya'yi kasip
kavuran terörü durdurmayi hedefliyordu. Tarihi uzlasma planini ortaya atmisti.
Komünistlerle koalisyon kurma hazirliklari yapiyordu. Aldo Moro öldürüldükten
sonra da kimse bu 'tarihi uzlasma' lafini agzina almadi.
Yine, Kizil Tugaylarin kullanildigi
kanaati kuvvetlendiren diger bir olay ise; Yüksek Hakimler Konseyi Baskan
Yardimcisi Hakim Bachelet'in öldürülmesiydi. Bachelet, konseyi P2 Mason Locasi'na
bagli hakimlerden temizleme karari almisti. Bu karardan üç hafta sonra Kizil
Tugaylar tarafindan öldürüldü. Bilindigi gibi P2 Mason Locasi, 1995'te yapilan
'Temiz Eller Operasyonu'nda mafyayla iç içe geçmis oldugu için kapatildi. Loca
Gladioda alinan önemli kararlarda söz sahibiydi ve Gladio'nun sivil uzantisi
olarak çalisiyordu. Faaliyetlerini siyaset ve is dünyasinda itibarli olan
masonlukla maskeliyorlardi.
Daha sonra baslatilan temiz eller
operasyonunda Kizil Tugaylar'a Gladio elemanlarinin sizdigi tespit edildi. Bu
elemanlar çok zor ve tehlikeli görevleri basarabiliyorlardi. Bir çok hususta
örgütün önünü açabiliyorlardi. iyi egitimli idiler. Para sikintilari yoktu.
Haraç toplama ve soygun hususunda da basarili idiler. Tabi bütün bunlar bu elemanlarin
sahsi kabiliyetlerine veriliyordu ve örgütte büyük itibar görüyorlardi. Bir
yerlerden destek gördüklerinden kimse süphelenmedi. Süratle üst kademelere
yükseldiler. örgütü yönlendirmeye basladilar. Kimisine göre de örgütün üst
kademesi tamamen istihbarat elemanlarindan olusuyordu. Ama bu isbat edilemedi.
Zaten bütün dünyada geçerli olan kural, tamamen elde etmek yerine, sizma ve
yönlendirmenin daha etkili ve sonuç alici oldugudur.
Bu hususun üzerinde durmak istiyoruz.
Çünkü benzeri uygulamalar Türkiye'de de yapildi. DHKP/C (Dev- Sol) lideri
Dursun Karatas defalarca güvenlik görevlilerinin elinden kurtuldu. 12 Mart 1971
döneminin ünlü sol teröristleri, o dönemdeki bazi zor bombalama eylemlerini
nasil gerçeklestirdikleri soruldugunda, kontrol noktalarindan bazi üst seviye
görevlilerine ait resmi plakali arabalarla geçtiklerini ifade etmislerdir.
Bilindigi gibi bu görevliler daha sonra da anarsiyi önleyerek kahraman
olmuslardi.
Bu eylemlerin bizce en önemlisi israil
Büyükelçisi Efraim Elrom'un öldürülmesidir. Bu eylemin üzerindeki perde ayni
zamanda "odak" noktadir. Odak nokta yorumu Sol'un Filistin
kamplarindaki faaliyetlerinde illiyet bulup Mossad'da açilimlasmaktadir.
Filistin Rüyasinda anekdot açilimlari isaret fiseklerini yildizlastiran noktadir.
Bu yönlendirmeler ve kollamalar
sayesinde adi sani duyulmamis örgütler birden parladi. Devlete karsi
çatismalarda basta hiç kayip vermiyorlardi. Hiç yakalanmiyorlardi. Para
kaynaklan birden büyüdü. Militanlar için cazip gelmeye basladi. Süratle militan
toplamaya basladilar. Diger gruplarla girdikleri mücadelelerde hep kazandilar.
Bu gün komünizm agir bir darbe yemis
durumdadir; fakat, bir çok yerde Gladiolar hala yasamaktadir. Peki bundan sonra
bunlar kime hizmet edecekler ve hangi yöne yöneleceklerdir? Bunlarin geçmiste
darbelere katilmis olduklari artik bellidir, ileride ayni seyi yapacaklar
midir?
Burada misyonun adresi ulusalci
kimlige sahip aydinlarin tek faali meçhul edilmesinde isaretlenmektedir. Bu
aydinlarin katledilmesi direnç noktalarinin kirilarak derin perspektifleri
anlamli okutmalarina dönüstürmektedir.
Alisan SATILMIS
- Metin TURHAN
--------------------------------------------------------------------
DERINLIGI OLMAYAN DERIN DEVLET
Derin devlet, ayni zamanda degisik bir
gizlilige sahip devlet örgütlenmesi anlamina gelir. Degisik bir gizlilikten
kasit, her devletin sahip oldugu gizli örgütlerden farkin vurgulanmasidir.
Bütün devletlerin asker, polis ve sivil kisilerden olusan, toplumun her
kesiminde örgütlenmis istihbarat birimleri vardir. Bunlar, ayni zamanda eylem
örgütleridir. Toplumsal düzeni su veya bu oranda tehdit ettigine inandiklari
bir gelismeye karsi, ya toplanan bilgi çerçevesinde polis ve ordu gibi resmi
örgütlerin harekete geçmesini saglarlar, ya da dogrudan kendileri operasyon
düzenlerler. Bu arada önemli olan, devletin resmi ya da sivil vurucu güçlerinin
harekete geçmesi için dügmeye kimin bastigidir. Dügmeye basan su veya bu
sekilde seçilmis bir yönetimin Basbakan, içisleri Bakani gibi bir üyesi, ya da
kabinenin tümüyse, harekete geçen derin devlet örgütlenmesinin olanaklarini da
kullanabilir, ama bu, derin devletin eylemi olarak degerlendirilemez.
Derin devletin en önemli ozelligi,
devletin mevcut yasalarina göre bile yasal olmama sidir. Bu devlet, ayni
zamanda illegal devlettir; dolayisiyla onun yapisi ve isleyisi hakkinda
hükümetlerin bilgi sahibi olmasa, ancak -Barbakan ve ilgili bakanlar düzeyinde
mümkündür. Derin devlet eylemleri, gizli eylemlerdir. Bülent Ecevit'in, 1970'li
yillarin sonlarinda kurulan azinlik hükümetinde Basbakan iken, Özel Harp
Dairesi ile ilgili olarak yaptigi degerlendirmeleri hatirladigimizda, benzer
bir durumla karsilasiriz: Ecevit, böyle bir dairenin varligini duymus, daha-si
hissetmis, arastirmis ancak sonuç. alamamistir. Devlet içi bir örgütlenmeden
Basbakanin haberi dahi yoktur. Derin devleti, devletin diger gizli örgütlerden
ayiran en önemli özellik budur.
Baskanlik sisteminin bulundugu ABD ve
Fransa gibi ilkelerde, derin devlet
örgütlenmesinin daha sorunsuz gerçeklesebilecegi söylenebilir. Gizli devlet
operasyonlarinda dügmeye basan, devlet baskanidir. Hükümetin, meclis ya da
senatonun haberi, ancak -o da her zaman degil yillar sonra olur. CIA'nin birçok
ülkedeki darbe girisimleri örnek olarak gösterilebilir. Ya da ABD'nin Iran’la
diplomatik iliskisinin bulunmadigi bir donemde, Iran’a silah satip, oradan
gelen parayi Nikaragua'daki kontralara aktaran CIA'nin bu yasa disi eylemi,
sonunda yarbay düzeyinde bir yetkilinin yargilanmasina yol açmis, yarbayin "yaptigim
her sey ABD Baskaninin bilgisi dahilindedir" sözleri ise fazla dikkate
alinmamistir.
Baskanlik sisteminin bulunmadigi
ülkelerde ise, derin devlet örgütlenmesi daha da gizlidir. Geçtigimiz yillarda
Avrupa ülkelerinde ortaya çikan GLADIO, bir derin devlet örgütlenmesidir;
yikici tehlikeye karsi kurulmustur ve güçlü uluslararasi baglantilara -ABD ve
NATO- sahiptir. Soguk Savas yillari boyunca, Avrupa ülkelerinde kurulmus birçok
hükümetin basbakan da dahil olmak üzere pek çok üyesinin, ülkelerinde böyle bir
orgutlenmenin varligindan haberleri olmayacaktir.
Devletin gizli servisleriyle, derin
devlet örgütlenmesi ayni olmamakla birlikte, birçok noktada kesismeleri, iç içe
geçmeleri de kaçinilmazdir. Kendisini demokratik olarak tanimlayan bir ülkede,
yasal olarak hükümetin ve meclisin denetiminde olmasi gereken gizli servisler,
gerçekte ancak bir bölümüyle böylesi bir denetimin altina girerler. Bir ülkenin
gizli servisleri, yasama organlarinca tümüyle denetlenebildiginde, genel
kabulle olusmus yasalara bile aykiri olarak ger^eklesen derin devlet
örgütlenmesi, neredeyse olanaksiz duruma gelir. Teoride ne denirse densin,
pratikte böyle bir denetim mümkün degildir.
Bati dünyasinin gelismis, gelismekte
olan ya da az gelismis olarak tanimlanan bütün ülkelerdeki derin devletin bir
baska özelligi, en azindan Soguk Savas döneminde, su veya bu oranda ama mutlaka
ABD'nde ya da onun etkinligindeki bir kurulusla baglantili olmasidir. Bu
durumun güzel bir örnegini, gelismis Bati demokrasileri arasinda sayilan
italya'da görebiliriz. Bu ülke, yakin dönemde iki büyük derin devlet
operasyonuna sahne oldu. Ilki, "Al-do Moro" olayidir. italya'da,
donemin en büyük partilerinden birisi olan Hiristiyan Demokratlarin önde gelen
isimlerinden biri olan Aldo Moro, partisinin Italyan Komünist Partisiyle
isbirligi yapmasini savunmakta, bu nedenle de ABD tarafimdan tehlikeli bir ki§i
olarak degerlendirilmektedir.
Kizil Tugaylar örgütüne sizmis olan
Italyan Gizli Servisinin dolayli tesvik ve yardimiyla, örgüt Aldo Moro'yu
kaçirir ve öldürür. (Almanya'da, konuyla ilgili olarak yeni yayinlanan ve Aldo
Moro olayi ile ilgili c,ok sayida belgenin incelenmesine dayanan bir kitapta
konu ayrintilari ile ele alinmaktadir. Kitabin yazarinin, Bati ülkelerindeki
kent gerillasi eylemlerini genel olarak provokasyon ya da polis eylemleri
olarak, nitelendirilmesi de söz konusu degildir.) Aldo Moro gibi önde gelen bir
politikacinin kaçirilip öldürülmesi, Italyan gizli servisi, bu ülkedeki derin
devlet ve CIA'nin ortak operasyonu olarak tamamlanabilir.
Bu üçlü Kizil Tugaylar operasyonunun
araci olmuslardir. Italya da o donemdeki yasama aygitinin büyük bölümünün
-belki de hiç birinin- gerçekte neler olup bittiginden haberi olmadigi
söylenebilir.
Italya’daki ikinci derin devlet
operasyonu, -yine CIA baglantisiyla yapilan bu kez hala netligi bir çok olguyla
iliskilenen Papa suikastidir. Italya’nin önde gelen savcilari bile, yillarca
ugrasmalarina karsin suikasti çözememislerdir.
Bu konuda son örnek Isviçre’den: Soguk
Savasin sona ermesinin ardindan, batinin en gelismis demokrasilerinden birisi
olarak kabul edilen bu ülkede, komünist bir tehlikenin çikmasi durumunda,
ülkede göz altina alinacak ve kamplarda toplanacak kisilerin listesi ortaya
çikmisti. Hükümetlerin, böyle bir listenin varligindan ne oranda haberdar
olduklari ise bilinmiyor. Bu açiklamalardan sonra "derin devlet"
söyle tanimlanabilir: Derin devlet, sürekli olarak ortaya çikmayan, mevcut
düzeninin sürdürülmesinde kullanilabilecek diger olanaklar tükendiginde devreye
giren, gizli ve ülkenin geçerli yasalarina bile, yasa disi olan bir
örgütlenmedir.
Bu tani çerçevesinde, Türkiye'de
1980-2004 yillari arasinda, derin devletin var olmadigi söylenebilir. Derin
devlet, örgütlenmesi, yöneticileri, eylemleri ve bir bölüm kadrosuyla öylesine
ortadadir ki, büyük oranda normal devlet örgütlenmesiyle iç içe geçmis, hatta
bazi anlarda daha da öne çikmistir. 12 Eylül'le birlikte, kendi kurallarinin
tüm geleneklerini de çigneyerek, yogun sekilde saldiran ve her türlü baskiyi,
tüm kesimler üzerinde uygulayan cunta, kendi içindeki sarmalligin çatisma ve
yönelimlerini de oldukça fazla aksettirmistir. örnegin; bu yapida görev
yapanlarin bir takimi, kendiliginden "durumdan vazife çikarmis."
M.H.P Genel Merkezi'ni basip, aramalar yapmislardir. Sonradan, bu islerden
sorumlu Recep Ergun Pasanin açiklamalari, dikkate §ayan ifadelerdir. Ardindan
PKK ayaklanmasi karsisinda, kendisini artan oranda güvenliksiz hissetmis ve
derin devlet, daha da islevsellik kazanmistir. Bu donemdeki bir çok
operasyonun, devlet yasalarinca açiklanmasi, legalitesi yoktur. Faili
meçhuller; toplu infazlar, kaçirilan, sorgulanan ve cesetleri uygun bir yere
birakilanlar; dahasi büyüdükçe kendi kurallarina bile uymayan ve iç çatismalara
sürüklenen bir derin devlet... Bir çok ülkede küçük ama etkin bir örgütlenme
olan derin devlet, Türkiye'de o kadar büyümüstür ki, normal devletin nerede
bitip, derin'in nerede basladigi belirsizlesmistir. Yalniz burada ortaya çikan
isaretler sadece sol manipülasyon teknigiyle okundugundan, "isaret
fisekleri" büyük bir yalan teknigiyle, ülkücü dünya görüsünün
adlandirmalarina dayanak kilinmak istenmistir. Oysa bu derin olgu okumasinin
çok belirgin ifadesinde, bir çok ülkücü magduriyeti söz konusudur.
Hem"asilip, hem öldürülüp, hem iskencelerde katledilenlerinin olmasina
ragmen büyük bir aymazlikla, "imtiyazli çocuklar" olarak lanse
edilmelerinin sosyolojik sebepleriyle birlikte ideolojik sifre kodlarindaki
algi telakkilerinin dönüsüm potansiyeli de, inkari kabil olmayan anlamlara
"dairlik" arz etmektedir.
Son donemde, derin devlet içi çetelere
yönelik olarak gerçeklestirilen ve yüzeydeki bazi iliskilerden ötesine geçmeyen
operasyonlarin amacinin, derin devletin bütünlügü yeniden kurmak ve artik
eskisi kadar ihtiyaç olmadigindan biraz geriye çekilmesini saglamak oldugu
söylenebilir. Sosyal demokrat görüs ve kadrolasmasi hiçbir zaman
dillendirilmeyen Mehmet Agar'in bu yönüne deginilmeden üretilen yaygaralar da,
burada iyi irdelenmesi gereken konularin isaret okumalarindaki manipülasyonun
boyutunu ortaya serer.
DISARDAKI
DERINLIK
Burada disardan kast edilen, Türk
kökenliler degil, Türkiye Türklerinin yasadigi Bati Avrupa ülkeleridir. Devlet,
özellikle de derin devlet, bu alana eskiden beri ilgi duymustur. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin, bu alanin bazi bölgelerindeki kitle orgutlenmenin
temeli, derin devlet tarafindan atilmistir. Bu, garip olmakla birlikte, Türkiye
derin devletinin ozelligine de uygundur. Normal olarak, devlet örgütlenmesinin
ileri bir düzeye ulasmasinin ardimdan olusmasi gereken derin devlet, sik normal
devletin yapmasi gereken isleri üstlenmekte, adeta onun örgütlenmesine yol
açmaktadir. Derin devlet, su veya bu nedenle islemez duruma gelen ya da
yetersiz olan devlete islerlik kazanmaktadir. Disardan verilecek iki örnek
aydinlaticidir:
Ilki;
1980'li yillarda Belçika'daki dinci örgütlenmedir. 12 Eylül cuntasi döneminde,
Belçika’daki Türkiyeliler arasinda, Türkiye devletinin yaygin örgütlenmesini
saglamak amaciyla olusturulan bu örgütlenmenin öncüsü, Özel Harp Dairesi'dir.
Bu tür haberler, genelde ayrintili olarak basinda yer almaz. Derin devletin
Belçika operasyonunun daha farkli oldu ve bir gazeteci, konu ile ilgili bir
kitap yayinladi: Fatih Güllapoglu: "Tanksiz Topsuz Harekat." 1991'de,
Tekin Yayinlari tarafimdan yayimlanan kitap, tükenmesine karsin yillardir yeni
baskisi yapilmadi. Yoksa yaptirilmadi mi? Kitap, Özel Harp Dairesi'nin,
Belçika'daki dinci orgiitlenmenin gelismesini nasil destekledigini anlatir. Bu
arada dünyadan habersiz, Atatürkçü bir' kisi de, dinci orgiitlenmenin
gelismesine dikkat çekmek ve protesto etmek amaciyla, açlik grevine girer.
ikincisi; 1990 Ortalarimda, her nasilsa Hürriyetin Avrupa baskisina yansiyan
bir haber. Berlin'de, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve konsoloslugunun önemli
örgütlenme ayaklarindan birisini olusturan "Türk Merkezi", aylardan
beri iç çalkantilara sahne olmaktadir. Sonunda, Türkiye'den gelen sivil giyimli
ve Özel Harp Dairesi'nden olduklarini söyleyen iki subay tarafindan, dernek
yönetim kurulu toplantiya çagrilir. Toplanti baslamadan bazi dernek yönetim
kurulu iyeleri, bir kisinin salonu terk etmesini isterler. Buna neden, söz
konusu kisinin, BND (Alman Gizli Servisi) ile çalistigindan kuskulanilmasidir.
Dernekteki çeliskinin nasil çözüldügünü bilmiyoruz. Burada, özellikle enteresan
olan; önemli bir dernegin içindeki çeliskinin çözümü için, Özel Harp
Dairesi'nin ise karismasi, ayrica Türk ve Alman gizli servisleri arasimdaki
çeliskinin, Almanya'daki Türk derneklerine kadar yansimasidir. Türkiye derin
devleti, içeride ve disarida sik, sik aslinda Disislerinin yapmasi gereken
islere karismaktadir. Bu durum, bir yandan Türkiye’de normal devletin
yetersiz-ligini, diger yandan ise, derin devletin ne kadar yaygin oldugunu
göstermektedir.
Türkiye'de derin devletin bir baska
önemli ozelligi, silahli kuvvetlerle önemli oranda bütünlesmis gibi
yansitilmasidir. Fakat bu iliskiyi sorgulayanlarin nedense görmezlikten
geldikleri, bu islerin baslangicinda, hep sol cuntalarin konum ve
adlandirmalaridir. Bu iliski, her yönüyle tarihi kayitlarla ortadayken, hiçbir
sekilde görmezlikten gelinip, hep baska deginilerin dillendirilme-si,
inkarciliktan çok öte farkli durus metoduyla, her sartta sisteme hizmetle
ilgilidir. baska ülkelerde de derin devlet, orduyla mutlaka iliskilidir, ama
Türkiye de silâhli kuvvetler örgütlenmesinin, ordu ve yan kuruluslarindan
ibaret olmadigi, bu kurumun, toplumun her alaninda kadrolara, gizli ve açik
örgütlere, baglantilara sahip oldugu düsünülürse; yaygin derin devlet
örgütlenmesinin önemli bir zorlukla karsilasmadan kuruldugu ve isleyebildigi
söylenebilir.
Yaziyi aci ama gerçek bir konuyla
bitirelim: Yakin geçmiste, birçok bati ülkesinde derin devletin, üzerine
gidildi ve bir bölüm örgütlenmesi ortaya çikarildi. Derin devlet ortadan
kalkmadi, sadece -artik ihtiyaç, olmadigi için-daha geriye çekildi. Türkiye’de ise,
derin devleti aramanin falan anlami yok. Bu devlet fazlasiyla ortadadir. Yalniz
bütün hatlariyla belli olan fotografin kapsam ve alaninda hizmetli olanlarin,
bir kisimla alakalanmasidir bütün handikap... Handikabim koridorlarinda
karsilasip, birbirlilerine meslektaslik hukukuyla selam verip, hosbes sohbetler
yapmasi v.s. iliskilerindeki giz perdesini birilerine yikmaktan onlari asla
dogru okumamakla alâkalidir. Bir örnek vermek gerekirse; durmadan Abdullah
Catli'yi konusup Hüseyin Kocadag'a hiç, deginmemek bu alanin seytanini azap
içinde düsünmektir. Bu ülkede asil aranmasi gereken, normal devlettir.
Türkiye’de derin devlet ile bütünlesmis, onun tarafindan yönlendirilmeyen
normal devlet kurumlan ne oranda vardir, etkinlikleri ne kadardir? Normal devletin
elitleri de, yine bu normal olmayan devletin söylemleriyle iliskilenen durus
açiliminda tariflenirse, elbet bütün yollar hep Roma'ya çikar.,
"DEZENFORMASYON" NEDIR?
Gizli servislerin en önemli özel harp
çalismalarindan biri de "dezenformasyon" taktigidir.
Bu faaliyet toplumu ve düsmani yanlis
sahte bilgilerle manipüle ederek aldatma, yönlendirme, gerçekleri saptirma,
sulandirma, gerçeklerin inandiriciligini bozma, yanlis bilgilerle inana
kuvvetlendirme yada zayiflatmaya dayanir. Bu faaliyetler daha çok medya
araciligiyla ya da nüfuz ajanlari vasitasiyla yapilir.
Bu isi yapanlar, bir kuruma direk
bagli ya da satin alinmis veya sempatizan olarak ajan yapilmis, yerli ya da
isbirlikçi olarak misyon yüklenirler.
Gazeteci-yazar, genel yayin müdürü,
amir, memur ya da siradan vatandaslar arasinda, bu alanla iliskili olan bir çok
tip bulunabilir.
Türkiye'deki bir çok yayin organi,
sivil toplum örgütü kisveli kuruluslarin arkasinda, bir çok yerli-yabanci
güçlerin olmasi ve bunlar tarafindan finanse edilmeleri, bu tutumun en belirgin
yansimalarini yansitir...
Kimi sol devrimci gazete, dergi ve
gizli-açik örgütlerin arkasinda da bu finans çevrelerinin varligi, inkar
edilmeyecek vaziyettedir.
Rusya, Suriye, Iran, ABD, Ingiltere,
Yunanistan, AB beslemesi bir çok grup bunlarinda emrinde dezenformasyona
basvurmakta, hatta daha da ötesi kanli faaliyetler yapmaktadirlar.
Yerli basindaki kimi yazar ve
gazetecinin MIT mensubu olarak lanse edilip, suçlu olarak ortaya konmalarina
çalisilmasinin sebeplerinden bir tanesi de, bu dezenformasyonun
gereklerindendir.
Dezenformasyon; kitle iletisim
organlari vasitasiyla, toplumu amaçlanan dogrultuda, niyetlere bagli olarak
yönlendirme ve gündem olusturma faaliyetidir ayni Dezenformasyon uluslararasi
terör odaklarinin ve soguk savas taraflarinin en yogun kullandigi bir
psikolojik savas silahidir...
Yanlis, sagliksiz ve parazit
bilgilendirme olan dezenformasyon, olgu okumalarini kendi tekniginde bir
gerçeklikle iliskilendirerek, kitlenin beynini igfal eder.
Sag gösterip, sol vurmasi ya da sol
gösterip, sag vurmasi ancak, "okumayi okuma" teknigiyle bertaraf
edilebilir. Bunun için de, güçlü bir aritma tesisinin insa edilmesi söz konusu
olur.
Dünyanin hiçbir denizi yoktur ki, lagim suyu bulasmis olmasin. Ama bu
denizlerin altinda güçlü aritma tesisleri olusturarak kirlilik önlenebilir.
"DESTEBILIZASYON"
NEDIR?
Destebilizasyon; düsman gizli servis
ajanlarinin ve pek çogu bu gizli ajanlar tarafindan koordine edilerek
beraberinde manipülasyona ugrayan terör Örgütlerinin, toplumda düsmanliklari,
çatismalari artiracak, iç savas ve büyük huzursuzluklara yol açacak olan,
toplumsal sok etkisi uyandirici karistirma, bozma ve sarsma faaliyetlerinin,
her türlü taktikle kullanilma metodudur.
Bu faaliyetler sinirsiz imkanla,
sinirsiz biçimde gerçeklestirilir.
Ülkenin en taninmis bir aydinin, bir
politikacisinin, bir gazetecisinin, bir bilim adaminin, bir asker ya da
bürokratinin bir suikastla öldürülmesi, etnik olgularin kasinmasi, mezhep
çatismasi çikarmak amaciyla provoke saldirilar yapilmasi, toplumsal barisin
bozulmasi için, kitlelerin birbirine karsi kuskularini ve öfkesini artiracak
cinayetler islenmesi, propagandaya dayali organizasyonlarin düzenlenmesi,
toplumun birbiri aleyhine din, mezhep, irk, sinif ve ideoloji ekseninde
silahlandirilmasi, karsi durus vaziyeti alindirilmasi, destebilizasyon
faaliyetleri kapsamina girer. Bu faaliyetleri organize eden gizli servisler, bu
islerde yerli-yabanci isbirlikçi piyonlar bulmakta zorlanmazlar ve genellikle
yerli elemanlariyla olusturduklari örgütleri kullanirlar. Ideolojik hedef
ortakligi, çogu zaman gizli servislerle, yerli isbirlikçileri kendiliginden
birlestirir.
Bir çok siyasi maksatli cinayetle
birlikte, öldürülen Ugur Mumcu ve Ahmet Taner Kislali cinayeti, bazi gizli
servislerin manipüle ettigi ülkeyi laik, anti-laik eksenin de kutuplasmaya
tasiyarak, buradan da toplumun birbirine saldiracagi, bir puslu ortam
olusturmaya yönelik destebilizasyon faaliyetidir.
Kisaca, uzun yillarca "istikrari
bozma" anlamina gelen destebilizasyon faaliyetleri, ülkemizde terör
örgütleri araciligiyla, oldukça yogun bir biçimde denenip, uygulanmaktadir.
Türkiye'de destebilizasyon faaliyeti
içinde bulunan ve pek çogu Gladio orijinli gizli servis uzantisi olan, saga
solcu damgali örgüt bulunmaktadir. Ve bunlar, Izleri yillar boyu süren ve
sürecek olan eylemler yaparak, bir çok düsmanlik kampi olusmasina sebep
olmuslardir.
Destebilizasyon
faaliyetlerinin bir amaci da, ülkelerde kargasa yaratarak, bunun beraberinde
tikanmalar olusturup onlari iktisadi yönden zayiflatma amaci tasimaktadir. PKK-KADEK
örgütü, bir çok ülkenin gizli servisi tarafindan kullanilan, bir
destebilizasyon aracidir.
Bu amaçla ülkemizin ilerlemesi,
gelismesi, güçlenmesi durdurulmak istenmektedir. Bunda da, bu güne kadar
faaliyet yürütenler, kismen de olsa basarili olmuslardir.
Yillardir terör Örgütleriyle yapilan
mücadelede yapilan harcamalarin bilançosunu çikarip, olgunun gerçekligini
destabilize edenler, bir tasla iki kus vurmaya kalkanlardir.
Çünkü, dünyanin hiçbir ülkesinde,
güvenlige ayrilan maliyet tartisilmaz.
Türkiye, pek çok hassasiyet potansiyeli barindiran, baris ve denge
içeren bir cografya hinterlandini kapsamaktadir. En ufak bir kivilcimla, bu
dengelerin aniden bozula-bilecegi pek çok yöremiz ve patlamaya hazir
bombalarimiz vardir.
Gizli servisler, bunlari iyi etüt
edip, incelendiginden, bir çok faaliyette basan elde etmektedirler.
"Ülkelerin kaderini cografyalari
belirler"
diyenler, pek haksiz sayilmazlar. Bundan dolayi, ortaya çikan sosyal gerçeklerin
kompleksine kapilmadan, bir perspektif açilimiyla duruslari anlamlandirip,
okumak, bu günün simdisini anlamlandiracak, soguk savas stratejilerinin
nedenlerinde ters yüz edilenleri de, dogru tanimlarla adlandiracaktir.
MITIN SINIRLARI POLITIK MI SOSYAL MI?
Türkiye'de, özellikle siyasi gruplar
arasinda, "MÎT'çi" veya "MIT ajani" sözü, çok agir bir
suçlama sayilir. Oysa MIT, "2937 sayili Kanun ile kurulmus, genel bütçeye
dahil, dogrudan Basbakana bagli, bir kamu kurulusudur." Bu kurulusta
çalisan kisiler de, maasini devletten alan insanlardir.
Istihbarat isi de, asagilanacak, hor
görülecek bir is olmamali.
Herkes kabul eder ki, istihbarat
faaliyeti olmaksizin devletlerin ayakta kalmasi, mümkün degildir. Tarih boyunca
oldugu gibi, bugün de her devletin iç ve dis tehlikelere karsi gereken
önlemleri alabilmek için, haber alma faaliyetlerine ihtiyaci vardir. Öyleyse
MIT'e de, bu kurumda çalisan memurlara da ihtiyaç var.
O takdirde, toplum içinde, özellikle
aydinlar katinda Milli Istihbarat Teskilati ve bu teskilat bünyesinde
çalisanlar hakkinda, sahip olunan olumsuz kanaatlerin kaynagi ne olabilir?
Bu sorunun cevabini bulmak için,
teskilatin tarihine göz atmakta fayda var:
Tarihteki bütün devletler gibi, Osmanlilarda
da istihbarat faaliyeti, bilhassa askeri bakimdan önem verilen bir alandi. Ama
Teskilat-i Mahsusa'ya kadar, görev alani istihbarat ile sinirlanmis bir
teskilat mevcut degildi. Enver Pasa, gününün ihtiyaçlarim gözeterek, gizli
faaliyet gösterecek ve ayrica paramiliter görevleri üstlenebilecek yapida bir
örgüt kurmustu. Balkan Savasi, Trablus Savasi ve Birinci Dünya Savasi
günlerinde, devletin bekasi için, düsmanin yöntemleriyle savasan, yani hem
propaganda ve istihbarat faaliyeti yapan, hem de isgalcilere karsi gerilla
savasi veren Teskilat-i Mahsusa'nin kadrolari arasinda Mustafa Kemal'den,
Mehmet Akif e ve Said Nursi'ye kadar pek çok taninmis isim vardi.
Birinci Dünya Savasi sonunda
imparatorluk dagilinca, Teskilat-i Mahsusa kagit üzerinde lagvedildi. Ancak
Milli Mücadele döneminde de, Teskilat-i Mahsusa'nin devami niteligindeki
Karakol Teskilati içinde yer alan kadrolar, önemli roller üstlendiler, mesela;
Istanbul'dan, Ankara'ya silah ve insan kaçirdilar. Ancak Ankara hükümeti,
Ittihatçi kadrolara pek sicak bakmadigindan, Karakol örgütüne de süpheyle
yaklasiyordu. Ingilizlerin, üst düzey Ittihatçilari Malta'ya sürgün etmesinin
ardindan. Karakol örgütü gücünü kaybetti. Bir süre sonra da, baslangiçta Milli
Mücadelenin istihbarat örgütü gibi faaliyet göstermis olan Karakol gurubu
fiilen dagitildi, onun görevini Milli Müdafaa (MM) ve Felah grubu gibi örgütler
üstlendi. Ama bütün bu örgütlerin çekirdegini, yine Teskilat-i Mahsusa
kadrolari olusturuyordu.
Cumhuriyetten sonra ise, iç ve dis
istihbarat faaliyetlerini yürütmek üzere MAH kuruldu. "Milli Amale
(Emellere) Hizmet Teskilati" da bir süre sonra, Milli Emniyet Hizmetleri
(MEH), bilahare Milli Istihbarat Teskilati (MIT) adini aldi.
Milli Istihbarat Teskilati, MAH adini
tasidigi ilk dönemlerde, yeni rejimi korumak üzere, enerjisini ve
faaliyetlerini iç düsmanlara teksif etti. Türkiye'nin NATO içindeki yerini
aldigi 1950 sonrasinda ise; "yegane" dis düsman olarak Sovyet
emperyalizmi benimsendi.
Bu arada NATO'daki müttefiklerimizle,
bir çok alanda oldugu gibi, istihbarat alaninda da genis ölçüde isbirligi içine
girdik.
Milli Istihbarat Teskilati, her ne
kadar Basbakanliga bagli özerk bir birim gibi görünse de, aslinda orduyla iç
içe bir kurumdur. Sivil memur sayisi çok azdir. Bilindigi gibi kurumun basina
ilk sivil müstesar, 1990'h yillarda atandi. Kurumdaki asker agirligi
dolayisiyla. Soguk Savas döneminde yürütülen çalismalar, NATO konsepti içinde
tutulmaya çalisildi. Bu sirada, özellikle Amerikali müttefiklerimizle ve
onlarin istihbarat örgütleri (CIA) ile isbirligi sikilasti. MIT bu dönemde,
neredeyse CIA'nin yerel subesi gibi çalisiyordu. Hatta, 1950'li yillarda MITin
(o zamanki adiyla MAH'in) "Dinleme" birimindekiler basta olmak üzere,
bazi çalisanlarinin paralarini ABD veriyordu. Bu duruma göz yumdugu söylenen
-Ilter Türkmen'in babasi- Behçet Türkmen, Basbakan Menderes tarafindan bu
yüzden görevinden alindi. Ama CIA- MIT iliskileri fazlasiyla "siki
fiki" devam etti. MOSSAD, SAVAK ve MIT, soguk savas yillan boyunca.
Amerikan gizli servisinin koordinasyonu altinda, iç içe geçmis bünyeler gibiydi
"ABD'DEN
SAKLIMIZ GIZLIMIZ MI VAR!"
Isterseniz burada bir parantez açalim
ve casus filmlerinde sikça rastladigimiz bir olaydan söz edelim. Yabana
istihbarat kuruluslari hesabina çalisan istihbaratçilar konusu, gerçekten de
casus filmlerinin vazgeçilmez ögeleridir. MiT'in tarihinde, böylesine
örneklerin sayisi fazla degil. Hatta kamuoyuna açiklandigi kadariyla, yalnizca
iki örnek var bu konuda. Biri, MIT'in üst düzey yöneticilerinden, emekli kurmay
albay Sabahattin Savasman. Digeri de, yine yönetici statüsünde olan, -ayni
zamanda Aydinlik çevresinin MIT içindeki kolu oldugu söylenen- emekli kurmay
albay Turan Çaglar. Her iki MIT mensubu da, Amerikali müttefiklerimize,
Türkiye'nin sirlarini aktarirken, suçüstü yakalanmistir. (Yakalayanlar da
ilginçtir, "Amerikanci" olarak bilinen Hiram Abas- Mehmet Eymür
kligidir.) Her ikisi de, kendisini söyle savunmustur: "Ben, bunun suç oldugunu
bilmiyordum. Zaten her seyimizi, Amerikalilar bizden iyi biliyorlar. Onlardan
saklimiz, gizlimiz mi var!"
Teskilati yönetenler, Amerikana
politikalarin o derece etkisindedir ki, Soguk Savas döneminde, Türkiye'nin tek
yanli Amerikan bagimliligini azaltmaya yönelik politikalar gelistirmeye çalisan
Disisleri Bakani îhsan Sabri Çaglayangil hakkinda, MIT tarafindan "Sovyet
casusu" suçlamasi yapilmis, bu yolda rapor hazirlanmistir.
Diger taraftan, Türkiye'nin yüz yüze
kaldigi askeri darbelerin, ABD kiskirtmasiyla gerçeklestigi söylenir. Basbakana
bagli olan MIT ve Basbakana sorumlu bulunan MIT müstesarlari, darbe
hazirliklarini bildikleri halde, siyasi iktidara bildirmemislerdi. "En çok
darbeye maruz kalan" siyasetçimiz Süleyman Demirel, "Afrika'nin ücra
kösesinde olup bitenleri MIT bize haber verirdi, ama kendi ülkemizdeki darbe
çalismalarini bizden gizlediler" demistir.
Bu yüzden olsa gerek, özellikle son
yirmi yil içinde, belli basli devlet kurumlan, kendi istihbarat birimlerini
kurmaya veya varsa bunlari gelistirmeye yöneldiler. Bugün Disislerinin,
Içislerinin ve Genel Kurmay ile Kuvvet Komutanliklarinin disinda,
Cumhurbaskanliginin bile ayri istihbarat birimlerinin mevcudiyetine ihtiyaç
duymasi, olsa olsa MÎT'e karsi duyulan güvensizlikle açiklanabilir.
Nasil güven duyulabilir ki,
MÎT'in."popüler" yöneticilerinden Hiram Abas öldürülüyor, bunun
"teskilat içi hesaplasmanin sonucu" oldugu söyleniyor; anayasal bir
kurulusun içinde kim, kiminle, neyin hesaplasmasini yapiyor, anlamak mümkün
degil. Öbür yandan, büyük gürültülerle bir takim "rapor"lar
yayinlaniyor; Türkiye'nin milli menfaatlerini birakin korumayi, tehlikeye sokan
bilgiler ortaya saçiliyor.
Burada yeniden bir parantez açalim:
Geçmis yillarda kamuoyuna yansiyan iki MIT raporu, genis yankilara yol açti.
Bunlardan ilki, 1988'de "yayimlanan" ve "Birinci MIT
Raporu" olarak anilan belgeydi. Raporun basina sizdirilmasi, bir taraftan,
o tarihlerde Evren'den sonra cumhurbaskanligi için adi geçen Necdet Ürug'un,
bir taraftan da ANAP'in rakibi olan DYP'nin, önünü kesmeye yönelik bir girisim
olarak degerlendirilmisti
1996'da kamuoyuna sizdirilan
"Ikinci MIT Raporu" ise, devlet içinde "siyasetçiler, mafya ve
emniyet mensuplari" tarafindan olusturulan, bir gizli örgütlenmenin mevcut
oldugu iddiasini içeriyordu.
Rapor, esas itibariyla, Mehmet Özbay
kimligiyle hayatini sürdüren eski ülkücü Abdullah Çatli ve arkadaslarinin
devlet görevlileriyle iliskilerini desifre etmeyi amaçliyordu. Ikinci MIT
raporunun kamuoyuna ulasmasindan 45 gün sonra, Susurluk'ta bilinen kaza meydana
geldi ve rapor amacina ulasmis oldu.
Burada ilginç bir ayrinti, her iki MIT
raporunun da Dogu Perinçek tarafindan kamuoyuna açiklanmasi ve üstüne üstlük
her iki raporun da Perinçek'in can düsmani-Mehmet Eymür'ün kaleminden çikmis
olmasi idi. (îkinci MIT raporunu Eymür'ün yazmis oldugu baslangiçta
bilinmiyordu; ilk defa 1996 yilinda, Susurluk olayindan hemen sonra, bu
satirlarin yazari tarafindan açiklandi ve bilahare Eymür de bunu teyit etti.)
Peki MÎT raporunun sonucu ne oldu?
Türkiye'deki milli güçlerin operasyon yetenekleri azaldi ve bu arada 28 Subat
sürecinin yolu açildi.
Her iki "MÎT raporu"
komplosunun da, Atlantik ötesinden esen rüzgarla kotarildigim Iddia etmek,
bugün itibariyla zor degildir.
MILLI
ISTIHBARATI "MILLILESTIRMEK" GEREKIYOR (MU)
Milli Istihbarat Teskilati'na yönelik
elestirileri, su sekilde özetlemek mümkün: Günümüze kadar MIT, istihbarat
örgütü olmanin gereklerini çigneyerek, faaliyetlerini "iç düsman"
üzerine yogunlastirmis ve bu noktada da Türkiye'nin degil, ABD'nin
menfaatlerini gözeten politikalara uygun sekilde yönetilmistir. Bu noktada,
MÎT'in isminde yer alan "milli" sifatina uymayan bir yapilanma ve
yönelim içinde oldugu suçlamasi ortaya atilabilmistir.
Örnek isterseniz, geçtigimiz aylarda
gazetelerde söyle bir haberle karsilastik:
"Devlet Bakani Kemal Dervis, yatirimlari
için hazineden tesvik bekleyen Kombassan Holding'e ait Petlas'in ve Ihlas
Holding'in sicillerini Milli Istihbarat Teskilati'na (MIT) sordu. MiT'ten,
Dervis'e gönderilen bilgi notunda Petias'in büyük ortagi Kombassan'in Milli
Görüs yanlisi kisiler, Ihlas Holding'in ise, Naksibendilerin Isik koluna bagli
kesimin kontrolünde oldugu bildirildi."
Türkiye'ye hangi misyonla geldigi
bilinen Dervis, yesil sermaye diye yaftalanan Iki kurulus hakkinda, MIT'ten
bilgi istiyor. Bunlar, öyle bilinmeyen, taninmayan firmalar degil. Biri Türk
Silahli Kuvvetleri için üretim yapan PET-LAS, digeri siyasi çizgisi herkesçe
bilinen Türkiye Gazetesi. Isminde "milli" sifati bulunan bir kurulusu
yönetenler, bu kuruluslari, ülke menfaatlerine aykiri faaliyet içinde olmakla
itham etmekten çekinmiyor. Ama, ayni teskilat, Güneydogu Anadolu'da, taseronlar
araciligiyla toprak satin alan "Israil vatandaslari" konusunda kilini
kipirdatmiyor.
Tam bir "taslari baglamislar, köpekleri salmislar"
durumu... Baska konularda da, mesela;
AB üyeligi gibi kritik bir konuda da, MÎT sorumlu bir devlet kurumu gibi degil,
adeta bir siyasi parti gibi hareket etmeyi tercih etti. MIT Baskani Senkal
Atasagun'un, Kürtçe egitim konusundaki açiklamalari ve TÜSÎAD ile ortak biçimde
baslatildigi anlasilan bir kampanyanin bas aktörü olarak görünmesi, milli
hassasiyet sahibi kesimlerde, MIT'e iliskin kusku ve kaygilari biraz daha
arttirdi. MiT'in kendisinden beklenen görevleri yerine getirmekten kaçinirken,
üstüne vazife olmayan konularda öne çikmasi ve Türkiye'nin menfaatlerine aykiri
politikalara koltuk degnekligi yapiyor görünmesi, bu teskilata güven
duyulmasina engel teskil ediyor.
Mesela; uluslararasi bazi güçlerin
Türkiye Içindeki, AB karsiti gruplara karsi bir komplo hazirligi varit ise,
MiT'in buradaki pozisyonu ne olacak, bu konuda içimizi rahatlatan bir cevap
bulamiyoruz. Teskilat ismindeki "Milli" sifatina gerçek anlamda ve
acilen kavusturulamadigi takdirde, bir devletin bekasi için gerekli oldugu
söylenen istihbarat konusunda, problemlerle yüz yüze gelmeye devam edecegiz.
Iç ve dis istihbaratin ayrilmasi falan
gibi, teknik ihtiyaçlarin ötesinde milli istihbaratin, milli bir anlayisla
yönetilmesi, çok daha elzem bir ihtiyaç olarak, devletin ve milletin önünde
duruyor. .Bunun için de galiba, öncelikle teskilati yabanci tesirlerden uzak
tutmanin yolunun bulunmasi gerekiyor. Yani MÎT'i millilestirmek gerekiyor.
KONTRGERÎLLA
NASIL DOGDU ?
Soguk savas çekismelerinin ve
geriliminin had safhaya tirmandigi 1956 yilinda, ABD'nin en zengin finans ve
sanayi grubu olan Rockefeller grubundan su teklif gelir;
"ABD'nin çikarlarina uygun
düsmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için, dünyanin neresinde olursa olsun,
derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel askeri birlikler kurmali, bu
özel askeri birliklerin gayet hareketli olmasi ve çesitli lokal harpleri
basariyla sona erdirecek yetenekte olmasi gerekir."
Rockefeller'in bu teklifi, kisa
zamanda gereken yankiyi yapti ve ABD'de kontrgerillanin ilk çekirdek olusumlari
ortaya çikti. ABD'deki kontrgerillanin ilk olusumlarina, stratejik müdahale
birlikleri (STRAC) adi verildi.
Böylece kontrgerilla fikrinin ve
olusumlarinin ortaya çikmasinin ve bu çikislari gerekli kilan sartlarin,
Varsova bloku ile, hür dünya ve bu dünyayi içinde toplayan NATO bloku arasinda
baslayan soguk savas ile ilgili oldugunu da görüyoruz. Soguk Savas denilen yüksek
gerilimli ve çekismeli dönemin baslamasina yol açan kisi, yayilmacilik ve
saldirganlik emellerini ve davranislarini saklamayan, Emperyalist SSBC ve onun
basindaki Emperyalist Stalin'dir. Stalin'in II. Dünya Savasi'nda, Almanya'ya
karsi çarpisan Batili ülkelerden gördügü askeri ve ekonomik yardimlar
sayesinde, ilerledigi Avrupa topraklarindan çekilmemesi ve komünizmi
yerlestirerek SSCB'nin egemenlik ve nüfuz alanlarini yaymaya niyetlenmesi, kisa
zamanda Batili ülkeleri uyandirdi. Savas boyunca Almanya'ya karsi beraber
savastiklari için, Rusya'nin ve Stalin'in stratejisini ve gerçek amaçlarini
fark etmeyen Batililar, savas bitince Stalin'in ne yapmak istedigini dehsette
gördüler. En çok dehsete kapilan kisi de, Ingiltere basbakani Winston
Churchill'di tabii. 1948 Ekiminde Muhafazakar Parti'nin kurultayinda, Stalin'in
maksat ve taktiklerini açiklayarak yapilmasi gerekeni gösterdi. Churchill'in bu
konusmasi ile Soguk Savas da baslamis oldu. Bu savasta artik, düzenli ordular,
düzenli isgaller, konvansiyonel silahlar ve çatismalar yoktu... Bu savasta
artik gizli servisler, yeralti örgütleri, özel harp daireleri, özel gizli
ordular, gizli ajanlar, gizli sabotajlar, provokasyonlar, propagandalar ve
gerilla çatismalari söz konusu idi.
ABD, 1956'da teskilatlandirmaya
basladigi kontrgerilla birliklerini, NATO üyesi müttefik ülkelerde de
olusturacaktir. Bu birliklerin teskil edilmesinde, egitiminde ve
silahlandirilmasinda örtülü veya örtüsüz bir sekilde ABD'nin katkisi ve etkisi
bulundugundan, dogal olarak ortaya çikan kontrgerilla birliklerinde de, ABD'nin
güdümü ve damgasi vardi. CIA'nin bu birliklere sizmamasi veya nüfuz etmemesi
zaten düsünülemezdi.
Kontrgerilla birlikleriyle yeni soguk
savas konseptlerinden birinin de mimarligini yapan ABD, yeni stratejisiyle,
NATO üyesi müttefik ya da ABD çikarlariyla iliskili ülkelerdeki hükümetlerin
otoritesini saglamayi veya ABD'ne uygun düzenlerin güçlendirilmesini de temel
hedefler arasinda almistir. Kuskusuz bu hedeflere ulasmada ABD'ne yardima en
temel kuvvetler de, ilgili ülkelerde olusturan özel harp daireleri veya gayri
resmi, paralel silahli güçler olan, kontrgerilla birimleri olacaktir.
Rockefeller'in ABD millî güvenligi
için yaptigi bir baska teklifte de su cümleler çok dikkat çekicidir;
"Gerek bizim, gerekse komünist olmayan diger dünya devletierinin
güvenligini saglamak için, yerel güçler ve akimlar tarafindan sikisik durumda
birakilmis olan dost hükümet ve rejimlere, silahli yardimlar yapmak zorunlulugu
duymaktayiz. Bu zorunlulukta yapilacak askeri müdahale, ne klasik askeri
stratejiye uymakta, ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemektedir. Bu
askeri müdahalenin kendine özgü bir niteligi ve biçimi vardir.1"
Rockefeller'in bu sözleri daha sonra basta Italya'daki Gladio olmak üzere
çesitli ülkelerde ortaya çikarilan kontrgerilla olusumlarinin karakteristik
ipuçlarini da veriyor.
Türkiye'de, Özel Harp Dairesi'nin
organizasyonu için, pek fazla bir zorluk çekilmedi. 1952 yilinda, Genel Kurmay
Baskanligi'na bagli olarak Tetkik Kurulu, bir isim ve donanim degisikliginden
geçerek Özel Harp Dairesi'ne dönüstürülecek ve kontrgerilla da buradan
çikacaktir. Stalin'in, Türkiye topraklarina yönelik emellerini açikça disari
vurmasi ve bu maksatla TKP'ni bazi komünist sol akim ve örgütleri destekleyerek
ihtilalci güçler olusturup, ülkemizi bu yoldan kontrolü altina alma planlan
yapmasi, beraberinde karsi önlemler alinmasini mecbur etmistir. Esasen açik ve
nizami savas sartlan için teskil edilen ve sivilleri savasa hazirlamayi ve
cephe gerisi hedefleyen Seferberlik Tekkik Kurulunun, Özel Harp Dairesi'ne
dönüstürülmesi güç olmamistir, NATO'ya girisimiz ile beraber, komünizmi ve SSCB
yayilmaciligini durdurmak gibi zor bir rol üstlendik. Soguk Savas döneminde,
ABD'nîn Türkiye'ye yükledigi roller geregi, önemli miktarda askeri yardim
aldik. Ancak ABD'nin iki türlü yardimi vardi.
Açik yardimlar ve gizli yardimlar.
Ülkemizde kontrgerilla biriminin olusturulmasi, personelin egitimi ve
silahlarin temini, gizli alaka ve yardimlar kapsamina giriyordu. Türkiye'de Özel
Harp Dairesi'ni olusturan, kontrgerilla egitimini veren ve kontrgerillanin
stratejisini belirleyen ABD'dir. Yillardir biz neyi tartisiyoruz? Türkiye'de bu
olgu var mi? Varsa ne yapiyor? Yillardir tartisilan bu... Bu konuyu açacagiz.
Hemen söyleyelim: Türkiye'de bu yansimanin adresi vardir. Bu da Özel Harp
Dairesi'ne baglidir. Bunu zaten Genel Kurmay da saklamiyor. Bu dairenin yasal
karargahi, egitim birlikleri, savas doktrini, yasal personeli ve yasal çalisma
prensipleri vardir. Soguk savas veya sicak savas durumlarina göre çesitli
görevler verilen bu birligin faaliyetleri denetlenebiliyor mu? Hükümetler ve
hatta Genel Kurmay Baskanligi, bu dairenin faaliyetlerini denetleyebiliyor veya
kontrol altinda tutabiliyorlar mi? Tüm NATO ülkelerinde oldugu gibi, bizde de
merak edilen ve tartisilan husus budur. Acaba kurulmalari kaçinilmaz olan olgu
birlikleri, ait olduklari ülkelerde mesru otoriteyi tanimlayip, kendi baslarina
veya baska bir güç, mesela CIA adina davranip, namlularini kendi halkinin
insanlarina yöneltiyorlar mi? Infaz, bombalama, sabotaj gibi eylemleri,
yasalarin kendilerine yetki vermedigi zamanlarda ve biçimlerde
gerçeklestiriyorlar miydi? Italya'daki kontrgerilla birligi Gladio'nun
üyelerinin, basta P-2 Mason Locasi olmak üzere, pek çok sivil parti, gazete ve
örgüte sizdiklari, özellikle saga fasist örgütlere sizan elemanlarin, korkunç
bombali sabotajlar yaparak gerginligi tirmandirdiklari, bu suretle suç trendini
artirarak, kaos ortami olusturmaya çalistiklari veya "Kizil Tugaylar"
gibi örgütlere sizan Gladiocularin bu kez sagcilari öldürdükleri anlasilmistir.
Acaba Türkiye'deki kontrgerilla da, böyle mesru olmayan iç operasyonlarda
kullanildi mi? îste bizde yillardir bunu tartisiyoruz. Ancak biz ülkücüler,
kontrgerillanin bagli oldugu Özel Harp Dairesi'ne paralel olarak CIA
denetiminde kurulmus, "fakat simdiye kadar saklanmayi çok iyi basarmis,
baska bir gizli kontrgerilla-nin" is basinda olabileceginden
süpheleniyoruz. Ve bu yapinin, tamamen CIA'dan beslendigini ve CIA tarafindan
yönlendirildigini düsünüyoruz. Bu yapida yer alan yerli elemanlarin ayni
zamanda, mesruiyet arz eden olgu içinde de, personel olarak da çalisiyor
olabilecegini, bu nedenle bu yapinin kendini ve suç izlerini çok iyi saklamayi
basardigini ciddi olarak düsünüyoruz. Gazeteci Ugur Mumcu ve Prof. Ahmet Taner
Kislali gibi Atatürkçü yazarlari, Kahramanmaras, Taksim ve Istanbul
Üniversitesi olaylarini ve Abdi ipekçi suikasti gibi gerilimi tirmandiran
eylemlerin, bu yasadisi paralel kontrgerilla yapisi tarafindan organize ettirildigine
ihtimal veriyoruz.
Yani özetle diyoruz ki; TC Devleti'nde
"iki kontgerilla" var olabilir. Birisi, devlete
ait, denetlenen, mesru Özel Harp Dairesi'nin yansittigi fotograf; öbürü de,
paralel, denetlenemeyen, gayri mesru bir kontrgerilla... Denetimi ve kontrolü
TC'de degil, CIA'da... Faaliyetleri yasadisi... Varligi gizli... Ancak
elemanlarini MIT, Özel Harp Dairesi, Emniyet ve JITEM içinde saklayarak, ya da
öyle yansitarak, simdiye kadar açiga çikmamayi basaran bir yapi bu... Iste
yillardir TC'nin kontrgerillasini, suçlamalarin ve tartismalarin ortasina sokan
da bizce bu, ikinci paralel korsan yapidir. Ipleri, denetimi, sevk ve idaresi
CIA'da olan odaktir bu. Sag, sol ve dinci dernekler ve gazetelere sizmakta veya
buralardan bazi kisilere kanca atip, bunlari angaje ederek kendi programlan
içinde, cinayetlerde, katliamlarda ve bombalama olaylarinda kullanarak,
gerilimi tirmandirmaktadirlar. Böylece ülkeyi destabilize ederek ABD yanlisi
hükümetlere, rejimlere, darbelere, yönetim ve ihtilallere yol açmakta, zemin
hazirlamaktadirlar... 12 Eylülle alakali önemli bir kisinin, "biz
ihtilalin olgunlasmasini bekledik" sözü, bu savlara haklilik
kazandirmaktadir.
P-2
ÎTALYA P-2 MASON LOCASI
GLADJOVE
TERÖR OLAYLARI
ABD "Milli Güvenlik Devleti"
doktrini, "Bir hükümetin yerel düsmani ile yani kendi ülkesinin insanlari
ile basa çikamayacagini anladiginda, gizli terörist faaliyetlere
basvurmasini" mesru bir davranis olarak görür. Bu nedenle ABD, müttefik ve
dost ülkelerde ya da kapitalizmin global çikarlari adina gerekli gördügü
ülkelerde, CIA vasitasiyla, üzerine düsen yardimi yapar. CIA'nin bu yardimlari
nasil yaptigina dair en iyi örnekleri, Italya'da ortaya çikarilan Gladio- P-2
Mason Locasi iliskilerinde ve faaliyetlerinde görüyoruz. Gladio ve P-2'nin
arasinda CIA vardir ve bu iliskiler adam akilli desifre edilmistir. Bu
iliskileri açiga çikaran sorusturma ve arastirmalari ilk baslatan kisi, Italya
Cumhurbaskani Cossiga'dir. Cossiga 1990 Temmuz'unda bir çagri yaparak, 196O'li
ve 1970'li yillarda CIA'nin Italya'da terörist faaliyetlerini tirmandirmasi
için, Licio Gelli'ye para yardimi yaptigina iliskin iddialarin arastirilmasini
istedi. Pekiyi, CIA'nin Italya'da terörü tirmandirmasi için para yardimi
yaptigi söylenen Licio Gelli kimdi? Licio Gelli, adi sonradan ünlenecek olan,
Italya'nin en büyük Mason Locasi "Propaganda Due"nin (P-2) büyük
üstadi idi. Bu çagri üzerine arastirmalar yogunlastirildi ve 1984'de Italyan
Parlamentosu tarafindan tamamlandi. Parlamentonun hazirladigi rapora göre, o
yillarda rejim karsitlarinin yükselmesini ve Italya'nin komünistlesmesini
önlemek ve fasist bir rejimin is basina getirilmesini saglamak için, P-2 Mason
Locasi ile bazi neo-fasist gruplar, gizli servislerle ve bazi askeri birimlerle
yogun bir isbirligi yapmislar; bu çerçevede, ülkede gerilimi tirmandirma
stratejisine bagli olarak, çok sarsici terör olaylari gerçeklestirmislerdi. Bu
alanda, oldukça kafa karistirici eylemler yaptirmak için, tüm örgütlere ayrim
yapmaksizin sizmislardir.
P-2 Mason Locasi, Italya'da örgütlenen
gizli kontrgerilla örgütü Gladio'nun bir uzantisi haline gelmisti. Gladio da
CIA'nin denetiminde ve kontrolünde idi tabii ki... Böylece, Italya P-2 Mason
Locasi ile CIA arasinda da bir isbirligi oldugu ve bunun yirmi yillik bir
geçmise dayandigi anlasilmistir.
CIA-P-2 MASON LOCASI ILISKILERI
Richard Brenneke, CIA- P-2 Mason
Locasi iliskilerine dair yeni iddialarda ve suçlamalarda bulunmustur.
Brenneke'ye göre CIA- P-2 Locasi iliskilerinin yirmi yillik bir geçmisi vardi.
CIA, P-2 Locasi'na, italya'da terör olaylarini tirmandirmasi için, on milyon
dolardan fazla bir yardim yapmisti. Esasen ABD'nin, Italyan fasistleriyle
iliskileri, Mussolini'nin is basina gelmesiyle baslamistir.
CIA ve P-2 Locasi ile ilgili iddia ve
suçlamalar bunlarla kalmiyor. Ugur Mumcu, "Papa, Mafya, Agca" adli
kitabinda sunlari yazmistir:
"Italyan polisi, 17 Mart 1981 günü,
Gelli'nin (P-2 Locasi üstadi) Arroz'daki lüks villasinin kapisma dayandiginda
P-2 Mason Locasi'nin sefi, baskini duymus ve çoktan izini kaybettirmisti.
P-2 Mason Locasi'nin sefi, Italyan
gizli istihbarat kaynaklan ile de çok yakin dostluklar kurmustu.
Gelli, Italya'nin taninmis
fasistlerinden biriydi. Mussoli'nin, Ispanya iç savasinda, Cumhuriyetçilere
karsi dövüsmek için gönderdigi gönüllüler arasinda yer alan Gelli, özellikle
Güney Amerika ülkeleri ile yakin iliskiler kurmustu. Arjantin eski devlet
baskanlarindan Juan Peron'un yakin dostu olan Gelli'nin, Amerika'daki Mason
Localari ile de yogun iliskileri bulunmakta idi.
Roma'da, Vîa Veneto'daki Exelsior
otelinde, haftada üç gün P-2 Mason Locasina baskanlik eden Gelli'nin, Italya'da
yaygin siddet eylemleri düzenleyerek, otoriter bir rejim kurmak amaciyla
örgütlenen asker, sivil kadrolara öncülük ettigi de bilinmekteydi. 1980 yili
Agustos ayinda, Italyan Komünist Partisi'nin en güçlü kalelerinden Bologna'da,
garda patlatilan bombanin, P-2 Locasina bagli darbecilerce kondugu ileri
sürülmektedir...
Italya'nin en büyük özel bankasinin
sahibi Calvi, P-2 Mason Locasi sefi Gelli ile, Gelli, Italyan mafyasinin
liderlerinden Carboni ile, Carboni'de, CIA ve Italyan gizli istihbarati ile
çalisan Pazienza ile beraberdiler. Italyan gizli servis yöneticilerinden
General Musumcci de, bu sac ayaginin bir baska halkasini olusturmaktaydi.
Bu Mason- Mafya- Banka ve Istihbarat
aginin bir önemli adami da Michele Sindona'dir. Sindona, mafyanin dogum yeri
olan Sicilya'da dogup, büyümüs; Italyan mali oligarsisi ve Vatikan çevreleriyle
çok yakin dostluklar kurmustu. Vatikan bankasi IOR ile bankacilik konusunda
isbirligine giren Sindona, bir özel bankanin denetimini de ele geçirmekte
gecikmemisti... Sindona'nin Vatikan'daki büyük dostu, Amerikali Kardinal
Mercinkus'tur.
VATIKAN
CIA, Gladio ve mafya iliskileri
sorgulandiginda, Katolikligin merkezi Vatikan'in durumu ve iliskileri de
dikkate alinmalidir. Çünkü Vatikan, bu iliskilerin her yerinde ortaya
çikmaktadir. Vatikan'in çok güçlü kapitalist iliskileri ve inanilmaz büyüklükte
ekonomik kaynaklari vardir. Mesela ABD'de Manhattan Bank, Banker Trust, Morgan
Bank, Fransa'da Ruthchim, Zürih ve Londra'da Credit-Suisse, General Motors,
Shell, Gulf Oil, General Electric, IBM, Betlilem Stell, TWA gibi enternasyonal
dev firmalara ortaktir. Taninmis kardinallerinden Massimo Spada bir Italyan
sirketi yönetirken, bir baska kardinalleri olan Mercincus da, Vatikan bankasi
IOR da yöneticidir."
Gerisini Ugur Mumcu'dan takip edelim:
"Yapi bellidir; yapinin temel taslarindan biri Vatikan, öteki Italyan, Isviçre
ve Amerikan bankalari, üçüncü temel tas Italyan mafyasi. Italyan mafyasinin,
çok uluslu sirketler gibi örgütlenen güçlü iliskileri...
Vatikan -banka -mafya üçgeni. Bu
üçgenin mafya kanadi, uyusturucu madde ve silah kaçakçilarina kadar uzaniyor.
Bu mafya üçgenini bir büyük çember içine almak gerekir.
Bu çemberin adi, P-2 MASON LOCASIDIR.
Sismi'nin en üst yetkilileri, bu arada Sismi'nin (Italyan Dis Istihbarat
Servisi) Baskani General Santovitio da P-2 Mason Locasi'nin üyesiydi. Italyan
malî oligarsisi, mafya ile; mafya, Mason Localari ile; Mason Localari
istihbarat örgütleriyle, istihbarat Örgütleri de, saga terör örgütleri ile
birbirine baglanmisti."
GLADÎO'NUN ORTAYA ÇIKMASI
Italya'da Gladio'nun varligi, sava
Felice Casson'un israrli takipleri sonucu, Basbakan Giulio Andreotti
tarafindan, 17 Ekim 1990 tarihinde resmen kabul edilince, bütün NATO üyesi
Avrupa baskentleri ve Italya karisti. Çünkü Gladio ve benzeri örgütlerin, tüm
NATO ülkelerinde, CIA tarafindan kurduruldugu ve faaliyette olduklari
açiklanmisti. Gladio, Sovyet yayilmaciligina ve komünistlere karsi örtülü
operasyonlar yapmak için tasarlanmis, gizli bir birlikti. Italyan Gladiosu'nun
yönetim kurmayi, SIFRA (gizli servis) teskilatinin R bölümüydü. Bütün Italya'da,
622 hücreli bir örgütlenme tasarlamislardi. Elemanlarini yani Gladyatörlerini,
Sardunya adasindaki gizli bir kampta egitiyorlardi. CIA dilinde bu gizli
güçlere, "stay behind forces" denilmektedir. Bu tip örgütlenmeler,
CIA'nin baslangicindan beri vardir. Bu tür faaliyetler, ABD hükümeti tarafindan
düsman devletlere veya gruplara karsi yürütülen ve finanse edilen türde
faaliyetlerdir.
Ancak ABD'nin hiçbir sorumlulugu ve
baglantisi anlasilmayacak, ortaya çikartildiginda da ABD'nin inandirici bir sekilde,
her türlü sorumlulugu reddedebilecegi sekilde planlanip, uygulanmaktadir. Bütün
bu faaliyetler, ABD ile ilgili ülkelerin gizli servisleri arasinda, NATO
anlasmalarina ek olarak imzalanan gizli anlasmalarla düzenlendigi gibi, bazen
ilgili ülkelerin haberi olmadan, CIA tarafindan da düzenlenebiliyor. Italya
Gladiosu'nun ortaya çikarilan ilk eylemi, 12 Aralik 1969 yilinda, Mailaender
Piazza Fontana Ulusal Tarim Bankasi'nda bomba patlatilarak, 17 kisinin
öldürülmesidir. Eylemi yapanlar arasinda, devlet görevlilerinin de bulundugu
anlasilmisti. Yillar sonra bu görevlilerin, Gladio üyesi olduklari
anlasilmistir. Gladio kelimesinin, Italyanca "kiliç" anlamina da
geldigini hatirlatalim. 1990'da Gladio'nun varligi resmen kabul edilince, bu
örgüte 34 gazetecinin sayisiz polis, subay, istihbaratçi ve politikacinin,
sanayicilerin, isadamlarinin, mafya babalari ve adamlarinin da üye olduklari
anlasilmistir. Ama asil çarpici olan Gladio'nun üst düzey yöneticilerinin
arasinda, P-2 Mason Locasi üyelerinin de bulundugunun anlasilmasiydi.
MASONLARIN
ISTIHBARAT ÖRGÜTLERINE ILGISI
"Gizli servislerde üst düzey yönetici
olabilmenin yolu, masonlarin referanslarindan geçmektedir. Fransiz istihbarati
DGSE, Italyan SISMI ve SISDE, ingiliz MIG baskanliklarina ve "daire
müdürlüklerine gelmenin yolu, mason olmaktan; masonlarin destegini ve onayini
almaktan geçmektedir. Istihbarat yöneticilerinin ve onlardan önce gelenlerin
mason olmalari tesadüf degildir. Yolu Siyonizm ile kesisen mason dünyasi,
istihbarat örgütlerine nüfuz etmeye çok önem veriyor. Bunu, hemen hemen, tüm
büyük istihbarat örgütlerinde basarmislardir. Italya, Fransa örneklerinde
oldugu gibi, mason localari ve örgütleriyle gizli servisler, birbirlerinin
içine geçmislerdir, italya'da ortaya çikarilan Gladio örgütünün arkasinda P-2
Mason Locasinin çikmasi ve Gladio'da pek çok asker, polis ve istihbaratçinin
rol almasi, bunun tipik kanitlarindandir.
P-2
YAPTIRIYOR...
2 Agustos 1980 Cumartesi günü, Bologna
istasyonunda bir bomba patladi. Seksen bes kisi öldü, sabotaj yapan radikaller
yakalandi, yargilanip mahkum oldular. Ancak sabotaj, Italyan Parlamentosunun,
P-2 Mason Locasi'nin faaliyetlerini arastirmak istediginin ögrenilmesinden
hemen sonra yapilmasi dikkati çekti. Nitekim yapilan sorusturmalardan sonra,
P-2 Locasi sefi Licio Gelli mahkum edildi.
Aldo Moro'nun öldürülmesini sorusturan
komisyon, parti baskani Moro'nun, Kizil Tugaylar adli komünist örgüt tarafindan
kaçirilip, Öldürülmesinde P-2 Mason Locasi'nin karanlik faaliyetleriyle, bazi
darbe girisimlerinin arkasindaki güçlü varligini bilen ve bunlari kamuoyuna
açiklamaya baslayarak, P-2- Gladio iliskilerini desifre eden bir kisi idi.
Kaçirildi ve susturuldu... Italya'daki gizli servislerin sefi, P-2 Locasina üye
idi. Bütün bunlardan ortaya çikan sonuç da suydu: Italya'da Gladio, P-2'nin alt
yapisi idi ve P-2 tarafindan manipüle ediliyordu.
Gladio skandallari ortaya
çikarildiktan sonra, NATO üyesi bütün Avrupa ülkelerinde, kapsamli bir Gladio
temizligi yapilarak, bu paralel gizli örgütler tasfiye edildi. Ülkemiz de bu
tür çalismalar, herkesin kendine göre tasnifleme yaparak, sifatlamaya yönelik
adres güzergahi olusturduklarindan, karanliklar, hâlâ aydinlanmamistir. Gladio,
hâlâ is basindadir. Sincan'da ele geçirilen "Tevhid grubu" silahlan
da, bu örgüte ait topraga gömülmüs veya hücre evlerinde saklanmis gizli silah
depolarina yönelik operasyonla ilgili gerekli açiklamalar da, bir türlü
yapilmamistir. Burada ele geçirilen silah ve mühimmatlar, ülkemiz Gladiosuna
ait gizli silah depolarindaki malzemeler gibi gicir gicir kullanilmaya hazir.
Oralarda bu silahlan, Italyan fasistleri ya da solculari kullaniyordu, burada
da Hizbullahçilar...
Nasil olsa "profesyonel
futbolcular takim tutmaz" degil mi? Onlar için asil olan transfer
sartlarinin olusmasidir.
CIA
AJANLARI DIPLOMAT KILIGINDA GÖREV YAPIYORLAR
CIA, dünyanin her tarafinda, ABD
büyükelçiliklerini kullanarak ve ajanlarini da elçilik çalisani veya diplomat
kimligi ile saklayarak faaliyet gösteriyor. Bu sekilde görevlendirilen CIA
ajanlarinin ilk yaptigi is, gittikleri ülkedeki yerlilere olta atarak,
kendilerine isbirlikçiler bulmaktir. Bu isbirlikçilerin, ilgili ülkenin
istihbarat görevlilerinden olmasina gayret gösterilir. Bunun yani sira etkili
gazetecilerden, politikacilardan, askerlerden ve polislerden de ajan angaje
edilir. Bu tür yerli ajanlarla yapilan faaliyetlere, "nüfuz
casuslugu" adi verilir. Bunun gizli servislerdeki bir diger adlandirmasi
da, espiyonaj faaliyetidir.
CIA, ajanlarini diplomat ve atase
sifatlariyla maskeliyor. Iste örnekleri;
- Pasifik ülkelerinde CIA güdümlü darbeler
yaptiran veya ABD yanlisi hükümetleri is basina getiren CIA operasyonlarinin
mimari Marton Abromowitz'in, daha sonra 1988'de, Türkiye Büyükelçisi olarak Ankara'ya
gönderilmesi. (Abromovvitz'in gelisiyle birlikte, Dogu ve Güney-dogu'da PKK
saldirilarinin doruk noktasina tirmanmasi ve Kuzey Irak'i ele geçirmeye
çalismasi dikkat çekicidir.)
-Bonn'daki CIA sefi Henry Pleasants ve 1954'te
Guatemala harekatim yöneten Plan Subesi Müdürü Frank VVisnor, "elçilik
atasesi" kimligi ile çalisiyorlardi.
-Küba Çikartmasi'na katilacak olan Kübali
mültecileri egiten Robert Kendal Davis, Guetamala Elçiliginde ikinci katip
olarak görünüyordu.
-ABD'nin Vietnam Elçiligine 1963
yilinda birinci katip olarak atanan William Egan Colby, daha sonra CIA' nin
Uzakdogu Masasi'nin basina getirilmistir.
-Saygon CIA Sefi John Richardson, ABD
elçiliginde birinci katip olarak gösterilmistir.
-Vietnam'daki Amerikan katliamlarini
planlayan özel harp uzmani, kontrgerillaci Kommer, 1970 yilinda ABD Ankara
Büyükelçisi olarak atandiktan hemen sonra, bir düzine silahli sol örgüt
kurulmus ve bu örgütler, iç savas çikartmak için, topluma ve devlete
saldirmislardir. Ayrica Kommer'In elçiligi döneminde, kontrgerillaya maledilen
büyük sabotajlarin yapilmasi da dikkat çekicidir. Kommer, ülkemizde ABD yanlisi
rejim olusturulmasi için gelmis ve yaptigi "ince" operasyonlarla bunu
basararak, ABD yanlisi 12 Mart rejiminin baslamasini saglamistir.
-ABD Ankara Büyükelçiligi II. Katibi Donald A.
Robert, 1977 Agustosunda, MIT tarafindan, casusluk süphesiyle izleniyor
- ABD Büyükelçiliginde görevli atase
William Philips, MIT görevlisi Sabahattin Savasman'a, bilgi karsiliginda para
verirken yakalaniyor.
-1977 Temmuzu'nda ABD elçilik
görevlilerinden Robert A. Peyk, Amasya, Çorum ve Sivas'ta Alevi- Sünni
çatismalarini kiskirtan gizli bir gezi yapiyor. Durumu Amasya Belediye Baskani,
Ankara'ya bildiriyor. Bunun üzerine bu ajanin Türkiye'yi terk etmesi isteniyor.
Ancak dönemin Ankara Büyükelçisi James Spain bu elemanin sinir disi edilmesini
önlemeye çalisiyor. Spain'in daha sonra, 12 Eylül Askeri Darbesi'ni planladigi
ve darbenin yapilacagindan aylar öncesinden haberdar oldugunu, hatta darbeden
sonra ekonominin sorumlulugunun Turgut Özal'a birakilmasina, ABD elçiliginde
karar verildigini ve yine burada Spain tarafindan Özal'a teblig edildigini (!)
bizzat Spain'in anilarindan ögreniyoruz.3
ABD Merkezi Haber Alma Servisi CIA,
ülkemizde kendisine bagli, kanun disi veya gizli kalmayi basarmis, paralel
kontrgerilla yapisi olusturmustur. CIA bu yapiyi kullanarak! ülkemizi
destabilize etmekte, böylece ABD yanlisi rejimlerin veya darbecilerin gelmesine
zemin hazirlamaktadir. 12 Eylül Darbesine gerekçe olan terör olaylarinin ve
anarsinin artmasinda, bu paralel yapinin provokatif eylemlerinin etkili oldugu
biliniyor. Bu paralel kontrgerilla yapisinin kod adinin (ERGENEKON) oldugu ve
bu ismin Italya'daki Gladio'ya paralel belirlendigi, bu yapinin Türk
Hükümetlerince veya TC otoritelerince denetlenmedigi, hiçbir TC. kurumuna bagli
olmadigi, ancak elemanlarinin muhtemelen MIT, Jandarma, Genel Kurmay ve Emniyet
teskilatlarindan devsirildigi saniliyor.
Tipki bir takim dönmelerin ya da
sabatayistlerin özellikle Türk ve Türk tarihi sahsiyetlerinin isimlerini,
kendilerine ad ve soyad olarak almalari misalinden bir çarpitma maskesi söz
konusu olmaktadir. Böyle bir ismin seçilmesinde de, yine "istihbarat
mantigi ile bir iliskilenmenin" manipülasyonu okunmaktadir. Tipki, su
Örnek açilimim adresleyen "Ahmet Türk" isimli Kürtçünün tevil
götürmeyen net manasi gibi... Ayrica "Ergenekon" yapisinda bazi sag,
sol ve dinci akimlara bagli sivil sahislarin da görev aldiklari, çesitli
ideolojik gruplara bagli militanlarin, bilerek veya farkinda olmadan,
"Ergenekon" hesabina eylemler ve sabotajlar yaptiklari, bu eylem ve
sabotajlarin, ait olduklari ideolojik gruplara fatura edilmesi nedeniyle de,
ülkede ciddi bir sag- sol, Alevi-Sünni çatismasi ortami olustugu anlasilmistir.
Bu ortam da askeri darbelere firsat ve
zemin hazirlamistir. Askeri darbelerin, Amerika Birlesik Devletleri tarafindan
desteklenmesi ve itiraz görmemesi Ilginç bir durumdur.
YASADISI KONTRGERILLA EYLEMLERINDEN
BASLICALARI
·
27.11.1970
günü, Istanbul Kültür Sarayi'nin yakilmasi Savci Dogan Öz'ün öldürülmesi
·
4.3.1972
günü, Marmara Gemisi'nin Batirilmasi
·
1
Mayis 1977 Taksim olaylarini baslatan silahlarin patlatilmasi ve 34 kisinin
Ölmesi
·
16.3.1978
günü, Istanbul Üniversitesi'nde ögrencilere bomba atilmasi ve yedi ögrencinin
öldürülmesi
·
17 Nisan 1978 günü, Malatya Belediye Baskam
Hamit Fendoglu ve ailesinin sehit edilmesi
·
29.5.1978
günü, Bülent Ecevit'e, Çigli'de suikast girisimi
·
19.12.1978
günü, Çiçek sinemasinin "Günes Ne Zaman Dogacak" isimli filmin
oynatilmasi sirasinda bombalanmasi
·
20.12.1978 günü, Kahramanmaras'ta Alevi kahvehanelerinin
taratilmasi ve
·
21.12.1978
günü iki solcu ögretmenin öldürülmesi
·
3.10.1978 günü,
MHP Istanbul Il Baskani Recep Hasatli ve oglunun sehit edilmesi
·
1
Subat 1979 günü, gazeteci Abdi Ipekçi'nin öldürülmesi
·
18.9.1979 günü, Adana'da yedi Ülkücü ögretmenin
sehit edilmesi
·
28
Eylül 1979 günü, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un öldürülmesi
·
19.11.1979 günü, Ülkücü, Gazeteci- yazar Ilhan
Darendelioglu'nun sehit edilmesi
·
3.12.1979
günü, Ülkücü-gazeteci yazar; Kemal Fedai Çoskuner'in sehit edilmesi
·
7.12.1979 günü,
Prof. Cavit Orhan Tütengil'in öldürülmesi
·
4.4.1980
günü, Ülkücü, gazeteci- yazar Ismail Gerçek-söz'ün sehit edilmesi
·
11.4.1980 günü, TRT prodüktörü Ümit Kaftancioglu'nun
öldürülmesi
·
20
Temmuz 1980 günü, DISK Genel Baskani Kemal Türkler'in Öldürülmesi
·
27
Mayis 1980 günü, Gümrük ve Tekel Bakani Gün Sazak'in sehit edilmesi
·
24.6.1980
günü, MHP Gaziosmanpasa Ilçe Baskani Ali Riza Altinok ve ailesinin sehit
edilmesi.
·
19.7.1980
günü, eski Basbakanlardan Nihat Erim'in öldürülmesi
·
Ugur
Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kislali gibi milli direnç
noktasinda tavir gelistirecek, Atatürkçü, laik sahislarin öldürülmesi... (Bu
eylemlerin oldugu dönemde, AB ile ilgili tartismalarin ortaya çikmasi ve bu aydinlarin
karsi duruslari iyi okundugunda, adina "Islamci" diyen taseron
örgütlerin son tavirlari ve bunlarin siyasi uzantilarinin toptan AB yanlisi
kesilmeleri, olayi daha net kavratacaktir diye düsünüyoruz.
Bu eylemlerden dolayi pek çok sag, sol
ve dinci ideolojik harekete mensup kisiler tutuklandi, yargilandi. Bu
eylemlerden dolayi da, arkalarindaki ait olduklari ideolojik gruplar suçlandi.
Ülkücüler sehit edildiginde devrimciler, devrimciler öldürüldügünde ülkücüler,
laik yazar ve ögretim görevlileri öldürüldügünde de dinci kesimler suçlandi. 12
Eylül öncesinde taraflar, sadece birbirlerini suçlamakla kalmadilar "hesap
sormak", "intikam almak" ya da "kendini korumak" gibi
reflekslerle, eylemlere karsilik verdiler.
Bütün bunlar ülkeyi, korkunç bir
siddet ortamina ve iç savasin esigine getirdi. Oysa bugün sular durulmus ve
gerçekler daha iyi anlasilmaya baslanmistir. Toplumu sarsan bu cinayetler,
bombalamalar ve sabotajlar provokatif-ti ve bunlari yaptiranlar da provokatör
bir güçtü.
Bu gücün "Ergenekon" kod adi
tasiyan ve idaresi tamamen CIA da olan, yasadisi, paralel ve gizli bir
kontrgerilla odagi oldugu artik anlasilmistir. Italya'da toplumu karistirip
gerilimi arttiran Gladio ne ise, bizde de Ergenekon odur. Bu olusumun ne ülkücülerle,
ne de devrimcilerle ilgisi vardir. Bu gizli CIA olusumunun tek ilgisi,
isbirlikçi veya piyon olarak teskilatlarindan kopuk, paraya zaafi olan, zayif
iradeli, kimi devrimci, ülkücü veya dinci sahisa olta atip, onlari
kullanmalarindan ibarettir. Türkiye'deki siyasal tercihler açisindan, felsefi
ve kültürel temelli bir yönelim potansiyelinin aidiyet bagi pek söz konusu
olmadigindan, bu tür çarpikliklara da her alanda rastlama o kadar abeslik
arzetmiyor.
Ama bir çok kanli (terör) örgütü
liderinin aileden asker kökenli, önemli görevler üstlenmis sahislarin çocuklari
olmalarinin, her halde bir sebep-i hikmeti olsa gerek. Üst düzey bir asker
çocugunun, ülkücü kimligiyle anilip, böyle tercih yaptigina -cezaevi dahil- hiç
rastlamadik. Böyle bir yansima vardir diye, tüm kurum da suçlanamaz.
Nihayetinde bilimsel gerçeklik itibariyle, "bütün genellemeler
soyuttur" ama somutluklar da böyle adresleniyorsa biraz düsünmek gerekir.
Yukarida bir kisminin listesini
verdigimiz sansasyonel eylemlerin hepsi de provokatiftir. Toplumda sag- sol,
Alevi-Sünni çatismalarini tirmandirmayi hedeflemistir. Bunlarin arasinda
ülkücülere maledilen bazi eylemlerde, adlari ülkücü olarak geçen eylemcilerden
bugün hiçbirinin aramizda olmamasi, geride kalanlarinda trilyoner isadamlari
kervanina katilmalari, nasil bir oyuna maruz kaldigimizi çok iyi gösteriyor.
Venedik Savcisi Felice Casson,
Italya'da yasanan terör ve katliam olaylarinin arkasinda bir takim asker ve
istihbarat görevlilerinin izinin bulundugunu anlayinca, siki bir inceleme ve
arastirma yapar. Yillar süren arastirma sonunda, bu kirli isleri yaptiran
odagin, Gladio adli bir örgüt oldugunu ortaya çikarir. Ancak savci Casson,
Gladio'yu arastirirken, izler onu Italya Basbakani Giulio Andreotti ile
Cumhurbaskani Francesco Cossiga'ya kadar götürünce, ortaya çikartilan örgütün
çok muazzam ve güçlü bir yapilanmaya sahip oldugu anlasilmistir. Çünkü bu
yapilanmada, Italya'nin en güçlü insanlarinin üye oldugu P-2 Mason Locasi da
vardir. Ayrica Aldo Moro'yu kaçirip öldüren kanli, "Kizil Tugaylar"
örgütü ile P-2 ve Gladio arasinda da baglantilar bulundugu ortaya
çikarilmistir. Bu durum bizde, Akin Birdal'a suikast girisiminde bulunan
kontrgerilla unsurlarinin, TÎT (Türkçü Intikam Tugayi) adini kullanarak eylemi,
12 Eylül öncesi gibi ülkücülere adreslemeye çalismalarinin benzerligini
hatirlatiyor. 12 Eylül öncesinde peydahlandirilan TIT ve ETKO gibi ülkücülerle
iliskisi, ülkücülerin bilgi ve onayi olmayan bazi uyduruk çete olusumlari,
solcu hedeflere yöneltilerek, devrimcilerin siddeti ve tansiyonu tirmandiril
irken, MLSPB gibi kanli cinayet örgütleri de, ülkücü ve resmi hedeflere
saldirarak, devrimcileri adreslemek yoluyla, ülkeyi neredeyse iç savasin
esigine getirmistir.
1978 Aralik ayinda Kahramanmaras'ta,
Alevi solcularin kahvehanesini tarayip, ardindan da iki devrimci ögretmeni
öldüren THKP/C Dev-Savas örgütü ve bu örgütün lideri Garbis Altunoglu, adi
12.06.1972 tarihinde sandik cinayetine karisan ve sol çevrelerde MIT ajani
olarak suçlanan bir provokatördür. Bugün de Almanya'da asil sahipleriyle net
irtibatli bir sekilde maasli yasamaktadir Gladio, Italya'da Kizil Tugaylar
Örgütünü ve fasist odaklari birbirine ve resmi hedeflere karsi yönlendirerek
"tansiyon stratejisi" uygulamistir. Bu strateji 1970'ten beri, ülkemizde
de Gladio'nun türdesi olan olusum tarafindan uygulaniyor. Ancak Italya,
Gladio'yu desifre edip dagitirken, bizde hâlâ is görmekte, zaman zaman
gerginligi tirmandiracak islere soyunmaya devam etmektedirler. En son
marifetleri de, 1995 Mart ayinda Istanbul Gazi Mahallesi'nde, Alevi
kahvehanelerini ve Cemevlerini kursunlatarak, ülkeyi az daha, bir mezhep
bogazlasmasinin esigine getirmek olmustur. Bu olayin, Kahramanmaras olaylarinin
baslamasina sebep olan eylemlerle bire bir örtüsmesi, ayni adres marifetinin
uzantilarini da net olarak ortaya koymaktadir. O zaman da kahve taranarak, bir
Alevi dedesi öldürülmüstür.
GSE
(Fransiz Dis Istihbarat Servisi) SORUMLUSU ALEXANDER MARENCHESIN PAPA
SUIKASTINA ILISKIN SÖZLERI
"1980'in Ocak ayinda, en güvenilir
generallerimden birini ve üst düzeyde bir sivil arkadasimizi Vatikan'a
gönderdim. Papa'ya, kendisine bir suikast planlandigini bildirdiler... Vatikan
süphesiz ki bizden aldigi bu bilgi ve uyariyi, Italyan Istihbarat Birimlerine
iletti. Papa, Agca'nin kursunlarina hedef oldugu zaman hiç sasirmadim... Kendi
kendime hâlâ soruyorum: Acaba Italyan teskilatlan, bu bilgileri aldiktan sonra
Papa'yi korumak için gereken tedbirleri gerçekten aldilar mi? Bu sorum cevapsiz
kaliyor."
Terör arastirmanlarindan bir çogu,
muhtemelen Italyan gizli servislerinin bu uyariyi dikkate almadiklarini, çünkü
Vatikan'in mafya ve global kapitalizm ile yogun iliskilerine bagli veya Fatima
Sirlari'na inandiricilik kazandirma gibi nedenlerle, Agca'yi Italyan gizli
servislerinin maniple etmis olma ihtimali olabilir diyor. Potansiyel
yansimalarinin psikolojik boyutu, bu tür eylemlerde yer alanlarin baginin
direkt olamasa da, etkilesimin yönlendirmesi, ayni sonuçlari okutmaktadir. Onun
için bir çok eylemcinin kendisini bagimsiz ilan etmesi, kendilerince dogru olsa
da, eylemin kime hizmet ettigi yani olayin kimin ekmegine yag sürdügüdür asil
olan. Sosyolojik açidan, bütün radikal hareketlerin karsitlarina hizmet
ettigini çok iyi bilen akil hocalari, herhalde radikallestirmenin taktik ve
stratejisini de aktarmayi iyi bilirler.
TÜRKIYE'NIN DESTABILIZE EDILMESINE
DOGRUDAN VEYA DOLAYLI OLARAK KATILAN GIZLI SERVISLER
1- CIA- Central Intelligence Agency -
ABD
2- MOSSAD- Israil Dis Istihbarat
Servisi
3- Shin Beth- Israil Iç Istihbarat
Servisi
4- SISMI- Italyan Dis Istihbarat
Servisi
5- SIGC- Ispanyol Istihbarat Servisi
6- NSA- National Security Agence - ABD
7- MI 6- Military Security 6. Section (Ingiltere
Dis Istihbarata)
8- MI 5- Military Security 5. Section (Ingiltere
Iç Istihbarati)
9- KYP- Kintiriki Ypressia Pliroorion
(Yunan Istihbarat Servisi)
10 -MAD- Alman Askeri Istihbarat
Servisi
11- FBI- ABD Federal Polisi
12- DST- Fransa Iç Istihbarat Servisi
13- DGSE- Fransa Dis Istihbarat
Servisi
14- DIGOS- Italya Kontrterör Örgütü
15- BUD- Hollanda Dis Istihbarat
Servisi
16- BND- Alman Istihbarat Servisi
17- BID- Hollanda Dis Istihbarat
Servisi
18- KGB- Rusya Istihbarat baskanligi
19- SP- Belçika Istihbarat Servisi
20- El Muhaberat - Suriye ve Irak
Istihbarati
21- SAVAMAK- iran Istihbarat Servisi
Bu istihbarat servisleri, Türkiye'de
yikici ve bölücü olusumlar insa ettirerek ya da mevcut olusumlarla irtibat
kurarak bunlari sevk ve idare ettirmek yoluyla, ülkemizde iç istikran bozucu
faaliyetler yapiyorlar. Ayrica mafyatik iliskiler kurarak, uyusturucu, göçmen
ve silah kaçakçiligi isleri yaptiriyorlar. Ülkemizden kaçan adli ve siyasi
kanun kaçaklarini ülkelerinde barindirip sakliyorlar... Hatta bunlardan
bazilari daha da ileri giderek, ülkemizde cinayetler isliyor veya sabotajlar yapiyorlar.
ERGENEKON: ANALIZ - YENIDEN YAPILANMA,
YÖNETIM VE GELISTIRME PROJESI
Yeni Safak gazetesi köse yazarlarindan
Taha Kivanç 30 Nisan 2001 tarihinde, "Hayaller Gerçek Galiba" basligi
altinda bir yazi yazdi.
Yazi, Taha Kivanç'in eline geçen
Istanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, "Ergenekon: Analiz- Yeniden yapilanma,
yönetim ve gelistirme projesi" ile ilgiliydi. Taha Kivanç, yazi ile ilgili
aldigi tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayis 2001 "de kösesinde ayni konuya
devam etti. "Deli Saçmasi Sanmayin" baslikli yazisinda söyle diyordu:
"Sanki ben çikarmisim gibi, dün, bütün gün, "Bu Ergenekon da nereden
çikti?" sorusuna cevap vermek zorunda kaldim. Bazisi onu 'mali amaçli bir
örgütlenme sanmis; bazilariysa, MHP'nin iktidarda bulunmasiyla irtibatlandirmis...
Oysa, "Yeniden kurulsun"
diye hakkinda rapor hazirlanan Ergenekon, çok kapsamli, bir partiyle irtibati
bulunmayan 'devleti yapilandirma' amaçli bir örgüt... Bilen biliyor, devlet
içinde ayni adi tasiyan güçlü bir örgüt geçmiste vardi. Deniz Kuvvetlerinden
ayrilan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varligindan haberdar
olmustum" demisti Ergenekon için... Can Dündar ile Celal Kazdagli,
belgeleri konusturarak, 'Ergenekon' adiyla bir kitap (Imge Yayinlari, Ankara)
bile yazdilar...'Taha Kivanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki,
zamanin Mao'cu, PKK yandasi terörist örgütü, simdinin ise ordu yanlisi, Kuvay-i
Milliyeci, Kemalist kurulusu Aydinlik grubundan geldi. 6 Mayis 2001 tarih ve
720 sayili Aydinlik Gazetesinde Hikmet Çiçek, "CIA'nin
"Ergenekon" yaygarasinda Fehmi Koru basi çekti. Bütün bunlarla
birlikte, piyasaya 'Ergenekon' dedikodulari da sürülüyor.
Bilindigi gibi Can Dündar, Türkiye
Süper NATO'sunun (Kontrgerilla) 'Ergenekon' adiyla kuruldugunu anlatan kitap
yazdi. Anlasiliyor ki, ABD Türkiye'de kurdurdugu Süper NATO'ya bu adi koymus
veya bu adin konmasina izin vermis. Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple
karsi karsiya. CIA, SÜPER NATO ve MIT seflerinin isbirligiyle Orduyu yipratma
kampanyasi her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savasta sözde dosyalar ve
raporlar imal ediliyor. "Ergenekon" hikayeleri de bu tertibin bir
parçasi" diye Fehmi Koru'ya hücum etti. Bu telasli tepkiye, bir bölümünü
Fehmi Koru'nun yayinladigi, daha genis bir sekilde de Aksiyon Dergisi'nin yer
verdigi "Ergenekon: Analiz - Yeniden yapilanma, yönetim ve gelistirme
projesi" baslikli ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabiyla biten
raporu, "bizzat Dogu Perinçek'in kaleme aldigi ve Ergenekon'un yeniden
yapilanmasinda önemli fonksiyonlar yüklendigi" söylentileri mi neden oldu
acaba?
Internet'te yayin yapan Ergenekon sayfasi veya
Ergenekon isimli web sitesi, Ergenekon yapilanmasi ile ilgili su haber ve
yorumlara yer vermis: "NATO uzantisi eski "derin devlet"
yapilanmasinin yerine geçmek üzere (!) ulusalci /milliyetçi yeni Ergenekon,
toplantilara basladi. Sitemize gelen bilgilere göre, eski "derin devlet'in
operasyon birimleri ilk toplantisini, Haziran ayi içerisinde, Akdeniz
sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yapti. Yeni olusumun basinda, eski (!)
bir MIT daire baskani bulunuyor. Basbakanlik danismanligi da yapan MIT'çi
lider, eski teskilata benzer bir yapilanmaya gidilmesini savunurken, daha üst
seviyelerden bagimsiz bir organizasyonun kurulmasinin "rica" edildigi
ileri sürüldü. MIT eski Müstesar Yardimcisi Mikdat Alpay'in da bu olusumda
görevlendirildigi ancak, grubun eski elemanlarinin Alpay'a güvenmedigi hatta,
Alpay'in da katildigi bir toplantiya yüzlerinde kar maskesiyle katildiklari
bildirildi.
Biz Ergenekoncularin ulusal olmasini
beklerken, 11 Eylül'de Amerikan kabusu sonrasinda bu ekibin, patronlari
tarafindan büyük ölçüde, yine ABD'nin hizmetine tahsis edildigi haberi geldi.
Uzun süredir harçlik bile alamayan ekibin yeniden düzenli ayliga baglandigi
ileri sürüldü. Toplantiya katilanlardan aldigimiz bilgiler ve organizasyonda
görev aldiklarini duydugumuz kimselerin genel karakterlerinden hareketle,
Ergenekoncularin henüz, Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadiklarini
söyleyebiliriz. Bizim kanaatimiz, ABD'nin bu yapilanmayi bir süre izleyecegi,
bagimsiz bir çizgide gitmede israr ederse içerdeki adamlari vasitasiyla bunu
desifre edecegi yönündedir.
Yeniden yapilanma sürecinde, askeri
otoritelerin bunun anti Amerikan bir görünüm kazanmasini -en azindan simdilik-
istemedikleri, bu yönde yapilacak yayinlan dezenformasyon seklinde sunma
kararinda olduklarini analiz ediyoruz. Aydinlik dergisinin bu maksatla, asagida
metnini okuyacaginiz haberi ve "Ergenekon kuruldu" seklindeki haber
ve yorumlari, CIA dezenformasyonu seklinde sunmaktadir. Aslinda Aydinlik
Grubu'nun, bir taraftan Süper NATO'yu desifre etmeye çalisirken (!) diger
taraftan Ergenekon'u savunmasi da bu çerçevede anlam kazanmaktadir.
Özellikle Ergenekon'un siyasi kanadi,
topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülmektedir. Gariptir ki, küçük bir
azinliktan gayri, kimseye de güven duymamaktadir. Ayni site "Perinçek'in
Türkçüleri" bölümünde ise söyle demis: "Periçekgillerin Milliyetçi-
Ulusala- Tarikatçi sacayagi, önümüzdeki günlerde bol, bol gündeme gelecek.
Ma-ocu- Türkçü- Tarikatçi- Kemalist ittifaki. Ergenekon yine yanlis ellerde!
Ergenekon Ideali tekrar hayata geçirilmeye çalisilirken, bu olusumun
baglanacagi üst kurum konusu muallakta kaldi. "Adini ben verdim/ Yasini
Allah versin" demekle olmayacagi anlasilan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski
"derin devlet'in devami mi olacagi, yoksa tamamen milliyetçi/ ulusala yeni
bir kimlikle mi kurulacagi konusundaki belirsizlik sürüyor. Her ne kadar
bagimsizlik teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlan-dirsa da, kazin
ayagi göründügü gibi degil.
Ergenekon'un operasyon timinin
basinda, basbakanlik danismanligi da yapan meshur bir istihbaratçi var.
Bugünlerde Mikdat Alpay'i da yeni olusuma pazarlama gayretlerinin sürdügünü
duyuyoruz. Ergenekon'un siyasi kanadi ise, Maocu-Türkçü-Tarikatçi kimliklerine
bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanmasi tavsayinca, kendisini daha net
ortaya koyacak.
Önce Yeni Hayat ve Aydinlik,
sayfalarini birbirlerine açarak paslasmaya basladi. Ardindan birlikte paneller
düzenlediler. Son safhada yanlarina, Azerbaycan'dan profesörlük unvanli. Kadiri
Seyhi Haydar Bas'i da aldilar. Fikir babaligini Atilla Ilhan'in yaptigi
olusumun operasyonel komutani; emekli albay Hüseyin Mümtaz. Mümtaz, Yeni
Mesaj'daki kösesinde söyle buyuruyor "Ayni TBMM hükümetinin Kurtulus
Savasi esnasinda, Kuvayi Milliye'yi canlandirmak için Anadolu'ya gönderdigi
-irsad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj -Meltem TV ekibine, Yeni Hayat'a,
Aydinlikçilar'a, Mümtaz Soysal'a, Erol Manisali'ya ve açiktan olmasa da -
askere- büyük görev düsüyor..." Ergenekon'un dayandigi ana tezler; Ulusal
Bagimsizlik, IMF karsitligi (hatta AB muhalifligi), Anti- Amerikancilik,
Amerika'nin dislandigi bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvay-i Milliye hareketi
çerçevesindedir. Atatürkçü Düsünce Dernekleri ve eski Marxist organizasyonlarla
içli disli çalisan bu grup, kimi zaman da Aleviligi yalnizca bir kültür olarak
yutturmaya çabalayan "ateist fakat mezhepçi" bazi derneklerle de
isbirligi yürütmektedir.
"Anlasilan "Gerçek Ergenekon"
Ergenekon'la ilgili gelismelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde
bulunmasindan pek memnun degil. Enterasan gelismeler degil mi? "Ciya"
düsmani Perinçek Ergenekon'da... Sedat Peker'in basini çektigi "Öz
Türkler" veya Peker'in tanimiyla Pantürkizm (Turancilik) hareketinin gövde
gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapilandigi" söylentisi ile es
zamanli olmasi ilginç. Anlasilan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler"
ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrilacak...
Istanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayis 2002
aksami yapilan "Öz Türkler" gününe, diger bir tarifle Sedat Peker'in
beyninde sembolize ettigi ismiyle "Birlesik Türk Devletleri"nin
kurulusuna, bir çok ünlü sahsiyetin yanisira eski Kara Kuvvetleri Komutani ve
Genel Kurmay Baskanligi adayi Muhittin Fisunoglu'nun katilmasi, günün en dikkat
çeken haberleri arasindaydi. Biliyorsunuz Orgeneral Muhittin Fisunoglu (E)
-Emekli Pasalarin kartvizitleri böyle oluyor- Hayyam Garipoglu'nun
Sümerbank'ina da, farkinda olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" olmustu.
Hilton'daki davete de yine Mehmet AH Yilmaz ve Atilla Yildirim davet edince,
farkinda olmadan gitmis ama, kapidan içeri girince manzarayi anlamis.
"Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmis
bulundum. Hemen dönüp çikamadim" diyormus.
Muhittin Fisunoglu'nun referans
gösterdigi ve yemegi birlikte yedigini söyledigi Mehmet Ali Yilmaz, Dündar
Kiliç'in eski is ortagi, yeralti dünyasinin islerim takip eden bir politikaci.
Atilla Yildirim da, Alaattin Çakici'nin islerini takip eden ve bîr çok kere
gözaltina alinan, ikinci sinif bir mafya babasi. Vah pasam vah... Pasa,
herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldi ki "Peker'i tanimaktan pisman
degilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldi. Kendi çizgileri ile
"gönüllü zaptiye memuru anlaminda" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-
Turana Sedat Peker'in, Aydinlik gibi, ipleri kimin elinde oldugu belli olmayan
bir organizasyonla yakinlik kurmasinin, izah edilecek bir yani yok.
Biliyorsunuz Sedat Peker, 19 Mayis'ta
Aydinlik'a büyük bir ilan vermisti. Çok profesyonelce düzenlenmis web sitesi
için ise, söyleyecek bir söz yok. Bizce, düsüncesi ne olursa olsun, arkasinda
kim oldugu belli olan siteler, fikri gelisme ve degisik bir seyler ögrenme
açisindan yararli. Esasinda legal platformlar içinde, "milliyetçi"
duygularimizin kamçilanmasina ve tepkilerimizi açikça beyan eden bireyler
haline gelmemize ihtiyaç da var. Ancak, "Birlesik Türk Devletlerinin"
kurulmasi, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapilanmaya
gidilmesi fikirleri Ise, tehlikeli atilimlar. Hele hele, Perinçek gibi
ajan-provokatörlerin içinde bulundugu olusumlar, hiç bir zaman Türkiye'ye fayda
getirmez.
Simdi Taha Kivanç ve Aksiyondan Harun
Odabasi'nin yazilarindan faydalanarak. Dogu Perinçek tarafindan kaleme alindigi
söylenen "Ergenekon"un reorganizasyon çalismalarina göz atalim:
"Bu çalismanin amaci, (...) Ergenekon'un reorganizasyonuna katkida
bulunabilmektedir. 21. yüzyilda güçlü bir istihbarat örgütünün anahtari,
uluslararasi finansal organizasyonlari engellemek olacaktir. Dünya para
hareketinin dikkatle izlenisi, gerek uluslararasi platformda, gerekse ülke
içinde siyasi ve toplumsal olusumlari çok önceden görerek karsi önlemler
alinmasini saglayabilmenin en etkin çözüm yoludur. (...)
Ergenekon, kaçinilmaz bir biçimde,
çagin ve kosullarin geregi olarak, ekonomi alaninda çok etkin faaliyetler
uygulamaya koymak ve para akisini kontrol altina almak zorunlulugu ile karsi
karsiyadir. Türkiye'den pek çok kisi yurtdisina kaynak aktarmaktadir ve bunun
önüne geçebilmek mümkün degildir. Ancak, çesitli ülkelerde bankalara
sizdirilacak bilgisayar hirsizlan, tespit edilen bu kaynaklar ile Türkiye'den
kaynak aktarimi yapan kuruluslarin likit aktarimlarini, mevcut güçlü bir sirket
üzerinden yeniden Türkiye'ye aktarabilir.
Çesitli ülkelerdeki bankalara
sizdirilacak bilgisayar hirsizlarindan yararlanilarak, likit kaynak aktarimi
yoluna gidilmelidir. Bu türden kaynak aktarimlari, 48 saatte tamamlanmalidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin varligini tümüyle ortadan kaldirmaya yönelik çabalar,
dis odakli olmaktan çikip yerli isbirlikçilerin gönüllü katkilariyla, ülke
içinde de yikici güç odaklanma noktasina ulasmistir. 1914 yillarinda Istanbul,
dis ülkelerin istihbarat ajanlarinin cirit attigi, pek çok yandaslarinin
oldugu, dileklerini gerçeklestirebildikleri bir dünya kentine dönüsmüstü.
Bugün de böyledir. Çünkü savas
sürdürülmektedir. Ve bu savasin tek amaci vardir: Bölerek/ parçalayarak Türkiye
Cumhuriyeti'ni yikmak! Yabana güç odaklarinin yerli isbirlikçileri, devletin her
kademesine sizarak TBMM'ne girebilmis ve hatta siyasi platformda iktidar
dönemleri yasamislardir. Türlü özverilerle yurtdisinda egitim görmeleri
saglanan yetiskin insan kaynaklari, ne acidir ki, ülke çikarlari için 'negatif
veriler olarak karsimiza çikmaktadir. Bu nedenle, devletin en önemli yapi
taslan çökmüs ve islemez hale getirilebilmistir. Ergenekon bünyesinde,
yurtdisinda egitim görmüs personel bulundurulmamasi zorunlulugu vardir.
Dünya Bankasi ve Avrupa Birligi, baska
ülkeler tarafindan finanse ediliyor, dis istihbarat örgütleriyle iliskili.
Ergenekon'un, kendi kuracagi sivil toplum Örgütlerine ihtiyaci vardir.
Ergenekon, Türkiye'de faaliyet gösteren tüm sivil toplum örgütlerini, kontrol
altina almalidir. Bu bir zorunluluktur. Çünkü bu örgütlenmelerin finans
kaynaklan, dis ülkelerdir. (Medya) Kontrol edemedigimizi, dogal isleyisi
içinde, örtülü biçimde etkileyelim, denetleyelim. Ergenekon, dogrudan kendi
örgütüne bagli holdingler ve bankalari süratle kurup, ideolojiye uygun
ekonomik/ politik denge saglayabilmelidir. Kullanacagimiz ajanlar merhametsiz
olmali. Naylon sirketler kurulmali (...)
Elde edilen ekonomik girdiler, öz
kaynak olarak Örgütün kuracagi legal sirketlerde degerlendirilerek
aklanmalidir. Illegal isler, bütün istihbarat örgütlerinin ilgi alani. Biz
neden farkli davranalim? Türkiye, silâh üreten bir ülke durumunda olmadigindan,
jeo/ stratejik açidan kaçinilmaz olarak ve iradesi disinda zorunlu olarak,
uyusturucu satisinda köprü durumundadir. Uyusturucu ticaretini denetim altina
almalidir. Türkiye'nin bir baska sansi da, kimyasal silâh üretimi olabilir.
Çünkü bu alanda, basarili sonuçlar elde edebilecek insan kaynaklarina sahiptir.
Kisisel çikarlar adina siyasete yönelmis ve hedefe ulasabilmek adina her seyi
mubah sayabilen siyasilerin engellenebilmesi için, geriye kalan tek yol
suikasttir. Suikast operasyonlarina gerek duyulmamasi için, siyasi portreler
çok ciddi analiz edilmeli, ortak ideallere uygun siyasilerin seçim kampanyalari
organize edilerek, parlamentoda etkin ve güçlü biçimde yer alabilmeleri
saglanmali.
Atatürk ilkeleri dogrultusunda,
Kemalizm'in tek gerçek olduguna inanmali. Ingiltere, Almanya, Fransa, Amerika
Birlesik Devletleri, SSCB gibi ülkelerin; kendi ideolojileri dogrultusunda,
"sivil unsurlardan" sonuna degin yararlanmayi bildigi, emperyalist
emelleri adina, tüm dünya ülkelerinde, her alanda çesitli faaliyetler sonucunda
kültürel, siyasal ve ekonomik çikarlar elde ettigi. Günümüzde degisen degil,
giderek daha da gelistirilen sivil unsur etkinlikleri ile sürdürülmekte olan bu
çalismalar; sayilan giderek artan "sivil toplum örgütleri",
"insani yardim kuruluslari", P-2 Mason Locasi, Bilderberg Grubu vb.
gibi çesitli gizli ve örtülü adlar altinda, dünyanin dört bir yaninda ideolojik,
siyasal, ekonomik, kültürel ve bilimsel çalismalari örgütsel olarak yürütüyor.
Toplum, Kemalist ideolojiyi gerçek
anlamda özümse-yememis, emperyalist devletlerin 'sivil unsurlarinin' ve yerli
isbirlikçilerinin çabalan sonucunda -buna firsat bulamamis- kaçinilmaz olarak,
yabana ideolojilerin cazibesine kapilmistir. Gelisen dünya ülkelerindeki genis
halk kitlelerinin erisebildigi kosullan göz önüne alan Türk toplumu; gerçekte
siyasi liderler ve yandaslarinin çikartan adina, hareketlerinden kaynaklanan
hatalardan ötürü, Kemalizm'i sorumlu
tutarak, yargilamaya yönelmistir.
Türk halki, toplumsal geri kalmislik,
mutsuzluk ve umutsuzlugun kaynagi olarak, Kemalizm'i sorumlu tutar hâle
gelmistir. Ve bugün çesitli Ideolojiler dogrultusundan hareketle toplum,
düsünsel ve inançsal alanlarda parçalara bölünmüs, etnik ayrimcilik dünya
platformunda kendisine yer edinebilmis, toplum "yeni rejim"
arayislarinin kaosuna sürüklenmistir. Yasli insanlar (50 yas üzeri); tümden
güvenini yitirmis, düs kirikligi içindedir. Orta kusak (35-50 yas arasi) olarak
ele alinacak nesil için de durum böyledir. Genç kusak ise (18-30) kendilerinden
önceki kusaklarin yasamak ve katlanmak zorunda kaldiklari kosullar ile gelismis
ülke insanlarinin eristikleri kosullar arasinda muhasebe yapmakta ve mevcut
rejimin kendilerine bir gelecek saglayabilecek güç ve dinamige sahip olmadigini
pesinen görmektedir.
Genis halk kitleleri, umutsuzlugun
ivmesi ile kaosu yasamaktadir. Onca kötü ve adaletsiz egitime karsin; Türk
insani kendisini, içinde bulundugu kosullara direnç gösterebilecek bir biçimde
egitebilmistir. Bu nedenle -dis güçlerin onca emperyalist çabalarina karsin-
Türkiye Cumhuriyeti'nde, genis halk kitlelerine dayali sosyal ve siyasal
patlamalar bir türlü gerçeklestirilememistir. Türk toplumu hangi görüs ve
inanca sahip olursa olsun, -tarihsel birikim sonucu- bilmektedir ki; ülke
ayakta kalamadiginda, birey olarak kendisi de var olamayacaktir. Bu nedenle,
bir yandan varliginin devamini saglamak, diger yandan "zulüm rejimi"
olarak tanimlar hale geldigi mevcut düzeni, degistirmenin yollarini
aramaktadir.
Federal Alman Friedrich Eber Stiftung
Vakfi ile Konrad Adenauer Vakfi'nin çalismalarindan yalnizca birkaçina
bakilacak oldugunda, 'Türk Gençligi 98- Suskun Kitle Büyüteç Altinda",
"Avrupa Birligi'nin Akdeniz Politikasi ve Türkiye", "Enformel
Sektör ve Sosyal Güvenlik: Sorunlar ve Perspektifler", "Türkiye'de
Sendikacilik Hareketleri" ve "Türk Medya Sektöründe Yogunlasma
Hareketleri ve Beklenen Etkileri" gibi çesitli arastirma raporlari hazirladiklari
görülüyor. "Bu çalismalarin pek çok benzerlerinin Avrupa ve ABD'nin sivil
unsurlari tarafindan gerçeklestiriliyor olusu, Türk sivil toplum örgütleri
içinde etnik, fundemantalist, kültürel, siyasal ve ekonomik faaliyetlerde
belirleyen faktör olarak etkin ve yogun bir biçimde yer alabilmeleri ise;
küçümsenecek bir unsur olamaz.
Insanlarinin "köse
dönücülüge" kosullandirilarak, paraya ve çikarlara endekslenmis, tüm
manevi degerleri yipratilarak dejenere edilmis bireylerden olusan bir topluma
dönüstürülen kitleleri, sivil unsurlarin etkinlikleri birlestirecek, özüne
sarilmasi geregini motive edecek, moral ve umut kaynagi olacaktir. Bu sayede
Türkiye'de faaliyet gösteren yabana sivil toplum örgütleri, önlerinde ilk kez
bir sivil kontra hareketin direncini bulacaktir. Karsilasacaklari bu sivil
direnç, etkinliklerini sifir noktasina çekecektir. Yetiskin ve yetismekte olan
gençlik, özüne uygun platformlarda kendisini ifade edebilecektir.
Lobi'nin faaliyetleri, siyasi otorite
gruplari ile dis kaynakli, isbirlikçi, sözde sivil toplum örgütlerinin bölücü
ve yikici girisimleri etkisiz kilinacaktir. Lobi'nin kontra direnci ile
karsilasan siyasi otorite gruplari, dogal olarak Kemalist sivil
"Lobi" ile isbirligine yönelme zorunlulugu duyacaklardir. (Örnegin;
benzer dis güç odaklan arasinda yer alan mason locasi ve Bilderberg grubu ile
isbirlikçilige yönelinmesi gibi) Aksi halde halkla bütünlesmeleri mümkün
olmayacaktir. Mevcut medya yapilanmasi ise; Kemalist sivil "Lobi"nin
faaliyetleri karsisinda, çikarlar adina, halki siyasi otorite gruplarina
yönlendirmeyi ve bütünlestirmeyi basaramayacaklardir. (Lobi'nin amaci) Türkiye Cumhuriyeti1™, etnik/
fundamentalist/ siyasal/ ekonomik faktörlerinden yararlanarak; bölerek yikmayi,
basarilamaz ise de çikarlara yönelik yönlendirmelerle, bir anlamda yönetebilmek
hedef alinmistir.
Ilk adimlarinin kültürel iliskiler
düzeyinde atildigi söz konusu kuruluslarin bugün ulastigi nokta, mevcut rejimi
tümüyle kontrol altina alma asamasina eristigi gibi; ülkenin bölünmenin esigine
getirilebilmis olmasiyla da ne denli büyük sakincalar yaratilabileceklerinin
son 15 yilda yasanilan olaylar ile ortaya çikmistir. Her birinin ardinda
görünen sözde vakif kuruluslarinin finanse ettigi söz konusu sivil toplum
örgütleri, bilindigi üzere, gerçekte ait olduklari ülkelerin hazine
kasalarindan karsilanan milyarlarca dolarla finanse edilmektedirler. Atacaklari
her adim ise; yine ait olduklari ülkelerin gizli istihbarat örgütlerinin son
derece deneyimli, arastirmaci teorisyenlerince planlanmaktadir.
Türkiye'de faaliyet göstermekte olan
yabana sivil toplum örgütleri, kültürel, ekonomik, bilimsel ve siyasal olmak
üzere her alanda, her türden argümandan yararlanmaktadir. Yabana sivil toplum
örgütleri, Türk halkinin demokratik haklarini kullanabilmek amaciyla
kurduklari, sözde sivil toplum örgütleri, dernekler, vakiflar, medya ve benzer
faaliyetlerini de finanse ederek, kendilerine yerli isbirlikçiler
olusturmaktadirlar. Siyasi otorite gruplari, salt oy kaygisi ile -tarihsel süreç
içinde- "tarikat liderleri" ile isbirligine yönelmislerdir.
Cumhuriyet yasalariyla men edilmis olmasina karsin; dergâhlarin faaliyetlerine
göz" yummuslardir. Çikara dayali bu sorumsuz tutum sonucunda ise; rejim
karsiti fundamentalist görüs iktidar olabilmistir.
Bu iktidara son veren kosullarin
olusturulabilmesi için, büyük ve olaganüstü bir karsi çaba geregi dogmus ve
sonucunda dis ülke otoriteleri ile yerli isbirlikçilerinin tarih önünde
"sivil darbe tezgâhi", 'Türk Silahli Kuvvetleri dayatmasi"
olarak tanimlama cüretini gösterebildikleri, 28 Subat süreci yasanmistir.
Siyasi otorite gruplarinin, çikarlari
adina mafya gruplari olusturdugu ve bu yolla pek çok devlet ihalesi, bankalar,
stratejik öneme sahip enerji üretim tesislerinin yani sira; çesitli üretim
birimlerini adeta "ele geçirme" operasyonlari sonrasinda yandas
kartellerin eline geçtigi, uyusturucu, silah ve kumarin, her dönemde ve her
grup tarafindan finans kaynagi olarak kullanildigi...
Kamuoyunu etkileyen, yönlendiren ve
biçimlendiren medya organlari, ülke çikarlarini hiçe sayarak, salt kendi
çikarlarina uygun hareket eden mekanizmalar haline getirilmistir. Direnenlerin
ise; önüne çesitli setler çekilerek ayakta kalip varliklarini sürdürmeleri
olanaksiz kilinmistir. Türkiye'de, 1995 yilindan 1999 yilina degin, oldukça
kisa bir süreçte, küçük ama bagimsiz tek bir yayinevi kalmamistir. Çünkü medya
kartelleri ile banka sektörü, kitap yayinciligina -üstelik kâr orani çok düsük
olmasina karsin- yönelmis, her türlü düsünce üretimine bu yolla çok kolayca,
zahmetsizce ve topluma hissettirilmeksizin, sözde kültür hizmeti
gerçeklestirilerek son verilmistir.
1950-1960 dogumlularin ardindan gelen
kusaklar arasinda, varligindan söz edilebilecek tek bir yazar yetismemis olmasi,
faaliyetlerin ne denli sindirici, yok edici ve zararli oldugunun en belirgin
kaniti. Türk sivil toplum Örgütlerinin finans kaynaklarinin, yabanci ortakli
karteller ve dis ülkelerin vakif veya sivil toplum kuruluslari, derneklerden
baslayarak vakif ve sivil hareket örgütlenis biçimlerinin her asamasinda, ülke
disi kaynaklarca finanse edildigi...
Programlanan kamu örgütlenisinin,
ulusal çikarlara uygun olmasi beklenemez. "Lobi"nin gösterecegi
faaliyetler ile yukarida isaret edilen alanlarda, çok daha kolay ve saglikli
istihbarat toplayabilecegi ve degerlendirme ile analizini
gerçeklestirebilecegi, kontra senaryolar üretilip, etkinlikler tasarlayarak
uygulamaya koyulacagi, kamuoyunun Kemalist ideolojiye ve ulusal çikarlara uygun
sivil hareketi sahiplenerek katilim saglanabilecektir. Lobi, genis halk
kitlelerine yönelik çalismalarinda, Özellikle gençlerin Kemalist ideoloji ve
ülke çikarlari dogrultusunda yeniden örgütlenmelerini saglamayi
tasarlamaktadir.
Dis ülke istihbarat örgütlerinin uzantilari
olan kuruluslarin, finans ve kontrolünde etkinlikler sergileyen, mevcut sivil
toplum örgütlerinin ulusal çikarlara aykiri faaliyetlerini saglikli biçimde
belirleyerek, bu faaliyetlerin kamuoyunu etkilemesinin önüne geçilmesini
saglamak için; gerekli önlemleri alip, kontra teori ve senaryolar üreterek
uygulama alanlari yaratilmasi ve yasama geçirilmesini saglayacaktir. Bir
merkezde toplanacak olan bilgiler isiginda analiz ve degerlendirme yapacak,
teori ve senaryolar üreterek, iletisim ve propaganda yoluyla, ulusal çikarlara
aykiriliklar karsisinda, sivil direnç odaklan olusturacaktir. Lobi yapilanmasi
ve tüm faaliyetleri, mevcut hukuk platformu ile çerçevelenecektir. Örgütlenme,
yapilanma ve faaliyetlerinde, legal sinirlar içinde kalarak, böylece temiz
toplumun özlemi içindeki kamuoyunun, Özlemini duydugu, kendi yapisina uygun
sivil toplum Örgütlerine kavusmus olunacaktir. Lobi'nin her girisimi, kendi
içinde olusacak hukuk birimi tarafindan, yasal kosullara uyumlu hale
getirilecektir.
Lobi'nin Kemalist ideolojiye bagliligi
ve bagimsizligi, kendi içinde uygulamaya koyacagi ticari faaliyetler ile
saglanacaktir. Lobi, çesitli alanlarda kuracagi ticari sirketlerin
faaliyetleriyle giderlerini karsilayacak, projelerini uygulama olanagina
kavusacak ve mevcut rejim karsiti yapilanmalarin olusturdugu ekonomik güçlerin
faaliyet gösterdikleri alanlarda rekabete yönelerek, ülke ekonomisinin rejim
karsiti güçlerin denetim ve kontrolüne geçirilmesi çabalarina engel olacaktir.
Lobi, tasarim, girisim ve uygulamalarinda, toplumun, temiz toplum özlemi
arayisina, örnek sivil toplum örgütlenmelerinin olusturulmasinda önderlik
edecektir
Girisimlerinin, mevcut anayasal
düzenin kurallarina uygunlugu ilkesi Ön planda tutulacak, sivil toplum
Örgütlerinin ulusal çikarlara uygun, tepkisel eylemlerde bulunmasi saglayacak
ve kitlesel tepkiler organize edilerek, kontrolde, tutulmasi saglanacaktir.
Islev ve misyonunu tamamlamis çesitli isçi sendikalarinin, sivil toplum
Örgütlerinden etkilenmeleri saglanarak, mevcut sendikalarinin tepkisel ve
kitlesel eylemlerinin endirekt metodlarla yönlendirilmesi saglanacaktir. Lobi,
prensip olarak hiçbir zaman, dogrudan dogruya toplumsal eylemler içinde yer
almamaya titizlikle riayet edecek, olusturacagi sivil toplum kuruluslarinin etkinlik
ve eylemler düzenlemesini, organize ve kontrol eden güçlü bir mekanizma olarak
kalmaya çalisacaktir.
Ayni sekilde ticari ve kültürel
faaliyetlerde de dogrudan dogruya girisim ve etkinlikler içinde yer almayip,
tüm faaliyet alanlarinda, organizasyon çatisi altinda olusturdugu kurulus ve
örgütleri, amaçlan dogrultusunda harekete geçiren bir mekanizma olarak kalmaya
özen gösterecektir. Bu nedenle, amaçlanan girisimlerin uygulanabilmesi ve
sonuca ulasilabilmesi için, ekonomik faaliyetler ön planda tutulmalidir.
Lobinin amaçlarindan saptinlmamasi için, ekonomik olarak güçlü olabilmesi
esastir. Faaliyete geçirilmesi planlanan Lobi, öncelikle ticari sirketler
araciligi ile ekonomik güç kazanmali, ardindan kuracagi vakif ile de ekonomik
gücünü artirma çalismalarina yönelmelidir. Bilginin para kaynagina
dönüsebilirligi gözden kaçirilmamali, mevcut istihbarat birikimlerinden,
ekonomik güç elde edebilmek için yararlanilmalidir. Mevcut pek çok sivil toplum
örgütü ile çesitti alanlarda faaliyet gösteren pek çok vakif bulunmakta.
Bunlarin finans kaynaklan ve amaçlarini saptayip kontra faaliyetler ile
önlerinde güçlü dirençler olusturmak gerekiyor.
Mevcut sendikalarin yönetim
kadrolarinin iliskiler agi yeniden gözden geçirilerek, siyasi ve ekonomik güç
odaklariyla ilintileri ele alinacak, tabanlari bu iliskiler hakkinda
bilgilendirilerek, isçi kitleleri üzerindeki etkinlikleri kirilip, güçleri zayi
fi atilacaktir. Ülke ekonomisini elinde tutan ve kisisel çikarlari adina ulusal
çikarlari hiçe sayabilen, çok uluslu sirketler ile ortakliklari olan güçlü
holdinglerin faaliyetleri kontrol altina alinmalidir. Bu türden holdinglerin
faaliyet ve planlamalari hakkinda istihbarat saglanmali, engelleyici, kontra
önlemler üretilmeli ve uygulamaya konulmalidir. Gereginde bu holdinglerin
ihtiyaçlarina cevap verecek ticari sirketler kurularak, müsterek iliskiler
gelistirilmeli ve isbirligi içinde olunmalidir. Insan kaynaklarina dayali
ticari bir danismanlik ve hizmet sirketi kurularak, güçlü ticari kuruluslarda
kadrolasma saglanabilmelidir. Yine ayni amaçla bir güvenlik sirketi kurularak,
isadamlarinin güvenligi saglanabilmeli ve böylece her alanda kadrolasma
gerçeklestirilebilmelidir.
Mafya gruplari tümüyle yeniden gözden
geçirilmeli, deneyimli mevcut gruplarin karsisinda yeni ve güçlü bir grup
olusturularak, denetim ve kontrol altina alinmalari saglanmalidir. Lobi,
çalismalarinda medya kuruluslari ile dogrudan temasta bulunmamaya azami özen
göstermelidir. Daha çok organizasyonun semsiyesi altinda yer alacak sivil
toplum örgütleri ile vakiflarin faaliyetleri dogrultusunda baglanti
kurdurulmasi saglanmalidir.
Lobi'nin prensip olarak, hiçbir
girisim ve eylemin içinde yer almamasi ve tümüyle yasal düzenleme içinde
hareket etmesi, toplumsal prensiplere saygili olmasi, örnek bir sivil toplum
kurulusu olarak, siyasetten tümüyle uzak bir yapi olarak faaliyet göstermesi
gereklidir. Gelecegin dünyasinda "sanal ortam" büyük önem ifade
edecek olmakla birlikte, kan gerçekler, belirleyici ve sonuçlandirin unsurlar
olmaya devam edecektir. Ergenekon'un, Lobi adini verdigimiz örgütsel
organizasyonun faaliyetlerine, önümüzdeki zaman dilimi içinde çok daha fazla
gereksinimi olacagi görüsünde, haddimizin sinirlanin zorlayan israrciliktaki
ifade ve isaretlerimizin amaci, konunun öneminden kaynaklanmaktadir. Emir ve
tensiplerinize...
ORGANIZASYON
PLANI
Dokuz departmandan olusan Lobi'nin
organizasyon plani, asagidaki birimlerden olusmaktadir: Departmanlar, Ergenekon
tarafindan örgütün merkez üyeligine atanmis güvenilir yöneticiye dogrudan bagli
olarak yönetilecek. Bes sivil yönetici personelin Ergenekon ile temasi ise;
atanmis ve güvenilir iki sivil personel ile saglanacaktir. Departman
baskanlari, merkezdeki bes yönetici tarafindan seçilecek ve yönlendirilecektir.
1.MERKEZ
Lobi'nin merkezden görev almasi için,
Ergenekon tarafindan atanmis, güvenilir bes sivil yönetici bulunacaktir.
Yönetici personelin görevi; elde edilen veriler isiginda, organizasyonu,
gizlilik prensiplerine sadik kalarak, saglikli biçimde yönetmek oldugu kadar,
her alanda gelisim ve teknigini de arttirmaktir. Bunun yanisira, birimlerin
olusturulmasi ve birimlerin saglikli, düzenli ve etkin biçimde isleyisini
saglamaktir.
2.ARASTIRMA
VE BILGI TOPLAMA
Arastirma ve Bilgi Toplama Departmani,
merkez üyelerince seçilmis baskan ve on kisilik bir yardima kadrodan
olusmaktadir. Lobi'nin amaçlan dogrultusunda istihbarat verileri toplamak,
arsivlemek ve merkeze sunmaktir.
3.ANALIZ
VE DEGERLENDIRME
Analiz ve Degerlendirme Departmani,
bir baskan ve bes kisilik yardima bir kadrodan olusmaktadir. Elde edilen
istihbarat verilerinin analiz raporlarinin hazirlanmasi çalismalarini
yürütmekle sorumludur.
4.FINANS
VE TICARET
Finans ve Ticaret Departmani, bir
baskan ve alti kisilik yardimci personelden olusmaktadir. Ticari kosullari
yakindan izlemek, ticari faaliyet ve yardim alanlarinin belirlenmesi
çalismalarinin yürütülmesinden sorumludur. Ayrica, ülkenin içinde bulundugu
ticari ve ekonomik kosullarin belirlenmesi çalismalarini yürütür. Bu birimin
baskani, örgütün ticari sirketlerinin kurulus, organizasyon ve denetimini
kontrol eder.
5.KÜLTÜR
VE BILIM
Kültür ve Bilim Departmani, bir baskan
ve alti yardimci personelden olusmaktadir. Bilimsel ve kültürel gelismeleri
yakindan izlemek ve yararlanilabilecek alanlarin tespiti çalismalarini
gerçeklestirir. Kültürel ve bilimsel faaliyetlerde bulunarak, kamuoyunu ulusal
çikarlar dogrultusunda aydinlatip, yönlendirme çalismalarini yürütür. Ülke
çikarlarina aykiri kültürel faaliyetleri tespit eder ve karsi argüman üreterek,
kamuoyunu ve sivil toplum kuruluslarini karsi bilinçlendirme ile gereginde
karsi eylemlere yöneltir.
6.TEORI
VE SENARYO
Teori ve Senaryo Departmani, bir
baskan ve bes senaristten olusmaktadir. Bu departmanin görevi; ihtiyaç
duyulmasi halinde, elde edilen analiz raporlarindan yararlanarak, kontra teori
ve senaryolar üretmektir. Ulusal çikarlara aykiri teori ve senaryolarin,
çürütülmesinde belirleyici rol oynar. Uygulamaya konulmasi düsünülen senaryolarin
saglikli sonuçlara ulasmasini saglamak amaci ile, karsilasilacak kontra
senaryolari belirleyerek, Önlem alinmasini saglar. Kültürel, bilimsel senaryo
kurgulan ile kamuoyunun ajite edilmesinin önüne geçecek argümanlar üretir.
Medya kuruluslarini yönlendirme çalismalarina katkida bulunur.
7.ILETISIM
VE PROPAGANDA
Iletisim ve Propaganda Departmani, bir
baskan ve bes yardimcidan olusmaktadir. Bu departmanin görevi; amaçlara uygun
olarak medya kuruluslarini bilgilendirmek, yönlendirmek ve bu yolla kontrol
altinda tutmaktir. Ayrica, faaliyetlerde amaçlara uygun kamuoyu olusturulmasi
ve kamuoyunun desteginin saglanmasi çalismalarini yürütür. Bunlarin yanisira,
organizasyonun iliski kurmayi tasarladigi kisi, kurum ve kuruluslar üzerinde
etkileme çalismalari gerçeklestirerek, saglikli iliskiler kurulabilmesinin alt
yapisini hazirlar.
8.HUKUK
Hukuk Departmani, bir baskan ve bes
yardimcidan olusmaktadir. Organizasyonun girisim ve faaliyetlerinin, mevcut
yasalarin hukuksal temeline dayandirilabilmesi çalismalarini yürütür. Bu
departmanda yer alacak personel, hukukçulardan olusur. Organizasyonun hukuk
islerini üstlenecek olan bu departman, hukuksal kurallardan azami ölçüde
yararlanilmasi çalismalarini yürütür.
9.ULUSLARARASI
ILISKILER
Uluslararasi Iliskiler Departmani, bir
baskan ve alti yardimcisindan olusmaktadir. Bu departmanin görevi;
organizasyonun uluslararasi alanlardaki faaliyetlerinin, saglikli biçimde
yürütülmesini saglamaktir. Türkiye'de faaliyet göstermekte olan uluslararasi
kuruluslarin çalismalarini analiz etmek, bu kuruluslar ile yakin iliski
kurulmasini saglamak ve dis güç odaklan olan bu kuruluslarin amaçlarinin
belirlenmesini saglamaktir.
KADRO
Organizasyonunda yalnizca sivillerin
yer alacagi bu örgütlenme, köprü eleman ile Ergenekon'a bagli olarak faaliyet
gösterir. Organizasyonun merkezinde görev alacak bes sivil personel ile köprü
personel görevini üstlenecek iki sivil, Ergenekon tarafindan belirlenerek
atanir. Birim baskanlari ile örgütün kuracagi vakif ve ticari sirketlerin
yöneticileri ve sahipleri ise; merkezde yer alan yönetim personeli tarafindan
seçilir. Böylelikle gizlilik esasinin korunmasi saglanmalidir.
ELEMAN
PROFILI
Lobi örgütlenmesi içinde yer alacak
elemanlarin, çaga ayak uydurabilecek donanim, bilgi ve deneyime sahip olmasi
esasi aranacagi gibi, gereginde her tür eleman profilinden yararlanilmasindan
kaçinilmaz. Özellikle sistemle barisik olmayan, aradigini bulamamis yapidaki
kisilikler seçilir. Çünkü bu tür kisiler sistemin bosluklarini, mekanizmanin
isleyisini, oyunun kurallarini ve zaaflarini çok daha iyi bilmektedirler.
BIRIM
BASKANLARI
Örgütlenme içinde departmanlarin islev
ve amaçlarina uygun yapiya sahip, konusunda deneyim sahibi kisiler tercih
edilir. Birim baskanlari, Lobi faaliyetlerini tümü ile serbest girisimcilik
sinirlan içinde kaldigi konusunda, kuskuya kapilmayacak sekilde yönlendirilir.
Ortak amaçlar, fikir birligi ve inançlar dogrultusunda çalistirilir.
Isbirliginde organizasyonun kurulus ve faaliyet amaci olarak esas; kâr ve
topluma yarar saglanmasi vardir.
KÖPRÜSEL
PERSONEL
Ergenekon tarafindan atanan iki sivil,
mutlaka baska kuruluslarda görevli olanlar arasindan seçilir. Böylece
gizliligin saglanmasi korunmus olacaktir. Bu kisilerin yeterli bilgi ve deneyim
sahibi olmalarindan sonra, organizasyonun merkez yönetiminde yer almalari
saglanir ve organizasyonun merkez baskani, bu kisiler arasindan seçilir.
FINANS
Lobi'nin faaliyetlerinin finansi, baslangiç
noktasinda Ergenekon tarafindan karsilanir. Ancak, ilke olarak organizasyon ilk
ticari sirketini kurup, faaliyete geçirmesinin ardindan finansal destege son
verilir ve örgütün, kendisine finans kaynaklan olusturulmasi saglanir.
TICARI
SIRKET FAALIYETLERI
Organizasyon, kisa süre içinde
belirleyecegi alanlarda, ardisik olarak, ticari sirketler kurup, yönetmeyi ve
giderek artan finans kaynaklarina sahip olabilmeyi amaçliyor. Bu gelismenin
süratle saglanabilmesi için, ticaret hukuku içinde yararlanilabilecek pek çok argüman
mevcuttur. Baslangiçta kurdurulacak sirketlerin sürekliligi degil, finanse
etmesi veya finansman saglamasi dikkate alinarak hareket edilir. Kalici ve
alaninda etkin güç olarak gelistirilecek sirket kuruluslari, organizasyonlarina
yeterli finanse kaynagina ulastirilmasinin ardindan, yatinin gerçeklestirilir.
Bu yatirimlar sonucunda, giderek organizasyona ait holdingler olusturularak,
uluslararasi ticari faaliyet girisimlerine geçilir. Lobi'ye göre finans
dünyasinda yer alarak, ekonominin kontrol edilebilir düzeye erismesi ise;
holdinglerin faaliyetleri sonucu, hedefe ulasilmasini saglayacaktir.
VAKIF
FAALIYETLERI
Organizasyonun, mutlaka birkaç vakif
olusturmasi geregi vardir. Böylelikle gücü ve etkinligi artirabilecegi gibi,
organizasyon semsiyesi altinda kurumlar olusturur. Olusturulan bu kurumlar
araciligi ile uluslararasi iliskiler kurulur ve her alanda çesitli yararlar
elde edilme amaçlanir. Organizasyon amaçlarini en saglikli sekilde perdeleyecek
olan kurumlar, vakiflar olabilir. Lobi, fundamentalist faaliyetler
dogrultusunda kurulan çesitli vakiflarin, yurt içi ve yurt disinda halktan para
toplayarak güçlenmesinin önüne geçilebilmesi için de, ayni kulvarda kurulacak
naylon bir vakifla önlenebilmesini mümkün görmektedir. "Söylenen sözlerin
özünde dogrular da olsa, illegal, kendini devlet yerine koyan
organizasyonlarin, ülkeyi bölmekten baska bir fayda getirmeyeceginin, çok zarar
vereceginin altini çizmek isteriz. Umariz ki bütün bu yazilanlar, hayalci bir
kaç kisinin isi olup, dogru degildir.
"Bir yaprak, her zaman bir yapraktir, ama
düz kenarli, disli, kenarli, parçali, bölümlü, tüysü damarli, el ayasi
biçiminde damarli, paralel damarli, dikenli vb. biçimlerde olabilir. Hatta
kelebek kanatlan bile, bir yapragin biçimlerinin taklidini andirabilir. Baska
deyisle, ayni biçim, çok çesitli yollardan elde edilebilecegi gibi, degisik
amaçlara da hizmet edebilir; örnegin agaç yapragi, fotosentezin, optimal
düzeyde gerçeklesmesi amacina katkida bulunurken, yapraga benzeyen kelebek
kanadi, kelebegi, yapraklar arasinda görünmez kilmaya yarayabilir."
CEMAZIYÜLEVVELLERIN
BILINMESI
Bu anekdotun hikayesinin açilimina
dair hikayat, solun hâl-i pür melalini resmeden bir anlam okumasina sahiplik
eden Öyküyü, konuyu içeriklestirmede, oldukça ironik bir serüven olusturur diye
düsündügümüzden, aktarma geregi hissettik. Öykü, Osmanli Devleti zamaninda
geçmektedir.
O zamanlar Katib-i Umumiye'de çalisan
bir memur, evragin tasnif edilip, depolanmasinda kullanilan torbalardan birini
evine götürüp, kendine bir iç don diktirir. Ama torbanin üzerinde yazan tarihi
sildiremez. Bir gün, ayni don üstündeyken hamama gider, onun üstündeki donu
görenler; "Biz bunun cemaziyülevvelini biliriz" diye kendi aralarinda
espri yaparlar. Tarih okumasi, böyle bir ifadeyi dillendirerek, bu güne tasir.
Bu tasiyisi iliskilendirdigimiz solun cemaziyülevvelini bilinmesi süphesiz
tarihsel süreçle alakalidir. Fizik kanunu için hareket ne anlam ifadesine
sahipse, tarih için süreç de ayni anlam dinamiginde fikir fonksiyonellik arz
eder.
Tarihsel süreç okumalarinda ortaya
çikan Öyküde, solun anlam iliskisi, böyle bir misyona tekabül etmektedir.
Türkiye sol hareketinin tarihinde,
daha Cumhuriyet ilan edilmeden, Mustafa Kemal'in emriyle kurdurulan
"Resmi" Türkiye Komünist Partisi'nin, tartismali bir yeri vardir.
Süphesiz bu tartismalarin temelinde yatan olgu, "muvazaali" bir
kurulus olmasidir. Buna sebep teskil eden durum ise; "Yesil Ordu"un
sonradan aldigi farklilasma idi. Tehlikeli bir gidisata yönelen bu faaliyeti
bertaraf etmek maksadiyla Mustafa Kemal, böyle bir taktikle, Komünist
Partisi'ni kurdu. Baslangiçta milli mücadelenin ehemmiyet ve zaruriyetini
anlatmak maksadiyla kurulmus olan "Yesil Ordu", Atatürk'ün nutkunda
da ifade ettigi gibi, muzir bir mahiyete döndürülmüstü. Bunun sebebi, Bakû'de
bulunan Istirakuyun birligiyle temasa geçerek, sosyal izan ve kurtulus
hareketine karisan bir tesekküle dönmesidir.
Atatürk, Nutuk'un ikinci cildinde, bu
konuya deginmektedir. "Bu cemiyetin, muzir bir sekil ve mahiyet aldigina
kani oldum. Derhal lagvi cihetini düsündüm. Tanidigim arkadaslari tenvir ettim.
Fakat katib-i umumi olan Hakki Behiç Bey, cemiyet lagvi hakkindaki teklifimizin
gayri kabili isaf ve tatbik oldugunu söyledi. Ben lagvettiririm dedim. Bunun da
gayri kabil oldugunu ve bu cemiyeti tesis edenlerin, nihayete kadar
maksatlarindan ayrilmayacaklarina dair yek digerine söz vermis olduklarini, bir
vaaz'i mahsus ile ifade etti. Vakia gösterdi ki, bu hafi cemiyetin faaliyetini
mene çalistigimiz halde, tamamen mutfak olamadik. Cemiyet rüesasindan bir
kismi, Resit Ethem, Tevfik biraderler basta bulunuyordu. Faaliyetlerine
bittabi, tamamen menfi ve aleyhtarane bir tarzda devam etmislerdi. Eskisehir'de
çikardiklari 'Yeni Dünya' gazetesi ile de, fikir ve maksatlarini mütecavizane
bir surette nesrediyorlardi."
YESIL
ORDU NIÇIN KURULMUSTU?
1920'de Büyük Millet Meclisi tesekkül
etmis, mebuslar arasinda, Türk milletinin istiklal ve istikbal davasinda,
muhtelif düsünce ve görüsler çarpismaktadir. Bazilari hilafeti istiyorlar,
bazilari müttefiklerin tazyiklerini azaltmak için Rusya ile anlasmak
fikrindedirler, iste bu sirada ve her seyden çok, hakli mücadele zaruriyetine
inandirmak lazimdi. Yesil Ordu bu vaziyetle kurulmus ve faaliyetlerini üstlenmisti.
Fakat çok geçmeden kurulus gayesinden uzaklasmis, aralarina sizan Bolseviklige
meyilli insanlar vasitasiyla, bir ihtilal cemiyeti haline gelmisti.
Bilhassa üçüncü Enternasyonale bagli
olarak Bakû'de, Komünist Partisi üyelerinin, Yesil Ordu arasina sizmalari, bu
arada Baytar Salih, Serif Mahatof, Rusyali Ziymetullah, Niseveran, Emek
gazetesi sahibi Ahmet Hilmi'nin ve daha sonralari da Mustafa Suphi ve Nerimanof
'un bu teskilatla tesrik-i mesai etmeleri, basta Mustafa Kemal olmak üzere,
Kazim Karabekir ve Ali Fuat Pasa'nin tespitleriyle takibe alinmislardi. Yesil
Ordu'nun bu sapmasi, o günkü meclis içinde, bir muvaazali Komünist Partisi'nin
dogusuna sebep oldu. Kurulus gayesinden uzaklasip, ciddi bir tehlike olusturan
Yesil Ordu'nun katib-i umumisi Hakki Behiç Be/e meclis içinde Türkiye Komünist
Partisi'ni kurdurdu. Tamamen Rusya'ya karsi bir taktik olan bu durumu, Mustafa
Kemal Pasa söyle anlatmaktadir.
"Komünistligin memleketimizde degil,
henüz Rusya'da bile kabiliyet-i tatbikiyesi hakkinda, sarih kanaatler hasil
olmadigi anlasilmaktadir. Bununla beraber kabilden ve hariçten muhtelif
maksatlarda, bu cereyanin memleketimize de girmekte oldugunu ve buna karsi
makul tedbir alinmadigi takdirde, milletin pek ziyade muhtaç oldugu vahdeti ve
sükunu, mühul ahvalin hudusu da dairei imkanda görülmüstü. En makul tedbir
olarak, akli basinda arkadaslardan hükümetin malûmati tahtinda, bir Türkiye
Komünist Firkasi teskil ettirmek olacagi düsünüldü. Bu takdirde, memlekette bu
fikre müteallik bütün cereyanlari, bir noktaya icra etmek mümkün
olabilir."
Bu firkanin mütesebbis heyeti, 30
kisiden mürekkep merkezî umumisî ve yaninda güzide arkadaslarimizdan Fevzi, Ali
Fuat ve Kazim Pasalarla, Refet (Bele) ve îsmet Beyleri'nde gizli olarak dahil
bulunmasi, muafik görüldü. Bu sayede bu memleketi tutan ve maksad-i millimizin
kahramani bulunan arkadaslarimiz, bu teskilatta bulunacak ve onlarin malûmat ve
tesebbüsati, faaliyet üzerinde amil olacaktir.
"Bütün bu strateji ve taktiklere
ragmen, meclis disinda da faaliyetlerine devam etmek isteyen Arif Oruç, Salih
Zeki ve Serif isimli kimseler de Hakki Behiç'in yardimiyla hakiki bir komünist
partisini kurmuslardi. Bir bildiriyle de Üçüncü Enternasyonale bagli
olduklarini bildirip, gene ayni bildiride hem Istanbul hükümetiyle, hem de
Ku-vay-i Milliye ile alakalan olmadiklarini ilan ediyorlardi." O tarihten
bu yana, çesitli rakip sol fraksiyonlar birbirlerini, devlet partisi, devlet
örgütü olmakla suçlamaktan hiçbir zaman vazgeçmemislerdir. Konjoktürel ve kültürel
sartlarin açiliminda meydana gelen bu yönelislerin maksadiyla birlikte, asil
amaca dönük polemikler, hangi mahiyete tekabül ederse etsin, düzen
karsitligiyla yola çikmis olan sol örgütlerin ve gruplarin çogunun içine de
"derin devlet" hesabina, "devlet düsmanlarini maniple etme
misyonuyla" faaliyet gösteren kisilerde, hiç eksik olmamistir.
DERIN
DEVLETIN AKÇELI MEMUR SOLCUSU: "SABAHATTIN ALI"
"Kendi gücüyle ayakta duramayan
ruh, bogulmaktan kurtulmak için, sarilacak bir tahta parçasi arar ve ezilmis
köpeksi bakislarini çevrede gezdirerek, kendisini koruyacak birisini arastirir.
Gerçektende bos inanislara kapilmis ruh, kendisine efendi arayan bir köpektir.
Artik gururun geregi olan soylu davranislar bile animsanmaz ve yüzlerce yil
boyunca çigligin özgürlük boyutundan, hiç kimse bir sey anlamaz olur. Tersine,
insanoglu inanilmaz bir usaklik istegine kapilir. En çok istedigi sey, hizmet
etmektir, bir baska insana, bir imparatora, bir büyücüye, bir puta. Var olmanin
çatismalarini, tek basina gögüsleme dehsetine katlanmak olmasin da, ne olursa
olsun. Devrimlerin gün batimlarindan sonra baslayan ruha, belki de en çok
yakisan ad, usaklik ruhudur."
Türk siyasi hayatinin tarihsel
serüveninde çekilmis fotograflari portre, portre okuyunca, nice usak ruhlu
hizmetkarlar oldugunu daha iyi anliyoruz. Efendiye hizmette bütün degerlerini
satip, gurursuz yasayan bu tipler, misyonlarinin geregini yerine getirmekten de
geri durmamislardir. Yillardir Türk Milliyetçiligi'ni "Derin Devlet"
gelenegi ile özdeslestirme gayretinden geri durmayanlarin asil gayretlerinin,
kendi miraslarinin böyle bir iliskilenisle ilgili oldugu, bütün çiplakligiyla
ortaya çikmaya basladi. Manipülasyon teknigi ile olumsuzlama metodu güden malum
kalemsörler, bütün akçeli islerin hem nesnesi, hem de öznesidirler. Iste bu
portrelerden bir tanesi de "Sabahattin Ali"dir. Idealizmin proto-
sahsiyeti H.Nihal Atsiz'in mücadelesinde belirgin bir yeri olan bu "derin
devletin solcusu", büyük gayret ve çabalarla misyonunu yerine getirmis,
sonunda da turnusol kagidi gibi yüz üstü birakilmistir. Aslinda isin
garipsenecek bir yani da yoktur. Tipki -Juan Goytisolo'nun- degerlendirdigi gibi:
"Vatan, tüm kötü aliskanliklarin anasidir. Illetten tedavi olmanin en
hizli ve etkin yolu, onu satmak, ona ihanet etmektir; nasil mi satmak? Ister
pahali, ister bedavaya; kime mi? En yüksek payi kim sürerse ona ya da verip
kurtulmak armagani", onu hiç bilmeyene, bilmek de istemeyene; ister
zengine ister yoksula; umursamazin tekine ya da bir asiga, salt ihanet zevki yeter.
Bizi belirleyen, bizi tanimlayan, istemeden bizi bir seyin sözcüsüne
dönüstüren, üstümüze bir yafta yapistiran, bize maske yapistiran ne varsa,
ondan siyrilma zevki ugruna (...) Haraç mezat satmak her seyi, tarih, inançlar,
dil, çocukluk, manzaralar, aile... Firlatip atmak kimligini."
Bu perspektifin açiliminda okudugumuz
Sabahattin ALI fotografi, bir çok olgu ve olayla iliskilenmis olur. Tarihsel
durusun serüven damar, kimi ne için beslemisse, o da rolünü bu süreçle
iliskilendirerek, hayatini idame eder. Aydin kimligini, yapay kimligi, bu
diyalektik kurgunun anlam kirilmalarinda, gerçek durusuyla da adreslemis olur.
Adres ise, çikmaz sokak sakinliginde, hayal kirikliginin anlam kaybinda
vazgeçisleri, kaçislarin savrulusuna dönüstürmeden baska bir isleve sahiplikten
baska bir sey olamaz. "Görkemi görünüste kalan, pek gelip geçici an'in
ardindan, devrim sonrasi dönemler, çöküntü dönemleridir. Ve çöküntüler, tipki
doguslar gibi tarihin karanligina ve sessizligine gömülür kalirlar. Tarih,
tuhaf bir utançla, baslangiçlarin ve ulusal çöküntülerin çirkinliginin üstüne
bir acima örtüsü çeker. Sonuç olarak, Yunan'da Helenist dönemin, Roma'da Orta
ve Geç Imparatorluk Çagi'nin olaylari, tarihçilerce dogru dürüst bilinmiyor,
genelde de aydinlar da ancak farkina variyorlar. Bu nedenle olaylarin çok yönlü
degerlendirmesini yapmak gerekiyor. Ancak bir olaya, yanlis yorum tehlikelerini
göze alarak, okurun merakini gidermek için tarihi, ciddi bir harmanlamaya tabi
tutmak gerekiyor
PERDE
ARALANIRKEN
1944'lerde Milli Egitim Bakanligi, bir
takim sikayetlerin yogunlastigi adrestir. Millî ve mesleki sikayetler, alip
basini gitmektedir. Millî egitime sizmis solcu ögretim üyelerinden,
ögretmenlerden kusku duyulmakta, bunlarin meslekten uzaklastirilmalari
istenmektedir. Üstelik devrin basbakani
Türkçü oldugunu beyan etmektedir.
Komünistlerin hümanizm adina
kiliflandiklari maskenin adim iyi okuyan Türk milliyetçileri, onlarin asil
gayretlerini bir bir ifsa etmektedirler. "Problemi Basbakana yazdigi iki
açik mektupla ortaya koyan, idealist bir ögretmendir. Mektuplarda, özellikle
birinci derecede Milli Egitim ile Milli Egitim Bakanligi hedef alinmistir.
Keza, mektubun da sahibi ögretmen Nihal Atsiz'in karsisina çikarilan da bir
ögretmendir... Müskül durumda kalan
Milli Egitim Bakani, meseleler karsisinda dogrudan taraf olmaktansa, komünist
bir Ögretmeni, milliyetçi ve ülkücü ögretmen karsisina çikarmayi daha münasip
bulmustur." Süphesiz bu davranisin mantalitesi, bir çok seyin adinin iyi
okunmasina da kaynak olmustur.
Devlet kendi iktidarini
saglamlastiracak malzemeyi, her zaman elinin altinda bulundurmak zorundadir.
Bugüne kadar her firsatta, Türk milliyetçilerini bir takim adreslerle
iliskilendirenlerin ve onlarin kullanildigini dillendirenlerin malum-u halleri,
nedense pek görülmezden gelinmistir. Dönemin Konjoktürel sartlarinda, fasizmin
yükselis trendine aldanan yüksek dereceli yöneticiler, Hitler'in yenilgisiyle
bir arinma metodu gütmüsler, bunu da Batiya yaranmak adina ortaya (sahneye)
koymuslardir. Mesruiyetlerini ispat için yüzde seksen dönüs yapanlar, kendi
karanlik miraslarina perde çekmek için, bir takim olaylari bahane edip, devrin
Türk milliyetçilerini suçlu göstermeye çalismaktadirlar.
Bir çok Türk milliyetçisi hakkinda
sorusturma açilir. Bunlardan iki ögretmen arasinda görülen davadaki saniklardan
biri Hüseyin Nihal Atsizadir. Dava daha çok Milli Egitim mensuplarinin ve
dolayisiyla gençlik kesiminin ilgisini toplamaktadir. Dava sonunda, Türk
milliyetçiligi ve Türk adaleti lehinde tezahürat yapanlar, Nihal Atsiz'i
alkislayanlar, devrin milliyetçi, ülkücü gençleridir. Sabahattin Ali'nin
taraftan ise, süphesiz iktidar sahipleri yani çok sikayet edilen ve bir takim
saibelerle yüz yüze birakilan devlet! Tezahüratin çok kisa zamanda nümayis
haline dönmesi ve komünistlerin aleyhine sert propagandalarin yayginlasmasi,
memleket meselelerine sahip, suurlu bir gençligin gücünü belli etmektedir. Ne
var ki bu gösteri, yine Milli Egitim Bakaninin isaretiyle bir isyan biçiminde
gösterilmek istenmektedir. Çünkü her sey bir plan dairesinde sinsice
uygulanmaktadir.
Derin devlet kendi mesruiyetini, dünya
efkar-i umumiyesine ispatlamak zorundadir. Hitler Almanya'si yenilmis, fasizm
"tu kaka" ilan edilmistir. Türk milliyetçiligini nasyonal sosyalist
bir kalkisma olarak gösterip, bir tasla iki kus vurma hevesi, bu isin belirgin
özelligidir. Türk milliyetçiliginin reflekslerini iyi bilenler, onlarin neye
karsi çikacagini da iyi tahmin etmektedirler. Bunun için, bir milletin hayat
damarini besleyen milli egitime, tescilli ve ayni zamanda güdümlü piyonlar
yerlestirip, rollerini ifa etmelerini istemektedirler. Efendiye hizmette akçeli
bu memurlar, islerini de ustaca sergilemektedirler. Dün oldugu gibi, bugün de
ayni mihraklar göbek bagiyla baglandiklari adresleri, yogun bir propaganda
teknigi kullanarak, devam ettirmektedirler.
Bunlarin yalanlarina kanan bir çok
insan da, gafletlerinin neticesinde büyük bedeller ödemislerdir. Arastirmaci
yayincilik adina ortaya konan bir çok konu aslinda bir manipülasyon tekniginden
öte gitmemektedir. Her firsatta devrimciligi ile övündükleri bir çok isim,
aslinda derin devletin piyonlugunu yapmis akçeli memurdur. 1944 olaylarinin bas
aktörlerinden olan Sabahattin Ali de, bunlardan bîr tanesidir. 1944 hadiselerinin,
milliyetçi gençligini ve ülkücü ögretmenleri ezmek için, ne kadar aci tefsirler
ve tertiplerle karsi karsiya birakildiklari ve bazi meseleleri, kisilerle
beraber ifsa eden idealistlerin ne derece hakli olduklari ayni bir gerçektir.
Esasen Sabahattin Ali gibi, milli egitimin yüz karasi mensuplarinin akibetleri,
bir gün gelip belli olmustur. Ancak onlari iyi taniyan, menfur emellerini
herkesten evvel anlayabilen, bu tezgahtarlarin gaye ve amaçlarini ortaya serme
görevini serefle, cesaretle tavirlastiran Hüseyin Nihal Atsiz gibi ögretmenler,
bir devri karartan acilara, izdiraplara maruz birakilmislardir. Her sey tabiî
denge adina uygulanip, devreye sokulmustur. 1944 Turancilik Davasinin savasi
Kazim Alöç bile bir gün gelip, ifsaati ile gerçekleri göz önüne serecektir.
Çünkü artik Atsiz-Sabahattin Ali davasinin "sonunda kimin hakli kimin
haksiz oldugu, ne fikirde, ne karakterde insanlarin hangi sebep ve saiklerle bu
islere sebep oldugu" anlasilacakti: "Türk milliyetçilerini yargilayan
savci olaylari teferruatiyla açiklayip, konusacaktir. Komünist yazar ve
ögretmen Sabahattin Ali gizli teskilatla temas halinde idi".
TAHKIKAT HAKIMI KAZIM ALÖÇ: "IFSA
EDIYORUM! BENI VALI BEY TAHLIYE ETTI"
Sabahattin Ali'yi sabaha karsi uykudan
uyandirip, çekmemizden iki gün sonraydi. Tekrar Emniyet Müdürlügü siyasi
kismina geldim ve saat dokuz siralarinda nöbetçi memurlara, Sabahattin Ali'yi
getirmelerini bildirdim.
Hemen de, 'Tahmin ederim, verdigimiz
direktiflere göre kimseyle temas ettirilmemistir? Buna azami dikkat
etmelisiniz..." diye, isin önemini de tekrarlamistim. Memurlarin cevabi
beni sasirtti. "Efendim, Hamdi Bey, sizinle bu mevzuda görüsecek
"diyorlardi. Kisa bir süre sonra Hamdi Bey geldi. Ve Sabahattin Ali için
söyledikleri, beni büsbütün hayrete düsürdü:
"Efendim, dün aksam Vali Bey, Sabahattin
Ali'yi tahliye etti. Emniyet müdürü, zat-i âlinizle görüsecek..."
Sikiyönetim komutanliginin tevkif
ettigi bir sahsi, valinin nasil olup da tahliye edebilecegini, bir türlü aklim
almiyordu. Çok geçmeden emniyet müdürü ile karsi karsiya idik. Söyle izah
ediyordu:
"Vali Lütfü Kirdar Bey, dün gece telefon etti ve acele olarak
Sabahattin Ali'yi makamina istedi. Gönderdim. Bir müddet sonra da tahliyesini
istedi..."
"Beyefendi, bundan sikiyönetim komutanin haberi var mi?...."
"Kazim Bey, bir sey bilmiyorum."
Telefonla komutani aradim. Emniyet Müdürü
Ahmet Demir, yardimcisi Alaattin Eris ile beraber oldugumuz odada, komutanla
aramizda su konusma cereyan etti:
"Sayin Generalim! Sabahattin Ali Bey, vali tarafindan tahliye
edilmistir. Bunun hakkinda emir ya da bilgileriniz var midir?"
"Hayir, böyle seyden haberim yok, o ne karisirmis bu ise?..."
"Herhalde bilgi vermeye geleceklerdir. Sayin korgeneralim; Bir
hususu daha belirtmek isterim. Sabahattin Ali'nin Komünist Partisi ile
irtibati, memleket için tehlike teskil edebilecek yönleriyle tespit
edilmistir...."
"Kazim, bu mevzu ile hemen alakalanir, seninle görüsürüm...."
Emniyet müdürü yardimcisinin bu tahliye
hakkinda bildikleri, benimkinden fazla degildi. Sebebin ögrenilmesini beklemek
üzere dagildik. Ben, Birinci Sube Müdürünün odasinda kalmistim.
Iki saat kadar çalistim. Derken kapi
vuruldu, içeriye sikiyönetim komutanligi sube müdürü, merhum emeldi general
Cevdet Erkut ile, komutanlik istihbarat sube müdürü Hilmi Ayata ve Jandarma
müsaviri Yarbay Haydar Bey girdi. General Erkut o zaman albaydi.
(Irkçilik-Turancilik davasina bakan hakim 1961'de CKMP'den Kütahya senatörü seçilmisti.)
Bana kisa bir hal-hatir sorduktan sonra;
"Sayin Korgeneralin bir emrini
size bildirmeye geldim..." diye sadede girdi. "Sabahattin Ali'yi siz
tahliye etmis olacaksiniz..."
"Albayim affedersiniz; Bu
sözlerinizle samimi misiniz?..."
- "Evet..."
- 'Tahkikat hakimi olarak ben, Sabahattin Ali'yi suçlu görüyorum. Tevkif
ediyorum, komutanlik tevkif ediyor. Malumatinizin disinda, bir mülki amir
tahliye ettiriyor. Simdi de zat-i âliniz, bir tahkikat hakiminden usulsüz, sike
bir muamele istiyorsunuz. Bunu, hukuk anlayisinizla nasil telif
edebilirsiniz?..."
- "Aziz kardesim, bunu ben degil, Sayin Korgeneral
emrediyorlar..."
- "Albayim; ben herhangi bir sebep ögrenmek istemiyorum. Ancak,
Askeri Muhakeme Usulü Kanunu sarihtir. Tahkikat safhasinda tevkif etmek,
tahliye etmek ve hatta tahkikata mahal olmadigi kararini vermek, adli amirin
yetkisi içerisindedir. Kendilerine kanuni selahiyetlerini izah buyurunuz. Beni
de bu türlü bir muameleye karistirmayiniz."
Sabahattin Ali böylece tahliye oldu. Ayni gün Hakki Atil ziyaretime
gelmisti. O tarihte binbasi idi. Sonra kurmay albayliktan emekliye ayrildi.
Hakki Bey'le Müdüriyetten (Emniyet Müdürlügü) beraberce çiktik. Yolda hem
sohbet ediyor, hem yan yana yürüyorduk. Sohbet esnasinda, farkina bile varmadan
Sirkeci Gari'nin önüne gelmistik. Derken, yani basimda biri peyda oldu. Evet,
Sabahattin Ali idi.
"Efendim, affedersiniz, beni vali bey tahliye etti." dedi.
"Size yolda veda edemedim; acele oldu..." diye de sözlerine
ekliyordu.
"Ne tarafa böyle?..." diye sordum. Ayni istikamete
gidi-yormusuz. Bir dolmus taksinin arkasina, üçümüz yan yana bindik, içinde,
zihnimi kurcalayan bir sual vardi. Bir sirasini bulup sordum:
"Vali Bey ile ne konustunuz kuzum?"
"Vali Bey, Marko Pasa mecmuasinin haftalik kazanani sordu. Ben de
bin liraya yakin oldugunu bildirdim. Bunun üzerine, "nesriyatinizi
Demokrat Parti aleyhine tevcih ederseniz, size haftada bin bes yüz lira veririm
ve derhal tahliye ederim..." dediler. Ben de düsünmek için firsat istedim.
Emniyet Müdürlügüne beni tahliye etmeleri için telefon ettiler ve
çiktim..." diye anlatti.
GERÇEKLERIN,
BIR GÜN ORTAYA ÇIKMAK GIBI; KÖTÜ HUYU VARDIR
1944 Irkçihk-Turancilik Davasi'nin
hakimi Kazim Alöç'ün bu ifsaati okuduktan sonra, Sabahattin Ali gibilerinin
hangi merkezlerin adami oldugu, gün gibi asikardir. Türk milliyetçilerinin
önlerine ne sebeplerle çikarildiklari da iyi anlasilir. Nitekim Sabahattin Ali,
Nihal Atsiz'a dava açmasi için bizzat zamanin Milli Egitim Bakani tarafindan
tesvik edildigini bir süre sonra "Orhan Saik Gökyay'a" itiraf
etmistir. Bu itiraf, hakikatleri ortaya çikarmak için, bazi kitaplarin sayfalan
arasinda, bütün çiplakligiyla sergilenmektedir. "Ben sadece görevimi
yaptim. Çünkü Hasan Ali böyle istedi." Plan ve desiseleri ile istedigi
ortami yaratanlar, emellerine ulastiginda, bildik taktikleriyle suç delillerini
yok etmek için, kendi memurlarini yok etmekten de geri durmamislardir. Bildik
senaryolar, bu iste de ortaya konmustur. "Böl, parçala, yok et!" Her
olayin bir görünen yüzü oldugu gibi, bir de görünmeyen yüzü vardir. Okumayi,
okuma teknigi ile istigal edenler, bu fotograflari okuma becerisi elde
edebilirler. Bu gizli senaryolarin saibeli ve gizemli tarafi, asil adresin en
belirgin taktigidir.
Sabahattin Ali'nin ölümündeki saibe ve
tereddütler, gizli servis taktiklerinin her zaman uygulandigi metotlardandir.
Derin devletin solcusu olan Sabahattin Ali, basi bos birakilip sahipsiz
kalinca, epey süre bocalamis, bir süre örtülü ödenekten -sözde tercüme eserler
adina- akçeli islerle beslenmis, sonunda mukadderatim görmüstür. "Nasil
mi?" 1948 seneleri ortalarinda, sözde ticaret bahanesi ile gittigi
Adana'da firar planlari hazirlamis, önceleri bu planinda muvaffak oldugu ve
Suriye sinirindan yurt disina kaçtigi, kasitli olarak ortaya atilmistir. Ama
çok uzun bir süre geçmeden bunun yalan oldugu Bulgaristan'a geçmek isterken
öldürüldügü anlasilmistir. Derin devletin solcusu Sabahattin Ali'nin bu sonu,
Bulgar Masasi'na bakmakla görevli Ahmet Kayrakli'nin bir arastirmasi sirasinda
(neye dairse?) Ali Ertekin isimli, mesleginden silah hirsizligi suçu ile
kovulmus, eski bir süvari gediklisinin ifadesi alinirken belli olmustur. Ahmet
Kayrakli'nin kanaatine göre; Sabahattin Ali, ayni kisi tarafindan basina odun
vurularak parasini gaspetmek için öldürülmüstür. Kirklareli'nin Üsküp Nahiyesi,
Sazara Deresi yakinlarinda feci sekilde öldürülen Sabahattin Ali'nin sonu,
kendisinden Önce ki dönemlerde katledilen Mustafa Suphi ve arkadaslarinin
akibetlerine ne kadar benziyor degil mi? Orada Yahya Kaptan, burada süvari
gediklisi Ali Ertekin? Sahi bir de sonralara tasinmis ayni akibetin "Mahir
Çayan'i" söz konusu. Tabii, Yüzbasi Orhan Savasçi ile yan yana duran
Kizildere fotografi... Birileri durmadan fotograf çekip, "derin
devlet" teraneleri tutturup dursun. Biz, kendi anlam pusulamizla, bu
fotograflari okumayi metot edindik. Sakincali piyade iken, birden bire
güvenilir kaynaga dönüsmenin bedelinin, hangi akçeli islerle alakalandigini
idrak edecek kadar. Çünkü, bilmekten çok idraktir, durumun vahametini ortaya
koyan! Hey, sen öteki... Sesimi duyuyor musun? Nesneleri resmetmeyi bir yana
birakip, fikirlerini resmetsen daha iyi edersin. Gerçek dünyaya karsi gözlerini
kör eden öteki sendromundan siyrilirsan, içsel özne görünümlerini görürsün.
Korkuyor musun, içinin uçurumlarina ayna tutmaya? Yoksa yansiyan kendi
fotografin mi?
DEVLETLU
SOL'DA VEDAT NEDIM TÖR
Kendi varlik alanlarindaki karanlik
iliskileri, büyük bir abartiyla ters yüz eden solun iç hesaplasmalarinda, o kadar
çok ajan muhbir tiplemesi vardir ki bunlarin ortaya çikmasiyla nerdeyse
kendileri açisindan kiyamet kopacaktir. Iste bu sebeplerden dolayi durmadan bu
olumsuzlugu baskalarina havale edip dururlar. Türkiye solunun bu kaderi dünya
solundan pek farkli degildir. Bir çok hatira ya da biyografi çalismasinda bu
tiplemelere dair suçlama bulabilirsiniz. Dönemin kosullarindan da oldukça
etkilenen bir çok yazar ya da baska meslek erbabi öyle ya da böyle bir sekilde
devletlu gelenekle irtibatlanmistir. Bu irtibatlanmalarda fotograflanan birisi
de Vedat Nedim Tör. Düsünür, solcu sair Nazim Hikmet'in hicvine de ugrayan bu
devletlu eleman solun içinde oldukça popüler bir kimlige sahiptir. Nazim'in
"Beherci Neden Intihar Etti" manzum romaninda bu iliski, su sekilde
açiklanmaktadir:
Beherci gitti.
Baktim ki pencereden:
Muktesit, muharrir ve muhbir
Nedim Vedat Bey geçiyor.
Düsündüm beherciyi
Ve melun bir ihtimalle birden
Yüregim ciz etti.
Dizeleriyle Vedat Nedim Töre
saldirir. Nazim Hikmet, 1925 Akaretler kongresinden itibaren, TKP’ nin lideri
Sefik Hüsnünün karsisindaki grubun içinde kendisiyle birlikte olan Vedat
Nedim'e, 1927 tutuklamasindaki ihbarciligi yüzünden o kadar öfkelidir ki; bir
soyutlamaya kalkismadan, Nedim ve Vedat Isimlerinin yerini degistirerek açikça
saldirmaktan geri durmaz. Bir ihbar ve ihbarcilik durumunda ilk akla gelecek
isim olarak, manzum romanda bundan öte söylenecek fazla bir seyde olamaz.
Tarihe düsen bu anektodun asil olguya yönelik okumasi, bizim açimizdan
ihbarcinin iliski lemsinde, bir hareketin genel karakterinin çözümlerim esidir.
Nazim'in kendi yoldasi için
söylediklerine, nedense hiçbir Itiraz gelmemistir. Yaptigi bir çok ifsaatla,
bir çok devrimcinin yakalanmasina sebep olan devletlu Vedat Nedim Töre, solun
içinde bir çok cephede bulunmus, hatta onlara fikir babaligi bile yapmistir.
1919'da Berlin'de, Kurtulus dergisini yayinlayan devrimci ögrenci grubunun
içinde yer almis, bu derin devletin solcusu, Türkiye'ye dönüsüyle Istanbul'da
ayni Kurtulus dergisini devam ettirmistir. Ayni zamanda Sefik Hüsnü
Önderliginde kurulan Türkiye Isçi ve Çiftçi Sosyalist Firkasi'nin
kurucularindan biridir. Kurtulusta ve Aydinlikta, Marksist kuram ve isçi
sorunlari üzerine solu yönlendirdi.
Aydinlik üyeligi ve merkez komitesinde
görev aldi. Icra komitesinin sekreterligine getirildi. Ankara Istiklal
Mahkemesi'nin 1925 tutuklamalarinda yer almadi. Bunun sebebi, koruyucu
hamilerini kendi memurlari olduguna dair verilen istihbarat bilgisiydi. Mayis 1926'da,
Viyana’da toplanan parti konferansina katildi. Konferanstan sonraki
faaliyetleri yeterli görülmediginden, Sefik Hüsnü tarafindan görevden alindi.
Sefik Hüsnünün kendisinden habersiz kurdugu ikinci ve ayri icra komitesinin
farkina varinca, Sefik Hüsnü'yü yakalatarak, elindeki tüm parti belgelerini de
Istanbul polisine teslim etti. Bu tutumuyla, ünlü 1927 tevkif atina neden oldu.
Çalismalarinin karsiliginda (sonunda) iktidarin teveccühünü kazanmis oldu.
Sirasiyla önce ticaret müdürlügüne, daha sonra ilk kurulan radyo yönetimine
alindi.
Kirkli yillardan sonra Yapi Kredi
Bankasi'nin kültür danismanligini yürüttü. Derin devletin bu solcusunun
serüveninden öyle ya da böyle etkilenenlerden, Nazim'in degerlendirme ve
suçlamalarinin yaninda, daha bir çok solcunun, konuya binaen söyledikleri
mevcuttur. Buna ragmen sol ideolojinin bagnazlari, bu cephelerini perdelemek
için, hep baskalarini suçlamaya devam etmislerdir. Aslinda bu tiplerin, solcu
bir ideolojiyle ötüsmeyecek duruslarinin, felsefi ve kültürel temeli de söz
konusudur. Hemen hemen hepsi degilse bile bir çogu, aristokrat gelenegin
burjuvazisinde, bir aidiyet miraslari vardir.
SEFIK
HÜSNÜ DEGMER VE HÎKMET KIVILCIMLI
Sefik Hüsnü Degmer, varlikli bir
ocaktan, kökenden gelme. Fransa da okumus, eski Fransiz sosyalistlerinin etkisi
altinda gelismistir. Hiçbir zaman Marksist-Leninist olmamistir. Bölücüydü.
Opurtunistti... Ve kariyeristti. Eline firsat geçtikçe, parti içinde zorbalik
yapmistir. Bu adam, Komünist Partisi'ne, 1919-20 yillarinda kurulan Türkiye
Isçi ve Çiftçi Sosyalist Firkasi'ndan gelmistir. Bu partide kimler yoktu. Hakki
Behiç, Nizamettin Alis, Nafi Atuf Kansu, daha bir çok burjuva, küçük burjuva
aydinlan.
Bunlarin çogu C.H.P’ ye gittiler. Kimi
bu partiye sekreter, kimi onun ideologu oldu. Bu partinin içinde Sadrettin
Celal Antel, Ethem Nejat gibi komünistler de vardi. Ve Sefik Hüsnü'yle bunlar
arasinda, sürekli bir savas geçmistir. Sadrettin Celal Antel ve E. Nejat,
sosyalist örgütlerin cephe birligini, isçi sendika hareketinin birligini
savunuyordu. O zamanki Sosyalist Parti'yle eylem birligini ileri sürmüslerdi.
Sosyalist Parti'nin Genel Sekreteri Mustafa Fazil Çöl, Kominterne yazdigi bir
mektupta, bu partinin baskani Hilmi'yle, Doktor Sefik Hüsnü'nün eylem birligine
karsi olduklarini, her ikisinin de bozguncu olduklarini belirtiyor.
Sefik Hüsnü bu bölücülügünü, 1945'te
daha açik ortaya koymustur. Bir yandan TKP’ nin gizli örgütlerini açiga
çikarmistir. Öte yandan da sosyalist akimlarin, iki legal partinin birlesmesini
engellemistir. Açikçasi, sosyalist hareketi bölmüstür. Komünist Partisi'ni,
sosyalist hareketi, fasist Recep Peker hükümetinin yumruklan altina atmistir.
Istanbul, TKP’ nin ana yuvalarindan
biridir. Parti komiteleri daha 1919 yilinda kurulmustur. Haliç fabrikalari,TKP’
nin ilk kalelerinden biridir. 1919 Ekim ayinda iki binlik tersane isçilerinin
grevini, Haliç Komitesi yürütmüstür. Bu komiteyi, M. Suphi yoldasin
yetistirdigi, Istanbul'a gönderdigi komünistler kurmustur. Partinin 1.
kongresinin raporunda, M. Suphi yoldas, bu komite üzerinde duruyor,
çalismalarini örnek olarak gösteriyor. Sefik Hüsnü'nün bu tarakta bezi yoktur.
Önemli bir baska olaya daha deginmek
zorunluluktur. Mayocular, Mars’tan, Lenin'den, devrimden, M. Suphi'den söz
ediyorlar. Dedik, TKP’ nin savas birikimlerine, kirli tirnaklarini uzatiyorlar.
Görülüyor, Mars’tan, Lenin'den, M. Suphiler'den, TKP'den söz etmeden hiçbir sey
yapamayacaklarini anliyorlar. Sözün açikçasi, bunlari baltalama girisimlerine,
provokasyonlarina, polis ajanliklarina paravana yapma çabasi gösteriyorlar. M.
Suphi'yi karsi devrimci, bozguncu, Mao'nun yanina koymak, Mao'yu Lenin'le yan
yana getirmek, en büyük alçakliktir.
S. Hüsnü hiçbir zaman, M. Suphi'yi
partinin kurucusu olarak tanimamistir. Onu hiçbir zaman sevmemistir. S. Hüsnü,
partinin kurucularindan Salih Hacioglu'na, Affan Hikmete, Vanli makinist
Kazim'a, piril pinl bir komünist olan Seyfi ustaya karsi, partinin bir çok isçi
sinifindan gelme militanlarina karsi en zebanice davranmistir. Bu adam, parti
kadrolarini kirmakla polise, burjuvaziye yardim etmistir. Salih Hacioglu'nu
partiden atmak için, en çirkin entrikalara basvurmustur. Salih Hacioglu'na ve
diger gerçek komünistlere karsi entrikalar çevirirken, açikça "Türkiye'de
Komünist Partisi"ne lüzum yok diyen, provokatörlügü, ortaya çikan ve
partiden kovulan Sevket Süreyya Aydemir'le birlik olmustur. Kominternin Kontrol
Komisyonu, Salih Hacioglu'nu temize çikarmis, S. Hüsnü'yü "küçük burjuva
entrikacisi" olarak nitelemistir.
Komünist Partisi'ne, Vedat Nedim Tör'leri, Mihri Belli'leri, Hasan Ali
Ediz'leri, Hikmet Kivilcim'lari getiren odur. Hepsi provokatör. Hepsi dönek.
Bir Viyana kongresinden söz ediyor provokatörler. Bir kez, 1926'da, Viyana'da
partinin konferansi toplandi. Bu konferansta Nazim Hikmet, Baytar Mehmet, Hamdi
Samil, Faik Usta ve Sefik Hüsnü'yle yamagi Vedat Nedim Tor vardi. Konferans
çatismali oldu. Iki birbirine aykiri görüs, akim karsi karsiya geldi. Nazimlar,
Leninci ilkeleri savundular. Parti programi ve tüzügü üzerinde görüsler
birbirinin tersiydi. S. Hüsnü, konferansta oportünistligini açikça ortaya
koydu. Leninci parti ilkelerine, parti örgütlerinin üretim alaninda,
fabrikalarda, isyerlerinde kurulma prensibine karsi çikti. Partinin yüzeyde,
yiginlardan kopuk bir örgüt olarak kalmasini savundu. O, partiyi burjuvazinin
kuyruguna takma yolunu tutmustu. Ileri sürdügü tezler, program taslagi, Leninci
hesaba-kitaba uymuyordu. Örgüt görüsleri, fabrikalarda yuvalanmak, örgüt
temellerini buralara dayama Ilkelerine aykiriydi. Ajitasyon, propaganda da
öyle. Adamin elinde tutar tarafi olan bir belge yoktu. Ne yapti. Her seye:
"Evet, olur" dedi. Ve Vedat Nedim TÖR'ü sekreter yapti. Vedat Nedim,
1927 tutuklamasinda, bir polis gibi davrandi. Bildigi her seyi, örgütleri ele
verdi. Provokatörlügünü gösterdi. Bundan sonra Yapi Kredi Bankasi'na kapilandi.
1927 komünist tutuklamalari, yargilamalari S. Hüsnü'nün bütün bölücü, entrikaci
niteligini de ortaya koydu.
S. Hüsnü, hiçbir durusmasinda, çikip: "Ben Komünist Partisi Merkez
Komitesi üyesiyim, hatta parti üyesiyim" dememistir. Hep; "Amele
isleriyle ugrasirim" sözünü gevelemistir. Komünist Partisinin
politikasini, savas platformunu, programini açik, seçik savunmamistir. 1946
tutuklamasinda, polisin eline, iki çuval dolusu, partinin gizli belgelerini
vermistir. Bir çok komünist, o zaman bu belgeler yüzünden, korkunç iskencelere
ugradi, uzun yillar hapis cezasi giydi. Daha sonra, 1937'de, Merkez Komitesinin
ve Kominternin Özel bir karariyla, Sefik Hüsnü Politik Bürodan çikarilmis,
yöneticilik görevi yapamayacagi kendisine bildirilmistir. S. Hüsnü partinin bu
kararini da çignemistir. Bas olmak hastaligi, onu mezara kadar birakmamistir.
TKP’ ye, Sovyetler Birligi'ne, Lenin'in partisine, bu partinin
yöneticilerine dolu dizgin saldiran, Sovyetler'i Amerikan emperyalizmiyle bir
tutan, ona olmadik iftiralar yagdiran. Sosyal emperyalizm, oportünist gibi, bir
sürü ipe sapa gelmez Pekin agziyla konusan MDD'ciler, Perinçek'çiler,
kendilerini komünist diye satmaya çalisiyorlar. Bunlari, Ankara'da basiyor,
dagitiyorlar. Paralan var. Çolakoglu gibi tüccarlar, Adana'nin büyük çiftçileri
miras, bagis diye bu örgüte milyonlar sagliyorlar. Buna da sasmamali. Vehbi Koç
Fonu, Eczacibasi Fonu, MIT bunlari kayiriyor...
Hikmet Kivilcimli'ya gelince. Komünist
Partisi içinde ayrimcilik, bozgunculuktan baska bir sey yapmamistir. 1929'daki
büyük tutuklanma, onun yüzünden olmustur. Merkez Komitesi'nden gizli gruplar
kurmus, lümpenlerden, dejenere ögelerden, provokatörlerden örgütler kurmustur.
Pek çok komünistin canini yakmistir. Ve sonra, Izmir'de, açik yapilan
durusmada, TKP’ yi savunmak söyle dursun, Marksizmden uzak, bosbogazin biri
oldugunu ortaya koymustur. Bu adam manyakti. Kalpazandi. Zipirin biriydi...
... Sonra, MiT'in içinde, ta öteden beri, burjuvazinin degisik kollarina
bagli akimlar, ögeler vardir. Bakiyorsunuz, CHP zamaninda, komünist
tutuklamalarinda kimilerine hiçbir sey olmuyordu. DP zamaninda kodesi
boylamistir. Bir belge daha 1926'da, bir Mercan Altunyan olayi geçti. MAH'in,
polisin içinde iki kol birbirini kursunladi. Bu, anti komünist bir kampanya
idi. Kabak kendi baslarina patladi. Kazdiklari kuyuya düstüler.
Kivilcimli, 1934'ten sonra dümeni baska tarafa çevirdi. O zamanki
verilere göre, MAH, bir kadin eliyle onu avladi. Nazim'la içeri düsmesi, gene
onun provokasyonundan gelmistir. Donanmada ayaklanma çikarma kiskirtmasi ondan
gelmistir. Plani, gizli polis hazirlamisti. Ama olaylarin gidisi, provokatör
ajanin da içeriye alinmasini gerektirmistir. Gene MAH’ da guruplar çarpismistir.
General eskisi Madanoglu, sonra Tabii Senatör Acuner Senato'da, 12 Mart
olaylarindan sonra, bazi açiklamalar yaptilar. Kivilcimi’nin, Mihri Belli'nin
MIT ajani olduklarini söylediler. Olaylar bunu dogrulamistir. Kivilcimi’nin,
daha çocuk denecek yasta Kurtulus Savasi'na katildigi, bir masaldir. Emekçi
dergisi, Kasim 1974 sayisinda, adami tavlamak için bu masali yineledi. Demek
oluyor ki, MIT'e böylesi bir sisirme gerekliymis.
Baska bir olay. 12 Mart öncesi, daha Genel Kurmay Baskani Tural Pasa
zamani, ordu birliklerinde anti- komünizme hiz verilmisti, iste tam o
siralarda, Kivilcimli, sik sik Deniz Harp Okulu'na, kislalara gidiyor,
konusmalar yapiyor. Bu konusmalari teybe aliniyor ve ordu birliklerinde
dinletiliyor. Sözün açikçasi, anti-komünist kampanyaya aktif katiliyor.
Kivilcimli Sovyet düsmanligini, Çekoslovakya olaylari sirasinda, Türk Solu
dergisinde bütün igrençligiyle küsmüstür. Bu nedenle, onun, Amerikana
generallerin kanatlan ve MiT'in eli altinda, onlarin yönergelerine göre,
kislalarda anti- komünizm curcunasina katilmasi, sasilacak bir sey degildir.
Bu adam DP zamani bir "Vatan Partisi" kurdu. DP'yi, Bayar'i,
Menderes'i koltukladi. Bunlar demokrasi sampiyonu gösterdi. Amerikan
demokrasisini göklere çikardi. Amerika'nin askerci olmadigini programina koydu.
Amerikan emperyalizminin saldirganligini, DP'nin, Bayar'larin, isbirlikçi
burjuvazinin Türkiye'yi NATO'ya bagladiklarini, Amerika'nin Türkiye üzerindeki
hegemonyasini, baskisini, hepsini görmezlikten geldi. Yok saydi.
Iste böylesi bir ajani, sapigi TSIP yöneticileri kendilerine bayrak
yapmislardir. Kilavuzu böyle bir karga olanlardan halka ne hayir gelir !
Katki dergisi, Aralik 1974 sayisinda,
TSIP üstüne bir açiklama yapti. Bu partinin sözcülügünü yapan Kitle
gazetesinin; Hürriyet Holding'in koltugu altinda icra-i sanat ettigini yazdi.
Fotograflar, belgeler basti. TSIP'in, merkezi New York'ta olan ve CIA'nin
emrinde bulunan, Uluslararasi Isçi Birligi "ne, bunun bir alt kolu olan
Orta Dogu Isçi Birligi'ne bagli oldugunu, somut verilerle göstermeye çalisti.
Ates olmayan yerden, duman çikmaz derler.
ESKI
TÜFEK SOSYALISTLERIN DERIN MUHABBETLERDEKI ADI: ZEKI BASTIMAR
Yakup Demir lakabiyla anilan bu derin
devlet elemani, TKP Genel Sekreterligi yapmistir. 1908 Sürmene dogumludur.
Sovyetler Birligi'nde KUTV (Dogu Halklari Komünist Üniversite'sinde) okudu.
Bazi kaynaklara göre Komintern üyesidir. Basbakanlik kütüphanesinde memur
olarak çalisti. 1944 deki TKP tevkifatinda tutuklandi. Bilahare beraat etti.
1946'da, Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi (TSEKP) Ankara îl Baskanligini
yapti. 1947'deki illegal TKP'nin Merkez komite toplantisinda TKP teskilat
sekreterligine getirildi. 1951 Tevkifatinda, 167 arkadasiyla birlikte
tutuklandi. Bu sirada polis ifadeleri ve alinacak tavirlar konusunda
arkadaslariyla ters düsünce ihraç edildi. 1950 ve 1952 tevkifatinda dolayi en
çok suçlanan kisidir. Hapisten çiktiktan sonra, Cagaloglu'nda bir süre tercüme
bürosu isleten Zeki Bastimar, gizlice yurt disina çikarak, oradaki TKP'lileri
örgütledi.
Dogu Almanya'nin Leipzing
sehrinde Bizim Radyo'yu idare etti. Yeni Çag dergisinde yazilar yazdi. Orada
dis büroyu olusturarak genel sekreter unvanini aldi. TKP Moskova grubu
kendisine muhalefet ettiyse de, politikasini kabul ettirdi. 1962'de basta Resat
Fuat, Mihri Belli gibi, bir çok eski TKP'liyi partiden ihraç ettigini ilan
etti. Özellikle Mihri Belli grubunun agir elestirilerine ugradi. 1973 yilinda
Öldü. Zeki Bastimar, bazi bakimlardan TKP'nin en çok tartisilan lideri olmakla
birlikte en ilginç simalardandir.
Malûm efendiye dair biyografiyi, asil
mevzu ile içeriklestirmek için, kaynaklara dayanarak, adres alanina oturtarak
konuyu tamamlayabiliriz. Bahse konu sahisla ilgili degerlendirmeleri, yine ayni
alan dairesinde konuslanan solun kendi yayini olan, "Eski Tüfek
Sosyalistler" isimli kitaptan aktaralim.
Atilla Akar isimli yazar, Zeki Bastimar'la ilgili söyle bir
degerlendirmede bulunuyor. Burada Önemli olan, bu kusagi tanitmak, ayrim
gözetmeksizin ve sinir koymaksizin kendilerini anlatmalarina açik bir ortam
yaratmaktir. Örnegin Milliyette yayinlanan bir dizinin en çok tartisma koparan
bölümü, Patriyot Hayati'nin, Emin Sekun'a dayanarak söyledigi, Zeki Bastimar'in
(MIT) ajanligi ile ilgili bölüm oldu.
Zeki Bastimar, TKP tarihinde en çok suçlanan kisiydi. Bütün bir 51
tevkifatinin faturasi ona kesilmisti. Üstelik edindigim izlenim, bu konuda bir
takim hatalarin oldugu yönündeydi. Simdi okuyucuya bilgi olmasi ve
karsilastirma yapabilmesi bakimindan, bu konuda tespit edilmis bazi yazilardan
ve kisilerden, konuyla ilgili bölümler aktarmak istiyorum. Önce Rasih Nuri
Ileri'nin "Atatürk ve Komünizm" isimli çalismasinin 365. sayfasindaki
sözleri aktariyorum. "Zeki Bastimar gibi Kutva mezunu bir SEKA (TKP Merkez
Komitesi) üyesi. Milli Emniyet ajanlarina hayat hikayesini anlatmayi kabul
edince, Basbakanlik Murakabe Heyeti kütüphanesi memuru olmustur"
seklindedir.
Bir diger yorum henüz yeni; Yüzbasi Abdülkadir (Vedat Türkali) Görüs
dergisinin Nisan sayisinda, Çagatay Anadol'la yaptigi söyleside sunlari
söylüyordu: "Zeki Bastimar'in Eyüp'deki evine çagirip görüstügü iki Halk
Partisi müfettisine, gizli islerle ugrasmayacagina söz vererek, Ankara'daki
Basbakanlik Kütüphanesi'ne alinmasi bir desantralizasyon yorumudur. Asagi
yukari TKP tarihinin en rezil tutuklanmasi, degerli genel sekreterimizin
sayesinde gerçeklesmisti. Ben bunu Zeki'nin yüzüne karsi Resat Fuat'a da
söyledigim Için, burada da yineliyorum. Okurken son derece hüzünlendigim ve
Doktor Hikmet'in trajedisini kendi agzindan aktardigi "Kim Suçlamis/
Brejnev'e Mektup'un Zeki Bastimar" baslikli özel bölümde su cümleler var:
15 yillik ceza sonunda Istanbul'a döndügüm zaman, Ferit (Kalmuk) büyük bir
ezilis içinde aglarcasina, bütün bunlari bana tekrar tekrar sayip döktü.
Hele Zeki için, "yüzde yüz polis" oldugunu ispatlar nice
delilleri, anlatmakla bitiremiyordu. Aman doktor, söylediklerim çok önemli.
Görüyorsun bende hayir kalmadi. Bir ayagim çukurda. Unutma. Zeki Bastimar
polistir ve polis olarak hareketin basina çok sey açacaktir. (51 Tevkifati
kastedilerek. Atilla Akar) Zabitlar çok sasirtici, hiç kimse Zeki kadar uzun ve
ayrintili bilgi vermemis polise. Zeki belki bogazindan geçen lokmasini bile
dökmüs. Okur, okumaz bu tevekkeli bir ifade degil dedim. Sanki polise açik bir
yol olusturulmak isteniyordu. (Harbiyedeki MK toplantisi kastedilerek. A.A)
Varilan genel kani su: Zeki'ye polis vaat etmis olmali. Sen bütün bildiklerini,
saklamaksizin yaz. Biz bunlari gizli dosyanda saklariz.
Sen hiç ifade vermemis gibi, gerekirse iki-üç satirlik bir zabitla
mahkemeye çikarsin. Kurtulursun. Mahkemede bir nokta daha siritmis. Bir Milli
Emniyet albayi, tevfikattan uzun süre önce Zeki ile temasa geçmis. Ona
isbirligi teklif etmis. Bu olayi inkar edemeyen Zeki, albayin israrli
tekliflerini ret ettigini söylüyormus. Ancak Sefik Resat grubu, o nokta
üzerinde bastiriyorlardi. Teskilat Sekreteri gibi bir adama, MAH (O zaman ki
istihbarat teskilatinin adi) gibi bir casus teskilati isbirligi teklif etmisse,
bu olay parti arkadaslarindan, hele tepedeki en yetkili kisilerden saklanir mi?
Ancak mahkeme safhasinda her sey açiga vurulduktan sonra, Zeki'nin albayi
hatirlamasi, unutkanlikla bir araya getirilemez. O, Zeki'nin gizli hesaplarin
adami oldugundan baska bir seye baglanamaz.
Derin devletin -sol adresli- bir memuruyla ilgili degerlendirmeler ve
iddialar bunlar... Eski Tüfek Sosyalistler... Bir Kusagin Temsilcileri adli
kitabin 39 ve 41. sayfalarinda, iddialar daha net bir sekilde ortaya konuyor.
"Zeki Bastimar Ajan miydi?" Basligin içerigindeki detay, olguyu gayet
net okutuyor. Parti içinde, bu gibi olaylarin elestirisi yapilmis miydi? Burada
Patriyot Halil aci aci gülüyor ve sunlari söylüyor: "Bizim makus
talihimiz, sik sik yapilan tevkif ati arla, illegal hareket, devamli
bölünmelere ugradi. Ve bu yüzden de kritik ve otokritik- sözüm ona devamli
geçici olarak- hep ertelenirdi, Izmir ve Ankara teskilatlarinda bol miktarda
polis ajaninin çikmasiyla, tüm merkez komitenin, hatta yedek üyelerinin bile ele
geçmesinin, ayri bir önemi var. Ayrica genel sekreter Zeki Bastimar'in 177
sayfalik ifadesinin ve çok sayida itirafçinin çikmasi önemli okumalardir."
Ve Patriyot -kendi ifadesiyle, bir sir gibi saklanan- çok önemli bir iddia da
bulunuyor.
TKP tarihinde MIT- Polis suçlamasi oldukça fazlaca ama Türk sol tarihi
acisindan önemli gördügümüz için aynen aktariyoruz: 1947'de en son merkez
komite toplantisinda yeni MK seçiliyor... Zeki önceki tevkifatta var ve
Basbakanlikta çalisiyor. Birileri tarafindan korunarak, nasilsa beraat ediyor.
Burada Zeki'nin bu durumu tartisma konusu oluyor. Konuyu tetkikle ilgili
tornaci Emin (Sekun) görevlendiriliyor. Emin Sekun merkez komiteye verdigi
raporda, Zeki Bastimar'm Türkiye'ye döndügü esnada sorguya çekildigini ve o
sorguda böyle bir harekata katilmayacagini, katilsa dahi emniyete ihbar
verecegini taahhüt veriyor. Daha sonra TKP "yeniden harekete
geçilmesi" karan aliyor ve parti genel sekreterligine Zeki Bas-timar
öneriliyor.
Bu arada da Emin Sekun'un, ona yardimcilik yapmasi Öneriliyor. Emin'le
1975 yilinda yaptigim görüsmede bunu kendisine sordum, niye katilmamak
istedigini ögrenmek istedim. Bana dedi ki: "Ben, merkez komite tarafindan
görevlendirilmistim. Bir rapor verdim. Ya benim verdigim bu rapor hilaf-i
hakikattir, ki o zaman benim suçlanmam lazim. Yok benim verdigim rapor
onaylanmissa, bana nasil teklif edersiniz Zeki ile çalis diye" dedi. Konu
gerçekten önemli görünüyordu ve israrla sordum. Hayati Tözün'e Tornaci Emin,
hangi dayanaklarla bu raporu vermis ve Zeki Bastimar bu suçlamayi kabul etmis
midir? diye. Patroyit devam ediyor anlatmaya. "Hangi yoldan verdigini ben
bilmiyorum, ama bu bir realitedir ve Zeki Bastimar'in kendi itirafiyla
sabittir. Yalniz, Zeki baslangiçta bunu kabul etmiyor. Hatta tornaci Emin
aleyhinde büyük bir çaba gösteriyor, onu parti bülteninde likitatör (tasfiyeci)
ilan ediyor.
Ancak tevkifattan sonra tüm MK Harbiye'de toplaniyor, emniyet
ifadelerinin reddi kararlastiriliyor. Zeki ise reddedemeyecegini söylüyor. Iste
bunun üzerine, MK tarafindan sorguya çekiliyor ve orada Emin Sekun'un verdigi
raporun gerçek oldugunu ifsa ediyor; sözüm vardir, ben hiçbir sekilde ifademi
geri almayacagim ve temasta bulundugum arkadaslarinda geri almamalari konusunda
da..." diyor.
Bunun, Zeki Bastimar'a atilmis bir iftira olmasinin olasiligi yoktur.
Çünkü bütün partililerin, MK üyelerinin önünde cerayan etmistir bu olay. Hayati
Tözün, 141/7 maddesine girme olaylarinin bu kadar çok olmasinin da, ayni seyin
bir yansimasi oldugunu düsünüyor. Evet, bir Çok insan, bu maddeden
yararlanmistir. Ama bence daha kurulurken ikili oynayan bir örgütte, zaten
bastan ahdi peymâ etmis ve bütün bildiklerini Milli Emniyet'e anlatacagini
söyleyen ve bunu da ikrar eden bir adamin bulundugu örgütte, bunlarin olmasi
hiçte sasirtici degildir. "Peki neden böyle bir adami TKP, MK sekreteri
seçti? Üstelik Zeki Bastimar iki sene bir fiil hücrede kalmis, disleri dökülmüs
olacak" demeye kalkiyorum. Patriyot hemen lafa giriyor, adam yoklugundan
diyor ve sonra takma dislerini çikararak; Iste daha otuz yasinda iken elimde
döküldü
dislerim, mesele degil bu. Sefik
Hüsnü, Resat Fuat, Mihri Belli ayni sartlarda niye konusmadilar? Ayrica ne
iskencesi, kimsenin kilina dokunmadilar, imzali ifadesi var, buna ne buyrulur?
MUTLULUGUN
RESMINI YAPAMAZDI ABIDIN, ÇÜNKÜ "DEVLETIN" VE
"INGILTERE'NIN" YAKIN DOSTUYDU
Bir adres açilimi daha... Neresi mi?...
Ingiliz ajanliginda çirpman dalgali sular!
Emin Karaca'nin Kalasnikof a Güzelleme adli kitabinin 45. sayfasindayiz. Bakalim Abidin mutlulugun resmini nasil
yapamiyor?
Yaziya girmeden önce, küçük bir animsatma yapmak istiyorum...
Bu kronik kösesinin adi: "Düpedüz." Bizde hep sol cenahta,
üstü küllenen, es geçilen"canim simdi bunu yazmanin sirasi miydi?"
diye çikisilan, "kol kirilir yen içinde kalir" anlayisiyla yaren
arasindaki kisir sohbetlerde gizlenen gerçekleri oldugu gibi yazmaktir amaci
"Düpedüz"ün... O nedenle asagida yazdiklarimiz için kimseler alinip
gücenmesin, biz dogrulan babamizdan çok severiz.
Türkiye solcululugunun bir garip huyu vardir: Yurt disinda gönüllü
mülteciligi seçmis solcuyu, gözlerinin önündekinden daha çok sevip, baslarinin
üstünde gezdirmek. Ölülerinin ne kökenlerine bakilir, ne yasantilarina...
Geçtigimiz yilin son ayinda, pasa
torunu oldugundan, pasa keyfide öyle istediginden, 1951 TKP Tevkif ata
kovusturmasindan bas agrisi çekmemek için can-i azizini Paris'e ativeren Abidin
Dino öldü. (Paris'e gidisi ne bir sürgünlük, ne de bir burjuvazinin beyaz
teröründen kaçis. Akrabasi Nasuh Nuri bana anlattigi ve kadim dostu Yasar
Kemal'in sabah serifleri hayrolanda yazdigi bir pasaportu ve Yesilköy'de uçus
sorunu, Demokrat Parti'nin bakanlarindan Feyzi Lütfi Karaosmanoglu tarafindan
çözülmüs).
Hepimizin bir gün ölecegi gibi Abidin Dino da öldü Paris'te. "Allah
rahmet eylesin" diyoruz... Bize soracak olursaniz "Abidin'i nasil
bilirdiniz" diye sunlari söyleyebiliriz: Ne mezari basinda "Mars-i
Entemasyonal"i söylenen, sürgüne gönderilirken kelepçedasi Boz Mehmet'in duygusal
yaklasimindaki gibi, sifir saatten beri, en su katilmadik bir
"komünist'tir Abidin ne de gurbet elde darusila çeken bir yurt sever...
Mesrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde gazeteci-milletvekili, Girit ya da
Yanya adasindan göçmen, varlikli Suphi Nuri ailesiyle, Adana'da büyük toprak
sahibi, mütegalibe Abidin Pasa sülalesinden gelen birisidir... Türkiye
Cumhuriyeti'nin Nazim Hikmet i tasfiye edecegi siralarda yerine geçirecek sair
ararken buldugu Necip Fazil Kisakürek'in çikardigi Agaç dergisinde, onun en iyi
dostu ve el ulagi. Necip Fazil anilari "Babiali "de yaziyor: Abidin
Dino da, Boddler'in sun'i cennet adini verdigi cehennem yemislerinden birine
tutkundur: "Esrar."
Devam ediyor: "O zaman yirmi
yaslarinda bir genç Abidin Dino; kendinden yedi-sekiz yas büyük genç sairin
(yani Necip Fazil'in kendisinin) en yakin dostudur. Önce Ahmet Kutsi, pesinden
Peyami Sefa, Burhan Toprak, derken Fikret Adil ve Abidin Dino."
Rizikosuz ve müemmen sosyalistlik olanagini Türkiye Isçi Partisi'nde
görünce, 1968'de Paris'ten, ANT dergisine bir yazi gönderir. Yazinin bir
yerinde "yanlis degerlendirmeleri bir ömür sürenler'den" söz eder...
O döneme göre, bir yarim asirdir, baslarini bela taslarindan korumayi hiç akil
edemeyen, artik yetmislerin esigine gelmis, yasli önder komünistlerdir
kastettigi Abidin'in. Elbette zaman zaman yanlis degerlendirmeler yaptiklari
olmustur, artik yasamayan o önder komünistlerin.
Ancak 1940-41'de Türkiye'de, olasi bir Nazi saldirisini hesaba katip,
direnis örgütlemeye kalkisan anti-fasist, yurt sever devrimcilerin yukardan
bekledikleri direnis araçlarinin mesajini, "Ingiliz Entelligence
Servisine" iletecek kadar da yanlis degerlendirme yapmamislardir.
Belki de "British Coucil"in
adamlarindan, dergi çikarmak için sterlinleri alip, bir sair dostuyla birlikte
yiyecek kadar da yanlis degerlendirmeleri olmamistir.
Mutlulugun resmini yapamazdi Abidin, çünkü "Devletin" ve
"Ingiltere'nin" yakin dostuydu.
AZIZ NESIN'E ILGINÇ DEVLET
DESTEGI
Burada Aziz Nesin'e yapilan ilginç bir maddi destegi anlatacagiz. Bunu
yaparken de Yalçin Küçük'ün Kurtulus Yazisi adli kitabinin 329-332
sayfalarindan yararlanacagiz. Bakalim Aziz Nesin, Ankara Sinema Senliginde ne
filmler çevirmis.
"Film senligi için her sey hazirlandi,
program yapildi, basildi, dagitildi, biletler satisa çikti, aman Allah'im
baktik ki biletler çok az gidiyor" diyen BILAR'in Ankara Subesi Danismani,
Basin- Yayin profesörü Oguz Onaran, "Devlet destegi konusunda neler
söyleyebilirsiniz?" seklindeki bir soruya da su cevabi veriyor:
"Maddi destek de bulundu. Ayrica destekleme kurulu da olaganüstü bir çaba
gösterdi. Çünkü, bütün filmler ayni zamanda geldi. Festivalin baslamasina çok
az bir zaman kalmisti. Buna ragmen, çok çalistilar ve hepsini gösterime
yetistirdiler (Milliyet 4 Nisan 1988). Dogrusu su devlete "bravo"
dememek için bir neden kalmiyor. Artik devlet basinda Aziz Nesin'in bulundugu
BILAR'in Ankara subesi ile Bilim ve Sanat adli dergiden hiç çekinmiyor;
bunlarin hazirladigi Ankara Sinema Senligi'ni basarili yapmak için hem geceli
gündüzlü çalisiyor, hem de on milyon lira bagista bulunuyor. Bir holding yirmi
milyon ve yan resmi bir kurulus da bes milyon veriyor.
CIA yetistirmesi, seksen sekiz yasindaki ABD büyükelçisi Strausz- Hupe,
Ankara senliginin seyircisiz kalmamasi için ve Aziz Nesin'e olan sevgi ve
saygisi nedeniyle, senligi onurlandiriyor. CIA yetistirmesi ABD Büyükelçisi
Strausz- Hupe, Aziz Nesin'in basinda bulundugu BILAR'in Ankara subesini takdis
ediyor. Strausz- Hupe'nin takdisi ile devletin yardimi, bir arada gelisiyor ve
gerçeklesiyor.
Kimse artik utanmiyor.
Abdullah Bastürk, DISK'in yönetimini eline alinca, çesitli örgütlerle
ilgili bir istihbarat ve degerlendirme raporu hazirlatiyor. Darbe ile birlikte
bu rapor, Sikiyönetim savciligi'nin dosyasina ve DISK Iddianamesi'ne geçiyor.
Bu raporda "Karikatürcüler Dernegi" hakkinda söyle bir degerlendirme
yer aliyor: "Yönetim TIP sempatizmani, taban içinde DISK'e sempatizan
unsurlar çok." Zaman içinde Karikatürcüler Dernegi'ni fasistlerin ellerine
geçirdiklerini sanmiyor; yakinda "mizah gecesi" yapmislar. Eylülizmin
ezik sokulan, toplama masasi sefligine getirdigi Adnan Kahveci'nin, dansöz
Leyla Adali'nin, Sakip Sabanci'nin, TÜSIAD Baskani Ömer Dinçkök ve Strausz-
Hupe'nin yakin dostu Bedrettin Dalan'in ve çok sayida TIP ve DISK sempatizani
karikatürcünün katildigi gecede Sakip Sabanci,D"karikatür güzeli"
seçiliyor; TIP ve DISK sempatizani karikatürcüler, Sabanci'nin karikatürünü
çizmek için kuyruga giriyorlar.
Hiç utanmiyorlar.
Müthis kesifleri de var. Sabana ailesinin, Dogan Avcioglu'nun ölünceye
kadar oturdugu evin karsisinda, bir özel hastanesi var, ailede geri zekali,
çocuklar çok oldugu için, Sabana Ailesi, yalnizca geri zekalilik üzerinde
uzmanlasan bir hastane yaptiriyor. Karikatürcüler, belki de Sakip Bey'in
yüzünde, aile hastaliginin izini görüyorlar; ancak baska gerekçe ileri
sürüyorlar. Sabanci'yi "karikatür güzeli" seçerken sunlari ileri
sürüyorlar: "Sakip bey, konusurken daima ciddi bir ifadeye yüzünde tutmak
istiyor. Ancak espri yaparken de yüz çizgilerinde ilginç oynamalar oluyor. Biz
de çizerken, o oynayan çizgilerle ciddi ifadesini birlestiriyoruz (Hürriyet, 3
Nisan 1988)." Dogrusu Sakip beyin oynak yüz çizgilerine, daha oynak
karikatürcüler gerekiyor; TIP ve DISK sempatizani karikatürcülerden arasindan
yeterli ölçüde çikiyor.
Tiyatro Yazarlari Dernegi, tekelci devletle yakin isbirliginin
sonucunda, Yildiz'da "Saray Soytarilari Köskü"ne sahip oldu; tiyatro
yazarlari simdi, Saray Soytarilari Köskü'nde çalisiyorlar. Tekelci devletin,
yakinda Karikatürcüler Dernegi'ne de bir soytari köskü vereceginden kusku
duymuyorum; burada cömertligini frenlemiyor.
Bastürk'ün hazirlattigi özel rapordan, bir paragraf daha aktariyorum:
"TMMOB Türkiye Mühendis ve Mimar Odalari Birligi: Yönetim gosist
tavirlar içinde. Dev- Genç sempatizani." Bagli odalarin yönetimleri ise
çok farkli. Örnegin Makine Mühendisleri Odasi genel merkezi ve subeleri olumlu,
Insaat Mühendisleri Odasi merkez ve Istanbul, Kurtulusçu, Izmir olumlu."
TMMOB, Bastürk'e rapor hazirlayanlarin anladigi anlamda "olumlu"
niteligini koruyor; önemli bir degisiklik görünmüyor.
(...)
Son bir eylemden söz etmek durumundayim; Ankara'nin bütün çagdas
gazetecileri, SHP genel sekreteri Fikri Saglar, Cumhuriyet Ankara Büro Sefi
Yalçin Dogan, Cumhuriyet Kitap Kulübü'nden Muzaffer Erdost, (...) ve tüm çagdas
gazeteciler, çok kalabalik bir sekilde Anitkabir'e gittiler. Ve Turgut Özal'i
Ata'ya sikayet ettiler. Anitkabir görevlisi subaylar ve askerler, çagdas
gazetecileri karsiladilar; Özal'i sikayet vesilesiyle getirdikleri büyük
çelengi, törenle kabilin çelenk konulacak yerine biraktilar. Turgut Özal'in
basina kötü niyetleri oldugunu, sikayet olarak Ata'ya bildirdiler. Huzur içinde
ve görevlerini yapmis olan insanlarin rahatligiyla, Anitkabir'den ayrildilar.
Bu eylemden dolayi hiçbir sey olay çikmadi ve gözaltina alinan kimse
olmadi. Kenan Pasa'nin ise çok sevindigini tahmin edebiliyorum; aydinlar,
istedigi kivama geliyorlar. Öyle imran Öktem'in cenazesinde oldugu gibi
sokaklarda yürümeye, halkin arasina katilmaya, sol yumruklari kaldirmaya artik
gerek kalmiyor; sikayet olursa Ata'ya yapilmasi gerekiyor.
Ata'ya sikayet Türkiye'deki siyasal eylemlerin en barisçil olani ve
siniflar üstü nitelik tasiyanidir; "sinifsiz ve kaynasmis" bir ulusun
aydinlarina da yakisaninin bu olduguna inaniyorum. Bundan sonra, isçilerin,
memurlarin, ögrencilerin sikayetlerini, çagdas aydinlan örnek alarak, ya
simdiki devlet baskani Kenan Evren Pasa'ya, ya da birinci devlet baskani Kemal
Pasa'ya yapacaklarim saniyorum.
Bütün bunlardan bir sonuç çikiyor: Uzlasma tamdir. Bu uzlasma içinde
demokratizm, tek program olarak beliriyor. Demokrasi mücadelesi, uzlasmaci
solun ve uzlasmaci aydinin rejimle ve kapitalizmle köprüler kurmasinin dayanagi
oluyor. Artik köprüler kuruluyor; neo- kadro, devrimci mücadeleyi, bir sarmasik
türünden sarmaya basliyor.
Dönekler, dönmeyenlerden nefret ediyorlar.
Uzlasmacilar, uzlasmayanlara kin bagliyorlar.
ÜÇ SOSYALISTIN 27 MAYIS
KRITIGI
Deniz Gezmis ve iki arkadasinin 1972'de idam edilmeleri, son günlerdeki
idam cezasinin kaldirilmasiyla ilgili tartismalarda bir kez daha gündeme geldi.
Bu tartismalarda söz dönüp, dolasip 68'lilere geliyor.
TV programlarina konuk olan ve
68'lileri temsil ettigini söyleyen pek çok kisi, kendi kusaklarinin en tipik
özelligi olarak, anti-Amerikanciligi ve yirmiyedi mayisperestligi
vurguluyorlar.
27 Mayis'ta Amerika'nin rolü var miydi, ya da Türkiye'yi Amerikan
yörüngesine DP mi soktu? Kimi aydinlara göre 27 Mayis ile 12 Mart'a, Menderes
ve Demirel Hükümetleri'nin Moskova ile, ABD'nin rizasi disinda iliski kurmaya
yönelmeleri neden oldu. Soldaki genel yaklasima göre, 12 Mart/ta Amerika'nin
rolü kesindir, öte yandan sol, 27 Mayis'a toz kondurmaz.
MILLI SEFIN VEBALI
BÜYÜK
Soldaki genel kabulün aksine, -sayilan az da olsa- 27 Mayis'ta
Amerika'nin rolüne deginen sosyalist aydinlar da var; Niyazi Berkes, Mahmut Dikerdem
ve Yalçin Küçük gibi. Prof. Niyazi Berkes, 1947'de Behice Boran ve Pertev Naili
Boratav ile birlikte komünist olduklari gerekçesi ile, Milli Sef Ismet Inönü
döneminde, DTCF'den tasfiye edilen üç hocadan biri. Berkes Ingiltere'de,
Boratav ise Fransa'da yasama veda ederler. Berkes, yurt disinda iken ünlü
sosyalistlerden Burhan Oguz'la mektuplasir. Prof. Niyazi Berkes'in, 1977'de
Burhan Oguz'a yazdigi mektuplardaki görüsleri, soldaki genel-geçer yaklasimin
disindadir. Burhan Oguz'un, Simurg Yayinlan tarafindan yayinlanan
"Yasadiklarim Dinlediklerim" isimli hatiralarinda yer alan
mektuplarda, Berkes söyle der: "Inönü rejiminin Türkiye'yi eninde sonunda
nasil Amerikan mandaciligi dogrultusuna sokmaya muvaffak oldugu sonucuna
vardigimdan bu Irkçilik-Turancilik olayi önemli bir test, bir dönüm noktasi,
bir nisantasi rolü oynayacakti. Simdiye kadar Inönü hakkinda söylenen seylere
kisisel kiskançliklar diye deger vermezdim. Fakat simdi bu adamin 1919'dan 1950
sonrasina kadar kariyerine toptan bakinca, bütün asamalarda sasilacak bir
tutarlilik görmeye basladim: 1919 mandaciligi; Lozan'daki tutumu; Ikinci Dünya
Savasi zamanindaki tutumu, 1945'ten itibaren Amerika'yi çekip getirmeye
muvaffak olmasi. Hepsi birbirini tutuyor. Ülkeyi bugünkü duruma getiren ne Menderes'tir,
ne de Demirel. Onlar, sadece Inönü'nün baslattiginin mantiki sonuçlari üzerinde
yürüyorlar."
Berkes, bir baska mektupta söyle der: "Gazetelerde okuduklarim,
durumu çok kötü gösteriyorlar. Dogru mu acaba? Çünkü bir yandan da bakiyorum
Türkiye yazi bayram Içinde geçirdi. TV'de Kolombo mu yoksa Bionic Woman mi
gösterilecegi bile ilgi konusu. Masallah hiçbir-seyimiz eksik degil. Bati
uygarliginin düzeyine çikmak istemiyor muyduk? Çiktik iste. Hatta bu düzeyi
Washington-Bonn arasi çizginin düzeyi sayarsak, Ingiltere gibi yerlerin
düzeyinin de parmak kadar üstüne bile çiktik. Tabii pahalilik olacak, borç
olacak, IMF olacak. Bunlar hep Bati düzeyinde olmanin gerekleri degil mi?
Bunlari ne Demirel, ne Erbakan, ne Menderes baslatti. Sevgili milli sefimizin
mirasi bunlar hep, ama en akillilarimiz bile bunu unutmus, simdi ziril zinl
sikâyet."
MENDERES, ABD'YE
YÜZ ÇEVIRDI
'Marksist Hariciyeci' olarak bilinen diplomat Mahmut Dikerdem ise, 27
Mayis 1960'daki askeri darbede Amerika'nin rolünü, diplomasinin içinden kritik
ediyor. 27 Mayis'tan önce, Kibris Masasi'nda çalisan, 27 Mayis darbesi
oldugunda Iran'da büyükelçi görevinde bulunan Dikerdem, -asiri solcu olduguna
dair- Milli Birlik Komitesi'ne sunulan bir rapor üzerine merkeze çekildi.
Çesitli ülkelerde büyükelçilik yapan Dikerdem, 12 Eylül döneminde Baris Dernegi
Davasi'ndan tutuklandi. Dikerdem, Menderes hükümetinin devrilmesinde,
Amerika'nin dümen suyundan çikma egiliminin rol oynadigini düsünüyor.
TÜRKES'TEN AMERIKA
NOTLARI
27 Mayis ve Amerika arasindaki iliskilere ayna tutacak olan bir diger
kisi, Alparslan Türkes'tir. 27 Mayis bildirisini radyodan okuyan, NATO'ya ve CENTO'ya
bagliyiz diyen de Türkes'tir. Türkes, ordunun gençlestirilmesiyle ilgili olarak
gerçeklestirilen operasyonda Amerika'nin katkisini kabul ediyor. Kamuoyunda
EMINSU (Emekli Inkilap Subaylari Dernegi Mensuplari)-olarak bilinen
operasyonun, ABD'nin istegi dogrultusunda gerçeklestirildigi kuskusu güçlüdür.
Türkes ise EMINSU'lar olayini söyle anlatiyor: "275 general ve amiral ile
7000 subay emekliye ayrildi. Simdi böyle bir tasfiyeyi düsünürken, bir taraftan
da MBK olarak, bu silah arkadaslarimizi sefalete itmemenin yollarini
arastirmaya koyulduk.
Bunlara yüksek ikramiye vererek, yüksek emeklilik maasi vererek,
tasfiyeye girismek için bir bütçe çalismasi baslatildi. Fakat, para yoktu.
Devlet borç içindeydi. Düsündük tasindik, dostumuz ve müttefikimiz ABD'den
yardim isteyelim dedik. Daha Önce de yardim istemistik. Çünkü 27 Mayis olduktan
sonra, biz idareyi ele alinca, önümüze bir baska problem geldi. O problem
suydu:
Devletin elinde döviz olmadigi için, dis temsilciliklerimizde maaslar
ödenemiyor, masraflar karsilanamiyordu. Bu yüzden çok sikisik vaziyetteydik. Ne
yapalim diye düsündük.
Dostumuz Amerika'ya basvurduk.
Hatirimda kaldigina göre, 15 milyon dolar alarak, büyükelçiliklerimizin
masraflarini karsiladik. Hatirimda kaldigina göre bu para, bagis seklinde
alinmisti. Ordunun gençlestirilmesi hareketinde de yine paraya ihtiyaç vardi. O
sirada NATO'nun Paris'teki Baskomutani Hava Orgenerali Norstad, Türkiye'ye
gelmisti. Projemizi kendisine anlattik. Bize yardim edin dedik. Bu is için 12
milyon dolara ihtiyaç vardi. Para ABD'den temin edildi. Bu, NATO parasi
degildi. Bundan sonra, tasfiye hareketine girisildi.
SOGUK SAVASI BITIRME
PLANI
Dikerdem'e göre Menderes, Amerika'dan talep ettigi kredileri alamayinca
yüzünü Moskova'ya çevirir. Diker-dem su tespitlerde bulunuyor: "1960'da
Menderes-Zorlu ikilisini iktidardan düsürmek için ABD'nin ciddi nedenleri
vardi. 1947'den beri ABD'nin dümen suyuna girmeyi milli politika olarak
kabullenmis bir ülkenin hükümeti, ilk kez kendi basina bir harekete
yelteniyordu. Soguk savasin henüz hizini kaybetmedigi bir dönemde NATO üyesi
bir müttefikin, ABD'den izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkismasi,
NATO içinde ve Hür Dünya'da siyasi dalgalanmalara yol açacak nitelikte bir
olaydi ve cezasiz birakilmamaliydi. "
Disisleri Bakani Fatih Rüstü Zorlu,
Dikerdem'e, sunlari söylüyor: "Simdiye kadar Sovyetlerle iliskilerimizde
Amerika'nin müttefiki gibi davranmayi ön planda tutuyorduk.
Soguk savas döneminde Amerika'nin müttefiki olmanin geregi, Sovyetler'le
iliskilerimizi en alçak düzeyde tutmakti. Bu dönemin sona erdiginin isaretini,
Sovyetler'le basbasa görüsmelere baslamak suretiyle, bizzat Amerika vermis
bulunuyor. Simdi bizim de Sovyet hükümetiyle ikili müzakerelere girismek,
dondurulmus iliskilere canlilik vermek hem hakkimizdir, hem çikarimiza
uygundur. Bugüne kadar Sovyetler'in karsisina NATO bloku olarak çikiyorduk,
soguk savasin mantigi bunu gerektiriyordu. Madem ki Amerikalilar Moskova ile
diyalog kurmanin kendileri için zamani geldigine inandilar, bizim de vakit
yitirmeden Sovyetlerle normal ve giderek dostça iliskiye yönelmemiz zorunludur.
Amerikalilar'a danismadan Moskova ziyaretini düzenledik, danisirsak Ruslarla
basbasa görüsmemizi engellemek isteyeceklerini biliyorduk. Sovyet hükümeti
önerimizi hemen kabul ettigi gibi ziyaret tarihinin bir an önce açiklanmasini
istedi. 15 Temmuz tarihi üzerine anlastik. "
MOSKOVA
SEYAHATI SANTAJ MI?
Dikerdem devam ediyor:
"Menderes'in Moskova'ya gitme
kararinin, Amerikan CIA'sini harekete geçirerek DP iktidarinin sonunu
çabuklastirdigini ileri sürenler oldu. 27 Mayis sabahi Ankara Radyosu'ndan
yayinlanan ilk bildiride Milli Birlik Komitesi'nin, NATO ve CENTO'ya
bagliligini vurgulamasi, bu söylentilere agirlik kazandirdi. (...)
"Menderes'in Moskova ziyareti konusunda akla takilan soru sudur: Acaba DP
iktidari Sovyetlerle iliskilerine yeni bir yön vermeyi, baska bir deyisle,
Amerika'dan bagimsiz bir dis politikaya yönelmeyi gerçekten düsünüyor muydu?
Yoksa Zorlu'nun, Bayarla Menderes'e benimsettigini söyledigi plan, aslinda DP
hükümetinin o sirada siddete gereksinme
duydugu 300 milyon
dolarlik yardimi ABD'den elde
edememesinden dogan geçici bir tepki, hadi adim da koyalim, bir çesit santaj
miydi?" Amerika'nin Yakindogu'daki en sadik müttefiki olan Iran'da
büyükelçilik görevinde bulunan Dikerdem'in tespitleri önemlidir.
27 Mayis darbesiyle birlikte okunan bildiri ve
akabinde Disisleri Bakanligi'na getirilen kisinin kimligi, Dikerdem'in
Amerika'nin darbede oynamis olabilecegi role dikkatleri çekmesine neden oluyor:
"Milli Birlik Hükümeti'nin NATO ve CENTO'ya bagliligi dünyaya ilan
edilmis, eski dostluklarin -ve de düsmanliklarin- oldugu gibi sürdürülecegi.
Amerikan hükümetinin tam güvenini kazanmis bir diplomat olan Selim Sarper'in
Disisleri Bakanligi'na getirilmesiyle açikça belli olmustu. Sanirim Iran Sahi,
Menderes ile Zorlu'nun Moskova'ya yakinlasma siyasetine yöneldikleri kanisina
varinca, DP iktidarinin askeri bir darbe ile düsürülmesinden rahatlik da
duymustu. Sonradan söylenenler, yazilanlar dogru ise, Iran gizli servisleri,
Türk ordusunda darbe hazirliklari yapildigindan haberli idi. Bu istihbarati
Iranlilarin, CIA kanaliyla aldiklari düsünülebilir, çünkü 1953 yilinda
Musaddik'i deviren komployu basariyla sonuçlandirdigindan beri, CIA'nin Iran
haberalma servisleriyle siki isbirligi halinde oldugu bilinmektedir. Belki de
Sah, Menderes'in Moskova ziyaretinin kendilerine danisilmadan kararlastirilmasi
üzerine Amerikalilarin DP iktidarini kaderiyle basbasa birakmayi uygun
gördüklerini anlamisti."
YALÇIN KÜÇÜKTEN FARKLI
BIR YAKLASIM
12 Mart 1971'de Basbakanlik
koltugundan indirilen Süleyman Demirel, 27 Mayis ve 12 Mart ta Amerika'nin rol oynadigina
inaniyor. Cüneyt Arcayürek'in Yeni Demokrasi Yeni Arayislar, 1960-1965 baslikli
kitabinda Demirci, "1960'lann basinda Türkiye, NATO ve ABD'nin hemen her
istedigini yapmis, NATO ve ABD'nin sadik bir müttefiki ve her vecibesini yerine
getirmis bir ülkedir. Sadakatinde o kadar ileri gitmistir ki, Sovyetler
Birligi'nin yumusak karninda oturmasina ragmen, kendini topun agzina koymaktan
çekinmemistir. Topun agzina koymustur kendini. Izmir'e "Jüpiter"
füzelerinin konulmasina müsaade etmistir. îhtilal Türkiye'ye, NATO ve CENTO'ya
bagliyiz diye gelmistir. Bir iktidari deviren ihtilal bile, bu sadikane
bagliliktan kendini kurtaramam istir. O kadar ki, Jüpiter füzeleri 1960
Agustosu'nda, yani ihtilalden bir kaç ay sonra gelmistir Türkiye'ye."
demektedir.
Marksist solun önemli
isimlerinden Yalçin Küçük'e yer vermek gerekir. 27 Mayisçilar'in darbe yapma
gerekçelerinden biri de üniversitelerdeki Ögrenci olaylaridir.
28-29 Nisan 1960 Ögrenci Gösterileri'ni organize eden gençlik
liderlerinden biri olan Yalçin Küçük söyle diyor: "27 Mayis öncesinde,
Türkiye'de bir ciddi istikrarsizlik görüldügü açiktir. 27 Mayis sonrasinda ise,
ClA'nin gelmekte olan askeri müdahaleyi haber aldigi ve Türk yönetenlerine
haber vermedigi, kesine yakin bir biçimde gösterilmis bulunuyor. Bu nokta, 1960
tarihindeki askeri müdahalenin, Washington'un bilgisi çerçevesinde
gerçeklestirildigi yollu degerlendirmelerin temelini olusturuyor.
1968-1971
ARASI SOL VE RADIKAL DEVRIMCÎ ÖRGÜTLENMELER
1960'dan beri doldurusa getirilen ve yasadigi sosyal buhranlarin
sebebini hep düzende aramaya alisan bir gençligin, sosyo- ekonomik problemler
arttikça radikallesmesi kaçinilmazdir. 1968-1971 yillarindaki artan siddet
olaylarina ve bunun neticesi olan 12 Mart 1971'deki askeri müdahaleye giden
olaylari daha iyi anlamak için gençligin asin solcu provakatif örgütlere artan
ölçüde katiliminin kisaca incelenmesi gerekir.
Önceleri TIP'in etrafinda toparlanan
ve bu çizgide faaliyet gösteren solcu gençlik, hem TIP'in seçimlerden basarisiz
çikmasi ve hem de parti ileri gelenlerinin gençlige nispetle pasif kalmasi
sonucunda yeni arayislara yöneldi. 1968 yilinda dünyada dalgalanmalara yol açan
ögrenci hareketlerinin, her zamanki ucuz taklit anlayisiyla Türkiye'ye yansimis
olmasi, bu hareketlerdeki hakim zihniyetin SBKP aleyhine tavir almasi ve buna
ragmen TIP'in Sovyet çizgisinden kendini kurtaramamasi yeni ayrismalari gündeme
getirdi.
Artik sol gençlik, bir zamanlar kendilerini egitmis olan TIP önderlerini
pek dinlemez bir hale gelmisti.
1969 Ekim'inde toplanan FKF olaganüstü kongresinde, FKF adi, Türkiye
Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) olarak degistirildi: Yeni tüzügün
üçüncü maddesinde "Federasyona bagli derneklerin, sosyalizm bilincini
eylem kilavuzu edinmeleri" gibi bir önsart getiriliyor, federasyonun isçi
ve köylü derneklerini de bünyesine almayi kararlastirmasiyla Dev-Genç kitleseli
esme sürecine ilk adimini atmis oluyordu.
Dev-Genç'teki asil atilim, gençligin MDD stratejisine yakinlastirilmasi
oluyordu. Bunu gene Dev- Genç tüzügündeki su maddeden anlamak mümkündür:
"TDGF, emperyalizm ve feodal kalintilara karsi verilen halkimizin MDD
mücadelesinde, sosyalist gençligin düsünce ve eyleminin gelistirilmesi amaciyla
kurulmustur."
Haliyle gençligin tartismalarindaki esas konular da degisiyordu.
Kimsenin sosyalist bir rejim kurulmasi gerektigine süphesi yoktu da, bunun
nasil gerçeklestirilecegi ciddi bir mesele olmustu. MDD yanlilari, milli
güçlerle gayri milli güçlerin bir an önce ayirt edilip ordunun desteginde bir
devrim yapilmasi gerektigini söylüyorlardi. TIP'e yakinligini devam ettiren
çevreler ise, digerlerinin "pasifist metot" olarak adlandirdigi ve
Avrupa1 daki demokratik sosyalizm örneklerini model alan bir anlayisla
parlamentonun kullanilmasindan tarafa görüs bildiriyorlardi. "Bir bölümü
iktidara parlamento yoluyla gelinecegine Inanip bu yolda çaba harcadi, bir
bölümü hareketin askeri kadrolarla yapilabilecegini düsündü, bir bölümü
Fokoculuk dedigimiz Latin Amerika devrimi örnegini düsündü, bir bölümü Çin
devrimi örnegini düsündü".
Bütün bu gelismelere paralel olarak ögrenci olaylarinin sayisi ve
siddeti hizla artti. Kimi gruplar ve fraksiyonlar "parlamento disi
muhalefet" görüsünü benimseyerek yeni stratejiler olusturdu ve iktidari
ele geçirmeye yönelik eylemlere giristiler.
Bu arada Subat 1969 tarihinde meydana gelen bir olay, radikal sol
örgütlerin eylem çizgisi için yeni bir deneme, belki de bir tecrübe oldu. TIP,
DISK, MDD ve diger Marksist örgüt ve kuruluslarin destegiyle hazirlanan
"Emperyalizm ve Sömürüye Karsi Isçi Yürüyüsü" adi verilen gösteri,
beklenmedik (kimilerine göre beklenen) bir sekilde çatismalara sahne oldu. Iki
kisinin Öldügü, çok sayida kisinin yaralandigi gösteri, Türkiye'de sag- sol
çatismasinin ilk defa kitleler arasindaki bir kavgaya dönüsmesi hasebiyle önem
tasir.
Gösteri düzenlenmeden önce çesitli marksist ve asin sol egilimli
örgütler, degisik bildiriler dagitarak kitleleri mitinge davet etmis,
kullandiklari ve sonradan çok fazla kullanacaklari "ajitatif bir üslupla
ortaligi gerginlestirmislerdi. Bir seylerin olacagi kesindi, çünkü sol liderler
birseylerin olmasini istiyorlardi. Böylece gençlik radikalize olacak, ilerde
yapilacak daha büyük eylemlere hazir vaziyete gelecekti. Olaylara bizzat tanik olan
ve 1980 yilinin sonlarinda pismanlik yasasindan faydalanarak geçmise sünger
çeken insanlardan birisi, yazar Engin Ardiç o günü söyle degerlendiriyor:
"Oynanan çirkin oyunun yasimizi, boyumuzu çok astigini, son derece
tehlikeli, gerçekten kanli, öyle filmlerdeki gibi domates salçasi degil, çirkin
kokusu, iç bunaltan rengiyle kipkirmizi kanli oldugunu o vakit anladim."5
Kalabalik gruplarin birbirine girdigi hadise, bütün Türkiye'de büyük bir
infial meydana getirdi, özellikle sol basin, polise ve hükümete yüklenip asil
suçu gericilere yükledi. Oysa olaylarin asil sorumlusu belli idi. Içlerinde
Deniz Gezmis'in de bulundugu fotograflarla tesbit edilen 132 kisinin kahir
ekseriyetinin TIP militani olmasi ve gene hemen hepsinin mahkumiyetinin
bulunmasi, kabahatlinin kim oldugunu açik seçik ortaya koyuyordu. Ertesi gün
çikan gazeteler konuyu, siyasi egilimlerine göre yorumladilar. Fakat,
Cumhuriyet gazetesinin yaptigi yalancilik, Türk basin tarihine kara bir leke
olarak geçti. Bütün afis, el ilani ve pankartlarda "Emperyalizme ve
Sömürüye Karsi Isçi Yürüyüsü" olarak ifadelendirilen eylem, Cumhuriyet
gazetesinde "Emperyalizme Karsi Mustafa Kemal Yürüyüsü" olarak
verildi.
1969 yilinin Subat ayinda vuku bulan bu üzücü ve adini 22 Ocak 1905'te
Gapon'un önderliginde Çarlik Rusya'sina karsi ayaklanan yüz binin üzerindeki
insanin nümavisleri sonrasinda, bin kadar kisinin ölmesiyle sonuçlanan
"Kanli Pazar" hareketinden alan bu olay, siyasi tarihimize ayni adla
geçti. Bu olaydan sonra, örgütlenmesini kuvvetlendiren devrimci sol güçler
hareketlendiler. Kanli Pazar'in, uzun devrim kosusunda çok önemli bir dönemeç
oldugunu düsünen Marksist çevreler, eylemlerini siklastirdilar. Istanbul
Üniversitesi'nin merkez binasinin isgali, ögretim üyelerinin de buna destek olmalari,
ögrencilerin polisle çatismasi ve olaylarin kesintisiz sürmesi, bu
hareketlenmenin sonucunda meydana gelmis olaylardir.
O günlerde hükümetin yasallasacagi konusunda söz vermesine ragmen,
ögretim üyesi ve asistanlara tazminat ödenmesine iliskin tasarinin meclisten
geçmemesi ve parlamentonun tatile girmesi, ögretim üyelerinin de direnise
geçmelerine yol açti. I.Ü. Hukuk Fakültesi dekani Tarik Zafer Tugaya, A.Ü.
Hukuk Fakültesi dekani Ugur Alaca-kaptan, Prof. Münci Kapani ve Ali Bozer gibi
taninmis ögretim üyeleri, idari görevlerinden istifa ettiler. Iki gün içinde,
basta Ankara Üniversitesi rektörü Cumhur Ferman olmak üzere, Ankara'daki on bir
fakültenin dekani istifa etti. Bu istifalari ögrenci olaylari izledi. Fakülte
isgalleri, yürüyüsler, yabancilara ait otolarin yakilmasi, bombalamalar v.b.
tedhis, eylemleri bir anda ortaligi terörize etti. Bunlarin solculuguyla mahut,
hatta bir kismi komünist olan ögretim görevlilerinin (istifa olayinda oldugu
gibi) ögrencileri cesaretlendirmesi, el altindan destek vermesi etkili oldu.
Diger taraftan isçiler de ayaklandi, Türkiye'nin belli basli
fabrikalarinda grevler basladi ve bu grevler Ideolojik bir savasin propaganda
malzemesi olarak kullanilir hale gelmisti. 1970'lere gelindiginde, sol saldirlar
hizini arttirmisti. 1968 yilinda devrimci- solcu gençlik arasinda çok büyük
ayrilmalar, farklilasmalar söz konusu degildi. FKF ve Dev- Genc'in 1969 ve 1970
kongrelerinde MDD, gençlik içindeki gücünü perçinlemisti. Iktidar kavgasinin
sona ermesinden, daha dogrusu MDD tezlerinin üste çikmasindan sonra, MDD grubu
arasinda, çesitli platformlarda ile getirilen tartismalar basladi. Dev- Genç
kongresinde Mahir Cayan ve Yusuf Küpeli'nin sözcülügünü yaptigi bir egilimle,
Dogu Perinçek- Sahin Alpay grubu arasinda bir çatisma niteliginde artan
tartismalar, aslinda MDD hareketinin bir yol ayrimina geldigini gösteriyordu.
Tartisilan konular arasinda devrimde öncülük, devrimin dayanacagi halk kitlesi,
yakin dönem taktikleri, parti anlayisi gibi temel meseleler vardi.
Bu arada Mihri Belli'nin MDD içindeki yeri sarsilmisti. Çünkü Belli,
MDD'nin bilinen tezlerini tekrarlamaktan öte bir siyaset gelistirmiyordu.
Açikçasi tikanmisti ve yenilik arayan gençligin beklentilerini cevaplandiramiyordu.
Gençlik hareketi içinde örgütlü olan Mahir Cayan ve arkadaslari, MIhri
Belli'nin jargonunda Önemli yer tutan ilerici bir ordu darbesine ihtimal
vermiyor, silahli bir mücadeleyle, devrimin bizzat devrimci güçler tarafindan
gerçeklestirilmesi gerektigini savunuyordu.
Dogu Perinçek ve ekibi ise,
MDD'yi bir toprak devrimi olarak algiliyor, kökenlerini Milli Kurtulus
Hareketi'ne dayandirarak, Mustafa Kemal'i ön plana çikariyor, Ma-oculugun
acayip, eklektik, insicamsiz bir uygulamasini model olarak benimsiyordu.
Öte yandan, 1968 olaylarindaki
aktif tavirlari neticesinde solcu gençlik içerisinde büyük popülarite kazanan
Deniz Gezmis ve yakinlari ise, kir gerillasi baslatmak üzere hazirliklar
yapiyor, gençlik içerisinde sürüp giden tartismalara pek itibar etmiyordu. Dev-
Genç kongresinde disardan Ertugrul Kürkçü'ye destek vermekle iktifa eden bu
grup, fikri tartismalardan özellikle uzak duruyor ve kendi arkadasliklari
çevresinde yürüttükleri iliskilere Önem veriyorlardi.
1970'li yillara gelindiginde, bu üç ana egilimin örgütlere dönüstügünü
görüyoruz. Süphesiz bunun birtakim tarihi ve sosyolojik sebepleri var. 1968
yilinda baslayan ufak eylemler, 1970'lerde küçük gruplar tarafindan, ama bu kez
daha organize biçimde sürdürülmüstür. Isin kitlesel boyuttan siyrilip, marjinal
örgütçülük seviyesine indirgenmesi dikkat çekicidir.
"Bu hareketler, 1968'in kitlesel öfkesinin ve coskusunun bütün
özelliklerini yogunlastirmis bir biçimde içeriyor ve hedefine ulasamamis
devrimi, sönmekte oldugu bu noktada yeniden ateslemeyi istiyordu."6
Hükmüne katilmamak zordur. Gerçekten de, 1968 olaylari esnasinda uyumsuzlugunu
ve farkli olma istegini sol içinde öfkeyle ifade eden gençligin, 1968
olaylarinin bitimiyle radikal tavirlari bir yana koymasi, cidden devrim isteyen
gruplarda hayal kirikligi yaratmistir. Ne oldugu, kendilerince bile pek malum
olmayan devrim tutkusuyla yola çikan ve devrim denilen efsunlu kelimeyi her
duydugunda gözü kararan bu insanlarin, silahli tedhis eylemlerine girismesi çok
da garip degildir. Üstelik memleketin o yillarda içinden geçtigi buhran,
ekonomik sikintilar, gençligin radikalize olmasi için gerekli bütün sartlan
temin ediyordu.
DÎSK'in önayak olmasiyla Goodyear
Lastik Fabrikasi, Bossa Dokuma Sanayii, Petriks Pil Fabrikasi, Aliaga Rafinerisi,
Türk Demir Döküm Sanayii gibi devrin ekonomisine dogrudan etki eden
kuruluslarda boy veren mücadeleler, yer yer isgaller, örgütlü mücadele için
gereken cesareti gençlere fazlasiyla veriyordu. Kurulan örgütlerin hepsi MDD
geleneginden geliyordu ve son tahlilde MDD'den bir kopusu ifade ediyordu. Ama,
her ne kadar bir kopusun Özellikleri, bu Örgütlerin kurulmasinda önemli rol
oynadiysa da, temel meselelere yaklasim, MDD geleneginin disina çok
tasamamistir. Örgütlerden THKP / C
ve THKO'nun isçi sinifi tezlerinin yerine, asker - sivil- aydin zümre
seçkinciligini yüceltmesi, bütün örgütlerin 27 Mayis Anayasasini savunmasi ve
Kemalizm'e toz kondurmamasi, kopusun çok da önemli olmadiginin göstergesidir.
Mahir Çayan'in sonradan Kemalizm'i sorgulamaya tabii tutmasi da bu gerçegi
degistirmez. Bu örgütlenmelerin Türkiye'ye Özgü oldugu varsayilabilir. Ancak
her meselede oldugu gibi, örgütlenme yapisinda da Türk Solunun efsanevi
boslugunun kendini gösterdigi bir gerçektir.
Kurulan örgütler, Türkiye nesnel sartlarina uygun politikalar üretme
amaci gütmüstür, ancak pratikte bu olmamis, ayagi yere basmayan fikirler genel
kabul görmüstür. Bu örgütlenmelerde, Latin Amerika devrimciliginin norodnik
romantizmiyle, Vietnam'i ABD'ye dar eden Ho Si Minh ve gerillalarinin direnisçi
ruhu hemhal olmus vaziyettedir. THKO da, THKP/C de, TIIKP de Lenirüst
sablonlari asmayi bilmistir ve bu yönleriyle orjinallik tasirlar. THKO, adindan
anlasilacagi üzere, siyasi olmaktan çok askeri bir örgütlenme olarak ortaya çikti.
Türk Solu tarihinde, ilk kez bir silahli eylemle adini duyuran ve mücadele
tarzinin bundan baska bir sey olmayacagini vurgulayan örgüt THKO'dur. THKO'nun
kurucusu, 1969 yilinda El- Fetih'e giderek dört ay egitim alan Deniz
Gezmis'tir. Gezmis'in yakinindaki on alti kisinin de El- Fetih'de egitim
gördügü biliniyor. Örgütün diger sol örgütlerden farkli yani; tüzük, program
gibi üyeleri baglayici belgeye veya toplantilara dayanmamasi, Ögrenci olaylari
sirasinda birbirini tanimis, sinamis insanlarin birbirlerine olan güvene
yaslan-masidir. Dogal olarak, bu, kollektif bir yönetimi beraberinde getirmis,
kararlar sicak mücadele esnasinda anlik ve ortaklasa alinmistir.
4 Mayis 1971'de dört Amerikali astsubayin kaçirilmasi olayinda ilk kez
THKO adini kullanan örgütün belirli bir programi yoktu. Ancak, MDD'i
gerçeklestirmek için Dev- Genc'in yeterli bir tesekkül olmadigini düsünen örgüt
militanlarinin asil hedefi, dagittiklari bildiriden anlasildigina göre; silahli
mücadeleyi esas alan bir halk kurtulus savasi idi. Çünkü devrim, üretim
mekanizmalarinin zaman içinde yeni bir sinifin eline geçmesi demek olduguna
göre, devletin ve rejimin parçalanmasi ve siyasi iktidarin ele geçirilmesi
gerekiyordu. Örgüt, daha önce belirttigimiz gibi, Latin Amerikali ve Asyali modellerden
esinlendigi için, temel mücadele sahasi olarak kirlari seçmis ve kir
gerillaciligi modelini benimsemistir. Bu sebeple, sehir gerillasi sistematigi
içinde bir örgütlenmeye yanasmamis, ancak kirsal alanlardaki terörist eylemlere
maddi imkan saglamak için sehirlerde banka soygunu, fidye için adam kaçirma
gibi faaliyetlere tesebbüs etmistir. Görüldügü gibi, THKO, sadece silahli
eylemi baz alan bir örgüt.
THKO militanlari yaziyla, kitapla ilgileri olanlardan uzak durmayi
yegliyorlardi. Örgüt militanlarinin MDD etkisinden kurtulamadiklari ve MDD
tezlerinden ne ögrendilerse onu tekrarladiklari açiktir. Onlara göre Milli
Kurtulus Savasi bir devrimdi. THKO militanlari da yarim kalmis devrimi
tamamlamak anlami tasiyan! MDD'yi savunuyorlardi. Amaçlan, gerici -karsi-
devrimcilere yapilmis 27 Mayis ihtilalini tamamlamak, ülkeyi tam bagimsiz hale
getirmek için, tipki Mustafa Kemal gibi halkin silahli öncüsü olmakti. Dogan
Avcioglu'nun "halk kitleleri gericidir, dolayisiyla onlarin seçtigi
parlamenterler de gerici olacaktir ve ilerici devrimler bu gerici
milletvekilleriyle gerçeklestirilemeyecektir; öyleyse "halka ragmen, halk
için" varolan bir anlayis iktidara gelmelidir" seklinde
özetlenebilecek tavri, ister
istemez THKO'nu etkilemistir.
Bu görüslerde kastedilen gücün kendileri
oldugu vehmine kapilan THKO örgütü; kuruculari Sinan Cemgil, Alpaslan Özdogan
ve Kadir Manga'nin Nurhak Daglari'nda bir çatismada öldürülmesi, Deniz Gezmis,
Hüseyin Inan ve Yusuf Aslan'in da idam edilmesiyle yok oldu. Ancak THKO'nun
küçük burjuva tarzdaki eylem çizgisi elestirilere ugrayarak kendini yeniledi ve
1971 'de yok edilen THKO, önce THKO/ GM, sonra Halkin Kurtulusu ve nihayet
1980'e dogru TDKP olarak varligini sürdürdü. Eylem çizgisi THKO'ya benzemese de,
MDD,Kemalizm, Mustafa Kemal, emperyalizm konularinda ayni görüsleri tasiyan bir
baska örgüt TIIKP'tir. Bu örgüt de MDD görüslerini benimsemistir. FKF'nin Dev-
Genc'e dönüstügü 1969 kongresinde Mahir Cayan grubu ile Dogu Perinçek grubu
arasinda tartismalar çikti. Perinçek grubundan Sahin Alpay'in
"proleteryanin MDD'nde önder olmasinin objektif sartlan olusmamistir"
seklinde özetlenebilecek görüsleri, Çayancilar tarafindan sag sapma olarak
degerlendirildi. Kongreyi Cayan ekibi kazaninca. Dev- Genc'in ismini aldigi bu
ilk kongrede bölünmeler yasandi ve Perinçek ekibi ayrildi. Yayina basladigi 1
Kasim 1968'den itibaren MDD sözcülügünü yapan Aydinlik Sosyalist Dergi'den
ayrilan Dogu Perinçek ve arkadaslari, Proleter Devrimci Aydinlik dergisini
çikarmaya basladilar. Aydinlik Sosyalist Dergi, Mahir Cayan ve arkadaslarinda
kaldi ve Mihri Belli de onlarla birlikte davrandi. Ancak, Mihri Belli'nin
birçok temel konuda Perinçek grubunun görüslerini savundugu da biliniyordu.
Perinçek grubu, çikardiklari derginin ilk sayisinda ayrilmaya sebep olan isçi
sinifinin önderligi meselesini elestirdi ve AybarAren oportünizminin, yeniden
devrimci cephenin saflarina sürüldügünü iddia etti.
Devrimde kimin, hangi sosyal sinifin öncü olacagina iyiden iyiye kafayi
takan bu ekibin Cayan ekibiyle polemikleri sürüp gitti. Aslinda kavganin
görünmeyen sebebi/ Kemalizm idi. Cayan, Kemalist asker- sivil zümreye öncülük
verilmesini saglikli bulmuyor, Perinçek ise ordu da örgütlenmeye çalisiyor ve
ordu kuyrukçulugu yapiyordu. Perinçek, aslinda tam anlamiyla Avcioglu ve
Belli'nin tepeden inmeci anlayisim benimsemis durumdaydi. Nitekim çikardiklari
Isçi Köylü gazetesinin 1. sayisinda yer alan "Bizim partimiz Milli
Kurtulus Cephesi'dir. Bizim partimizin komutani Mustafa Kemal'dir"
sözleri, bu kuyrukçuluga bir örnektir.
TIIKP, 1971 sonrasinda silahli eylemlere geçecegi sirada, lider kadrosu
ve önde gelen militanlariyla yakalandi, faaliyetleri sekteye ugratildi. TIIKP;
bir yandan Ihtilalci Isçi, Ihtilalci Köylü, Ihtilalci Gençlik birlikleriyle
isçi, köylü ve gençlik kesimleri üzerinde özel çalismalar yaparken, bîr yandan
örgüt lideri Perinçek'in sahsi dostluklari vasitasiyla ordu içinde örgütlenmeye
çalismistir. TIIKP'in Isçi Köylü ve Proleter Devrimci Aydinlik adli yayinlan
1972 yilinda Sikiyönetim Komutanligi tarafindan kapatilinca, örgüt, illegal
Safak dergisiyle propagandaya devam etti.
TIÎKP, Türkiye'deki tek Mao'cu
örgüt idi. Mao'cu olmasi hasebiyle, Iktidara silahli mücadele;. yoluyla parça
parça kazanilmasi, sehirlerin büyük kirsal alanlardan kusatilarak ele
geçirilmesi ve gerici iktidarin halkin devrimci gücüyle yikilmasi gerektigini
savunan örgüt, bu amaçlan tahakkuk ettirebilmek için hazirliklar yapmistir,
örgütün yayinlarinda Çin devrimine, kültür devrimine, Mao Zedung'un engin
birikimine sik sik övgüler yollanirken, proleter enternasyonalizmin kizil
bayragim yüksek tutmaya kararli olduklari, arada bir hatirlatilmistir. Hiç
atlanmayan konu ise, hareketin amacinin isçi- köylü ittifakina dayali bir halk
rejimi kurmak oldugudur. Dogu Perinçek'in de, TIIKP'nin de, fikri noktada hemen
hiç orjinaliteleri olmamistir. Mao'cu idiler ve dünyadaki Mao'cu söylemleri
Türkiye'ye uyarlamaktan baska gayretleri olmadi. Ancak enteresan yönleri yok
degildi. Dergilerinde, militanlarina verilecek direktifleri açiktan söylemeleri
sakincali olabilecegini bildiklerinden, bu talimattan Endonezya, Filipinler
veya Tayland Komünist Partileri'nin genelgeleri seklinde yayinlayarak ilgili
yerlere ulastirmayi akil edebiliyorlardi. Ya da yargilandiktan dönemdeki ilk
durusmada, mahkeme baskaninin "Mesleginiz nedir?" sorusuna basta Dogu
Perinçek olmak üzere: "Ihtilalci Komünistlik" diye cevap vererek
herkesi güldürebiliyorlardi. Üstelik devletin birtakim kritik birimleriyle hep
yakin iliski içinde olmayi beceriyorlar, orduda örgütlenebiliyorlar ve kimsenin
aklina gelmeyen komplo teorileri üretebiliyorlardi. Bu ilginçliklerinden dolayi
sonradan iki ayri bölünmeyi yasayacak olan TIIKP, 1974 yilinda çikarilan genel
aftan sonra davasinin düsmesiyle misyonunu yitirdi. Ancak TIIKF'ten ayrilarak
TKP/M-L örgütünü (TIKKO olarak da bilinir) kuran Ibrahim Kaypakkaya'nin sert
devrimci gelenek üzerindeki etkisi uzun yillar sürdü.
Bu döneme damgasini vuran en önemli örgütlerden biri de THKP/C'dir. 1974
yilindan sonra, ayni gelenegi devam ettiren yirmiye yakin örgüt kurulmustur ve
bu, THKP/C'nin fikri donanim olarak, diger iki örgütten önde oldugunu gösterir.
1980 öncesi olaylarda Türkiye'ye kara günler yasatan ve eylemci çizgide en
radikal tavirlari ortaya koyan Kurtulus, Acilciler, MLSPB, Devrimci Kurtulus,
Dev- Sol, Dev- Yol gibi örgütler, bu gelenegi sürdüren ve THKP/C kurucusu Mahir
Çayan'in yolundan giden örgütlerdir. Mahir Cayan ve arkadaslari, Dogu Perinçek
gurubunun ayrilmasindan sonra Dev- Genc'i tamamiyla kontrolleri altina aldilar.
Mihri Belli ile hareket eden Mahir Cayan ve arkadaslari, baslangiçta bütünüyle
MDD tezlerini savunur bir görünüme sahip olmuslardir: "THKP/ C önderleri,
TIP üyesi üniversite ögrencileridir ve legal TIP içinde yetistikten sonra Mihri
Belli'nin TIP muhalefetinin kadrolarini olusturmuslardir. Bu objektif durumdan
ve buraya kadar gelistirilen düsüncelerden bir sonuç çikiyor:
THKP/C TIP ve Yön çizgilerinin
çizgilerinin çocugudur." Ancak buna ragmen, Mahir Cayan ismi, MDD politikalarindan
kopusun da ilk adidir. Mahir Çayan'in isçi sinifinin ideolojik öncülügünü ve
buna denk düsen bir bagimsiz örgütlenmeyi savunmasi, daha basindan, öncülügü
asker- sivil zümreye tevdi eden ve orduyla elele bir darbe planlayan MDD
anlayisindan kopusun isaretidir. Mahir Cayan, isçi sinifinin önderligine sicak
bakan ilk eylemci solculardandir. Çünkü, "gelinen tekelci asamada,
proleterya öncülügünün objektif kosullarinin öncülügüne" inanmaktadir.
Mahir Cayan, devrimin isçi-köylü ittifakiyla gerçeklestirilmesi gerektigini
düsünüyor ve biraz da Latin Amerikali-Mao'cu tezlerin tezlerin etkisinde
kalarak, kirlardan sehirleri kusatmayi planliyordu. Çünkü ona göre kirlar,
denetimin en zayif oldugu yerlerdi ve emperyalizmin yumusak karniydi. Kirsal
alanlarda yasayan köylüler, devrimin motor gücünü olusturabilirdi.
Proleteryanin öncülügünden anladigi sey, proleteryanin ideolojik öncülügüydü.
Kirlardan kentleri kusatma esnasinda kullanilacak metod ise, Politiklesmis
Askeri Savas Stratejisi (PASS) idi. Bu silah hayranliginin faturasi agir oldu.
Bu dönemde THKP/C'nin bazi eylemleri sunlardir:
6 Mart 1970 Ankara'da, ABD Haberler Merkezi'nin bombalanmasi,
28 Nisan 1970 ABD deposuna sabotaj düzenlenmesi,
22 Mayis 1970 Ankara'da, solcu Mustafa Kuseyri'nin arkadaslari
tarafindan öldürülmesi,
8 Haziran 1970 Istanbul'da, Yusuf Imamoglu'nun sehit
edilmesi,
25 Eylül 1970 ABD'lilere ait bir binaya sabotaj tesebbüsü, 3 Ekim 1970
Cento ve ABD haberler merkezine sabotaj
yapilmasi,
22 Ekim 1970 Hacettepe
Üniversitesinde, bir Amerikan
arabasinin yakilmasi,
8 Aralik 1970 Ankara'da, Amerikalilara ait bir otomobilin tahribi,
24 Aralik 1970 Fransiz Büyükelçiligi'nin bahçesine dinamit atilmasi,
6 Ocak 1971 Ege Üniversitesi matbaasinin bombalanmasi,
17 Ocak 1971 Çapa Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,
18 Ocak 1971 Ankara Fen Edebiyat Fakültesi anfisininbombalanmasi,,
19 Ocak 1971 Özel Yükselis Koleji'nin bombalanmasi,
25 Ocak 1971 Ankara Maltepe'de bulunan polis lokali ve yatakhanesinin
bombalanmasi,
26 Ocak 1971 Çapa Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,
29 Ocak 1971 Ankara'da, Tuslog binasi önünde bir aracin kundaklanmasi,
29 Ocak 1971 Orman Fakültesi Ögrenci Yurdu'nun bombalanmasi,
12 Subat 1971 Ankara Küçükesat'ta bulunan Ziraat Bankasi'nin soyulmasi,
16 Subat 1971 Ankara Emniyet Sarayi'nin bombalanmasi,
18 Subat 1971 Ankara'da, Fen Fakültesi ile Disçilik ve Mühendislik
Fakültesine dinamit atilmasi,
19 Subat 1971 Ankara'da, Is Bankasi Cebeci Subesi'nin bombalanmasi,
19 Subat 1971 Hukuk Fakültesi'nin bombalanmasi,
20 Subat 1971 Gaziantep'te, Genç Ülkücüler Teskilati ve Çinaralti
Camii'nin bombalanmasi,
22 Subat 1971 Ankara'da,
Nigde Talebe Yurdu'nun bombalanmasi,
3 Mart 1971 Erkek Teknik Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,
5 Mart 1971 ODTÜ'de, jandarmayla silahli çatisma, 12 Mart 1971
Trabzon'da, bir konser sirasinda, salona dinamit atilmasi.
Bu eylemlerin özelligi, 12 Mart muhtirasi yaklasirken hizla artmasidir.
Sanki daha önceden planlanmis muhtirayi hakli çikarmak Için, özel bir gayret
sarfedilmis gibidir. Mahir Cayan Önderligindeki THKP/C'nin böylesi sert
eylemlere girismesinin temelinde, dis sebepler muhakkak yer aldi, ancak örgütün
iç dinamikleri de bu radikalize olus sürecinde önemli rol oynadi. Çünkü Mahir
Cayan ve ekibi, halkin pasifize edildigini, sindirildigini, onu uyarmak ve
harekete geçirmek gerektigini düsünüyorlardi. Dev- Genç sistemin içinde bir
kurulustu ve sistem içinde sistemle mücadele etmek, Mahir Çayan'a göre dogru
degildi. Öyleyse -düzen disi varolarak- ideolojik mücadele yapmak, kitleleri
harekete geçirmek için silahli propagandaya basvurmak, yapilabilecek en dogru
isti. Bunun adresi de THKP/C örgütüydü. THKP/C'nin bu eylemlilige
sürüklenisinde, Mahir Çayan'nin
Kemalizm'i dislamasi önemli rol oynadi. Mahir Cayan ve ekibi, son tahlilde MDD
geleneginden koptuklari için Kemalizm'e düsman olmamis, ama Kemalist söylemin
disinda kalmayi yeglemistir. Mihri Belli'nin radikal subaylar önermesine karsi
kuskulu ve tedbirli yaklasmis, ama milli güçler taniminin muhtevasina
dokunulmamistir. Kemalizm, küçük burjuvazinin en radikal kanadinin ideolojisi
olarak degerlendirilmis, ona ittifak yapilabilecek bir güç gözüyle bakilmistir.
Bu konuda Mahir Çayan'in görüsleri söyledir: "Kemalizmi bir ideoloji,
asker- sivil zümrenin bir ideolojisi olarak ele alirsak takip edilecek kitle
çizgisi ayri olur, asker-sivil aydin zümrenin sol kanadinin emperyalizme karsi,
milliyetçilik tabanindan takindiklari, milli kurtulusçu politik tutum olarak
ele alirsak ayri olur (...) iste Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol, en aydin
kanadinin milli kurtulusçu, politik tutumudur." Digerlerinde oldugu gibi,
THKP-C örgütünde de Latin Amerika gerillaciligi havasi ön plandadir.
Özellikle Küba deneyiminin etkileri, kendisini çok belli eder. Bu yüzden
de pasifist diye adlandirdiklari çevrelerin, sik sik, "Lenin'de böyle bir
çarpisma biçimi yoktur" elestirilerine muhatap olmuslardir. Fakat gerçek
olan su ki, "Öncü Savas", "Politiklesmis Askeri Savas
Stratejisi", "Silahli Propaganda" gibi kavramlar, Leninist bir
komünist partinin degil, ancak latin Amerika tipi bîr gerilla örgütünün
dagarcigina ait olabilecek özellikler tasiyordu.
9 MART’TAN 12 MART’A GIDEN YOL
1968 yilina kadar gençligin baslica eylem biçimini toplanti ve
gösteriler olusturuyordu. 1968 yilinda boykotlar ve üniversite isgali eylemleri
basladi. 4 Ocak 1968 günü Ankara Site Yurdu kantininde ülkücü ögrenci Ruhi
Kiliç-kiran solcular tarafindan sehit edildi. Böylece, silaha ilk davranan, onu
ilk atesleyerek adam öldüren solcular olmuslardir.
Türk Solu'nu darbeye hazirlayan üç isim vardir: Dogan Avcioglu, Mihri
Belli ve Hikmet Kivilcimli. Aralarinda ayriliklar olmakla birlikte üçü de, 27
Mayis'in havasindan kendilerini kurtaramamis ideologlardi. Avcioglu, Yön
dergisinin kapanmasindan sonra Devrim dergisini çikardi ve ordu içindeki
radikal subaylari kiskirtmaya giristi. Ona göre, Mustafa Kemal'in verdigi anti-
emperyalist mücadele onun ölümüyle yarim kalmis, 1950 seçimlerinde bir karsi
devrim yapilmis, karsi devrim 27 Mayis 1960'da cevabini almisti.
Gerekli reformlarin yapilabilmesi için, radikal bir müdahaleye yeniden
ihtiyaç hasil olmustu. Belli, uzun süren sol gençligi etkileyen MDD
stratejisinin mimari olarak, "asker-sivil-aydin zümre" sloganiyla
darbeye bir baska koldan davetiye çikariyordu. Kivilcimli'nin gerekçeleri biraz
daha farkliydi, ama son tahlilde o da ayni yolun yolcusuydu. Kivilcimli,
ordunun tarihten gelen bir ilerici yönü (darbeci demek istiyor) bulundugunu
söylüyor ve ordunun siniflar üstü bir keyfiyeti bulundugunu ileri sürüyordu.
Peki ordu bu gelismelerden nasil etkileniyordu?
Ordu, devrin iktidarina karsi hosnutsuzdu, hatta biraz da sinirliydi.
Ekonomik alandaki darbogazlar, halk kadar orduyu da memnuniyetsiz kiliyordu ve
belki bu yüzden, özünde Kemalist ekonomi politikalarindan itikat arindan
parçalar tasiyan Avcioglu'nun "kapitalist olmayan yoldan kalkinma"
programi, çok sayida ordu mensubuna mantikli geliyordu.
Perinçek'in asrin "Tunç Kanunu" diye ifadelendirdigi ordu
içinde örgütlenme ayri ayri kollardan gerçeklestirilmeye baslanmisti ama, ordu
içinde birtakim cuntalar zaten 1969'dan beri vardi. Bu cuntalar kendilerine
sivil destek mi aradilar, yoksa gerçekten "emekçi halkin yaninda"
olduklari için mi solla isbirligine girdiler bilinmez. Ama bilinen odur ki,
solun bu arayislarina ordudan cevap gelmistir ve Özellikle Kara Kuvvetleri'nde
olmak üzere birçok subay örgütlenmeye girismistir. Bu subaylar, ilerici bir
darbenin olacagina iyiden iyiye inanmislar ve devrin Kara Kuvvetleri Komutam
Orgeneral Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutani Muhsin Batur'un bu isi
gerçeklestirebilecegi zehabina kapilmislardir.
Oysa yaraliyorlardi. Çünkü ordu içinde baska cuntalar da vardi. Bu
cuntalarin en Önemlisi de. Genel Kurmay Baskani Memduh Tagmaç'in basinda oldugu
cuntaydi. Bu cunta, 9 Mart'ta darbe yapmayi planlayan sol cuntanin içine
Korgeneral Atif Erçikan'i sizdiriyor, gerekli bilgileri de aninda elde
ediyordu. Gerçi sol cuntanin içinde darbeci gelenekten gelen Cemal Madanoglu,
Orhan Kabibay, Ekrem Acuner gibi isimler vardi ama, Cevdet Sunay ve Memduh Tagmaç
da durumdan rahatsizdi ve gerekli hazirliklari yapmisti.
3 Mart 1971 günü, iki bin civarinda üst rütbeli subayi toplayan Tagmaç,
önce ülkedeki sosyal uyanisin ekonomik gelismenin önüne geçmesinden duydugu
rahatsizligi dile getiriyor, sonra Türkiye'nin hiçbir zaman sokaga
birakilamayacagini belirtiyor, en sonunda da vurucu cümleyi bir ok gibi
subaylarin yüregine saliveriyordu: "Durum vahim degildir. Herseyi
biliyoruz, haziriz ve ne yapilacaksa biz yapacagiz." Sol örgütlerin bütün
heveslerinin kursaklarinda kalmasi, 12 Mart'tan hemen sonra degildir. Çünkü 12
Mart darbesi, her ne kadar 9 Mart'ta yapilmasi planlanan sol darbeyi tasfiye
ederek gerçeklestirilmis ise de, darbe sol bir havada meydana gelmistir. Bunun
en bariz delili; Adalet Partisi'nin iktidardan uzaklastirilip, onbirlerin
kabineye alinmasi ve darbecilerin birtakim reformlardan bahsetmesidir.
Devrimci Dogu Kültür Ocaklari,
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, THKP, THKO, TKP, TKP/ML, TÎKKO ve
Marksist-Leninist Gençlik Birligi, Madanoglu ve arkadaslari. Haziran Harekâti,
Devrimci Gençlik, Deniz Astsubay Marksist-Leninist Örgütü, Dr. Hikmet
Kivilcimli ve Grubu, Proleter Devrimci Aydinlik ve TIKP, TÎP, Türkiye
Ögretmenler Sendikasi ve Dev-Genç örgütleri de ordu da örgütlenmeye çalismislardi.
Dogu Perinçek'in Aydinlik grubu da bos durmuyordu. Ama bütün bu gayretlerin
hiçbiri sonuç vermedi. Çünkü bazi birimlerin izin verdikleri kadar
örgütlenmislerdi. Bu sebeple dönemin sol örgütleri, darbeciler tarafindan
kullanildilar.
ORDUYA SIZMA ÇABALARI
TIIKP'in önderleri her ne kadar radikal subaylar konusunda tedbirli ve
kuskulu davrandilarsa da, orduyla iliskiye girmekten geri durmadilar. Zaten
Kemalist etkinin üstlerinde olusturdugu baski ve teoride ifade bulan milli
güçler kavrami da buna engeldi. Açikçasi Dogan AvciogIu ve Mihri Belli'nin
tezlerinden kendilerini kurtaracak bir yeterlilige sahip degillerdi. Bunun
kaçinilmaz sonucu olarak orduyla irtibatlandilar. Özellikle Hava Kuvvetleri'nde
kadrolasmaya çalistilar. Bu iliskiyi de Ibrahim Keskin, Orhan Savasçi, Kemal
Bahar, Izzet Aydogdu, Mustafa Sahin, Mehmet Alkaya, Tamer Hazer, Faik Güleçyüz
gibi subaylarla kurdular. Bu örgütlenme sonucunda, bir yerlerin uygun gördügü
kadar bir seviyeye geldiler. THKP militanlarinin 9 Mart gecesi silahla
bekledikleri ve darbe olduktan sonra subay elbiseleri giymis olarak, bazi
yerlere saldirmayi planladiklari bilinmektedir. Kemalizm'e Türk solunda ilk
ciddi elestirileri getiren Mahir Çayan'in bu isbirligi anlayisinin sebebi ne
olabilir? Mahir Cayan, orduyu kullanabileceklerini düsünmüstü. THKP'nin illegal
eylemlerinin Mart 71'e gelirken gittikçe artmasi, darbecilerin, ortamin müsait
olmasi için, THKP militanlarini kullandigi ihtimalini akla getiriyor. THKO'da
bu çabalarda geri durmadi. Bas aktör de Deniz Gezmis idi. Bugün solun halk
kahramani yapmaya çalistigi Deniz Gezmis, ordudaki sol kanat tarafindan
kullanilmistir. Bunun kanitlarindan birisi yakalanma tehlikesi karsisinda ev
degistirmek zorunda kalan Deniz Gezmis'in bu isini halleden kisinin, eski MBK
subayi Orhan Kabibay olmasidir. 28 Subat 1971 tarihine kadar Dev- Genc'in
Istanbul subesinin Önemli isimlerinden ve yönetim kurulu üyelerinden olan Namik
Kemal Boya, 11 Mart 1995 tarihli Aydinlik dergisine yaptigi açiklamalarda
sunlari itiraf eder: "1970 sonbaharindan sonra bütün sehir ve kir
gerillasi operasyonlari cuntayla iliskili. Yukaridaki adamlar Denizler'i
pohpohladi. 'Yapin, bizde gelelim temizleyelim' dediler. Deniz, çok cesur bir
insandi, ama ahmak degildi. Üç tane 14'lü, bes tane adam, iki erle, kiralik
arabayla bu islerin yapilmayacagini bilmez mi? Böyle bir adamin 'Üç kisiyle
daga çikiyorum' demesini anlamam. Bu isi arkadan yönlendiren bir güç vardi.
Onlar da iste 9 Martçi'lardi. THKO da 1970'den itibaren tedhis eylemlerine
baslamistir. En etkili eylemleri sayilabilecek "dört ABD'li askerin
kaçirilmasi" olayinin tarihinin 4 Mart 1971 (yani yapilmasi planlanan
ilerici darbeden bes gün önce) olmasi, ne garip bir tesadüf degil mi?"
TÎÎKP adli illegal örgütü kuran PDA çevresinin ve Dogu Perinçek'in bu
alandaki rolünü unutmamak lazim. Her ne kadar Dogu Perinçek ve ekibi,
muhtiranin rengini ilk kesfeden örgüt olmakla iftihar etse de, Dogu Perinçek'in
muhtira sonrasi yakalanip, "Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü
Davasi"nda yargilandigini unutmamak gerekir. Yine ABD'ndeki Tasnak Sütyun
Ermeni Komitacilari ile baglantili olan PDA mensubu Levon Mafyan'in Kara
Kuvvetleri'nde, bu örgüt adina çalismalar yaptigi bilinmekte. Bu çalismalar
sirasinda yüz kadar subayin egitildigi de... Hele kisa sürede yollarini
ayirdiklari Mihri Belli'nin, sonuna kadar cuntacilara destek oldugunu
düsünürsek, Maocu Aydinlik çevresinin ordudan uzak kaldigina inanmak oldukça
zorlasir. Söylenebilecek tek gerçek, Türk Solu'nun orduyla öyle veya böyle
iliski içinde oldugudur. Ordunun bazi kademelerinin buna göz yumdugunu da göz
ardi etmemek gerekir.
Sonradan, TSK'da, "M-L yasadisi örgütlenmeye katilmak"
suçundan ordudan kovulan tegmen Hasan Sener Günes'in savunmasindaki su ifadeler
ilginçtir: "Alay komutani albay Hayati Er de olay yerine gelmisti.
Bizlerden ifade vermeye gitmemiz için rica etti. Sarp Kuray kendisine Toplum
isterse olur1 diyerek cevap verdi ve bizlere dönerek 'Arkadaslar istedigimizi
elde ettik, simdi gidebiliriz' dedi... Ben de bildiriyi imzalamamis olmama
ragmen, sanki bildiriyi imzalamis gibi matbu suallere, kararlastirilmis olan
cevaplari aynen verdim. Bir süre sonra ifadelerin tetkiki sonucu, muhtemelen
Pazartesi veya Sali günü alay komutanimiz, 3. ve 4. siniflari biraraya
toplayarak cezamizi teblig etti. 'Üçer gün göz hapsi aldiniz, Cuma gününe kadar
izinlisiniz' dedi. Ardindan tebessümle ögrencilere bakti. Hafta içinde zaten
disari çikilmiyordu. Yani bir nevi tecziye olmamis gibiydi. Hatta alay
komutanimizin biraz müstehzi, biraz takdirkar gülüsü, herkesin içini
rahatlatmisti. Bu konu üzerinde çok konusuldu ve taburda gülüsmeler bir hayli
sürdü. Birinci bildiri olayi da görünüste böylece kapanmisti. Fakat girisilen
eylemde kazanilan basan, bilahare anlatacagim gibi bizlere yepyeni ufuklar
açmaya ve nihayette birçoklarimizin baslarinin yenmesine yol açan faaliyet ve
eylemlere dogru bizleri sürükledi." Ifadeden de anlasildigi üzere, alay
komutani, birara eski solcu bir arkadasinin karisi olan Nur Sürer ile evlenerek
ve karanlik bir ticaret iliskisi sonucu vurularak basina konu olan Sarp
Kuray'in önderligindeki bu asin sol hareketlere göz yumuyor. Bütün solcularin
12 Mart'a alkis tutmalari da, orduyla solun yakin iliskide oldugunu ortaya
koymaktadir. Dev- Genc'in sefi Ertugrul Kürkçü, 12 Marttan iki gün sonra
müdahaleyi destekleyen sözler sarfediyor ve bu sözler 14 Mart 1971 tarihli
Cumhuriyet gazetesinde yer aliyor. Muhtiradan bes gün sonraki Aksam gazetesinde
ise sunlar yer aliyor: "Dev- Genç parlamentonun kendini feshini, aksi
halde Sunay'in parlamentoyu feshederek Temsilciler Meclisi kurmasini ve
reformlari baslatmasini istiyor. Ertugrul Kürkçü, 'Ordudan gelen devrimci
atilimin, gerici parlamentoyu yok etmesini istiyoruz' diyor."
Kürkçü'nün bu sözlerinden anlasilacagi gibi, demokratik yoldan iktidara
gelemeyecegini kisa sürede anlayan sosyalistler, anti- demokratik bir
uygulamayi alkislamakta sakinca görmemislerdir. Ancak 12 Mart'in kendilerine
dokundugunu gören bazilari kivirmaya baslamis, bazilari ise orduyu 27
Mayis'taki devrimci (!) yapisiyla degerlendirmeye devam etmisti. Ilk grubun
içinde Dogu Perin-çek ve PDA taraftarlarini ikinci grupta ise, THKP-C basta
olmak üzere pek çok sol yapilanmayi sayabiliriz.
12 Mart'tan sonra, THKP/Cnin eylemleri sürdü. Mahir Çayan'in liderligini
yaptigi THKP/C, Israil Baskonsolosu Efraim Elrom'u kaçirip 22 Mayis 1971 günü
öldürdü. Eylemin çesitli asamalarinda sonradan ajan oldugu kuskulan duyulan,
Filistin'de bu yüzden sorgulanip öldürüldügü iddia edilen Yüzbasi Ilyas Aydin
da yer aldi. Elrom'un öldürülmesinden sonra, "Balyoz Harekati"na
girisildi ve THKP-C ile baglantili alt rütbeli asker de bu arada yakalandi. Sol
cunta önderlerinin, Basbakanligindan rahatsizhklarini saklamadiklari dönemin
Basbakani Nihat Erim ise 20 Temmuz 1980 tarihinde Dragosta katledildi. Istanbul
Maltepe'de Sibel Erkan'i rehin alan Mahir Cayan ve Hüseyin Cevahir yakalandi.
Yakalanmalardan alti ay sonra, üç THKP/C militani (Mahir Cayan, Ulas Bardakçi,
Ziya Yilmaz) ile iki THKO militani
(Cihan Alptekin ve Ömer Ayna) Istanbul Maltepe Askeri Cezaevinden
kaçtilar ve Deniz Gezmis ile diger militanlari kurtarmak için çalismalara
basladilar. Bu amaçla, Ünye'deki radar tesislerinde çalisan ikisi Ingiliz, biri
Kanadali olmak üzere üç yabanci teknisyeni kaçiran militanlar, teknisyenleri
öldürdüler. Güvenlik kuvvetleri tarafindan Kizildere'de sikistirilan
militanlarin O'nu öldürüldü. Bu çatismada bir tesadüf olarak (!) Ertugrul
Kürkçü sag olarak kurtuldu. Deniz Gezmis, Yusuf Aslan, Hüseyin Inan'in
asilmalari, Alpaslan Özdogan, Sinan Cemgil, Kadir Manga'nm da Nurhak daglarinda
Öldürülmeleri sonucu THKO tarihe karisti. Daha sonra farkli adlarla yeniden
ortaya çikan gruplar, ayni gelenegi devam ettirdi. Bu örgütler sunlardir:
Mücadelede Birlik, Halkin Kurtulusu, TDKP-ÎÖ TIKB, TIKB-B, TKEP, TKEP-L, TDKP
Leninist Kanat TDKIH, TKIH, EMEP, MLKP, KP/IÖ.
GLADIO'NUN NÜFUZUNA GIRMEMEK VE
AMAÇLARINDAN SAPTIRILMAMAK SARTIYLA: KONTRGERILLASIZ DEVLET YASAYAMAZ!
KONTRGERILLASIZ DEVLET KENDINI KORUYAMAZ!
Kontrgerilla, bir devlet güvenlik teskilatidir. Varligi mantikli ve
gerekli nedenlere dayanir. Bu nedenle örtülü ve gizli çalisir. Ancak bize göre,
Gladiio'ya bulasmadigi sürece kontrgerilla, solcularin ve PKK'li hainlerin
algiladigi gibi derin devletin cihazi degildir. Kontrgerilla, mesru devletin
mesru askeri sivil organizasyonlu bir kurumdur. Ancak THKP/C örgütünde ve diger
asin sol olusumlarda görülen pek çok subay, astsubay arasinda muhtemeldir ki
kontrgerillanin ve MÎT'in Gladio baglantili elemanlari da vardir.
THKP/C’ deki subaylarin bir kismi,
devlete ve rejime karsi komünist - cuntaci alternatif bir yapi getirmek için ya
da devleti SSCB'ye bagli bir sosyalist uydu yapmak için üniformalarinin altina
saklanmislardir. Devlet içine gizlenerek devletin içinde, yasadisi
"paralel yapilar" kurmuslardir, iste "derin devlet" buydu.
Devletin içinde komünist - cuntaci, gayri mesru paralel yapi! Gerçekte devleti
yikicilardan ve düsmandan korumak için olusturulan kontrgerilla teskilatinin
askeri personeli içinden kaç tanesi acaba THKP/C'ye ve sonraki sol örgütlere
sizmistir? Acaba THKP/ C'nin içindeki subay ve astsubaylarin kaç tanesi, devlet
hesabina örgütü etkisizlestirmek için kaç tanesi cunta lobileri hesabina ve kaç
tanesi de KGB veya Leninizm kontrolüne girdigi için bu örgütte yer aliyordu? Bu
çok çetrefillidir. Bu soruyu bir de, baska türlü de soralim;
Solun "derin devlet" olarak
lanse ettigi kontrgerillanin Gladiotik unsurlari mi sola sizdi, yoksa sol mu
kontrgerillaya? Buna cevap verebilmek için, THKP/C örgütüne bakacagiz. Istanbul
Sikiyönetim Komutanligi Askeri Savciliginin 1973/1 Sayi-1973/1 Esas No ve
1973/1 karar no'lu THKP/C iddianamesi, iyi bir kaynaktir. Bu iddianamede,
yakalanan THKP/C militanlarinin isim listesi vardir. Bu listeyi dikkatlice
inceledigimiz zaman, çok çarpici bir manzarayla karsilasiyoruz. Yüzlerce subay,
astsubay ve Harp Okulu ögrencisi!..
1979 yilinda, "TNT'li Komando Yüzbasi" örnegine sarilarak
MHP'yi ve ülkücü hareketi kontrgerillanin uzantisi olarak göstermeye çalisan
"derin devlet" yaygaralari, THKP/C 'deki yüzlerce yüzbasi tegmen ve
astsubayi neden görmezler acaba?
Dogrusu biz ülkücülerde de çok kabahat var. THKP/C'deki yüzlerce
"üniformali örnegi" elimizin altinda oldugu halde, biz bir defa dahi,
derin devlet ile solun iliskilerini ve içice geçmis bu gibi görüntülerini
yazmadik. Oysa bu iliskiler, gayet belirgin ve kesindir.
Simdi, THKP/C 'deki askeri örgüt mensuplarinin bir listesini
verecegiz... Daha sonra sol örgütler ile ilgili baska degerlendirmelerimiz,
derin devlet içindeki cunta lobilerine hizmet eden ajan provoktörlerin,
komünist sol örgütlere nasil sizdiklarini ve bu örgütleri nasil provoke
ettiklerine de isik tutacaktir. Türkiye'de sol, derin devletin oyuncagidir!
Masasidir! Tabii ki burada derin devlet tanim ve anlami, herkesin durusuna göre
bir olgu tezahürüne dönüsmektedir. Olgu okumalarinda belirleyici olan ideolojik
referans kaynaklan, yol güzergahindaki isaretlere yönelik sifatlamalari da
burali ya da oralilastirmaktadir. Oradaki burali maskesiyle kendi duruslarini,
ters bir okuyusun öyküsüne dahil edenler... Tekrara dayali bir gerçeklikle
kitleyi maniple eden sol, ters durusun salvo vuruslariyla, kendinden ziyade
baskalarini mahkûm etmeyi metot olarak benimsemistir. Bu metot neticesinde epey
de mesafe almistir. Gerçegin sürekli yürüyüsünde ortaya çikisina ragmen, hâlâ
ayni mavali devam ettirmektedirler.
SILAHLI
SOL ÖRGÜTLERDEKI TÜRK SILAHLI KUVVETLERININ SUBAY VE ASTSUBAYLARI:
1-Orhan SAVASÇI Hv. Uls. YüzbasiTHKP/C
Sicil no: 1960/44 THKP/C
2- Kemal SERISLER Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1968/98 THKP/C
3- Mehmet YURTÖZVERI Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/1167 THKP/Ç
4- Yilmaz Salih VEYISOGLU Hava U1S. Üstegmen
Sicil no: 1967/250 THKP/C
5- Haldun YESIL Hava Is. Yüzbasi
Sicil no: 1962/122 THKP/C
6- Muhittin BILGEN Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1962/61 THKP/C
7- Sabahattin SAKM AN Topçu Tegmen
Sicil no: 1968/2
8- Sürhay TÎNÇMAN Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1961/81
9- Izzet AYDOGDU Hava Lv. Üstegmen
Sicil no: 1962/158
10- Metin ÇAKMAK Hv.Astsb. Basçavus
Sicil no: 1954/4 THKP/C
11-Mehmet ALKAYA Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/248 THKP/C
12- Mazhar Timuçin ATAÇ Hava Yer
Tegmen
Sicil no: 1968/263 THKP/C
13- Mustafa SAHIN Hava U1S. Üstegmen
Sicil no: 1965/83 THKP/C
14- Bülent
ARPAT
Hava Per. Üstegmen
Sicil no: 1967/221 THKP/C
15- Ismail
Kemal CONTAR Hava Yüzbasi
Sicil no: 1960/141 THKP/C
16-FaikGÜLEÇYÜZ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1963/43 THKP/C
17- Mustafa ÇIMEN Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/24 THKP/C
18- Ziya YÜCESAN Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1960/228 THKP/C
19- Türkay ALTAY Hava Asb. Basçavus
Sicil no: 1966/1 THKP/C
20- Ugur TAYLAN Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1963/20 THKP/C
21- Orhan AYDURMUS Yd. Tbp. Astegmen
Sicil no: 233/773 THKP/C
22- Önder ATAY Hava Pilot Üstegmen
Sicil no: 1962/170 THKP/C
23- îlhan KAPLAN Hava Pilot Üstegmen
Sicil no: 1967/24I THKP/C
24- Duray ÇELIKEL Hava Tegmen
Sicil no: 1968/224 THKP/C
25- Mehmet Sefa SINMAZ Hava Yer Tegmen
Sicil no:1968/195 THKP/C
26- Hulki ÜDÜRLÜ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1970/132 THKP/C
27- Aydin KARABEKTAS Hava Uls. Tegmen
Sicil no: 1968/253 THKP/C
28- Bekir UZUN Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/237 THKP/C
29- Tevfik Isik ÇEVIKER Hava Uls.
Üstegmen
Sicil no: 1966/218 THKP/C
30- Mustafa Fuzuli YAZICI Topçu Tegmen
Sicil no: 1968/15 THKP/C
31- Selami ÇETÎN Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1968/36 THKP/C
32- Seyfettin KÜLE Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/22 THKP/C
33- Ahmet NART Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1968/41 THKP/C
34- Salih Tayfun ORÇUN Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1967/192 THKP/C
35- Ömer LAÇINER Piyade Üstegmen
36- Mehmet Nuri DORUK Hava Per.
Üstegmen
Sicil no: 1967/23 THKP/C
37-Ömer ULU Hava Per. Üstegmen
Sicil no: 1969/143 THKP/C
38- Izzet
Olcaytu ÖZSEVER Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/11 THKP/C
39- Hasan
ÖZGEN Hv. Uçs. Tegmen
Sicil no: 1968/101
Ergün ERDURAN Hava Lv. Üstegmen
Sicil no: 1962/84 THKP/C
41- Hakki
GÜMÜSTAS Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1969/177 THKP/C
42- Hilmi
BAYKAL Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/254 THKP/C
43- Kemal
ÇETÎNEL Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1967/283 THKP/C
44- Resat TAVSANCI Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1968/69 THKP/C
45- Mustafa Nevzat YÜCEL Hava Yer
Üstegmen
Sicil no: 1968/153 THKP/C
46- Ibrahim Münir YILANCI Hava Piyade
Tegmen
Sicil no: 1968/177 THKP/C
47- Ibrahim TUNÇ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/177 THKP/C
48- Sükrü
SÜTLÜOGLU Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/251 THKP/C
49- Seyfi AKMAN Hava Tegmen
Sicil no: 1970/207 THKP/C
50- Mustafa KARA hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/42 THKP/C
51-Yücel TOP Muhabere Üstegmen
Sicil
no:1918 THKP/C
52- Rahmi DAYI Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1967/127 THKP/C
53- Inayet TOLUNAY Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/33 THKP/C
54- Ismail SAMUR Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/118 THKP/C
55- Yusuf YILDIRIM Dn. Ast.
Üstbasçavus
Sicil no: 1967/221 THKP/C
56- Mehmet Atilla ÖZSEVER Piyade
Üstegmen
Sicil no: 1967/4 THKP/C
57- Ersan TEPELI Hava Yer Tegmeni
Sicil no: 1963/133 THKP/C
58- Ilhan SÎLEN Deniz Ast. Kd. Bsçv.
Sicil no: 1961/20812 THKP/C
59- Ahmet BASTONCU Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/74 THKP/C
60- Güner DURLANIK Hava Yer Yzb.
Sicil no: 1961/43 THKP/C
61- Tamer HA2ER Hava Tegmen
Sicil no: 1968/287 THKP/C
62- Ibrahim KESKIN Hava Yük. Müh. Bnb
Sicil no: 1957/169 THKP/C
63- Hüsamettin ÖLÇER Hava Pilot
Yüzbasi
Sicil no: 1958/133 THKP/C
64- Mustafa KARACA Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/283 THKP/C
65- Ali ÖZELOGULLARI Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1968/67 THKP/C
66- Hasan Yusuf NIS Hava Tegmen
Sicil no: ... THKP/C
67- Selim ÖZKAR Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1970/31 THKP/C
68- Abdullah YILMAZ Ordudan tart
edilen eski bir subay, TRT'de spiker
THKP/C
69- Mehmet GENÇOGLU Hava Kd. Binbasi
Sicil no: 1954/138 THKP/C
70- Unsal GÜNDOGAN Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1970/205 THKP/C
71- Güven AKTAN Hava Yer Kd. Yüzbasi
Sicil no: 1960/41 THKP/C
72- Ömer KAMBUROGLU Hava Mu. Üstegmen
Sicil no: 1968/143 THKP/C
73- Yilmaz GÜROL Hava Füzeci Tegmen
Sicil no: 1968/138 THKP/C
74- Fahrettin ÖZK THKP/C ANOGLU Hava
Mu. Tegmen
Sicil no: 1967/250 THKP/C
75- Osman KOVACIOGLU Deniz P. Tegmen
Sicil no: 1970/3 THKP/C
76- Salih Zeki YILMAZ Hava Pilot
Yüzbasi
Sicil no: 1958/68 THKP/C
.77- Mustafa KARABULUT Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1970/84 THKP/C
78- Ilhan ÇIRAK Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1970/137 THKP/C
79- Adil ÇARGA Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1969/85 THKP/C
80- Ibrahim BAKIR Hava Mu. Üstegmen
Sicil no: 1968/118
81- Sedat SÎCAN Hava Tegmen
Sicil no: 1969/104
82- Ahmet KAYA Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1969/75 THKP/C
83- Ertugrul TÜRKBILEGI Hava P.
Üstegmen
Sicil no: 1967/134 THKP/C
84- Yasar Ahmet TAV Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/215 Piyade Tegmen
85- Adil GÜMÜS Hava Istih. Kd. Bsçv.
Sicil no: 1963/5 Piyade Tegmen
86- Cengiz BAYSAN Hava Ast. Basçavus
Sicil no: 1966/3 THKP/C
87- Dursun GÜLER Piyade Üstegmen
Sicil no: 1966/215 THKP/C
88- Erhan ÖNDER Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1957/177 THKP/C
89- Ercüment GÜNER Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/259 THKP/C
90- Ercan TEZCAN Hava Kidemli Yüzbasi
Sicil no: 1958/142 THKP/C
91- Emin UÇAR Hava Ast. Üstçavus
Sicil no: 1969/6 THKP/C
92- Ethem EGILMEZ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1969/217 THKP/C
93- Fuat BARANDIR Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1967/189 THKP/C
94- Fevzi TEZCAN Hava Bnd. Astsubay
Sicil no: 1964/26 THKP/C
95- Hüseyin KUZU Hava Yüzbasi
Sicil no: 1960/112 THKP/C
96- M. Haluk TOSUNLAR Topçu Üstegmen
Sicil no: 1960/60
97- Halil ÇOLAK Hava Mük. Çavus
Sicil:... THKP/C
98- Ibrahim UZUNAT Veteriner Hekim Yzb
Sicil no: 1961/17 THKP/C
99- Halil ibrahim AKTAS.Astsubay Çavus
Sicil no: 1969/21 THKP/C
100- Mustafa SARGIN Bnd. Ast Kd. Bsçv.
Sicil no: 1964/7 THKP/C
101- Mustafa SENER Bando Asts. Kd.
Bçvs
Sicil no: 1966/72
THKP/C
102-Mustafa ÖZDOGAN Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1968/19 THKP/C
103-O. Metin DALKILIÇ Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1965/266 THKP/C
104-Ömer ÖZKAN Yedek Lv. Astegmen THKP/C
105-Ömer Faruk TANRIVERDI Topçu Tegmen
Sicil no:1968/88 THKP/C
106- Saffet
ALP Hava Tegmen
Sicil no: 1968/2 (Kizildere'de
öldürüldü) THKP/C
107- Toruntay OYMAK Bnd. Ast. Kd. Bçvs.
Sicil no: 1960/1 THKP/C
108- Ünal ÖNSIPAHÎOGLU Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/28 THKP/C
109-Ümit BOZKURT Astsb. Kd. Basçavus
Sicil no: 1956/10 THKP/C
110-Veli ERCAN Hava Mu. Albay
Sicil no: 1948/43 THKP/C
111-Fuat TURAN Hava Piyade Yüzbasi
Sicil no: 1959/145 THKP/C
112-Orhan ÖZCAN Mu. Asts. Kd. Bçvs.
Sicil no: 1956/31 THKP/C
113- ilyas AYDIN Hava Per. Yüzbasi
Sicil no: 1960/234 THKP/C
(Firari olup bugüne kadar izine
rastlanamadi. Muhtemelen bir NATO ülkesinde vatandaslik degistirdigi
düsünülüyor.)
HARP
OKULU ÖGRENCILERI
114- Mehmet
Kamil YÜKSEL
(Hava)
115- Doganer
SEÇER
(Hava)
116- Selçuk
ANT
(Hava)
117- îrfan
MAMAÇ
(Hava)
118- Ahmet
TEMEL
(Hava)
119- Cihat
SEVÎM (Hava)
120- Cafer
ÇULLU
(Hava)
121- Çetin TUNÇ
(Hava)
122- Ersen AKAR (Hava)
123- Ferhat NARLI
(Hava)
124- Mustafa ÇAKIR
(Hava)
125- Muhterem BAHÇELI (Hava)
126- Mustafa ÜZER
(Hava)
127- Mustafa ÖZTÜRK
(Hava)
128- Mustafa Kemal ÖZKAN (Hava)
129- Nevzat DURU (Hava)
130- Nurettin KAYISKAN (Hava)
131- Nazim AMAZ
(Hava)
132- Nâdir YAVUZ
(Hava)
133- Feridun Oguz SENGÖZ (Hava)
134- Sezai YAVAS
(Hava)
135- Serhat GIRGIN
(Hava)
136- Yildirim BOZDEMIR (Hava)
137- Vural ISÖZEN (Hava)
138- Yarullah ÇALIS
(Hava)
139- Naki TOLUNAY
(Hava)
KIMLER GLADIO'NUN UZANTISI?
Üç yüz sanikli THKP/C Örgütünün 141 sanik militanindan 113'ü, rütbeleri
albaydan, astsubaya kadar degisen kisilerden olusuyor. 26'si da, tamami Hava
Harp Okulu ögrencisinden olusan askeri sanik. Örgütün kuruculari arasinda
merkez komitesinde. Yüzbasi Orhan Savasçi ve bazi aktif, havaci subaylar var.
Örgüte askerî birliklerden militan toplayan ve ülkemizi çesitli gerilla
eyaletlerine bölerek, buralarda askerî hücreler kuran kisi de Yüzbasi Orhan
Savasçi'dir. Bu subaylar, astsubaylar ve askerî ögrenciler, o günkü imkanlarla
ortaya çikarilip, yargiya gönderilebildiler.
Bunlar tespit edilebildiler. Pek çok
kimse kabul ediyor ki, isimlerine ulasilan komünist ya da provokatör askerî
militanlar, buzdaginin su üstünde kalan ucunu olusturuyor. O günkü arama,
arastirma ve sorgulamalarda isimlerine ulasilamayan, desifre edilemeyen pek çok
THKP/C'li subay, astsubay ve askeri ögrencinin yakalanmaktan ve -emekli edilip-
yargilanmaktan kurtuldugu böylece bugünlere kadar gelebildigi biliniyor.
Yakalanan THKP/C'li asker saniklarin tamami yargilandilar. Yargilamadan
önce de, kendilerinin iddia ettikleri üzere, gerçek kontrgerilla
karargahlarinda, Ziverbey'de, Ankara Etimesgut'ta çok siki sorgulardan
geçirildiler. Bu adlarini verdigimiz kisilerin (tabiî ki) bir kismi, örgüte
arkadasinin karisi ile ve -ifadelerinde de görüldügü gibi-Marksizm- Leninizmi,
Kemalist bir yorum sanarak katildilar. Listede adlan verilen kisilerin tamami,
emekli edilerek TSK'dan uzaklastirildilar. Bunlarin bir bölümü sivil hayata
geçtikten sonra, kendi yasamlarina dönerek, sessizce kendilerini unutturup
gittiler. Yeni hayatlar kurdular. Ancak MIT ve emniyet kayitlarinda da
görüldügü gibi aktif olan bazilari ise, 1974'ten sonra, yeni silahli sol
örgütlerin dernek veya sendikalarin olusumunda, faaliyetlerinde ve eylemlerinde
de yer almaya devam ettiler.
THKP/C militanlarinin en önemli ve aktif bölümü, TSK personelinden
olusan, egitim ve eylem programlarinda TSK'nin talimname ve brosürlerini
kullanan kisilerden olustugu için, bu örgüte yari askeri örgüt demenin bir
sakincasi yoktur. Simdi, bu askeri saniklarla ilgili olarak bir analiz
yaptigimizda, otuz yildir ülkücülerin sormayi ve cevabini aramayi önemsemedigi
bir dizi soru ortaya çikiyor. Simdi bunlari siralayalim:
1-THKP/C'yi, darbeci askeri cunta lobileri mi kurdurmustu?
2-Ifadeler, tutanak ve taniklarin iddialari dikkate alindiginda, örgütün
asil kurucusu ve liderinin Cayan degil, Orhan Savasçi oldugu belirgin oldugu
halde, solcular, niçin Yüzbasi Savasçi'nin konumunu ve rolünü görmezden
geldiler?
3-1974'ten sonra afla disari çikan Orhan Savasçi ve Mahir Çayan'in
karisi Gülten Savasçi, bir NATO ülkesi olan Fransa'ya gider gitmez nasil
yükseldiler ve zenginlestiler? Orada, onlari kim korudu ve kolladi?
4-THKP/C'yi kurduran güç odaklan yerli miydi, yoksa yabana mi? Orhan
Savasçi'nin CIA ya da baska bir NATO üyesi ülkenin Gladio odaklarindan biriyle
iliskisi var miydi? Örgütü Türkiye'nin basina bela eden Orhan Savasa, simdi
nerededir?
5-Orhan Savasa ve yönetici durumundaki bazi subay militanlar, solculari
provoke mi ettiler? THKP/C, bir destabilizasyon provokasyon örgütü olarak mi
sola sokuldu?
Çayan ve arkadaslarinin Kizildere'deki adreslerini kontrgerillaya
bildirdigi iddia edilen Yüzbasi Ilyas Aydin, simdi hangi NATO ülkesindedir?
Otuz yildir nerededir? (Türkiye'de olmadigi biliniyor.)
6-Mahir Cayan ve arkadaslarinin Maltepe Askeri cezaevinden firar
etmelerini saglayan iç güvenlik komutam, topçu tegmen Sebahattin Sakman kimdir?
Bu kisinin 1980'li yillarda, CIA ve NATO'dan para yardimi aldigi belgelenen,
ABD yanlisi antikomünist ve anti-Sovyet çizgiye sahip olan Yeni FORUM
dergisinde ortaya çikmasi ne anlama gelmektedir?
7-Listede adlan verilen TSK personelinin ne kadari, kendilerine yeni
hayatlar kurarak, militanligi terk etmislerdir Militanligi terketmeyen
personelin bir kismi, daha sonra hangi örgütlere katilmislardir?
8-Komando Yüzbasi Ömer Çevikel'in iki adet TNT'sine bakarak, bu
yüzbasiyi, ülkücülere kontrgerilla silahi vermekle ve ülkücüleri
kontrgerillacilikla suçlayanlar, acaba THKP/C mensubu subay ve astsubaylarin
örgüte aktardiklari NATO, TSK silah ve mühimmatlari için ne düsünüyorlar? Bazi
aktif subay ve astsubaylarin evlerin de çok sayida tahrip kalibi, bomba, mermi,
roket, tabanca,
harita, askeri gerilla ve komando
egitim brosürleri ele geçirilmistir THKP/C'nin Kizildere'deki çatismada
kullandigi silahlar, TSK'nin envanterinden aktarilmamis midir? Pekiyi, THKP/C
ne örgütüdür? Asil Gladio uzantisi kimlerdir?
9-THKP/C nin askeri militanlarinin büyük bir çogunlugunun Hava
Kuvvetlerinden çikmasi, rastlanti midir? Ayrica 12 Eylül darbesinden sonra
asayisi saglamak için, ülkücüleri sokaklardan toplama ve tutuklama operasyonlarini
sevk ve idare eden tim, bölük ve tabur komutanlari içindeki havaci kaynakli
subaylarin, belirgin bir sekilde gaddar, acimasiz ve sert davranmalari,
1973'lerde gözden kaçirilan, isimlerine ulasilamayan THKP/C'li havaci subay ve
askerî ögrencilerle alâkali bir durum olabilir miydi?
10-NATO ülkelerinde Askeri Gladio örgütlenmelerinin en çok Hava
Kuvvetlerinde oldugu ve bu yapilanmalarin Kizil Tugaylar Örneginde oldugu gibi,
komünist silahli örgütler olusturarak darbe lobiciligi yaptigi kanitlandigina
göre, bu sablonun bizde de THKP/G ile uygulandigi neden düsünülmüyor? Ya da bu
sablonun apaçik bir sekilde uygulandigi görülmüyor?.
11-THKP/Cnin ele geçirilen silah ve mühimmatlarin miktari dikkate
alindiginda, böylesine yurt çapinda ve bütün Hava birliklerinde aktif hücreler
kuran, Deniz ve Kara Kuvvetlerinde de taraftarlari bulunan bir örgüte göre
büyük bir orantisizlik gösteriyor. Ele geçirilemeyen silahlar ne kadardi ve bu
silahlarin daha sonra kurulan THKP/C türevli Dev-Sol Dev-Yol ve MLSPB gibi
örgütlere ne kadar ve ne sekilde aktarildi?
12-1973 yilindaki yargilamada adlari olmayan ve tatbikattan kurtulmayi
basarmis olan askeri personelden, bugün kimler hangi rütbelerde, hangi askeri
birlik ve karargâhlarda görevine devam etmektedirler? 28 Subat sürecini
baslatmak için baski yaptiklari iddia edilen komutanlar arasinda, bu kisiler
var midir? Mezhepçilikle suçlanan subaylar bu kisiler midir?
13-Israil Büyükelçisi Efraim Elrom'un kaçirilmasi ve öldürülmesi
eyleminin tasarlanis ve sonuçlandirilis sablonu ile Italyan Basbakani Aldo
Moro'nun kaçirilis ve öldürülüs sablonu
aynidir. Elrom olayini tasarlayip,THKP/C'ye kabul ettirerek, bir
provakatör dayatma yaptigi izlenimi veren Yüzbasi Orhan Savasçi'nin Avrupa
Gladio olusumlari ile irtibati olmus muydu? Savasçi'nin ve Yüzbasi Ilyas
AYDIN'in Türkiye'den çiktiktan sonra bu olusumlara katildiklari ve Savasçi'nin,
Afrika'daki Fransiz Lejyoner Birliklerinde Kontrgerilla egitimi verdigi
iddialari dogru mudur?
14- Dev-Sol'un anasi
THKP/C'dir. 12 Mart operasyon sonucu THKP/Cnin hücresel örgütsel dokusu
parçalandigi için, yola ayni örgüt adi ile devam etmek istemeyen komünistler,
fikri yapiyi korumak ve Çayanist çizgiye bagli kalmak sartiyla, yeni silahli
sol örgütler kurdular.
Bunlardan biri de, Dev-Sol adli kanli
provakasyon ve destabilizasyon örgütü idi. Bu örgütten ele geçirilen NATO
yapisi silahlar, nereden saglanmistir? Bu militanlarin Merkez Komite üyesi
liderleri, (Dursun Karatas, Aslan Tayfun Özkök, Mürsel Göleli, Bedri Yagan vb.)
siki korunan askeri cezaevlerinden kaçarken, kendilerine perdeleme ve kollama
yapan görevliler (!) var miydi? Varsa bunlar kimlerdir?
15- THKP/C, Dev-Sol militani olarak ele geçirilen ve çesitli cinayet,
bombalama olaylarindan yargilanan tegmenler kimlerdir? Bu tegmenler, 1973'teki
THKP/C yargilamasindan paçalarini siyiran Harp Okulu ögrencilerinden birkaçi
olabilir miydi?
THKP/C ile ilgili ilk elde, zihnimizde olusan kusku verici sorular
simdilik bu kadar... Daha pek çok soru sorulabilir.. Bunlara biz degil, Çayan'i
peygamber, THKP/C'yi de Kabe gibi gören komünistler cevap aramalidirlar. Biz
cevabi çok iyi biliyoruz. THKP/Cnin ve sol örgütlerin niçin ve kimler
tarafindan kuruldugunu, bunlarin neye hizmet ettiklerini ve ülkeye ne getirmeye
çalistiklarini çok iyi BILIYORUZ!
DENIZ KUVVETLERINDE GLADIO!
19711i yillarin baslarinda Deniz Harp Okulu'nda ve Deniz Kuvvetleri
içinde yapilan operasyonlarda, Dr. Hikmet KIVILCIMLI fraksiyonuna mensup olan
komünist hücre elemanlari ortaya çikarildi.
Basini Sarp KURAY'in çektigi bu
fraksiyon, sik sik provokatif eylemler yaparak, ögrencileri okul komutanligina
karsi ayaklandirmaya çalisiyordu. Içlerinde bugünkü ATV'de "Siyaset
Meydani" adli programi yapan Ali KIR-CA'nin da bulundugu sol fraksiyonlar,
ortaya çikarildiktan sonra yapilan arastirmalarda, solun Deniz Kuvvetleri
bünyesinde yapagi örgütlenmelerde, bir hayli ilerledigi görüldü.
Daha sonra yurt disina çikan Sarp KURAY, komünist fraksiyonunu disaridan
maniple etmeye çalista.
Hikmet Kivilcimli fraksiyonu. Deniz Kuvvetlerinde yetmis kadar genç
subayi yanina almisti. SSCB ve KGB, bu fraksiyona bagli subaylardan askeri
istihbarat topluyordu. TSK'nin en önemli askeri sirlarinin, bu fraksiyona
mensup bazi komünist deniz subaylari tarafindan KGB'ye ulastirildigi düsünülüyor.
Yine bu bazi subaylar araciligiyla TSK'ne ait çesitli silah ve mühimmatin sol
fraksiyonlara ulastirildigi biliniyor.
Ordu içindeki "emir-komuta veya
hiyerarsi yapisi ve ast-üst iliskilerini bazi komünist subaylarin hangi odaklar
tarafindan maniple edildikleri" sorusunu bir defa dahi kendilerine
sormayan sol çevrelere bunun cevabim hemen verelim; Ordu içinde örgütlenen bu
komünist fraksiyonlar ayni zamanda Gladio'ya ve Gladio kontrolündeki darbeci
cunta lobilerine çalisiyorlardi ve farkina varmasalar da aslinda Gladio
tarafindan maniple ediliyorlardi.
Çesitli sabotaj, bombalama ve toplumsal kiskirtma eylemleri
gerçeklestirerek toplumu provoke eden bu subaylar, böylece ülkemizde, gladionun
istedigi müdahale ortamini hazirliyor, cunta lobilerinin önünü açiyorlardi.
19701i yillarin Deniz subayi Sarp
KURAY ise bugün tam tersine, ultra-kapitalist bir finans kurulusunda yönetici
ve ortaktir!!!
"BIZDEN,
TÜRKIYE'YI BIR DARBEYE HAZIRLAMAMIZ ISTENDI"
Sarp Kuray, 30 Kasim 1993 tarihinde Milliyet gazetesinde yaptigi
röportajda sunlari dile getiriyor:
"Biz bu radikal akimin içinde, gençlik olarak yerimizi aldik.
Önümüze konan hedef; 9 Mart'ti 9 Mart'i yapamadilar, 12 Mart'i yaptilar. Ismet
Pasa'nin ünlü sözüyle Türkiye, çok kritik 24 saat geçirmistir' dedigi
senaryonun ardinda, devrimci potansiyelin 24 saat içinde harcanmasi ve darbenin
12 Marttaki biçimine dönüstürülmesi vardir.
11 Nisan günü tutuklandim. Idamla yargilandim. 1972 yilinda, agir
cezalara çarptirildim. Daha sonra iktidara Bülent Ecevit geldi. Ecevit'in
çikardigi aftan yararlanamadim. Çok ugrastilar bizi kurtarmak için. Ve Anayasa
mahkemesi'nin Özel bir affiyla çiktim ancak. Deniz Gezmis'i ben sakladim. Deniz
Gezmis'i saklandigi bir evden digerine, Orman Bakani Turhan Sahin'in arabasi
tasiyordu. Bu is çok karisik. Hasan Cemal, Uluç Gürkan... Bunlar 9 Mart
olayinin düzenlenmesinde en uç adamlardi.
Simdi CIA'nin bir komplosuna kurban gittigimiz inancini tasiyorum.
Bunlari emniyette de, mahkemede de anlatacagim. Üzerime gelirlerse daha da çok
konusacagim.
Ugur Mumcu ölmeden önce kendisiyle konustum. Kaset yapip verdim Ugur
Mumcu'ya... Ve niçin olayin bu yönüyle üstüne gitmedigini sordum. 'Demokrasi
diyorsunuz, bunlari da anlatmak gerek Ugur agabey' dedim. Ugur Mumcu bana,
'Onun arkasina bizim gücümüz yetmez Sarp' dedi.
Hasan Cemal simdi iyi bir liberal, Uluç Gürkan ise DSP'den milletvekili
oldu. Sarp Kuray'a gelince... Açiklamalari yaptiktan bir süre sonra vuruldu ve
ölümden döndü. Olay ticari kavga olarak gösterilerek kapatildi.
BIR 68'LI ANNENIN ANILARI 70TI
YILLARDA THKP- C DAVASINDAN YARGILANAN MÜNIR AKTOLGA'NIN ANNESI, O GÜNLERE AIT
ANILARINI KITAPLASTIRDI
"Muazzez Aktolga, "68 Kusagi"nin tanidik simalarindan
Münir Ramazan Aktolga'nin annesi. 76 yasindaki Muazzez Aktolga, Türkiye'de
terörün hakim oldugu yillarda yasananlari, "Bir Annenin 68 Anilan"
adli kitabinda, akici bir sekilde aktariyor.
THKP-C Davasindan yargilanan, 1979 yilinda aftan yararlanarak hapisten
çikan ve daha sonra yurt disina kaçan Münir Ramazan Aktolga, bugün Düsseldorf
ta açtigi küçük döner büfesinde, kendi deyisiyle "Döner keserek hayatini
kazaniyor."
Muazzez Aktolga'nin anilan, Türkiye'nin yasadigi sancili dönemi farkli
bir gözle görmeyi saglayacak, ilginç ve çarpici bir kitap. Kitapta Aktolga'nin
dönemin basrol oyuncularindan, yani birinci elden aktardigi, pek çok ilginç
anekdot var. Bu anekdotlardan seçtiklerimizi sunuyoruz. Daha fazlasi,
Aktolga'nin, Sistem Yayincilik tarafindan yayinlanan kitabinin sayfalan
arasinda okuru bekliyor. Kanat Atkaya" 24 Kasim 2000 tarihli Hürriyet
Gazetesinde yayinlanan haberde, söyle devam ediyor:
"MUMCU, MEVLANA'YA HOMOSEKSÜEL
DEDI" UGUR MUMCU'NUN SASIRTAN SÖZLERI
(Dev- Genç Davasi) Dev- Genç mahkemesinde Münir'in, altinda "Ben
insanim" yazili Mevlevi resmini sundugundan olsa gerek, birkaç gün sonra
damadim Arif, Kizilay'da Ugur Mumcu'ya rastlamis. Damadim hukukta okurken, Ugur
Mumcu asistanmis. "O kayinbiraderine söyle; ne o öyle mahkemede Mevlevilik
falan? Simdi de o homoseksüele (Mevlana) sarilmasin bakalim' diyor. Arif o anda
bir sey söylememis. Eve gelince; 'Ana, bu gidisinde Münir'e Ugur'un sözlerini
aynen ilet' dedi. Bir Maltepe ziyaretinde Münir'e aktardim. 'Anne sen Arife
söyle. Ugur'a benden selam söylesin. Kendisini severim ama yesin, içkisini
içsin, o kösede de yazsin, baska bir seye karismasin1 dedi."
PERINÇEK
VE ALPAY, AMELIYATLI OGLUMU
FORUMA
GÖTÜRECEKTI
Ailecek Tip Fakültesine kostuk. 2.5 saatlik ameliyat (apandist)
sonucunda doktorlar, "Oglunuzu mucize olarak kurtardik" dediler...
Ertesi gün ziyaret günü... Baktim oglumun basinda iki genç adam; 'Çabuk
kalk Münir, forum senin yüzünden yapilmiyor' falan deyip duruyorlar, onlar
gidince sordum: "Kim bunlar" deyince, "Bunlar Hukuk Fakültesi'nde
asistanlar" diye cevap verdi.
Biraz kizdim. "Adlan ne, amaçlan
ne? Senin sagligin umurlarinda degil. Forummus!" "Dogu Perinçek ve
Sahin Alpay."
COMMER'IN
ARABASINI SINAN CEMGIL'IN
ATKISIYLA
YAKTIK
(ODTÜ'de Commer'in arabasinin yakilmasinin ertesi günü) (...) Çok
geçmedi kapi çalindi. Baktim, Ulas Bardakçi ile Irfan (Uçar); "Nerede
Münir?" dediler. Biraz sonra Münir'i de alip "Okula gidiyoruz"
diyerek çiktilar.
Sonradan bu olayi Irfan'a sordum. "Niçin arabayi yaktiniz, hep
senin de adin geçiyor" deyince, "Commer'e Vietnam kasabi deniyordu.
Duyduk ki bu adam Türkiye'ye elçi olarak atanmis. Uçagin Esenboga'ya inecegini
duyunca ODTÜ arabalarini, soförlerini ayarladik. Esenboga'ya geldik ama
Commer'in uçagi oraya inmedi. Okula döndük. Bir müddet sonra bir de baktik ki,
rektörlügün önünde Commer'in arabasi. Meger adam baska alana inmis, solugu
bizim okulda almis. Hemen yurtlara ve bütün okula haber saldik. Toplandik,
arabayi devirmek istedik, itekledik.
Korumalar karsi çikinca 'Çekilin, karismayin' dedik. Arabayi 20- 30 kisi
itekliyoruz ama yerinden oynamiyor. Ulas Bardakçi, cebinden çikardigi bir
çakiyla lastige vurdu, lastik tinmadi. Bu kez lastigin havasini bosaltti, araba
biraz yan yatti. Bu sekilde devirip, ters çevirdik. O sirada Sinan Cemgil,
boynundaki atkiyi arabanin benzin deposuna batirdi, birisi de çakmakla
atesleyerek benzini tutusturdu.
Hocalarimiz rahmetli Mustafa Parlar ve
Sadik Kakaç geldiler. 'Hocam! sizler karismayin' dedik. Bu arada itfaiye geldi.
Ulas, 'Çakiyla hortumlarini keseriz' diye durdurdu.
Bu olayda hep benim adimin geçmesi, hocalarimiza 'Siz karismayin1
dememden kaynaklandi.
MAHIR SOYGUNDAN SONRA BINBASININ
EVINDE
SAKLANDI
Gene Irfan'dan dinledigim bir baska ani:
Denizler'in ilk banka soygunundan sonra, Mahirler de Ziraat Bankasi
Küçükesat Subesi'ni soyarlar. Olaydan sonra saklanmak üzere, Maltepe'deki bir
havaci subayin evine giderler. Silahlar ve paralar yanlarindadir. Binbasi
rütbesinde bir havaci subay eve gelir, ev sahibi subaya: "Dev-
Genç'lilerle beraber banka soymussunuz" der. Daha sonra, MIT Baskani'nin da bir
Kuvvet Komutani'na, havaci subaylarin Dev-Genç'lilerle banka soyduklarini, su
anda da Maltepe'de bir evde kaldiklarini bildiklerini söyledigini, fakat adamin,
komutanca fena halde azarlandigini anlatir. Ev hemen bosaltilir. Ancak hemen
hemen ayni sahislar, ayni silahlarla Istanbul'a geçip eylemlerine orada devam
ederler. Kimbilir, bu insanlar o zaman bir sekilde yakalansalardi, daha sonra
ne bunlardan kimse ölür, ne de darbe ortamini olusturan diger eylemler
yapilabilirdi.
SATODA BEYNI YIKANAN TÜRKLER KIMLER?
"Manevi Cihazlarima Dernegi'nin Türkiye kanadinda, Nazizmin babasi
gizli Thule Örgütü'yle iliskili Almanlar ve Avusturyalilar vardi. Dernek 196O'li
yillarda ordu içinde etkiliydi."
1995 yilinda Aktüel Dergisinin 229. sayisinda yayinlanan bir dosyada,
arasnrmaciyazar Aytunç Altindal ilginç saptamalarda bulunuyor:
"Isviçre'de, Montrö yakinlarindaki Caux kentinde tarihi bîr sato...
Umberto Eco'nun romanindan uyarlanan "Gülün Adi" filminin sahnelerini
andiran bir ortaçag dekoru. 1500 kisilik dev salonlar, antikalarla dolu uzun
koridorlar ve ortalikta dolasan, siyah cüppelerinin alanda kollarini
kavusturmus yasli papazlar... Burasi bir kilise degil. 'Moral rearmament' yani
'Manevi Cihazlarima Dernegi'nin kar agâhi.
Bu karargâhta uzun yillar, çesitli Türkler egitim gördü. Son olarak
1994'te, ünlü bir kadin reklamcinin organizasyonuyla, 20 basarili Türk
gazetecisi bir hafta agirlandilar. Papazlar, Türk gazetecilerinin ayaklarini
bile yikadi.
AB 'NÎN FIKIR BABALARI
"1920'de bir rahip tarafindan kurulan "Manevi Cihazlarima
Dernegi", 1936 yilinda Ingiliz istihbaratinca "Nazi sempatizanligi ve
yikici faaliyetlerle" suçlandi... Ingilizler, dernegi 'Besinci Kol'
faaliyetinde bulunan 'Yikici kuruluslar' listesinin en basindaki ilk üçe
soktular. Demek, Hitler'in yenilgisinden sonra 1945 yilinda, Fransiz ve Alman
önde gelenlerini gizlice bulusturarak, 5 yilda üç bin kisiyi bir araya getirdi.
Avrupa Toplulugunun nüvesi, bu görüsmelerde atildi. Dernegin ilkesi; Hiristiyan
ahlakinin üstünlügü çerçevesinde Katolikleri, Protestanlari ve Ortodokslari
birlestirmekti..."
"Manevi Cihazlarima Dernegi", ABD'de en etkili kurumlardan biridir.
Bili Clinton'un baskanlik yönetiminde de çok etkiliydiler. Butros Gali,
Zbigniew Brezezinski gibi ünlü sahsiyetler de, dernegi öve öve bitiremiyor.
Baskan Clinton'dan, özellikle Islam ve AT konusunda, örgütle temas halinde
olmasini istiyorlar. Dernek, Türk- Yunan iliskilerinde arabulucuk görevi
üstleniyor."
ÖNEMLI TÜRKLER DE CIHAZLANMIS
"Manevi Cihazlarima Dernegi'nin bir de Türk kolu vardir. 1950'lerde
Neo-Nazi hareketler, yeni adlar aldilar. 1954- 55'lerde istanbul'u ve diger
büyük sehirleri güzellestirme dernekleri sardi. Bir çok is adaminin Avrupa ve
isviçre ile baglantilari, bu dernekler araciligiyla oluyordu."
"Manevi Cihazlanma Dernegi, Caux'daki satoda egitilmis Türkler
tarafindan 1958 yilinda, Ankara'da kuruldu. 40 kisilik kurucu heyetinin
toplantilari ve çalismalari Bulvar Palas'ta yapilirdi. Dernegin onursal baskam,
dönemin Istanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'di. Ünlü mason Ekrem Tok ve
Istanbul'da yasayan bazi Alman, Avusturyali ve Polonyalilar da dernegin üyeleri
arasindaydi. Bunlarin bir kismi, geçmis yillarda Nazi Partisi'nin babasi olan
gizli Thule örgütüyle siki iliskileri olan kisilerdi. 27 Mayis Ihtilali'nde çok
etkili oldular. Demek, Fener Patrikhanesi'ne Vatikan gibi 'Devlet Içinde Devlet
statüsü vermek için çok ugrasti, zamanin Basbakani Adnan Menderes'e tavsiyede
bulundu. 196O'li yillarda ordu içinde de etkiliydi."
Aktüel dergisi, Manevi Cihazlanma Dernegi'nin kayitlarini Emniyet Genel
müdürlügü ve Dernekler Masasi'ndan sordu. Alinan cevap "Manevi Cihazlanma
Dernegi 1967 yilinda feshedilmis, evraklari da SEKA'ya gönderilmis" oldu.
Hiçbir zaman, Manevi Cihazlanma Dernegi'nin kurucu heyet listesine ulasmak
mümkün olmadi. Kurucularinin çogunun hayatta olmadigini ögrendik. Ama dernegi
çok iyi hatirlayan biri vardi: 27 Mayis döneminin devrimci gençlik lideri Dr.
Memduh Eren, dernekle ilgili bildiklerini söyle anlatti.
"Dönemin ihtilalci
subaylarindan, rahmetli Celil Gürkan Pasa'nin en yakin dostlarindandim. Pasa ve
esi 1972 yilinda bana, Manevi Cihazlarima Dernegi'nin kendileriyle
ilgilendigini anlattilar. 1960 yilinda, ihtilalden 10 gün sonra Celil Gürkan
Pasa Kibris'ta görevliyken, Istanbul’dan komsulari olan iki yahudi aile
ziyaretine geliyor. Birlikte Isviçre seyahati yapmayi teklif ediyorlar. Pasa
'Mümkün degil ihtilal oldu, görevimi terkedemem' diyor. Bunun üzerine
Istanbul'daki 1. Ordu Komutani'nin telefon emriyle, Celil Gürkan Pasa'ya 3 ay
izin çikariliyor. Pasa ve esi, yahudi ailelerle beraber Isviçre'deki dernegin
satosuna gidiyor. Orada on bes gün boyunca, günde alti saat ders alfanda, beyin
yikamaya maruz kaliyorlar."
CELÎL
GÜRKAN EKIBI IÇINDE YER ALAN
EMEKLI
DENIZ BINBASI EROL BILBILIK
"12
MART MUHHRASI"NI DEGERLENDIRDIGI
RÖPORTAJIN
IÇERIGINDE
"DERIN
DEVLET' OKUMASI
"MiT'teki bazi hainler, herkesi kullandi" 12 Mart muhtirasinin
verilisinin üzerinden tam çeyrek yüzyil geçti, yani 25 yil. Burada 12 Mart'in
anlamini anlatacak degiliz. Sadece o" dönem Türkiye'nin içinde bulundugu
karisik durumdan ve dünyadaki olaylarin etkisiyle giderek bir kargasaya
sürüklenmesinden kaynaklanan "askeri cuntalarin" nasil olustugunu,
MiT'in buradaki rolünü, ABD'nin tutumunu açikliga kavusturmak istedik. Erol
Bilbilik bize, Fuat Dogu'nun; MÎT'in, bir ihanet MIT'I oldugunu söyledikten
sonra eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden, tabii senatörlük yapmis olan
Orhan Kabibay ve Irfan Solmazer'in, Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Sarp Kuray ve
daha nice gençleri, nasil kullandiklarini anlatti. Erol Bilbilik, baslangiçta
sivil ve askerlerle birlikte bir hareket yapmaya sivanan Orgeneral Muhsin Batur
ve Orgeneral Faruk Gürler'in son anda, 9 Mart hareketini nasil ezdiklerini de
dile getirdi.
Em. Dz. Bnb. Erol BILBILIK
1956'da Deniz Harp Okulu'nu bitirdi. 196O'li yillarda birkaç kez ABD'de
egitim gördü. 1969'da Monterey Üniversitesi'nde, "Defence Management
System" (Savunma Yönetimi) konulu bir çalismaya katildi. Bir süre de ayni
konuda Pentagon'da çalisti. 1970 yilinda üstün basari ödülüyle, binbasi
rütbesine terfi etti. 12 Mart 1971'den birkaç gün sonra Iskenderun'a sürüldü.
21 Mayis 1971'de ordudan afaldi. Bülent Ecevit hükümetinde, Ulastirma
Bakanligi, Yüksek Fen Kurulu üyeligi yapti. 1979'da emekli oldu. Cumhuriyet
gazetesine yazilar yaziyor.
- General Celil Gürkan ekibi nasil ve ne amaçla kurulmustu?
-O dönem birçok askeri grup vardi. Ekrem Acuner, Orhan Kabibay, Numan
Esin, îrfan Solmazer, Madanoglu ve havaci grubu gibi gruplar... Kabibay
grubunun Istanbul'daki beyni, Talat Turhan'di. Madanoglu grubunun Özelligi ise,
içinde sosyalist sivillerin bulunmasiydi.
Havaci grubun basinda, o zaman kurmay
albay olan Aydin Kirisoglu vardi. Öbür üst düzey kisiler; Kurmay Albay îlyas
Albayrak, Kurmay Albay Riza Abraz, Pilot Albay Mehmet Heperler'di. Bu grubun
özelligi de, tamamiyla askerlerden olusmasi ve sivil kisilere kapali olmasiydi.
Aradan zaman geçince, havacilarla karacilar arasinda bir birlesme oldu.
Bunlar, Deniz Kuvvetlerine yanastilar. Isbirligi yaptiklari kisilerden birisi
de Amiral Bülent Tarcan'di. Bülent Tarcan bugün, gazeteci Cengiz Çandar'in
kayinpederidir. Öte yandan Madanoglu grubuyla da temas kurdular.
-Demin "Madanoglu grubu içinde sosyalist siviller vardi",
dediniz. Kimdi bu sosyalist siviller?
-Basta Madanoglu, arkadan Osman Koksal geliyordu. Siviller ise Ilhan
Selçuk, Dogan Avaoglu, Cemal Resit Eyüpoglu'ydu. Bunlar kuruculardi. Sonradan
kadro genisledi. Ilhan Selçuk Istanbul sorumlusu oldu. Bu grup, tipki Milli
Kurtulus Savasinda oldugu gibi sivil-asker birlikteligini savunuyordu.
Ankara'nin ve tüm koordinasyonun basi
Dogan Avaoglu, onun yardimcisi Ilhami Soysal'di. Altan Oymen Paris'ten
çagirildi. Bunlara, bilgisi disinda Mümtaz Soysal da eklendi. Bu sözünü ettigim
sekiz kisi, Devrim Konseyi üyeleri olacaklardi. Dogan Avaoglu, Altan Öymen'i
epeyce denedi. Öymen, ilginç bir kisidir, her seye evet der.
- Siz Celil Gürkan ekibine nasil katildiniz?
- Ben, gelismeleri yakindan izliyordum. Benimle hiç durmadan temas
ediyorlardi. Ilk temas edenler, Numan Esin grubuna giren Hava Yüksek Mühendis
Binbasi Ibrahim Keskin, öbürü de yakin arkadasim Sabahattin Sagiroglu oldu.
Numan Esin grubu, bu ikisine çengel atmis.Onlar da ikide birde Deniz
Kuvvetlerine geliyorlar, 'Seninle bir
sey konusacagiz' deyip duruyorlardi.
Sonunda konustuk. 'Kim bunlar?' diye sordugumda, "Numan Esin ve
ekibi" yanitini aldim. Numan Esin'i çok severim, ama o grupla temas
etmeyecegimi söyledim. Üstelediler.
Bir gün Avaoglu ve Koksal bana geldiler. 'Sen neden bize
katilmiyorsun?" diye sordular. O islere karismak istemedigimi anlattim.
Amaçlarinin, programlarinin ne oldugunu sordum. Avaoglu anlatti. Olacak is
degil. Osman Koksali dinlememe ise hiç gerek yok. O sirada tabii senatör
Madanoglu'yla birlikte oldugunu biliyordum.
Devrim'de, Yön'de okudugumuz seyleri söylüyorsunuz. Ben sosyalistim.
Bizim lügatta, sivil-asker ittifaki yoktur dedim.
Bu arada ben onlarla, Numan Esin'le temasimi sürdürüyorum. Avaoglu, beni
Ekrem Acuner'le tanistirdi. Ona da olmaz dedim. Ama sonunda Avcioglu'nun
teklifini kabul ettim.
- Neden?
- Çünkü eninde-sonunda girmem lazimdi. Kurtulus yoktu. Bu islere girmeyi
1970'te kabul ettim. Dolayisiyla Madanoglu grubuna girmis oldum. Daha sonra
Numan Esin'in de teklifini kabul edince, bütün gruplara girmis oluyordum.
O sirada Türkiye, çok karisik bir durumda. Bu karisikligi düzeltme
isinde, siviller maglup olacaklar. Belki silahi tutanlar düzeltebilecekler.
Orada acil görev, ezilen kitlelere yardimci olmak. Bu hareketin içine girip,
sirf askerlerden olusmasina engel olmak. Yani bir askeri harekat niteliginden,
mümkün olabildigince geri çekebilmek...
Teoride bu mümkün degildir. Fakat realite bunu gerektiriyor. Amacim, bu
gruplarin hepsine girerek, harekete en azindan sivilleri de katmak ve
sivillerin etkili olmalarini saglamakti. Zaten ilk girdigim Madanoglu grubunun
hepsi sivil.
Cumhuriyette Ali Sirmen'ler ve
baskalari, Ilhan Selçuk'un ekibinde. Devrim grubu, onlarla beraber. Siyasal
Bilgiler'de Memduh Aytür, Özer Derbil, Ayhan Çilingiroglu, Necat Erder öyle...
Atilla Karaosmanoglu uzaktan 'Peki' diyor. Bahri Savci onlarla. Hareketi
destekleyenler içinde Fakir Baykurt da var.
"Altan Öymen hareketin içinde yoktu" diyen de çikabilir. Ama
amaçlanan, o zaman Altan Öymen'i egitip, yetistirip, güven duyduktan sonra, oraya
koymakta. Bu kesin degildi. Ama o zaman düsünülen bir kisiydi.
-Tam o siralarda, Celil Gürkan liderliginde yürütülen hareket, gittikçe
güç kazaniyordu galiba...
-Evet. Biz de her yerde variz, ama hiçbir yerde yokuz. Biz dedigim, Erol
Bilbilik, Ibrahim Keskin, Sabahattin Sagiroglu... Yüzbasilarla örgütlenme
olmazdi. Havacilar, ben oldugum için uzak duruyorlardi. Ibrahim Keskin,
havacilarin içine girdi. Sabahattin Sagiroglu ise ortada duruyor. Numan Esin'le
temasta. Beni, Celil Gürkan'la çalisan havacilar kabul etmiyor. Karacilar da
ayni sekilde... Düsünceleri de bu yetenekli bir adamdir, fakat solcudur.
Kesinlikle alamayiz.
Bu durum, alti ay sürdü. Ben de huruç harekati yapip oraya girmeyi
planliyordum. Amacim, Madanoglu grubunu oraya tasimak. Bunun için havacilarin
da, sürekli Amiral Vedii Bilget'Ie temasta olduklarini biliyorum.
Ben Vedii Bilget'in emrinde çalisiyorum. Havacilar hergün karargaha
geliyorlar. Amiral Bilget'e teklifte bulunduklarini biliyorum. Karacilar da geliyor.
Bunu da, o zaman Deniz Kuvvetleri Komutani olan Orgeneral Celal
Eyiceoglu biliyor; takipte. Vedii Bilget gerçek bir sosyalist. Hareketin basina
geçsin istiyorum. Ama onunla bu isi götürmek zor, bunu da biliyorum.
Muhtemelleri gözden geçiriyorum.
Sonunda Bilget'Ie görüsmeye karar verdim.
Görüsme, Altan Öymen'in Çankaya'daki evinde olacakti.
- Orada baska kimler hazir bulunacakti?
- Dogan Avcioglu, Ilhami Soysal...O aksam Vedii Bilget damadinin
pardösüsünü giydi, basina da bir kaskettakti. Karanlikta Altan Öymen'in evinin
kapisini çaldik.Baktim gözetleniyoruz. Ama bizi tanimalari da imkansiz. Içeri
girdik. Orada Dogan Avcioglu, iki-üç saat Vedii Bilget'e olayi anlatti. Daha
sonra sözü Ilhami Soysal aldi. Altan Öymen bir sey anlatmadi, çünkü aramiza da
ha yeni katilmisti. Ertesi gün Vedii
Bilget bana, "Ben tatmin olmadim. Bunlar incir çekirdegini doldurmayan
seyler" dedi.
Ben de, "Biz herkesle temastayiz. En iyisi bize katilin. Çünkü
bunlar bir sey yapacaklar. Daha fasist, general cuntasi olacak!" diye
üsteledim. Bunun üzerine, 'Sen oldugun için, ben de giriyorum' diye kararini
açikladi. Ibrahim Keskin ve Sabahattin Sagiroglu'yla da tanisti. Biz, böylece
Madanoglu grubuna girdik. Bir gün Vedii Bilget'e, "Biz, sizin esas Celil
Gürkan grubuna girmenizi istiyoruz" dedim.
Böylece Celil Gürkanlarin ilk
toplantisinda Vedii Bilget'i "bir kisilik bir askeri grubun basi"
olarak katmayi basardik. O arada, Madanoglu grubu içindeki Yilmaz Akkiliç'la
biz, gayet iyi anlasiyoruz.
Vedii Bilget o grupta çok itibar görünce, biz ikinci asamaya geçtik,
içimizden birini gruba sokmasini istedik. Sabahattin Sagiroglu ile Ibrahim
Keskin, "Erol gitsin" dediler.
Vedii Bilget beni o gruba soktu, ama "Bilget'le birlikte degilmisim"
gibi telkin edildim. Toplantida, basta Celil Gürkan, yaninda Vedii Bilget,
Sükrü Köseoglu, bir sürü karaci, havaci kurmay albaylar... Benim kim oldugumu
sordular. Ben de "Durumumuz çok kuvvetlidir. Deniz Kuvvetlerine
hakimiz" diye anlattim. Celil Gürkan "Kimler var? Isim ver"
dedi. Ben, çok güçlü oldugumuzu yineledim.
Ayrinti vermek gerekirse Kabibay, Numan Esin, Irfan Solmazer, onlarin
Istanbul'daki beyni Talat Turhan'la hep temastaydim. Onlarin sivil kesimi,
avukat Fakih Özfakih, Hakim Albay Emir Deger, onlara yakin avukat Dogan Tanyer
var. Bunlar, görünen üst takim.
Havacilar çok güçlüydü. Aydin Kirislioglu amiral olunca, havanlarin
söylemleri degisti. Basta Celil Gürkan'in liderligini kabul ederlerken ilk kez
"Muhsin Batur'un da isin basina geçmeyi kabul ettigini" ifade eder
oldular. Bunlarin basinda da Aydin Kirisoglu vardi. Pilot Albay Ilyas Albayrak,
Pilot Albay Mehmet Heperler ve isin tuhafi, o zaman Muhsin Batur'un genel
sekreteri olan Kurmay Albay Kemal Tunusluoglu da vardi. Kemal Tunusluoglu,,
modaci Zeynep Tunuslu'nun babasi. Havacilar o zamana kadar Kemal Tunusluoglu'na
hiçbir bilgi vermiyorlardi. Nedeni ise çok Amerikanci, çok zeki ve kivrak
olusuydu. Güven duymuyorlardi.
Bir gün Aydin Kirislioglu'yla beraber
Ilyas Albayrak, Kemal Tunusluoglu da aramizda dedi. O arada anayasa taslaklari
hazirlaniyordu.
Anayasa taslaklarini Madanoglu grubu içinde hazirlamakla görevli, Cemal
Resit Eyüpoglu'ydu. O, taslaklari hazirladi. Dogan Avcioglu, gözden geçirdigini
söylüyordu. Ilhami Soysal da ayni ifadeleri kullaniyordu. Ama Dogan
Avcioglu"nun söylemine göre, bu taslaklarin hazirlanmasinda Mümtaz Soysal,
Bahri Savci, hatta Ismet Selçuk'la da temastaydilar. Bu taslak çalismasi bana
verildi. Bu çalismayi bitirebilmek için, Cemal Resit Eyüpoglu'nun Ankara'daki
dairesinde her aksam bulusuyorduk. Anayasa taslagi, Devrim Partisinin tüzügü,
devrim mahkemeleri, Hakimler ve Savalar Yüksek Kurulunun lagvedilmesi, Bakanlar
Kurulunun çalisma biçimini ele aliyorduk.öbüryanda Celil Gürkan önderliginde,
karaci, havaci, denizci grubun birlikte yaptigi çalismalar vardi. Bunun
koordinatörü Ilyas Albayrak'ti. Q, çalismalari bana veriyordu. Ben, onlara
bizim çalismalari aktarmaya çalisiyordum. Ama bu mümkün olmadi. Orasi sirf
asker, burasi ise sivil ve asker ittifakiydi.
- Peki bu gruplar bu çalismalari yaparken, MIT nerede duruyordu? Hiç
karismiyor muydu?
- MiT'in bizi izledigini biliyorduk. MÎT'te Osman Köksal'in adami olan
bir albay vardi. Koksal, bana onun adini hiç söylemedi. Ben çok hareketti
oldugum için, MITin beni izlemesi dogaldi. O albayin önlemesiyle ben bir süre
ör-
tülendirildim, rahat çalistim.
Bir de ben, her gün Dogan Avcioglu'yla bulusuyordum. Telefonla
konusurken hep kod adi kullanirdik. Onun bir kirmizi Anadolu vardi. Hep aksam
karanliginda bulusuyor, konusmalarimizi da arabada yapiyorduk. Vedii Bilget'le
birlikte olusum nedeniyle, Deniz Kuvvetleri Karargahi'nda da izleniyorduk.
Nitekim hakkimizda bir sürü MIT raporu oldugunu, daha sonraki bir tarihte Celal
Eyiceoglu bana söyledi.
Çesitli araliklarla benim üç kere tayinim çikti. Celal Eyiceoglu da
benim tayinimi çikardi. Ama üç seferinde de beni Ankara'dan ayiramadi. Yani
benim tayinlerim durduruldu. Bunun nedeni, tabii senatör olan Madanoglu ve
Köksal'in bizzat komutanliga gelerek, durdurma talebinde bulunmalaridir.
MIT baglantisini da söyle anlatmak istiyorum. 16 Mart 1971 günü, Deniz
Kuvvetleri Kurmay Baskani Koramiral Hilmi Firat odama geldi. 'Ordudan
tardedildin. Bir saat içinde Deniz Kuvvetleri Komutanligini terk edeceksin.
Hemen askeri uçaga binecek ve Iskenderun'a gideceksin. Bu, Celal Eyiceoglu'nun
emridir' dedi. Ben reddettim. Bunun üzerine Celal Eyiceoglu beni odasina
çagirtti Surada en az besalti göz dolusu, senin ve Vedii Bilget hakkinda MIT
raporu var. Üç kere tayinini çikardim; olmadi. Sen bu isten vazgeçtigini söyle.
Seni bunlarin hepsinden sileyim. Istersen bir yurtdisi göreve göndereyim. Ben
ölene kadar garanti veriyorum. Sana hiç kimse el süremez. Yeter ki, "Ben
bu isten vazgeçtim" de dedi.
Ben, "Pasam, bunu söyleyemem" deyince de kizdi. "Bindirin
uçaga gitsin" diye köpürdü. Ben, eve bile ugramadan kendimi Adana
Havaalaninda buldum. Orada beni, Amiral Bülent Tarcan karsiladi. 21 Mayis'ta da
ordudan atildim.
MIT, bir sürü olayin, içinden haberdardi. Ama müthis de dengeler
gözetiyordu. Tüm askeri gruplarin iktidari ele geçirmesi, görünür gibiydi. O
durumda MIT, ya görmezlikten geliyordu ya da Basbakani, Cumhurbaskanini, Genel
Kurmay baskanini ayrintili ya da eksik biçimde bilgilendiriyordu. Bunun mimari
da o zaman MÎT baskani olan Korgeneral Fuat Dogu'dur.
Yani, Sunay'in sag kolu olmasi, Sunay'in da tüm askeri gruplar içinden
gelmis olmasi nedeniyle, Fuat Dogu, MIT baskani kimligi yaninda, Cevdet
Sunay'in da bende-siydi. Fuat Dogu askerden yanadir; sivil iktidardan yana
degildir. Askerler, sivil iktidar arasinda kaldigi zaman, askeri iktidar
yaninda olmak zorundadir.
Bir örnek vermek gerekirse; bizim Dogan Avcioglu'yla konusmalarimizla
ilgili, haftada bir rapor düzenlendi. Bu raporlarin bir kismini gördüm. Bu
raporlar örnegin, sadece Celal Eyiceoglu'na verilir ya da okutulurdu. Ama Vedii
Bilget -solcu bir amiral olmasi nedeniyle- bazen bu amiral, amiraller
toplantisina çagirilmazdi. Ya da ilk konusmalar bittikten sonra, yansinda
çagirilirdi. Daha ilk balayi dönemlerinde Vedii Bilget, bütün toplantilara
çagirilirdi. Orada, Dogan Avcioglu'nun temaslariyla ilgili, MIT raporlari
okundu.
Ayni konu Genel Kurmay Baskani'na (Orgeneral Memduh Tagmaç) degisik bir
biçimde, feci bilgilerle aktarildi. Bazen de çok yalan bilgiler köske iletildi.
Yani 12 Mart MIT'I, Fuat Dogu'nun MIT'I bir ihanet MiT'idir. Basbakan
olmasina ragmen Süleyman Demirel'i, bir askeri harekatin varligindan haberdar
etmemek için, elinden geleni yapmistir. Bu arada da, bir askeri harekatin
basarili olmasi için, Genel Kurma/a ya da Cumhurbaskanligina ve kuvvet
komutanliklarina ayri ayri raporlar vermistir.
-Ismail Cem'in yazdigi 12 Mart kitabinda Ihsan Sabri Çaglayangil'in bazi
açiklamalari var: "ABD, Türkiye nin bütün içislerini bilir. Benim de
altimi oymustur", der. ABD'nin 12 Mart'taki rolü neydi?
- ABD hem asker, hem sivil tüm gruplari önce dikkatle izledi. Numan
Esin-Kabibay grubuna yakin Coskun Bölükbasioglu adli bir isadami vardi. Coskun
Bölükbasioglu'nun Ankara'da, Hülya Restoranin arkasinda bir sark dairesi vardi.
Bir toplanti yapilacagini ögrenince, buranin anahtarini Altan Öymen'e vermis. O
toplantida Dogan Avcioglu, VediI Bilget, Cemal Resit Eyüpoglu, ben, bazi havacilar
var.
Ben, çok deneyimli oldugum için, yolun bir pareleline geçtim. ABD
Büyükelçiligi mali görünen CIA'nin (ABD Merkezi Haber Alma Örgütü) beyaz,
station vagon bir arabasi var. Bir km2 alandaki tüm konusmalari, bu arabadan
gayet net alabiliyorlar. Ben içeri girdim. Disarida CIA arabasinin oldugunu
söylesem, is daha kötü olacak. Hiçbir sey yokmus gibi davrandim. Ama 15-20
dakika sonra kapinin zili üç kere çaldi. Herkesin, beti benzi atti. Ben,
"çikalim" dedim, çiktik. Belli ki MIT, CIA 'ya karsi bizi uyarmisti.
Çünkü MiT'in içinde de, bize yakin kisiler vardi.
.
Biraz önce askeri planlar yaptigimizdan söz etmistim. Bu konuda iki
önemli toplanti oldu. Ilkine Korgeneral Atif Erçikan da geldi. Ankara"
daki kritik noktalarin ele geçirilmesi planlarini yapiyoruz. O sirada Genel
Kurmay Plan ve Prensipler Dairesi Baskani.
Ben, Celil Gürkan'i, Vedii Bilget'i,
Sükrü Köseoglu'nu, hepsini büyük bir toplantida ikaz etmis; "Korgeneral
Erçikan'i isin içine katmayin. CIA ajani gibi bir adamdir. Oportünisttir,
güvenilmez. Bizi ihbar eder. 22 Subat'ta, 20 Mayis'ta ikili oynamistir. Benim
bilgilerime göre babasi da, Atatürk'e muhalefetten, Gerede Daglarina çikmis bir
Atatürk düsmanidir" dedim. Bu sözler Celil Gürkan'in kitabinda var.
Bunun üzerine Celil Gürkan: "Biz ona bilgileri verdik. O, bizim
basimiz oldu" dedi.
O toplantida, Atif Erçikan'in yaninda
her sey konusuldu. Ikinci toplanti, ilyas Albayrak'in Bahçelievler'deki evinde
oldu. Atif Erçikan yine var. Toplanti bittikten sonra, Ilyas Albayrak'la Tank
Binbasi Yilmaz Akkiliç, 'Bunu nasil yaparsiniz?1 diye sordular. Sert bir
tartisma geçti. Yani MITin, CIA'nin, Sovyet Haber Alma Örgütü'nün yani sira bir
de bizim içimizden, bizlere ihbar edenler vardi.
Celal Eyiceoglu, 16 Mart günü benden, bu isten vazgeçmemi isteyip de,
ben reddedince bana, 'Aptal herifler. Bütün toplantilarinizi biliyoruz. Içinize
Atif Erçikan'i soktuk. Toplantilardan sonra bize, Çankaya'ya bütün bilgileri
teyple getiriyordu' dedi.
Olaylar gelisirken Muhsin Batur ve Faruk Gürler'in bizi oyaladiklari
anlasilmaya basladi. Bunun altinda yatan da, ikisinin de bir is yapacaklar
güçte olmadiklarini bilmeleriydi. Celil Gürkan da o hareketi tek basina
götüremeyecegini bildigi için, isi Atif Erçikan'a havale etti. Atif Erçikan da
içimize girince, hareketi bitirdi. Faruk Gürler de gitti; çünkü Erçikan,
Tagmaç'in, köskün ve Celal Eyiceoglu'nun casusuydu.
Tepede iki grup vardi. Birincisi Tagmaç, Sunay ve Eyiceoglu, yüzde yüz
emperyalizme bagliydi. Ikinci grup da Muhsin Batur ve Faruk Gürler. Onlar biraz
daha liberaldiler. Güç dengesi emperyalizme bagli Amerikancilara geçince, Batur
ve Gürler ezilmekten korktular. îkili oynadilar. Ve sonunda da bizim hareketi
çökerttiler.
- Tarih kaç o zaman?
- Tam çökertme, 1971'in Subat basinda oldu. Atif Erçikan yeni
Amerika'dan dönmüstü. Iste, o zaman is bitti.
Biz
"Bu isten çikalim" dedik. Ama seslendirince karaci,
havaci ve denizciler, "Sizi vururuz" dediler. Baktik çikmakla da, kalmakla da
kurtulus yok. Sonucu bilerek kaldik.
O sirada Ekrem Acuner, bizimle görüsmek istedi. Dogan Avaoglu, ben ve
Acuner görüsüyoruz. Bulundugumuz yerin yolunu da Hasan Cemal temizliyor
(gözcülük ediyor). Herhangi bir sey olursa, biz oradan kaçacagiz.
Bir aralik süphelendim. Içeri girdim ki MIT'le iliskili, 22 Subatçi
Ilhan Bas kapidan bizi dinliyor. Hemen disari çiktik. Bir arastirdik ki Acuner
hareketi çökertmis. Genel Kurmay adamlarini toz duman etmis.
Her neyse, biz çalismalarimizi sürdürdük ve 9 Mart 1971 günü saat
17.00'de isi bitirmek karan aldik. Her sey hazirdi, elimizdeki güçle 10 tane
ihtilal yapilabilirdi. 9 Mart günü 15.30-16.00 civarinda. Dogan Avcioglu'yla,
Istatistik Enstitüsü önünde bulustuk. Bana, "Ne düsünüyorsun?" diye
sorunca, "Mahvolacagiz!" cevabini verdim. "Ben de öyle
düsünüyorum" dedi.
Deniz Kuvvetleri'ne geldim. Hava Kuvvetleri'nde 17.00'de toplanti olacak
ve orada alinacak kararla harekat
baslayacak. 192 kisi toplatacagiz.
Bunlarin içinde bakanlar, müstesarlar, generaller, amiraller var. Bunlardan ben
sorumluyum. 17.00'de Muhsin Batur'un odasinda Faruk Gürler, Muhsin Batur, bizim
gruptan Celil Gürkan, Mehmet Ali Aker, Tümgeneral Sükrü Köseoglu, Hava
Korgeneral Ahmet Dural, Tümgeneral Hulusi Kaymakli, Tuggeneral Ömer Çokgör toplandilar.
Faruk Gürler, "Bu isi yapacagiz, ama hele bir yarin olsun. Yüksek Komuta
Konseyi ni toplayayim" dedi. Ama öyle bir konsey yok.
Ama 10 Mart günü Muhsin Batur ve Faruk Gürler hareketi sattilar ve
Amerikana cuntaya güç verdiler. Onlarla beraber oldular, bizi ezdiler, yok
ettiler, 12 Mart, 9 Mart'in üstüne gelmis ve yenmistir.
- Birde Kasim 1971'de uygulamaya konulamayan bir
plan oldugunu duymustum.
- Kasim 1971'de, Muhsin Batur'un "Karar verip uygulayin"
dedigi bir hareket var. Gediz deprem evleri bitmis,
bunlarin tapularini vermek için üç
uçakla Cumhurbaskani (Cevdet Sunay), Genel Kurmay Baskani (Memduh Tagmaç).
Basbakan (Süleyman Demirel) kuvvet komutanlari
ve bakanlar oraya gidecek. Batur, "Bunlari uçaklardan
Marmara'ya atacagiz" diyor.
Bu haberi bana telefonla Kurmay Albay îlyas Albayrak verdi. Muhsin Batur
ve Faruk Gürler kendilerini kurtaracak donanimla uçaga binecekler, öbürleri
denizin dibini boylayacak. Biraz sonra yine Albayrak telefon etti. Erol, ihbar
edilmisiz dedi. Bir havaci kurmay albay, Amerikan Büyükelçisine bu konuda bilgi
vermis, meger. Ama bu albayin kimligini çok ugrasmamiza ragmen tespit edemedik.
- Bu askeri gruplar içinde
çok ilginç kisiler oldugu söyleniyor. Bunlar kimlerdir?
Bence en ilginci Orhan Kabibay'dir.
1960 ihtilalinden sonra Istanbul Sanayi Odasi Baskani Osman Nuri Köni'nin
kiziyla evlendi ve Milli Birlik Komitesi içinde bazi çok gizli bilgileri, çok
yüksek derecede mason olan KÖni'nin ISO'ya verdigi kuvvetle söylenir. Kabibay,
Numan Esin, Solmazer, Talat Turhan grubu içinde bas kabul edilen kisidir. 13
Kasim cuntasindan olup yurt disina gittikten sonra dönünce Inönü'nün CHP'sinde
milletvekilligi yaparak CHP içinde cuntalar kurmustur. Buna Turhan
Feyzioglu'nu, Ekrem Paksüt, Sezai Orkunt'u da katmistir. Solmazer'i müthis
kullanmistir. Fakat Solmazer de, en az Kabibay kadar bilmecedir. 1973
Haziraninda bizler Erenköy'deki köske, kontrgerilla tarafindan alinmamiza,
Kabibay'in fevkalade bilgilere sahip olmasina, ragmen Kabibay, ifadesi alinmadan
saliverilmistir.
Her isin içinde, her olayin yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey
gelmemistir. Bir gün Kabibay'in evinde toplandik. Hidayet Ilgar, Talat Turhan,
Irfan Solmazer ve daha bir çok kisi vardi. Bir aralik Irfan Solmazer bana, 'Erol,
sen denizcileri ihmal etmissin' dedi.
"Kimi ihmal etmisim?" diye sordugumda, "Sarp Kuray'i,
Deniz Gezmis'i ihmal etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da,
Ankara'da onlara misir patlatir gibi bomba patlattiriyorum" dedi.
Ben sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'in da yüz ifadesinden çok
sasirdigini anladim. "Baska ne yapiyorsunuz?" diye sordum. Yaniti su
oldu: "Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i filan oturtuyorum. Demokratik bir
tartismayla eylem karan aliyoruz. Amerikan Büyükelçiliginin ön kapisinin
kursunla taranmasina, demokratik olarak karar veriyoruz. Bu demokratik
tartismada ben lider oluyorum, emri ben veriyorum. Deniz Gezmis, ABD
Büyükelçiligini tara ve yok ol diyorum. Sarp Kuray'a "Git surayi
bombala" emrini veriyorum."
Bu islerden Kabibay'in mutlak
bilgisi vardi. Dolayisiyla Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i, herkesi kullandilar.
Irfan Solmazer, 12 Mart'a 24 saat kala Almanya'ya uçuruldu, orada kaldi,
milyarder isadami olarak geri döndü. TIR filolari sahibi oldu, kilina dokunulmadi.
Bugün büyük isadami olarak Mersin'de yasiyor.
Size daha garip bir sey anlatayim. Orhan Kabibay, Kenan Evren cuntasina
da yardima olmustur. Kenan Evren, danisma meclisi olusturacagi zaman en az 30
meclis üyesi adini, Kabibay'dan istemistir. Kabibay'da bu isi, eski CHP
milletvekili Sükrü Koç'a havale etmistir. Kabibay, Koç'un hazirladigi listeyi
Evren'e sunmustur. Yillarca CHP milletvekilligi yapmis olan Sükrü Koç da eski
MIT'çidir.
Bunlari anlatmaktaki amacim su: Saniyorum artik Türkiye'de böyle
hareketler olmayacaktir. Ama sadece askerler arasinda degil, sivil toplum
Örgütleri içinde de bu tür hain ve oportünist kisilerle herkes karsilasabilir.
Bunlar, bir anlamda Deniz Gezmis,
Mahir Cayan, Ertugrul Kürkçü ve digerlerini kullanmislardir
UGUR MUMCU'DAN, "AJANLARIN"
LÎSTESÎ
Arastirmaci gazeteciligin Türkiye'deki temsilcisi Mumcu'nun, 12 Mart'i
yargilayan belgesel yazilarini okuyanlar, o dönemin hazirlanisindaki ajan
provakatörlerin nasil çalistiklarini göreceklerdir. Mumcu yazilarinda bu
ajanlarin, hükümet tarafindan görevlendirdiklerini belgeler. Ilk bakista dogru
bir saptama ama, MIT/ GIA ve ayrica CIA/ Kontrgerilla üçlüsü açisindan
bakildiginda, sanirim çogu kez hükümetin de disinda bir oyun oynandigi kabul
edilecektir. Ne yazik ki, TBMM Arastirma Raporunda da belirtildigi gibi,
Türkiye, bu üçlünün kusatilmisligi altindadir. Hem de ta 1950'lerden beri...
Simdi Ugur Mumcu'nun ajan provakatörlerle (kiskirtici ajanlarla) ilgili
yazilarindan, kimi belgeler sunalim: Mumcu 'Suçlular ve Güçlüler'de bu konuya
bir bölüm ayirmis. 'Belgeden Bilgiye' baslikli bölümün ilk yazisinda, MIT
Yasasi, Polis Vazife ve Selahiyet Yasasi'ndaki ilgili maddelere dayanarak,
devletin tahrikçi ajan kullanamayacagini, sonra da bu yasal yasagin, nasil
çignedigini, belgelerle açiklar.
Bir Ugur Sani vardir, Hukuk Fakültesi ögrencisi. Arkadaslariyla birlikte
Çetin Altan'in bir yazisini dagitmaktan yargilanir ve arkadaslari mahkûm
edilirken o beraat eder. Ugur Mumcu arastirir ve beraat nedenini bulur. Ankara
Birinci Agir Ceza Mahkemesi'nin 1969/134 Esas ve 1973/ 220 sayili kararina
göre:
...Sanik Ugur Sani'nin suç konusu bildiriyi dagitandir, suç faallerini
kesin deliller ortaya çikarmak amaciyla emniyetçe verilen görevi icabi
katildigi yolundaki savunmasi Emniyet Genel Müdürlügünün ...tarih ve ... sayili
yazi
lariyla dogrulandigindan... sanigin
müsnet suçtan beraatine... karar verilmistir.
... Eyüp Temeltas MÎT'in görevlendirdigi bir ajandir. ODTÜ ögrencisidir.
Dev- Genç davasina MiT'ten gelen bîr belgeye göre, arkadaslariyla eylemlerde
bulunan Temeltas, olaylara görevli olarak katilmistir. Zamanin MIT Baskani
Korg. Nurettin Ersin, 1 Eylül 1971 tarihli bir yaziyla, Ankara Sikiyönetim
Komutanligi'na, Temeltas'in görevli oldugunu bildirir ve Temeltas'in desifre
edilmeden, takibat disi birakilmasini ister. MIT ve mahkeme iliskisini yansitan
bu belge, hukukun nasil kullanildiginin da kanitidir.
ODTÜ ögrencilerinden Mahmut Erdogan da Emniyet Genel Müdürü Sedat
Kitetepe'nin 16.6.1971 günlü yazisindaki açiklamaya göre: 29 Mayis 1970'de
angajesi yapilmis olup, 5 Mart 1971 günü ODTÜ'deki olaylara görevli olarak
katilmistir.
Bir baskasi, Erdal Gökyüzü... Ankara Dil-Tarih ve Cografya Fakültesi
ögrencisidir. Hukuk Fakültesinde de kaydi vardir. Gençlik olaylarinin
içindedir. Polis olarak olaylara katilir. Bir gösteri yürüyüsü nedeniyle açilan
davada hüküm giyer. Ondan sonra söyler polis oldugunu.
Peki ne olur mahkumiyet hükmü? Ugur, bu konuyu açmamis. Yalniz sonradan
Gökyüzü'yle karsilasir, selamini almaz. Gökyüzü'nün yüzü tutar ki, sorar
Mumcu'ya: "Hocam selamimi neden almadin, üzüldüm" der. Ugur Mumcu'nun
"Ben de senin özel görevli olusuna üzüldüm, AP'ye neden hizmet
ettin?" yanitina karsi; "Ben bunu görev olarak yaptim. Zararli
eylemleri ortaya çikarmak için... Görev bildim bunu." yanitini verir.
Ve Mahir Kaynak; kendisinin de çekinmeden açikladigi bir ajan, görevli.
Simdilerde zaman zaman uzman olarak görüsüne basvurulan bir eski ajan, o da
görev olarak yapmis. Hem de bir 27 Mayis'çi pasayi, kurmay albaylari, ünlü
yazarlari yönlendirmis. Kendisini Marksist-Leninist bir devrimci gibi göstermek
için, Romanya'da, Komintern'in gençlik toplantisinda yaptigi konusmayla da
ünlüdür.
Bu listede ne profesörler, ne avukatlar vardir daha... Ugur Mumcu'nun
bir çalismasi da, 12 Mart'i yargilayan öteki yapitlari gibi, kimlerin ne gibi
roller aldigini tarihe tasiyan belgedir. Ders ve ibret alacaklar için de basucu
kitabidir.
Görülüyor ki, eger ulusal bilinçten
yoksunsaniz, eger Cumhuriyet'in temel ilkelerinden ayrilmissaniz, eger
emperyalizmin propagandasini yapmak gibi bir ayibin içerisindeyseniz; ister
pasa olun, ister profesör ya da politikaci, bilinçsizligin kurbani olarak
emperyalizmin elinde oyuncak olmaktan kurtulamazsiniz.
Su gerçegi usumuzda tutalim. Emperyalizmin bu oyunu, Türkiye'yi önce 12
Eylül'e ve oradan da bugünlerin çikmazina sürüklemek için oynamistir. Gelecegin
neler getirecegini ya da bu çikmazdan kurtulmanin yol ve yönteminin bu gerçegi
göz önüne alarak düsünelim ve arayalim!...
Dipnotlar;
298: Bu kisimdaki aktarmalar, Ugur Mumcu'nun "Çikmaz Sokak"
adli yapitinin 32-112 sayfalari arasindan alinmistir.
Bu çalismanin tamamlanmasindan sonra, kimi konular üzerinde görüsünü
aldigim Vahap Erdogdu'nun iki anisini izniyle aktariyorum:
12 Marttan birkaç gün önce, bir gece esimle tiyatroya giderken, evimden
biraz ötede bir taksi içinde 4- 5 adam gördüm. Taksi durdu, içerden biri basini
uzatti, Sarp Kuray'di bu. Bana Deniz'ler burada bir evdelermis, biliyor musun?
diye sordu. Taksiyi kullanani tanir gibi oldum. Evet, tanidikti ve Polis
Süleyman diye bildigimiz birisiydi. Sarp'a isaretle polis oldugunu anlatmaya
çalistim, olmadi. O habire soruyordu, hem de yüksek sesle, sonunda gitti. O
siralarda Deniz, kaçirdigi Amerikalilarla o sokaktaki Amaç apartmaninin zemin
katindaymis. Bunu,sunun için anlatiyorum; devrimci hareketin içinde ajanlar
cirit atiyormus demek ki:
BIR BASKA ANI
Ben 12 Mart'tan sonra, bir süre kaçtim, Denizlerin infazi yapilacagi gün
MIT'e alindim. Orada daha önce, Türk Solu dergisi çikarirken, büroya, bizimle
çalisma istegiyle gelen bir adamla karsilastim. 45 gün kaldigim için, bu adamla
rahatça konusacak kosullar gelisti. Ona kendisini tanidigimi, bizimle çalismak
için geldigini söyledigimde dogruladi. Bu konusmalar bir gün içimizdeki
ajanlara geldi Ona sunu sordum; Ben Malatya'da kaçakken, Mahirlerin Ankara'da
hangi evde kaldiklarim biliyordum. Siz bilmiyor muydunuz, neden yakalamadiniz?
Yaniti ilginçti, elbet biliyorduk ama yakalamaya kalksaydik, çok kan akardi;
sonra onlari izleyerek iliskilerini çözdük ve çok adam yakaladik, dedi. Bu
görevlinin adi Erdal Ümit'tir. (Mahirler'in Kizildere'de imha edilmeleri de, bu
politika açisindan degerlendirilmelidir- E.D)
299 A. Ilhan, Batinin Deli
Gömlegi, Karacan Yay. s. 67.
300 Atilla Ilhan, a.g.y s. 76 .
301. U. Mumcu, Suçlar ve Güçler'de Kabibayla ilgili su notu düser.
Mumcu'nun, 12 Mart'ta Erim'in basin danismanligini yapan Kurtul Altug'un
anilarindan aktardigina göre; 12 Mart öncesi Orhan Kabibay'in evinde
toplantilar yapilmis!. Bu toplantilarda, 12 Mart'in Basbakani Nihat Erim,
Basbakan Yardimcisi Sadi Koças, Adalet Bakam Ismail Arar da bulunmus (4.Bastm
sayfa 227) Kurtul Altug'un da bu evin konuklarindan oldugu anlasiliyor. Kabibay
öte yandan 16 Mart'ta Silahli Kuvvetlerden tasfiye edenlerden de ayri bir ekip
içinde bulundugum için, onun ikili oynadigindan ancak son anda kuskulanmistik.
Kabibay'in 3 Mart gecesi Fakih Özfakih'in evinde, kendisinin israrlariyla
yapilan ve Atif Erçikan'a "Ordudaki solcu subaylarin" dökümünü veren
toplantidan sonra, ikili Iliskileri gündeme gelmisti. Bu olgu da, komutanlarin
bir tasfiye amaciyla,genç kesimle devrimcilik oynadiklarim göstermektedir.
Kabibay'in bu oyunun iki sahnesinde de rolü varmis demek ki!
KAYNAKLAR:
Harun Karadeniz. Olayli Yillar ve
Gençlik, May Yayinlari, 1975,5.249.
-Suçlular ve Güçlüler, Ugur
Mumcu, s.192-194.
Bissel "Raporundan alintilar yapmistik.
Kaynak ve benzerlerinin nasil görevlendirdiklerini raporun bir tarafindan
ögrenelim .. iç kuvvet dengesine müdahale etmenin (A. Ilhan 'a göre iktidari
degistirmenin) amaci, gizli operasyonlar yoluyla daha etkili, daha kudretli ve
belki de daha akilli müttefikler edinmektir. Genellikle bu yöresel müttefikler
yardimin geldigi kaynagi belirler ama ne onlar, ne de Birlesik Amerika bunu
kamu oyuna açiklayamaz. Gizli propaganda ve belirli ekonomik faaliyetlerde
kullanacak ajanlar, parali görevliler olabilir. Ama daha büyük ve Önemli
müdahaleler için müttefiklerimiz, kendi ideoloji ve amaçlarina bagli
olmalidirlar... Bir baska belgeyi de animsayalim, Fehmi Koru ne diyordu:
Amerika, ilgi alanina giren ülkelerdeki gelismeleri çok yakindan izliyor.
Hiçbir seyi tesadüfe birakmamaya gayret ediyor... Bunu yalniz resmi ajan olan
diplomatlari araciyla degil, o ülkeleri yakindan taniyan, hatta onlardan olan
bir uzmanlar ordusunu besleyerek, neler olup bittigini örenmeye çalisiyor...
Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'deki Islamci Akimlar. Beyan Yayinlari, F.
Koru'nun takdim baslikli yazisindan... Bu sözleri de bellegimize yerlestirelim.
306. Çalismanin son düzeltimi sirasinda Mahir Kaynak, Yeni Yüzyil
gazetesinde yayinlanan anilarindan aktaracagim su bölüm dikkatle ve Bisse'in
önerileri ve Fehmi Koru'nun gözlemleri gözönüne alinarak degerlendirilmelidir.
1967'de bir profesörün tesviki ile Fulbriyte Bursuna basvurdum. Talebin kabul
edildigini bildirdiler. Objektif olarak bu bursu alabilecek konumda oldugumu
bilmeme ragmen, istihbarat görevimin bunu kolaylastirilmis olabilecegi
süphesini hep tasidim. ABD'nin ya
da baska herhangi bir ilkenin verdigi
burslarin sirf az gelismis dedikleri ülkelerin insanlarini yetistirmek amacina
yönelik olmadigim, bunu siyasi bir boyutu olmasi gerektigini düsünüyorum.
Teskilatin tavrim Ögrenmek istedim. Acaba böyle bîr seyahat görevimi olumsuz
etkiler miydi? Cevap 'hayir'di orada bir teklife karsilasirsam ne yapmaliydim?
Cevap 'uygun olani' ya 'bizim için fark etmez oldu!
MAHIR BIR KAYNAK
Vatan kurtarmak kolay bir is degildir.
Her önüne gelen vatan kurtaramaz... Vatan kurtarmak için belirli kosullar
vardir. Bu kosullara sahip olmayan kimse, vatan kurtaramaz. Vatanimiz, son 20-
30 yildir, en az yirmi 25-30 kere kurtarilmistir. Vatan kurtaranlar genellikle
ikiye ayrilirlar. l)Herkesin gözü önünde vatan kurtaranlar. 2) Perde
arkalarindan vatan kurtaranlar.
Herkesin gözü Önünde vatan kurtaranlar sinifina, Süleyman Demirel,
Turhan Feyzioglu, Faik Türün, Ali Elverdi, Orhan Kabibay, Fethi Çelikbas gibi
büyükler girer.
Perde arkasindan vatan kurtaranlarin
basinda yer alan bu kahramanimiz, 12 Mart olayi dolayisiyla adi ortaliga
dökülen emekli üstegmen, müstafi ögretim üyesi, MIT görevlisi Mahir Kaynak'tir.
ORDUDAN ATILIYOR
Mahir Kaynak, Kilis dogumludur. 1934
yilinda dogan Mahir Kaynak, 1953 yilinda Kara Harp Okulunu besincilikle
bitirmistir. Harp Okulunu böyle bir parlak derece ile bitiren Kaynak'in Silahli
Kuvvetler'de basaridan basariya kosmasi beklenirken, aaaa! bir de ne görüyoruz.
Kaynak, 1956 yilinin Aralik ayinda ordudan çikartiliyor.
Bu konuda çesitti yorumlar yapilmis ve Mahir'in Silahli Kuvvetler'den
neden çikartildigi arastirilmistir.
Bir yoruma göre Mahir, o tarihlerde MÎT'e girmis ve kendisine ordudan
ihraç edildigi süsü vermistir. Bir baska söylentiye göre de Mahir'in adi, bir
Kürtçülük davasina karismis, bu davadan kurtulurken MÎT'e kaydini yaptirmisti.
Daha baska söylentiler varsa da, o kadarini yazmak istemiyoruz, üstümüze pek
varmayin...
DERIN
DEVLETIN SOLCULARI SOLCULUGA BASLIYOR
Belli ki,
MIT büyükleri. Mahir Kaynak'in kisiliginde Mahir bir kaynak
bulmuslardir. Mahir'in ordudan atilmasinin temel nedeni, Mahir'in bu üstün
yetenekleridir.
Kaynak, ordudan atilinca hemen Istanbul Iktisat Fakültesi'ne kaydoldu.
Bir yandan da bazi basin kuruluslarinin kapisini asindiran Kaynak, sosyalizme
olan asin tutkusu nedeniyle dikkati çekti. Iktisat Fakültesi'ni basariyla
bitiren Kaynak, ayni fakültede, ilerici! ögretim üyelerinin yaninda asistanlik
yapmayi çok istiyordu. Kaynak, girdigi sinavlari basariyla vererek, idris
Küçükömer ve Sencer Divitçioglu'nun kürsülerine asistan oldu.
Bu ünlü kiskirtici ajanimizin akademik hayati, çok sessiz sedasiz
yürüyordu. Kaynak, bu sessiz sedasiz günlerde, Idris Küçükömer ve Sencer
Divitçioglu'nun siyasal temaslarini ve görüslerini günü gününe MIT
yetkililerine bildirmeyi görev bilmekteydi. Sonradan Mahir Kaynak'a 'Nasil oldu
da çok sevdigini söyledigi Küçükömer ve Divitçioglu'nu ihbar ettin?' yolundaki
soruyu 'Onlar, Asya tipi üretim tarzini inceliyorlardi. Bu incelemenin,
devletiyle, milletiyle bölünmezlik ilkesine aykiri bir taran yoktu. Çünkü
Osmanli toplumu esas alinmisti. Onlar hakkindaki ihbarlarim ciddi degildi'
seklinde yanitlamisti.
GÖREVIMIZ TEHLIKE
Mahir Kaynak'in temel görevi,
ihtilalci akimlari MIT Müstesarligina bildirmekti. Kimler ihtilalci olabilirdi?
Bunu belirleyip, saptamak görevi dogrudan dogruya, Mahir Kaynak'a birakilmisti.
Kaynak ise, ögrencilerin arasina sizarak basladi. Akademik kariyerde
doçentlik asamasinin kapisina kadar dayanan Kaynak, doçentlik tezi yazacagina,
bütün zamanini ögrenciler arasinda geçirirdi. Ögrencilerle sosyalizm üzerine
tartisan Kaynak, burjuva düzeninin ancak ve ancak silah kullanarak devrilecegini
söyler ve "gerilla savasi sarttir" derdi.
Ögrencilere "teoriyi yeniden kesfetmeyin. Iste proleter-ya, iste
burjuvazi... Siz gerilla yöntemleri ögrenin" yolunda Ögütler veren Kaynak,
bu yolda örgütler olusturulmasini salik vermekteydi.
NATO'DAN ÇIKALIM YOLDASLAR
Devrimci derneklerce de taninip, sevilen Kaynak, Türkiye Milli Gençlik
Teskilati temsilcisi olarak 15- 20 Haziran 1969 tarihleri arasinda Romanya'nin
baskenti Bükres'te düzenlenen toplantida, dünyanin dört bir yanindan gelen komünist
gençlik örgütleri toplantisinda konusmasina su cümlelerle basliyordu.
"Yoldaslar... Böyle bir seminerde dikkatleri, askeri bir ittifak
sonucu olarak ciddi tehlikelere maruz kalan bir ülke üzerine çekmek isterim.
Hepinizin bildigi gibi Türkiye, NATO adli saldirgan bir ittifakin boyundurugu
altindadir. Ve bilindigi üzere NATO, ABD'nin iktisadi ve askeri sömürüsü
üzerine insa edilmistir. Türkiye'nin komsu devletlerle, ayricalik ifade
edebilecek bir sorunu yoktur. Her seye ragmen, Amerika'nin yönetimi altinda
bütçemizin üçte birini, askeri masraflar için ayirma zorunlulugunda kaldik.
Hükümetinizin onayi ile 32 bin kilometre alani Amerikalilara verdik. Bu
Amerikan üslerine, Türk Genel Kurmay Baskani bile giremez."
Mahir Kaynak, ayni konusmasinda Sovyetler'in
Çekoslavakya'yi da isgalini hakli buluyor ve komünist ülke gençleri arasindaki
dayanismanin, Türkiye'yi de içine almasini Öneriyordu.
DERNEK KURUYOR
Mahir Kaynak, 1968 yilinda, devrimci gençligi etkisi altina alan
"demokratik devrim" tezi görüslerinin, bas savunucularindan biriydi.
Kaynak, sadece bu görüsleri savunmakla yetinmedi, bu adla bir de dernek
kurulmasina çalisti ve sonunda dernegi kurdurttu. Demokratik Devrim Demegi'nin
Istanbul ilindeki kurulus çalismalarim yürüten Kaynak, dernegin kayit
defterlerini de elinde tutuyordu. Bütün üyelerinin adlarini, sanlarini ev ve is
adreslerini de böylece ele geçiren Kaynak, tabii hemen, bu belgeleri MÎT
Istanbul Bölge Sefine aktarmisti bile... Bir süre sonra Demokratik Devrim
Dernegi, Içisleri Bakanligi tarafindan kapatilmis ve Kaynak'a göre ihtilalci
çekirdek saptanmisti. Demokratik Devrim Dernegi kapatildiktan sonra Mahir
Kaynak'i, Issizlik ve Pahalilikla Mücadele Dernegi'nde görüyoruz. Bu dernekler
araciligi ile Mihri Belli ve Dr. Hikmet Kivilcimli'yla da dostluk iliskileri
kuran Kaynak, Halkevlerine kanca atmak istiyordu. Kaynak bunlarla da
yetinmemis, devrimci ögretmenlerin olusturdugu TÖS seminerlerinin, vazgeçilmez
konusmacilarindan biri olmustu.
AMERIKA'DAKI EGITIM
Mahir Kaynak, doktorasini yaptiktan bir süre sonra Birlesik Amerika'ya
gitti. Birlesik Amerika'ya giden her yurttas, gelismis hünerler edinerek yurda
döner. Dr. Mahir Kaynak da öyle yapti. VVashington'da, Uluslararasi Polis
Akademisi'nde, istihbarat kurslari gören Mahir bey kardesimiz, yaldizli bir
sertifika ile yurda dönünce, kendisine büyük kapilar sirak! diye açiliyordu.
Ilk amaci; komünist ihtilali önlemek, ikinci amaci; doçent olmak, üçüncü
amaci da; MiT'teki yerini iyice saglamlastirmakti. Raporlarinda 'Üniversiteli'
imzasini kullanan Kaynak, 12 Mart öncesinde önemli bir görev üstlenmisti:
Emekli Korgeneral Cemal Madanoglu'nun çevresini izlemek ve bu grubu
tutuklatmak...
MIT DOSYASINDAKI: M- 3445
"Üniversiteli" imzasiyla rapor yazan Mahir Kaynak'in MIT
çevresindeki adi, "3445" olarak bilinirdi. M- 3445, Madanoglu'nun
pesine düstü ve agini kurdu. Önce devrimci yazarlarla dost olacak, bu dostlugu
pekistirecek, sonra Cemal Madanoglu ile bu yazarlar arasinda bir siyasal örgüt
yaratacak. Daha sonra da General Madanoglu'nu, gerek Dr. Hikmet Kivilcimli,
gerekse Mihri Belli ile tanistiracakti.
Kaynak, sik sik seminerlerine katildigi TÖS Istanbul Subesi'nde yapilan
bir toplantiya Madanoglu ile birlikte gitmisti. Madanoglu, TÖS tarafindan yapilan
konusmalari pek begenmemis ve toplantiya, kanlan solculardan "asgari
müstereklerde birlesilmesini" istemisti. Madanoglu'nun bu "asgari
müsterekler" sözü, sonradan Kaynak tarafindan MIT'e "askeri
müsterekler" seklinde yansitilmistir.
EN BÜYÜK BASARISI
Madanoglu'nu adim adim izleyen Mahir Kaynak'in en büyük basarisi,
Madanoglu ile Dr. Hikmet Kivilcimli'yi tanistirmis olmasidir. TÖS toplantisini,
asgari müstereklerde birlesin diye kisa bir konusma yapip, terkeden Madanoglu,
Kaynak'in 'aman, ayip oldu pasam' seklindeki elestirisiyle karsilasmisti,
Madanoglu bu toplantiya Mahir Kaynak ve Prof. Ismet Sungurbey'le beraber
gitmisti. Kaynak, 'Pasam, toplantiyi yanda kesip gittiginiz için Sungurbey
alindi' demis ve pasadan, Sungurbey'in gönlünü almasini istemisti.
Gönül alma islemi, Madanoglu'nun Kizil toprak'daki evinde verecegi bir
yemekle olacakti. Yemege Sungurbey, Dr. Hikmet Kivilcimli ve Mahir Kaynak,
beraber gelmislerdi. Geç saatlere kadar oturuldu, konusuldu. Rakilar içildi.
Mahir Kaynak, bu konusmalari,
ceketinin cebindeki dolma kalem teyp ile banta aliyordu.
Bant, hemen MIT tarafindan desifre edildi. Desifre edilen bantta çatal,
biçak sesleri, kahkahalar ve Dr. Mahir Kaynak'in "Ya! öyle mi, himm, siz
buyurun pasam, zahmet etmeyin" gibi sözlerinden baska hiçbir sey
çikmamisti, su aksilige bakin siz...
12 MART GELIYOR
12 Mart nasil gelmistir? Bazi görüslere göre "Hist hist
geliyor" diyerek, bazilarina göre, "Rap, rap, rap, rap" diye,
son yorumlara göre de "Yas mi da kuru mu, Sengül hamami" diyerek
gelmistir.
12 Mart'in en büyük davalarindan biri, "Madanoglu Davasi"
olarak bilinir, Iste bu Madanoglu davasi, yukaridan beri anlatmaya çalistigimiz
(nasil anlatabildik mi?) Dr. Mahir Kaynak tarafindan olusturulmustur.
Küçüklügünden beri senaryo yazmaya pek merakli olan Mahir Kaynak'in en
basarili senaryosu, Madanoglu davasi dolayisiyla ortaya çikmistir.
Mahir Kaynak tarafindan senaryosu
yazilan ve Sikiyönetim Komutani Orgeneral Faik Türün tarafindan sahneye konulan
bu oyun, görkemli dekora ragmen tutmamis ve Sikiyönetim Mahkemesi karariyla
sahnelerden geri çekilmistir.
(Bu arada Doç. Kaynak'in Çapa Kliniginde, ruhsal nedene dayanan bir
hastalik dolayisiyla, uzun süre tedavi gördügü de anlasildi. Iyi mi?...)
ÜNIVERSITEDEN AYRILIYOR
12 Mart günlerinde "Madanoglu Davasi" nedeniyle desifre olan
Mahir Kaynak, Önce Asistanlar Sendikasi'ndan atildi. Üniversite susuyor ve bu
degerli asistanin doçent olacagi günleri bekliyordu. Kaynak, Sikiyönetim
Mahkemesine çikip, bütün hünerlerini birer birer anlattiktan sonra, korkusundan
üniversiteye gidemez oldu. Yakin arkadaslari Kaynak'in; "Aslinda ben
Marksist- Leninistim. Bakin bir tek Marksisti ihbar ettim mi? Hep cuntacilari
ihbar ettim", dedigini söylerler.
Kaynak, desifre olmustu. Artik üniversitede barinamazdi. MIT, hemen bu
degerli kiskirtici ajana kollarini açti. Kaynak, 12 Mart sorgularinda bulundu.
Erenköy'deki ünlü Ziverbey Köskü'nün demirbaslarindan biri olan Kaynak, sonra MIT
Müstesarliginda önemli bir göreve getirildi.
Mahir Kaynak'in heykeli, üniversitenin bahçesine dikilmeli ve heykelin
kaidesine su sözler yazilmalidir:
Eski Marksist-Leninistlerden,
kiskirtici ajan ve doçent Mahir Kaynak
BEN
BIR AJANDIM
Romanya'da Bir MIT'çik zamanlarda, teskilatin ne oldugunu anlamakta,
ciddi zorluklarla karsilastim. Iliskide bulundugum teskilat mensubu sayisi,
üç-bes kisiden ibaretti. Bunlar, görevi geregi "veren" degil
"alan" insanlardi.
Ancak zamanla insani iliskiler,
görevin gerektirdigi duvari kiyisindan kösesinden yikti. Sohbetler, bu
bilinmezin bazi noktalarini, -mum isigi ile de olsa aydinlatti.
Alacakaranlikta fark ettigim siluetleri, söyle özetleyebilirim:
Teskilatin "haber alma"
kaynaklan yeterli ve yaygindi, insanlarimizin "devletten sikayet
etmeleri", ona karsi ol-malan anlamina gelmiyordu.
Siradan insanlar, devlet kendisinden bir sey isterse, bunu vermeye
hazirdi. Sorun yukarilardaydi.
Is siyasî kademelere, basma, Is dünyasina gelince sorunlar çatallasiyor,
kimin nerede oldugu anlasilamiyordu.
Daha açik bir ifadeyle, siradan halk "solcu" veya
"sagci" oluyor ve onu belli bir yere oturtabiliyordunuz ama sagdaki
bir gazete, pekala en asin uçtaki solcularla iç içe olabiliyordu.
Bu dunun teskilata göre, "komünistlerin sizma taktigi", bana
göre, "statükonun solu kullanmasi" idi ve ayni olayi, birbirine taban
tabana zit degerlendiriyorduk.
Teskilatta iken olan ve sonradan kamuoyunda çok tartisilan bir konuya
açiklik getirmek isterim.
Romanya'da baskan Çavusesku'nun himayesinde bir "Dünya Komünist
Gençlik Kurultayi" toplaniyordu. Türkiye Milli Gençlik Teskilatindan,
kurultaya iki temsilci gönderilmesi istenmisti.
Delegelerden biri de bendim.
Delegasyona seçilmemi MiT'in sagladigini saniyorum. Çünkü TMGT bana bu konuda
bilgi vermeden önce, "teskilat" Romanya gezim için hazirliklarini
yapmis, bana bilgi vermis, neler istediklerini söylemisti bile.
Delegasyon baskani, benimle beraber gelen ikinci kisiydi.
ROMANYA
ARKADASIM CHP'DEN
MILLETVEKILI
OLDU
Romanya'daki Sovyet politikasini öven
konusma, delegasyon baskani tarafindan hazirlandi. Türkiye'deki rejimi
kötüleyen metni agir buldum, biraz hafifleterek okudum.
Beni, Türkiye aleyhine bir mektubu
okumakla itham edenler, su sorularin cevabini vermelidirler:
Türkiye'deki yönetim ne olursa olsun, böyle bir toplantiya ilgi duymaz
mi? Buraya kendi adamlarindan birini göndermesi kusur mu? Oraya gittigimizde,
kapitalizmin propagandasini mi yapmamiz gerekiyordu? Operasyon MIT tarafindan
yapildigina göre, elestirilecek bir sey varsa bunun muhatabi neden MIT degil
de, bu iste kullanilan görevli oluyor? Savasta, savasan asker mi, yoksa savasi
açan irade mi sorumludur?
Beni oraya MIT gönderdi, adini agziniza almamakta israr ettiginiz ikinci
kisiyi (sonradan CHP'den meclise girdi) kim gönderdi? Bu kisiyi gönderen güçle,
ayni safta oldugumuzu kabul ediyor musunuz?
UÇAK ARIZALANINCA
Daha sonra benim için bir basagrisi olan bu seyahatin
"eglenceli" yönleri de vardi. Devletin himayesindeki bir toplantida,
hiçbir masraftan kaçinilmamasi adettir. Çalisma saatleri disinda, kokteyl ve
resepsiyonlarda hosça vakit geçiriyorduk.
Bir gün, Çekoslavak delegasyonundan
çok güzel bir kizla dans ediyordum. Dansin orta yerinde biri geldi, kiza Rusça
birseyler söyledi. KÎZ yüzünü burusturdu, bana Rus delegasyon baskaninin
kendisi ile dans etmek istedigini, gelen kisinin onun adina, kendisim
çagirdigini söyledi.
Gitmek zorunda idi.
Komünizmin bir çok yönleri tartisilabilir ama insanlari bu kadar
kabalastirmasi kabul edilemez. Krallar bile dans edecekleri kadini sahsen davet
ederken, kavalyesinden izin almak nezaketini gösterirken, Rus delegasyon
baskaninin yaptigi, son derece bayagi idi.
Dönüste uçagimiz, kalkistan bir
süre sonra alçalmaya basladi, ilk aklima gelen, kimligimin tespit edildigi ve
uçagin bu yüzden geri çevrildigi oldu.
Kisa bir süre sonra hosteslerin ve yolcularin telasi, meydana
"ariza" nedeniyle döndügümüzün anlasilmasi üzerine rahatladim. Acaba
uçaginin sikintida oldugunu bilip, rahatlayan baska kimseler de olmus mudur?
"BALON" OPERASYONU
Fuat Dogu tarafindan yönetilen "teskilat1'ta, askeri bir hava
sezilmiyordu.
Arada sirada yaptigimiz sohbetlerde, DP'den beri devam eden siyasi
çizginin ve onun Basbakani Süleyman Demirel'in ülkeyi iyi yönetmediginden söz
edilir ve Inönü'nün iktidarda olmamasindan hayiflandirdi. O olsaydi, bu
komünistler "böylesine" azamazlardi. Burasi, birbirimizi hos
gördügümüz nokta idi, çünkü bana göre ortada komünist yoktu ve azanlarin
arkasinda olan biri de Inönü'ydü.
Darbe hazirliklarini izleyen operasyona "balon" kod adi
verilmisti ve operasyonun güvenligi için, özel tedbirler alinmisti.
Teskilat mensuplariyla bulusmak üzere ya Akaretler'in sonundan sola
döner, park civarindaki bir eve giderdim,
ya da Besiktas'la Dolmabahçe
arasindaki issiz bir yoldan yukariya tirmanirdim.
Yol, herhangi bir takibi kolayca
farkedecegim cinstendi.
Merkeze gönderilen raporlar, benim
agzimdan kaleme alinmaz, toplantiya katilanlarin disindaki bir kisinin
"müsahadeleri" gibi, üçüncü bir sahsin agzindan yazilirdi. Herhangi
bir kisi bu raporlardan birini ele geçirse bile, kimin verdigin anlayamazdi.
Raporda, bütün isimler kodlandirilmisti.
Hatta bir süre, herhangi bir çagrisima neden olmasin diye, bütün sahislara
yabanci adlar verildi. Haberler olagan kanallarin disina çikarildi ve sadece bu
operasyona mahsus olmak üzere, "özel kurye" kullanildi.
MIT'I NASIL ATLATTIM
O siralarda Istanbul'da önemli bir görevde olan Hiram Abas bile
operasyonu, ancak kamuoyuna açiklandiktan
sonra ögrendi.
Takiple görevlendirilen memurlar, beni "hedef zannederlerdi. Daha
sonra bunlarla karsilastigimizda, beni takip ettikleri günleri ve ne kadar
kizdiklarini anlatirlar, gülüsürdük.
Yapacagimiz toplanti yeni bir yerde
ise ve katilacaklar kesin olarak bilinmiyorsa, takip ekipleri devreye girerdi.
Bana anlatildigi kadar bunlar, islerini iyi bilen profesyonellerdi. Gerçekten
izlendigimi bilmeme ragmen, bunlardan bir tekini bile teshis edemedim.
Ancak buna ragmen basarisiz olduklari zaman da oldu.
Bir gün albay düzeyinde ve "askeri kanat" adina konusmaya
yetkili bir grup ile Madanoglu kanadindan Dogan Avcioglu, Ilhan Selçuk, ben,
Hifzi Kaçar bir ressamin evinde toplanacaktik.
Çok önemli konularin konusulacagi bu toplanti banda alinacakti; buna
göre teçhiz edildim.
Hifzi Kaçar'Ia bulusacagimiz yer belli
idi, ancak gidecegimiz yeri bilmiyordum.
Biz, birkaç "takipten kurtulma" manevrasi yaptik. Ilgisiz bir
istikamete gidip, rastgele bir yerde araçtan indik, baska bir yöne gittik,
indik, tekrar bindik.
Bu klasik metotlar "takipçiler" tarafindan iyi bilinmesine
ragmen bizi kaybettiklerini anladim. Çünkü eve girerken, etrafta hiç kimse
yoktu.
TESKILAT ELI BOS DÖNDÜ
Kimse yoksa, takipçiler de yok demekti. Bir süre sonra, balkondan disari
baktim. Telsiz sinyallerini kaydedecek araca benzer, hiçbir araç yoktu.
Takipçileri atlattigimiza kesin karar verdim.
Sonra, yapilmamasi gereken bir sey yaptim: irtibat telefonuna,
bulundugumuz evin sahibinin adini verdim.
Esimle konusur gibi yapip, "Falan kimselerdeyiz, belki gecikiriz,
merak etme" dedim.
Olayin sonrasini, teskilat
mensuplarindan dinleyelim:
Gerçekten birkaç kisiyi takibe almalarina ve agirligi bizim üzerimize
vermelerine ragmen hedefleri kaybetmisler.
Benim mesajim üzerine, söz konusu sahsin telefonunu ve ev adresini
tespit etmisler. Ama o kisiye ait telefon adalarin birinde, galiba Heybeli'de
imis. Teskilat mensuplari acele ile kiraladiklari motorlarla adalara gitmisler
ve tabii elleri bos dönmüsler. Üzerimdeki cihazdan yayilan
"sinyaller", boslukta kaybolup gitmis.
MAOCULAR'IN ÇIN'LE ILGISI YOKTU
Teskilatla iliskilerim baslayali iki yil olmustu. Çözmek zorunda
oldugumu düsündügüm sorunlarin en önemlisi, "teskilat1'in (MiT'in) ne
oldugu idi. Burada teorik bir açmaz vardi ve bu herkes için geçerli idi. Bir
adam çikiyor,
"Ben MIT mensubuyum" diyor
ve hizmet talep ediyordu. Bunun dogru oldugunu nereden bilebilirdim? Gerçi ilk
karsilastigim MIT mensubunun kimligini sormustum ve çikardigi karti
incelemistim ama bunu hiçbir anlami yoktu. Çünkü herkes gibi ben de, MIT
kimligini nasil bir sey oldugunu bilmiyordum. Ikincisi MÎT'in nasil bir kurum
oldugunu bilmiyordum. Herhangi bir ise girdiginiz veya bir iliskiye
basladiginiz zaman karsinizdaki hakkinda bazi bilgilere sahip olursunuz.
Yanildiginizi anladiginiz zaman da çeker, gidersiniz. Bu öyle bir sey degildi.
Baslangiçta birilerine, bir seyler sormayi düsündüm. Devlete yakin oldugunu
bildigim bazi kimselere danisabilirdim. Sonra böyle bir tesebbüsün, getirecegi
yarardan çok "kimligimin desifre olmasi" gibi sonuç yaratacagi
düsüncesi agir basti ve vazgeçtim. Ama bir solcuya CIA'nin, KGB maskesiyle ya
da KGB'nin kendine CIA süsü vererek bir liberale yaklasabilecegi ve insanlari o
rahatlikla çalistirabilecekleri, aklimin bir kösesine takildi. Çogu zaman böyle
bir hilenin, Çin yanlisi komünistlere uygulandigi ve Türkiye'deki Maoculugun,
Çin'le herhangi bir iliskisi olmadigi ve bunlarin, Batili servislerce
yönlendirildigi süphesini tasidim. Giderek karsimdakilerin birer memur
olduklarini anladim ve rahatladim. Uzun yillar devlet hizmetinde bulunan
kimseler "memur karakterini" ve yapisini bilirler
MITÇI ARTIST "YILMAZ" MI?
Eski MIT'çi Mahir Kaynak'in, Yeni Safak gazetesinde yayimlanan ve
1970'li yillan anlattigi anilarinda, "MIT'le iliskisi olan söhretli
artist" tarifinin, ünlü sinema oyuncusu Yilmaz Güney'i isaret ettigi
iddialari ortaya atildi. Kaynak'in anilari, Ankara'da büyük ilgiyle izlenmeye
baslandi. Kaynak anilarinda, "Solun kahramani olan, MÎT'le iliskili
artist" diye anlattigi kisinin Yilmaz Güney olup, olmadigi seklindeki
soruya ise, su karsiligi verdi:
"Siz tahmin edersiniz. Ben ne dogru, ne yanlis derim. Ben kisi
açiklamam. Ben teshis yapmak istemiyorum. Önemli olan bir olaydir. Ben olayi
anlatiyorum."
Eski MIT'çi Kaynak, anilarinda olayi anlatirken, artistle temas için
görevlendirilen MIT elemaninin, zamanla bu artistin kontrolüne girdigini
belirtiyor. Anilarinda, MÎT'le iliskili artisti "Solun kahramani, söhretli
artist" diye tarif eden Kaynak, ayrica bu artistin hediye dagitan ve kumar
oynamayi seven birisi oldugunu da belirtiyor.
MIT AJANI KÖSTEBEK OLMUS
Kaynak'in tarif ettigi, MiT'le
iliskili bu artistin "Yilmaz Güney oldugu konusundaki kanaat",
yayimlanan anilan daha ilgi çekici kildi.
Kaynak'a göre, artistle iliskiyi
sürdürmekle görevli MIT elemani, bu artist tarafindan zamanla angaje edilerek,
MIT'e karsi köstebek haline getirildi.
MIT'in operasyonlari. Cemal Madanoglu cuntasi tarafindan ögrenilince,
teskilata sizmanin, bu artistle temas eden MIT görevlisinden kaynaklandigi
kanaatine varildi. Bunun üzerine elemanin, Bir süre sonra da MIT elemaninin
ölüsü, evinin banyosunda bulundu.
TESKILAT BAGLANTI KURMUS
Eski MIT ajani Kaynak, bir süre Yeni Safak Gazetesi'nde yayimlanan
"Ben bir Ajandim" baslikli yazi dizisinin 24.08.2001 tarihli
bölümünde, isim vermeden Yilmaz Güney'i tarif ederek, ünlü sanatçinin
teskilatla olan iliskisini anlatti. Kaynak, 12 Mart'ta MiT'in, Ordu'yu
kullanarak sol darbe yapmak isteyen ve içlerinde Ilhan Selçuk, îl-hami Soysal,
Hasan Cemal gibi isimlerin yer aldigi Madanoglu cuntasinin içine soktugu ajan
olarak görev yapmis ve cuntanin en muteber isimlerinden biri gibi gözükürken,
bütün faaliyetleri teskilata rapor etmisti.
KOD ADI "ELEMAN" AJANDAKI
DEGISIM
Muhtira sonrasi günlerde, adindan "eleman" diye söz edecegimiz
bu kiside, belirli degisiklikler göze çarpmaya basladi. MiT'in bulundugu
cephenin basarili olamayacagina inanmaya baslamisti. Daha önce, -parasal
açidan- sikintida olmasina ragmen giderek rahatlamisti. Belinde, çok pahali bir
silah vardi. Söyledigine göre, artist hediye etmisti. Daha sonra çesitli
kanallardan ögrendigime göre, elemanin esi kumara düskündü. Artistin çevresinde
önceleri kazanmis, ama daha sonra, babadan kalma evini satacak ölçüde
kaybetmisti. Bu sikintilarin, artist tarafindan hafifletildigi anlasiliyordu.
Bu olaylarla birlikte, Teskilat1 in Istanbul kanadinda, belirli bir
tedirginlik göze çarpiyordu.
KÖSTEBEK OLDUGU ANLASILDI
Operasyonlar önceden haber aliniyor ve yakalanacak kisiler kaçiyordu.
Bir köstebegin varligi muhakkakti ve süpheler, artistle iliskisi olan
"eleman" üstünde yogunlasiyordu. Teskilat içindeki en yakin amiri,
ayni zamanda benim de temas ettigim kisi, çok çaliskan ve becerikli bir
istihbaratçi olan "eleman"in, karsi tarafça ele geçirildigine
bir türlü inanmak istemedi. Ama sonuç olarak,
durumu sabit görüldü ve Teskilat'la iliskisi kesildi. Eleman, Madanoglu'nun
"hakkinda bilgi toplamami" Istedigi kisiydi. Belki de kimligi tespit
edildikten sonra, kendisine böyle bir operasyon düzenlendi. Artistin, teskilatla
iliskisine ragmen karsi tarafa sadik oldugu ve operasyonu, Teskilat'a karsi
yaptigi da anlasilmis oldu.
CUNTA SÜPHE ETMEDI
Son güne kadar "cunta"nin benden süphe etmemis olmasi,
elemanin hakli olabilecegi ihtimalini de güçlendiriyordu. En azindan onlara,
benden söz etmemisti. Bu olay, kimligi tespit edilen bir istihbaratçinin, ayni
operasyonda kullanilmasinin ne kadar "sakincali" oldugunu, görev
yerinin hatta faaliyet konusunun degistirilmesi gerektigini ortaya koyuyordu.
Bu hem operasyon açisindan hem de görevlinin güvenligi açisindan gerekli idi.
Eger kisinin zaaflari tespit edilemezse, zora basvurulabilecegini hesaba katmak
gerekiyordu.
ARTISTLE
BAGLANTI KURAN AJAN, EVINDE
ÖLÜ
BULUNDU
Ankara'ya, teskilat merkezine tayin edildikten kisa bir süre sonra,
eleman da Ankara'ya geldi. Ilisigi kesiliyordu. Yalnizdi, kimse yüzüne
bakmazdi. Evimde misafir ettim. Kendisine yönelik suçlamalari reddediyordu. Ona
göre temaslari 'Teskilat1'in bilgisi dahilindeydi ve artistin karsi tarafa hizmetinden,
kendisi sorumlu tutulamazdi. Bir süre sonra, otuz bes yaslarindaki bu genç,
banyosunda ölü bulundu. Kalp krizi geçirdigi söylendi. Bu olay baslangiçta
bende, "kimligimin gizli kalamayacagi" endisesini yaratiyordu. Ama
artik bunun önemi kalmamisti. Nasil olsa kisa bir süre sonra desifre
edilecektim.
GÜNDEM
YENI SAFAK
Eski MIT'çi Mahir Kaynak'in Yeni Safak'ta yayinlanan anilari, yanki
uyandirdi.
Kaynak'in MiT'le iliskisi oldugunu ifade ettigi ve isim vermeden 'Solun
Kahramani' seklinde tasvir ettigi Yesil-çam artisti ile ilgili bilgiler, bomba
etkisi yaratti. Kaynak'in, MIT'çi artistle ilgili anilarini sürmansetine
tasiyan Hürriyet Gazetesi, sözü edilen kisinin, Yilmaz Güney olabilecegini
belirtti. Mahir Kaynak'in günlerdir Yeni Safak'ta yayinlanmaya devam eden
anilan, ülkede genis yanki uyandirirken, özellikle televizyonlarin ana haber
bültenlerinde, deginilmeden geçilemeyen konular arasina girdi.
Show TV, Kanal D, ATV ye Star gibi televizyon kanalla-n, bültenlerinde
Kaynak'in anilarina deginirken, dün de Hürriyet Gazetesi anilarini sürmansetine
tasidi. Kaynak'in, MIT'le iliskisi oldugunu belirttigi artist ile ilgili
bilginin Ankara'da bomba etkisi yarattigini ve dizinin ilgiyle takip edilmeye
devam ettigini dile getiren Hürriyet, 'MIT ajani aktör, Yilmaz Güney mi?'
sürmansetini kullandi.
KAYNAK SIR VERMIYOR
Dizide geçen 'O günlerde ve daha sonraki yillarda, solun kahramani kabul
edilen söhretli bir film artistinin, teskilatla iliskisinden haberdardim1
bilgisinden hareketle, bu kisinin Güney olabilecegi tezini ortaya atan
Hürriyet, bunu Güney'in yakinlarina da dogrulatti. Hürriyet Güney'in
yakinlarinin, 'Yilmaz'in Adana'dan çocukluk arkadasi olan bir MIT'çiyle
ara-sira görüstügünü biliyoruz1 seklindeki sözlerine yer verdi. Öte yandan,
ünlü aktörün kimligi ile ilgili olarak Hürriyet'e, 'Ben isim vermem' diyen
Kaynak, Yeni Safak'in sorusu üzerine, ayni tavrini sürdürdü. 'Ben sadece bir
olayi aktardim. Aradan 30 yil geçmis. Ben, kisi açiklamam. Önemli olan,
olaydir. Ben olayi açikliyorum' diyen Kaynak, bu konudaki suskunlugunu
sürdürdü.
MUZAFFER KÖKLÜ NE OLDU?
1967 yilinin Haziran ayinin son günleriydi. Biyikli, esmer tenli gencin
üzerinde beyaz bir pantolon, beyaz bir spor gömlek vardi. Gömlegin sol gögüs
cebinde ise kendi deyimiyle "ellilik bir paket"bulunuyordu. Biçim
olarak da kursun kaleme benziyordu.
- Dinamiti
on dakika önce Kizilay'da Cevat Restaurant in yazlik kisminda bir arkadastan
aldim.
Polis sefi A........... Bey
gence sordu:
-Ya patlasaydi?
Basini öne egip yanitladi:
- Ölür müydüm?
A...... Bey:
- Ben sana soruyorum.
A..........Bey gence bir sigara uzatti.
"Haydi" dedi, "Anlat herseyi bana,bak sonra anlasmayi bozarim
ha."
Yutkundu, sigarasini çekistirdi... Anlatmaya basladi: Ben de o yüzden
pantolon cebime koymadim, sürtünme olur patlar diye. Kizilay'dan Yenimahalle'ye
gidecektim. Saat 17.00 sulariydi. Bakanliklar, resmî devlet daireleri
dagiliyordu. Atatürk Bulvari oldukça kalabalikti. Cebimde topu topu 3 lira
kadar para vardi. Taksiye binemezdim. Çaresiz Yenimahalle troleybüsüne bindim
ve kalabalikta ilerlerken, 30- yaslarinda kisa boylu, esmer bir adamin önümde
durdugunu, çekilmeyecek gibi baktigini gördüm. "Biraz çekilir misiniz",
dedim. Adam/'çekilmezsem ne olacak" dedi. Ben de canimin sikildigini
sezdirmemek için, isi sakaya vurup "patlarim sonra" yanitini verdim.
Ulus-Istasyon duragi kavsagini geçerek Maden Tetkik Arama Enstitüsü duragina
geldik. Az önce 'çekilseniz ya' dedigim adam, yanima yaklasip polis kimligini
gösterdi, 'lütfen asagiya inin' dedi. Ben de 'Yenimahalle besinci durakta
inecegim' dedim. Kolumdan tutup 'simdi ineceksin' karsiligini verdi. Indik ve
yürüye yürüye Emniyet Sarayina gittik.
Bunlari anlatan Muzaffer Köklü'ydü. "Yeni Gazete"de 27 Eylül
1969 günü yayinlanmaya baslayan "Solcu Bir Lider ve Polis Ajaniydim"
dizi yazisina böyle girmisti. Sonra, bir süredir izlendigini, yakalandiktan
sonra kendisine ajanlik teklifi yapildigini uzun uzun anlatmisti.
Geceyi nezarethanede geçiriyor
Muzaffer Köklü. Gecesaat 22.00 siralarinda nöbetçi polis "Karnin aç
mi?" diye soruyor Muzaffer'e. Muzaffer de afiyetle yiyor. Ertesi gün
sabah, A....... Bey'e bülbül gibi
sakimaya basliyor...
A...... Bey Muzaffer'e söyle
diyor:
- Sen bu suçla 6-7 yil içeride yatarsin. Oysa bildigin solcularin
adlarini verirsen bu olayi kapatiriz... Söyle bakalim Muzaffer, sen sosyalizm
hakkinda ne düsünüyorsun?
Muzaffer Köklü:
- Ben iki türlü sosyalizm taniyorum. Biri ihtilâlci
Marksist-Lenininst Sosyalizm, digeri demokratik sosyalizm...
A....... Bey:
- Sen hangi cins sosyalistsin?
Muzaffer Köklü?
- Ben MarksistrLeninistim....
- Sen su bildigin solcularin
adlarini açikla, simdi seni bir baskasiyla görüstürecegim....
Bir baskasiyla görüsüyor bu kez Muzaffer Köklü. Diyelim bu kisi de Hasim
Bey olsun. (Çünkü Muzaffer, polis seflerinin bazilarinin adini hayalî
kullaniyor) Onunla konusuyor Muzaffer'den bir rapor hazirlamasini istiyor ve
makbuz karsiligi 150 lira veriyor...
Bir gün sonra Muzaffer Köklü Hasim beye "Rapor" unu sunuyor.
Köklü, anrtik "ajanlik" görevine baslamistir.
Dizi yazi yayinlanmaya basladiktan sonra bir de bakiyoruz ki iliski
kurdugu polis müdürlerinin tek tek adlarini açikliyor Muzaffer Köklü. Bu
kisiler "Önemli Isler Subesi Müdürü" Turan Sener, Yardimcilari Ahmet
Hasim Aytural ve Mustafa Yigit. Polis Müdürleri'nin Muzaffer Köklü'ye makbuz
karsiligi para vererek her Ögrenci eylemin içine soktuklarina tanik oluyoruz.
FILO
IZMIR'DE
Amerikan 6-Filosu 28 Agustos 1968 günü Izmir Limani'na geldi. Türkiye
genelindeki olaylar nitelik degistirerek siddet eylemlerine dönüsürken,
Sovyetler Birligi de Çekoslovakya'yi Isgal etmisti. 20 Agustos günü Izmir
Uluslararasi Fuari açilmis. Ege hareketli günlerin içine girmisti. Hisar Camii
olayindan hemen sonra Amerikan 6. Filosu Izmir Limani'ndaydi. Izmir'deki
gösteriler, Istanbul'a göre daha yumusak geçmisti. Ilk günkü gösterilerde sag
gruplar ögrencilerin üzerlerine saldirmislar, ikisi agir on üç kisi yaralanmis,
çok sayida ögrenci gözaltina alinmisti. Bu ögrenciler arasinda polis ajani
Muzaffer Köklü de vardi.
12 Subat 1969. Esmer, biyikli genç Ankara'da Zafer Alanin'nda basin
toplantisi düzenledi. Bir gün sonra ayni yerde kendisini yakacagini açikladi.
Bu genç Muzaffer Köklü'ydü. Ankaralilar o gün Zafer Alani'nda kendisini
yakacagini açiklayan genci uzun süre beklediler. Gazetelerde boy boy resimleri
ve haberleri çikmisti...
- 6. Filo Türk karasularini terk etmezse ODTÜ'lü genç kendisini yakacak.
Oysa Muzaffer Köklü Ankara'dan Istanbul'a kaçmista. Yakin çevresi onun
asil kimligini biliyordu artik.
O dönemlerde Muzaffer Köklü gibi kimlikleri sonradan belli olan çok kisi
vardi. Ancak Köklü 27 Eylül 1969'da "Ben bir polis ajaniydim" diyerek
ortaya çikiyor "Yeni Gazetede" anilari yayinlanmaya baslaniyordu.
"Benim asil meslegim klima teknisyenligidir. Hacettepe
Hastanesi'nde bir süre bu iste çalistim. 1968 Haziran ayinda gibi artik yeni
bir görev üstlenmistim. Foster Wheeler adli Amerikan firmasinin Sakarya
Caddesi'ndeki bürosunda çalisan 85-90 isçi greve gitmislerdi. Grev yerine
gittigim zaman orada ODTÜ'lü ögrenciler de vardi. Her gün ben oraya gitmeye
basladim ve ögrencilerle arkadas oldum. ODTÜ'lü ögrencilerle fikir kulüplerinde
bulusuyor, arkadasligimiz ilerliyordu. Ben askerligimi komando olarak yapagim
için gerilla egitimi görmüstüm. Arkadaslarla Amerikan Büyükelçisi Kommer'in
aracim saptadik. Chevrolet-împala araba Bilir Sokak'ta 29 numarali binanin
önünde duruyordu. Bu yüzden bir Chevrolet-lmpala arabayla sehir disina çiktik.
Gölbasi yolu üzerinde kenara çekip nasil yakilacagini denedik. Örnegin bir
arabayi 45 saniyede nasil yakabilecegimizi ben biliyordum. Arkadaslara bunu
gösterdim. Ben Kommer'in arabasinin yakilmasi yüzünden tevkif edildim. Ama bu
olayda ben yoktum.
Artik ben bir polis ajaniydim. Hasim Bey durmadan rapor istiyordu.
Onunla Özellikle bakanliklar postanesinde bulusur, emaneti kendisine verirdim.
Daha sonralari benden çizelge istendi. Haftalik çizelgede kimin nerede ne
yapacagini saptiyor, çizelge halinde Hasim Bey'e veriyordum. Gerçi o zamana
kadar Ankara'da çesitli gençlik hareketleri olmustu. Örnegin Ilahiyat Fakültesi
ögrencileri 15 Nisan'da boykota baslamislar, Mayis'in son haftasinda da
fakülteyi isgal etmislerdi. Ardindan 10 Haziran günü Dil Tarih ve Cografya
Fakültesi'nde boykot ve isgal eylemi olmustu. 6. Filo'nun 1968 yili Temmuzu'nda
Istanbul'a gelisini animsamayan yoktur. Biz Istanbul olaylarini gazetelerden
ögrenmistik. Ankara'da da birseyler olacagi belliydi. Buna ragmen ben
arkadaslarla iliski kurmamak için yanlarina gitmemistim. Ayni gün Kizilay'da
Amerikan Haberler Merkezi'nin vitrinlerine boya dolu siseler atilmis, vitrin camlan
kirilmisti. Ögleden sonra eve geldigim zaman bana bir not verdi annem. Notta
"telefon edilsin" yaziliydi. Sivil polis olmaliydi. Evden çikip
çevredeki bir postaneden Hasim Bey'e telefon ettim. Hasim Bey "neredesin
Muzaffer seni ariyoruz" dedi. Benden olaylari izlememi istedi. Buyruk
kesindi. Hemen bir araca atlayip Selanik Caddesi'ndeki Fikir Kulüpleri
Federasyonu'na gittim. Içerisi çok kalabalikti, arkadaslarla oturup konustum.
Arkadaslarla yakalananlarin sorgusu sirasinda hazir bulunmak üzere adliyeye
gitmeye karar verdik. Disari çiktigimizdi sivil bir kisi izliyordu. Zaten daha
önce arkadaslar bu kisiden süphelenmisler. Yanina gittim "biz senin kim
oldugunu biliyoruz, gel bak, bizim polisten saklayacak birseyimiz yok"
dedim. Ancak o gelmedi. Amacimiz binaya sokup onunla konusmakti. Ben kolundan
tutup binaya dogru çekmeye basladim. Sivil polise birkaç tekme attim. Sonra da
biraktik. Bu polis Cemiyetler Masasi Komiseri Cengiz'mis. Adliyeye geldik.
Elimde bir tomar "Kahrolsun Amerika", yazili etiket vardi. Onlari
adliyenin duvarina yapistirdim.
Amerikan sinemasinin karsisindaki bakkaldan "ses bombasi"
aldim arkadaslarla. Bunlar çocuklarin bayramlarda bol bol patlattigi maytap
gibi seylerdi. Amacimiz bunlari patlatmak, polisin ve halkin dikkatin çekmekti.
Selanik Caddesi'nden Atatürk Bulvari'na, oradan Yapi ve Kredi Bankasi'nin
Yenisehir Subesi'nin önüne geldik. Hemen karsida Amerikan Türk Dis Ticaret
Bankasi vardi. Amacimiz oraya beslik bir ses bombasi sallamak bir büyük
patlamayla çevreyi heyecana vermekti. Saga-sola baktim durdum elverisliydi.
Agzimdaki sigarayi elime aldim ve ses bombalarinin fitillerini tutusturup söyle
yandan bankaya dogru firlativerdim. Biz dört-bes metre yürümüstük ki, bir
gümbürtü ortaligi karistirdi.
Bu yaptiklarimizi bir rapor halinde bir gün sonra Hasim Bey'e sunma
görevi elbet bana düstü. Yanimdaki arkadaslarin tek tek adlarini verdim.
Raporuma adreslerini de ilistirmeyi ihmal etmedim.
Polis ajanligi görevimi tam anlamiyla
yerine getiriyordum. Hasim Bey beni sik sik ariyor, bilgi istiyordu.
Vedat Demircioglu Istanbul'da öldürülmüstü. Animsarsaniz polisin ITÜ
baskini sirasinda pencereden atildigi öne sürülen arkadas. Biz bu olayi bir gün
sonra ögrendik. Bir eylem yapmaya karar verdik. Saat 17.30 siralarinda Amerikan
Dis Ticaret Bankasi'nin camlarini yere indirdik. Ses bombasi atak. Gece saat
01.00 siralarinda evimin kapisi çalindi. Açtigim zaman Hasim -Bey'i karsimda
buldum. Hasim Bey bana söyle dedi?
- Dogru Perinçek bugün Istanbul'a gitti. Kimlerle görüsecek acaba? Seni
Istanbul'a göndersek kimlerle görüsecegini tesbit eder misin?
Benim verdigim yanit "edebilirim
sanirim"oldu. Ertesi gün saat 12.00'de Tandogan Alani'ndaki Astsubay
gazinosu yanindaki büfenin önünde bulustuk. Bana yüz elli lira yol parasi
getirdi. Kendisini getiren arabanin içinde bir fis imzalayip yüz elli lirayi
aldim. Hasim Be/den ayrildiktan sonra 7. Sube Müdürü Nihat Türközü'ne telefon
ettim. Necatibey Caddesi'nde Çankaya Emniyet Amirligi'nin karsisindaki
pastanede bulustuk. Hasim Bey'in verdigi görevi anlattim. Yüz elli lira yol
parasi verdigini söyledim. Nihat Türközü "olur mu yahu yüz elli lirayla
Istanbul’a gidilir mi?" dedi. Sesimi çikarmayinca o da çikarip yüz lira
verdi. Nihat Bey Hasim Bey gibi makbuz istemedi. Sonra da bir kart yazdi.
Istanbul'da parasiz kalirsam yolcu salonunda kart yazdi. Istanbul'da
parasiz kalirsam yolcu salonunda 5. Sube Müdürü'nden gidip para alabilecegimi
söyledi. Istanbul'a aksam otobüsle gidecektim. Nihat Bey'den ayrildiktan sonra
dogruca Fikir Kulüpleri Federasyonu'na gittim. Orada bir arkadasimla bulustum.
Beraber çiktik, Kizilayda dolasmaya basladik. Bu sirada Dil Tarih ve Cografya
Fakültesi'nIn ögrenci dernegi baskani Celâl Kargili'yla karsilastik. (Celâl
Kargili) daha sonra CHP Milletvekili oldu. Genç yasta yasamini yitirdi) Celal
"yarin meclis binasinin önünde oturarak bir protesto gösterisi
yapacagiz" dedi. Ardindan yardima
ihtiyaci oldugunu söyledi ve bizi saat 22.00'de evine çagirdi. Gece Celal'in
evine gittik. Evde arkadasimla birlikte Istanbul’a hareket ettik. Istanbul'da
bir gün gezdik. Aksam Teknik Üniversite Yurdu'na gelip yattik. Sabah
(Cagaloglu'nda Dr. Hikmet Kivilcimli'nin muayenehanesine ugradik. Orada oturup
onunla sohbet ettik. Dr. Kivilcimli "Ikinci Kuvayi Milliyemiz" adli
kitaptan birer tane imzalayarak bize verdi.
Aksam otobüsle Ankara'ya döndük.
Ege ve Akdeniz sahillerinde arkadasimla birlikte bir gezi yaptik.
Ankara'ya döndügümüzde Hasim Bey yeni bir görev verdi.
- Yarin aksam izmir'e gideceksin. 6-Filo'nun gelisi dolayisiyla orada
bir protesto hareketi düzenleniyor. Olaylarin içinde yer alacaksin. Fuar içinde
ve disinda ne gibi hareketler meydana gelecekse bize önceden bildir. Simdi ben
Izmir'deki memur arkadaslara sertin esgalini bildirecegim.
Hasim Bey sonra bana bir telefon numarasi yazdirdi. Ben bunu nüfus
cüzdanima not ettim. O kizdi ve söyle yazdi:
Lira Krs.224/63
Gören olursa benden kuskulanmasinlar diye böyle bir yöntem uygulamisti
Hasim Bey, Koç otobüsten bilet alindi 26 Agustos 1968 Izmir'e indim. Beni
Izmir'de sivil giyimli polisler karsiladi. Aracin içinde 1. Sube Müdürü
Sabahattin Bey vardi. Urla yöresindeki polis kampina gittik. Orada bir toplanti
yaptik.
Toplantidan sonra polisler beni
Izmir'e getirdi. Ben de dogruca TMTF binasina gittim. Izmir'de 6.Filo'nun
gelisi nedeniyle düzenlenen her türlü eylemin içinde yer aldim. Yürüyüs ve
mitinglerde en önde yürüyor, TMTF'de yatip kalkiyordum. Izmir'deki olaylar
sirasinda polis beni gözaltina aldi. Nezarethanede sabaha kadar türkü söyledik.
Ertesi gün ifadem alinirken kendimce ukalalik yaptim polise. Ifademi
alan polis de bana kizip bir tokat atti. Ortaligi ayaga kaldirdim.
Ifadelerimizi aldiktan sonra bizi serbest biraktilar. TMTF'ye geldim.
Burada kuru molotof kokteyli yapmaya basladik. Olaylar Izmir'de devam ediyordu.
Yürüyüs ve mitinglerde en önde ben gidiyor, korteji denetliyor, yürüyüse
katilanlara slogan attiriyordum. Bir süre Izmir'de kaldim, yeniden Ankara'ya
döndüm. Hem Izmir polisini olaylardan haberdar etmis, hem de her gün Izmir'den
Ankara'yi telefonla arayarak Hasim Bey'e bilgi vermistim.
1 Kasim - 10 Kasim tarihleri arasinda Samsun'dan Ankara'ya "Mustafa
Kemal Yürüyüsü" yapilacakti. Elimdeki bilgileri Mustafa Yigit/e Akalin
Pastanesi'nde verdim. Yürüyüse katilacaktim. Mustafa Yigit "Meydana
gelecek olaylari önceden haber ver" dedi. Sonra bana basarilar diledi.
Ayrildik.
Samsun Atatürk Aniti önünde saat
13.00'de saygi durusunda bulunup bir çelenk koyduk. Sonra da Ankara'ya dogru
yürüyüse geçtik. Samsun'dan topu topu 16 kilometre
uzaklasmistik ki polis araçlari bizi çevirdi. Saat 18.00 sulariydi. Bizi Samsun
Emniyet Müdürlügü'ne götürdüler. Yaptigimiz yürüyüs yasalara aykiriymis.
Polisler alttan alinca birlikte Samsun'a gittik. Geceyi nezarethanede geçirdik.
Çiktigimiz mahkeme bizi serbest birakti. Yürüyüs bitinceye kadar hiçbir saldin
olayi olmadi.
1969 yilina girmistik. Emniyet Genel Müdürlügü önemli Isler Müdürlügü
Komiserlerinden Ahmet Kabadayi telas içinde beni buldu:
- Muzaffer, Ortadogu Teknik
Üniversitesi'nde bugün kommer'in arabasini yaktilar. Sen de oradaymissin. Acele
Ortadogu'ya gidip arabayi yakanlarin isim listesini, nerede oturduklarini bize
temin et. Bunlarin bulmazsan müdür beyin gözüne görünme. Mustafa Yigit Bey bu
Isin üzerinde çok duruyor.
Ben de isimleri bugün degil, yarin bulabilecegimi söyledim. Ayrildik.
Bîr arkadasimin yanma gittim. Onunla bir süre oturdum. Eve giderken sokagin
basinda iki sivil polisle karsilastim. Mustafa Yigit Bey benden acele rapor
istiyormus. Ben "Peki olur, hazirlarim" dedim. Ertesi gün bir baska
arkadasima ugradim. ODTÜ olaylarindan araniyorlarmis. Nisanlisiyla birlikte
çiktik, iki polis bizi çevirdi. Hep birlikte emniyet sarayina gittik.
Mustafa Yigit pesimi bir türlü birakmiyordu. Ben de Kommer'in aracini
yakanlar arasindaydim. Gazeteciler çagrildi, boy boy resimlerimiz çekildi.
Kommer olayi ile ilgili hazirladigim raporu Mustafa Yigit' e sundum.
Sonra da kendimi yakacagimi kamuoyuna
ilan edip Istanbul'a kaçtim...
YA ILYAS AYDIN?
Peki, Ilyas Aydin kimdir? Ugur, onun için bir bölüm açiyor. Tek tutuklu
subay Orhan Savasçi'ya soruyor. Ilyas Aydin ajan midir? O da asker ve subay
olarak katilmis harekete. Yanit söyle:
îlyas Aydin ile iliskinin baslangici,
1970'lilerin basina rastlar. Bu tarihten baslayarak bizim o dönemdeki örgütsel
faaliyetimiz içinde, 1970 yili baslarinda Istanbul'daki arkadaslarimiza yardim
etmek üzere harekatta yer almasina kadar geçen süre içinde, kendisinin hiçbir
pratik siyasi faaliyeti olmamistir... Ilyas Aydin'in ajan oldugu yolunda dün
kuskularimiz vardi. Fakat bu kuskuyu dogrulayacak kanitlan, maddi kanitlan,
elde etmis degiliz...
Kürkçü'nün kanisi kesindir. îlyas
Aydin ajandir... Ama kiskirtici degil, muhbir. Peki, neye dayandiriliyor muhbir
oldugunu? Çünkü Mahir Cayan, Yusuf Küpeli disinda hiç kimse kisisel olarak,
bizler üzerinde hiçbir etkiye sahip olmazdi... Biz, giristigimiz eylemleri
kandirilarak, aldatilarak, igfal edilerek gerçeklestirmedik. Hiç kimse, bizi
istemedigiz bir eyleme tesvik etmemistir. Edemez de.. Yillar sonra ister,
istemez soruyor insan; acaba? Mumcu, Mahir Cayan' ve arkadaslarinin Maltepe
Askeri Cezaevi'nden kaçislarini soruyor; nasil oldu? Ziya Yilmaz anlatiyor
tüneli nasil kazdiklarini. Mahir'in haberi yokmus, Mahir o kogusa gelmeden
baslamislar kazmaya. Tünel bitmeden bir gün önceden gelmis Mahir. Alti kisi...
Tam alti buçukta çikmamiz gerek. Mahir "Ben çikayim öldürürlerse,
öldürürler" dedi. Ekliyor: Biraz da tesadüfler yardim etti...
Ugur, Yusuf Küpeli'nin bu açiklama biçimine inanmiyorum, dedikten sonra,
Küpeli'nin su aktarmasini anlatiyor. Davanin savasi Naci Gür, garip sekilde
öldürüldü. Kaçis sirasinda cezaevi komutani olan da, bir otomobil kazasinda
öldü... Belki Yusuf, kaçisla ilgili kimi kuskular içinde.
Bilmem, Türkes'in 1994 Haziran ayinda yaptigi su açiklama, bu konuyu ne
denli aydinlatir. "... Agca'yi kaçiriyorlar. Asker elbisesi ile
kaçiriliyor. Yani bunu oradan kaçiran, bir devlet örgütüdür." Bu
açiklamayi degerlendirmek için, Agca'nin da yillar sonra, ayni yerden
kaçirildigini not edelim...
Sözü Ugur Mumcu'ya birakalim
isterseniz:
Böyle olaylarda garip rastlantilar olabilir. Örnegin, geçen'yillarda
Ülkü Ocaklari Genel Baskanlarina silahini verdigi saptanan bir yüzbasinin,
Kizildere olayinda etkin rol oynamasi gibi... Ilginç bir saptama degil mi? Ugur
Mumcu, söyle söylüyor düsüncelerini: Insan bilemiyor, Mahir Cayan ve
arkadaslari, Ankara'dan Ünye'ye giderken, Samsun yolundan geçiyor. Samsun
yolunda ise siki yönetim karargahi var. Arabalarin giris- çikis denetimi geregi
gibi yapilsaydi, hiç olmazsa Kizildere gibi bir felaket önlenmis olurdu.
Önlemek mi istemediler, kim bilir?
Ya da, bu olaylar bir büyük oyun sahneleriydi. Bizler, sadece seyirciler
olarak kaldik. Çocuklarimiz da, baskalarinin verdigi oynadilar. Kusaklari ezme
ve yok etme pahasina seyrettik bu oyunu.
Seyirci varsa oyun biter mi? Bugünde seyrediyoruz sadece, bu tuzaktan ne
zaman ve nasil mi kurtuluruz? Kendi oyunumuzu, kendimiz için sahneleyerek.
Seyirciniz mi kalir? Yasam zaten bir oyun degil mi?
Yeter ki o oyunu, kendin için
oynamasini bil!!!...
DOGU PERINÇEK, YA DA NAM-I DIGER
FABRIKATÖR...
Dogu Perinçek, 17 Haziran 1942'de Gaziantep'te dogumlu. Baba adi Sadik,
anne adi Lebibe. Evli, dört çocuk sahibi. Ikinci esi Sule Perinçek, Siyasal
Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci. Çocuklari Zeynep, ODTÜ mezunu, Kiraz,
Bogaziçi Üniversitesi mezunu, Mehmet, Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde
ve Can. Dogu Perinçek Almanca ve biraz Ingilizce biliyor.
ANKARA'DA GENÇLIK
Perinçek'in baba tarafi Erzincan, anne
tarafi Malatya'dan. babasi yargiçlik yapan Perinçek'in gençlik yillan Ankara'da
geçmis. Sarar Ilkokulu, Atatürk lisesi ve Bahçeli-evler Deneme Lisesi'nde
okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmis.
Perinçek'in Hukuk Fakültesinden ilginç dönem arkadaslari var. Bunlardan
birisi MIT Müstesar Yardimcisi Mikdat Alpay. O da Perinçek'in anne tarafi gibi
Malatyali.
FABRIKATÖRLÜGE ILK ADIMLAR
Perinçek'in yabancilarla iliskisi ilk 1962 yilinda basliyor. O yil Hukuk
Fakültesi ögrencisi Perinçek, Almanya'ya gidiyor. Oradaki yasantisi pek
belirgin degil. 1963 yilinda tekrar Türkiye'ye dönüyor. Bilinen tek sey
"Almanca" ögrendigi.
1964'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Perinçek Kamu
Hukuku kürsüsüne asistan oluyor.
Bu arada Perinçek'in Almanya'ya gidis gelisleri devam ediyor. Bu
gidis-gelisleri sekillendirmek için Perinçek 1967'de Almanya'da, pek itibar
görmeyen ve belli bir faaliyeti olmayan "Türk Toplumcular Ocagi"ni
kuruyor.
1968 de ise 'Türkiye'de Siyasi Partilerin Iç Düzeni ve Yasaklanmasi
Rejimi" isimli doktora tezini vererek "Hukuk Doktoru" unvanini
aliyor.
Perinçek Hukuk Doktoru oluyor ama, hayati hep "hukuk disi"
islerle geçiyor.
YTP ve TIP
Baba Sadik Perinçek 1961'de Ankara'da, Ekrem Alican, Prof.Aydin Yalçin,
Hikmet Belbez, Raif Aybar, Yüksel Menderes, Emil Galip Sandala, Ihsan Hamit
Tigrel, Fahreddin Kerim Gökay'le Yeni Türkiye Partisini kurarken, ayni günlerde
Avni Erakalin, Ibrahim Güzelce, Saban Yildiz, Kemal Nebioglu, Riza Kaus, Kemal
Türkler, Istanbul'da Türkiye Isçi Partisi (TIP)'ni kuruyorlar.
1971'de Anayasa Mahkemesi'nce
kapatilan TIP'in Genel Baskanligini Avni Erakalin, Mehmet Ali Aybar (Subat
1962), Mehmet Ali Arslan (1969), Saban Yildiz, Behice Boran (1970) yapiyor.
Partinin yöneticileri arasinda Prof.Sadun Aren, Niyazi Agirnasli, Saban Erik,
Yahya Kanbolat, Sait Çiltas, Yalçin Cerit, Adil Özkol, Turgut Kazan, Can
Açikgöz gibi yöneticiler var.
MILLI DEMOKRATIK DEVRIM
Dogu Perinçek'in siyasi hayati iste bu partide basliyor. 1967'de, 6
milletvekili ile Meclise giren Türkiye Isçi Partisi'nin "Bilim Kurulu
Üyesi" oluyor.
Ayni yillarda, Mihri Belli'nin
önderligindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) Hareketi ile Mehmet Ali Aybar'in
TIP'i arasinda solun önderligi çekismesi had safhada. Mihri Belli ve ekibi
TÎP'in Meclise girmesini devrimci harekete ihanet sayiyor.
Dogu Perinçek bu arada bazi dergilerde "E. Tüfekçi" takma adi
ile yazilar yaziyor. Yazilarinin hedefi Mihri Belli ve MDD hareketi.
Perinçek ayni dönemde Türk solunda önemli diger bir isim Benice Boran'a
da yanasiyor. Boran'in çikardigi "Dönüsüm" dergisine yazilar yaziyor.
Mihri Belli'nin "Sosyalist Devrim
Stratejine" karsi gelistirdigi "Millî Demokratik Devrim (MDD)
Stratejisi nedir? MDD'ye göre, devrime, iki asamada ulasilacaktir, tik asamada
feodalizm, emperyalizm ve isbirlikçi üçlüsüne karsi "millî burjuvazi"
ve "büyük burjuvazinin bir kismi da dahil olmak üzere bütün sinif ve
tabakalarin birlesik mücadelesi Öngörülmektedir.
Bu mücadele sonucunda varilacak nokta, burjuva demokratik devrimi ile es
degerli, ancak dünya proleter sosyalist devriminin bir parçasi olan "Millî
Demokratik Devrimdir".
Ilk asama birlesik cephenin iktidar olmasi, ikinci asama ise sosyalist
devrimdir.
Bu strateji taraftarlarina göre Türkiye'de MDD asamasi, Istiklâl Savasi
(millî devrim), 1920 inkilâplari (demokratik devrim), yani "burjuva
devrimi, ya da Kemalist burjuva devrimi" ile tamamlamistir.
GÖREVI KARISTIRMAK
Perinçek MDD karsiti yazilan ve konusmalari ile Mehmet Ali Aybar'in
dikkatini çekmisti,. Aybar, bu sekilde gözüne giren Perinek'i, Fikir Kulüpleri
Federasyonu (FKF)'nun basina getirdi. FKF kisa bir süre sonra Türkiye'deki sol
fraksiyonlarin anasi sayilan "Dev-Genç" hareketine dönüstü.
Perinçek'in ilk dansi, zig-zagli
siyasi hayati bu tarihte basliyor.
MDD düsmani Perinçek, FKF'nin basina geçtikten kisa bir süre sonra MDD
hareketinin bas savunuculari arasinda yer aliyor. Aybar, aldatildigini anliyor
ama is isten geçmistir.
Türk Halk Kurtulus Partisi'nin taninmis militanlarindan Yusuf Küpeli de
o tarihlerde TIP içindedir.
Küpeli, yillar sonra Perinçek'i söyle
anlatiyor:
"Çabalarindan dolayi TIP yönetici
kliginin itimadini kazanmis olan burjuva politikaciliginin ustasi Dogu
Perinçek, FKF kurultayinda kafasinin içindekileri bezirgan kurnazliginda
saklamasini bildi ve önemli bîr muhalefetle karsilasmadan baskanliga
seçildi."
Esasinda Küpeli de yaniliyor. Perinçek'in kafasinin içindekileri
gizledigi dogru ama, bunu kurnazlik olsun diye degil, görevi icabi yapiyor.
Görevi Türkiye'yi karistirmak.
Nitekim, 1968'deki "üniversite isgalleri" ve büyük
"gençlik hareketleri" sirasinda Dev-Genç'in basinda Perinçek var.
Gerçi Perinçek'in bu baskanligi fazla uzun sürmedi. Bir süre sonra
Aybar'in talimati ile FKF binasindan yaka paça disariya atildi.
ILK TESPIT ÖRGÜTTEN
TIP'den sonra bir süre Mihri Belli'nin yaninda yer alan Perinçek, kisa
bir süre sonra MDD hareketi içerisinde tartisma ve bölünmelere neden oldu.
Perinçek Mihri Belli'nin "Aydinlik Sosyalist Dergi"sinden ayrilarak
"Proleter Devrimci Aydinlik"i (PDA) kurdu.
Mihri Belli, ekibini parçalamak
isteyen Perinçek'ten süphelenmisti. Perinçek'in gizli servislere hizmet
ettigini ilk teshis eden Mihri Belli'dir. Belli, Perinçek'e "CIA'nin
Maocusu" adini takti ve bunu bir yazisinda da açikça belirtti.
Perinçek, 1968'in Kasim ayinda "Aydinlik Dergisini"
yayinlamaya basladi, 21 Mayis 1969'da yasadisi Türkiye Ihtilalci Isçi Köylü
Partisi'ni (TÎIKP) kurdu, ayni yilin Temmuz ayinda Îsçi-Köylü gazetesini
çikardi.
Perinçek 1970 sonrasinda, sol darbe
hazirliklari içinde bulunan ordu mensuplari ile isbirliginde bulundu. Ancak bu
ekibin bekledigi gelisme olmadi, Karsi taraf bu hazirligi haber almisti ve 12
Mart 1971 günü askeri ihtilali gerçeklestirdiler.
BESPARMAK'LA BALIK AVLAYAN LIDER
12 Mart 1971 ihtilalinden
sonra Söke yakinlarindaki Besparmak daglarina kaçip, saklanan Perinçek, daha
sonra Ankara'ya geçti. Istanbul'da örgütün yöneticilerinden Ferit ilsever'in
sifreli defterinin çözülmesinden sonra örgütün Istanbul bölümü çöktü, örgüt
üyeleri tek tek yakalanmaya basladi. Daha sonra operasyonlar Ankara'ya kaydi.
Dogu Perinçek, Mayis 1972'de Ankara'da, bir çiftlik evinde çoban kiyafetinde
yakalandi.
Siyasi Sube'de sorgulanan Perinçek hiç direnmedi. 120 sayfalik el yazili
ifadesi ile, bütün faaliyetleri ve örgütün tüm üyelerinin isimlerini verdi.
Ferit Ilsever ise 60 sayfalik el yazisiyla ifadesi ile Perinçek'in
yarisinda kalmista.
Dava neticesi 20 yil hapis cezasina hükmedildi. Sava, Sanik Perinçek
için söyle diyordu:
"Fikri yapisi itibariyle
Marksist, Leninist, Maoist görüsleri benimsemis bulunan sanigin, devrimin ancak
illegal bir parti ile basarilabilecegi fikrinden hareketle; yasadisi parti
faaliyetlerinde bulundugu, kurulan bu illegal partinin ideolojisinin Marksist,
Leninist, Mao Zedung düsüncesinde oldugu, Türkiye'nin sinif sartlarina
dayandirilacagi, bu suretle proleterya diktatörlügünün kurulacagi, halk
ihtilalinin zafere ulasmasi için mücadele edilecegi, nihai hedefin komünizmi
gerçeklestirmek oldugu, sanik tarafindan bu partinin Türkiye ihtilalci Isçi
Köylü Partisi olarak açiklandigi... Partinin yan destek kuruluslari olan
Ihtilalci Köylü Birlikleri, isçi Köylü Silahli Birlikleri ve ihtilalci Gençlik
Birligi'ni teskil edip planladigi, sanigin bunlardan gayri, Türk Silahli
Kuvvetleri'ne sizarak kendi fikriyati istikametinde olan bir kisim subaylar vasitasiyla
parti için gerekli olan bazi hüviyet, izin kagidi, talimname, elbise vs.
teminine ve sosyalist fikirlerin ordu içinde yayilmasina çalistigini, ilerisi
için bu yolla silah teminini düsündügünü..."
SAVUNMA
Sanik Perinçek ise, kendini ve örgütünü savunuyordu:
"Ordusu, polisi, hapishaneleri ve bürokrasisiyle halkimiz üzerinde
agir bir yük olan hakim siniflarin devleti nasil yikilacak? Halka aci veren bu
zulüm mekanizmasi, toplumsal gelismenin önünde bir engel olarak duruyor. Bu
devleti devrimle yikmaktan baska kurtulus yolu yoktur. Hakim siniflarin
zorbaligi karsisinda, halkin gizli teskilatlanmasi kadar mesru bir sey
olamaz... Proletarya ve halk yiginlari, ezilmemek ve zalimlerin saltanatini
yikmak için gizli teskilat kurar. Hakimiyet verilmez, alinir. Büyük davalar
ancak ve ancak halk yiginlarinin silahli mücadeleleri yoluyla kazanilir."
Iki sene sonra genel af çikti ve Perinçek 1974 Temmuz ayinda serbest,
kaldi.
Aralik 1977'de Savasman'a suçüstü yapilmasindan hemen sonra Savasman'a
suçüstü yapanlara, karsi taarruz hazirliklari basladi.
Hiram Abas'a göre "Covert Action Operation" için kullanilan
Fabrikatör, basinda Dogu Perinçek'in bulundugu bir siyasi partinin yayin organi
gazetesiydi.
1968 yilinda bir siyasi örgütün Federasyonu Baskanligina gelen Dogu
Perinçek 1969 yilinda Milli Demokratik Devrim konusunda Mihri Belli ile
arasinda görüs ayriligi çikmasi üzerine, bir sol grubun liderligini
üstlenmisti.
1978 yilinda Perinçek Siyasi bir parti kurdu ve genel baskanligini
üstlendi. Parti taktikleri arasinda, firsat kollamak, uzun süreli bir çalisma
ve -mücadele yürütmek, düsmani daraltmak, birlesebilinecek bütün güçlerle
birlesmek gibi yöntemler vardi. Hedef legal olanaklari sonuna kadar kullanarak güçlenmekti.
12 Eylülden sonra Perinçek, partisine, yasalara dikkat edilmesini,
yönetim aleyhine herhangi bir tavir alinmamasini, aleyhte söz söylenmemesine
özen gösterilmesini tembih etmisti. Yönetim digerleri gibi bu partiyi de
kapatti.
Perinçek, 1988'de Sosyalist Parti'yi kurdu. Parti, Milli Demokratik
Devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini
amaçlamaktaydi. Parti ayni zamanda bir zamanlar en büyük düsmani olan PKK'nin
ve Abdullah Öcalan'in da propagandasini yapiyordu. Iste, Hiram Abas'in
Fabrikatör'ün basi olarak nitelendirdigi Dogu Perinçek, çizgileri sik sik
degisen bu adamdi...
Fabrikatör, yani gazete yayimina 1978 Mart ayinin ortalarinda basladi.
"Ne Amerika, Ne Sovyetler Birligi" sloganlari ve sokak afisleri ile
ortaya çikan parti, proleter devrimci çizgide, ABD ve Sovyet aleyhtari tutumda,
Maoist düsüncede bir görüntü sergiliyordu.
Ara sira usulen Bati devletlerine de çatmakça bitlikte esas hedefi
Emperyalist Sovyetler ve sahte TKP idi. Hiram Abas, Fabrikatör'ün arkasindaki
gücün, Savasman'in bilgi sattigi ülkelerden biri, yani ABD, Ingiltere veya bu
ülkelerle menfaat bagi bulunan ve Osmanli devrinden beri Türkiye'nin iç
islerine karismayi adet edinen Fransa gibi sömürgeci bir devlet oldugu kanaatindeydi.
Zaten bu ülkeler ve diger birkaç Avrupa ülkesi Türkiye Cumhuriyetinin
kurulusundan beri bazen hissettirerek, bazen hissettirmeden Türkiye'nin kader
çizgilerini ellerinde tutuyorlardi.
Türkiye Cumhuriyetinin eski Basbakani Ismet Inönü 1963 yilinda Bakanlar
kurulunda Kibris bunalimi rahatsizligini açik bir sekilde dile getirmisti.
Ismet Inönü bu konuda çaresiz kaldigini belirtiyor. "Daha bagimsiz ve
sahsiyetli dis politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes ayni seyden
bahsediyor. Nasil yapacagim ben bunu? Karar verecegim ve isi teknisyenlerime
havale edecegim. Onlar etrafli çalisma yapacaklar, teklifler hazirlayacaklar,
yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafinda uzman denilen yabancilar dolu, igfal
etmeye çalisiyorlar, muvaffak ol a mazi arsa ISI sürüncemede biraktirmaya
çalisiyorlar. O da olmazsa karsi tedbir aliyorlar. Bir görev veriyorum.
Neticesi bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memurumdan
önce sefirimden ögreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana simdiye
kadar bunlar tarafindan hazirlanmis, derdimize deva bir rapor göstermediler
Hepsi yasak savma kabilinden seyler. Ne yapiyorsak yine biz kendi elemanlarimiz
ile yapiyoruz. Peki bu binlerce adam,"avara kasnak" gibi dolasmiyor.
Elbette kendileri için önemli marifetleri var. Istiklal Harbinden sonra sulh
anlasmasinda esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi
fiili bir durum idi. Tazminat isini iki devlet biz aramizda hallederdik. Bütün
mücadele, idaremize tasallut yüzünden çikti. Bir tek uzman vermek için büyük
tavizler vermeye hazirdilar. Dayattik, biz onlarin niçin israr ettiklerini
biliyorduk. Onlar, bizim niçin inatla reddettigimizi biliyorlardi. Böyledir bu
isler,. Peygamber edasi ile size dünyalari vaat ederler, imzayi attiniz mi ertesi
gün gelmislerdir Personeli gelmistir. Üsleri gelmistir. Ondan sonra
sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden
egilmek lazim. Yoksa bagimsiz dis politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki
kolay bir istir. Savusturulan iki üç badire bunun yaninda çok kolay kalir.
Tesebbüs ettigimiz zaman basimiza neler gelecegini kestiremem "diyordu.
Fabrikatör gazetenin ilk günlerinde "Haber ve Makalelerden Sorumlu
Müdürü" Aydogan Büyüközden, eski bir örgüt üyesiydi. Istanbul'da Robert
Kolejde görevli bir Ingiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve basinda perukla
yakalanmisti. Ingiliz'e ait bu ev, örgüt mensuplarinin saklandigi bir barinak
haline gelmisti.
Olayda Ingiliz'in rolü pek irdelenmemisti. Kontrespiyonajla diger
ünitelerin arasindaki çalisma ve düsünce farki bir kez daha ortaya çikmisti.
Bir Ingiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve basinda perukla yakalanan bu kisinin
Fabrikatörün ilk yayinlarinda sorumlu bir mevkide olmasi ilginçti...
Hiram Abas'a göre Dogu Perinçek ve Fabrikatörün Türkiye'deki misyonu
söyleydi:
Türkiye'de hizla gelisen ve Bati dünyasi için tehlikeli hale gelen
Sovyet yanlisi asin solu, yeni bir doktrinle bölmek, birbirine düsürmek,
parçalamak, etkisiz hale getirmek.
Devlet içinde, Orduda MIT’te, Poliste, Özel Harp'te kendi çizgilerinde
olmayan, düsünce ve faaliyetleri ile organizatörü zor duruma düsürecek
unsurlari çesitli yöntemlerle tasfiye etmek, bu kilit müesseselerde etkinligi
arttirmak.
Türkiye'de politik ve ekonomik istikrarsizligi pompalayan faaliyetleri
devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri disinda tamamen
bagimsiz ve milli bir politika izlemesini engellemek. Fabrikatör 1980 yilina
kadar misyonunu basarili bir sekilde yerine getirdi.
1980'den sonra devami olan dergiler göreve devam ettiler. Fabrikatör, 7
Agustos 1978 günü "Kontrgerilla Seflerini Açikliyoruz" diye yayina
basladi. Ilk hedef Istanbul Bölge Daire Baskanligi eski yardimcisiydi. Ayni
gün. Fabrikatör'de Dogu Perinçek'in beyanati da yer aldi.
Perinçek "Kibris'taki Bayraktarlik Türk iyedeki tertip ve
kiskirtmalarin ocagidir" diyor, "Bayraktarligin Özel Harp Dairesinin
Kibris'taki Özel Subesi oldugunu" söylüyordu. Demek ki Kibris'taki Türk
faaliyeti birilerini rahatsiz etmis, Özel Harp Dairesinin milli menfaatler
dogrultusunda kullanilmasi bu birilerini kizdirmisti. Ayni açiklamada
Perinçek'e göre "Hiram Abas, 12 Marttan bu yana gerçeklestirilen bütün
provokasyonlardan dogrudan dogruya sorumluydu.
"8 Agustos 1978 tarihli gazetenin birinci sayfasinda mansetten
verilen haberi söyleydi: "CIA'nin okullarinda 4 yil egitilen Kontrgerilla
sefi Istanbul'daki bütün provokasyon ve tertiplerin ardindaki beyin: M.HIRAM
ABAS
M. Hiram Abas, Istanbul'daki bütün provokasyon, tertip ve operasyonlari
planlayan Kontrgerilla sefiydi. CIA ve MIT adina Faik Türüne danismanlik
yapiyor. Istanbul Kontrgerilla Karargahi ile CIA ve MÎT'in irtibatini
sagliyordu. "Gemi batirma olaylari, Elrom olayi, Firtina Tatbikatlari gibi
tertip ve saldirilar Hiram Abas'in basi altindan çikti. " Hiram Abas,
iskence ve operasyon hastasi. Görevli olmadigi halde 12 Marttaki bütün
baskinlara, operasyonlara en önde katildi. Provokasyonlari yönetti. Yeni
iskence yöntemleri gelistirdi ve bu yöntemlerin uygulanmasina bizzat katildi.
Fabrikatör, bas köseye Hiram Abas'in 18x12 cm. ebadinda bir fotografini
koymustu. Fotografin altinda sunlar
yaziyordu.
"Künyesi
Adi: Mustafa Hiram Abas
Dogum Yili ve Yeri: 1932- Istanbul
Ana Adi: Fatma
Baba Adi: Hilmi
Bitirdigi Okullar: 1952'de Saint
Joseph Fransiz Lisesi,
1957'de Siyasal Bilgiler Fakültesi.
12 Martta Görevi: CIA ve MIT adina Faik Türün'e danismanlik
Kontrgerillanin giristigi bütün provokasyon, tertip ve saldiri harekatlarim
planlamak, Istanbul Kontrgerilla Karargahi ile CIA ve MiT'in irtibatini
saglamak.
Istanbul'daki Adresi: Cemil Topuzlu
Caddesi 32/2 Çiftehavuzlar TU: 554170"
Bu adres Hiram Bey'in Öldürüldügü tarihe kadar oturdugu evin adresi idi.
Fabrikatör, Batililara casusluk yapan bir kisinin yakalanmasinda önemli rol
üstlenen Hiram Abas'i, CIA'nin adami gibi göstererek, her seyin arkasinda
CIA'yi arayan karsi güçlerin hedefi haline getirmisti. 12 yil önce fotografi,
adresi, otomobilinin markasi verilerek hedef gösterilen, CIA'nin degisik
yerlerdeki okullarinda 4 yil egitim gördügü, provokasyon, sabotaj ve iskence
yöntemleri ögrendigi, Mason oldugu, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba
vapurunun batirilmasi, Israil Baskonsolosu Efraim Elrom'un öldürülmesi gibi
provokasyon eylemler düzenledigi, insan öldürmeye düskün oldugu, yeni iskence
yöntemleri gelistirdigi ve sorgulananlara"cop soktugu' Iddia edilen Hiram
Abas'in bu kadar yasamasi bile mucizeydi.
Fabrikatör'ün esas gayesini bilmeyen ve oyun içinde ne gibi oyunlar
oldugunu tahmin edemeyen normal bir yurttas bile eline firsat geçse Hiram Bey'i
bogup öldürmek, böyle bir insan kasabini ortadan kaldirmak isterdi. Hiram Bey,
bu yayinlardan 10 yil kadar sonra, Müstesar Yardimcisi oldugu zaman, ilk kez
resmi temaslar için bir haftaligina Amerika'ya gitmisti. ABD'de 4 yil sabotaj
provokasyon ve iskence egitimi gördügü tamamen yalan ve maksatliydi. Teki,
Hiram Bey'in fotografi ve biyografisi ile onun "Batuma, Atina'ya ve
30.9.1968 ila 1.12.1970 arasi Beyrut'a gönderildigi" gibi normal bir basin
kurulusunun ulasmasi mümkün olmayan dogru ve gizli bilgiler Fabrikatör ün eline
nasil geçmisti. Demek ki organizatör personelin biyografisine ve çesitli gizli
operasyonel bilgilere ulasabilecek kadar Teskilat1 a sizabilmisti. Fabrikatör
ertesi gün, yani 9 Agustos 1978 günü yine Hiram Bey'i manset etmisti. Hiram
Bey'in evinin ve otomobilinin resimleri bulunan bu yayinda söyle deniliyordu.
"Hükümet neden susuyor?
HALEN DEVLET GÖREVLISI OLARAK
ISBASINDA
M. Hiram Abas, Ankara MIT Merkezindeki MAH Baskanliginda görevli
casusluk iddiasi ile yakalanan MIT Istihbarat Daire Baskan Yardimcisi
Sabahattin Savasmani Hiram Abas ihbar etti. Hiram Abas Sabahattin Savasman
olayinda Önemli rol oynadi.
Bilindigi gibi bu yilin baslarinda MIT Istihbarat Daire Baskan
Yardimcisi Sabahattin Savasman Kibris konusundaki bazi gizli karar ve
haritalari CIA ve Ingiliz entelijans ajanlarina verirken yakalandi ve
tutuklandi. Yakalanma olayi, MIT'in Gaziosmanpasa semtindeki "Misafir
evi-Guesthouse'nde" meydana geldi. Savasman burada, belgeleri CIA ajani
William Philips'e verirken üç MIT ajani tarafindan yakalandi. Aslinda Savasman
MIT ajanlarinin sürekli yaptigi islerden birini yapiyordu. MIT
ajanlari gerektigi zamanlar,
gelismelerden CIA'yi haberdar eder, CIA'nin yardim ve tavsiyelerini alirlar:
Ama bu seferki olayin bilinmeyen ilginç bir yönü de vardi. Savasman'i ihbar
eden, CIA'nin okullarindan yetisen ve 12 Mart sirasinda bütün gelismelerden
CIA'yi haberdar eden Hiram Abas’i. Hiram Abas, Savasman'i yalnizca ihbar etmekle
kalmadi. Misafir Evine bizzat giderek onu yakaladi.
CIA'nin adami Hiram Abas, neden Savasman'i CIA ajani diye
ihbar ederek birdenbire "vatansever" pozuna girmisti? Isin asli
suydu: 12 Mart'tan sonra Hiram Abas'in ve MIT içindeki bir kesimin itibari
sarsilmis ve bunlar tasfiye'edilme tehlikesiyle karsi karsiya kalmislardi. Bir
olay yaratarak tekrar itibar kazanmalari gerekiyordu. Bunun için Savasman
feda" edildi. Bu görevi de provokasyon ve baskin ustasi Hiram Abas yerine
getirdi. Hiram Abas, Savasman'i yakalayarak MIT içindeki bu günkü itibarli ve
etkili yerine ulasti. Ve yerini saglamlastirdi. "Fabrikatör, Savasman'i
müdafaa eden yazilari ile hata yapmis esas amacini belli etmisti. Fabrikatör
bununla da kalmadi. 30 Temmuz 1979 tarihinde "Teskilat, CIA'nin Orta Dogu
Zinciri, Üçüncü Adamin Not Defteri" basligi ile cezaevindeki Savasman'in
kendi agzindan onun casusluk hikayesini yayinladi. Savasman nedense bu ilginç
hikayesini o kadar büyük ve tarafsiz gazete varken belli okuyucusu olan sözde
solcu, siradan bir gazeteye vermisti... 7 gün süren casusluk hikayesi buram
buram kokuyordu. CIA ve Ingiliz Gizli Servisinin Ajani Savasman masum, tertibe,
iskenceye maruz kalmis bir zavalli gibi gösteriliyordu.
MEHMET EYMÜR PERINÇEK'I ANLATIYOR
"Esas hedef Hiram Bey ve bizlerdik. Yavuz hirsiz ev sahibini
bastiriyordu. Savasman'in Istihbarat
Baskani NY'den sonra Fabrikatör'ün 24 Agustos 1978 tarihli yayininda manset
bendim.
Benden sonra 26 Agustosta Y.S. Albay'la ekip tamamlanmisti. Var olmayan
bir "Kontrgerilla Örgütü" içinde gösterdikleri diger kisileri topluca
teshir ederken bizlere özel bir yer ayirmislardi:"Erenköy Iskence
Merkezindeki "Binbasi "MEHMET EYMÜR" Yayinda benim fotografim
diye, oturdugum evin Önünde Renault bir arabaya binen dazlak basli bir sahsin
resmini basmislardi. Resmin altinda "Mehmet Eymür (Cengiz Abaoglu),."
basligi altinda hakkimda bilgiler vermislerdi. Fabrikatör, Hiram Abas'la ilgili
yayinda hata yapmis, açiklar vermis, kaynaklarini zor duruma sokmustu. Bu sefer
basit yanlisliklar yaparak kaynaklari kurtarmaya çalisiyordu, o tarihte,
Bebek'te oturdugum evin adresine ulasan, zemin katta oturduguma kadar bilgi
edinen Fabrikatör nedense yan apartmanin en üst katinda oturan bir komsunun
fotografini çekmek yanlisligini yapmisti. Ayrica benim takma ad olarak
kullandigimi söyledigi "Cengiz Abaoglu ismi de teskilatta çalisan bir
arkadasima aitti. Fabrikatör benimle ilgili yayinda sunlari ilave etmisti.
"Erenköy'deki iskence merkezinde "Binbasi " olarak çagrilirdi.
Buradaki bütün iskenceleri Mehmet Eymür yönetti ve uyguladi. Babasi eski
MIT'çilerden Mazhar Eymür. Babasinin himmetiyle MIT içinde hizla yükseldi.
Halen MiT'te önemli bir mevkide bulunuyor: Eymür 35 yaslarinda, uzun boylu,
kumral, soluk benizli ve dazlak. Besiktas'ta Resim ve Heykel Müzesinin
yanindaki MIT merkezinde çalisiyor: Küçük Bebek'te oturuyor. Muhabirlerimiz,
Eymür'ün yukaridaki fotografini evinden çikarak turuncu renkli Renault
arabasina binerken çektiler."
ISTANBUL KONTRGERILLA KARARGAHINDAKI
"BESLI ÇETE"
Istanbul Kontrgerillasinda Iskence, Provokasyon ve Istihbarati Yöneten
"Besli Çete"den Mehmet Eymür "Cengiz Abaoglu" takma Ismini
de Kullaniyor. Eymür, Eyüp Özalkus'un Yardimcisi olarak Erenköy Iskence
Merkezindeki Bütün Iskenceleri Yönetti ve Uyguladi. Eymür Iskence Merkezinde
"Binbasi" diye çagrilirdi. Eymür KIIT içindeki MC yanlisi
Cuntadan."
Fabrikatör'ün bizlerle ilgili Deception'ini çözmek bizim için zor
degildi. Ancak bizim çözmemiz bir sey degistirmedi. Fabrikatör görevini en iyi
sekilde yerine getirmis ve zamanin Basbakani Bülent Ecevit bile etkilenerek
"Kontrgerilla, iskence" edebiyatina katilmisti. MIT, Polis pasifize
edildi. MIT sorgulardan çekildi. Özel Harp Dairesi siki bir denetim altina
alindi. Neticede 1979'da artan iç çatisma ve istikrarsizlik 12 Eylül 1980
ihtilalini getirdi. Türkiye yine ayaga kaldirilmamis, ölmemis ama sürünen bir
ülke statüsünü muhafaza etmesi saglanmista. Savasman olayindan sonra CIA ve
Ingiliz MI6'in baskanlari, Müstesar Hamza Gürgüç'e bu tip olaylarin tekerrür
etmeyecegine dair teminat vermisti. Ancak bu söz tutulmadi. Fabrikatöre, el
altindan bilgi veren ve yazilar hazirlayan Emekli Hava Kurmay Albay Turan
Çaglar 16 Mart 1983 tarihinde Istanbul'da CIA mensubu ile gizli bir bulusma
sirasinda suçüstü yakalandi. MIT Istanbul Bölgesi basarili bir çalisma yapmis,
olayi iyi bir sekilde delillendirilmis ve ayrica tenha bir yerde gerçeklesen
gizli bulusma görüntülenmisti. Amerikali John, 34 CA 200 plakali araci
kullaniyordu.
Ihtilal faaliyeti ile ilgili
"Balon Operasyonu'nda" da ismi geçen Ordu'da, Teskilat' da üst
düzeyde iliskileri bulunan Turan Çaglar sorgusunda bu güne kadar kamuoyuna
yansimayan ilginç seyler anlatmisti. Turan Çaglar casusluk faaliyetini on yili
askin bir süredir devam ettiriyordu.
Ingiliz Haber alma Servisi
SIS'den John, Amerikan Merkezi Haber Alma Servisinden Nick, Billy, John ve
ismini hatirlayamadigi, "sarhos" adini taktigi kisiler ile iliski
kurmustu. "Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri
icabindan olarak gizli kalmasi gereken bilgileri" bu kisilere yazili
olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrica evinde yapilan aramada da yeni birçok
delil elde edilmisti. Görülecegi üzere bu olayda da CIA ve Ingiliz Gizli
Servisi MI6 yan yanaydi. Turan Çaglar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenligi
sebebiyle kapali olarak yapildi ve yayin yasagi konuldu! Belki bir gün bu yasak
kalkar ve Turan Çaglar'in anlattigi ilginç olaylar kamuoyuna yansir. Turan
Çaglar tutuklu bulundugu cezaevinden Istanbul Bölge Daire Baskanligi'na bir
mektup yazdi ve sorgusu sirasinda kendisine gösterilen yumusak ve nazik
muameleye tesekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çaglar'in cezaevinde
kalp krizinden öldügünü yazdilar. Em. Hava Kur. Alb. Turan Çaglar gazetelerde
çikan birkaç ufak haberle kaldi ve unutulup hafizalardan silindi. Ilginç olan
basin kuruluslarinin hiç birinin ulasamadigi bilgilere her nasilsa ulasabilen
Fabrikatör'ün, bu sefer bu konuda suskun kalmasiydi. Hem de Turan Çaglar eski
bir kaynaklari ve yazarlari oldugu halde...
Fabrikatör tarafindan bu kadar
hirpalanan Hiram Bey, Amerika, Ingiltere, Fransa, Almanya veya batili diger
ülkelere düsman miydi? Hayir. Bu büyük ülkelere ve onlarin dünya çapinda
operasyonlar yürüten kuvvetli istihbarat teskilatlarina sempati ile baktigim ve
onlarin Türkiye ile yakin isbirligine inandigini rahatlikla söyleyebilirim.
Suçu, yapmasi gerekeni yapmak, kendi devletinin menfaatlerini ön planda tutup,
bu büyük ülkelerin Türkiye'deki haksiz menfaatlerini engellemekti. Bu yüzden hiç
affedilmedi. Fabrikatör ölümüne kadar ve hatta ölümünden sonra bile onunla
ugrasmaya devam etti. Onu ölümünden sonra "Mafyanin adami",
"Silah Kaçakçisi", "Uyusturucu Kaçakçisi" olarak göstermeye
gayret etti. Tanimayan, bilmeyen kisilere "layigini bulmus" dedirtecek
cinsten yayinlar yapti. Adeta azmettirenin kendileri oldugunu belirtir ve
devletin adaletine meydan okurcasina "Biz zaten gidici oldugunu çok
önceden bildirmistik" diye baslik atfa. Burada, Fabrikatör'ün bütün
faaliyetlerine yer verip Hiram Abas gibi vatanina bagli, basarili bir
istihbaratçinin yükselme ihtimali oldugu tüm devrelerde neler yaptigini
anlatmak mümkün degil. Bunun için birçok belge ortaya koyarak ayri bir kitap
yazmak gerekir. Üzücü olan ciddi haber vermesi ile taninan birçok gazetenin
Fabrikatör'ün yayinlarini kendilerine kaynak olarak kullanmasidir. Ölümünden
sonra yayinlanan ve Hiram Bey’in Amerika'da 4 yil istihbarat egitimi gördügü
" gibi.
SÖZ
HIRAM ABAS’TA
"1978'de Fabrikatör gazetesinin yayinlan mevcuttur. Bu gazetede benim
evimin fotografini çikardilar: Benim talebelik fotografimi çikardilar. Ben
iskenceci olarak gözüktüm. Ben ruhi bozuklukla köpeklerimi kursuna dizen bir
adam olarak gözüktüm, vs. Bu hemen Sabahattin Savasman'in yakalanmasindan
sonradir. Sabahattin Savasman olayi güzel bir operasyondu ve ondan sonra bu
yayin hemen basladi.
SORU: Solcu Dogu Perinçek'in Amerika hesabina casusluk yapan bir adami
yakalayan kisiye hasmane bir tutum almasi çeliski degil mi?
Evet.. Yalniz Perinçek'in çok iyi etüt edilmesi lazimdir.
Basbakanla (Turgut Özal) yaptigim Suriye seyahatinden sonra bu sefer MIT
içerisinde bir sivillesme hikayesi ortaya atildi ve aday olarak gösterildim.
Yine bir odak noktasi haline geldigim anda da, tekrar dergide, yayinlar basladi.
Suriye seyahatinden sonra aleyhimde yapilan yayinlarda, bütün hikayeleri
tekrarladilar. Baska bir sey yok. Ve sonuçta da bu sivillesme hikayesi herhalde
kendilerini fevkalade rahatsiz etti, tekrar üzerimize geldiler: Bunlar 1978'de
MÎT hakkindaki yayinlarla MÎT'i pasif duruma sokabildiler:
SORU. Basardilar mi?
Evet. Sadece kisa süre için basardilar: Bunu kabul edebilirsiniz,
basardilar... Simdi 1978-88'deki benim aktivitemin, yönelmek istedigim yerler,
kurdugum daire, çalismalar, Güney Doguda biraz terörün azalmasi ve PKK
faaliyetine bakarsaniz, PKK faaliyeti Güney Doguda bir eylemdir. Ama esas büyük
faaliyet Avrupa'da Ermeniler gibi beynelmilel sahada muvaffak olacaklar. Para
bütünüyle Avrupa'dan gelmektedir. Bu çapta bir faaliyetin tek basina bir Güney
Dogu olarak düsünülmesi hatalidir ve ben bunun için çok genis çapta bir çalisma
gerektigi kanisindayim. PKK sadece bir terör faaliyeti degildir. PKK Türkiye'yi
bölme faaliyetidir. PKK Avrupa'daki Kürtleri, Kürt asilli Türkleri bölme faaliyetidir.
Bunun bir bütün halinde görülmesi lazim ve ona göre mücadeleyi Disisleri
Bakanligi yapar ama, bize düsüyor yani eski bize. Ben bunu koruyorum. Yani
neticede herhalde yine sikintilar baslamistir malum yerlerde ve bunun
neticesinde Dogu Perinçek yine üzerime üzerime geldi. Dogu Perinçek iyi bir
kafa, kabul etmek lazim ve bunun yaninda bazi baska seyler de yapiyor. Mesela
benim hakkimda yazdiracagi, yazacagi bazi yazilar olursa, Ögrendiklerime göre,
dis ülkelerde yayinlattiriyor: Oradan iktibas ediyor, suça da girmiyor. Simdiye
kadar ben Dogu Perinçek'in yazdiklari üstüne hiç gitmedim. Benim hakkimda
yaptigi en büyük suçlama, aginma çok giden bir suçlama benim CIA ajani oldugum,
CIA tarafindan yetistirildigim, bunun yaninda MOSSAD'la çok yakin iliskiler
içerisinde oldugum vs. Bu bir iddiaydi, üzerinde durmadim. Çünkü ben meslegimde
devletime karsi sorumluyum. Kendimi, müdafaa etmek için daha fazla afise
edemem. Aldirmadim da."
Bu kitabin (Analiz, Mehmet Eymür) yazildigi, 1990'in son, 1991'in ilk
aylarinda, Fabrikatör'ün yeni tertip ve kiskirtmalar içine girdigini, bazi
düzmece telefon ihbarlarina dayanarak yayinlar yaptigini bir dönemde yayinlamis
olduklari bir takim sansasyonel yalan haberleri ayni resim ve asagi yukari
benzer laflar kullanarak yinelediklerini, ben de dahil olmak üzere bir takim
insanlarin agzindan çikmis gibi yorumlar vererek tüm dünyanin ve Türkiye'nin
kritik günler yasadigi su günlerde, ülke zararina çabaya ve bitmeyen hastalikli
kampanyaya devam ettiklerini ilgi ile izliyorum. Baskalarina ajan
yakistirmasinda bulunarak kendi durumlarini örtbas etme yöntemlerine de her
zamanki gibi devam ediyorlar. Kanaatimce Fabrikatör basit bir yikici yayin
olarak düsünülmemeli, ilgililerce konu bir espiyonaj faaliyeti olarak ele
alinip, arkasindaki güçler her kimse, desifre edilmeli, faaliyet tamamen bir
casusluk faaliyeti olarak dikkate alinmalidir.
AYDINLIK HAREKETININ IKI NUMARALI ISMI
GÜN ZILELI'DEN MÜTHIS IDDIA: "AYDINLIK'LA MITIN BAGLANTISI VARDI"
Aydinlik hareketinin üst düzey yöneticilerinden Gün Zileli/ hatiralarini
anlattigi "Havariler" adli kitapta, yillardir konusulan Aydinlik- MIT
iliskisi konusunda son derece ilginç iddialar dile getiriyor. (Sefa Kaplan/
Hürriyet) Zileli'nin verdigi bilgiye göre, Aydinlikla MIT'in baglantisi vardi.
MIT, Aydinlik'i kullaniyordu. Zileli, 1977'de 34 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1
Mayis'i da, tamamen farkli bir açidan anlatiyordu. Kitapta ayrica. Aydinlik
lideri Dogu Perinçek'in, iktidara geldigi zaman, yani 'devrimden sonra Kibris'i
ve 12 Adalar'i, Yunanli Maocular'a 'armagan* etmek için söz verdigi de
vurgulaniyor.
"Daha sonraki yillarda, Aydinlik
hareketinin ileri gelenlerinden biri oldugum için, bana hep sorulmustur:
Aydinlik'in MIT'Ie iliskisi var miydi? Yoksa, bunca bilgiyi nereden aliyordu?
Elbette bu sorunun ardindaki 'Aydinlik MIT'in bir kolu muydu?' türü daha vahim
bir soruyu algilamamak mümkün degildi. Bu yüzden, bir baska paranoyayi
besleyecek bu tür sorulara, hep 'hayir' yanitini vermisimdir." Bu sözler,
uzunca bir süre, Dogu Perinçek'ten sonra "Aydinlik hareketinin ikinci
adami" konumunda bulunan Gün Zileli'ye ait.
Zileli, hareket içinde görev yaptigi yillarda, bu soruya 'hayir'
cevabini veriyor ve dogal olarak: 'Ama itiraf etmeliyim ki bu 'hayir' yaniti,
bir solcu paranoyasinin yayilmasina karsi, gerçegin bir kismini ifade etse de,
bütününü ifade etmiyordu. 1980 askeri darbesinden sonra ögrendiklerim (ki, buna
o yillara gelince daha ayrintili deginecegim) isiginda, simdi gerçegin diger
kismini gönül rahatligiyla ifade edebilirim.
Aydinlik hareketinin ve özel olarak
Aydinlik gazetesinin MIT'in bir kanadiyla (bu kanada, 'sol kanat' adini takan
akl-i evveller de vardir, oysa MiT'in 'sol kanadindan' söz etmek, 'sol'un MIT
kanadindan' söz etmek kadar tuhaf bir seydir) dolayisiyla MIT'le baglantisi
vardi. MIT'de, bütün örgütler gibi hiziplerden olusuyordu. O dönem, Aydinlik
hareketine gizli bilgileri akitan kesim, büyük ihtimalle o günkü MIT yönetimine
muhalif bir kesimdi (nitekim, 12 Eylül'den sonra tasfiye edilmislerdir.)
Yönetime hakim "rakip
kesimi yipratmak" isine geldiginden, bu kesim Aydinlik hareketine bilgi
aktarmayi çikarlarina uygun bulmustur (...) Dolayisiyla Aydinlik'a akitilan
bilgilerin tamaminin, MIT'in hakim kesiminin aleyhinde oldugunu düsünsek bile,
MIT, bu iliskiden global bir kazanç saglamis, sol bir örgütü, 'muhalif kanadi'
araciligiyla verdigi bilgiler sayesinde, su ya da bu yöne sevk etme sansina
sahip olmus, dahasi, bu tür baglantilar sonucu, bu hareketin, Türk devletinin
ideolojik kazanimi haline gelmesine katkida bulunmustur."
12 ADALAR'I YUNANLILAR'A NASIL VERDIK?
Yunanli Maocularin örgütü EKKE heyeti, bize biraz daha hitap eder
gibiydi (...) Bu duygulu arilar, iki parti heyetleri arasindaki siyasi
görüsmelere geçildiginde, yerini, akila hesaplara birakti. Neden söz ettigimi
anlayamadiginizin farkindayim. TÎIKP ile EKKE, bu görüsmelerde Türkiye ile
Yunanistan'in eskiden beri ihtilaf halinde olduklari Ege Adalari'nin 'devrimden
sonraki' statüsünü, ciddi ciddi pazarlik konusu yaptilar. Bu saçmaligin o zaman
da farkindaydim. Birincisi, ortada fol yok, yumurta yokken, sanki her iki
partininde kendi ülkelerinin iktidarlarina kurulmusçasina böylesi 'paylasim'
konularina girmeleri, iki partinin de birer budalalar toplulugu tarafindan
yönetildigini göstermekteydi. Ikincisi, bunu mantiki kilacak kosullarin
oldugunu varsaysak bile, 'enternasyonalist' oldugunu ileri süren iki partinin
adalar konusunda 'ulusal pazarliga' girismesi, ikisinin de alelade
milliyetçiler oldugunu ispatlamaktan baska bir ise yaramaz (...) Hele fizik
olarak Dogu'ya benzeyen EKKE baskani hiç gözümün Önünden gitmez. Adam,
milliyetçilikte Dogu Perinçek'i bile fersah, fersah geride birakmisti. Siki bir
'megalo ide-aci' olan EKKE baskani, adalarin tümünü ve Kibris'in tamamini istiyordu!
Yapilacak fazla bir sey yoktu. Bütün adalari 'verdik' gitti!
1 MAYISTA 'HALKIN YOLU' TAMAMIYLA
SILAHLIYDI
Gün Zileli kitabinda, 34 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayis 1977de
yasananlara da deginiyor. Bu güne kadar bilinenden tamamen farkli bir 1 Mayis
portresi çizen Zileli; Aydinlik hareketinin 1 Mayis'la iliskin düsünce ve
yaklasimini aktardiktan sonra, 'Halkin Yolu'ndan Aydinlik'a katilan Kamil
Arslantürkoglu'nun görüslerine yer veriyor: "Bir diger önemli taniklik, 1
Mayis günü 'Halkin Yolu' grubunun içinde bulunan ve grubu yönetenlerden biri
olan Kamil Arslantürkoglu'nun anlattiklariydi. Kamil'in anlattigina göre, 'üçlü
blok'un en kalabalik kesimini olusturan 'Halkin Yolu' taraftarlari, neredeyse
son bireyine kadar, üzerlerindeki silahlarla katilmislardi yürüyüse.
Katilimcilar, her an bir çatisma çikacagi ruh hali içinde, en ufak bir isarette
silahlarini çekip ateslemeye hazirmislar. Yürüyüs kolu Tarlabasi Yokusu'ndan
Taksim Meydani'na yaklasirken, Kamil, asagi yukari yirmi metre kadar yukarida,
bir elektrik direginin yaninda duran birisinin, ortada fol yok, yumurta yokken,
silahini çekip, havaya atesledigini görmüs. Silah sesini duyan 'üçlü blok'
içinde yer alan herkes, 'Halkin Yolu' grubuna karsi silahli bir saldin
baslatildigi zehabiyla, aninda kendini yere atip, silahini ateslemeye baslamis.
Kamil, yerden kalktiginda diregin yaninda silahini atesleyip, provakasyonu
baslatan adamin çoktan toz oldugunu görmüs. îste, meydandaki büyük kargasaliga
neden olan 'Tarlabasi'ndan gelen silah sesi" salvosu, bir provakatörün
silahini ateslemesiyle böyle baslamis."
TIIKFTEKI
SUBAYLAR
Mesela; Tegmen Alaattin SEVIMLI!
Öteden beri, askeri istihbarat birimlerinin mi sol örgütlere sizmaya
çalistiklari veya sol örgütlerin mi Türk Silahli Kuvvetlerine sizmaya
çalistiklari konusu hep tartisila-gelmistir. Sol örgütlere sizmaya çalisan
TSKlilerin ne kadarinin bu isi devlet için istihbarat ve örgütü etkinlestirmek
için yaptigi ya da ne kadarinin bu isi Gladio ya da cunta lobileri hesabina
yaptiklari hususu da ayri bir analiz gerektiren konudur. Sol örgüt
militanlarinin gözlerindeki kalin bagnazlik perdelerini indirerek bu konulan
düsünüp, sorularin cevaplarini aramaya çalismalarini beklemiyoruz.
Ancak, bizim genel kanaatimize göre, sol örgütler TSK'ne sizmaya
çalismiyorlar. Aksine çesitli görevlerle donatilmis Istihbarat Kontrgerilla,
Anti-terör, Gladio ve Cunta lobisi ajanlari olan subay ve astsubaylar, bu
örgütlere siziyorlar. Bu örgütlere sizip, bir süre sonra etkili bir yere gelen
bu ajanlar, çesitli görevler gerçeklestiriyorlar. Bunlarin basinda gelen isler
sunlardir:
1- Sayet sizan kisi devlet adina çalisan bir ajan ise; örgütü izliyor,
kadrolarini ve eylemlerini takip ediyor, örgütle ilgili her türlü bilgileri
toplayip merkezine aktariyor...
2- Örgütün eylemlerini önceden bloke ediyor. Eylem yapilirsa, operasyon
için isaret ve bilgiler veriyor.
3- Eger sizan kisi Gladio veya cunta lobisi ajani ise; sizdigi örgütü
provoke ediyor. Örgütü kiskirtiyor. Eylemler,sabotajlar yaptiriyor. Örgütü
cinayetlere yönlendiriyor. Böylece toplumu tahrik ve ülkeyi de destabilize
etmek için örgütü, militanlari kullaniyor. Bu yolla, darbecilere, gizli
servislerin veya Gladionun operasyonlarina zemin hazirliyor. THKP/C deki
Yüzbasi Orhan Savasçi gibi...
Pek çok aktif silahli sol örgütte oldugu gibi, bu tür sizmalari Mao'cu
örgütlerde de görüyoruz. Özellikle TIIKP'te silahli hücrelerin basina pek çok
tegmen, üsttegmen geçmistir. Bunlar örgüte askeri malzeme aktarmak, askeri egitim
ve taktikler vermek, askeri personel kazandirmak ve örgütün, basta SAFAK olmak
üzere tüm yasadisi yayinlarini, askeri birliklerde dagitmak gibi isler
yapmislardir.
TIIKP'te, adini hemen hemen bütün saniklarin verdigi tegmen Alaattin
Sevimli. Bu kisinin kontragerilla ajani oldugunu ifade eden solcular vardir.
TÎIKP'nin Ege daglarinda ve Filistin kamplarinda bulunan tüm gerilla egitimi
almis militanlarin elle koyulmusçasina rahatça bulunup, toplanmasina ve örgütün
tamamen bitirilmesine bakilirsa, tegmen Alaattin Sevimli ile ilgili
"kontrgerilla ajani oldugu" iddiasinin dogruluk payi olabilir. Eger
Alaattin Sevimli kontrgerilla ajani ise, onun Polatli'da Topçuluk ve Füzecilik
Okulu'nda irtibat kurup örgütü empoze ettigi, yasak yayin dagittigi diger subaylar
ne olmustur ? Ya diger örgütçü subaylar kimlerdi?
TÎÎKP davasi iddianamesine
bakildiginda, ne tegmen Alaattin Sevimli'nin ne de diger Mao'cu subaylarin
adlarina rastliyoruz. Bu subaylar hakkinda kanuni bir islem yapildigina dair
bir isarete rastlamiyoruz.. Bu da TÎIKP'te-ki subaylarin, bu örgüte
sizdirildiklari tezini güçlendiriyor.
Mao'cu-Aydinlikçilarin Marksist-Leninist çevrelerin iyi gözle bakmadigi
bir özelligi var... O da; Türk Silahli Kuvvetleri personeli ile aralarindaki
tuhaf muhabbet... Halen bu durumu teyit eden pek çok isaret var.
Örnegin; Deniz Kuvvetleri
Komutanligi'ndan pek çok emekli subay ve astsubay Î.P yönetiminde görev aliyor
veya AYDINLIK gazetesinde "askeri,
stratejik analiz" kaynaklarini kullanarak, siyasi yazilar yaziyor.
Ayrica Jandarma Gn. Komutani Esref Bitlis'in uçagi düstügünde, Aydinlikçilarla
askerler arasindaki muhabbet çok çarpici bir hal almisti. Esref Bitlis'in
uçaginin düsmesi ile ilgili en gizli askeri sorusturma ve bilirkisi raporlari,
ilk kez Aydinlik'a ulasti. TSK patentli orduda irtica örgütlerine iliskin
listeler ve semalar önce Aydinlik'a ulastirildi.
MIT raporlari, önce bu grubun eline ulasti... Tüm bunlar ne istir? diye
hayretle soru soruldugu zaman verilen cevap basit, "CIA ve CIA uzantilarini
böyle teshir ederek etki sizlestiriyoruz!
"Oysa Aydinlikçilarin yirmi
yildir benimseyip israrla sürdürdükleri bu ihbarcilik, jurnal, hedef gösterme
ve TSK'nin laiklik adina borazanligini yapmak gibi tutumlara diger Marksist
Leninist örgütlerin hiçbiri sicak bakmiyor ve bu isten fena halde huylanip,
kuskulaniyorlardi. Bu nedenle bütün sol örgütler ve olusumlar, Perinçek'lerin
Mao'cu-AYDINLIK hareketini provakatörlük ve kontrespiyon yapmakla suçladilar ve
bu grubu yalniz biraktilar
Aydinlikçilarin durumunu anlamak ve
çözmek gerçekten zor; hele hele, Ferit Ilsever gibi, Ingilizlerle siki fiki
olmus bir yönetici olan, yayinlarda MIT, MGK, Genel Kurmay tutanaklari
kullanan, güç odaklari arasinda konjoktürel tavirlar alan, tetikçilik yapan,
DGM'lere hedefler gösteren, hemen hemen tüm sol örgütlerle çatisan, bütün
yazarlar ve hücre liderleri bugün ultra-Kapitalist gazetelerde yazar ve
yönetici olan bir yapi ile karsi karsiyayiz. Su isimlere bakin:
Cengiz Çandar, Hasan Yalçin, Hadi Uluengin, Nuri Çolakoglu, Oral
Çalislar, Gülay Göktürk, Lütfü Oflaz. Bunlarin arasinda FKÖ kamplarinda gerilla
egitimi bile alan var. Simdi hepsi de SABAH, HÜRRIYET gibi ultra-kapitalist
holding gazetelerindedir. Bunlar, eski TIIKP ve TIKP mensubu Aydinlikçilardir.
TIIKP, solu bölmek için kullanmis ya da ülkeyi destabilize etmek için
kullanmis bîr örgüt müydü? Cevabini biz biliyoruz. Ancak bu örgütün günümüzdeki
uzantilari simdilerde davalarini mezhepçilere dayamislardir. Yine espiyonaj,
yine Jurnal, yine tahrik yine MGK'ya, DGM'ye hedef göstermeler, yine TSK
kökenlilere bolca yer vermeler. Bunlardan biri de, Em. Deniz Binbasi Erol
Mütercimler'dir.
Hani su, kardesi uluslararasi silah sirketlerinde çalisan ve
Avusturalya'da Ingiliz Gizli Servisinin adami oldugu ve bu yüzden Rusya'da
geçtigimiz yil KGB tarafindan öldürüldügü iddia edilen kisi...
Erol Mütercimler bir deniz binbasisi,
askeri politik açilimli analizler ve stratejik tarih yazilan yaziyor. Susurluk
olayindan sonra, aktif olarak Aydinhk'ta yazilar yazdi.
Aydinlik'ta yazdigi
yazilarda. Deniz Kuvvetleri subaylari arasinda, Aydinlikçilar gibi düsünen pek
çok sempatizan bulundugu izlenimi verdi.
Seviyeli ve entellektüel bir yazarlik çizgisi bulunan Erol
Mütercimlerin, gizli istihbarat servisleri ile bunlar arasinda geçen olaylar
hakkinda oldukça genis bilgi ve tecrübesinin bulundugu anlasiliyor!.. Ve Mao'cu
Aydinlik grubu, bu tür yapisi olan ve muhtemelen kontrgerilla veya askeri
istihbarat geçmisi bulunan bir TSK personelini aralarina alip, ona en seçkin
kösede yazilar yazdirmakta bir problem görmüyor.
ÜLKÜCÜLERI GLADIO ILE SUÇLAYANLAR ÖNCE
KENDILERI AYNAYA BAKSINLAR!
1979 yilinda. Kayseri Komando Tugayi'nda görevli bir komando yüzbasisi,
ülkücülere TNT ve silah veriyor diye, dönemin azili ülkücü düsmani ve komünist
Içisleri Bakani tarafindan gazetelerde teshir edilmisti. Bu komando
yüzbasisinin, (Ö. Çevikel'in) ülkücü mü, yoksa ülkücülerin içine sizdirilmis
bir darbe ya da cunta lobisinin provokatörü mü olup olmadigina iyi bakilmadan ve
objektif, güvenilir bir inceleme yapilmadan, bütün ülkücülerin fasist,
kontrgerilla militani olduk! an ya da ülkücü hareketin kontrgerilla tarafindan
desteklenip silahlandirildigi seklinde organize yaygaralar koparildi. Mao'cu ve
sol yandasli gazeteler, biraz da komünistlerin güdümüne giren C.H.P'li
hükümetin gaz vermesiyle bu "komando yüzbasi" hadisesini dallandirip
budaklandirarak, buradan M.H.P'yi ve Ülkücü Hareketi kontrgerillalikla
suçladilar. Sagda solda patlayan ve komünistler tarafindan ülkücülere
adreslendirilen bombalarin kontrgerilladan veya Gladio'dan temin edildigi,
"kontrgerilla ile M.H.P'nin isbirligi yaparak cinayet sebekeleri
kurdugu" seklinde iddialar ortaya atarak, ülkücüleri bugünkü moda
tabiriyle derin devlete (Glaclio'ya) çalismakla suçladilar. TNT patlayicilari
ile yakalanan, durumu karisik tek bir komando yüzbasisinin M.H.P'li oldugunu
öne sürerek, ülkücü hareketin, derin devlet hesabina çalisan bir kontrgerilla
hareketi oldugunu iddia eden bu çevrelerin israrla ve israrla görmezden gelmeye
ve göstermekten kaçmaya çalistiklari çok ama çok daha çarpici gerçekler vardi;
Silahli sol örgütlerde görev alan yüzlerce yüzbasi, tegmen, üstegmen ve
astsubay! Hatta bu örgütlere üye olan albaylar!
"Derin devlet" diye bir olgunun bulundugunu kabul ediyoruz.
Ancak bu kavramdan anladiklarimiz solcularin anladik]ariyla ayni seyler degil.
Sol kesimler, derin devlet tanimlamalari yaparken isi o kadar kasitli ve
garazkâr bir hale getiriyorlar ki, neredeyse devletin kendisini ve tüm
kavramlarini bu kavramin içine aliyorlar. Kendini ve toplumunu korumak zorunda
olan ve refleksle hareket eden devlet bu çevrelere göre, "derin
devlet" oluyor! Bu kavramla ilgili tartismaya girmeyecegiz.. Biz
"derin devlet" tarifinden ne anliyoruz, hemen onu söyleyelim: Bize
göre derin devlet; devlet kimligini ve yetkilerini kalkan yaparak, ülkemizde
destabilizasyon amaçli provakatif örgütler kurduran ve bu örgütlere veya
isbirlikçilerine provokatif eylemler ve çalismalar yaptirtan, toplumun,
milletin ve demokrasinin aleyhine çalisan, cuntaci veya dis gizli servis
baglantili, gayri millî, kanun disi güçlerin, darbe lobilerinin veya
odaklarinin kurduklari paralel yapilarin tümünün yasadigi, kontrol edilemeyen,
izlenemeyen denetim disi alandir..!
HAPISHANEDEKI
YARDIMCILAR
Geç vakit, çengel atilmasi gerekenlerin tespitine geçildi. Herkes Sururi
ile birkaç tegmenin üzerinde duruyordu,
"Içimizde Sururi'nin akrabasi
olan var mi?" Kimseden ses çikmiyordu.
"Peki, bize neden yardim edecek? Kasimiza, gözümüze mi hayran bu
vatandas? Elbet bizden bir çikan olacaktir." Sururi ile temas kuracak kisi
üzerinde tartisiyorlardi.
"Yine bu isi Osman becerir" diyordu
Necmi.
"Ben temas kurarim ama bence en büyük is
Hicran'a düsecek."
Kogustakiler saskin saskin yüzüne
bakiyorlardi.
Hicran, disaridan kendilerine yardima
olabilirdi. Osman, ilk görüsmeyi iple çekti.
"Bir köpek yavrusu besliyorum" dedi
Hicran.
"Son günlerdeki en büyük eglencem o. Aman
görme, ne sirin bir sey."
Tel örgünün arkasinda ellerini arkasina
kavusturmus, çocuksu bir tavir takinmisti.
"Birak simdi köpegi, söylediklerimi iyi
dinle."
"Canina sokarsin ama..."
"Birak dedim simdi köpegi sana."
"Kizma" dedi Hicran
"Dinliyorum."
“Tegmen Sururi'yi taniyor müsün?"
"Neden sordun?"
“Taniyor musun dedim sana?"
"Kizlar kisminda yatarken tanidim."
"Onu elde edebilir misin?"
"Nasil yani..."
"Gerekirse onunla yatar
misin?"
"Bunu sen mi
söylüyorsun?"
Kizi hirs bürümüstü. Tel Örgüye yapismisti. "Çok adisin."
Sesi, soluk gibi çikiyordu. "Ne kadar adi oldugunu bir kere daha
gösterdin. Seni sevdigim için, bir kere daha kendimden utaniyorum."
"Birak beni simdi" diye konustu Osman; "Hepimiz adina
konusuyorum. Hepimizin kurtulmasi senin elinde, Sururi'yi ele geçirebilirsen,
bizim buradan çikmamiza yardima olacaksin. Çikmamiz lazim buradan. Yoksa
hepimiz ipe gidecegiz."
"Ne çabuk ümitsizlige düstün."
"Iddianameyi okudun mu?"
"Saçmaliklarla dolu."
"Her sey aleyhimize, yargiçlari tatmin
edemeyecegimiz anlasiliyor. Belki dört defa okudum, kuvvetli delilleri var.
Bunlarin arasinda siyrilmak çok güç. Ancak oyalama taktigi ile birkaç ay
uzatabiliriz durusmayi, temyizi, yüksek mahkemesi derken bir seneye kalmaz,
hepimizi ipe çekerler."
"Beni de mi?" dedi kiz.
"Benim, seninle iliskimden baska bir suçum yok."
"Bu da senelerce hapishanede çürümene yetecektir."
"Peki nasil kaçacaksiniz?"
"Sen orasina karisma. Yeni sevgilin Surun bize yardim edecek."
"Hadi siz kaçtiniz diyelim, biz ne
olacagiz, beni yeniden içeri alirlarsa?"
"Öyle isler çevirecegiz ve öyle sartlar
ileri sürecegiz ki, sizi elleriyle birakmak zorunda kalacaklar."
"Olan bana olacak"
dedi Hicran. "Seni simdiye kadar aldatmadim."
"Bunu biliyorum fakat
simdi aldatmani istiyorum. Senin kendini koruyacagini ve kolay kolay teslim
olmayacagini da biliyorum."
Ya dayanamazsam."
"Onu avucunun içine alabilirsin dedi
Osman. "Tipki beni aldigin gibi. Sonra evlenme ayaklarina yatabilirsin.
Sartin da, bizim buradan çikmamiz olabilir. Bizim buradan çikmamizi sagladigi
takdirde, kendisiyle evlenecegini söylersin. Razi olur görünürse, benim ismimi
vereceksin. Benimle temas kurmasini isteyeceksin, hepsi bu kadar."
"Ne kadar kolaymis."
"Alay etme Hicran" dedi Osman. "Kurtulmamiz senin elinde."
"Neden benim? Neden Ilkay'in, Tülay'in,
Emelin elinde olmasin?"
"Onlar evli, üstelik de senin gibi çarpici degil."
"Düsünecegim" dedi kiz. Tel örgü
arasindan parmagina temas eden elleri buz gibiydi.
"Sana güveniyoruz."
Hiç bu kadar soguk bir sekilde
ayrildiklarini bilmiyorlardi.
Sorgulan 10 Eylül'de
tamamlanmisti. Hakim, savunma için fazla bir süre tanimak istemiyordu. Hemen
sahitlerin dinlenmesine geçilmisti. Bu arada Osman'la, 13 kisi olduklari ve
bazi eylemlere katildigi anlasilan Hicran, tekrar içeri alinmisti. Tegmen Surun
ile simdi daha yakindi. Sinirli bir hava esmeye baslamista. Cayan, durusmalari
uzatmak veya yanda kesilmesini saglamak için girisimlerde bulunmalari lazim
geldigini anlamisti. Bu firsat da, saniklar arasinda bulunan fakat hiç
tanimadiklari Mustafa adli bir gencin, söz almasi üzerine eline geçmisti. Sanik
"Türkiye'deki Amerikan emperyalizmi ve yerli isbirlikçileri"
konusunda uzun bir sözlere baslamisti ki, yargiç sözünü kesti...
3 NUMARALI SIKIYÖNETIM MAHKEMESININ 10
EYLÜL GÜNKÜ TUTANAGINDAN
YARGIÇ: Türkiye'ye, Amerikan emperyalizmi ne zaman geldi ve kimler
tarafindan getirildi? Bu konuda cevap verip, vermemekte serbestsiniz."
SANIK: Bu konudaki savunmam sirasinda, genis açiklama yapacagim.
CAYAN: Hiçbir açiklama yapamaz. Bu sahis bir provokatördür, kiskirtici
ajandir.
YARGIÇ: Sen otur yerine. Söz alir konusursun.
CAYAN: Buradaki otuzdan fazla sanikla bir ilgimiz yoktur.
YARGIÇ: Böyle müdahale edemezsiniz. Burasi mahkeme, mahkemeyi sen mi
yöneteceksin, yoksa biz mi? Sen, burada bir saniksin.
CAYAN: Burada kesin bir tarif verilemez.
YARGIÇ: Sen ne karisiyorsun? Bunlarin lideri sen misin? Burada da mi
liderlik tasliyorsun? Burasi mahkeme oglum.
ÎLKAY: (Parmakliklar önüne kadar gelerek) Siz de yanlis soru
soruyorsunuz.
YARGIÇ: Sen de mi karisiyorsun?
CAYAN: Böyle soru sorulmaz.
YARGIÇ: Senden mi ögrenecegim? Otur yerine.
AVUKAT: Sorulan soru siyasi mahiyettedir, zapta geçirilmesini istiyorum.
YARGIÇ: Saniklar, burada -kendi deyimleri ile- ajitasyona girisiyorlar.
Mahkemeyi sanik ve avukatlar degil, hakimler idare eder.
Nelerin zapta geçip, geçmeyecegine de ben karar veririm. Bu konuda bir
sikayetiniz olursa, yetkili mercilere basvurursunuz.
AVUKAT: Usul hakkinda konusmak istiyorum.
YARGIÇ: Hangi usul?
AVUKAT: Sizin sorunuz...
YARGIÇ: Mahkemeyi görevinden alikoyacak sekilde bulunuyorsunuz. Buyrun,
yerinize oturun. Söz sanigin.
SANIK: 12 Mart'tan sonra, devrimcilere uygulanan terörist baski, daha da
artarak devam etti. Sebepsiz kitle tutuklamalari yapildi. Bu nedenle
eylemlerimizi sürdürdük...
OSMAN: Söz istiyorum. YARGIÇ: Sorgusu tamamlanmadi... OSMAN: Söz
istiyorum. YARGIÇ: Söz sizin.
OSMAN: Burada, huzurunuzda konusan arkadaslardan yaridan fazlasinin THKC
(Türkiye Halk Kurtulus Cephesi) hatta partisi ile bir ilgileri olmadigi gibi
hiç bir eyleme de karismamislardir. Bunlarin aramizdan çekilmelerin istiyoruz.
Bizimle burada yargilanmalarinin sebebi emniyette baslayip, savciliga kadar
devam eden provokasyonun sonucudur. YARGIÇ: Bu kadar mi? OSMAN: Bu kadar.
YARGIÇ: Savanin mütalaasi alinacaktir bu konuda. Osman yerine oturunca.
Mahirle dirsek temasi yapmislardi. "Bundan sonra, hep böyle
yapacagiz" der gibi.
Karargaha gitmek için, çok yol yürümeleri gerekiyordu.
Tegmen Sururi, kizin hep bir adim arkasinda kalmayi tercih ediyordu.
Kizin muntazam vücudu, tatli bir ahenkle inip kalkan kalçalari bastan çikmasi
için, kafi sebepti. Komutan "Hicran isimli sanik kizi çagirin"
deyince, bu isi astlarina birakmayip kendi yüklenmisti... Simdi ise konusmak
için bahane ariyordu.
"Caniniz sikiliyor mu?"
dedi, damdan düsercesine. Kiz saçlarini savurarak geriye dönmüs ve iri
gözleriyle ona bir bakis atmisti. "Bana mi söylediniz?" "Caniniz
sikiliyor mu diye sormustum." Artik yan yana yürüyorlardi.
"Sikilmaz mi?" diye cevap
verdi Hicran. "Bütün özgürlügü elinden alinmis, birkaç kadinla birlikte
bir barakaya kapatilmis bir insan, sikilmaz mi?"
"Tahmin ediyorum, sikilir
tabii..."
Kendisi de nedense kizarmisti.
Önlerinde daha yüz metrelik bir yol
vardi...
"Yoruldunuz mu?" diye sordu
tegmen.
"Yorulmak mi? Benim için büyük bir
degisiklik. Keske her gün komutanliktan, idareden çagirsalar da, biraz degisik
bir ortamda bulunabilsem."
"Bir dakika... Söyle
oturalim."
ARKADASLIK BASLIYOR
Hicran, istemiyormus gibi bir tavirla, duvar dibindeki banklardan birine
ilismisti. Tegmen önünde, ayakta duruyordu.
"Ara sira sizi böyle çikarabilirim" diye konustu. Sesini iyice
alçaltmisti.
"Inanamiyorum" diye yüzüne bakmisti kiz. "Beni nasil
kogustan çikaracaksiniz? Bu kadar yetkiniz var mi?"
'Tabii her zaman için söz veremem. Nöbetçi oldugum günlerde bunu
gerçeklestirebilirim diye düsünmüstüm."
"Ara, sira da olsa, ne güzel."
"Anlastik rai?"
"Benim için bir tehlike yok, siz düsündünüz mü?"
O bakimdan endise etmeyin. Beni, kimsenin gammazlayacagini sanmiyorum,
buradaki arkadaslar hep kafa dengidir."
"Yalniz, kogustakilere ne diyecegiz. Onlarin, bu ise karismasini
istemiyorum."
"Bir seyler
düsünürüz."
Sururi devamli, saatine bakiyordu. "Mesai saati olmadan komutanliga
gitsek" dedi, "Dönüste tekrar konusuruz bu konuyu."
Hicrancin içerde kalmasi on dakika sürmüstü. Yüzüncü defadir ayni suali
sormuslardi. "Osman'la iliskinizin derecesi, nerede, nasil
tanistiniz?"
Hicran, bu sorunun cevabini artik ezberlemisti. "Kendisiyle
Istanbul'da tanistim. Aramizda hissi bir bag meydana gelmisti. Belki de
seviyordum onu. Fakat onun bir anarsist olacagi aklima bile gelmemisti. Yaptigi
islerden hiç bahsetmezdi. Bana asik oldugunu saniyordum. Bir defasinda evlenme
teklif etti. Anne ve babama danismamiz lazim geldigini söyledim ona. Benim de
itimadimi kazanmisti. Bir defa bile sarkintilik yaptigini hatirlamiyorum. Son
bulusmamizda beni evine davet etti. Erenköy'de bir eve gittik, çok basit
dösenmis bir evdi. Adeta ona acimistim. Onu evime davet ettim. Ne de olsa
evlenmeye karar vermemis miydik? Onu bu sefil hayattan kurtarmak istiyordum.
Bana bir içki verdi. Kendimi kaybetmistim. Bu sirada polisler evi basti.
Sagolsunlar, belki de beni hayat boyunca silemeyecegim bir utançtan
kurtardilar. Aramizdaki iliski bundan ibarettir."
Hicran, her defasinda da "Söyleyecegim bu kadar" diye sözünü
tamamliyordu. "Gidebilirsin
kizim."
Tegmen Sururi ile ayni yollardan bir kere daha geçiyorlardi.
"Daha önce hemsirelik yapiyordunuz; degil mi Hicran hanim?"
"Evet ama ne olur bana hanim
demeyin," "Hicran dememe müsaade ediyorsunuz demek."
"Evet" dedi kiz. Diliyle dudaklarini, islatmisti. Böyle daha cazip
oldugunu biliyordu. Aynanin karsisinda az mi prova yapmisti. Islak dudaklarini
gözlerinin devamli piriltisi ile bir uyum meydana getiriyordu.
Isin garibi, Sururi de o anda ayni
seyleri düsünüyordu.
"Sualime cevap vermediniz"
dedi.
"Hangisine?"
"Daha önce hemsire olup
olmadiginizi sormustum."
"Evet, nereden
biliyorsunuz?"
"Hakkinizdaki bütün iddialari,
sorgularinizi, mektuplarinizi hepsini okudum. Hakkinizda çok sey bildigimi
saniyorum. "Bu ilgi nereden geliyor acaba?" Gözlerinin içine
bakiyordu.
Genç tegmen, gözlerini kaçirmak zorunda kalmisti. Neden sonra
"Sualime hala cevap vermediniz" dedi.
Dört buçuk yil hemsirelik yaptim, üstelik meslegimi de çok
severim."
"Bu, bizim bulusmamizda yardima olacak" dedi Sururi.
"Ne gibi?"
"Geceleri devamli hastalananlar oluyor. Gerek askerlerden, gerek
sizinkilerden. Nöbetim sirasinda, sizi yardim etmeniz için çagiracagim.
Geleceksiniz degil mi?"
"Bilmem ki... Benim için bir degisiklik olacak dedim ya."
"Bol bol konusacagiz daha" dedi Sururi. Tel örgünün önüne
gelmislerdi.
"Kitap getirsem ister misiniz?"
"Ne için?"
"Okumak için..."
Tel örgünün kapisi kapanincaya kadar gülmüslerdi. Hicran, yine suh edasi
ile geri dönmüs ve muhafizin duyamayacagi bir sesle "Okunacak o kadar sey
var ki" demisti. "Ben, daha degisik seyler olsun istiyorum."
Kogusa girince, bütün kizlar basma
toplanmislardi.
"Nasil gidiyor isler?"
"Herifi tavladin mi?"
"Pek de yakisikliymis dogrusu."
Hicran, manken taklidi yürüyüsle kogusun içinde birkaç kere gidip,
gelmis ve zaferini ilan etmisti. 'Tegmen bana deli gibi asik."
OSMAN'LA KONUSUYORLAR
Ertesi gün havalandirmaya çiktiklarinda, tel örgünün hemen arkasinda,
sirta kendisine dönük oturan Osman'a; "Isler iyi gidiyor" demisti.
"Basaracagini biliyorum." "Yalniz, ne isteyecegini
bilmiyorum." "Ne isterse vereceksin."
Hicran, bütün gece düsünmüstü. Sururi de kendisi gibi bir köylü
çocuguydu; halinden, tavrindan mert bir adam oldugu da anlasiliyordu.
Bütün'-olanlari ögrenince çok yikilacakti. Hicran vicdan muhasebesi yapiyordu
nedense. "Yoksa hosuma mi gitti" diye sormustu kendi kendine. Sonra
uykusunda onun iri elleriyle vücudunu oksadigini, dudaklarindan Öptügünü ve
kara gözleriyle yüzüne baktigini görmüstü. Sabah uyandiginda basinda bir agri
vardi.
"Yalniz dikkatli olmaliyiz" diyordu Osman. "Siyasi
polisin adami olmasin, aramiza girmek istemesin. Senin agzindan bir seyler
kapmak için bu numaralara yatmasin." "Zannetmem, yapmaz."
"Ne biliyorsun. Ne çabuk ögrendin adami?" "Bilmiyorum, fakat
bana oldukça güven verdi." O... Bakiyorum asiklar gibi konusuyorsun."
"Mert bir gence benziyor."
"Neyse, birakalim simdi bu laflari, ben kaçacagimizi ögrendikten
sonra bizi ihbar etmesinden korkuyorum."
"Garanti veremem" dedi Hicran. "Ben, üzerime düsen görevi
yapiyorum."
"Bunu eksiksiz yapacagini
biliyoruz." Digerleri ilerde voleybol oynuyorlardi. Yabana ajans
mensuplarinin kendileriyle görüsmeye geldikleri günden beri, yeni yeni haklar
kazanmislardi. Artik günde iki defa disari çikartiliyorlar, top oynamalarina
izin veriliyordu.
Mis gibi bahar havasi, Osman'daki kaçma duygusunu daha da
kuvvetlendirmisti. Gözleri hep etraftaki tepelerde dolasiyordu. Fakat çok
zaman, sik araliklarla dizili askerlerin parlayan migfer ve süngü uçlarindan,
fazla bir sey görülmüyordu.
TÜNEL KAZIYORLAR
"Masallah neseniz yerinde" demisti komutan. "Vur
patlasin, çal oynasin gidiyorsunuz son günlerde."
Her zamanki gibi Mahir
cevaplandiriyordu.
"Ne yapalim can sikintisi."
"Iyi... îyi... Sîzi böyle neseli görmekten memnun oluyoruz.
Üstelik, disipline de uymaniz hosumuza gidiyor. Yalniz biraz da memleket
havalan çalsaniz disardaki nöbetçiler daha memnun olacaklar."
"Çalariz" dedi Mahir.
"Bir de Necmi bey, su nöbetçilerle fazla ugrasmasa daha iyi olacak,
onlar görev yapiyorlar, bir emri yerine getiriyorlar. Üstelik, sizin de
muhafizlariniz onlar."
"Arkadasimiz, devamli göz altinda olmaktan sikiliyor. Bu yüzden
sinirlenmis olabilir."
"Biraz sakinlesse iyi
olacak."
"Çalisiriz."
Siritarak yüzüne bakiyorlardi.
"Bir ihtiyaciniz var mi?"
"Yok."
"Su tuvaleti bir görelim."
"Bütün baslar o tarafa dönüyordu. Allah'tan fazla toprak ve tas
kalintisi yoktu.
"Bu kadar mi
temizleyebildiniz?"
"Simdilik bu kadar."
"Taslar niye bu kadar kara? Aldiginiz kezzap bir ise yaramadi
mi?"
"Ancak bu kadar açabildik. Bir de koku kesildi. Birkaç sise daha
ihtiyacimiz olacak. Bir de zimpara tasi olursa ova, ova beyazlatabiliriz."
Komutan, arkasindaki nöbetçi subaya, Bu gençlere biraz daha tuzruhu
verin" diyordu.
"Veririz generalim."
"Bak, koku kesilmis,"
"Farkindayim generalim."
"Bir de tasi bayazlatilirsa."
"iyi olur generalim.
"Istirahat edin" dedi komutan, "Allah rahatlik
versin."
"Sagol."
Nasil da yürekten söylemislerdi. Bu kelime, bu sefer ne kadar da gür
çikmisti agizlarindan. Halbuki çok zaman hain hain yüzüne bakmakla
yetinirlerdi. Bir rahatlama vardi bu "Sagol" da. Belki de bir
kurtulus.
Komutan çikana kadar gülmelerini zor tuttular. Mahir onu taklit
edercesine, "Bak koku kesilmis aferin size, aferin size" diyordu. Kanalizasyon,
neredeyse agzina kadar toprak ve tasla dolmus bulundugundan, koku kendiliginden
kesilmisti.
"Komutan baba adam" dedi
Osman.
Tüneli kazarken o koca kaya karsilarina çikmasaydi, simdi çoktan
disardaydilar ya... Osman, "Ya komutan dönerse" itirazlarina ragmen,
yine tünelin deliginden kayboldu. Iste kaya ile yine karsi karsiyaydilar.
Tutulabilir çikintilar ariyordu
üstünde. Tirnaklarini geçirebilecek gibi sarilmisti. Ellerindeki damarlarin
kabardigini hissediyordu.
Bana misin demiyordu alamet. Kizmisti. Agzina gelen küfürü söylüyordu
kayanin yedi sülalesine.
Hirsini alamamis, çukura oturup kayayi tabanlari yi a tekmelemeye
baslamisti. Yukarida radyo gece müzigi çaliyordu. O zaman çok gürültü yaptigini
anladi. Yukaridakiler .de duymus olacaklar ki, gürültü gurubunu faaliyete
geçirmislerdi.
Her tekmede, kayanin etrafindaki topraklardan bir kismi dökülüyordu.
Daha siddetle tekmelemeye koyuldu. Ayaklarinda derman kalmayincaya, tabanlari
sisinceye kadar tekmeledi kayayi.
Gözlerine inanamiyordu, kaya
yerinden oynamisti. Yoksa ona mi öyle gelmisti. Dogrulup eline geçirdigi bir
temel çivisi ile kayanin etrafini çilginlar gibi kazmaya koyuldu. Artik ele,
avuca geliyordu kaya. Sonra tekrar yapisti ve parmaklarindaki kan çekilinceye
kadar asildi. Tünelin içinde sirtüstü devrildigi zaman gülüyordu. Bir müddet
gözleri kapali olarak kaldi. Gözlerini açinca, kayanin dibinde bir yerde
yattigini görecegini biliyordu.
50 santim kutrunda bir canavardi o. Binlerce solucan yapismisti üzerine.
Sanki kayaya hayat verircesine kimildiyorlardi. Igrenmesine ragmen üzerindeki
solucanlari eliyle siyirdi, cebinden çikardigi ter mendiliyle üzerini ova ova
sildi. Onu, bütün hasmetiyle görmelerini istiyordu. Son gayretle kucaklayip,
deligin agzina kaldirdi. "Dünyanin en büyük elmasini ele geçirdim"
diye bagiriyordu.
Iki kisi güçlükle tasiyarak, ranzalarin arasinda yere yatirmislardi.
Basina toplananlar, aydan gelmis gibi seyrediyorlardi.
"Nasil çikardin?" diye sormak akillarina bile gelmemisti. Son
günlerde, Osman'in olaganüstü seyler yapmasina alismislardi. Alti yüz sayfalik
savunmasi ise, hâlâ mahkemede okunuyordu.
"Bu kayayi nasil saklayacagiz?" dedi Mahir. "Hangi delige
sigar bu meret?"
"Onu da beraber götürürüz" dedi Osman. Gülüstüler.
KAÇMA PLANI
Gözlerinin içine baka baka "Sururi'nin selami var" dedi.
Tutuklu otobüsünde karsi, karsiya
oturuyorlardi. Her zaman soförün yanina oturan genç tegmen, bu sefer
muhafizlardan birini kaldirarak tam Osman'in karsisina oturmus ve bir müddet
gözlerini üzerine diktikten sonra kendisini öne dogru çekerek, "Sururi'den
selam getirdigini" söylemisti.
Tegmen Sururi'yi bir süre önce, Hicran'la asin ilgilendigi için, baska
bir göreve vermisler, sonra da disiplinsizlikten göz altina almislardi.
Osman tereddüt içindeydi. Konusup
konusmamakta kararsizdi. Cevabi kisa olmustu. "O mesele kapandi."
"Belki de tamamen kapanmis sayilmaz." "Ben kapanmis
sayiyorum."
"Dün tutukevinde ziyaretine
gittim. Hâlâ size bir yardimda bulunup bulunmayacagim arastiriyor."
"O, kendine yardim etsin." "Oradan kisa zamanda çikacagini
umuyor." "Bize ne gibi bir yardimda bulunabilecekmis?"
"Kaçma konusunda."
Osman'in gözleri, yuvalarindan firlayacakmis gibi olmustu.
Bu adam her seyi biliyor muydu, yoksa agzindan laf almasi için mi
görevlendirilmisti?
"Kaçmak istedigimizi size
söylemedim. Böyle bir düsüncemizin oldugunu nereden çikardiniz?"
"Biliyorum" dedi kisaca.
Dilinin ucuna gelmisti "Ne biliyorsun?" diye soracakti,
çevirdi, "peki böyle bir tasavvurda olsak, bize ne gibi bir yardimi
olacak?" dedi.
"Bakin, ben Sururi'nin kan
kardesi arkadasiyim. Size ben de yardim etmek isterim. Fakat siz tünel gibi
uzun islere girmissiniz. Hadi kazma, küregi buldunuz. Dis sinira ulasmaniz
için, 100 metrelik bir tünel kazmaniz gerekir, içinde fare gibi
bogulursunuz." Osman iyiden iyiye sinirlenmisti.
"Beni ne konusturup duruyorsun be kardesim. Benim, sizi hiç
kaçirmaya niyetim yok desene..."
"Tegmenin gözü etraftaydi. Osman yüksek sesle konusunca diger
tutuklular da uyusuk hallerinden siyrilip, oturduklari yerde dogrulmuslardi.
"Niyetim olmasa niye sizinle konusmayi göze alayim?"
"Baksana her seyi yokusa sürüyorsun."
"Mantikli bulmadigim için."
"Askerde mantik olmaz,
diye bilirdim."
"öyle derler ama bu sizinki baska is. Çok planli hareket etmemiz
gerekiyor. Böyle bir planimiz oldugu takdirde, Hicran hanim vasitasiyla, bana
bir haber uçurursunuz."
"Pek olacagini sanmiyorum ama... Yine de
tesekkürler..."
Tegmen "Garnizona giriyoruz"
dedikten sonra ayaga kalkmisti.
SON
DEGERLENDIRMEYI YAPIYORLAR
Gece kogusta son bir degerlendirme yaptilar. Tünelin bitmesi için, bir
saatlik çalisma yeterliydi. Çikacak son topragi artik tasimaya lüzum yoktu,
tünelin içine serilecekti. Disari çiktiktan sonra silah olarak masanin dört
ayagi ile, temel çivisini kullanacaklardi.
"Asker öldürmek yok" diyordu Mahir.
Sadece bayiltmak yetecek. Yoksa herkesin nefretini toplariz. Simdiye kadar
hiçbir askerin ölümüne sebep olmadik, bundan sonra da olmayacagiz."
"Ya girtlagimiza silahini dayarsa."
"Teslim olacaksiniz."
"Bunun için mi bu kadar ugrastik?"
"Benim bu konuda bir
önerim var" dedi Osman. 'Tünelden mümkün oldugu kadar çok kisi çikmaliyiz,
bunlardan bir kismi teslim olarak askeri oyalamali ve esas kaçacaklara bir
gedik açmali, bilmem ne dersiniz?" "Yanlarina yaklastirmazlar
ki" dedi Necmi... "Vur emri oldugunu unutuyorsunuz galiba. Ellerimizi
kaldirmaya vakit bulamadan, kursunu alnimizin ortasina yeriz."
"Peki bu tegmen isine ne dersiniz?" dedi Osman. "Bana
sözlerinde samimi gibi geldi." "Bence, sahtekarin biri."
"Ne olursa olsun, ondan küçük bir yardim isteyebiliriz."
"Yine bir bahane bulur."
"Bu sefer bulamayacak, ondan küçük bir sey isteyecegim."
"Ne gibi?"
"Bes takim asker elbisesi bulabilir bize." "Senden son
bir istegim var Hicran"dedi. Tellere asilmis, basini kaldirmadan
konusuyordu. "Bu kadar acikli konusma" dedi kiz. "Son sansimizi kullaniyoruz. Bu
gece, ne olursa olsun kaçacagiz. "Nasil?"
"Nasilini, nedenini sorma. Böyle bir
karar aldik. Simdi senden, son bir görevde bulunmani istiyoruz. Sururi'nin
arkadasi olan o tegmene söyleyeceksin, bize bes takim asker elbisesi temin
etsin. Bütün istedigimiz bu. Sururi, daha fazlasini yapacagini vaadetmis. Bunu
da o tegmenden duyduk. Senden degil..."
"Ben söyleyemezdim" dedi kiz. "Seviyorsun onu degil
mi?"
"Belki... Fakat en çok,
sizin çilginlik yapmanizi istemedigim için söylemedim."
"Demek bizi de seviyorsun."
"Sadece seni." "Tesekkürler."
Eskiden oldugu gibi yine birbirlerini aç gözlerle süz-! meye
baslamislardi. Aralarinda tel Örgü olmasa Osman yapacagini biliyordu ama sadece
delikten uzanan elinin bir parmagini sikmakla yetindi.
"Neyse" dedi.
"Söyleyeceksin degil mi?"
"Elçiye zeval olmaz fakat yerine getirip getirmeyecegini
bilemem."
"Ister yapsin ister yapmasin biz kaçmakta kararliyiz. Belki de bir
daha hiç görüsmeyecegiz."
"Simdi aglatacaksin beni" dedi Hicran. Bu sefer sahte degildi.
"Sana saadetler dilerim."
"insallah her sey düzelecek" dedi kiz. "Ben de seni
bekleyecegim."
"Bu is düzelmez" dedi Osman. "Kötü bir sonun yaklastigini
hissediyorum. Belki yurtdisina kendimizi atabilirsek... belki...bir
derece..."
"Seni bekleyecegim" dedi kiz
yine.
Osman, ne kadar da öpmek istemisti
kizi.
"Bana güç verdin" diyebildi.
Sonra birden bire, yine "örgütün albayi" hüviyetine
bürünmüstü.
'Talimati aldiniz" dedi.
"Aldim komutanim."
"Hemen görev basina."
"Iyi sanslar komutanim."
Osman arkasini dönüp birkaç adim uzaklasmisti ki, Hicran seslendi.
"Seni, deli gibi seviyorum
komutanim."
Osman arkasini dönse, kizin gözlerinden ip gibi yaslarin döküldügünü
görecekti. Ama kendini tuttu.
Garnizon takimi, set sayisina
oynuyordu.
Tutuklu takimi müdafaadaki yerini almis, servisten gelecek olan topu pür
dikkat bekliyordu. Bu topu karsilamanin, onlar için son sans oldugunu
biliyorlardi.
Osman'la tegmen filenin arkasindan, birbirlerine yiyecek gibi
bakiyorlardi. Aralarinda bir metre mesafe ya var, ya yoktu. "Elbiseler
spor torbasinda" dedi tegmen birden. "Osman kulaklarina inanamiyordu.
Ister istemez duvar dibinde duran siskin torbaya bir göz atti. Artik topu karsilamasa
da olurdu. "Nasil alacagiz?"
Servis atilmisti. Süzülerek topu karsilayan da oldu. Fakat tegmen, o
sirik gibi boyuyla fileye çikmista. Bir "Küt..." sesi duyuldu. Birkaç
tutuklu, topu kurtarmak için, kendilerini yere attilar.
Voleybol sahasinin etrafina kümelenmis askerler galip gelen takimlarini
alkisliyordu. Filenin altindan geçip el sikisirken "Beraber
giyinecegiz" dedi tegmen. "Hepiniz torbanin basinda kümelenin. Kimi
pantolon, kimi üst, kimi sapka alsin; artik koynuna mi sokacak, neresine sokup
saklayacak, orasi size kalmis bir sey."
Askerler, galibiyet sevinciyle çabuk
giyinmislerdi. Tegmen, bir anda bosalan spor torbasini bir askere firlattiktan
sonra, "Insallah bir dahaki sefere siz kazanirsiniz" demisti. Bir
kere daha el sikistilar. "Iyi sanslar."
Havalandirma saati dolmasina ragmen
birer, ikiser kogusa girmislerdi. "Ben size söyledim, erkek bir çocuga
benziyor dedim tegmen için, degil mi?" diyordu Osman. El ayak çekildikten
sonra Osman, tüneli son bir defa kontrol etti. Iki konserve kutusu toprakla
disari çikmisti. "Bir gören olsa ne kadar sasiracak" diyordu.
"Bir tabaka toprak kaldi üstümüzde. Kafamla itsem disari çikarim. Aynen
köstebek gibi. Yerden bir adamin çiktigini gören olsa, düser bayilir
herhalde..."
"îster misin" dedi Mahir,
"Bu tegmen son bir iyilik yapsin da gelip bizi elimizi kolumuzu
sallarcasina, kapidan çikarip götürsün."
"Öyle gitmem" dedi Osman.
"Deli misin?"
"Deli degilim ama bu tünel için az mi ugrastim. Öyle bir ihtimalle
karsilasirsak siz kapidan çikar, disarida tünelin agzinda beni beklersiniz.
Ahdettim, oradan çikacagim." Gülüsüyorlardi. Ranzalarin arasina girip,
asker elbiselerini giymeye koyuldular. Vakit gece yansini çoktan i geçmisti.
"Gürültü yapmak yok" dedi Osman. "Kaçacaklar ma-. sanin
arkasina gizlenecek, digerlerinin hepsi yataklarda olacak. Yarin, hatta Öbür
gün açlik grevi yapacaksiniz. Kimseyi kogusa sokmayacaksiniz. Zorla girmek
isteseler bile karsi geleceksiniz ta ki biz buradan çok uzaklarda oluncaya
kadar."
Gözlerini teker teker üzerlerinde gezdiriyordu. "Disarida silah
sesi duysaniz bile yerinizden kipirdamayacaksiniz. Arkamizdan tünelden çikmaya
sakin davranmayin. Hepiniz kirilirsiniz, anlasildi mi?"
Sonra kaçacaklara döndü. "Hazir
miyiz?" dedi.
"Haziriz albayim."
"Sen Ziya?"
"Ben, bos yere kaçtigimizi
düsünüyorum hala."
Osman birden yakasina sarilmisti. Gözlerinden ates saçiyordu. "Bana
bak" dedi. "Istesen de, istemesen de bizimle geleceksin. Cesedinin
burada kalmasini istemiyorsan bizimle geleceksin. Sana ihtiyacimiz var. Disarida
uzun müddet saklanmamiz muhtemel. Çok paraya ihtiyacimiz olacak. Paralarin
yerini de bir sen biliyorsun."
Ziya yakasini kurtarmak için, 'Tamam tamam gelecegim" dedi.
Sivilleri çikarip asker elbiselerini giydiler ve teker teker tünele girdiler.
Artik gün isimasini bekleyeceklerdi.
Osman, elindeki keserle tavandaki topraga birkaç darbe indirdi.
Topraklar yüzüne, gözüne dökülmüstü. Fakat tavandaki meydana gelen çatlaktan,
gökyüzünün göründügünü saniyordu. Parmagini geçirip son toprak tabakasini içeri
dogru çekti. Artik kafasi geçecek kadar bir delik açilmisti. Gökyüzünün hafif
isigi delikten girmis dizlerinin üzerinde hareler yapmisti. Kafasini uzatip
delikten bakti. Hemen iki metre ilerisinde bir karalti duruyordu. Gözleri
karanliga alisinca onun heykel gibi duran bir asker oldugunu gördü. Sirti
kendisine dönük gözleri karanligi delercesine ileri bakan bir heykel...
"Her sey tamam" dedi masanin arkasinda kümelenmis olanlara.
"Iki metre önümüzde bir asker var, digerleri gözükmüyor."
Kaçaklar basparmaklarini kaldirip "okey" çektiler ve Osman
kendini tekrar tünele koyverdi. Arkasindan Ziya, Mahir, Cihan, Ayna...
Osman'in delikten çikip, nöbetçiyi tesirsiz hale getirmesi birkaç saniye
sürmüstü. Elini agzina kapattiktan sonra bir çelme ile ileriye yatirmis ve
silahini elinden almisti. Asker, korku ile yüzüne bakiyordu. Delikten çikan
digerlerinin yardimi ile elini, agzini bagladilar. Artik gicir gicir bir M-I
tüfegi ellerindeydi.
Osman, duvarin dibinde hepsini siraya dizmisti. Konusmadan. Elleriyle
yoklaya yoklaya... En önde Mahir duruyordu. Ele geçirmis olduklari tüfegi
omuzlamisti. Arkasinda siraya dizilenler, masa ayaklarini tüfek gibi
tutmuslardi. Osman nöbetçi onbasisi gibi bir adim yanlarinda duruyordu. Sol elinin
parmagini palaskasina sokmustu. Yerinde saymaya baslamisti. Sag kolunu da saat
rakkasi gibi bir ileri, bir geri salliyordu.
Hepsi onu taklit ettiler. Nöbet degistirme mangasi hazirdi.
"Uygun adim gidecegiz" dedi
Mahir'in kulagina. "Bizi, nöbet degistiren bir manga sanacaklar."
Emir kulaktan kulaga yayildi. "Uygun adim mars." Duvarin zifiri
karanligindan çiktilar. Kollan muntazam bir piston gibi ileri, geri
sallaniyordu. Bu arada da ayaklarini uydurmaya gayret ediyorlardi.
20 metre
aralikla duran iki nöbetçinin arasini kestirmislerdi gözlerine. Digerleri
sutrenin arkasinda kaliyor ve pek gözükmüyorlardi. Yanlarina yaklastiklari iki
asker nöbet degistirecegini sezip, esas durusa geçmislerdi.
Osman, en yakinin önünde durdu. Mahir iki adim atip esasli bir dönüs
yaptiktan sonra nöbetçinin yaninda esas-durusa geçmisti.
Osman sopalilardan ikisini alip, diger nöbetçinin yanina yaklasmisti
bile. Bir an sonra her ikisi de kiskivrak baglanmis, yerde yatiyorlardi.
Omuzlarinda üç adet M-l tüfegi ve iki masa ayagi oldugu halde, ellerini
kollarini sallayarak karanliga daldilar.
Az sonra Ankara asfaltinin hendeklerinden birinde elbise degistirirken,
aralarinda konusuyorlardi. Tüfekleri, üzerlerinden çikardiklari üniformalara sarmislar
ve hendegin içine birakmislardi.
"Basardik galiba" dedi Mahir. "Simdi dagilmamiz lazim.
Ankara'da bulusacagiz."
"Ben burada ayriliyorum" diye cevapladi Osman. "Burada
kendimi daha emniyetli hissedecegim. Sonradan size katilirim."
Mahir saskin saskin yüzüne bakiyordu. Sonra fazla vakti olmadigini
düsündü. "O halde sana iyi sanslar" dedi.
Yollan yine ayrilmisti.
Osman hepsiyle teker teker kucaklasmis sonra da tarlalar arasindan, kisa
araliklarla Ankara yolunu tutan dört kisiyi seyretmeye koyulmustu.
Onlari gözden kaybettikten sonra
asfalta çikti Istanbul yolunda gayesiz ilerliyordu.
GLADIO'NUN MASASI: SILAHLI SOL
ÖRGÜTLER
1979 yilina geldigimizde, ülkemiz, sayilari kirki geçen silahli sol
Örgütün yogun saldirilari altinda yaniyordu. Ülkemizi büyük bir terör yanginina
iten, toplumsal huzuru ve barisi dinamitleyen bu silahli sol örgütlerin en
önünde THKP/C ve THKP/Cnin türevleri olan amipsi frontal örgütler geliyordu...
Bu örgütleri, Mao'cu örgütler izliyordu. THKP/C kökenli bütün örgütler
Çayanist-komünist örgütler grubunda toplanirken, Mao'cu örgütler,
Aydinlikçi-komünist örgütler grubunda toplaniyordu. Ayrica karisik kökenli
gruplar da vardi. 1979 yilinin o kanli, karisik, aci ve bunalim dolu
günlerinde, ülkemizde bir iç savas çikarmak ya da ihtilal yaptirmak isteyen
bazi odaklar (!) yogun bir provokasyon tezgahlama faaliyetlerinde
bulunuyorlardi. Özellikle ihtilal yaptirmak isteyen cunta lobileri veya
Amerikan NATO kuyrukçulari toplumda bir çatisma ve kaos olusturarak darbeye
zemin hazirlamak ya da yapacaklari darbeye mesruiyet kazandirmak amaciyla
terörü tirmandirici, provokatif örgütler kurduruyorlar, bu örgütlere ajanlarini
sizdiriyorlar ve toplumu parçalanmanin esigine getiriyorlardi.
Ülkemizde terörü tirmandiran, çatismalari yogunlastiran provokatif öncü
ve katalizör eylemleri yaptiran bu cunta lobileri, iç dinamiklerin etkisiyle
kendiliginden Kemalist reaksiyonlarla olustugu gibi, dis gizli servis ya da
ülkelerin manipülasyonlari ile de olusturabiliyordu. Ülkeyi bir darbe ya da
ihtilale hazirlamak için yola çikan bu cunta lobilerinin ilk yaptiklari is,
kendilerine ait ya da isbirlikçi ajanlari vasitalariyla sol, sag veya dinci
örgütler kurmak veya mevcut kitle hareketlerine sizmakti. Cunta lobilerinin
ajanlari buralara sizdiktan sonra da, sizdiklari veya kontrol altinda
tuttuklari grup ya da harekete mal edilmeye veya adreslendirilmeye çalisan
provokatif terör eylemleri yaptirmaktadirlar. Ülkemizde terör rüzgarlarini
yelpazelendirenler sadece cunta lobileri degildir elbet... Devletin içine
özellikle Türk Silahli Kuvvetleri, MIT ve Emniyet içine sizmis veya sizdirilmis
olan ajan görevliler (!) ülkemizi destabîlize ederek, toplumu raydan çikararak,
karanlik amaçlarina ulasmak isteyen dis merkezli, terör lobilerine hizmet
ediyorlar...
Toplumda gerilimi tirmandirarak, büyük bir silahlanma yarisi ile
ülkemizi silah pazarina çevirmek isteyen mafyatik odaklara ve global silah
sirketlerine bagli terör lobileri de sahnede yerlerini almislardi. 1970'li
yillarin hemen basinda ilk önce THKP/C, THKO ve TIÎKP gibi, cunta ve
destabilizasyon lobilerine ve servislerine hizmet veren silahli sol
hareketlerle baslayan provokasyon ve toplum düsmanligi; CHP lideri Bülent
Ecevit'in 1974'te getirdigi genel aftan sonra birdenbire tirmanmis ve sahneye
kirktan fazla silâhli sol Örgüt çikmistir. Bütün bu Örgütlerin temel hedefi;
Türkiye'yi parçalamak, bir darbe ya da ihtilal yapmak veya SSCB Kizil
Ordusu'nun ülkemizi isgali için zemin hazirlamak ve yol açmakti... Ancak o
günlerin yogun kargasasi ve toz duman bulutu içinde hiç kimse, bu örgütlerin
nasil olup da birdenbire, arka arkaya kurulduklarini ve bu örgütleri kuranlar
ile devlet içindeki üniformalilar (!) arasinda bazi baglantilar olup olmadigina
bakmadilar... Oysa 1970 yilindan itibaren Dr. Hikmet Kivilcimli, Mahir Cayan
THKP ve Mao'culuk çizgisinde ortaya çikan komünist olusum ve örgütleri kuranla,
yönetenler ve silahlandiranlar arasinda çok sayidaki Türk Silahli Kuvvetleri
subay ve astsubaylari ön planda geliyordu. Türkiye'nin en kanli örgütleri olan
DEV-SOL (DHKP/C), DEV-YOL, MLSPB, DEV-SAVAS, THKP/C Acilciler gibi örgütlerin
militan ve lider kadrosu arasinda TSK subaylari vardi. Hatta denilebilir ki;
ülkemizde bugün hemen hemen tüm silahli sol hareketlerin anasi sayilan THKP/C adli
Çayanist provokatör örgüt, bir asken üniformalilar örgütü idi.
GLADIO'NUN
TETIKÇI ÖRGÜTÜ:
MLSPB/ Marksist Leninist Silahli Propaganda
Birligi
1975 yilinin ortalarinda, THKP/C fikirlerine bagli oldugunu ama ortaya
konan silahli propaganda amaçli eylem ve siddet programini ve dozunu yeterli
bulmadigini söyleyerek, sansasyonel, dehset verici eylemler ortaya koyan yeni
bir örgüt ortaya çikti. Bu Örgütün adi: MLSPB yani Marksist Leninist Silahli
Propaganda Birligi idi. Oysa 1978 yilinda, yine THKP/C mirasina sahip çikan ve
Çayanist ilkelere yani devrimci siddeti sonuna kadar uygulama kararina bagli
kalacagini iddia eden bir baska kanli örgüt kurulmustu. Ankarali ve istanbullu
bir grup yüksek ögrenim demegi üyesi komünistin, Dursun Karatas'i lider yaparak
kurdugu bu örgütün adi da Dev-Sol idi. Siddet uygulamakta Dev-Sol'u aratmamakta
çok kararli ve mahir olan, paralel bir Çayanist örgüt daha vardi; Dev-Yol.
Aralarindaki fark, Dev-Yol'un mahalle komiteleri kurarak, kentlerde fiilen
komünist bir yönetim kurmayi ön plana almasiydi. Bu farkli yaklasim Dev-Yol'a
Fatsa, Görele, Ay-basti, Artvin, Çamas, Ünye, ve Kars gibi yerlerde fiili
komünist cumhuriyetler olusturmasini saglamisti. Komünist belediyeler, komünist
halk mahkemeleri, devre disi birakilmis polis, savci, kaymakam vs. kamu
temsilcileri... Pasaport sorma sovlari... Bunlar unutulmayan Dev-Yol ala-met-i
farikalariydi. Ancak nokta hedefleri tespit edip imha etme, bombalama ve kanli
katliam tablolarina imza atma konusunda, Dev-Sol bir adim Önde idi. Özellikle
Dev-Sol FTKM (Fasist Teröre Karsi Mücadele) hücreleri ve daha sonraki DSB
(Devrimci Savas Birlikleri) silahli propagandayi en sert ve kanli katliam ve
eylemlerle gerçeklestirerek kentlerde büyük bir gerginlik ve korku yaratmisti.
Gladio'nun ülkemizi, destabilize etmek yoluyla, ülkeyi darbe lobilerinin
kucagina düsürmek için kullandigi Dev-Yol ve Dev-Sol sahneye çikinca,
reaksiyoner karsit örgütlerin çikmasi da gecikmedi. Üstelik amaç; kitlesel
çatisma ve iç savas çikarmak, darbelere gerekçe hazirlamak oldugundan bu karsit
silahli örgütlerin kumandasi da Gladio'da idi. Ancak bu gruptaki örgütlerin
yaptigi her eylem, tasidiklari adlar nedeniyle otomatik olarak ülkücülere ve
M.H.P'ye adreslendirildiginden, fatura ülkücülere yaziliyordu. Oysa, o kanli
78-79 ve 80 yillarinda, ülkücüler dahi bu örgütlerin nereden geldigini ve
bunlara eylem emrini kimlerin verdigini anlamiyor, olan biteni hayret ve
saskinlik içinde izliyorlardi. O günlerde TÎT adiyla prova-ke eylemler yaptiran
Gladio'nun maskesi 1998'de düstü. IHD Baskani Akin Birdal'i öldürerek ülkeyi
bir Türk-Kürt gerginligine itmeyi hesaplayan Gladio, bu provake eylemde de TIT
(Türkçü Intikam Tugayi) adini kullanmisti. Ancak bu oyunu çok iyi bilen toplum,
bu kez gösterilmeye çalisilan adrese degil bu ise kansan subay, astsubay, uzman
çavus gibi kisilerin arkasindaki adrese yani Gladio'ya bakti... Akin Birdal'i
vurma isini organize eden (TSK personelinden) kisiler halen tutuklu ve
yargilanmiyorlar. Ancak ülkücü hareketle hiç bir geçmis ve organik bir
baglantisi bulunmayan bu kisilerin kendilerine TIT adi vererek olayi ülkücülere
yamama gayreti göstermesi geçmiste oynanan oyunu çok iyi açikliyor. TÎT ve ETKO
gibi ülkücülere sivanan Örgütleri hiçbir zaman Ülkücü Hareket kurdurmamisti
Ancak bu örgütleri kurduran veya kuran odaklarin, ülkücülerin ve M.H.P'nin
ilerde basini belaya sokacak olan piyon tetikçiler bulmalari zor olmadi. Bu
topluma korkunç bir tuzak kuran cunta lobileri toplumu birbirine vurusturmak
için katalizör örgütler kurduruyordu. Dev-Sol ve TIT, bu örgütlerin basinda
geliyordu.
Dev-Sol, siddetin ve terörün her türlüsünü en maksimum seviyede
kullandigi halde, Dev-Sol'un çizgisini de etkisiz ve pasif bulan yeni bir
silahli sol örgüt ortaya çikti. MLSPB örgütü... Bu yeni örgütün tetikçileri,
adeta seçilmisti. Ege. Bölgesi'nde faaliyet gösteren devrimci sol örgütlerin en
acimasiz ve kanli tetikçileri adeta aranarak, taranarak bulunmus ve örgüte
alinmisti. Ege Bölgesi'nin en kanli devrimci örgütlenmeleri de, Manisa'nin
Turgutlu ve Salihli ilçelerinde gerçeklestiriliyordu... MLSPB'nin aktif ve
kanli militanlari da, Turgutlu ilçesinden yetisti. Turgutlu'nun eski adi kasaba
oldugu için bu örgüte de "Kasabalilar Örgütü" deniliyordu. Ancak kisa
zamanda en kanli katliamlara imza attiklari için hem sol içinde hem de
kamuoyunda 'Kasaplar' olarak aniliyorlardi. Bu tetikçilerin en taninmisi bir
kadindi: O günlerde de "Akrep Nalan" adiyla biliniyordu. Baskinlarini
ve eylemlerini akrep tabanca ile yaptigindan, lakabi Akrep'ti. Bugün sesiz bir
hayat yasayan Nalan Gürates, örgüt lideri Semsi Özkan'in tüm bilgileri hiç
saklamadan polise vererek Örgütü çökertip sifirlamasi karsisinda, saskinlik ve
hayretler içindedir. Bütün örgüt militanlari gibi o da artik, Semsi Özkan'in
"Gladio'nun ve darbe lobilerinin" ajani ve provokatörü oldugundan
emindir.
GLADIATÖR BIR PROVOKATÖR: SEMSI ÖZKAN!
12 Eylül öncesinin en kanli terör örgütü unvanini hakkiyla kazanan MLSPB
örgütü, yüzlerce cinayete, bombalama ve soygun olayina karismisti. 1979 ve 1980
yilinin en sansasyonel kanli soygunlarim (Hipodrom soygunu) ve en dehset verici
katliamlarini bu örgüt gerçeklestirmisti. M.H.P Istanbul ti Baskani Recep
Hasatli ile baslayan katliamlarina eski askeri savcilari, eski polis seflerini
ve ülkücü yazarlari da dahil ederek yelpazeyi genisletmislerdi. Örgütün dikkat
çekici yani, eylemlerden önce çok siki ve profesyonel bir istihbarat
toplamlari, eylemden sonra da aninda saklanip bir daha bulunamamalariydi. Öyle
ki, bir militan ayni il içinde defalarca cinayet isleyip, ayni ilde saklanip
sürekli olarak ayni ilde dolastigi ve pesinde binlerce polis oldugu halde ele
geçirilemiyordu.
MLSPB militanlarinin ele geçirilmesi, o günlerde ilginç yorumlara yol
açmisti. Kimi polis kaynaklarina göre, eylem yapan MLSPB militanlari, eylemden
sonra diplomatik dokunulmazligi bulunan ABD'li görevlilerin ve NATO
subaylarinin tesislerine veya konutlarina kaçiyor burada saklaniyorlardi. Bu
yüzden de hiç biri yakalanamiyordu.
MLSPB ilginç bir örgüt. Örgütün kendisine ait olan bir ideolojik
programi ve manifestosu yok. Örgüt kesinlikle kitlesellesme ya da genisleme
gibi hedefler tasimiyor. Son derece siki egitimli, sogukkanli, profesyonelce
silah kullanan, dar kadrolu bir yapiya sahip. MLSPB, THKP/C'nin programini
aynen kabul ediyor. Bu nedenle MLSPB'ni kuranlarin, ideoloji ve çizgi
olusturmak gibi dertleri yoktu. Yaptiklari is geregi zaten ideoloji ve teori
yazmaya ya da gelistirmeye hiç vakitleri yok. Bütün isleri devrimci siddet
yaratmak. Bunun için de tek yaptiklari is öldürmek kaçmak, bombalamak kaçmak,
sabotaj ve soygun yapip kaçmak... MLSPB öyle yogun çalisti ki kisa zamanda ayni
familyanin en iddiali ve kanli örgütü olan Dev-Sol'u gölgede birakti. Semsi
Özkan, Hasan Sensoy ve Fehmi Gökçek triosu tarafindan yönetilen bu kanli
cinayet makinasi, kisa zamanda 100'den fazla cinayete imza atmisti.
Ancak 12 Eylül'den kisa bir süre sonra baslatilan operasyonlar etkili
oldu ve cunta yönetimi bütün sol örgüt militanlarini buldugu gibi, MLSPB'nin
militanlarini da buldu. Ancak bu örgütün militani, operasyon yapmaya lüzum
birakilmadan, kendiliginden gidip teslim olmustu. Bu kisi, örgütün ve
arkadaslarinin selameti için çarpisarak, direnerek gerekirse ölerek karsi
koymasi veya en son teslim olmasi gereken kisiydi. Semsi Özkan yani MLSPB'nin
lideri! Semsi Özkan'in asil sasirtin tarafi ise. Itirafçilik Yasasi'ndan
yararlanmak için 3 Eylül 1981 tarihinde gönüllü basvuru yapmasiydi. Zaten
yakalandigindan beri diger örgüt militanlarindan ayri tutulan ve siki korunan
Semsi Özkan, bütün militanlarin adlarini, eylemlerini ve bütün silahlarin
yerlerini hiçbir sey saklamadan polise vererek, MLSPB'nin tamamen tarihe
gömülmesine yol açmista. Çünkü o, örgütün tüm eylem, soygun ve cinayet
emirlerini veren, örgütün bütün potansiyel güç, militan ve kaynaklarini bilen
tek kisiydi. 1981 yilinin Haziran ayinda Israil'in Istanbul Büyükelçisini
öldürmeye hazirlanan Tamer Arda, Atilla Ermutlu, Dogan Özzümrüt ve Ercan
Yurtbilir, Semsi Özkan'in ihbari sonucu, güvenlik kuvvetleriyle giristikleri
çatismada öldürüldüler. Semsi Özkan, örgütün en vurucu ve aktif militanlarini
da ipe göndermisti. Semsi Özkan yaptigi itiraflarinda sunlari söylüyordu:
"Sonuç olarak örgüte nasil girdigimi, hangi eylemlere katildigimi,
örgütteki durumumu, örgütün neler yaptigini samimiyetle ve açiklikla anlattim.
Vardigim son kanaat ve netice sudur ki baslangiçta coskuyla ve genel bir eylem
kararliligiyla katildigimiz örgütün stratejisi dogrultusundaki eylemlerin
acidan baska halkimiza bir sey getirmedigini, zaten var olan acilara daha da a
al ar kattigini, menfi anlamda toplumda çeliskiyi kuvvetlendirdigini esefle
gördüm, sezdim, anladim. Bundan dolayi bu örgütün bu isi yürütemeyecegini ve
genel olarak da Parti-Cephe'nin ve silahla halka sadece aci verdigini ve bir
sonuç vermedigini anlamis bulunmaktayim. Bu kanaat samimidir. Bundan sonra
gelecek nesillere bu kanaatin aktarilmasini ve bundan ders alinmasini arz
etmekteyim. Samimiyette ifade edebilirim ki pismanim ve bu pismanlik bir
yilginlik ve görecegim cezanin eseri degildir. Samimi olarak vardigim netice
sudur ki tek tek silahli eylemler toplum yararina degil, zararinadir.
Toplumdaki var olan adaletsizlikle mücadele etmenin baska yollan vardir. Bu
yollarin denenmesinde yarar vardir. Pisman olmami söylemem bundandir."
MLSPB'ni verdigi bilgilerle
bitiren Semsi Özkan, daha sonra cuntacilar tarafindan tahliye edildi.
Milyonlarca liralik masrafla, yüzü estetik ameliyatla degistirildi. Kendisine
yeni bir kimlik, yeni pasaportlar, yeni bir geçmis verildi. Kanli bir silahli örgütün
en önemli beyni ve lideri olan bir kisi niçin gider de örgütünü satar, sonra
ortadan kaybolup gider? Cevabini da biz söyleyelim; çünkü MLSPB örgütünü,
Gladio ve cunta lobileri kurdurmustu. Semsi Özkan da bu odaklarin ajani idi.
MLSPB görevini en etkili sekilde yapmista. Toplumu iç savasin esigine getirip
dayayan kanli provokasyonlara imza atarak görevini tamamlamista. Örgütün amaci
sosyalizm getirmek degildi. Örgüt, komünist kimliginin arkasina saklanarak
provokasyonlar yapiyordu. Bu örgüt bir Gladio örgütü idi. Yaptigi eylemler de
katalizatör, destabilizatör eylemlerdi. Bu örgütün bandaki akranlari ve
türdesleri Italya'da "Kizil Tugaylar" Almanya'da RAF (Red Army
Fraksiyon Kizil Ordu Fraksiyonu), Yunanistan'da da 17 Kasim örgütleridir.
MLSPB örgütü, Gladio'nun izlerini ve
genlerini en somut en belirgin bir sekilde tasiyan ve bu yönde hiç süphe
birakmayan bir destabilizatör, provokatör ve cuntaci katalizatör bir sol
örgüttür!
MLSPB ve Semsi Özkan örnekleri,
Gladio'nun ülkemizdeki etkinlikleri, nüfuzunu, potansiyellerini, taktiklerini
ve oyunlarini analiz etmek onu anlamak isteyenler için, çok iyi bir laboratuar
olusturuyor.
MLSBP'NIN BAZI EYLEMLERI
7.4.1977 tarihinde Topkapi'da, Yapi ve Kredi Bankasi soygunu,
2.12.1978 tarihinde Kocamustafapasa'da, Seyitoglu pastanesinin
taranmasi,
13.4.1978 tarihinde Fikirtepe'de is ve Ziraat Bankalarinin soyulmasi,
19.8.1978 tarihinde Kars'ta, Mehdi Ekihci'nin yaralanmasi,
3.10.1978 tarihinde, MHP Istanbul îl Baskani Recep
Hasatli ve oglu Mustafa Hasatli'nin
sehid edilmesi,
12.3.1978 tarihinde Bahçelievler, Çalislar Akbank sube
sinin bombalanmasi ve kursunlanmasi,
8.5.1979 tarihinde Bakirköy'de, Çamlik Akbank subesinin yakilmasi,
26.4.1979 tarihinde Besyüzevler Yildirim Mahallesinde, Adalet Partisi
binasinin kursunlanmasi
18.8.1979 tarihinde, polis Sinan
Yalçin'in otomobilinin yakilmasi,
31.5.1979 tarihinde Topçular'da Is Bankasi ile Yapi ve Kredi Bankasi'nin
kursunlanmasi,
16.5.1979 tarihinde Küçükköy'de
Ticaret Bankasi'nin kursunlanmasi ve yama madde atilmasi,
10.7.1979 tarihinde, Mustafa Zöhret Çayci'nin yaralanmasi,
7.8.1979 tarihinde Fatih'te, Sedat
Sen'in sehit edilmesi, Bekir Büyüksivaci ve Yavuz Kap'in yaralanmasi,
16.8.1979 tarihinde Gebze'de Baskomser
Zülküf Karaaslan'in evinin taranmasi,
8.9.1979 tarihinde Gebze 112 Evler'de,
Kültür Spor Kulübü'nün taranmasi ve iki kisinin öldürülmege tesebbüs edilmesi,
19.8.1979 tarihinde, Taver Agaç
Sanayii Fabrikasi'nin kursunlanmasi, bekçi Mustafa Ünlütürk'ün öldürülmesi,
18.9.1979 tarihinde Gebze'de, Akbank ve Halk Bankasi subelerinin
kursunlanmasi,
18.10.1979 tarihinde Gebze'de, Yilmaz
Taskin'in sehit edilmesi,
28.11.1979 tarihinde Çaglayan Hürriyet Mahallesi'nde, |
Yapi ve Kredi bankasinin
molotoflanmasi, polis Ahmet
Bozkurt'un yaralanmasi, ]
20.12.1979 tarihinde Kumkapi'da,
Yurdakul Kollektif
Sirketinin soyulmasi, :
30.5.1979 tarihinde, Aksehir Ülkü
Ocaklari Dernegi'ne
bomba atilmasi, i
31.1.1980 tarihinde Aksehir,
Inönü Caddesinde Ak
bank ve Pamukbank subelerinin
bombalanmasi ve kursunlanmasi,
1.7.1980 tarihinde Kars'ta, Mecit Abbasoglu'nun sehit': edilmesi,
9.4.1980 tarihinde Güngören'de, Burhan Kaya Mut-lu'nun sehit edilmesi,
3.6.1980 tarihinde Bakirköy'de Ahmet
Metin Izer'in sehit edilmesi,
24.6.1980 tarihinde Rami'de, M.H.P
Gaziosmanpasa ilçe Baskani Ali Riza Altinok, hanimi Fahriye ve kizi Nilgün
Altinok'un sehit edilmesi,
23.6.1980 tarihinde, Mustafa Yilmaz'in öldürülmege tesebbüs edilmesi,
16.6.1980 tarihinde Merter'de Yilmaz Koç'un katledilmesi, Kemal Dursun,
Abdullah Anaç ve Zeki Kaya'nin yaralanmasi,
5.6.1980 tarihinde Gaziosmanpasa'da Öztuna Giyim Sanayii'nin soyulmasi,
15.10.1980 tarihinde Ümraniye'de,
Fikriye Yönetsen'in
evinin kursunlanmasi ve öldürülmege
tesebbüs edilmesi
11.12.1980 tarihinde Ümraniye'de polis memuru Yilmaz Ünal'in evinin
kursunlanmasi ve kizi Filiz Ünal'in yaralanmasi,
18.3.1980 tarihinde, Eyüp'te, bekçi
Asim Kara ile polis Kenan Dede'nin suhlarinin gaspi,
5.1.1980 tarihinde Küçükköy 500 Evler'de, Garanti Bankasi'nin kursunlanmasi,
11.1.1980 tarihinde Beyazit Rita
Han'da gasp, 2.2.1980 tarihinde Küçükköy'de, Altin- Is Cam Esya
imalathanesinden gasp,
5.2.1980 tarihinde Gaziosmanpasa 500 Evler'de kuyumcu dükkanini soymaya
tesebbüs etmek, Veli Kiliç'in sehit edilmesi, Mustafa Kiliç'i yaralanmasi,
17.2.1980 tarihinde Beyoglu'nda Mehmet ,Bayaran'in sehit edilmesi, Ahmet
Turan ve Kenan Örs'ün yaralanmasi,
14.2.1980 tarihinde Sisli'de, Serafettin Çankaya'nin sehit edilmesi,
25.2.1980 tarihinde Sisli'de, Sadettin Pazarbasi'nin öldürülmege
tesebbüs edilmesi,
8.3.1980 tarihinde Gaziosmanpasa'da, kuyumcu dükkaninin soyulmasi, Adem
ve Nuramin Grit'in sehit edilmesi,
23.6.1980 tarihinde, Avcilar'da Mesut
Öz'ün sehit edilmesi
16.7.1980 tarihinde. Dursun Demirel ve Sinasi Soydas'in ev ve otolarinin
kursunlanmasi,
16.7.1980 tarihinde Osman Çebil'in
dükkaninin taranmasi,
27.5.1980 tarihinde Tozkoparan Emlak Kredi bankasinin taranmasi,
7.9.1980 tarihinde Küçükköy'de Latif Kivanç'in sehit edilmesi,
11.11.1980 tarihinde Topkapi'da Özkaynak Memba Sulari deposunun
soyulmaya tesebbüs edilmesi, Ismail Kaya'nin öldürülmesi, Alaattin Berbergilin
yaralanmasi,
3.4.1980 tarihinde, ögretmen Eyüp Çilingir'i öldürmeye tesebbüs
edilmesi,
24.9.1980 tarihinde, astsubay Ali
Serdar'in yaralaniri*
10.11.1980 tarihînde Küçükçekmece
trafik istasyon nun silahla taranmasi
26.10.1980 tarihinde Tozkoparan'da
manav Ali tas'in evinin kursunlanmasi, Hasan Yildiz'in evinin kursunlanmasi ve
komiser Ümit Bagbek'in evinin taranmasi,
19.10.1980 tarihinde komiser Güntürk Coskun'un dürülmege tesebbüs
edilmesi,
5.12.1980 tarihinde Küçükçekmece
Cennet Mahallesinde, dört kuyumcunun soyulmasi, Orhan Ergene ve Selahattin
Akyol'un öldürülmeleri, iki kisinin yaralanmasi,
19.11.1980 tarihinde Bakirköy Tozkoparan'da,
Has
Yildiz'in sehid edilmesi,
9.1.1981 tarihinde Eyüp'te, dört
kuyumcu soygunu, 3.7.1981 tarihinde YedIkule'de polis otosunun taranmasi,
baskomiser Behzat Peker ve polis Hüseyin Ünal'inyaralanmasi,
29.5.1981 tarihinde, Küçükçekmece Vergi Dairesi'nin soyulmasi ve jandarma
eri Mustafa Karpuz'un sehit edilmesi,
14.2.1981 tarihinde, manav Ali Aktas'in evinin kursunlanmasi,
1.4.1981 tarihinde Sirkeci'de Emniyet
2. Subenin bombalanmasi,
12.5.1981 tarihinde Suadiye'de, Ahmet
Atesli'nin evinin önünde bomba patlatilmasi ve Ali Temelli'nin sehitedilmesi, . '{
17.61981 tarihinde, Senesenevler'de tekel satis deposun nun soyulmasi,
8.7.1981 tarihinde D.M.O ana depo santiyesinin soyulmasi,
4.9.1981 tarihinde Okmeydani'nda, Yapi ve Kredi bankasinin soyulmasi,
jandarma erleri Dursun Sayian ve Ya* sar Güney'in sehit edilmesi.
SOLDAKI
GLADIOTIK ILGINÇLIKLER
DEVAM
EDIYOR:
MLSPB
MERKEZ KOMITE ÜYELERINDEN HASAN
SENSOY,
BIR BASKA GLADIO ÖRGÜTÜNDE,
MLKP'DE!
Gazi Mahallesi'nde, 1995 yilinda Alevi kahvehanelerini tarayarak toplumu
provoke eden MLKP örgütünün kuruculari arasinda yer alan Hasan Sensoy, I2 Eylül
Öncesinin Gladiotik örgütlerinden MLSPB'nin ikinci adami idi... Yani Semsi
Özkan'in yardimcisi.
Kimi istihbaratçilara göre de, örgütün Gladiotik iliskisini terk eden ve
bu yüzden Semsi Özkan'i diger örgüt üyelerine sikayet eden Örgütün üçüncü adami
Fehmi Gökçek'i öldürüp, kaybeden militan!
MLKP örgütü, Istanbul'un Gazi
Mahallesi'nde kurulmus olan ve Alevi vatandaslarimiza hitap eden, mezhepçi
silahli bir örgüttür. Örgüt 1994 ve 1995'te, Bursa ve Balikesir ve Istanbul'da
ardi ardina yapilan operasyonlar sonucu, Güney ve Dogu Marmara'daki bütün
üniversite hücrelerini ve silahlarini kaybetti.
Polisin ele geçirildigi silahlarin en
önemli özelligi, silahlarin NATO ordularinin tümünde ve TSK'de oldugu idi. Bu
silahlarin NATO envanterlerinden çikarilip, MLSPB'nin son türevi olan bu
MLKP'ne nasil aktarildigi meçhul. Ancak bu durum, örgütün anlamazdan gelen ya
da kabul etmeyen Gazi Mahalleli komünist bagnazlar Için meçhul tabiî ki. Bizim
için, bunun cevabi bellidir. Dün MLSPB'ne, Gladio silahlarini ve talimatlarini
kimler aktardilarsa, MLKP'ne de onlar aktarmislardir... Yani komplo ajanlari!..
1995 GAZI OLAYLARI BIR GLADIO
PROVOKASYONU!
MLKP örgütünün en büyük
provakatif eylemi, 1995 yilinin Mart ayinda, Gazi Mahallesi'nde Alevilerin
devam ettigi kahvehaneleri tarayarak, bir Alevi dedesinin ölümüne yol açmak
suretiyle, Alevileri kiskirtma ve polisle çatisarak, yirmi kisinin ölümüne yol
açmasiydi... MLKP, Alevi kahvehanelerini tarayip kaçarak, saldiriyi kontgerilla
veya ülkücülerin yaptigi izlenimi birakmayi amaçlamisti. MLKP, bu saldiriyla,
provokasyon amaçlamisti. Tezgah buna göre hazirlanmisti. Bu saldiriyla MLKP'nin
provakasyonu oldugunu gösteren en Önemli delil, saldiridan hemen sonra, bütün
MLKP militanlarinin önceden hazirlanmis pankartlarla halki sokaga dökerek,
yollara barikat kurmalari ve polisle çatismalariydi. Sopalar, molotof
kokteylleri, barikatlama malzemeleri, silahlar, toplanma merkezleri, gruplari
sevk ve idare edecek olan militanlar, hepsi önceden hazirlanmisti. Hazir
olmayan ve olaylari beklemedigi için provokatif oyunu kavramayan tek güç,
devlet idi.
Ayni günlerde, TIKB, adli bir baska
Maoist provokatif örgütün M.H.P yöneticilerine saldirip, M.H.P'lileri sehit
etmesi ise, olaylarin rast gele degil, belli bir merkezden maniple edildigini
gösteriyordu. Toplumda siddeti ve çatismayi tirmandirmak isteyen bir odak, hem
MLKP'ni hem de TIKB'ni (Türkiye Ihtilalci Komünistler Birligi) ayni anda
harekete geçirmisti. Bu odak, Kürtçülük kartiyla aradigini bulamayinca, bu kez
mezhepçilik kartini hareket geçirmeyi planlamisti.
Eger bu kart iyi kullanilirsa, Kahramanmaras'ta oldugu gibi, toplumu
çatismaya itebilirdi. Ancak bu oyunlara 1970'li yillarda sik sik düsmenin
bedelini çok agir ödeyen kesimlerden biri de Alevi vatandaslarimizda Artik
oynanan oyunu onlar da çok iyi görüyor ve anliyorlardi.
Gazi Mahallesi'nde, MLKP'nin
baslattigi provakasyona katilanlar, sadece örgüt sempatizanlariydi. Ancak bu
militanlarin zorlamasiyla halktan bazi kisiler de, kendilerini çatismalarin
göbeginde buldular. Olaylar üç gün sürdü. Gazi Mahallesi, Sarigazi, Okmeydani
ve Ümraniye gibi varos semtlerinde MLKP'ye TÎKKO, TDKP (THKO'nun türevi) PKK ve
TIKB gibi yikici odaklar destek verdiler. Ancak polis ve jandarma ile çatisan
militanlar, yanlarina Alevi cemaat temsilcilerini ve halki alamayinca olaylar
bastirildi. Geride yirminin üzerinde ölü birakarak..
HASAN OCAK'IN ÖRGÜT IÇI INFAZA KURBAN
GITMESI ISI, DEVLETE YIKILMAK ISTENIYOR !
MLKP'nin kuruculari arasinda yer alan Hasan Ocak, örgütün Gazi
provokasyonundan hemen sonra kayboldu. Ailesi Hasan Ocak'in kayip oldugunu
medyaya bildirdikten on gün sonra Hasan Ocak'in cenazesi bir mezarda bulundu.
MLKP'ye ve MLKP sempatizani oldugu görülen ailesine göre, Hasan Ocak'i polis
kaçirmis, iskence yaptiktan sonra öldürmüstü. Devletin istihbarat kaynaklarina
göre ise. Hasan Ocak'i MLKP öldürtmüstü. Bunun iki amaci vardi:
Birinci amaç; Gazi Mahallesi'nde çok
sevilen Hasan Ocak'i devletin katlettirdigi izlenimi birakilarak provokasyon
yapilip, halk polisle çatistirilacakti..
Ikinci amaç; Hasan Ocak'in MLKP içindeki gücünün ve insiyatifinin
artmasini hazmedemeyen karsit bir klik, onu öldürerek ekarte etmisti. Bu
klik'in basinda da Hasan Sensoy'un oldugu söyleniyordu. MLSPB örgütünün üçüncü
adami Fehmi Gökçek'in örgüt tarafindan (polise göre Hasan Sensoy tarafindan)
öldürülüp, kaybedilme-siyle, Hasan Ocak'in kaybolup, Ölü bulunmasi arasindaki
ilginç benzerlik dikkate alindiginda bu ihtimalin yabana atilmamasi gerekiyor.
Hasan Ocak'in öldürülmesi, MLKP'nin bir provokatif eylemidir.
DEVLETIN
IADE ISTEGINDE DAHI BULUNMADIGI (!) IKINCI APOMUZ: DHKP/C LIDERI! DURSUN
KARATAS!
12 Eylül 1980 öncesinde ve sonrasinda, yüzlerce kanli cinayeti,
bombalanma, kundaklama ve soygunu gerçeklestiren, devletin orgenerallerini, MIT
baskanlarini, polis seflerini, subay ve askerlerini, eski Adalet Bakanlarini
M.H.P Il Baskanlarini, Ülkü Ocaklari Baskanlarini, milliyetçi yazar, sair ve
gazetecileri, savcilari,hakimleri ve ögretim görevlilerini katleden Dev-Sol,
Gladio'nun, MLSPB'den sonra en yogun kullandigi tetikçi örgüttür. Bu örgüt,
Gladionun, cunta lobilerinin en çok taseron kullanan dis gizli servislerin emrinde
ve hizmetinde olan bir masadir.
Bu örgütün Gladiotik imkanlar kullandigini gösteren, reddedilemez
belirtiler ve emareler vardir. Örgütün, içerde ve özellikle basta Ingiltere,
Yunanistan ve Almanya olmak üzere tüm müttefik NATO ülkelerinde sergiledigi
genis ve rahat hareket imkanlari eylemcilerin sikisinca bu ülkelere kaçarak
saklanmasi lider ve merkez kadrosunun bu ülkelerde barinmalari Gladiotik
baglantilar bulundugunu güçlendiren emarelerdir. Örgütün lideri Dursun
Karatas'in ve diger önde gelen yirmi kadar aktif kadrosunun, özellikle askerler
tarafindan çok siki korunan Metris Askeri Cezaevi'nden aylar boyunca tünel
kazarak, ellerini kollarini sallayarak kaçmalari ve bir gün içinde topluca
Yunanistan'a geçmeleri ilginç bir durumdur. Militanlarin tünel kazarak kaçma
olayi 1971 yilinda Cayan ve arkadaslarinin Maltepe Askeri Cezaevi'nden günlerce
tünel kazdiktan sonra, tegmen Sabahattin Sakman'in temin ettigi askeri elbise
ve ciplerle kaçmalarina benzemektedir.
Örgütün, toplum tansiyonunu en maksimum
noktaya tirmandiran sansasyonel öldürme eylemleriyle seçtigi hedeflerin en önde
gelenlerinin, Türk Gizli Istihbarat ve Kontrgerilla Servislerinin komutanlari,
sefleri ve polisleri olmasi, bir tasfiye yapildigi izlenimi vermektedir. Türk
Istihbarat Kontrespiyonaj ve güvenlik birimlerinin bu seçkin kadrolarini hangi
gücün tasfiye ettirdigini cevap aramak için de cinayetlerin islendigi dönemde
hangi dis gizli servislerin veya odaklarin izlendigine ve bloke edilmeye
çalisildigina bakmak gerekir. Dev-Sol'un bu cinayetleri isledigi dönemde,
(özellikle Hiram Abas'in katli sirasinda) PKK ve Kuzey Irak gündemine bagli
olarak CIA, CIA'nin Güneydogu Anadolu ve Kuzey Irak'taki atraksiyonlari
izleniyor ve bloke ediliyordu.
Bu operasyonlarin en üst ve yogun seviyeye çikarildigi Esref Bitlis'in
komutanligi döneminde, bu komutanin uçaginin (artik bir tertip ile düsürüldügü
kesinlesmistir) düsmesi ve Esref Bitlis'in Ölmesi de bu kombinasyonlarin bir
parçasidir, iste, Türk istihbarat birimlerinin, CIA'ya yogun markaj uyguladigi
dönemlerde, Dev-Sol'un istihbarat ve güvenlikle ilgili en üst ve önemli
düzeydeki kisileri katletmesi tesadüf degil, servisler ve güçler arasindaki
savasin bir parçasidir. Dev-Sol taseron olarak kullanilmak suretiyle, Türk
istihbarat ve güvenlik birimlerine gözdagi verilmekte, ayni zamanda en önemli
ve stratejik uzmanlar tasfiye edilerek devletin görme, duyma, izleme
yetenekleri yok edilmeye çalisilmaktadir.
Özellikle bir ayrintiyi, burada yer vermisken vurgulayalim: Hiram
Abas'in Dev-Sol tarafindan öldürüldügü dönemde Türk Istihbarat birimleri CIA ve
Ingiliz Ml-6 gizli servislerinin, Türkiye'deki askeri ve sivil istihbarat
birimlerindeki isbirlikçilerinin üzerine gidiyordu.
Abas öldürüldükten sonra onun yerine gelen kisinin Amerika'ya kaçarak
CIA'ya ait, güvenli bir konutta, yesil kartli bir vatandas olarak yasamasi,
internetten açtigi bir siteden Türkiye'yi karistirmaya, dezenformasyon ve
destabilizasyon faaliyetleri sürdürmesi de tesadüf görünmemektedir. Hiram Abas
öldürüldükten sonra, katilleri hemen izleyip, bulmasi beklenen en dogal kisi
simdi ABD'ye kaçip siginan kisidir. Çünkü bu kisi, Hiram Abas katledilir
edilmez hemen onun yerine geçerek, MIT Kontrterör ve Kontrespiyonaj (Karsi
casusluk) dairesinin baskani olmustur. Katilleri de bu daire izlemek
zorundadir.
Hiram Abas'in Dev-Sol tarafindan katledilmesi, cevaplan verilmeyen bir
yigin soru getirmistir. Bu sorularin cevabini mutlaka vermesi gereken sahis ise
ABD'ye kaçmistir. Hiram Abas'in bir hiyanete kurban gittigi ve darbeyi hiç
ummadigi, beklemedigi bir yerden yedigi ihtimali güçlüdür.
Dev-Sol, Gladiotik donanimli,
kumandali ve özellikli bir destabilizasyon ve provokasyon örgütüdür. Dev-Sol
kitlelesmek, partilesmek gibi bir hedefin degil; çok dar, disiplinli ve aktif
bir kadro ile silahli propaganda ve devleti etkisizlestirme hedeflerinin
hesaplariyla hareket etmektedir. Dev-Sol'un Gladiotik özelligini vurgulayan
emarelerin basinda, kullanilan silahlarin, NATO standartli silahlar olmasi
geliyor. Örgütün silah envanterleri arasinda çikan Law, M-16, MG-3, TNT 2, TNT
4, MP-5, G-3 silahlari ve taarruz tipi el bombalan tamamen NATO standartli
olup, seri numaralan silinmis silahlardir. Bunlarin disinda Israil yapimi UZI
otomatik tabancalar ele geçirilmistir. 1993 yilindan sonra bir konferans ile
adi DHKP/C'ye dönüstürülen örgütten ele geçirilen Law tipi bir roketatarin her
nasilsa unutulmus olan -seri numarasini arastiran MIT ilginç bir yol güzergahi
ile karsilanmistir. Bu silah, Nikaragua'daki Sandinista gerillalarina karsi
mücadele veren kontrgerillalara verilmistir. Kontra örgütünü Pentagon'un
talimatiyla CIA'nin örgütledigini ve Yarbay Norris tarafindan silahlandirildigi
biliniyor. (Iran'a silah verdiginin anlasmasi üzerine yargilanan kisidir.)
Kontrgerillasina CIA tarafindan ulastirilan bu silah, kullanilmaya firsat
kalmadan, (tek atimliktir) Kontra örgütünün dagilmasi sonucu CIA
operasyonlariyla geri toplanan silahlarla beraber Fransa'nin yolunu tutuyor. DHKP/C'nin dis terörizm baglantilarini
saglayan ve silahlandirilma islerine bakan SDB (Silahli Devrim Birlikleri)
sorumlusu ve Dursun Karatas'in sag kolu olan Aslan Tayfun Özkök (bu örgütün Sam
Bürosundadir) bu silah, Fransiz gizli servisi tarafindan maniple edildigi kesin
olan uluslararasi bir silah sirketinin ajanlarindan Beyrut'ta diger silahlarla
birlikte aliyor ve Sam'a naklediyordu. Silahlar daha sonra PKK ile yapilan bir
isbirligi protokolüne dayanilarak Kuzey Irak üzerinden Türkiye'ye sokuluyor.
Silahlarin bir bölümü örgütün metropol SDB hücrelerine, Tokat-Sivas-Tunceli dag
kadrolarina ulastiriliyor. Aslan Tayfun Özkök'ün örgüte ulastirdigi Law
roketatarinin sayisi 30'dur. Ancak bunlarin 10 kadari, yapilan polis
operasyonlari ile kullanilmadan ele geçirilmistir. Bes tanesi MLKP örgütünde,
üç tanesi TIKKO'da ele geçirilmistir. CIA silahlan böylece bütün Gladiotik
tezine ülestirilmistir. Örgütün metropol hücrelerinde kullanilmayi bekleyen ama
kullanicisina henüz kavusamayan on kadar law silahi daha vardir. Tek atimlik
oldugu için "atisli egitim" verilemeyen bu son derece etkili ve
pahali silahlar kendilerini kullanacak, egitilmis teröristlerini bekliyorlar.
Fazla beklemeyeceklerini tahmin etmek zor degildir.
DHKP/C'nin Gladiotik destabilizasyon ve cunta lobilerinin masasi
oldugunu gösterir daha pek çok emare vardir. Bunlarin en basinda da örgütün
cinayet kurbanlarini programli ve stratejik bir kurgu içinde seçmesidir. Bu
stratejinin temel agirligini "Türk Istihbarat ve Kontrespiyonaj-kontrterör
çevikligini, dinamikligini ve gücünü feda etmek" üzerine kuruldugu
anlasiliyor. Böylesine iddiali ve sansasyonel sok yaratacak eylemler ancak çok
iyi bir profesyonel ön hazirlik ve kesif yaptiktan sonra
gerçeklestirilebilecek, komplike ve grift eylemlerdir. Bu eylemleri
gerçeklestiren militanlarin atis ve vurus isabetlilikleri ile ustaliklari sonra
bunlarin sogukkanli bir sekilde olay yerinden ayrilmalari ve çok basarili bir
sekilde izlerini kaybettirmeleri veya Yunanistan'a intikal edip Paris veya
Londra'ya geçmeleri gibi ayrintilar göz önüne alinacak olursa, karsimizda isçi
sinifinin iktidari için mücadele veren bir "vurus örgütü" bulunmadigi
anlasilir...
DHKP/C'nin 1986'da gerçeklestirdigi Özdemir Sabanci suikasti, tüm
yönleriyle bir Gladiotik taseron iliskilerine dayanan ve DHKP/C'nin taseron
olarak kullandigi komplike bir eylemdir. Ancak DHKP/C'yi kimlerin ya da hangi
gücün taseron olarak kullandigi sorusu yöneltildiginde, ortaya atilan cevap ve
yapilan yorumlar içine, uluslararasi otomotiv rekabet lobilerinden tutun da,
ülkemizi destabilize etmek isteyen dis gizli servislerine kadar bir yigin adres
atildi... Cevaplar muhtelif, ancak adresler kesin degil. Kesin olan sudur ki.
Sabana suikasti hazirlik safhasinin uzun ve sabir gösteren bir süreç tasidigi
dikkate alindiginda, isin bu kisminin bile, ancak gizli servis operasyonlarinda
görülebilecek incelikler tasidigi anlasiliyor. Eylemlerden sonraki bütün
asamalarin çok dikkatli ve garantili bir sekilde hazirlandigi ve bu sürecin
katiller Türkiye'yi terk edene kadar aksaksiz bir sekilde islendigi
anlasiliyor. Katillerin Yunanistan'a nasil geçtikleri meçhul. Katillerin
Fransa'ya geçmeleri, oradan Belçika ve Lübnan'a dagilmalari süreci karisik.
Lübnan'a, Aslan Tayfun Özkök'ün yanina gelen Mustafa Duyar'in Suriye'ye
geçmesi ve sonra MiT'e teslim olmasi karisik... Mustafa Duyar'i Sabana
suikastinde kullanan Gladio kendisine uzanan izleri silmek için siparis isler
alan katillere is vererek, Mustafa Duyar, Afyon Ceza-evi'nde susturulmus, ama
ve adresi sasirtmak için de Selçuk Parsadan'i yaralatmistir. Böylece Gladio ile
ilgili söyleyecegi pek çok sey olan Mustafa Duyar, güya bir "cezaevi iç
çekismesi" gibi gösterilen bir operasyonla susturulmustur!
Dursun Karatas ve diger Dev-Sol yöneticilerinin tamaminin kaçtigi ya da
kaçmasinin saglandigi firar olaylarindan sonra, bizim asil cevaplarini
aradigimiz baska hususlar da var. Bu iliskiler cezaevlerinden kaçtiktan sonra,
bütün ana ve tali yollarin, kavsaklarin duraklarin, virajlarin didik didik
aranip, tutuldugu olaganüstü önlemlerin alindigi ve bütün sinir kapilarinin ve
karakollarin uyarildigi bir sirada, hiçbir engele takilmadan ayni günlerde
Yunanistan'a nasil geçebildiler. Bunlarin bir kismi elbette, yüzlerce kilometre
uzunluktaki Ege kiyilarinda, bir noktadan, kiralandiklari teknelerle kaçtilar.
Ancak bir kismi da sahte pasaportlarla normal yollan kullanarak çiktilar.
Firardan on bes gün sonra, basta Dursun Karatas olmak üzere bütün firari
militanlar, önce Yunanistan'da, sonra da Paris'te bir basin toplantisi yaparak
ortaya çiktilar. Firariler Yunanistan'da, Yunan Gizli Servisi'nin denetimindeki
Lavrion kampindaki otellerde ara konaklama yaptiktan sonra, ellerine verilen
geçis ve seyahat belgeleriyle Londra ve Paris'e dagildilar...
ingiliz gizli servislerinden ve
Scotlandyard (Polis) teskilatindan habersiz ve izinsiz olarak bir sinegin bile
giremeyecegi ve dolasamayacagi Londra'da Dursun Karatas, en konforlu otellerde
barindiktan sonra uyusturucu ve silah kaçakçiliklarinin yatagi olan ve
Gladiotik bütün evrensel Örgüt üyelerinin dinlendirilme, korunma ve
barindirilma üssüne dönüsen Amsterdam'a geçti. Burada, Gladiotik yollardan
gelen, uyusturucudan, siparis cinayet islerinden, haraç, soygun ve insan
ticaretinden olusan örgüt bütçesiyle kendisine en lüks semtlerde ultra lüks
villalar ve Mercedes arabalar aldi... Öyle bir lükse daldi ki, tabandan ve
özellikle örgütün en önemli adami olan Bedri Yagan'dan agir elestiriler aldi.
Yagan, Karatas'i Örgütün parasini sorumsuzca, kisisel zevklerini tatmin
için kullandigini, bu yönde örgüte bir özelestiri vermesi gerektigini
söylüyordu. Ayrica Bedri Yagan ve arkadaslarinin. Dursun Karatas ile ilgili
baska kuskulan da vardi. Polise yansiyan bilgilerine ve daha sonra Yagan
grubunun çikardigi hizip dergilerine ve bültenlerine bakilacak olursa, bu
suçlamalarin nerede yogunlastigi iyi anlasilir. Bedri Yagan ve arkadaslari,
Dursun Karatas'i davadan ve devrimci yasamdan ayrilmakla ve kontrgerillanin
adami olmakla suçluyordu! Komünist kesimlerin Gladio'yu kontrgerilla ile
karistirdiklari veya bunu bilinçli yaptiklari dikkate alinirsa. Dursun Karatas'in daha çok açik bir deyimle,
ajan-provokatör olmakla suçladigi meydandadir. Dursun Karatas'i dejenere bir
sekilde ultra lüks ve sefahat içinde yasamakla ve kontrgerilla ajani olmakla
suçlayan Bedri Yagan, bu suçlamalari yapmaya basladiktan iki ay sonra
Suriye'den Türkiye'ye geçip, Istanbul'a geldiginde anti-terör polis timleri
tarafindan degisik semtlerdeki on bir Dev-Sol'cu ile birlikte öldürüldü.
Öldürülen Dev-Sol'cularin ortak özelligi, hepsinin de Bedri Yagan'ci olmalari
ve Dursun Karatas'i ajan-provakatörlükle suçlamalariydi. Biri, Bedri Yagan ve
arkadaslarinin saklandigi hücrelerin adreslerini polise ihbar etmisti. Bilin
bakalim kimdi? Gladio'nun izlerini ve isaretlerini görerek sesini yükselten
Gladio'nun adami olan Dursun Karatas'a' karsi baskaldiran Bedri Yagan ve kligi,
ustalikla ama devrimci ahlâkta ve gelecekte yeri olmayan bir örgüt için
ikametle tasfiye edilmisti. Gladio, izini bulanlari asla affetmiyordu.
EROIN KAÇAKÇILIGINDA SOL ÖRGÜT ADRESI
VE ARABULUCULAR
Tekrara dayali bir metotla gerçeklik
olusturup, kitleleri aptallastirma kutusunda hapis olmus tiplere döndürerek
daire içi muhabbetle "Bizim oglan bina okur döner döner yine okur"
anlaminda manipüle eden sol borazanlarin maskelerini düsürmek için, kendi
alanlarinda bir okuma parçasini size aktaralim istedik.
Malum sol kendini "sütten çikmis ak kasik" gibi yansitip, hep
insan hak ve hürriyetlerinde fotograflanan ajite desenlerde anlamlandirdigindan
birileri onlara yönelik farkli bir anlam ifadesinde olgular okumaktadir.
Degisim yada dönüsümde ilgi ve iliskilenisle birlikte eklemlenme figürü bu
alani fazladan alakalandirdigindan, yandaslik adina kümelendikleri medyada,
dillerine doladiklari ülkücüleri bir çok olumsuzlukla yargilayanlar bikip
usanmadan olumsuzlugu dillendirerek, bireysel tavir ve davranislari genel
davranisi olarak sunup kamuoyunu yaniltmaya çalismaktadirlar.
Örnegin; Cumhuriyet gazetesi ya da Radikal gazetesi çagdaslik ve
objektiflik adina bolca ahkama keserlerken hala birtakim haber ve yorumlarina
Ülkücü katil, Fasistler, Ülkücü Mafya gibi hükümsüz ve karsiligini bulmayan
sifatlarla tanimlamalar yapmaktan da bir türlü geri durmamaktadirlar.
"Mistifikasyon" dedigimiz olumsuzlamalarla, kavramsal patoloji
olusturanlar, zihinsel format kodlamalarinda sosyal açilimlari ifadelendirecek
tanimlari bu maniplasyonla hafizalara kaydettirdiklerinden, dogrularda birlesme
zeminin de bir çok alginin anlamina duvarlar örüp, yabancilasma
olusturmaktadirlar.
Ötekilestirmeyi bu metotla insa
edenler, "Öteki cehennemdir" referansiyla adiyetlerini
temellendirerek, tüm karsit duruslari, bir boks ringinin rövansinda durus
sahibi kilan algilayislarin saldin mekanizmasinda reflekssel konumlamalara
dahil etmektedirler.
Hal böyle olunca, sifat ve
tanimlamalarda belirgin olan öge sosyal iliski, bir türlü hayat bulup kapsam
alani olusturamamaktadir.
Kapsam skorunda taçlandirarak dillendirdikleri zaferin temellenmeside
bir o kadar tutarsizlikla anlamlan-maktadir.
Önce bunlarin ayaklan protez kollari
çolak gözleri asi-n derecede astigmat belleri kambur gibi bir tasvir ifadesiyle
yerilmekte sonra da biz bunlarla güreste "bunlari söyle yendik, böyle alt
ettik" diskuruyla, kendi Övgülerini sergilemektedirler. Bakin, bu sakat mantik
sahiplerinin durmadan "bir iki gram eroin yakalatarak yargilanip mahkum
oldu" dedikleri ve suçlamayi genele samil kildiklari ters yüz mantikta,
kendilerinde ne teraneler var...
Malumunuz Dev- Sol ya da diger ismiyle
(DHKP/C) bir terör örgütü olmasina ragmen, Türk medyasinin bir çok dönek
kalemsoru tarafindan hep ajite edilmis açlik grevlerinin magdurlari olarak
lanse edilip fotograflanmaktadirlar. Adalet bakanligiyla, mahkûmlar arasinda
arabuluculuk rolüne soyunan bir sürü de entelektüel sifatli adam da söz konusu
oldu.
Bu tam tersi okunan örgütün yargilandigi ve mahkum oldugu iddianame de
neler var, simdi siki durun ve (EROÎN KAÇAKÇILARINI) iyi taniyin.
Insanlik düsmani olanlarin insanlari
zehirlemek için her seyi mubah görüp, sonra da halkçi kesilmelerine hangi
ahmaklar inanir, bir düsünün.
DEV SOL MERKEZ KOMITESININ YASADISI
FAALIYET GÖSTEREN SAHISLARLA ILISKILERI
Devrimci Sol merkez komite üyelerinden Hüseyin Solgun ve Pasa Güven,
cezaevinde bulunduklari sirada, yasadisi faaliyet gösteren bir kisim tutuklu ve
hükümlülerle tanistiklari ve Devrimci Sol örgütünün kurulusundan sonra merkez
komitesine seçilmelerine müteakip, örgüte bu sahislar araciligi ile de gelir
getirmek için temaslarini devam ettirmeye Dursun Karatas'in önerisi ile de
karar verdikleri ve bu karar geregi, Örgüt üyelerinden Ekrem Can ve Ahmet
Töngüt araciligiyla bu sahislarla gelistirdikleri iliski sonucunda eroin
kaçakçiligina giristikleri ve "4 Kg. eroinin" Ekrem Can tarafindan
Hollanda'ya götürüldügü ve oradaki sahislara satmak üzere temas halindeyken
yakalanarak hapse kondugu, bunun üzerine Ahmet Töngüt ün bu kaçakçilik isinde,
iliskileri devam ettirme ve Ekrem Çan'in kaçmasini temin etmek kasa ile örgüt
tarafindan Ekrem Can için tanzim edilmis sahte pasaportu da beraberine alarak
Amsterdam'a gittigi ve orada tanistigi karanlik islerle ugrasan
"Albert" isimli Hollandali'yla, dönüste ona ait arabayla beraber
getirdigi ve Türkiye'de yine yasadisi faaliyet gösteren kisiler araciligiyla
elde ettikleri eroini Albert'e vererek, ayni arabayla onu Hollanda'ya
yolladiklari, kendiside bilahare Hollanda'ya gidip Albert'in götürdügü eroin
karsiligi ("70.000"Marki alarak) Türkiye'ye dönüp Hüseyin Solgun'a
teslim ettigi ve bu 70.000 markin, Sishane Met Klima (Örgüt isyerinde) yapilan
aramada ele geçtigi ve ayni yerde Albert isimli Hollandali'ya ait Istanbul'da
bulundugu sürece yapilan masraf listesini gösterir defterin ele geçtigi. Klasör
(36) Dosya 2'de kayitli olarak ifade edilmektedir.
Durmadan Abdullah Çatli'nin "bilmem hangi memlekette iki gram
eroinle yakalandigini" söyleyip genellemeyle koskoca bir hareketi
karalamaya çalisan sol borazanlarin maskeleri, iste böyle bir kir, pas
barindirmaktadir. A.B'ne, bu eroin kaçakçilarinin asil amaç ve maskelerinin ne
oldugunu anlatmada zorlananlar bir arsiv taramasi yapsinlar. Ne dokümanlarla
karsilasirlar görüp, anlarlar.
Sahi, son söz olarak bu eroin
kaçakçisi Örgütün sicilinde M H.P'li Gümrük ve Tekel Bakani Gün Sazak'in da
sehit edilmesi olayi var.
Acaba hangi uluslar arasi kaçakçilik
Örgütünün taseronluguyla bu eylem yapilmistir?
DHKP/CYI BIR DIS ISTIHBARAT BIRIMI BILGILENDIRIYOR
Güvenlik birimleri,
Yunanistan'da oldugu iddia edilen DHKP/C elebasisi Dursun Karatas'in -örgütün
üst düzey sorumlulari için- yazdigi ilginç bir belgeyi ele geçirdi.
"Elinizdeki yazilar okunup degerlendirildikten sonra imha
edilecektir" uyarisiyla baslayan belgede, "Bu kurallarin disina çikan
her arkadas örgüt suçu islemis kabul edilecektir. Sorunu ögrenen, vakif olan
her arkadas gerek kendi alt iliskilerine, gerekse genelde olayi sorumlu
insanlar disinda yansitma girisimlerine karsi duyarli olmali, aninda tedbir
almalidir" deniliyor.
Karatas Milli Istihbarat
Teskilat (MIT) ve Emniyet'in teknik takip yöntemleriyle ilgili, detayli
bilgiler veriyor. Uzmanlar, DHKP/C elebasisinin istihbarat faaliyetleri ile
ilgili bu kadar donanima sahip olmasini, "örgütün bir dis istihbarat
servisi tarafindan desteklendigi" seklinde yorumluyor. Altmis sayfadan
olusan dokümanin, Örgütün içinde bulundugu sorunlari, saglikli bir sekilde
çözebilmek için hazirlandigi belirtildi. Dokümanin, örgütün merkez karar,
Türkiye sorumlusu, Avrupa sorumlusu ve merkezi yazi-yayin iliskilerinden
sorumlu örgüt üyelerine gönderildigi ögrenildi. 1993 yilinda örgüte yapilan
baskinlarin perde arkasinin anlatildigi belgede, DHKP/C'nin Özellikle telefon
dinleme, teknik takip gibi konularda son derece derin bilgilere sahip oldugunu
gün yüzüne çikaran anlatimlara yer veriliyor. Örgüt üyelerinin "telefon
görüsmelerine çok dikkat etmesi" gerektigi vurgulanan dokümanda, su
ifadeler dikkat çekiyor.
"Diger yandan teknik gelismeler sonucu araç telefonlarini dinlemek
neredeyse çocuk oyuncagi haline gelmistir. Hemen her yerde satilan elektronik
aletler sayesinde, en fazla 2- 3 dakika içinde tüm bir araç frekans boylari
taranip konusma yapilan hatlar tespit edilmekte, istenildiginde alet oraya
sabitlenip dinlenilmektedir. Gazetelere de yansidigi gibi siradan vatandaslar,
amatör telsizciler, gazeteciler cani sikildiginda veya merak güdüsüyle
ellerindeki bu türden aletlerle araç telefonlarini dinleyebiliyor."
Dokümanda, MÎT ve Emniyet istihbaratinin örgüte yönelik gerçeklestirdigi teknik
takip yöntemlerinden de genis ölçüde bahsediliyor, özellikle MiT'in yürüttügü
dinleme ve teknik takip faaliyetlerinin adim adim, tüm yönleriyle anlatilmis
olmasi, örgütün devlet içindeki unsurlarindan ya da baska bir baska ülkenin
istihbarat servisi tarafindan bilgilendirildigi seklinde yorumlaniyor. 1993
yilinda hazirlandigi tahmin edilen örgüt belgesinde MÎT ile ilgili söyle deniliyor:
"Telefon dinleme ve
taramalari Tahtakale Telefon Müdürlügü tarafindan, bizzat MÎT tarafindan
yürütülüyor. Çalisanlarin çogu MÎT ile iliskili veya görevli. Isleyis söyle:
MÎT, Tahtakale'de süpheli gördügü telefonlari dinlemeye aliyor. Dinleme, Serencebey'deki
MÎT merkezinde yürütülüyor. Tahtakale ile Serencebey arasinda bu konuda direkt
bir iliski var. Telefon taramalari, dinlemeleri özel aletlerle yapiliyor. Bu
Özel cihazlar 1990 basinda geldi. Süphe çekenlerin basinda uzun konusmalar
geliyor. Sadece Kadiköy'de 76 telefon sürekli dinleniyor. Araç telefonlari
sürekli denetimde. Nedeni bilinmiyor. Fakslar da denetime alinabiliyor. 1993
basinda yeni cihazlar gelecek. Bunlar dinleme ve tarama islemini daha da
kolaylastiracak ve çok farkli islevleri
olacak."
Istihbarat birimleri, DHKP/C liderinin istihbarat faaliyetleri ile ilgili
bu kadar bilgiye sahip olmasini, "bir dis istihbarat servisi tararindan
desteklendigi" seklinde yorumluyor. Karatas'in yazdiklarindan, DHKP/Cnin
de telefon dinleyebilecek donanima sahip olduguna isaret ediliyor. Güvenlik
çevreleri, DHKP/Cnin lider kadrosuna yönelik çemberin gittikçe daraldigina
dikkat çekerek, örgütün özellikle Yeni Türkiye Partisi Genel Baskani îsmail
Cem'e ve Basbakan Yardimcisi Mesut Yilmaza yönelik Avrupa'da gerçeklestirdigi
protesto eylemlerinin, çemberin daralmasi sürecini daha da hizlandirdigini
kaydetti.
SISLIDEKI CANLI BOMBA MIT ELEMANI ÇIKTI!
Gültekin Koç, saldin emrini
Istanbul disinda bir çay bahçesinde, maskeli bir sahistan aldi. Sisli TEM'in
tespiti: Ihmal degil. Bombaciyi besinci kata, sehit olan polis geçirdi. Bir
merkez, isadami diye göstererek Gültekin Koç'la, sehit polis Naci Canan Tuncer'i
üç ay Önce tanistirdi.
Bombaci Gültekin Koç 1
Mayis 1996'dajd provokasyondan beri sahnede. Hakkinda 3 yil 9 ay hapis cezasi
verildi. O, elini kolunu sallayarak dolasti. 1998'de polis gözaltina aldi, daha
ekip otosundayken "MIT'ten gelen telefon" Üzerine serbest birakildi.
DHKP/C adli bir örgüt eylemi üstlendi. Ancak Koç'un cenazesine ailesinin
olusturdugu on kisilik gurubun disinda, hiç kimse katilmadi. Oysa, bu güne
kadarki bütün eylemcilerine sahip çikan DHKP/C, cenazelerde de boy göstermistir.
Bu cenazeye katilmamis olmalarinin, bu sava haklilik kazandirdigi da, ifade
edilen düsünceler arasindadir.
Sisli Emniyet Müdürlügü'nde
3 Ocak günü meydana gelen bombali saldiridan daha sonra, olayi arastiran Sisli
Terörle Mücadele Sube Müdürlügü (TEM) nün tespiti, saldiriyi örgütleyen adresi
ortaya çikardi: Polis memuru Naci Canan Tuncer'le, Gültekin Koç tanisiyordu. Is
adami görüntüsü uydurulan Gültekin Koç'la Naci Canan Tuncer üç ay önce
tanistirildi. Tuncer, tanistiran merkez nedeniyle süphelenmedi. Birlikte yemege
çiktilar, zaman zaman görüstüler. Arkadasliklari üç aydir sürüyordu.
BESINCI KATA BIRÜKTE ÇIKTILAR
Canli bomba Gültekin
Koç, kendisini yöneten merkezin kurdugu bu iliski sayesinde rahatlikla içeri
girip, besinci kata kadar çikabildi.
Koç 3 Ocak günü Sisli'de, Emniyet Müdürünün soförü Naci Canan Tuncer'e
geldigini haber verdi. Tuncer ve i Koç yukari silah ruhsat ve pasaport bürolari
ile Emniyet | Müdürü'nün makam odasinin bulundugu 5. kata çiktilar. Tuncer'in
isi olmadigi zamanlar durdugu, Emniyet Müdürünün makam odasinin yanindaki çay
ocaginda çay içtiler.
Ancak Gültekin Koç makam
odasina girmek isteyince, Tuncer süphelendi ve engel olmak istedi.
Gültekin Koç'un bombayi
patlatmasi üzerine, Tuncer sehit oldu. Yapilan arastirmada, polis memuru
Tuncer'in örgütle bir alakasi olmadigi, MÎT içindeki bir ekibin tuzagina
düstügü, net olarak tespit edildi.
Saldirida, Emniyet
Müdürü'nün Ikinci Soförü Murat Ergüder, polis memuru Süleyman Okkaya, bekçi
Yavuz Meydan, Mehmet Kayikçi ve Derya Aslan, Hayati Bala ile pasaport islemleri
için emniyete gelen Sabahat Kisakol adli vatandas yaralandi. Saldirinin hedefi,
Sisli Emniyet Müdürü Selçuk Tariverdi idi.
HEP KORUNDU
Gültekin Koç 1997de,
Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Insaat Fakültesi ögrencisiyken
DHKP/C adina afis asarken yakalandi. Polis kayitlarina geçti. Koç Mayis
1996'daki eylemler nedeniyle göz altina alindi. Istanbul DGM'de, yasa disi
örgüte yardim ve yataklik suçundan 3 yil 9 ay hapis cezasi aldi. Ama o günden
bu yana elini, kolunu sallayarak dolasti!
KADIKÖY'DE SIVIL POLISI LINÇ
ETMEYE ÇALISANLARDAN!
Gültekin Koç, 1976
Erzincan'in Çayirli ilçesi Doluca nüfusuna kayitli. Patlamada parçalanarak ölen
Koç'un kimligi, kopan parmagindan alinan parmak iziyle teshis edildi. Koç,
büyük provokasyonlarin yasandigi 1 Mayis 1996'da gözaltina alindi. Koç, 1 Mayis
1996'da Istanbul'da, bir sivil polisi linç etmeye çalisan grubun Içindeydi. O
gün Kadiköy'de sol maskeli gruplar basta PTT ve bankalar olmak üzere 100'den
fazla isyerini tahrip etmis, olaylar bittiginde Kadiköy taninmaz haldeydi. 200
milyar liralik maddi hasar meydana gelmisti. Kadiköy Altiyol'da maskeli
gruplarin arasinda kalan iki Emniyet Müdür Yardim-asi ve dönemin Narkotik Sube
Müdürü saldiriya ugradi. Bunun üzerine bir sivil polis müdürlerini kurtarmak
için, havaya 9 el ates etti. Iste bu sivil polis aldigi sopa, tekme ve yumruk
darbeleriyle agir yaralandi, linç edilmekten son anda kurtarildi. Aydinlik,
dört yil önce provokasyonun içinde yer alan Gültekin Koç'u, fotografindan
saptadi.
1998'DE TALIMATLA SERBEST BIRAKILDI
Canli bomba Gültekin Koç,
Mayis 1996 eylemlerinde göz altin alinmasindan bu ana, hep korundu. 1998'de
DHKP/C'ye yönelik bir operasyonda polis tarafindan göz altina alindi daha ekip
aracindayken, MIT Istanbul Bölge Baskanliginda görevli bir yetkiliden gelen
"bir telefon üzerine" serbest birakildi.
EMIRLERI, ISTANBUL DISINDA BIR
ÇAY BEHÇESINDE ALDI
Canli bomba Gültekin Koç'un
saldiri emrini, Istanbul disinda bir çay bahçesinde aldigi belirlendi. Emri
veren sahis, DHKP/C nin Istanbul eylemlerine bakan MIT görevlisi.
HARBIYE ORDUEVINDE PATLATILAN
BOMBA ILE AYNI
Gültekin Koç'un patlattigi
bombanin kalintilari incelendi. 5 Ekim 2000 tarihinde Harbiye Orduevine yapilan
intihar saldirisinda kullanilan bomba ile Sisli'de kullanilan bombanin
malzemeleri ve yapilis biçiminin ayni oldugu tespit edildi. Tek fark, tetik
sistemi. Harbiye Orduevin-de saldirida kullanilan bomba isiya duyarli, Sisli'de
ise tetige basarak çalisiyordu.
IKI BOMBACI DA AYNI BÖLGEDEN
DHKP/C adli örgütün Üyesi
diye açiklanan Hüsamettin Ciner, 5 Ekim'de Harbiye Orduevi'ne üzerindeki
bombalarla giremeden, ordu evinin yakininda bombanin patlamasi sonucu ölmüstü.
Ciner'inde Gültekin Koç
gibi, MÎT içindeki bir ekibin korumasi altinda oldugu belirlendi. Harbiye
Orduevi'ne saldin da ayni merkezin emri ile gerçeklesmisti.
Ciner'de Koç gibi, Kocaeli
Sakarya bölgesinden yetisme. Ayni ekibin adamlari. 5 Ekim 2000, Türkiye'nin
diren- 3 cinin kirilmasi için yürütülen, istikrarsizlastirma
operasyonlari sürecinin baslangiç tarihi.
TUNCER'IN CENAZESINE ÇOK SAYIDA
SUBAY VE ASTSUBAY KATILDI!
Sehit Polis Naci Canan
Tuncer'in cenazesine, dönemin Emniyet Genel Müdürü Dr. Turan Genç ve dönemin
Istanbul Emniyet Müdürü Kazim Abanoz, emniyet mensuplari ile 3. Kolordu ve Bati
Garnizon Komutani Kidemli Albay Halil Ibrahim Tüysüz ile ti Jandarma
Komutanligi personeli katildi. Tuncer'in cenaze töreninde çok sayida astsubayin
resmi üniformalariyla hazir bulunmalari dikkat çekti. Emniyet Müdürü Abanoz
törende yaptigi konusmada "Cumhuriyetin korunmasi mücadelesi araliksiz
devam edecektir" dedi.
CENAZEYE SADECE AILESI KATILDI
Gültekin Koç'un mensubu
oldugu DHKP/C adli örgüt saldiriyi üstlendi. Ancak Koç'un cenazesine sahip
çikmadi! Gültekin Koç'un cenazesi 4 Ocak'ta saat 16.30'da Adli Tip Kurumu'ndan,
babasi tarafindan alindi, istanbul
Atisalani'nda bulunan "Kemer" mezarligina defnedildi. Cenaze
törenine, sadece ailesinden olusan on kisilik bir toplulugun katilmasi dikkat
çekti.
EMNIYETIN GENELGESI
Emniyet Genel Müdürlügü,
Sisli Emniyet Müdürlügü'ne yönelik bombali saldirinin ardindan, emniyet
teskilatina bir ay içerisinde 4'üncü genelgesini yayinladi. Genelgede,
saldirilar konusunda daha duyarli olunmasi istendi. Içisleri Bakanligi Müstesar
Yardimcisinin imzasini tasiyan genelge, 4 Ocak günü, 81 Ü Valiligine
gönderildi. Genelgede DHKP/C ve TIKKO adli örgütlerin cezaevleri operasyonunun
ardindan, bombali ve silahli saldiriya agirlik verdigi vurgulandi. Emniyet
teskilatina bagli tüm birimlerin, askeri kurulus ve tesislerin açik hedef
alindigi ifade edildi. Süpheli görülen kisilerin ve paketlerin hassasiyetle
aranmasi istenilen genelgede, bu tür olaylarda görevli personelin, öncelikle
kendi can güvenligine dikkat etmesi gerektigi kaydedildi. Emniyet Genel
Müdürlügümün bombali ve silahli saldirilara karsi 2,18,21 Aralik 2000
tarihlerinde "uyan genelgeleri" gönderdigi bildirildi. Saldirilan
degerlendiren üst düzey bir yetkili ise su degerlendirmeyi yapti: Intihar
saldirisini PKK, gücünü kaybettigi dönemlerde kullandi. DHKP/C'de ayni yöntemi
aslinda yapabilecegi baska bir yöntem kalmadigi için, acizlikten
seçti. Ayrica bir takim farkli kaynaklar emniyet kuvvetlerine
yani polise yönelen bu eylemlerin sebebinin iç istihbaratin polise baglanmasindan
rahatsiz olan güçler tarafindan organize edildigi de söylenmektedir. Bu sekilde
polisin yetersizligi kanitlaninca iç istihbarat da asli yerinde kalmis
olacaktir. Bu iddialarin dogrulugu, bu güne kadar kanitlanmadi. Onun için
hiçbir kurum ve kisiyi zan altinda tutmamak gerekir.
PROVOKATIF BIR ÖRGÜT THKP/C ÜÇÜNCÜ YOL
Galatasaraylilar",,
"Güvercinliler", "Sanayi Dev- Genç", Otonom Dev-
Genç", Gemüdçüler", "Üçüncü Yol" adlariyla bilinen bu
örgüt, önce, Devrimci Yol ile Devrimci Sol arasindaki ayriligi ortadan
kaldirmak için çikiyor. Bunu basaramayinca da, en «onunda "Üçüncü
Yol" adinda karar kilarak bagimsiz eylemlere girisiyor. Sivil, isçi v.d.
de içine alan Üçüncü Yol, asil örgütlenmesini Kara Harb Okulu'nda yapiyor ve
Hamza Yalçin, Osman Tiftikçi, Ahmet Erdogan ile baslayan örgütlenme, giderek
büyüyor. Ortaya çikarilmasi ve yakalanmasi basligi tarihte Üçüncü Yol'un
üyelerinin Önemli bir bölümünün üstegmenlerden olustugunu gösteriyor.
Üçüncü Yol, sivil ve asker
bireylerin birlikte örgütlenmesini temel aliyor. Hazirlanan iddianameye göre,
örgütün, "ordu içi kanadi" ve "sivil kanadi" olmak üzere
iki kismi bulunuyor.
Iddianamede sunlar
söyleniyor: "Ordu içinde örgütlenmenin esas amaci, sivil örgütlenmeye
'ordunun imkanlari ile birlikte katilmaktir.1 Türk Ordusunun, oligarsinin temel
diregi emperyalizmin (ABD) kukla ordusu oldugu kabul olunur. Bunun içindir ki
ordunun devrimci olmasi imkansizdir. Bu nedenle ordunun imkanlari sivil kanat
için seferber edilmelidir. Ordu içindeki üyeler para, ev, mermi, istihbarat,
araç, gereç, sahsiyet ve kimlikleri vesaire ile sivil kanada faydali olmalidir.
Mevcut ordu yapilacak 'devrim' esnasinda' parçalanmalidir.
Güvenlik güçlerinin ele
geçirdikleri belge ve malzemeler arasinda Üçüncü Yol'un istihbarata önem
verdigi anlasiliyor. Çok çesitli eylemlere girisiyorlar. Yalnizca Silahli
Kuvvetler içinde üsttegmen rütbesiyle görev yaptiklari
gerçeklestirdikleri eylemlerden birisi iddianamede söyle yer aliyor:
"Eylemden bir gün önce Istanbul'da Hamza Yalçin'in evinde toplandiklari,
Ömer Yazgan'in evde bulunan çantadan tabancalar çikartarak Hamza Yalçin, Ahmet
Erdogan, Osman Tiftikçi ve Rahmi Yildirim'a birer adet tabanca dagittigi ve o
gece saat 01.00'de Ankara'ya hareket ettikleri. Ertesi gün MHP Genel Merkez binasi,
MISK binasi ve Bahçelievler Karakolu'nun tekrar istihbaratini yaptiklari, bu üç
yerin birbirine yakin oldugu, adi geçen saniklar disinda bu eylemlere henüz
kimlikleri tesbit olunamayan 4-5 kisinin istirak ettigi. Saat 19.00 siralarinda
belirtilen eylemlerin gerçeklestirildigi. MHP binasi ile MISK binasina bomba
atildigi ve belirtilen karakolun tarandigi. Saniklarin eylemlerden Önce iki
adet Murat 131 marka taksi gasp edip bu araçlari kullandiklari ve saat tahminen
20.00 siralarinda Ankara'da otobüs terminalinde bulusarak Istanbul'a hareket
ettikleri."
Bu ve benzeri son derece
cüretli hareketler de. Silahli Kuvvetleri bir an önce harekete zorluyor.
DEVRIMCI YOI’DA IKI TANIDIK ISIM!
Kökeni 1974'lerdeki Dev-
Genc'e dayanan, ilk sayisi 1 Mayis 1977 yilinda yayimlanan Devrimci Yol adli
dergi etrafinda örgütlenen grup, 1977- 1980 yillan arasinda gerçeklestirdigi
bir çok eylemle Türkiye'yi darbe ortamina hazirladi. Bu örgütün iddianamesini
inceledigimizde malum çevreden iki isme rastliyoruz: Astsubay Recep Erol ve Ali
Görkey.
437. Recep Erol: Adem oglu,
Resmiye'den olma, 1950 dogumlu, Kayseri Bünyan ilçesi Cumhuriyet mah. Nüf.
Kayitli. Ankara Incirli Yunus Emre Cad. Tezol Sokak 31/ 8'de oturur. Etimesgut
Zirhli Birlikler Okulu 2. Alay 1, Tank Taburu nda Astsubay.
Sanik Ali Görkey ile
birlikte, sanigin Incirli Tezol Sokak 31/18 nolu evi kiraliyarak bu yörede
ikamet etmeye basladiklari.
Bu bölgede, Devrimci-Yol
adina faaliyet gösteren Hasan ve Hüseyin adli kisilerle tanistiklari, sanigin
evin anahtarlarini Hüseyin'e vererek, bu evin örgüt içinde yer alan bazi
kisilerin, örgüt amaçlan dogrultusunda seminer ve toplanti yapmalarinda
kullanilmasini sagladigini, bazi zamanlar kendisinin de bu evde düzenlenen
toplantilara katildigi,
Ömer Zafer Müçtebaoglu ve
Ahmet îrfan Türkoglu'nun zaman zaman bu eve giderek sanigin yoklugunda,bazi
örgüt militanlari ile birlikte toplanti yaptigi,
- Ayrica örgüte maddi destek saglamak
amaci ile sanigin, örgüt adina para yardiminda bulundugu, Sanik Fecire Kocaman
tarafindan getirilen Devrimci
Yol dergilerini, bedelleri üzerindeki para ile satin alarak örgüte parasal
yardimda bulundugu, Sanik Ali Görkey'in klasör E/18'daki anlatimi, ayni
klasördeki Fecire Kocaman'in beyanlari, klasör K/7'deki Ömer Zafer
Müctebaoglu'nun, klasör H/6'daki Ahmet îrfan Türkkoglu'nun ifadeleri ile
sanigin, örgüt mensuplarina yer temin etmek suretiyle yardimda bulundugu
anlasilmistir.
438. Ali Görkey: Halil
oglu, Nurten'den olma, 1951 dogumlu, Eskisehir Merkez Akcamii Mah. Nuf.
Kayitli. Ankara Incirli Yunus Emre Cad. Tezol Sokak 31 / 18'de oturur. Kara
Harp Okulu'nda Muh. Astsb. Sanik Ali Görkey'in, Incirli bölgesinde Devrimci Yol
Örgütü adina faaliyet gösteren Hüseyin ve Hasan adli kisilerle tanistigi ve bu
sahislarin etkisinde kalarak Devrimci Yol'un görüs ve fikirlerini benimsedigi,
Incirli Tezol Sokak 31/18'deki evi diger sanik Recep Erol ite birlikte
kiraladiklari ve bu evde Örgüt içinde yer
alan Hasan, Hüseyin, Tahsin Soylu, Fecire Kocaman ile birlikte muhtelif
tarihlerde toplanarak seminer çalismalari yaptiklari, - Ayrica
evin anahtarlarini Hüseyin adli örgüt üyesine
vererek, kendi yoklugunda evi örgüt mensuplarina açiktutarak, örgütsel faaliyet
ve amaçlar için kullandirdigi,Fecire Kocaman tarafindan mutad olarak
kendilerinegetirilen Devrimi Yol dergilerini, sanigin dergi bedeli üzerinden
para vermek suretiyle satin aldigi, zaman zaman karsiliksiz para vermek
suretiyle örgüte mali destek sagladigi, Sanigin klasör E/16'daki ikrari, ayni
klasördeki Fecire Kocaman, Recep Erol'un anlatimlari, klasör K/7'de sanik Ömer
Zafer Müçtebaoglu, klasör H/6'daki îrfan Türkoglu'nun ifadelerinden
anlasilmistir
KRIPTO SOLCULARI
Takiyye, Kitman ve Kripto
solculari!
Önce özetler: Bugün ahlak,
dürüstlük, demokrasi, Atatürkçülükten dem vuran birtakim medya elemanlarinin,
geçmiste ülkeyi kiskirtma ve provokelerle nasil darbe ortamina sürüklediklerini
irdeliyorduk. Iste tam bu esnada...
72 darbesi yaklastikça Ilan Abi' ve korosu
çalismalarina hiz verir. Ilan Abi, bazi hassas dengelerden Ötürü Cumhuriyet'te
kaleme alamadigi yazdan, içinde biriktirmek yerine Devrim'de kaleme alir. Daha
ilk yazisinin basligindan baslayarak büyük sermaye çevrelerine 'bindirir'.
Buyrun: 'Baslik: "Bayar, Demirel, Koç, Burla, Taskent vd..' Yazi
Türkiye'deki sömürü düzenini anlatiyor: 'Sömürü piramidinin tepesinde bir avuç
adam vardir. Bunlari teker teker tanimak ve tanitmak devrimcilerin görevidir..'
"Ilan Abi1 bu yaziyi yazdiktan sonra nasil derin bir 'oh' çektigini
Cemal'e anlatiyor: 'Ilhan Selçuk, Devrim'deki bu yazisini yazdiktan sonra bir
oh çektigini anlatmisti. Çünkü ilan derdinden dolayi Cumhuriyet gazetesinde,
Koç'larin, Burla'larin, Taskent'lerin isimlerini geçirerek yazamadigini söylemis,
bundan yalanmisti...' 'Ilan Abi'nin hayranlarinin basinda da genç denizci
tegmeni Ali Kirca gelmektedir. Bu genç tegmen meshur 69 deniz subayi
bildirisini kaleme alan atesli bir Marksisttir. Kirca, Ilan Abi' ve ekibi gibi
tutuklandiktan sonra kisa süre içerisinde salinir. Ancak hapishanedeyken
Selçuk'un yanina gelir ve su cümleyi söyler: 'Ben sizin hayraninizim..' Zaten
dava arkadasi Dogan Avcioglu da Selçuk'a 'komutan' diye hitap etmektedir.
Bazilari komutan yerine 'maresal' dendigini iddia etseler de Hasan Cemal bunun
'pek' dogru olmadigini söylüyor. Ancak komutan dendigi kesin. Medyadaki
komutan!!
Komünist medyanin bu
darbeyi tesvik eden tarzi, 7 Nisan 1970 sayili nüshasinda tavan yapiyor.
Baslik, 'Devrimci ordu gücü' ve metin: 'Siyasal Iktidarin sorumlu baslari,
gaflet, dalalet ve hatta hiyanet içerisinde bocalamakta... Iste bütün bu
kosullar karsisinda Türk Silahli Kuvvetleri'nin saglam, bilinçli ve örgütlü
kadrolari, KEMALIST DEVRIM'i yeniden sürdürmek için eyleme geçmeye hazir ve
kararlidirlar...1 Dikkat edilirse, nedense bu grup hep Mustafa Kemal
demektedir. Ali Kirca yazdigi bildiride de ayni hassasiyeti göstermektedir.
Uluç Gürkan, Deniz Gezmis ile yaptigi mülakatta da Atatürk kelimesini
kullanmaktan israrla kaçinir. Devrim dergisinin logosunun altinda su slogan
vardir: ldare-i maslahatçilar esasli devrim yapamaz. Gazi Mustafa Kemal..'
Gazi, bir türlü Atatürk yapilmaz nedense. Isin içinde çapanoglu vardir çünkü.
Hasan Cemal söylesin gerisini: 'Bu o zaman bilinçli bir söylemdi. Ben de benimsemistim.
Bir yandan Atatürk, devrimci gençlere irkçi kokardi...' Ya iste böyle... Ve su
cümleyi tekrar hatirlayalim: 'Ilhan Abi 1960'lann basinda neyse 1990'lann
sonunda da oydu!' 'Ilan Abi! Kösende üç defa kocaman Atatürk yaz inanirim sana.
Marksist takiyye yapmadigina ancak o zaman belki inanirim.
Görüldügü gibi Ilan Abi ve
çevresi 'O dönem' tipik bir Marksist takiyyeyi benimsemisler. Piyasada bir ismi
bile vardi bu cins takiyyenin; Kripto Solculuk! Hasan Cemal'e göre bunun
sebepleri vardi: 'Kripto solculuk! Bazi çevrelerin Dogan Avcioglu, Ilhan Selçuk
çizgisinde olanlara dönük 'kriptolar' suçlamasi... Bu deyimi bizde meshur eden
Metin Toker'di saniyorum... Onlara göre hepiniz komünist idiniz ama bunu belli
etmiyordunuz. Çünkü bir yandan kanun korkusu vardi. Komünistlik, Bati
demokrasilerinden farkli olarak Türkiye'de hapislik bir suçtu... Öte yandan
askerle is tutarak politika yapmak isteyenler, Komünistligini saklamak
durumundaydi. Çünkü Türk askeri müthis antikomünist idi. Komünistler askerin gözünde,Moskova
ajani sayilirdi. Onun için de denirdi ki: 'Kriptolar kendi gerçek inançlarini
gizler!' Sonra kendi kendine soruyor Cemal: 'Siz de mi takiyye yapardiniz?' Bu
soruya hangi babayigit hayir cevabi verebilir ki?Enteresandir, 30 yil önce
Cumhuriyette yazamadiklarini Devrimde yazip 'Oh' çeken, demokrasiye, çok
partililige inanmayip bunu gizleyen, Atatürk kelimesini israrla kullanmayan
Ilhan Selçuk tam 30 yil sonra sunlari yazabiliyor: 'ikiyüzlü olmak, kimligini
gizleyerek karsindakini tuzaga düsürmek, zayifken dalkavukluk ederek
güçlendigin zaman diklenmek, alacakaranlik kusaginda yasayarak kisiligini
saklamak, marifetin meydana çikinca da salya sümük yerlerde yuvarlanip el etek
öpmeye kalkismak dogal mi karsilaniyor?.. Bir toplumda ahlaksizligin hos
görüldügü süreçte yozlasma çürümeye dönüsmez mi?..'
72 Muhtirasi akabinde
askerler birçok insani 'içeri' aldilar. Iskencelerden geçirildi insanlar, hapis
yattilar yillarca, Gezmis, Aslan ve Inan gibi 'halk tipi devrimciler1 ipe
gönderildi. Ama nedense darbeyi körükleyen, ülkeyi bir an önce darbe ortamina
getiren bu ekibe çok fazla bir sey yapilmadi. Biraz içerde kaldiktan sonra
hepsi islerinin basina geri döndüler. Olan Gezmis ve arkadaslarina oldu. Bu
durum bazi eski tüfek Marksistleri hala rahatsiz ediyor. Iste Hasan Cemal'in
kitabindan: 'O zaman beraat etmis olmaniz nereden kaynaklandi?
Askerle is tutmus
olmanizdan degil mi? Örgütlenmeniz derine, yani ordunun tepelerine dogru
gidiyordu. Fazla kurcalanirsa isin içine kara ve hava kuvvetleri komutanlari da
karistirilabilecekti. Onun için bir yerde kesmek zorunda kaldilar!1 Olayin
'dehset' boyutunu medya-cunta iliskisinin boyutunu görüyorsunuz degil mi? Nuh
Gönültas sütununda birkaç gün önce, 'medyanin ele geçirilmesine' iliskin bir
yazi yazmisti. Medyayi ele geçirmek iktidari elegeçirmek mi acaba? Hasan Cemal
demokrasi lafini niçin çok gevelediklerini de itiraf ediyor: 'Demokrasi
kendinizi korumak için gerekliydi. Ama eminim iktidari ele geçirdiginiz anda,
sizin disinizda kimsenin demokrasiden, özgürlükten söz edecek hali
kalmayacakti! Yani sizler demokrasiyi, hedefinize varmak için bir ara istasyon
olarak, sosyalist devrime giden bir asama olarak gördünüz...' Demokrasiyi ara
istasyon olarak görenler, simdilerde ekranlarda infaz yapiyor, sütunlarinda
ahlak abidesi kesiliyorlar! Iste Cemal'in, Ilan Abi'nin genel karakteristigini
ele veren cümleleri: 'Ilhan Abi iste böyle, çogulcu demokrasiyi kabulleniyor
ama gönülsüz. Amaç olarak görmüyor, onun için bir araç..'
Son bir olay aktarip bu ciddi
yaziyi noktalayacagim. Hasan Cemal, 1986 10 Kasim'inda yazdigi basyazisinda,
ilk baskilarda yer almayan 'özgürlükçü demokrasi' ibaresini eklemistir. Cümle
suydu: 'Atatürkçülügün çagdas uygarligi ve özgürlükçü demokrasiyi amaçladigi
bazi çevrelerde ne yazik ki unutturulmak istenmektedir...' Bu cümle Ilhan
Selçuk'u oldukça sinirlendirir. Ertesi gün H. Cemal'in odasina gider ve sert
bir sekilde tartisirlar. Cemal, kitabinda 'kapistik' diyor ve Selçuk'un sunu
dedigini ekliyor; 'Atatürk hiçbir zaman özgürlükçü demokrasi demedi, çagdas
uygarlik dedi...' Iyi de simdiki çagdas uygarliklar neyle idare ediliyor,
komünizmle mi? Ve ayni Ilhan Selçuk, geçtigimiz cumartesi kösesinde sunu
yazabiliyor: Toplumda "ahlak" diye bir kavram kalmadi mi?.. Bir insanin
erdemli, dürüst, açik, dogru, güvenilir olmasi hiçbir deger ve anlam tasimiyor
mu?..
Yalancilik mi geçerli?..
Hamamböcegi gibi karanliga sinerek, tespih böcegi gibi ikiye katlanarak,
kertenkele gibi yerlerde sürünerek yasamak artik ayiplanmiyor mu?' Bu sorunun
cevabini en çok zat-i aliniz bilir Ilan Abim. Hörmetler!
INÖNÜ-MIT ILISKISINI FEHMI ISIKLAR SAGLIYORDU
Serafettin Elçi: Fikri
Saglar SHP Genel Sekreteri iken, Genel Baskan Erdal Inönü ona sunlari söylemis:
"Benim MiT'le iliskilerimi Fehmi Isiklar biliyor." Tank Ziya Ekinci,
Mehmet Ali Eren ve Ahmet Zeki Okçuoglu da Elçi'nin açiklamalarini dogruladilar.
2000'e Dogru, HEP kurulurken Aydin Güven Gürkan'in genel baskanligini MÎT'in
önledigini de saptadi. Isiklar'in yolu böyle açildi. Fikri Saglar SHP Genel
Sekreteri iken, Genel Baskan Erdal Inönü ona sunlari söylemis: Benim MiT'le
iliskilerimi Fehmi Isiklar sagliyor. Erdal Bey'in nazarinda MIT'çi olmak kötü
bir sey degildir. Bunlari muhtemelen, genel sekreterine bilgi vermek için
söylemistir. Kötülemek için degil, o zaman hepsi SHP içindeydi. Bu açiklamayi
2000'e Dogru'ya Serafettin Elçi yapti.
Elçi, Fikri Saglar'in,
Inönü'den duyduklarini Ahmet Türk'e aktardigini belirtiyor. Kendisi olayi
duyduktan sonra Türk'e sormus. O da dogrulamis. Ahmet Türk ise, SHP'den Mardin
milletvekili adayi. Serafettin Elçi Tarik Ziya Ekinci, Mehmet Ali, Ahmet Zeki Okçuoglu,
Ibrahim Aksoy, Zübeyir Aydar, Yasar Kaya ve Ümit Firat'in da bu olayi
bildiklerini belirtiyor.
..... KITABIN DEVAMI 01 EYLÜL 2017 GÜNÜNDE BLOGDA YAYIMLANACAKTIR..