DERIN DEVLETIN SOLCULARI  - 1-

DERIN DEVLETIN SOLCULARI - 1-

Fevzi BOZKURT
Politika


 Modern çag öncesi ve sonrasi solun, bir dizi iktidar deneyimleri olmustur. Çesitli cografyalar ve çesitli kültürler içinde pek çok "sol" iktidar deneyimi gözlemlemek mümkündür.
Ben burada kendimi modern cag ile sinirlayacagim.
Modern solun iktidarla bulustugu ilk tarihsel nokta, Fransiz Devrimi ve onu iktidarla bulusturan ilk hareket, Jakoben hareketidir. "Devrimle Gelen" bu iktidar, sonraki sol deneyimlerde adeta "devrimci sol"un iktidar prototipini olustururken, "iktidar sahibi solcu" tipinin de ruhunu vermistir.
Robespierre ve Saint Just ile baslayan, devrimci iktidarin sahibi olan solcu tipi, günümüze kadar uzanan uzun bir zincir olusturmaktadir. Bu zincire Lenin, Trocki, Stalin, Dzerjinski, Dimitrov, Mao, Kim il Sung, Ho Chi Minh, Fidel Castro, Che Guevara gibi pek çok degisik halka eklemek mümkündür.
Bir de devrimle gelmeyen solcu iktidar sahipleri vardir. Hemen akla gelen birkaçi, Salvador Allende, Olof Palme, Felipe Gonzales, François Mitterand ve digerleridir.
 Ilk bakista, kosullan acisindan, devrimle gelenler, avantajli görünürler. Sol, daha önce olmayan yeni bir toplumsal düzen getirecegine göre, önüne çikacak engelleri çig gibi süpürecek devrim dalgasi, ortaya ya beyaz, ya da beyaza yakin bir tuval çikaracak ve yeni resim de buraya yapilacaktir.
Eskilerin dedigi gibi, "Muhayyel olan mükemmeldir." iste bu "mükemmel hayaller", neredeyse bos bir alan bulmuslardir ve buraya insa edilmeleri gerekmektedir Bir sanatçi ve bir entelektüel için inanilmaz bir olanak! Böyle bir olanak, bütün solcular heyecanlandirmistir. Jakoben iktidari kisa sürmüs, bu olanagi sonuna kadar kullanma firsati, solcularin karsisina bir daha ancak 1917'de çikmistir.  
Bu nedenle Bolsevik olmayan bir kisim Rus solcusu disinda, hemen tüm dünya solculari Bolsevik Partisi'nin 1917 Kasim’inda Rusya'da militan bir darbeyle iktidari ele geçirmesini çilginca alkislamislardir. Bu iktidar, dünya solunda *-Rus solu hariç- o kadar büyük bir konsensüs yaratmistir ki, o güne kadar iktizan kategorik olarak elestiren bir dizi anarsist grup dahi, Bolseviklerin varliginda yeni bir dünya görür gibi olmuslardir.
Lenin, "Kan ve atesle" gelen bir Mesih, Trogki'nin "Kizil Ordu"su cennetten dünyaya inmis bir melekler ordusudur. Söz konusu olan "son bir savastir"; Armageddon. Bu savas ne pahasina olursa olsun kazanilmalidir, çünkü ondan sonra artik savaslar, yoksulluk ve her turu ile kölelik ortadan kalkacaktir.
O günlerin atmosferinde, pek az solcu bu genel destek ve cosku havasinin disinda kalabilmis ve yine pek azi Rusya'da gerçekten ne olup bittigine ilgi duymustur. Oysa Feliks Dzer-jinski gökten çalismaya baslamistir bile.
Sol kamuoyu ve militanlar söyle düsünmektedir; solun makus tarihi sona ermis, "uygulanmasi için bir firsat bulunacak olsa, her sorunu çözecek düsler" uygulama alani bul-mustur. Sol "loser" (Müzmin kaybeden) olmaktan çikmis, kazanabilecegini göstermistir. "Acemi sol el" kilici kabzasin-dan saglamca tutup, Gordion dügümünü bir vurusta kes-mistir. "Kazanan solcu kahraman" tipi, alisilmis solcu tipini bir kenara iterek, yepyeni bir görüntüye ortaya çikar. Yeni bir mitoloji yaratilmaktadir. Daha düne kadar takim elbiseli, kravatli, gözlüklü bir entelektüel tipi olan Trocki, üzerinde üniformasi, basinda kalpagi, belinde kiliciyla birlikleri teftis ederken görüntülenir. Ortada henüz Israil Devleti de yoktur ve bu görüntü ayni zamanda, tarihin ilk Yahudi generaline isaret etmektedir. Bu görüntüler afislere dönüsür, afisler önce dünya solunun ofislerini, sonra dünya sokaklarini süslemeye baslar. "Kizil Süvariler", bu apansiz geliveren iyilik ordusunun pegasuslari", dünya solcularinin düslerine girer. O günlerin solcusu, adeta "solcu asker dogar" gibisinden bir havaya bürünmüstür.
 "Kötülükle savasma ve tuvali beyazlatma yüksek ruhani konseyi"nin afislerden uzak duran büyük bas melegi Dzer-jinskinin bile çekilmis bazi karelerini görmek mümkündür. Bir sürü adam ve silah arasinda, çamurlar içinde, devrimin yolunu temizlerken görülür.
Kaybeden dervislerin, "Kazanan Saf evi atlilari"na dönüsümü gibi bir seydir bu. Silahlar, kiliçlar, atlar, zirhli araçlar solun hizmetindedir artik. Trenlerin bile "kizil”i vardir. Solun izinde hizla güçlenen bu savasçi mitolojisi, belki de Sol i^in tarihin en sakinilir  kavrami olmasi gereken bir kavrami, "semavi bir kahramana dönüstürür. Öyle ki günümüzde bu egilimin uzanilan, birtakim "subcommandante"leri, "Yesil Doga Savasçilari" "Hayvan Haklari Savasçilari" gibi absürt örnekler verebilmektedir. Oysa, benim için geçerli bir sol tahayyülün belki de ilk hedefi, bu "belali tip"ten, bu "sert erkek"ten, bu "avci-savasçi" pathos'undan kurtulmak olmalidir. Ama iktidar solu büyülemistir bir kere. Sag ise, iktidar-da oldugu dünyanin geri kalaninda, pisip kalmis, ideolojik ve kültürel sahalarda solun karsisina çikamaz olmustur. Tek düsünebildigi, bu gelisen "heyula”nin gelisim alanlarini nasil sinirlayabilecegi, kendisini, pek zor günlerin bekledigi ya-km gelecege nasil hazirlayabilecegidir.
Iktidar büyüsünden ilk siyrilanlar ise, solcu entelektüeller ve Bolsevik olmayan sol hareketlerin lider kadrolar olmustur. Bunlar, iyice ümitsiz durumdadir. "Cennet’ten birbiri ardina katliam haberleri gelmekte, ellerindeki kisitli olanaklarla bunlari duyurmaya ve protesto etmeye çalismakta, bunu yaparken sag ile ittifak kurmamaya, solcu kalmaya ugrasmakta ve bu arada da kendilerini "komünistler-den" kurtarmaya çabalamaktadirlar. Ve "devrim", Rusya'da kisa sürede, tüm Çarlik yönetimlerinin öldürmeyi basardigi solcudan daha fazlasini öldürmeyi basarmaktadir.  
 "Yeni toplum" beyaz üzerine degil, "kirmizi" üzerine kurulacaktir artik. Bu, bayragin degil, kanin kirmizisidir. Katliama dönüsen kollektiflestirmelerden, "bu olmadi" sunu deneyelim" derken, ölüme terk edilen ya da öldürülen, binlerce insandan bahsetmek istemiyorum. Meraklisi, bu gün bu sürecin kaynaklarina rahatlikla ulasabilir ve merakini giderebilir. Ama "devrimle gelen" hiçbir sol iktidar, su en basit insanlik hesabim verememistir, "insanin kisiligi, güç, sahibi oldugunda ortaya çikar."
 
Devrimle gelmeyen sol iktidarlar ise genellikle "kurtulus" degil, "daha iyi", daha esitlikçi ve daha demokratik bir toplum gibi, nispeten mütevazi hedefler öngörmüstür. Bunlar, solun olmasi gereken sivil tutumunun disina çikmamislar ama, günlerini, "genel secin" gibi bir mekanizmadan ve arka planda onu olusturan "image-making"ten aldiklari için güçleri sinirli kalmis, genellikle de yerlerini bir ya da birkaç. secim sonra sagci alternatiflerine birakarak ve yine genellikle; -agizda fena olmayan- bir tad birakarak iktidardan ayrilmislardir. Salvador Allende'nin trajik ve namuslu sonu disinda...
Bir “üçüncü sol”tavir daha vardir.Iktidara mesafeli duran, iktidari ele geçirmeyi hedeflemeyen bir sol tavir. Burada anarsistlerden söz etmiyorum. 19. Yüzyil sonu ve 20. Yüzyilin hemen basinin anarsistlerinin ancak bir kismi, bu, iktidar-la sinanma surecinden, geçer not almislardir. Proudhon Bir "üçüncü sol" tavir daha vardir. iktidara mesafeli duran, iktidari ele ve Kropohtin bunlardan akla gelen ilk isimlerdir. Ama ben burada esas olarak, baska bir örnekten söz etmek istiyorum. Kendisini solcu olarak tanimlamamis, ama belki de 21. Yüzyil solculari için en büyük ilham kaynagi olabilecek bir figürden, "Mahatma Gandhi"den.
Yirminci yüzyil tarihini en çok etkileyen kisilerden biri olan Gandhi, sömürge bir ülkeden, yeni bir toplum yaratmayi basar mis bir hareketin çekici gücü ve ilham kaynagidir. gücünü bir devrim ya da bir ordudan almamistir. Gücünü yine binbir manipülasyona açik bir genel seçim sonucu, "sayilan geçerli oylardan " da almamistir.Ama seçimle ya da devrimle iktidara gelen hiçbir lider, yukarida sözünü ettigimiz insanlik sinavinda, Gandhi'yle not ölçüstürmeye kalkamaz. Gandhi, siyaseti pratikte yeniden tanimlamistir. "Hareket halinde" bir dogrudan demokrasi olusturmus, "kamu-oyu yoklamalarini yürürken yapmistir. Bu, onun birinci önemli özelligidir.
Bunun kadar önemli ve yine daha önce saydigimiz isimlerin hiçbirinde bulunmayan bir baska sey daha vardir onda. O, toplumsal bir dönüsümün, kisisel bir dönüsümle birlikte olabilecegini; kilsîsel bir dönüsümün ise, ancak kisinin kaçinilmaz varolussal sorularini ve bu sorulara getirilen cevap önerilerini de içerirse olanakli olabilecegini görmüstü. Modern çag öncesi "sol" hareketlerinin hemen hepsinin gördügü bu durumu, modern çagda önce o gördü.
O sadece toplumsal degil, ama ayni zamanda metafizik bir dönüsümle de ilgilendi. Dünya "kamuoyu" - ki bu, o donemde ancak "Bati"daki ülkelerde vardi - sagcisi ve solcusu ile onda hemen ayni seyi gördüler. "Üsütük bir yalana peygamber." "Basi kabak yalinayak" bir dervis - kesis - bapu. Çünkü aslimda sagci ile solcu, modern zamanlarda ayni metafizigi paylasiyorlardi. Her ikisi de ayni metafizik devrimin birer parçasiydilar.
"Gerçekte, belli bir donemde toplum bireylerinin benimsedigi en yaygin dünya görüsü, o toplumun ekonomisini, politikasini ve törelerini de belirler. Metafizik degisimler, yani büyük çogunlugun benimsedigi dünya görüsündeki kökten ve toptan dönüsümler, insanlik tarihinde ender görülür. Bu duruma bir örnek olarak, hiristiyanligin ortaya çikisi anilabilir.
Metafizik bir degisim, en uç noktalarina degin, hiçbir direnmeyle karsilasmadan gelisir. Ekonomik ve politik sistemleri, estetik yargilari, toplumsal hiyerarsileri hiç; önemseme-den silip süpürür. Bu degisimin akisini, yeni bir metafizik degisimin ortaya çikmasindan baska, hiçbir insan gücü durduramaz.Metafizik degisimlerin ille de, zaten çöküs içindeki zayif düsmüs toplumlara musallat oldugu söylenemez. Hiristiyanlik  ortaya çiktiginda, Roma imparatorlugu gücünün dorugundaydi. Çok iyi örgütlenmis, o günlerin dünyasini egemenligi altina almisti. Teknik ve askeri gücünün üstüne yoktu... Çagdas bilim ortaya çiktiginda da, Ortaçag Hiristiyanligi, insani ve evreni açiklayacak bir dizge durumundaydi... Bunlarin hiçbiri yikilmasini önleyemedi.”
 
iste modern sagci Ve solcunun paylastigi ortak metafizik, bu, "çagdas bilim",Metafizigiydi.Metafizik tehdide karsi ortak tavir aldilar. Gandhi kadar önemli oIup' kendi çaginda, ülkesi disinda bu kadar yalniz kalmis biri daha yoktur.
O, kendisini bir Sembole dönüstürmüstü ve "sembolik yapilarla" buradan aldigi güçle oynuyordu. "Kapitalist toplum, süphesiz tek bir toplumsaI olusum ya da bir olusumlar salkimidir. Ve onun teknigi, (yine Sahlins'e basvurursak), "ekonomik sistemin sembolik belirlemeden kurtulmasi olgusundan degil, fakat ekonomik sembolizmin yapisal belirleyiciliginden" olusur
Gandhi'nin bu  durumu kavradigina en önemli örnek, meshur "Tuz Boykotu” dur.
Bu kavrayis, onun yarattigi toplumsal hareketi, modern solun hemen her örneginde oldugu gibi,kisiyi ”metafizik sorulariyla basbasa birakma" tavrindan uzaklastirdi. Derin bir toplumsal dönüsüm,örnegin; ekonomideki "gereksinim" ya da "insanlarin sonsuz ihtiyaçlari" kavramlarinin çevresinde dönemez. Bir toplumsal dönüsüm, bu kavramlarin yarattigi sorulara farkli cevaplar veren sol ve sagin yapabilecegi bir is degildir. Burada sembolik yapiyi dagitacak soru;     Ihtiyaç nedir?” sorusu ya da cevap; "Benim sonsuz ihtiyacim yok ki" cevabi olacaktir. Gandhi bunu çok  iyi görmüstü. Ama yalnizdi.Enazindan ülkesi disinda...
Yeni sol ve dolayisiyla yeni bir sag, ancak yeni bir metafizikle mümkün olacaktir.Herkesin "zincirlerinden baska kaybedecegi" çok seyi var. önce hayati, sonra bu hayatin tasidigi muazzam yaratici potansiyel ve sonra da bu yaraticiligin ortaya çikmasini engelleyen yapilara karsi direnme gücü. Bu güç, ancak kisinin "kendi içine bakma" riskini üstlenmesiyle ortaya çikarilabilir, bu da, metafizik pratikten baska bir sey degildir.
"Zincirlerinden baska kaybedecek hiçbir seyi olmayan" bir özne karsisinda, söylenebilecek tek sey vardir; "Hiçlikten ancak hiçlik dogar."(l)
ÖNSÖZ
Tarihin bilinen en eski milletlerinden biri olan Türk'ün ve devletinin her donemde düsmanlari olmus, onu içerden ve disardan yikmaya, tarih sahnesinden kaldirmaga çalismistir. Devletin kuvvetliligine bagli olarak bazen içerde, bazen ise disarida yogunlasan bu tahrip unsurlannin çogu defa isbirligi yaptigi da bilinmektedir. Yine bilinmektedir ki, ülke içindeki zaaflardan azami istifade imkanlari ara-yan, Türk'ün vatan ve milletini parçalama ve yok etmege yönelmis bu hareketlerde Türk'ün gelismesinden korku duyan, Türkiye üzerindeki oyunlardan menfaat uman geleneksel düsmanlarla, asagilik duygusuna sahip düsmanlastirilmislar ve isbirlikçiler birlikte hareket etmisler ve halen de etmektedirler.
Yillardir ülkemizde azinlik bir kesimi temsil eden ve adina 'sol' denilen ^ati altinda odaklanmayi tercih etmis, çesitli fraksiyon ve eylem tarzlarinda karsimiza çikan, asil özelligi milletin direnç noktalarina karsi olma ve 'milli' olan her seyi reddeden bir güruh bulunmaktadir. Bunlar kimi zaman darbecilerin arkasinda, kimi zaman sokak hareketlerinin içinde, kimi zaman basinin ve medyanin köselerinde, bazen de devletin bir kesiminin karsinda digerinin yaninda olabilmektedir. 9 Mart 1971 tarihinde kursaklarinda kalan rüyanin baska bir formda, baska bir zamanda gerçeklesecegi ümidiyle yasanlar da bulunmaktadir.
Bu amaçla hareket eden ve ülkeyi darbe ortamina hazirlayan THKP/C, THKO, TIIKP, MLSPB, Dev- Yol, Dev- Sol 1970-1980 arasi en kanli terör örgütleri olarak tarihe geçtiler. Bunlar yüzlerce cinayete, bombalama ve soygun olayina imza atti. Ülkücü gazeteci-yazarlar; ilhan Darendelioglu, ismail Gerçeksöz, Kemal Fedai Coskuner, Cemal Adalmis, Erdogan Hançerlioglu, Ahmet Oguzhan Dokuztuglu, Yahya Aktas, Mürsel Karatas, Gümrük ve Tekel Bakani Gün Sazak ve binlerce ülkücü genç bu örgütler tarafindan bir destebilizasyon faaliyeti i^inde katledildiler. Bu örgütler askeri savcilari, subaylari, generalleri, polisleri, askerleri de katlederek yelpazeyi genislettiler. Sag gösterip sol, sol gösterip sag manuplasyon içinde hareket edenler devletin degil, fakat devletin içine sizmis kraldan çok krala derin bireylerin desteginden yararlaniyorlardi.
1990 yilinda Italya'da Gladio skandali patlak verdi... Önceleri komünist isgaline kar§i kuruldugu söylenen Roma kilici Gladio, daha sonra italyan generalleri, P2 Mason Locasi, ABD ve bazi komitelerin koalisyonu seklinde devam etti. ABD'nin ülke dinamiklerinden habersiz olmasindan faydalanan yerli komiteler ve diktatörler, bu teskilati iktidar emellerine alet ettiler. Gladio bir çok gizli ise bulasti. Zaman ülkenin demokrasiden uzaklasarak komünizme daha müsait hale gelmesine neden oldu.
Gladionun sol ayaginin oldugunu çok az kimse tahmin etmisti ve bazi gerçekler ortaya çikinca büyük bir saskinlik meydana geldi.
Kizil Tugaylar italya'da faaliyet gösteren silahli bir sol teskilat idi. Italyan kamuoyunda az da olsa Kizil Tugaylarin eskiden beri gizli servisler elinde darbecilerin ve demokrasi karsitlarinin emelleri için manipüle edildigi yolunda bir kanaat vardir.
Kizil Tugaylar küçük ve etkisiz bir sol fraksiyon olarak biliniyordu. Adini 1970'li yillarda sansasyonel silahli eylemlerle duyurdu. Örgüt, 1978'de Hiristiyan Demokrat Parti lideri Aldo Moro'yu kaçirdi. Italya’da ve dünya tam manasiyla bir sok geçirdi. Tereyagindan kil çeker gibi Aldo Moro'yu alip götürmüslerdi ve bulunamiyordu. Bu örgüt, bu kadar büyük bir eylemi nasil gerçeklestirebilmisti? O kadar kontrol noktasindan nasil geçebilmislerdi?  
Örgüt Aldo Moro'yu iki ay sorguladi ve bir 50k bilgiler aldi. Daha sonra da öldürdü. Bu eylem 50k büyük bir tepki topladi. Devlet suçlamalarin altinda kaldi. Her zaman oldugu gibi tetikçilerin akibeti ayni idi. Mukadder son gelmisti. Devlet su^lamalardan kurtulmak için operasyonlara giristi. Bir dizi operasyon sonucunda Kizil Tugaylarin lider kadrolari ve önemli militanlari öldürüldü, bazilari da yakalandi. Defter kapatildi.
Yillar sonra meshur bir sol örgüt liderleriyle yapilan röportajda, "Biz bu örgütün cürümünü biliyorduk, böyle bir sey basarabildiklerine bir türlü inanamadik" diyordu.
O zamanlar da, Kizil Tugaylar üzerinde süpheler dolasmaya baslamisti. italyan kamuoyunda Kizil Tugaylarin kullanildigi kanaatini veren en önemli olay, hedef olarak Aldo Moro'nun seçilmis olmasiydi. Seçilen hedef tam tersiydi. Niçin Aldo Moro'yu hedef seçilmisti? Halbuki ilimli bir lider idi. Hatta komünistlerle de anlasarak o yillarda Italya'yi kasip kavuran terörü durdurmayi hedefliyordu. Tarihi uzlasma planini ortaya atmisti. Komünistlerle koalisyon kurma hazirliklari yapiyordu. Aldo Moro öldürüldükten sonra da kimse bu 'tarihi uzlasma' lafini agzina almadi.
Yine, Kizil Tugaylarin kullanildigi kanaati kuvvetlendiren diger bir olay ise; Yüksek Hakimler Konseyi Baskan Yardimcisi Hakim Bachelet'in öldürülmesiydi. Bachelet, konseyi P2 Mason Locasi'na bagli hakimlerden temizleme karari almisti. Bu karardan üç hafta sonra Kizil Tugaylar tarafindan öldürüldü. Bilindigi gibi P2 Mason Locasi, 1995'te yapilan 'Temiz Eller Operasyonu'nda mafyayla iç içe geçmis oldugu için kapatildi. Loca Gladioda alinan önemli kararlarda söz sahibiydi ve Gladio'nun sivil uzantisi olarak çalisiyordu. Faaliyetlerini siyaset ve is dünyasinda itibarli olan masonlukla maskeliyorlardi.
Daha sonra baslatilan temiz eller operasyonunda Kizil Tugaylar'a Gladio elemanlarinin sizdigi tespit edildi. Bu elemanlar çok zor ve tehlikeli görevleri basarabiliyorlardi. Bir çok hususta örgütün önünü açabiliyorlardi. iyi egitimli idiler. Para sikintilari yoktu. Haraç toplama ve soygun hususunda da basarili idiler. Tabi bütün bunlar bu elemanlarin sahsi kabiliyetlerine veriliyordu ve örgütte büyük itibar görüyorlardi. Bir yerlerden destek gördüklerinden kimse süphelenmedi. Süratle üst kademelere yükseldiler. örgütü yönlendirmeye basladilar. Kimisine göre de örgütün üst kademesi tamamen istihbarat elemanlarindan olusuyordu. Ama bu isbat edilemedi. Zaten bütün dünyada geçerli olan kural, tamamen elde etmek yerine, sizma ve yönlendirmenin daha etkili ve sonuç alici oldugudur.
Bu hususun üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü benzeri uygulamalar Türkiye'de de yapildi. DHKP/C (Dev- Sol) lideri Dursun Karatas defalarca güvenlik görevlilerinin elinden kurtuldu. 12 Mart 1971 döneminin ünlü sol teröristleri, o dönemdeki bazi zor bombalama eylemlerini nasil gerçeklestirdikleri soruldugunda, kontrol noktalarindan bazi üst seviye görevlilerine ait resmi plakali arabalarla geçtiklerini ifade etmislerdir. Bilindigi gibi bu görevliler daha sonra da anarsiyi önleyerek kahraman olmuslardi.
 
Bu eylemlerin bizce en önemlisi israil Büyükelçisi Efraim Elrom'un öldürülmesidir. Bu eylemin üzerindeki perde ayni zamanda "odak" noktadir. Odak nokta yorumu Sol'un Filistin kamplarindaki faaliyetlerinde illiyet bulup Mossad'da açilimlasmaktadir. Filistin Rüyasinda anekdot açilimlari isaret fiseklerini yildizlastiran noktadir.
Bu yönlendirmeler ve kollamalar sayesinde adi sani duyulmamis örgütler birden parladi. Devlete karsi çatismalarda basta hiç kayip vermiyorlardi. Hiç yakalanmiyorlardi. Para kaynaklan birden büyüdü. Militanlar için cazip gelmeye basladi. Süratle militan toplamaya basladilar. Diger gruplarla girdikleri mücadelelerde hep kazandilar.
Bu gün komünizm agir bir darbe yemis durumdadir; fakat, bir çok yerde Gladiolar hala yasamaktadir. Peki bundan sonra bunlar kime hizmet edecekler ve hangi yöne yöneleceklerdir? Bunlarin geçmiste darbelere katilmis olduklari artik bellidir, ileride ayni seyi yapacaklar midir?
Burada misyonun adresi ulusalci kimlige sahip aydinlarin tek faali meçhul edilmesinde isaretlenmektedir. Bu aydinlarin katledilmesi direnç noktalarinin kirilarak derin perspektifleri anlamli okutmalarina dönüstürmektedir.
                               Alisan SATILMIS - Metin TURHAN
 
--------------------------------------------------------------------
 
DERINLIGI OLMAYAN DERIN DEVLET
Derin devlet, ayni zamanda degisik bir gizlilige sahip devlet örgütlenmesi anlamina gelir. Degisik bir gizlilikten kasit, her devletin sahip oldugu gizli örgütlerden farkin vurgulanmasidir. Bütün devletlerin asker, polis ve sivil kisilerden olusan, toplumun her kesiminde örgütlenmis istihbarat birimleri vardir. Bunlar, ayni zamanda eylem örgütleridir. Toplumsal düzeni su veya bu oranda tehdit ettigine inandiklari bir gelismeye karsi, ya toplanan bilgi çerçevesinde polis ve ordu gibi resmi örgütlerin harekete geçmesini saglarlar, ya da dogrudan kendileri operasyon düzenlerler. Bu arada önemli olan, devletin resmi ya da sivil vurucu güçlerinin harekete geçmesi için dügmeye kimin bastigidir. Dügmeye basan su veya bu sekilde seçilmis bir yönetimin Basbakan, içisleri Bakani gibi bir üyesi, ya da kabinenin tümüyse, harekete geçen derin devlet örgütlenmesinin olanaklarini da kullanabilir, ama bu, derin devletin eylemi olarak degerlendirilemez.
Derin devletin en önemli ozelligi, devletin mevcut yasalarina göre bile yasal olmama sidir. Bu devlet, ayni zamanda illegal devlettir; dolayisiyla onun yapisi ve isleyisi hakkinda hükümetlerin bilgi sahibi olmasa, ancak -Barbakan ve ilgili bakanlar düzeyinde mümkündür. Derin devlet eylemleri, gizli eylemlerdir. Bülent Ecevit'in, 1970'li yillarin sonlarinda kurulan azinlik hükümetinde Basbakan iken, Özel Harp Dairesi ile ilgili olarak yaptigi degerlendirmeleri hatirladigimizda, benzer bir durumla karsilasiriz: Ecevit, böyle bir dairenin varligini duymus, daha-si hissetmis, arastirmis ancak sonuç. alamamistir. Devlet içi bir örgütlenmeden Basbakanin haberi dahi yoktur. Derin devleti, devletin diger gizli örgütlerden ayiran en önemli özellik budur.
Baskanlik sisteminin bulundugu ABD ve Fransa gibi ilkelerde,  derin devlet örgütlenmesinin daha sorunsuz gerçeklesebilecegi söylenebilir. Gizli devlet operasyonlarinda dügmeye basan, devlet baskanidir. Hükümetin, meclis ya da senatonun haberi, ancak -o da her zaman degil yillar sonra olur. CIA'nin birçok ülkedeki darbe girisimleri örnek olarak gösterilebilir. Ya da ABD'nin Iran’la diplomatik iliskisinin bulunmadigi bir donemde, Iran’a silah satip, oradan gelen parayi Nikaragua'daki kontralara aktaran CIA'nin bu yasa disi eylemi, sonunda yarbay düzeyinde bir yetkilinin yargilanmasina yol açmis, yarbayin "yaptigim her sey ABD Baskaninin bilgisi dahilindedir" sözleri ise fazla dikkate alinmamistir.
Baskanlik sisteminin bulunmadigi ülkelerde ise, derin devlet örgütlenmesi daha da gizlidir. Geçtigimiz yillarda Avrupa ülkelerinde ortaya çikan GLADIO, bir derin devlet örgütlenmesidir; yikici tehlikeye karsi kurulmustur ve güçlü uluslararasi baglantilara -ABD ve NATO- sahiptir. Soguk Savas yillari boyunca, Avrupa ülkelerinde kurulmus birçok hükümetin basbakan da dahil olmak üzere pek çok üyesinin, ülkelerinde böyle bir orgutlenmenin varligindan haberleri olmayacaktir.
Devletin gizli servisleriyle, derin devlet örgütlenmesi ayni olmamakla birlikte, birçok noktada kesismeleri, iç içe geçmeleri de kaçinilmazdir. Kendisini demokratik olarak tanimlayan bir ülkede, yasal olarak hükümetin ve meclisin denetiminde olmasi gereken gizli servisler, gerçekte ancak bir bölümüyle böylesi bir denetimin altina girerler. Bir ülkenin gizli servisleri, yasama organlarinca tümüyle denetlenebildiginde, genel kabulle olusmus yasalara bile aykiri olarak ger^eklesen derin devlet örgütlenmesi, neredeyse olanaksiz duruma gelir. Teoride ne denirse densin, pratikte böyle bir denetim mümkün degildir.
Bati dünyasinin gelismis, gelismekte olan ya da az gelismis olarak tanimlanan bütün ülkelerdeki derin devletin bir baska özelligi, en azindan Soguk Savas döneminde, su veya bu oranda ama mutlaka ABD'nde ya da onun etkinligindeki bir kurulusla baglantili olmasidir. Bu durumun güzel bir örnegini, gelismis Bati demokrasileri arasinda sayilan italya'da görebiliriz. Bu ülke, yakin dönemde iki büyük derin devlet operasyonuna sahne oldu. Ilki, "Al-do Moro" olayidir. italya'da, donemin en büyük partilerinden birisi olan Hiristiyan Demokratlarin önde gelen isimlerinden biri olan Aldo Moro, partisinin Italyan Komünist Partisiyle isbirligi yapmasini savunmakta, bu nedenle de ABD tarafimdan tehlikeli bir ki§i olarak degerlendirilmektedir.
Kizil Tugaylar örgütüne sizmis olan Italyan Gizli Servisinin dolayli tesvik ve yardimiyla, örgüt Aldo Moro'yu kaçirir ve öldürür. (Almanya'da, konuyla ilgili olarak yeni yayinlanan ve Aldo Moro olayi ile ilgili c,ok sayida belgenin incelenmesine dayanan bir kitapta konu ayrintilari ile ele alinmaktadir. Kitabin yazarinin, Bati ülkelerindeki kent gerillasi eylemlerini genel olarak provokasyon ya da polis eylemleri olarak, nitelendirilmesi de söz konusu degildir.) Aldo Moro gibi önde gelen bir politikacinin kaçirilip öldürülmesi, Italyan gizli servisi, bu ülkedeki derin devlet ve CIA'nin ortak operasyonu olarak tamamlanabilir.
Bu üçlü Kizil Tugaylar operasyonunun araci olmuslardir. Italya da o donemdeki yasama aygitinin büyük bölümünün -belki de hiç birinin- gerçekte neler olup bittiginden haberi olmadigi söylenebilir.
Italya’daki ikinci derin devlet operasyonu, -yine CIA baglantisiyla yapilan bu kez hala netligi bir çok olguyla iliskilenen Papa suikastidir. Italya’nin önde gelen savcilari bile, yillarca ugrasmalarina karsin suikasti çözememislerdir.
Bu konuda son örnek Isviçre’den: Soguk Savasin sona ermesinin ardindan, batinin en gelismis demokrasilerinden birisi olarak kabul edilen bu ülkede, komünist bir tehlikenin çikmasi durumunda, ülkede göz altina alinacak ve kamplarda toplanacak kisilerin listesi ortaya çikmisti. Hükümetlerin, böyle bir listenin varligindan ne oranda haberdar olduklari ise bilinmiyor. Bu açiklamalardan sonra "derin devlet" söyle tanimlanabilir: Derin devlet, sürekli olarak ortaya çikmayan, mevcut düzeninin sürdürülmesinde kullanilabilecek diger olanaklar tükendiginde devreye giren, gizli ve ülkenin geçerli yasalarina bile, yasa disi olan bir örgütlenmedir.
Bu tani çerçevesinde, Türkiye'de 1980-2004 yillari arasinda, derin devletin var olmadigi söylenebilir. Derin devlet, örgütlenmesi, yöneticileri, eylemleri ve bir bölüm kadrosuyla öylesine ortadadir ki, büyük oranda normal devlet örgütlenmesiyle iç içe geçmis, hatta bazi anlarda daha da öne çikmistir. 12 Eylül'le birlikte, kendi kurallarinin tüm geleneklerini de çigneyerek, yogun sekilde saldiran ve her türlü baskiyi, tüm kesimler üzerinde uygulayan cunta, kendi içindeki sarmalligin çatisma ve yönelimlerini de oldukça fazla aksettirmistir. örnegin; bu yapida görev yapanlarin bir takimi, kendiliginden "durumdan vazife çikarmis." M.H.P Genel Merkezi'ni basip, aramalar yapmislardir. Sonradan, bu islerden sorumlu Recep Ergun Pasanin açiklamalari, dikkate §ayan ifadelerdir. Ardindan PKK ayaklanmasi karsisinda, kendisini artan oranda güvenliksiz hissetmis ve derin devlet, daha da islevsellik kazanmistir. Bu donemdeki bir çok operasyonun, devlet yasalarinca açiklanmasi, legalitesi yoktur. Faili meçhuller; toplu infazlar, kaçirilan, sorgulanan ve cesetleri uygun bir yere birakilanlar; dahasi büyüdükçe kendi kurallarina bile uymayan ve iç çatismalara sürüklenen bir derin devlet... Bir çok ülkede küçük ama etkin bir örgütlenme olan derin devlet, Türkiye'de o kadar büyümüstür ki, normal devletin nerede bitip, derin'in nerede basladigi belirsizlesmistir. Yalniz burada ortaya çikan isaretler sadece sol manipülasyon teknigiyle okundugundan, "isaret fisekleri" büyük bir yalan teknigiyle, ülkücü dünya görüsünün adlandirmalarina dayanak kilinmak istenmistir. Oysa bu derin olgu okumasinin çok belirgin ifadesinde, bir çok ülkücü magduriyeti söz konusudur. Hem"asilip, hem öldürülüp, hem iskencelerde katledilenlerinin olmasina ragmen büyük bir aymazlikla, "imtiyazli çocuklar" olarak lanse edilmelerinin sosyolojik sebepleriyle birlikte ideolojik sifre kodlarindaki algi telakkilerinin dönüsüm potansiyeli de, inkari kabil olmayan anlamlara "dairlik" arz etmektedir.
Son donemde, derin devlet içi çetelere yönelik olarak gerçeklestirilen ve yüzeydeki bazi iliskilerden ötesine geçmeyen operasyonlarin amacinin, derin devletin bütünlügü yeniden kurmak ve artik eskisi kadar ihtiyaç olmadigindan biraz geriye çekilmesini saglamak oldugu söylenebilir. Sosyal demokrat görüs ve kadrolasmasi hiçbir zaman dillendirilmeyen Mehmet Agar'in bu yönüne deginilmeden üretilen yaygaralar da, burada iyi irdelenmesi gereken konularin isaret okumalarindaki manipülasyonun boyutunu ortaya serer.
DISARDAKI DERINLIK
Burada disardan kast edilen, Türk kökenliler degil, Türkiye Türklerinin yasadigi Bati Avrupa ülkeleridir. Devlet, özellikle de derin devlet, bu alana eskiden beri ilgi duymustur. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bu alanin bazi bölgelerindeki kitle orgutlenmenin temeli, derin devlet tarafindan atilmistir. Bu, garip olmakla birlikte, Türkiye derin devletinin ozelligine de uygundur. Normal olarak, devlet örgütlenmesinin ileri bir düzeye ulasmasinin ardimdan olusmasi gereken derin devlet, sik normal devletin yapmasi gereken isleri üstlenmekte, adeta onun örgütlenmesine yol açmaktadir. Derin devlet, su veya bu nedenle islemez duruma gelen ya da yetersiz olan devlete islerlik kazanmaktadir. Disardan verilecek iki örnek aydinlaticidir:
Ilki; 1980'li yillarda Belçika'daki dinci örgütlenmedir. 12 Eylül cuntasi döneminde, Belçika’daki Türkiyeliler arasinda, Türkiye devletinin yaygin örgütlenmesini saglamak amaciyla olusturulan bu örgütlenmenin öncüsü, Özel Harp Dairesi'dir. Bu tür haberler, genelde ayrintili olarak basinda yer almaz. Derin devletin Belçika operasyonunun daha farkli oldu ve bir gazeteci, konu ile ilgili bir kitap yayinladi: Fatih Güllapoglu: "Tanksiz Topsuz Harekat." 1991'de, Tekin Yayinlari tarafimdan yayimlanan kitap, tükenmesine karsin yillardir yeni baskisi yapilmadi. Yoksa yaptirilmadi mi? Kitap, Özel Harp Dairesi'nin, Belçika'daki dinci orgiitlenmenin gelismesini nasil destekledigini anlatir. Bu arada dünyadan habersiz, Atatürkçü bir' kisi de, dinci orgiitlenmenin gelismesine dikkat çekmek ve protesto etmek amaciyla, açlik grevine girer. ikincisi; 1990 Ortalarimda, her nasilsa Hürriyetin Avrupa baskisina yansiyan bir haber. Berlin'de, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve konsoloslugunun önemli örgütlenme ayaklarindan birisini olusturan "Türk Merkezi", aylardan beri iç çalkantilara sahne olmaktadir. Sonunda, Türkiye'den gelen sivil giyimli ve Özel Harp Dairesi'nden olduklarini söyleyen iki subay tarafindan, dernek yönetim kurulu toplantiya çagrilir. Toplanti baslamadan bazi dernek yönetim kurulu iyeleri, bir kisinin salonu terk etmesini isterler. Buna neden, söz konusu kisinin, BND (Alman Gizli Servisi) ile çalistigindan kuskulanilmasidir. Dernekteki çeliskinin nasil çözüldügünü bilmiyoruz. Burada, özellikle enteresan olan; önemli bir dernegin içindeki çeliskinin çözümü için, Özel Harp Dairesi'nin ise karismasi, ayrica Türk ve Alman gizli servisleri arasimdaki çeliskinin, Almanya'daki Türk derneklerine kadar yansimasidir. Türkiye derin devleti, içeride ve disarida sik, sik aslinda Disislerinin yapmasi gereken islere karismaktadir. Bu durum, bir yandan Türkiye’de normal devletin yetersiz-ligini, diger yandan ise, derin devletin ne kadar yaygin oldugunu göstermektedir.
Türkiye'de derin devletin bir baska önemli ozelligi, silahli kuvvetlerle önemli oranda bütünlesmis gibi yansitilmasidir. Fakat bu iliskiyi sorgulayanlarin nedense görmezlikten geldikleri, bu islerin baslangicinda, hep sol cuntalarin konum ve adlandirmalaridir. Bu iliski, her yönüyle tarihi kayitlarla ortadayken, hiçbir sekilde görmezlikten gelinip, hep baska deginilerin dillendirilme-si, inkarciliktan çok öte farkli durus metoduyla, her sartta sisteme hizmetle ilgilidir. baska ülkelerde de derin devlet, orduyla mutlaka iliskilidir, ama Türkiye de silâhli kuvvetler örgütlenmesinin, ordu ve yan kuruluslarindan ibaret olmadigi, bu kurumun, toplumun her alaninda kadrolara, gizli ve açik örgütlere, baglantilara sahip oldugu düsünülürse; yaygin derin devlet örgütlenmesinin önemli bir zorlukla karsilasmadan kuruldugu ve isleyebildigi söylenebilir.
Yaziyi aci ama gerçek bir konuyla bitirelim: Yakin geçmiste, birçok bati ülkesinde derin devletin, üzerine gidildi ve bir bölüm örgütlenmesi ortaya çikarildi. Derin devlet ortadan kalkmadi, sadece -artik ihtiyaç, olmadigi için-daha geriye çekildi. Türkiye’de ise, derin devleti aramanin falan anlami yok. Bu devlet fazlasiyla ortadadir. Yalniz bütün hatlariyla belli olan fotografin kapsam ve alaninda hizmetli olanlarin, bir kisimla alakalanmasidir bütün handikap... Handikabim koridorlarinda karsilasip, birbirlilerine meslektaslik hukukuyla selam verip, hosbes sohbetler yapmasi v.s. iliskilerindeki giz perdesini birilerine yikmaktan onlari asla dogru okumamakla alâkalidir. Bir örnek vermek gerekirse; durmadan Abdullah Catli'yi konusup Hüseyin Kocadag'a hiç, deginmemek bu alanin seytanini azap içinde düsünmektir. Bu ülkede asil aranmasi gereken, normal devlettir. Türkiye’de derin devlet ile bütünlesmis, onun tarafindan yönlendirilmeyen normal devlet kurumlan ne oranda vardir, etkinlikleri ne kadardir? Normal devletin elitleri de, yine bu normal olmayan devletin söylemleriyle iliskilenen durus açiliminda tariflenirse, elbet bütün yollar hep Roma'ya çikar.,
                                     "DEZENFORMASYON" NEDIR?
Gizli servislerin en önemli özel harp çalismalarindan biri de "dezenformasyon" taktigidir.
Bu faaliyet toplumu ve düsmani yanlis sahte bilgilerle manipüle ederek aldatma, yönlendirme, gerçekleri saptirma, sulandirma, gerçeklerin inandiriciligini bozma, yanlis bilgilerle inana kuvvetlendirme yada zayiflatmaya dayanir. Bu faaliyetler daha çok medya araciligiyla ya da nüfuz ajanlari vasitasiyla yapilir.
Bu isi yapanlar, bir kuruma direk bagli ya da satin alinmis veya sempatizan olarak ajan yapilmis, yerli ya da isbirlikçi olarak misyon yüklenirler.
Gazeteci-yazar, genel yayin müdürü, amir, memur ya da siradan vatandaslar arasinda, bu alanla iliskili olan bir çok tip bulunabilir.
Türkiye'deki bir çok yayin organi, sivil toplum örgütü kisveli kuruluslarin arkasinda, bir çok yerli-yabanci güçlerin olmasi ve bunlar tarafindan finanse edilmeleri, bu tutumun en belirgin yansimalarini yansitir...
Kimi sol devrimci gazete, dergi ve gizli-açik örgütlerin arkasinda da bu finans çevrelerinin varligi, inkar edilmeyecek vaziyettedir.
Rusya, Suriye, Iran, ABD, Ingiltere, Yunanistan, AB beslemesi bir çok grup bunlarinda emrinde dezenformasyona basvurmakta, hatta daha da ötesi kanli faaliyetler yapmaktadirlar.
Yerli basindaki kimi yazar ve gazetecinin MIT mensubu olarak lanse edilip, suçlu olarak ortaya konmalarina çalisilmasinin sebeplerinden bir tanesi de, bu dezenformasyonun gereklerindendir.
Dezenformasyon; kitle iletisim organlari vasitasiyla, toplumu amaçlanan dogrultuda, niyetlere bagli olarak yönlendirme ve gündem olusturma faaliyetidir ayni Dezenformasyon uluslararasi terör odaklarinin ve soguk savas taraflarinin en yogun kullandigi bir psikolojik savas silahidir...
Yanlis, sagliksiz ve parazit bilgilendirme olan dezenformasyon, olgu okumalarini kendi tekniginde bir gerçeklikle iliskilendirerek, kitlenin beynini igfal eder.
Sag gösterip, sol vurmasi ya da sol gösterip, sag vurmasi ancak, "okumayi okuma" teknigiyle bertaraf edilebilir. Bunun için de, güçlü bir aritma tesisinin insa edilmesi söz konusu olur.
Dünyanin hiçbir denizi yoktur ki, lagim suyu bulasmis olmasin. Ama bu denizlerin altinda güçlü aritma tesisleri olusturarak kirlilik önlenebilir.
"DESTEBILIZASYON" NEDIR?
Destebilizasyon; düsman gizli servis ajanlarinin ve pek çogu bu gizli ajanlar tarafindan koordine edilerek beraberinde manipülasyona ugrayan terör Örgütlerinin, toplumda düsmanliklari, çatismalari artiracak, iç savas ve büyük huzursuzluklara yol açacak olan, toplumsal sok etkisi uyandirici karistirma, bozma ve sarsma faaliyetlerinin, her türlü taktikle kullanilma metodudur.
Bu faaliyetler sinirsiz imkanla, sinirsiz biçimde gerçeklestirilir.
Ülkenin en taninmis bir aydinin, bir politikacisinin, bir gazetecisinin, bir bilim adaminin, bir asker ya da bürokratinin bir suikastla öldürülmesi, etnik olgularin kasinmasi, mezhep çatismasi çikarmak amaciyla provoke saldirilar yapilmasi, toplumsal barisin bozulmasi için, kitlelerin birbirine karsi kuskularini ve öfkesini artiracak cinayetler islenmesi, propagandaya dayali organizasyonlarin düzenlenmesi, toplumun birbiri aleyhine din, mezhep, irk, sinif ve ideoloji ekseninde silahlandirilmasi, karsi durus vaziyeti alindirilmasi, destebilizasyon faaliyetleri kapsamina girer. Bu faaliyetleri organize eden gizli servisler, bu islerde yerli-yabanci isbirlikçi piyonlar bulmakta zorlanmazlar ve genellikle yerli elemanlariyla olusturduklari örgütleri kullanirlar. Ideolojik hedef ortakligi, çogu zaman gizli servislerle, yerli isbirlikçileri kendiliginden birlestirir.
Bir çok siyasi maksatli cinayetle birlikte, öldürülen Ugur Mumcu ve Ahmet Taner Kislali cinayeti, bazi gizli servislerin manipüle ettigi ülkeyi laik, anti-laik eksenin de kutuplasmaya tasiyarak, buradan da toplumun birbirine saldiracagi, bir puslu ortam olusturmaya yönelik destebilizasyon faaliyetidir.
Kisaca, uzun yillarca "istikrari bozma" anlamina gelen destebilizasyon faaliyetleri, ülkemizde terör örgütleri araciligiyla, oldukça yogun bir biçimde denenip, uygulanmaktadir.
Türkiye'de destebilizasyon faaliyeti içinde bulunan ve pek çogu Gladio orijinli gizli servis uzantisi olan, saga solcu damgali örgüt bulunmaktadir. Ve bunlar, Izleri yillar boyu süren ve sürecek olan eylemler yaparak, bir çok düsmanlik kampi olusmasina sebep olmuslardir.
Destebilizasyon faaliyetlerinin bir amaci da, ülkelerde kargasa yaratarak, bunun beraberinde tikanmalar olusturup onlari iktisadi yönden zayiflatma amaci tasimaktadir. PKK-KADEK örgütü, bir çok ülkenin gizli servisi tarafindan kullanilan, bir destebilizasyon aracidir.
Bu amaçla ülkemizin ilerlemesi, gelismesi, güçlenmesi durdurulmak istenmektedir. Bunda da, bu güne kadar faaliyet yürütenler, kismen de olsa basarili olmuslardir.
Yillardir terör Örgütleriyle yapilan mücadelede yapilan harcamalarin bilançosunu çikarip, olgunun gerçekligini destabilize edenler, bir tasla iki kus vurmaya kalkanlardir.
Çünkü, dünyanin hiçbir ülkesinde, güvenlige ayrilan maliyet tartisilmaz. Türkiye, pek çok hassasiyet potansiyeli barindiran, baris ve denge içeren bir cografya hinterlandini kapsamaktadir. En ufak bir kivilcimla, bu dengelerin aniden bozula-bilecegi pek çok yöremiz ve patlamaya hazir bombalarimiz vardir.
Gizli servisler, bunlari iyi etüt edip, incelendiginden, bir çok faaliyette basan elde etmektedirler.
 "Ülkelerin kaderini cografyalari belirler" diyenler, pek haksiz sayilmazlar. Bundan dolayi, ortaya çikan sosyal gerçeklerin kompleksine kapilmadan, bir perspektif açilimiyla duruslari anlamlandirip, okumak, bu günün simdisini anlamlandiracak, soguk savas stratejilerinin nedenlerinde ters yüz edilenleri de, dogru tanimlarla adlandiracaktir.
MITIN SINIRLARI POLITIK MI SOSYAL MI?
Türkiye'de, özellikle siyasi gruplar arasinda, "MÎT'çi" veya "MIT ajani" sözü, çok agir bir suçlama sayilir. Oysa MIT, "2937 sayili Kanun ile kurulmus, genel bütçeye dahil, dogrudan Basbakana bagli, bir kamu kurulusudur." Bu kurulusta çalisan kisiler de, maasini devletten alan insanlardir.
Istihbarat isi de, asagilanacak, hor görülecek bir is olmamali.
Herkes kabul eder ki, istihbarat faaliyeti olmaksizin devletlerin ayakta kalmasi, mümkün degildir. Tarih boyunca oldugu gibi, bugün de her devletin iç ve dis tehlikelere karsi gereken önlemleri alabilmek için, haber alma faaliyetlerine ihtiyaci vardir. Öyleyse MIT'e de, bu kurumda çalisan memurlara da ihtiyaç var.
O takdirde, toplum içinde, özellikle aydinlar katinda Milli Istihbarat Teskilati ve bu teskilat bünyesinde çalisanlar hakkinda, sahip olunan olumsuz kanaatlerin kaynagi ne olabilir?
Bu sorunun cevabini bulmak için, teskilatin tarihine göz atmakta fayda var:
Tarihteki bütün devletler gibi, Osmanlilarda da istihbarat faaliyeti, bilhassa askeri bakimdan önem verilen bir alandi. Ama Teskilat-i Mahsusa'ya kadar, görev alani istihbarat ile sinirlanmis bir teskilat mevcut degildi. Enver Pasa, gününün ihtiyaçlarim gözeterek, gizli faaliyet gösterecek ve ayrica paramiliter görevleri üstlenebilecek yapida bir örgüt kurmustu. Balkan Savasi, Trablus Savasi ve Birinci Dünya Savasi günlerinde, devletin bekasi için, düsmanin yöntemleriyle savasan, yani hem propaganda ve istihbarat faaliyeti yapan, hem de isgalcilere karsi gerilla savasi veren Teskilat-i Mahsusa'nin kadrolari arasinda Mustafa Kemal'den, Mehmet Akif e ve Said Nursi'ye kadar pek çok taninmis isim vardi.
Birinci Dünya Savasi sonunda imparatorluk dagilinca, Teskilat-i Mahsusa kagit üzerinde lagvedildi. Ancak Milli Mücadele döneminde de, Teskilat-i Mahsusa'nin devami niteligindeki Karakol Teskilati içinde yer alan kadrolar, önemli roller üstlendiler, mesela; Istanbul'dan, Ankara'ya silah ve insan kaçirdilar. Ancak Ankara hükümeti, Ittihatçi kadrolara pek sicak bakmadigindan, Karakol örgütüne de süpheyle yaklasiyordu. Ingilizlerin, üst düzey Ittihatçilari Malta'ya sürgün etmesinin ardindan. Karakol örgütü gücünü kaybetti. Bir süre sonra da, baslangiçta Milli Mücadelenin istihbarat örgütü gibi faaliyet göstermis olan Karakol gurubu fiilen dagitildi, onun görevini Milli Müdafaa (MM) ve Felah grubu gibi örgütler üstlendi. Ama bütün bu örgütlerin çekirdegini, yine Teskilat-i Mahsusa kadrolari olusturuyordu.
Cumhuriyetten sonra ise, iç ve dis istihbarat faaliyetlerini yürütmek üzere MAH kuruldu. "Milli Amale (Emellere) Hizmet Teskilati" da bir süre sonra, Milli Emniyet Hizmetleri (MEH), bilahare Milli Istihbarat Teskilati (MIT) adini aldi.
Milli Istihbarat Teskilati, MAH adini tasidigi ilk dönemlerde, yeni rejimi korumak üzere, enerjisini ve faaliyetlerini iç düsmanlara teksif etti. Türkiye'nin NATO içindeki yerini aldigi 1950 sonrasinda ise; "yegane" dis düsman olarak Sovyet emperyalizmi benimsendi.
Bu arada NATO'daki müttefiklerimizle, bir çok alanda oldugu gibi, istihbarat alaninda da genis ölçüde isbirligi içine girdik.
Milli Istihbarat Teskilati, her ne kadar Basbakanliga bagli özerk bir birim gibi görünse de, aslinda orduyla iç içe bir kurumdur. Sivil memur sayisi çok azdir. Bilindigi gibi kurumun basina ilk sivil müstesar, 1990'h yillarda atandi. Kurumdaki asker agirligi dolayisiyla. Soguk Savas döneminde yürütülen çalismalar, NATO konsepti içinde tutulmaya çalisildi. Bu sirada, özellikle Amerikali müttefiklerimizle ve onlarin istihbarat örgütleri (CIA) ile isbirligi sikilasti. MIT bu dönemde, neredeyse CIA'nin yerel subesi gibi çalisiyordu. Hatta, 1950'li yillarda MITin (o zamanki adiyla MAH'in) "Dinleme" birimindekiler basta olmak üzere, bazi çalisanlarinin paralarini ABD veriyordu. Bu duruma göz yumdugu söylenen -Ilter Türkmen'in babasi- Behçet Türkmen, Basbakan Menderes tarafindan bu yüzden görevinden alindi. Ama CIA- MIT iliskileri fazlasiyla "siki fiki" devam etti. MOSSAD, SAVAK ve MIT, soguk savas yillan boyunca. Amerikan gizli servisinin koordinasyonu altinda, iç içe geçmis bünyeler gibiydi
 "ABD'DEN SAKLIMIZ GIZLIMIZ MI VAR!"
Isterseniz burada bir parantez açalim ve casus filmlerinde sikça rastladigimiz bir olaydan söz edelim. Yabana istihbarat kuruluslari hesabina çalisan istihbaratçilar konusu, gerçekten de casus filmlerinin vazgeçilmez ögeleridir. MiT'in tarihinde, böylesine örneklerin sayisi fazla degil. Hatta kamuoyuna açiklandigi kadariyla, yalnizca iki örnek var bu konuda. Biri, MIT'in üst düzey yöneticilerinden, emekli kurmay albay Sabahattin Savasman. Digeri de, yine yönetici statüsünde olan, -ayni zamanda Aydinlik çevresinin MIT içindeki kolu oldugu söylenen- emekli kurmay albay Turan Çaglar. Her iki MIT mensubu da, Amerikali müttefiklerimize, Türkiye'nin sirlarini aktarirken, suçüstü yakalanmistir. (Yakalayanlar da ilginçtir, "Amerikanci" olarak bilinen Hiram Abas- Mehmet Eymür kligidir.) Her ikisi de, kendisini söyle savunmustur: "Ben, bunun suç oldugunu bilmiyordum. Zaten her seyimizi, Amerikalilar bizden iyi biliyorlar. Onlardan saklimiz, gizlimiz mi var!"
Teskilati yönetenler, Amerikana politikalarin o derece etkisindedir ki, Soguk Savas döneminde, Türkiye'nin tek yanli Amerikan bagimliligini azaltmaya yönelik politikalar gelistirmeye çalisan Disisleri Bakani îhsan Sabri Çaglayangil hakkinda, MIT tarafindan "Sovyet casusu" suçlamasi yapilmis, bu yolda rapor hazirlanmistir.
Diger taraftan, Türkiye'nin yüz yüze kaldigi askeri darbelerin, ABD kiskirtmasiyla gerçeklestigi söylenir. Basbakana bagli olan MIT ve Basbakana sorumlu bulunan MIT müstesarlari, darbe hazirliklarini bildikleri halde, siyasi iktidara bildirmemislerdi. "En çok darbeye maruz kalan" siyasetçimiz Süleyman Demirel, "Afrika'nin ücra kösesinde olup bitenleri MIT bize haber verirdi, ama kendi ülkemizdeki darbe çalismalarini bizden gizlediler" demistir.
Bu yüzden olsa gerek, özellikle son yirmi yil içinde, belli basli devlet kurumlan, kendi istihbarat birimlerini kurmaya veya varsa bunlari gelistirmeye yöneldiler. Bugün Disislerinin, Içislerinin ve Genel Kurmay ile Kuvvet Komutanliklarinin disinda, Cumhurbaskanliginin bile ayri istihbarat birimlerinin mevcudiyetine ihtiyaç duymasi, olsa olsa MÎT'e karsi duyulan güvensizlikle açiklanabilir.
Nasil güven duyulabilir ki, MÎT'in."popüler" yöneticilerinden Hiram Abas öldürülüyor, bunun "teskilat içi hesaplasmanin sonucu" oldugu söyleniyor; anayasal bir kurulusun içinde kim, kiminle, neyin hesaplasmasini yapiyor, anlamak mümkün degil. Öbür yandan, büyük gürültülerle bir takim "rapor"lar yayinlaniyor; Türkiye'nin milli menfaatlerini birakin korumayi, tehlikeye sokan bilgiler ortaya saçiliyor.
Burada yeniden bir parantez açalim: Geçmis yillarda kamuoyuna yansiyan iki MIT raporu, genis yankilara yol açti. Bunlardan ilki, 1988'de "yayimlanan" ve "Birinci MIT Raporu" olarak anilan belgeydi. Raporun basina sizdirilmasi, bir taraftan, o tarihlerde Evren'den sonra cumhurbaskanligi için adi geçen Necdet Ürug'un, bir taraftan da ANAP'in rakibi olan DYP'nin, önünü kesmeye yönelik bir girisim olarak degerlendirilmisti
1996'da kamuoyuna sizdirilan "Ikinci MIT Raporu" ise, devlet içinde "siyasetçiler, mafya ve emniyet mensuplari" tarafindan olusturulan, bir gizli örgütlenmenin mevcut oldugu iddiasini içeriyordu.
Rapor, esas itibariyla, Mehmet Özbay kimligiyle hayatini sürdüren eski ülkücü Abdullah Çatli ve arkadaslarinin devlet görevlileriyle iliskilerini desifre etmeyi amaçliyordu. Ikinci MIT raporunun kamuoyuna ulasmasindan 45 gün sonra, Susurluk'ta bilinen kaza meydana geldi ve rapor amacina ulasmis oldu.
Burada ilginç bir ayrinti, her iki MIT raporunun da Dogu Perinçek tarafindan kamuoyuna açiklanmasi ve üstüne üstlük her iki raporun da Perinçek'in can düsmani-Mehmet Eymür'ün kaleminden çikmis olmasi idi. (îkinci MIT raporunu Eymür'ün yazmis oldugu baslangiçta bilinmiyordu; ilk defa 1996 yilinda, Susurluk olayindan hemen sonra, bu satirlarin yazari tarafindan açiklandi ve bilahare Eymür de bunu teyit etti.)
Peki MÎT raporunun sonucu ne oldu? Türkiye'deki milli güçlerin operasyon yetenekleri azaldi ve bu arada 28 Subat sürecinin yolu açildi.
Her iki "MÎT raporu" komplosunun da, Atlantik ötesinden esen rüzgarla kotarildigim Iddia etmek, bugün itibariyla zor degildir.
MILLI ISTIHBARATI "MILLILESTIRMEK" GEREKIYOR (MU)
Milli Istihbarat Teskilati'na yönelik elestirileri, su sekilde özetlemek mümkün: Günümüze kadar MIT, istihbarat örgütü olmanin gereklerini çigneyerek, faaliyetlerini "iç düsman" üzerine yogunlastirmis ve bu noktada da Türkiye'nin degil, ABD'nin menfaatlerini gözeten politikalara uygun sekilde yönetilmistir. Bu noktada, MÎT'in isminde yer alan "milli" sifatina uymayan bir yapilanma ve yönelim içinde oldugu suçlamasi ortaya atilabilmistir.
Örnek isterseniz, geçtigimiz aylarda gazetelerde söyle bir haberle karsilastik:
 "Devlet Bakani Kemal Dervis, yatirimlari için hazineden tesvik bekleyen Kombassan Holding'e ait Petlas'in ve Ihlas Holding'in sicillerini Milli Istihbarat Teskilati'na (MIT) sordu. MiT'ten, Dervis'e gönderilen bilgi notunda Petias'in büyük ortagi Kombassan'in Milli Görüs yanlisi kisiler, Ihlas Holding'in ise, Naksibendilerin Isik koluna bagli kesimin kontrolünde oldugu bildirildi."
Türkiye'ye hangi misyonla geldigi bilinen Dervis, yesil sermaye diye yaftalanan Iki kurulus hakkinda, MIT'ten bilgi istiyor. Bunlar, öyle bilinmeyen, taninmayan firmalar degil. Biri Türk Silahli Kuvvetleri için üretim yapan PET-LAS, digeri siyasi çizgisi herkesçe bilinen Türkiye Gazetesi. Isminde "milli" sifati bulunan bir kurulusu yönetenler, bu kuruluslari, ülke menfaatlerine aykiri faaliyet içinde olmakla itham etmekten çekinmiyor. Ama, ayni teskilat, Güneydogu Anadolu'da, taseronlar araciligiyla toprak satin alan "Israil vatandaslari" konusunda kilini kipirdatmiyor.
Tam bir "taslari baglamislar, köpekleri salmislar" durumu...   Baska konularda da, mesela; AB üyeligi gibi kritik bir konuda da, MÎT sorumlu bir devlet kurumu gibi degil, adeta bir siyasi parti gibi hareket etmeyi tercih etti. MIT Baskani Senkal Atasagun'un, Kürtçe egitim konusundaki açiklamalari ve TÜSÎAD ile ortak biçimde baslatildigi anlasilan bir kampanyanin bas aktörü olarak görünmesi, milli hassasiyet sahibi kesimlerde, MIT'e iliskin kusku ve kaygilari biraz daha arttirdi. MiT'in kendisinden beklenen görevleri yerine getirmekten kaçinirken, üstüne vazife olmayan konularda öne çikmasi ve Türkiye'nin menfaatlerine aykiri politikalara koltuk degnekligi yapiyor görünmesi, bu teskilata güven duyulmasina engel teskil ediyor.
Mesela; uluslararasi bazi güçlerin Türkiye Içindeki, AB karsiti gruplara karsi bir komplo hazirligi varit ise, MiT'in buradaki pozisyonu ne olacak, bu konuda içimizi rahatlatan bir cevap bulamiyoruz. Teskilat ismindeki "Milli" sifatina gerçek anlamda ve acilen kavusturulamadigi takdirde, bir devletin bekasi için gerekli oldugu söylenen istihbarat konusunda, problemlerle yüz yüze gelmeye devam edecegiz.
Iç ve dis istihbaratin ayrilmasi falan gibi, teknik ihtiyaçlarin ötesinde milli istihbaratin, milli bir anlayisla yönetilmesi, çok daha elzem bir ihtiyaç olarak, devletin ve milletin önünde duruyor. .Bunun için de galiba, öncelikle teskilati yabanci tesirlerden uzak tutmanin yolunun bulunmasi gerekiyor. Yani MÎT'i millilestirmek gerekiyor.
KONTRGERÎLLA NASIL DOGDU ?
Soguk savas çekismelerinin ve geriliminin had safhaya tirmandigi 1956 yilinda, ABD'nin en zengin finans ve sanayi grubu olan Rockefeller grubundan su teklif gelir;
"ABD'nin çikarlarina uygun düsmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için, dünyanin neresinde olursa olsun, derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel askeri birlikler kurmali, bu özel askeri birliklerin gayet hareketli olmasi ve çesitli lokal harpleri basariyla sona erdirecek yetenekte olmasi gerekir."
Rockefeller'in bu teklifi, kisa zamanda gereken yankiyi yapti ve ABD'de kontrgerillanin ilk çekirdek olusumlari ortaya çikti. ABD'deki kontrgerillanin ilk olusumlarina, stratejik müdahale birlikleri (STRAC) adi verildi.
Böylece kontrgerilla fikrinin ve olusumlarinin ortaya çikmasinin ve bu çikislari gerekli kilan sartlarin, Varsova bloku ile, hür dünya ve bu dünyayi içinde toplayan NATO bloku arasinda baslayan soguk savas ile ilgili oldugunu da görüyoruz. Soguk Savas denilen yüksek gerilimli ve çekismeli dönemin baslamasina yol açan kisi, yayilmacilik ve saldirganlik emellerini ve davranislarini saklamayan, Emperyalist SSBC ve onun basindaki Emperyalist Stalin'dir. Stalin'in II. Dünya Savasi'nda, Almanya'ya karsi çarpisan Batili ülkelerden gördügü askeri ve ekonomik yardimlar sayesinde, ilerledigi Avrupa topraklarindan çekilmemesi ve komünizmi yerlestirerek SSCB'nin egemenlik ve nüfuz alanlarini yaymaya niyetlenmesi, kisa zamanda Batili ülkeleri uyandirdi. Savas boyunca Almanya'ya karsi beraber savastiklari için, Rusya'nin ve Stalin'in stratejisini ve gerçek amaçlarini fark etmeyen Batililar, savas bitince Stalin'in ne yapmak istedigini dehsette gördüler. En çok dehsete kapilan kisi de, Ingiltere basbakani Winston Churchill'di tabii. 1948 Ekiminde Muhafazakar Parti'nin kurultayinda, Stalin'in maksat ve taktiklerini açiklayarak yapilmasi gerekeni gösterdi. Churchill'in bu konusmasi ile Soguk Savas da baslamis oldu. Bu savasta artik, düzenli ordular, düzenli isgaller, konvansiyonel silahlar ve çatismalar yoktu... Bu savasta artik gizli servisler, yeralti örgütleri, özel harp daireleri, özel gizli ordular, gizli ajanlar, gizli sabotajlar, provokasyonlar, propagandalar ve gerilla çatismalari söz konusu idi.
ABD, 1956'da teskilatlandirmaya basladigi kontrgerilla birliklerini, NATO üyesi müttefik ülkelerde de olusturacaktir. Bu birliklerin teskil edilmesinde, egitiminde ve silahlandirilmasinda örtülü veya örtüsüz bir sekilde ABD'nin katkisi ve etkisi bulundugundan, dogal olarak ortaya çikan kontrgerilla birliklerinde de, ABD'nin güdümü ve damgasi vardi. CIA'nin bu birliklere sizmamasi veya nüfuz etmemesi zaten düsünülemezdi.
Kontrgerilla birlikleriyle yeni soguk savas konseptlerinden birinin de mimarligini yapan ABD, yeni stratejisiyle, NATO üyesi müttefik ya da ABD çikarlariyla iliskili ülkelerdeki hükümetlerin otoritesini saglamayi veya ABD'ne uygun düzenlerin güçlendirilmesini de temel hedefler arasinda almistir. Kuskusuz bu hedeflere ulasmada ABD'ne yardima en temel kuvvetler de, ilgili ülkelerde olusturan özel harp daireleri veya gayri resmi, paralel silahli güçler olan, kontrgerilla birimleri olacaktir.
Rockefeller'in ABD millî güvenligi için yaptigi bir baska teklifte de su cümleler çok dikkat çekicidir; "Gerek bizim, gerekse komünist olmayan diger dünya devletierinin güvenligini saglamak için, yerel güçler ve akimlar tarafindan sikisik durumda birakilmis olan dost hükümet ve rejimlere, silahli yardimlar yapmak zorunlulugu duymaktayiz. Bu zorunlulukta yapilacak askeri müdahale, ne klasik askeri stratejiye uymakta, ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemektedir. Bu askeri müdahalenin kendine özgü bir niteligi ve biçimi vardir.1" Rockefeller'in bu sözleri daha sonra basta Italya'daki Gladio olmak üzere çesitli ülkelerde ortaya çikarilan kontrgerilla olusumlarinin karakteristik ipuçlarini da veriyor.
Türkiye'de, Özel Harp Dairesi'nin organizasyonu için, pek fazla bir zorluk çekilmedi. 1952 yilinda, Genel Kurmay Baskanligi'na bagli olarak Tetkik Kurulu, bir isim ve donanim degisikliginden geçerek Özel Harp Dairesi'ne dönüstürülecek ve kontrgerilla da buradan çikacaktir. Stalin'in, Türkiye topraklarina yönelik emellerini açikça disari vurmasi ve bu maksatla TKP'ni bazi komünist sol akim ve örgütleri destekleyerek ihtilalci güçler olusturup, ülkemizi bu yoldan kontrolü altina alma planlan yapmasi, beraberinde karsi önlemler alinmasini mecbur etmistir. Esasen açik ve nizami savas sartlan için teskil edilen ve sivilleri savasa hazirlamayi ve cephe gerisi hedefleyen Seferberlik Tekkik Kurulunun, Özel Harp Dairesi'ne dönüstürülmesi güç olmamistir, NATO'ya girisimiz ile beraber, komünizmi ve SSCB yayilmaciligini durdurmak gibi zor bir rol üstlendik. Soguk Savas döneminde, ABD'nîn Türkiye'ye yükledigi roller geregi, önemli miktarda askeri yardim aldik. Ancak ABD'nin iki türlü yardimi vardi.
Açik yardimlar ve gizli yardimlar. Ülkemizde kontrgerilla biriminin olusturulmasi, personelin egitimi ve silahlarin temini, gizli alaka ve yardimlar kapsamina giriyordu. Türkiye'de Özel Harp Dairesi'ni olusturan, kontrgerilla egitimini veren ve kontrgerillanin stratejisini belirleyen ABD'dir. Yillardir biz neyi tartisiyoruz? Türkiye'de bu olgu var mi? Varsa ne yapiyor? Yillardir tartisilan bu... Bu konuyu açacagiz. Hemen söyleyelim: Türkiye'de bu yansimanin adresi vardir. Bu da Özel Harp Dairesi'ne baglidir. Bunu zaten Genel Kurmay da saklamiyor. Bu dairenin yasal karargahi, egitim birlikleri, savas doktrini, yasal personeli ve yasal çalisma prensipleri vardir. Soguk savas veya sicak savas durumlarina göre çesitli görevler verilen bu birligin faaliyetleri denetlenebiliyor mu? Hükümetler ve hatta Genel Kurmay Baskanligi, bu dairenin faaliyetlerini denetleyebiliyor veya kontrol altinda tutabiliyorlar mi? Tüm NATO ülkelerinde oldugu gibi, bizde de merak edilen ve tartisilan husus budur. Acaba kurulmalari kaçinilmaz olan olgu birlikleri, ait olduklari ülkelerde mesru otoriteyi tanimlayip, kendi baslarina veya baska bir güç, mesela CIA adina davranip, namlularini kendi halkinin insanlarina yöneltiyorlar mi? Infaz, bombalama, sabotaj gibi eylemleri, yasalarin kendilerine yetki vermedigi zamanlarda ve biçimlerde gerçeklestiriyorlar miydi? Italya'daki kontrgerilla birligi Gladio'nun üyelerinin, basta P-2 Mason Locasi olmak üzere, pek çok sivil parti, gazete ve örgüte sizdiklari, özellikle saga fasist örgütlere sizan elemanlarin, korkunç bombali sabotajlar yaparak gerginligi tirmandirdiklari, bu suretle suç trendini artirarak, kaos ortami olusturmaya çalistiklari veya "Kizil Tugaylar" gibi örgütlere sizan Gladiocularin bu kez sagcilari öldürdükleri anlasilmistir. Acaba Türkiye'deki kontrgerilla da, böyle mesru olmayan iç operasyonlarda kullanildi mi? îste bizde yillardir bunu tartisiyoruz. Ancak biz ülkücüler, kontrgerillanin bagli oldugu Özel Harp Dairesi'ne paralel olarak CIA denetiminde kurulmus, "fakat simdiye kadar saklanmayi çok iyi basarmis, baska bir gizli kontrgerilla-nin" is basinda olabileceginden süpheleniyoruz. Ve bu yapinin, tamamen CIA'dan beslendigini ve CIA tarafindan yönlendirildigini düsünüyoruz. Bu yapida yer alan yerli elemanlarin ayni zamanda, mesruiyet arz eden olgu içinde de, personel olarak da çalisiyor olabilecegini, bu nedenle bu yapinin kendini ve suç izlerini çok iyi saklamayi basardigini ciddi olarak düsünüyoruz. Gazeteci Ugur Mumcu ve Prof. Ahmet Taner Kislali gibi Atatürkçü yazarlari, Kahramanmaras, Taksim ve Istanbul Üniversitesi olaylarini ve Abdi ipekçi suikasti gibi gerilimi tirmandiran eylemlerin, bu yasadisi paralel kontrgerilla yapisi tarafindan organize ettirildigine ihtimal veriyoruz.
Yani özetle diyoruz ki; TC Devleti'nde "iki kontgerilla" var olabilir.                             Birisi, devlete ait, denetlenen, mesru Özel Harp Dairesi'nin yansittigi fotograf; öbürü de, paralel, denetlenemeyen, gayri mesru bir kontrgerilla... Denetimi ve kontrolü TC'de degil, CIA'da... Faaliyetleri yasadisi... Varligi gizli... Ancak elemanlarini MIT, Özel Harp Dairesi, Emniyet ve JITEM içinde saklayarak, ya da öyle yansitarak, simdiye kadar açiga çikmamayi basaran bir yapi bu... Iste yillardir TC'nin kontrgerillasini, suçlamalarin ve tartismalarin ortasina sokan da bizce bu, ikinci paralel korsan yapidir. Ipleri, denetimi, sevk ve idaresi CIA'da olan odaktir bu. Sag, sol ve dinci dernekler ve gazetelere sizmakta veya buralardan bazi kisilere kanca atip, bunlari angaje ederek kendi programlan içinde, cinayetlerde, katliamlarda ve bombalama olaylarinda kullanarak, gerilimi tirmandirmaktadirlar. Böylece ülkeyi destabilize ederek ABD yanlisi hükümetlere, rejimlere, darbelere, yönetim ve ihtilallere yol açmakta, zemin hazirlamaktadirlar... 12 Eylülle alakali önemli bir kisinin, "biz ihtilalin olgunlasmasini bekledik" sözü, bu savlara haklilik kazandirmaktadir.
P-2
ÎTALYA P-2 MASON LOCASI
GLADJOVE TERÖR OLAYLARI
ABD "Milli Güvenlik Devleti" doktrini, "Bir hükümetin yerel düsmani ile yani kendi ülkesinin insanlari ile basa çikamayacagini anladiginda, gizli terörist faaliyetlere basvurmasini" mesru bir davranis olarak görür. Bu nedenle ABD, müttefik ve dost ülkelerde ya da kapitalizmin global çikarlari adina gerekli gördügü ülkelerde, CIA vasitasiyla, üzerine düsen yardimi yapar. CIA'nin bu yardimlari nasil yaptigina dair en iyi örnekleri, Italya'da ortaya çikarilan Gladio- P-2 Mason Locasi iliskilerinde ve faaliyetlerinde görüyoruz. Gladio ve P-2'nin arasinda CIA vardir ve bu iliskiler adam akilli desifre edilmistir. Bu iliskileri açiga çikaran sorusturma ve arastirmalari ilk baslatan kisi, Italya Cumhurbaskani Cossiga'dir. Cossiga 1990 Temmuz'unda bir çagri yaparak, 196O'li ve 1970'li yillarda CIA'nin Italya'da terörist faaliyetlerini tirmandirmasi için, Licio Gelli'ye para yardimi yaptigina iliskin iddialarin arastirilmasini istedi. Pekiyi, CIA'nin Italya'da terörü tirmandirmasi için para yardimi yaptigi söylenen Licio Gelli kimdi? Licio Gelli, adi sonradan ünlenecek olan, Italya'nin en büyük Mason Locasi "Propaganda Due"nin (P-2) büyük üstadi idi. Bu çagri üzerine arastirmalar yogunlastirildi ve 1984'de Italyan Parlamentosu tarafindan tamamlandi. Parlamentonun hazirladigi rapora göre, o yillarda rejim karsitlarinin yükselmesini ve Italya'nin komünistlesmesini önlemek ve fasist bir rejimin is basina getirilmesini saglamak için, P-2 Mason Locasi ile bazi neo-fasist gruplar, gizli servislerle ve bazi askeri birimlerle yogun bir isbirligi yapmislar; bu çerçevede, ülkede gerilimi tirmandirma stratejisine bagli olarak, çok sarsici terör olaylari gerçeklestirmislerdi. Bu alanda, oldukça kafa karistirici eylemler yaptirmak için, tüm örgütlere ayrim yapmaksizin sizmislardir.
P-2 Mason Locasi, Italya'da örgütlenen gizli kontrgerilla örgütü Gladio'nun bir uzantisi haline gelmisti. Gladio da CIA'nin denetiminde ve kontrolünde idi tabii ki... Böylece, Italya P-2 Mason Locasi ile CIA arasinda da bir isbirligi oldugu ve bunun yirmi yillik bir geçmise dayandigi anlasilmistir.
CIA-P-2 MASON LOCASI ILISKILERI
Richard Brenneke, CIA- P-2 Mason Locasi iliskilerine dair yeni iddialarda ve suçlamalarda bulunmustur. Brenneke'ye göre CIA- P-2 Locasi iliskilerinin yirmi yillik bir geçmisi vardi. CIA, P-2 Locasi'na, italya'da terör olaylarini tirmandirmasi için, on milyon dolardan fazla bir yardim yapmisti. Esasen ABD'nin, Italyan fasistleriyle iliskileri, Mussolini'nin is basina gelmesiyle baslamistir.
CIA ve P-2 Locasi ile ilgili iddia ve suçlamalar bunlarla kalmiyor. Ugur Mumcu, "Papa, Mafya, Agca" adli kitabinda sunlari yazmistir:
 "Italyan polisi, 17 Mart 1981 günü, Gelli'nin (P-2 Locasi üstadi) Arroz'daki lüks villasinin kapisma dayandiginda P-2 Mason Locasi'nin sefi, baskini duymus ve çoktan izini kaybettirmisti.
P-2 Mason Locasi'nin sefi, Italyan gizli istihbarat kaynaklan ile de çok yakin dostluklar kurmustu.
Gelli, Italya'nin taninmis fasistlerinden biriydi. Mussoli'nin, Ispanya iç savasinda, Cumhuriyetçilere karsi dövüsmek için gönderdigi gönüllüler arasinda yer alan Gelli, özellikle Güney Amerika ülkeleri ile yakin iliskiler kurmustu. Arjantin eski devlet baskanlarindan Juan Peron'un yakin dostu olan Gelli'nin, Amerika'daki Mason Localari ile de yogun iliskileri bulunmakta idi.
Roma'da, Vîa Veneto'daki Exelsior otelinde, haftada üç gün P-2 Mason Locasina baskanlik eden Gelli'nin, Italya'da yaygin siddet eylemleri düzenleyerek, otoriter bir rejim kurmak amaciyla örgütlenen asker, sivil kadrolara öncülük ettigi de bilinmekteydi. 1980 yili Agustos ayinda, Italyan Komünist Partisi'nin en güçlü kalelerinden Bologna'da, garda patlatilan bombanin, P-2 Locasina bagli darbecilerce kondugu ileri sürülmektedir...
Italya'nin en büyük özel bankasinin sahibi Calvi, P-2 Mason Locasi sefi Gelli ile, Gelli, Italyan mafyasinin liderlerinden Carboni ile, Carboni'de, CIA ve Italyan gizli istihbarati ile çalisan Pazienza ile beraberdiler. Italyan gizli servis yöneticilerinden General Musumcci de, bu sac ayaginin bir baska halkasini olusturmaktaydi.
Bu Mason- Mafya- Banka ve Istihbarat aginin bir önemli adami da Michele Sindona'dir. Sindona, mafyanin dogum yeri olan Sicilya'da dogup, büyümüs; Italyan mali oligarsisi ve Vatikan çevreleriyle çok yakin dostluklar kurmustu. Vatikan bankasi IOR ile bankacilik konusunda isbirligine giren Sindona, bir özel bankanin denetimini de ele geçirmekte gecikmemisti... Sindona'nin Vatikan'daki büyük dostu, Amerikali Kardinal Mercinkus'tur.
VATIKAN
CIA, Gladio ve mafya iliskileri sorgulandiginda, Katolikligin merkezi Vatikan'in durumu ve iliskileri de dikkate alinmalidir. Çünkü Vatikan, bu iliskilerin her yerinde ortaya çikmaktadir. Vatikan'in çok güçlü kapitalist iliskileri ve inanilmaz büyüklükte ekonomik kaynaklari vardir. Mesela ABD'de Manhattan Bank, Banker Trust, Morgan Bank, Fransa'da Ruthchim, Zürih ve Londra'da Credit-Suisse, General Motors, Shell, Gulf Oil, General Electric, IBM, Betlilem Stell, TWA gibi enternasyonal dev firmalara ortaktir. Taninmis kardinallerinden Massimo Spada bir Italyan sirketi yönetirken, bir baska kardinalleri olan Mercincus da, Vatikan bankasi IOR da yöneticidir."
Gerisini Ugur Mumcu'dan takip edelim: "Yapi bellidir; yapinin temel taslarindan biri Vatikan, öteki Italyan, Isviçre ve Amerikan bankalari, üçüncü temel tas Italyan mafyasi. Italyan mafyasinin, çok uluslu sirketler gibi örgütlenen güçlü iliskileri...
Vatikan -banka -mafya üçgeni. Bu üçgenin mafya kanadi, uyusturucu madde ve silah kaçakçilarina kadar uzaniyor. Bu mafya üçgenini bir büyük çember içine almak gerekir.
Bu çemberin adi, P-2 MASON LOCASIDIR. Sismi'nin en üst yetkilileri, bu arada Sismi'nin (Italyan Dis Istihbarat Servisi) Baskani General Santovitio da P-2 Mason Locasi'nin üyesiydi. Italyan malî oligarsisi, mafya ile; mafya, Mason Localari ile; Mason Localari istihbarat örgütleriyle, istihbarat Örgütleri de, saga terör örgütleri ile birbirine baglanmisti."
GLADÎO'NUN ORTAYA ÇIKMASI
Italya'da Gladio'nun varligi, sava Felice Casson'un israrli takipleri sonucu, Basbakan Giulio Andreotti tarafindan, 17 Ekim 1990 tarihinde resmen kabul edilince, bütün NATO üyesi Avrupa baskentleri ve Italya karisti. Çünkü Gladio ve benzeri örgütlerin, tüm NATO ülkelerinde, CIA tarafindan kurduruldugu ve faaliyette olduklari açiklanmisti. Gladio, Sovyet yayilmaciligina ve komünistlere karsi örtülü operasyonlar yapmak için tasarlanmis, gizli bir birlikti. Italyan Gladiosu'nun yönetim kurmayi, SIFRA (gizli servis) teskilatinin R bölümüydü. Bütün Italya'da, 622 hücreli bir örgütlenme tasarlamislardi. Elemanlarini yani Gladyatörlerini, Sardunya adasindaki gizli bir kampta egitiyorlardi. CIA dilinde bu gizli güçlere, "stay behind forces" denilmektedir. Bu tip örgütlenmeler, CIA'nin baslangicindan beri vardir. Bu tür faaliyetler, ABD hükümeti tarafindan düsman devletlere veya gruplara karsi yürütülen ve finanse edilen türde faaliyetlerdir.
Ancak ABD'nin hiçbir sorumlulugu ve baglantisi anlasilmayacak, ortaya çikartildiginda da ABD'nin inandirici bir sekilde, her türlü sorumlulugu reddedebilecegi sekilde planlanip, uygulanmaktadir. Bütün bu faaliyetler, ABD ile ilgili ülkelerin gizli servisleri arasinda, NATO anlasmalarina ek olarak imzalanan gizli anlasmalarla düzenlendigi gibi, bazen ilgili ülkelerin haberi olmadan, CIA tarafindan da düzenlenebiliyor. Italya Gladiosu'nun ortaya çikarilan ilk eylemi, 12 Aralik 1969 yilinda, Mailaender Piazza Fontana Ulusal Tarim Bankasi'nda bomba patlatilarak, 17 kisinin öldürülmesidir. Eylemi yapanlar arasinda, devlet görevlilerinin de bulundugu anlasilmisti. Yillar sonra bu görevlilerin, Gladio üyesi olduklari anlasilmistir. Gladio kelimesinin, Italyanca "kiliç" anlamina da geldigini hatirlatalim. 1990'da Gladio'nun varligi resmen kabul edilince, bu örgüte 34 gazetecinin sayisiz polis, subay, istihbaratçi ve politikacinin, sanayicilerin, isadamlarinin, mafya babalari ve adamlarinin da üye olduklari anlasilmistir. Ama asil çarpici olan Gladio'nun üst düzey yöneticilerinin arasinda, P-2 Mason Locasi üyelerinin de bulundugunun anlasilmasiydi.
MASONLARIN ISTIHBARAT ÖRGÜTLERINE ILGISI
 "Gizli servislerde üst düzey yönetici olabilmenin yolu, masonlarin referanslarindan geçmektedir. Fransiz istihbarati DGSE, Italyan SISMI ve SISDE, ingiliz MIG baskanliklarina ve "daire müdürlüklerine gelmenin yolu, mason olmaktan; masonlarin destegini ve onayini almaktan geçmektedir. Istihbarat yöneticilerinin ve onlardan önce gelenlerin mason olmalari tesadüf degildir. Yolu Siyonizm ile kesisen mason dünyasi, istihbarat örgütlerine nüfuz etmeye çok önem veriyor. Bunu, hemen hemen, tüm büyük istihbarat örgütlerinde basarmislardir. Italya, Fransa örneklerinde oldugu gibi, mason localari ve örgütleriyle gizli servisler, birbirlerinin içine geçmislerdir, italya'da ortaya çikarilan Gladio örgütünün arkasinda P-2 Mason Locasinin çikmasi ve Gladio'da pek çok asker, polis ve istihbaratçinin rol almasi, bunun tipik kanitlarindandir.
P-2 YAPTIRIYOR...
2 Agustos 1980 Cumartesi günü, Bologna istasyonunda bir bomba patladi. Seksen bes kisi öldü, sabotaj yapan radikaller yakalandi, yargilanip mahkum oldular. Ancak sabotaj, Italyan Parlamentosunun, P-2 Mason Locasi'nin faaliyetlerini arastirmak istediginin ögrenilmesinden hemen sonra yapilmasi dikkati çekti. Nitekim yapilan sorusturmalardan sonra, P-2 Locasi sefi Licio Gelli mahkum edildi.
Aldo Moro'nun öldürülmesini sorusturan komisyon, parti baskani Moro'nun, Kizil Tugaylar adli komünist örgüt tarafindan kaçirilip, Öldürülmesinde P-2 Mason Locasi'nin karanlik faaliyetleriyle, bazi darbe girisimlerinin arkasindaki güçlü varligini bilen ve bunlari kamuoyuna açiklamaya baslayarak, P-2- Gladio iliskilerini desifre eden bir kisi idi. Kaçirildi ve susturuldu... Italya'daki gizli servislerin sefi, P-2 Locasina üye idi. Bütün bunlardan ortaya çikan sonuç da suydu: Italya'da Gladio, P-2'nin alt yapisi idi ve P-2 tarafindan manipüle ediliyordu.
Gladio skandallari ortaya çikarildiktan sonra, NATO üyesi bütün Avrupa ülkelerinde, kapsamli bir Gladio temizligi yapilarak, bu paralel gizli örgütler tasfiye edildi. Ülkemiz de bu tür çalismalar, herkesin kendine göre tasnifleme yaparak, sifatlamaya yönelik adres güzergahi olusturduklarindan, karanliklar, hâlâ aydinlanmamistir. Gladio, hâlâ is basindadir. Sincan'da ele geçirilen "Tevhid grubu" silahlan da, bu örgüte ait topraga gömülmüs veya hücre evlerinde saklanmis gizli silah depolarina yönelik operasyonla ilgili gerekli açiklamalar da, bir türlü yapilmamistir. Burada ele geçirilen silah ve mühimmatlar, ülkemiz Gladiosuna ait gizli silah depolarindaki malzemeler gibi gicir gicir kullanilmaya hazir. Oralarda bu silahlan, Italyan fasistleri ya da solculari kullaniyordu, burada da Hizbullahçilar...
Nasil olsa "profesyonel futbolcular takim tutmaz" degil mi? Onlar için asil olan transfer sartlarinin olusmasidir.
CIA AJANLARI DIPLOMAT KILIGINDA GÖREV YAPIYORLAR
CIA, dünyanin her tarafinda, ABD büyükelçiliklerini kullanarak ve ajanlarini da elçilik çalisani veya diplomat kimligi ile saklayarak faaliyet gösteriyor. Bu sekilde görevlendirilen CIA ajanlarinin ilk yaptigi is, gittikleri ülkedeki yerlilere olta atarak, kendilerine isbirlikçiler bulmaktir. Bu isbirlikçilerin, ilgili ülkenin istihbarat görevlilerinden olmasina gayret gösterilir. Bunun yani sira etkili gazetecilerden, politikacilardan, askerlerden ve polislerden de ajan angaje edilir. Bu tür yerli ajanlarla yapilan faaliyetlere, "nüfuz casuslugu" adi verilir. Bunun gizli servislerdeki bir diger adlandirmasi da, espiyonaj faaliyetidir.
CIA, ajanlarini diplomat ve atase sifatlariyla maskeliyor. Iste örnekleri;
 - Pasifik ülkelerinde CIA güdümlü darbeler yaptiran veya ABD yanlisi hükümetleri is basina getiren CIA operasyonlarinin mimari Marton Abromowitz'in, daha sonra 1988'de, Türkiye Büyükelçisi olarak Ankara'ya gönderilmesi. (Abromovvitz'in gelisiyle birlikte, Dogu ve Güney-dogu'da PKK saldirilarinin doruk noktasina tirmanmasi ve Kuzey Irak'i ele geçirmeye çalismasi dikkat çekicidir.)
 -Bonn'daki CIA sefi Henry Pleasants ve 1954'te Guatemala harekatim yöneten Plan Subesi Müdürü Frank VVisnor, "elçilik atasesi" kimligi ile çalisiyorlardi.
 -Küba Çikartmasi'na katilacak olan Kübali mültecileri egiten Robert Kendal Davis, Guetamala Elçiliginde ikinci katip olarak görünüyordu.
-ABD'nin Vietnam Elçiligine 1963 yilinda birinci katip olarak atanan William Egan Colby, daha sonra CIA' nin Uzakdogu Masasi'nin basina getirilmistir.    
 -Saygon CIA Sefi John Richardson, ABD elçiliginde birinci katip olarak gösterilmistir.
-Vietnam'daki Amerikan katliamlarini planlayan özel harp uzmani, kontrgerillaci Kommer, 1970 yilinda ABD Ankara Büyükelçisi olarak atandiktan hemen sonra, bir düzine silahli sol örgüt kurulmus ve bu örgütler, iç savas çikartmak için, topluma ve devlete saldirmislardir. Ayrica Kommer'In elçiligi döneminde, kontrgerillaya maledilen büyük sabotajlarin yapilmasi da dikkat çekicidir. Kommer, ülkemizde ABD yanlisi rejim olusturulmasi için gelmis ve yaptigi "ince" operasyonlarla bunu basararak, ABD yanlisi 12 Mart rejiminin baslamasini saglamistir.
 -ABD Ankara Büyükelçiligi II. Katibi Donald A. Robert, 1977 Agustosunda, MIT tarafindan, casusluk süphesiyle izleniyor
- ABD Büyükelçiliginde görevli atase William Philips, MIT görevlisi Sabahattin Savasman'a, bilgi karsiliginda para verirken yakalaniyor.
-1977 Temmuzu'nda ABD elçilik görevlilerinden Robert A. Peyk, Amasya, Çorum ve Sivas'ta Alevi- Sünni çatismalarini kiskirtan gizli bir gezi yapiyor. Durumu Amasya Belediye Baskani, Ankara'ya bildiriyor. Bunun üzerine bu ajanin Türkiye'yi terk etmesi isteniyor. Ancak dönemin Ankara Büyükelçisi James Spain bu elemanin sinir disi edilmesini önlemeye çalisiyor. Spain'in daha sonra, 12 Eylül Askeri Darbesi'ni planladigi ve darbenin yapilacagindan aylar öncesinden haberdar oldugunu, hatta darbeden sonra ekonominin sorumlulugunun Turgut Özal'a birakilmasina, ABD elçiliginde karar verildigini ve yine burada Spain tarafindan Özal'a teblig edildigini (!) bizzat Spain'in anilarindan ögreniyoruz.3
ABD Merkezi Haber Alma Servisi CIA, ülkemizde kendisine bagli, kanun disi veya gizli kalmayi basarmis, paralel kontrgerilla yapisi olusturmustur. CIA bu yapiyi kullanarak! ülkemizi destabilize etmekte, böylece ABD yanlisi rejimlerin veya darbecilerin gelmesine zemin hazirlamaktadir. 12 Eylül Darbesine gerekçe olan terör olaylarinin ve anarsinin artmasinda, bu paralel yapinin provokatif eylemlerinin etkili oldugu biliniyor. Bu paralel kontrgerilla yapisinin kod adinin (ERGENEKON) oldugu ve bu ismin Italya'daki Gladio'ya paralel belirlendigi, bu yapinin Türk Hükümetlerince veya TC otoritelerince denetlenmedigi, hiçbir TC. kurumuna bagli olmadigi, ancak elemanlarinin muhtemelen MIT, Jandarma, Genel Kurmay ve Emniyet teskilatlarindan devsirildigi saniliyor.
Tipki bir takim dönmelerin ya da sabatayistlerin özellikle Türk ve Türk tarihi sahsiyetlerinin isimlerini, kendilerine ad ve soyad olarak almalari misalinden bir çarpitma maskesi söz konusu olmaktadir. Böyle bir ismin seçilmesinde de, yine "istihbarat mantigi ile bir iliskilenmenin" manipülasyonu okunmaktadir. Tipki, su Örnek açilimim adresleyen "Ahmet Türk" isimli Kürtçünün tevil götürmeyen net manasi gibi... Ayrica "Ergenekon" yapisinda bazi sag, sol ve dinci akimlara bagli sivil sahislarin da görev aldiklari, çesitli ideolojik gruplara bagli militanlarin, bilerek veya farkinda olmadan, "Ergenekon" hesabina eylemler ve sabotajlar yaptiklari, bu eylem ve sabotajlarin, ait olduklari ideolojik gruplara fatura edilmesi nedeniyle de, ülkede ciddi bir sag- sol, Alevi-Sünni çatismasi ortami olustugu anlasilmistir.
Bu ortam da askeri darbelere firsat ve zemin hazirlamistir. Askeri darbelerin, Amerika Birlesik Devletleri tarafindan desteklenmesi ve itiraz görmemesi Ilginç bir durumdur.
YASADISI KONTRGERILLA EYLEMLERINDEN BASLICALARI
· 27.11.1970 günü, Istanbul Kültür Sarayi'nin yakilmasi Savci Dogan Öz'ün öldürülmesi
· 4.3.1972 günü, Marmara Gemisi'nin Batirilmasi
· 1 Mayis 1977 Taksim olaylarini baslatan silahlarin patlatilmasi ve 34 kisinin Ölmesi
· 16.3.1978 günü, Istanbul Üniversitesi'nde ögrencilere bomba atilmasi ve yedi ögrencinin öldürülmesi
·  17 Nisan 1978 günü, Malatya Belediye Baskam Hamit Fendoglu ve ailesinin sehit edilmesi
· 29.5.1978 günü, Bülent Ecevit'e, Çigli'de suikast girisimi
· 19.12.1978 günü, Çiçek sinemasinin "Günes Ne Zaman Dogacak" isimli filmin oynatilmasi sirasinda bombalanmasi
· 20.12.1978   günü, Kahramanmaras'ta Alevi kahvehanelerinin taratilmasi ve
· 21.12.1978 günü iki solcu ögretmenin öldürülmesi
·  3.10.1978     günü, MHP Istanbul Il Baskani Recep Hasatli ve oglunun sehit edilmesi
· 1 Subat 1979 günü, gazeteci Abdi Ipekçi'nin öldürülmesi
· 18.9.1979      günü, Adana'da yedi Ülkücü ögretmenin sehit edilmesi
· 28 Eylül 1979 günü, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un öldürülmesi
· 19.11.1979   günü, Ülkücü, Gazeteci- yazar Ilhan Darendelioglu'nun sehit edilmesi
· 3.12.1979 günü, Ülkücü-gazeteci yazar; Kemal Fedai Çoskuner'in sehit edilmesi 
·  7.12.1979     günü, Prof. Cavit Orhan Tütengil'in öldürülmesi
· 4.4.1980 günü, Ülkücü, gazeteci- yazar Ismail Gerçek-söz'ün sehit edilmesi
· 11.4.1980      günü, TRT prodüktörü Ümit Kaftancioglu'nun öldürülmesi
· 20 Temmuz 1980 günü, DISK Genel Baskani Kemal Türkler'in Öldürülmesi
· 27 Mayis 1980 günü, Gümrük ve Tekel Bakani Gün Sazak'in sehit edilmesi
· 24.6.1980 günü, MHP Gaziosmanpasa Ilçe Baskani Ali Riza Altinok ve ailesinin sehit edilmesi.
· 19.7.1980 günü, eski Basbakanlardan Nihat Erim'in öldürülmesi
· Ugur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kislali gibi milli direnç noktasinda tavir gelistirecek, Atatürkçü, laik sahislarin öldürülmesi... (Bu eylemlerin oldugu dönemde, AB ile ilgili tartismalarin ortaya çikmasi ve bu aydinlarin karsi duruslari iyi okundugunda, adina "Islamci" diyen taseron örgütlerin son tavirlari ve bunlarin siyasi uzantilarinin toptan AB yanlisi kesilmeleri, olayi daha net kavratacaktir diye düsünüyoruz.
Bu eylemlerden dolayi pek çok sag, sol ve dinci ideolojik harekete mensup kisiler tutuklandi, yargilandi. Bu eylemlerden dolayi da, arkalarindaki ait olduklari ideolojik gruplar suçlandi. Ülkücüler sehit edildiginde devrimciler, devrimciler öldürüldügünde ülkücüler, laik yazar ve ögretim görevlileri öldürüldügünde de dinci kesimler suçlandi. 12 Eylül öncesinde taraflar, sadece birbirlerini suçlamakla kalmadilar "hesap sormak", "intikam almak" ya da "kendini korumak" gibi reflekslerle, eylemlere karsilik verdiler.
Bütün bunlar ülkeyi, korkunç bir siddet ortamina ve iç savasin esigine getirdi. Oysa bugün sular durulmus ve gerçekler daha iyi anlasilmaya baslanmistir. Toplumu sarsan bu cinayetler, bombalamalar ve sabotajlar provokatif-ti ve bunlari yaptiranlar da provokatör bir güçtü.
Bu gücün "Ergenekon" kod adi tasiyan ve idaresi tamamen CIA da olan, yasadisi, paralel ve gizli bir kontrgerilla odagi oldugu artik anlasilmistir. Italya'da toplumu karistirip gerilimi arttiran Gladio ne ise, bizde de Ergenekon odur. Bu olusumun ne ülkücülerle, ne de devrimcilerle ilgisi vardir. Bu gizli CIA olusumunun tek ilgisi, isbirlikçi veya piyon olarak teskilatlarindan kopuk, paraya zaafi olan, zayif iradeli, kimi devrimci, ülkücü veya dinci sahisa olta atip, onlari kullanmalarindan ibarettir. Türkiye'deki siyasal tercihler açisindan, felsefi ve kültürel temelli bir yönelim potansiyelinin aidiyet bagi pek söz konusu olmadigindan, bu tür çarpikliklara da her alanda rastlama o kadar abeslik arzetmiyor.
Ama bir çok kanli (terör) örgütü liderinin aileden asker kökenli, önemli görevler üstlenmis sahislarin çocuklari olmalarinin, her halde bir sebep-i hikmeti olsa gerek. Üst düzey bir asker çocugunun, ülkücü kimligiyle anilip, böyle tercih yaptigina -cezaevi dahil- hiç rastlamadik. Böyle bir yansima vardir diye, tüm kurum da suçlanamaz. Nihayetinde bilimsel gerçeklik itibariyle, "bütün genellemeler soyuttur" ama somutluklar da böyle adresleniyorsa biraz düsünmek gerekir.
Yukarida bir kisminin listesini verdigimiz sansasyonel eylemlerin hepsi de provokatiftir. Toplumda sag- sol, Alevi-Sünni çatismalarini tirmandirmayi hedeflemistir. Bunlarin arasinda ülkücülere maledilen bazi eylemlerde, adlari ülkücü olarak geçen eylemcilerden bugün hiçbirinin aramizda olmamasi, geride kalanlarinda trilyoner isadamlari kervanina katilmalari, nasil bir oyuna maruz kaldigimizi çok iyi gösteriyor.
Venedik Savcisi Felice Casson, Italya'da yasanan terör ve katliam olaylarinin arkasinda bir takim asker ve istihbarat görevlilerinin izinin bulundugunu anlayinca, siki bir inceleme ve arastirma yapar. Yillar süren arastirma sonunda, bu kirli isleri yaptiran odagin, Gladio adli bir örgüt oldugunu ortaya çikarir. Ancak savci Casson, Gladio'yu arastirirken, izler onu Italya Basbakani Giulio Andreotti ile Cumhurbaskani Francesco Cossiga'ya kadar götürünce, ortaya çikartilan örgütün çok muazzam ve güçlü bir yapilanmaya sahip oldugu anlasilmistir. Çünkü bu yapilanmada, Italya'nin en güçlü insanlarinin üye oldugu P-2 Mason Locasi da vardir. Ayrica Aldo Moro'yu kaçirip öldüren kanli, "Kizil Tugaylar" örgütü ile P-2 ve Gladio arasinda da baglantilar bulundugu ortaya çikarilmistir. Bu durum bizde, Akin Birdal'a suikast girisiminde bulunan kontrgerilla unsurlarinin, TÎT (Türkçü Intikam Tugayi) adini kullanarak eylemi, 12 Eylül öncesi gibi ülkücülere adreslemeye çalismalarinin benzerligini hatirlatiyor. 12 Eylül öncesinde peydahlandirilan TIT ve ETKO gibi ülkücülerle iliskisi, ülkücülerin bilgi ve onayi olmayan bazi uyduruk çete olusumlari, solcu hedeflere yöneltilerek, devrimcilerin siddeti ve tansiyonu tirmandiril irken, MLSPB gibi kanli cinayet örgütleri de, ülkücü ve resmi hedeflere saldirarak, devrimcileri adreslemek yoluyla, ülkeyi neredeyse iç savasin esigine getirmistir.
1978 Aralik ayinda Kahramanmaras'ta, Alevi solcularin kahvehanesini tarayip, ardindan da iki devrimci ögretmeni öldüren THKP/C Dev-Savas örgütü ve bu örgütün lideri Garbis Altunoglu, adi 12.06.1972 tarihinde sandik cinayetine karisan ve sol çevrelerde MIT ajani olarak suçlanan bir provokatördür. Bugün de Almanya'da asil sahipleriyle net irtibatli bir sekilde maasli yasamaktadir Gladio, Italya'da Kizil Tugaylar Örgütünü ve fasist odaklari birbirine ve resmi hedeflere karsi yönlendirerek "tansiyon stratejisi" uygulamistir. Bu strateji 1970'ten beri, ülkemizde de Gladio'nun türdesi olan olusum tarafindan uygulaniyor. Ancak Italya, Gladio'yu desifre edip dagitirken, bizde hâlâ is görmekte, zaman zaman gerginligi tirmandiracak islere soyunmaya devam etmektedirler. En son marifetleri de, 1995 Mart ayinda Istanbul Gazi Mahallesi'nde, Alevi kahvehanelerini ve Cemevlerini kursunlatarak, ülkeyi az daha, bir mezhep bogazlasmasinin esigine getirmek olmustur. Bu olayin, Kahramanmaras olaylarinin baslamasina sebep olan eylemlerle bire bir örtüsmesi, ayni adres marifetinin uzantilarini da net olarak ortaya koymaktadir. O zaman da kahve taranarak, bir Alevi dedesi öldürülmüstür.
GSE (Fransiz Dis Istihbarat Servisi) SORUMLUSU ALEXANDER MARENCHESIN PAPA SUIKASTINA ILISKIN SÖZLERI
"1980'in Ocak ayinda, en güvenilir generallerimden birini ve üst düzeyde bir sivil arkadasimizi Vatikan'a gönderdim. Papa'ya, kendisine bir suikast planlandigini bildirdiler... Vatikan süphesiz ki bizden aldigi bu bilgi ve uyariyi, Italyan Istihbarat Birimlerine iletti. Papa, Agca'nin kursunlarina hedef oldugu zaman hiç sasirmadim... Kendi kendime hâlâ soruyorum: Acaba Italyan teskilatlan, bu bilgileri aldiktan sonra Papa'yi korumak için gereken tedbirleri gerçekten aldilar mi? Bu sorum cevapsiz kaliyor."
Terör arastirmanlarindan bir çogu, muhtemelen Italyan gizli servislerinin bu uyariyi dikkate almadiklarini, çünkü Vatikan'in mafya ve global kapitalizm ile yogun iliskilerine bagli veya Fatima Sirlari'na inandiricilik kazandirma gibi nedenlerle, Agca'yi Italyan gizli servislerinin maniple etmis olma ihtimali olabilir diyor. Potansiyel yansimalarinin psikolojik boyutu, bu tür eylemlerde yer alanlarin baginin direkt olamasa da, etkilesimin yönlendirmesi, ayni sonuçlari okutmaktadir. Onun için bir çok eylemcinin kendisini bagimsiz ilan etmesi, kendilerince dogru olsa da, eylemin kime hizmet ettigi yani olayin kimin ekmegine yag sürdügüdür asil olan. Sosyolojik açidan, bütün radikal hareketlerin karsitlarina hizmet ettigini çok iyi bilen akil hocalari, herhalde radikallestirmenin taktik ve stratejisini de aktarmayi iyi bilirler.
TÜRKIYE'NIN DESTABILIZE EDILMESINE DOGRUDAN VEYA DOLAYLI OLARAK KATILAN GIZLI SERVISLER
1- CIA- Central Intelligence Agency - ABD
2- MOSSAD- Israil Dis Istihbarat Servisi
3- Shin Beth- Israil Iç Istihbarat Servisi
4- SISMI- Italyan Dis Istihbarat Servisi
5- SIGC- Ispanyol Istihbarat Servisi
6- NSA- National Security Agence - ABD
7- MI 6- Military Security 6. Section (Ingiltere Dis Istihbarata)
8- MI 5- Military Security 5. Section (Ingiltere Iç Istihbarati)
9- KYP- Kintiriki Ypressia Pliroorion (Yunan Istihbarat Servisi)
10 -MAD- Alman Askeri Istihbarat Servisi
11- FBI- ABD Federal Polisi
12- DST- Fransa Iç Istihbarat Servisi
13- DGSE- Fransa Dis Istihbarat Servisi
14- DIGOS- Italya Kontrterör Örgütü
15- BUD- Hollanda Dis Istihbarat Servisi
16- BND- Alman Istihbarat Servisi
17- BID- Hollanda Dis Istihbarat Servisi
18- KGB- Rusya Istihbarat baskanligi
19- SP- Belçika Istihbarat Servisi
20- El Muhaberat - Suriye ve Irak Istihbarati
21- SAVAMAK- iran Istihbarat Servisi
Bu istihbarat servisleri, Türkiye'de yikici ve bölücü olusumlar insa ettirerek ya da mevcut olusumlarla irtibat kurarak bunlari sevk ve idare ettirmek yoluyla, ülkemizde iç istikran bozucu faaliyetler yapiyorlar. Ayrica mafyatik iliskiler kurarak, uyusturucu, göçmen ve silah kaçakçiligi isleri yaptiriyorlar. Ülkemizden kaçan adli ve siyasi kanun kaçaklarini ülkelerinde barindirip sakliyorlar... Hatta bunlardan bazilari daha da ileri giderek, ülkemizde cinayetler isliyor veya sabotajlar yapiyorlar.
ERGENEKON: ANALIZ - YENIDEN YAPILANMA, YÖNETIM VE GELISTIRME PROJESI
Yeni Safak gazetesi köse yazarlarindan Taha Kivanç 30 Nisan 2001 tarihinde, "Hayaller Gerçek Galiba" basligi altinda bir yazi yazdi.
Yazi, Taha Kivanç'in eline geçen Istanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, "Ergenekon: Analiz- Yeniden yapilanma, yönetim ve gelistirme projesi" ile ilgiliydi. Taha Kivanç, yazi ile ilgili aldigi tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayis 2001 "de kösesinde ayni konuya devam etti. "Deli Saçmasi Sanmayin" baslikli yazisinda söyle diyordu: "Sanki ben çikarmisim gibi, dün, bütün gün, "Bu Ergenekon da nereden çikti?" sorusuna cevap vermek zorunda kaldim. Bazisi onu 'mali amaçli bir örgütlenme sanmis; bazilariysa, MHP'nin iktidarda bulunmasiyla irtibatlandirmis...
Oysa, "Yeniden kurulsun" diye hakkinda rapor hazirlanan Ergenekon, çok kapsamli, bir partiyle irtibati bulunmayan 'devleti yapilandirma' amaçli bir örgüt... Bilen biliyor, devlet içinde ayni adi tasiyan güçlü bir örgüt geçmiste vardi. Deniz Kuvvetlerinden ayrilan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varligindan haberdar olmustum" demisti Ergenekon için... Can Dündar ile Celal Kazdagli, belgeleri konusturarak, 'Ergenekon' adiyla bir kitap (Imge Yayinlari, Ankara) bile yazdilar...'Taha Kivanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki, zamanin Mao'cu, PKK yandasi terörist örgütü, simdinin ise ordu yanlisi, Kuvay-i Milliyeci, Kemalist kurulusu Aydinlik grubundan geldi. 6 Mayis 2001 tarih ve 720 sayili Aydinlik Gazetesinde Hikmet Çiçek, "CIA'nin "Ergenekon" yaygarasinda Fehmi Koru basi çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya 'Ergenekon' dedikodulari da sürülüyor.
Bilindigi gibi Can Dündar, Türkiye Süper NATO'sunun (Kontrgerilla) 'Ergenekon' adiyla kuruldugunu anlatan kitap yazdi. Anlasiliyor ki, ABD Türkiye'de kurdurdugu Süper NATO'ya bu adi koymus veya bu adin konmasina izin vermis. Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karsi karsiya. CIA, SÜPER NATO ve MIT seflerinin isbirligiyle Orduyu yipratma kampanyasi her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savasta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. "Ergenekon" hikayeleri de bu tertibin bir parçasi" diye Fehmi Koru'ya hücum etti. Bu telasli tepkiye, bir bölümünü Fehmi Koru'nun yayinladigi, daha genis bir sekilde de Aksiyon Dergisi'nin yer verdigi "Ergenekon: Analiz - Yeniden yapilanma, yönetim ve gelistirme projesi" baslikli ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabiyla biten raporu, "bizzat Dogu Perinçek'in kaleme aldigi ve Ergenekon'un yeniden yapilanmasinda önemli fonksiyonlar yüklendigi" söylentileri mi neden oldu acaba?
 Internet'te yayin yapan Ergenekon sayfasi veya Ergenekon isimli web sitesi, Ergenekon yapilanmasi ile ilgili su haber ve yorumlara yer vermis: "NATO uzantisi eski "derin devlet" yapilanmasinin yerine geçmek üzere (!) ulusalci /milliyetçi yeni Ergenekon, toplantilara basladi. Sitemize gelen bilgilere göre, eski "derin devlet'in operasyon birimleri ilk toplantisini, Haziran ayi içerisinde, Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yapti. Yeni olusumun basinda, eski (!) bir MIT daire baskani bulunuyor. Basbakanlik danismanligi da yapan MIT'çi lider, eski teskilata benzer bir yapilanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bagimsiz bir organizasyonun kurulmasinin "rica" edildigi ileri sürüldü. MIT eski Müstesar Yardimcisi Mikdat Alpay'in da bu olusumda görevlendirildigi ancak, grubun eski elemanlarinin Alpay'a güvenmedigi hatta, Alpay'in da katildigi bir toplantiya yüzlerinde kar maskesiyle katildiklari bildirildi.
Biz Ergenekoncularin ulusal olmasini beklerken, 11 Eylül'de Amerikan kabusu sonrasinda bu ekibin, patronlari tarafindan büyük ölçüde, yine ABD'nin hizmetine tahsis edildigi haberi geldi. Uzun süredir harçlik bile alamayan ekibin yeniden düzenli ayliga baglandigi ileri sürüldü. Toplantiya katilanlardan aldigimiz bilgiler ve organizasyonda görev aldiklarini duydugumuz kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekoncularin henüz, Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadiklarini söyleyebiliriz. Bizim kanaatimiz, ABD'nin bu yapilanmayi bir süre izleyecegi, bagimsiz bir çizgide gitmede israr ederse içerdeki adamlari vasitasiyla bunu desifre edecegi yönündedir.
Yeniden yapilanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun anti Amerikan bir görünüm kazanmasini -en azindan simdilik- istemedikleri, bu yönde yapilacak yayinlan dezenformasyon seklinde sunma kararinda olduklarini analiz ediyoruz. Aydinlik dergisinin bu maksatla, asagida metnini okuyacaginiz haberi ve "Ergenekon kuruldu" seklindeki haber ve yorumlari, CIA dezenformasyonu seklinde sunmaktadir. Aslinda Aydinlik Grubu'nun, bir taraftan Süper NATO'yu desifre etmeye çalisirken (!) diger taraftan Ergenekon'u savunmasi da bu çerçevede anlam kazanmaktadir.
Özellikle Ergenekon'un siyasi kanadi, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülmektedir. Gariptir ki, küçük bir azinliktan gayri, kimseye de güven duymamaktadir. Ayni site "Perinçek'in Türkçüleri" bölümünde ise söyle demis: "Periçekgillerin Milliyetçi- Ulusala- Tarikatçi sacayagi, önümüzdeki günlerde bol, bol gündeme gelecek. Ma-ocu- Türkçü- Tarikatçi- Kemalist ittifaki. Ergenekon yine yanlis ellerde! Ergenekon Ideali tekrar hayata geçirilmeye çalisilirken, bu olusumun baglanacagi üst kurum konusu muallakta kaldi. "Adini ben verdim/ Yasini Allah versin" demekle olmayacagi anlasilan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet'in devami mi olacagi, yoksa tamamen milliyetçi/ ulusala yeni bir kimlikle mi kurulacagi konusundaki belirsizlik sürüyor. Her ne kadar bagimsizlik teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlan-dirsa da, kazin ayagi göründügü gibi degil.
Ergenekon'un operasyon timinin basinda, basbakanlik danismanligi da yapan meshur bir istihbaratçi var. Bugünlerde Mikdat Alpay'i da yeni olusuma pazarlama gayretlerinin sürdügünü duyuyoruz. Ergenekon'un siyasi kanadi ise, Maocu-Türkçü-Tarikatçi kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanmasi tavsayinca, kendisini daha net ortaya koyacak.
Önce Yeni Hayat ve Aydinlik, sayfalarini birbirlerine açarak paslasmaya basladi. Ardindan birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarina, Azerbaycan'dan profesörlük unvanli. Kadiri Seyhi Haydar Bas'i da aldilar. Fikir babaligini Atilla Ilhan'in yaptigi olusumun operasyonel komutani; emekli albay Hüseyin Mümtaz. Mümtaz, Yeni Mesaj'daki kösesinde söyle buyuruyor "Ayni TBMM hükümetinin Kurtulus Savasi esnasinda, Kuvayi Milliye'yi canlandirmak için Anadolu'ya gönderdigi -irsad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj -Meltem TV ekibine, Yeni Hayat'a, Aydinlikçilar'a, Mümtaz Soysal'a, Erol Manisali'ya ve açiktan olmasa da - askere- büyük görev düsüyor..." Ergenekon'un dayandigi ana tezler; Ulusal Bagimsizlik, IMF karsitligi (hatta AB muhalifligi), Anti- Amerikancilik, Amerika'nin dislandigi bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvay-i Milliye hareketi çerçevesindedir. Atatürkçü Düsünce Dernekleri ve eski Marxist organizasyonlarla içli disli çalisan bu grup, kimi zaman da Aleviligi yalnizca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan "ateist fakat mezhepçi" bazi derneklerle de isbirligi yürütmektedir.
"Anlasilan "Gerçek Ergenekon" Ergenekon'la ilgili gelismelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde bulunmasindan pek memnun degil. Enterasan gelismeler degil mi? "Ciya" düsmani Perinçek Ergenekon'da... Sedat Peker'in basini çektigi "Öz Türkler" veya Peker'in tanimiyla Pantürkizm (Turancilik) hareketinin gövde gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapilandigi" söylentisi ile es zamanli olmasi ilginç. Anlasilan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler" ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrilacak...
Istanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayis 2002 aksami yapilan "Öz Türkler" gününe, diger bir tarifle Sedat Peker'in beyninde sembolize ettigi ismiyle "Birlesik Türk Devletleri"nin kurulusuna, bir çok ünlü sahsiyetin yanisira eski Kara Kuvvetleri Komutani ve Genel Kurmay Baskanligi adayi Muhittin Fisunoglu'nun katilmasi, günün en dikkat çeken haberleri arasindaydi. Biliyorsunuz Orgeneral Muhittin Fisunoglu (E) -Emekli Pasalarin kartvizitleri böyle oluyor- Hayyam Garipoglu'nun Sümerbank'ina da, farkinda olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" olmustu. Hilton'daki davete de yine Mehmet AH Yilmaz ve Atilla Yildirim davet edince, farkinda olmadan gitmis ama, kapidan içeri girince manzarayi anlamis. "Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmis bulundum. Hemen dönüp çikamadim" diyormus.
Muhittin Fisunoglu'nun referans gösterdigi ve yemegi birlikte yedigini söyledigi Mehmet Ali Yilmaz, Dündar Kiliç'in eski is ortagi, yeralti dünyasinin islerim takip eden bir politikaci. Atilla Yildirim da, Alaattin Çakici'nin islerini takip eden ve bîr çok kere gözaltina alinan, ikinci sinif bir mafya babasi. Vah pasam vah... Pasa, herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldi ki "Peker'i tanimaktan pisman degilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldi. Kendi çizgileri ile "gönüllü zaptiye memuru anlaminda" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü- Turana Sedat Peker'in, Aydinlik gibi, ipleri kimin elinde oldugu belli olmayan bir organizasyonla yakinlik kurmasinin, izah edilecek bir yani yok.
Biliyorsunuz Sedat Peker, 19 Mayis'ta Aydinlik'a büyük bir ilan vermisti. Çok profesyonelce düzenlenmis web sitesi için ise, söyleyecek bir söz yok. Bizce, düsüncesi ne olursa olsun, arkasinda kim oldugu belli olan siteler, fikri gelisme ve degisik bir seyler ögrenme açisindan yararli. Esasinda legal platformlar içinde, "milliyetçi" duygularimizin kamçilanmasina ve tepkilerimizi açikça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da var. Ancak, "Birlesik Türk Devletlerinin" kurulmasi, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapilanmaya gidilmesi fikirleri Ise, tehlikeli atilimlar. Hele hele, Perinçek gibi ajan-provokatörlerin içinde bulundugu olusumlar, hiç bir zaman Türkiye'ye fayda getirmez.
Simdi Taha Kivanç ve Aksiyondan Harun Odabasi'nin yazilarindan faydalanarak. Dogu Perinçek tarafindan kaleme alindigi söylenen "Ergenekon"un reorganizasyon çalismalarina göz atalim: "Bu çalismanin amaci, (...) Ergenekon'un reorganizasyonuna katkida bulunabilmektedir. 21. yüzyilda güçlü bir istihbarat örgütünün anahtari, uluslararasi finansal organizasyonlari engellemek olacaktir. Dünya para hareketinin dikkatle izlenisi, gerek uluslararasi platformda, gerekse ülke içinde siyasi ve toplumsal olusumlari çok önceden görerek karsi önlemler alinmasini saglayabilmenin en etkin çözüm yoludur. (...)
Ergenekon, kaçinilmaz bir biçimde, çagin ve kosullarin geregi olarak, ekonomi alaninda çok etkin faaliyetler uygulamaya koymak ve para akisini kontrol altina almak zorunlulugu ile karsi karsiyadir. Türkiye'den pek çok kisi yurtdisina kaynak aktarmaktadir ve bunun önüne geçebilmek mümkün degildir. Ancak, çesitli ülkelerde bankalara sizdirilacak bilgisayar hirsizlan, tespit edilen bu kaynaklar ile Türkiye'den kaynak aktarimi yapan kuruluslarin likit aktarimlarini, mevcut güçlü bir sirket üzerinden yeniden Türkiye'ye aktarabilir.
Çesitli ülkelerdeki bankalara sizdirilacak bilgisayar hirsizlarindan yararlanilarak, likit kaynak aktarimi yoluna gidilmelidir. Bu türden kaynak aktarimlari, 48 saatte tamamlanmalidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin varligini tümüyle ortadan kaldirmaya yönelik çabalar, dis odakli olmaktan çikip yerli isbirlikçilerin gönüllü katkilariyla, ülke içinde de yikici güç odaklanma noktasina ulasmistir. 1914 yillarinda Istanbul, dis ülkelerin istihbarat ajanlarinin cirit attigi, pek çok yandaslarinin oldugu, dileklerini gerçeklestirebildikleri bir dünya kentine dönüsmüstü.
Bugün de böyledir. Çünkü savas sürdürülmektedir. Ve bu savasin tek amaci vardir: Bölerek/ parçalayarak Türkiye Cumhuriyeti'ni yikmak! Yabana güç odaklarinin yerli isbirlikçileri, devletin her kademesine sizarak TBMM'ne girebilmis ve hatta siyasi platformda iktidar dönemleri yasamislardir. Türlü özverilerle yurtdisinda egitim görmeleri saglanan yetiskin insan kaynaklari, ne acidir ki, ülke çikarlari için 'negatif veriler olarak karsimiza çikmaktadir. Bu nedenle, devletin en önemli yapi taslan çökmüs ve islemez hale getirilebilmistir. Ergenekon bünyesinde, yurtdisinda egitim görmüs personel bulundurulmamasi zorunlulugu vardir.
Dünya Bankasi ve Avrupa Birligi, baska ülkeler tarafindan finanse ediliyor, dis istihbarat örgütleriyle iliskili. Ergenekon'un, kendi kuracagi sivil toplum Örgütlerine ihtiyaci vardir. Ergenekon, Türkiye'de faaliyet gösteren tüm sivil toplum örgütlerini, kontrol altina almalidir. Bu bir zorunluluktur. Çünkü bu örgütlenmelerin finans kaynaklan, dis ülkelerdir. (Medya) Kontrol edemedigimizi, dogal isleyisi içinde, örtülü biçimde etkileyelim, denetleyelim. Ergenekon, dogrudan kendi örgütüne bagli holdingler ve bankalari süratle kurup, ideolojiye uygun ekonomik/ politik denge saglayabilmelidir. Kullanacagimiz ajanlar merhametsiz olmali. Naylon sirketler kurulmali (...)
Elde edilen ekonomik girdiler, öz kaynak olarak Örgütün kuracagi legal sirketlerde degerlendirilerek aklanmalidir. Illegal isler, bütün istihbarat örgütlerinin ilgi alani. Biz neden farkli davranalim? Türkiye, silâh üreten bir ülke durumunda olmadigindan, jeo/ stratejik açidan kaçinilmaz olarak ve iradesi disinda zorunlu olarak, uyusturucu satisinda köprü durumundadir. Uyusturucu ticaretini denetim altina almalidir. Türkiye'nin bir baska sansi da, kimyasal silâh üretimi olabilir. Çünkü bu alanda, basarili sonuçlar elde edebilecek insan kaynaklarina sahiptir. Kisisel çikarlar adina siyasete yönelmis ve hedefe ulasabilmek adina her seyi mubah sayabilen siyasilerin engellenebilmesi için, geriye kalan tek yol suikasttir. Suikast operasyonlarina gerek duyulmamasi için, siyasi portreler çok ciddi analiz edilmeli, ortak ideallere uygun siyasilerin seçim kampanyalari organize edilerek, parlamentoda etkin ve güçlü biçimde yer alabilmeleri saglanmali.
Atatürk ilkeleri dogrultusunda, Kemalizm'in tek gerçek olduguna inanmali. Ingiltere, Almanya, Fransa, Amerika Birlesik Devletleri, SSCB gibi ülkelerin; kendi ideolojileri dogrultusunda, "sivil unsurlardan" sonuna degin yararlanmayi bildigi, emperyalist emelleri adina, tüm dünya ülkelerinde, her alanda çesitli faaliyetler sonucunda kültürel, siyasal ve ekonomik çikarlar elde ettigi. Günümüzde degisen degil, giderek daha da gelistirilen sivil unsur etkinlikleri ile sürdürülmekte olan bu çalismalar; sayilan giderek artan "sivil toplum örgütleri", "insani yardim kuruluslari", P-2 Mason Locasi, Bilderberg Grubu vb. gibi çesitli gizli ve örtülü adlar altinda, dünyanin dört bir yaninda ideolojik, siyasal, ekonomik, kültürel ve bilimsel çalismalari örgütsel olarak yürütüyor.
Toplum, Kemalist ideolojiyi gerçek anlamda özümse-yememis, emperyalist devletlerin 'sivil unsurlarinin' ve yerli isbirlikçilerinin çabalan sonucunda -buna firsat bulamamis- kaçinilmaz olarak, yabana ideolojilerin cazibesine kapilmistir. Gelisen dünya ülkelerindeki genis halk kitlelerinin erisebildigi kosullan göz önüne alan Türk toplumu; gerçekte siyasi liderler ve yandaslarinin çikartan adina, hareketlerinden kaynaklanan hatalardan ötürü,  Kemalizm'i sorumlu tutarak, yargilamaya yönelmistir.
Türk halki, toplumsal geri kalmislik, mutsuzluk ve umutsuzlugun kaynagi olarak, Kemalizm'i sorumlu tutar hâle gelmistir. Ve bugün çesitli Ideolojiler dogrultusundan hareketle toplum, düsünsel ve inançsal alanlarda parçalara bölünmüs, etnik ayrimcilik dünya platformunda kendisine yer edinebilmis, toplum "yeni rejim" arayislarinin kaosuna sürüklenmistir. Yasli insanlar (50 yas üzeri); tümden güvenini yitirmis, düs kirikligi içindedir. Orta kusak (35-50 yas arasi) olarak ele alinacak nesil için de durum böyledir. Genç kusak ise (18-30) kendilerinden önceki kusaklarin yasamak ve katlanmak zorunda kaldiklari kosullar ile gelismis ülke insanlarinin eristikleri kosullar arasinda muhasebe yapmakta ve mevcut rejimin kendilerine bir gelecek saglayabilecek güç ve dinamige sahip olmadigini pesinen görmektedir.
Genis halk kitleleri, umutsuzlugun ivmesi ile kaosu yasamaktadir. Onca kötü ve adaletsiz egitime karsin; Türk insani kendisini, içinde bulundugu kosullara direnç gösterebilecek bir biçimde egitebilmistir. Bu nedenle -dis güçlerin onca emperyalist çabalarina karsin- Türkiye Cumhuriyeti'nde, genis halk kitlelerine dayali sosyal ve siyasal patlamalar bir türlü gerçeklestirilememistir. Türk toplumu hangi görüs ve inanca sahip olursa olsun, -tarihsel birikim sonucu- bilmektedir ki; ülke ayakta kalamadiginda, birey olarak kendisi de var olamayacaktir. Bu nedenle, bir yandan varliginin devamini saglamak, diger yandan "zulüm rejimi" olarak tanimlar hale geldigi mevcut düzeni, degistirmenin yollarini aramaktadir.
Federal Alman Friedrich Eber Stiftung Vakfi ile Konrad Adenauer Vakfi'nin çalismalarindan yalnizca birkaçina bakilacak oldugunda, 'Türk Gençligi 98- Suskun Kitle Büyüteç Altinda", "Avrupa Birligi'nin Akdeniz Politikasi ve Türkiye", "Enformel Sektör ve Sosyal Güvenlik: Sorunlar ve Perspektifler", "Türkiye'de Sendikacilik Hareketleri" ve "Türk Medya Sektöründe Yogunlasma Hareketleri ve Beklenen Etkileri" gibi çesitli arastirma raporlari hazirladiklari görülüyor. "Bu çalismalarin pek çok benzerlerinin Avrupa ve ABD'nin sivil unsurlari tarafindan gerçeklestiriliyor olusu, Türk sivil toplum örgütleri içinde etnik, fundemantalist, kültürel, siyasal ve ekonomik faaliyetlerde belirleyen faktör olarak etkin ve yogun bir biçimde yer alabilmeleri ise; küçümsenecek bir unsur olamaz.
Insanlarinin "köse dönücülüge" kosullandirilarak, paraya ve çikarlara endekslenmis, tüm manevi degerleri yipratilarak dejenere edilmis bireylerden olusan bir topluma dönüstürülen kitleleri, sivil unsurlarin etkinlikleri birlestirecek, özüne sarilmasi geregini motive edecek, moral ve umut kaynagi olacaktir. Bu sayede Türkiye'de faaliyet gösteren yabana sivil toplum örgütleri, önlerinde ilk kez bir sivil kontra hareketin direncini bulacaktir. Karsilasacaklari bu sivil direnç, etkinliklerini sifir noktasina çekecektir. Yetiskin ve yetismekte olan gençlik, özüne uygun platformlarda kendisini ifade edebilecektir.
Lobi'nin faaliyetleri, siyasi otorite gruplari ile dis kaynakli, isbirlikçi, sözde sivil toplum örgütlerinin bölücü ve yikici girisimleri etkisiz kilinacaktir. Lobi'nin kontra direnci ile karsilasan siyasi otorite gruplari, dogal olarak Kemalist sivil "Lobi" ile isbirligine yönelme zorunlulugu duyacaklardir. (Örnegin; benzer dis güç odaklan arasinda yer alan mason locasi ve Bilderberg grubu ile isbirlikçilige yönelinmesi gibi) Aksi halde halkla bütünlesmeleri mümkün olmayacaktir. Mevcut medya yapilanmasi ise; Kemalist sivil "Lobi"nin faaliyetleri karsisinda, çikarlar adina, halki siyasi otorite gruplarina yönlendirmeyi ve bütünlestirmeyi basaramayacaklardir. (Lobi'nin amaci)     Türkiye Cumhuriyeti1™, etnik/ fundamentalist/ siyasal/ ekonomik faktörlerinden yararlanarak; bölerek yikmayi, basarilamaz ise de çikarlara yönelik yönlendirmelerle, bir anlamda yönetebilmek hedef alinmistir.
Ilk adimlarinin kültürel iliskiler düzeyinde atildigi söz konusu kuruluslarin bugün ulastigi nokta, mevcut rejimi tümüyle kontrol altina alma asamasina eristigi gibi; ülkenin bölünmenin esigine getirilebilmis olmasiyla da ne denli büyük sakincalar yaratilabileceklerinin son 15 yilda yasanilan olaylar ile ortaya çikmistir. Her birinin ardinda görünen sözde vakif kuruluslarinin finanse ettigi söz konusu sivil toplum örgütleri, bilindigi üzere, gerçekte ait olduklari ülkelerin hazine kasalarindan karsilanan milyarlarca dolarla finanse edilmektedirler. Atacaklari her adim ise; yine ait olduklari ülkelerin gizli istihbarat örgütlerinin son derece deneyimli, arastirmaci teorisyenlerince planlanmaktadir.
Türkiye'de faaliyet göstermekte olan yabana sivil toplum örgütleri, kültürel, ekonomik, bilimsel ve siyasal olmak üzere her alanda, her türden argümandan yararlanmaktadir. Yabana sivil toplum örgütleri, Türk halkinin demokratik haklarini kullanabilmek amaciyla kurduklari, sözde sivil toplum örgütleri, dernekler, vakiflar, medya ve benzer faaliyetlerini de finanse ederek, kendilerine yerli isbirlikçiler olusturmaktadirlar. Siyasi otorite gruplari, salt oy kaygisi ile -tarihsel süreç içinde- "tarikat liderleri" ile isbirligine yönelmislerdir. Cumhuriyet yasalariyla men edilmis olmasina karsin; dergâhlarin faaliyetlerine göz" yummuslardir. Çikara dayali bu sorumsuz tutum sonucunda ise; rejim karsiti fundamentalist görüs iktidar olabilmistir.         
Bu iktidara son veren kosullarin olusturulabilmesi için, büyük ve olaganüstü bir karsi çaba geregi dogmus ve sonucunda dis ülke otoriteleri ile yerli isbirlikçilerinin tarih önünde "sivil darbe tezgâhi", 'Türk Silahli Kuvvetleri dayatmasi" olarak tanimlama cüretini gösterebildikleri, 28 Subat süreci yasanmistir.
Siyasi otorite gruplarinin, çikarlari adina mafya gruplari olusturdugu ve bu yolla pek çok devlet ihalesi, bankalar, stratejik öneme sahip enerji üretim tesislerinin yani sira; çesitli üretim birimlerini adeta "ele geçirme" operasyonlari sonrasinda yandas kartellerin eline geçtigi, uyusturucu, silah ve kumarin, her dönemde ve her grup tarafindan finans kaynagi olarak kullanildigi...
Kamuoyunu etkileyen, yönlendiren ve biçimlendiren medya organlari, ülke çikarlarini hiçe sayarak, salt kendi çikarlarina uygun hareket eden mekanizmalar haline getirilmistir. Direnenlerin ise; önüne çesitli setler çekilerek ayakta kalip varliklarini sürdürmeleri olanaksiz kilinmistir. Türkiye'de, 1995 yilindan 1999 yilina degin, oldukça kisa bir süreçte, küçük ama bagimsiz tek bir yayinevi kalmamistir. Çünkü medya kartelleri ile banka sektörü, kitap yayinciligina -üstelik kâr orani çok düsük olmasina karsin- yönelmis, her türlü düsünce üretimine bu yolla çok kolayca, zahmetsizce ve topluma hissettirilmeksizin, sözde kültür hizmeti gerçeklestirilerek son verilmistir.
1950-1960 dogumlularin ardindan gelen kusaklar arasinda, varligindan söz edilebilecek tek bir yazar yetismemis olmasi, faaliyetlerin ne denli sindirici, yok edici ve zararli oldugunun en belirgin kaniti. Türk sivil toplum Örgütlerinin finans kaynaklarinin, yabanci ortakli karteller ve dis ülkelerin vakif veya sivil toplum kuruluslari, derneklerden baslayarak vakif ve sivil hareket örgütlenis biçimlerinin her asamasinda, ülke disi kaynaklarca finanse edildigi...
Programlanan kamu örgütlenisinin, ulusal çikarlara uygun olmasi beklenemez. "Lobi"nin gösterecegi faaliyetler ile yukarida isaret edilen alanlarda, çok daha kolay ve saglikli istihbarat toplayabilecegi ve degerlendirme ile analizini gerçeklestirebilecegi, kontra senaryolar üretilip, etkinlikler tasarlayarak uygulamaya koyulacagi, kamuoyunun Kemalist ideolojiye ve ulusal çikarlara uygun sivil hareketi sahiplenerek katilim saglanabilecektir. Lobi, genis halk kitlelerine yönelik çalismalarinda, Özellikle gençlerin Kemalist ideoloji ve ülke çikarlari dogrultusunda yeniden örgütlenmelerini saglamayi tasarlamaktadir.
Dis ülke istihbarat örgütlerinin uzantilari olan kuruluslarin, finans ve kontrolünde etkinlikler sergileyen, mevcut sivil toplum örgütlerinin ulusal çikarlara aykiri faaliyetlerini saglikli biçimde belirleyerek, bu faaliyetlerin kamuoyunu etkilemesinin önüne geçilmesini saglamak için; gerekli önlemleri alip, kontra teori ve senaryolar üreterek uygulama alanlari yaratilmasi ve yasama geçirilmesini saglayacaktir. Bir merkezde toplanacak olan bilgiler isiginda analiz ve degerlendirme yapacak, teori ve senaryolar üreterek, iletisim ve propaganda yoluyla, ulusal çikarlara aykiriliklar karsisinda, sivil direnç odaklan olusturacaktir. Lobi yapilanmasi ve tüm faaliyetleri, mevcut hukuk platformu ile çerçevelenecektir. Örgütlenme, yapilanma ve faaliyetlerinde, legal sinirlar içinde kalarak, böylece temiz toplumun özlemi içindeki kamuoyunun, Özlemini duydugu, kendi yapisina uygun sivil toplum Örgütlerine kavusmus olunacaktir. Lobi'nin her girisimi, kendi içinde olusacak hukuk birimi tarafindan, yasal kosullara uyumlu hale getirilecektir.
Lobi'nin Kemalist ideolojiye bagliligi ve bagimsizligi, kendi içinde uygulamaya koyacagi ticari faaliyetler ile saglanacaktir. Lobi, çesitli alanlarda kuracagi ticari sirketlerin faaliyetleriyle giderlerini karsilayacak, projelerini uygulama olanagina kavusacak ve mevcut rejim karsiti yapilanmalarin olusturdugu ekonomik güçlerin faaliyet gösterdikleri alanlarda rekabete yönelerek, ülke ekonomisinin rejim karsiti güçlerin denetim ve kontrolüne geçirilmesi çabalarina engel olacaktir. Lobi, tasarim, girisim ve uygulamalarinda, toplumun, temiz toplum özlemi arayisina, örnek sivil toplum örgütlenmelerinin olusturulmasinda önderlik edecektir
Girisimlerinin, mevcut anayasal düzenin kurallarina uygunlugu ilkesi Ön planda tutulacak, sivil toplum Örgütlerinin ulusal çikarlara uygun, tepkisel eylemlerde bulunmasi saglayacak ve kitlesel tepkiler organize edilerek, kontrolde, tutulmasi saglanacaktir. Islev ve misyonunu tamamlamis çesitli isçi sendikalarinin, sivil toplum Örgütlerinden etkilenmeleri saglanarak, mevcut sendikalarinin tepkisel ve kitlesel eylemlerinin endirekt metodlarla yönlendirilmesi saglanacaktir. Lobi, prensip olarak hiçbir zaman, dogrudan dogruya toplumsal eylemler içinde yer almamaya titizlikle riayet edecek, olusturacagi sivil toplum kuruluslarinin etkinlik ve eylemler düzenlemesini, organize ve kontrol eden güçlü bir mekanizma olarak kalmaya çalisacaktir.
Ayni sekilde ticari ve kültürel faaliyetlerde de dogrudan dogruya girisim ve etkinlikler içinde yer almayip, tüm faaliyet alanlarinda, organizasyon çatisi altinda olusturdugu kurulus ve örgütleri, amaçlan dogrultusunda harekete geçiren bir mekanizma olarak kalmaya özen gösterecektir. Bu nedenle, amaçlanan girisimlerin uygulanabilmesi ve sonuca ulasilabilmesi için, ekonomik faaliyetler ön planda tutulmalidir. Lobinin amaçlarindan saptinlmamasi için, ekonomik olarak güçlü olabilmesi esastir. Faaliyete geçirilmesi planlanan Lobi, öncelikle ticari sirketler araciligi ile ekonomik güç kazanmali, ardindan kuracagi vakif ile de ekonomik gücünü artirma çalismalarina yönelmelidir. Bilginin para kaynagina dönüsebilirligi gözden kaçirilmamali, mevcut istihbarat birikimlerinden, ekonomik güç elde edebilmek için yararlanilmalidir. Mevcut pek çok sivil toplum örgütü ile çesitti alanlarda faaliyet gösteren pek çok vakif bulunmakta. Bunlarin finans kaynaklan ve amaçlarini saptayip kontra faaliyetler ile önlerinde güçlü dirençler olusturmak gerekiyor.
Mevcut sendikalarin yönetim kadrolarinin iliskiler agi yeniden gözden geçirilerek, siyasi ve ekonomik güç odaklariyla ilintileri ele alinacak, tabanlari bu iliskiler hakkinda bilgilendirilerek, isçi kitleleri üzerindeki etkinlikleri kirilip, güçleri zayi fi atilacaktir. Ülke ekonomisini elinde tutan ve kisisel çikarlari adina ulusal çikarlari hiçe sayabilen, çok uluslu sirketler ile ortakliklari olan güçlü holdinglerin faaliyetleri kontrol altina alinmalidir. Bu türden holdinglerin faaliyet ve planlamalari hakkinda istihbarat saglanmali, engelleyici, kontra önlemler üretilmeli ve uygulamaya konulmalidir. Gereginde bu holdinglerin ihtiyaçlarina cevap verecek ticari sirketler kurularak, müsterek iliskiler gelistirilmeli ve isbirligi içinde olunmalidir. Insan kaynaklarina dayali ticari bir danismanlik ve hizmet sirketi kurularak, güçlü ticari kuruluslarda kadrolasma saglanabilmelidir. Yine ayni amaçla bir güvenlik sirketi kurularak, isadamlarinin güvenligi saglanabilmeli ve böylece her alanda kadrolasma gerçeklestirilebilmelidir.
Mafya gruplari tümüyle yeniden gözden geçirilmeli, deneyimli mevcut gruplarin karsisinda yeni ve güçlü bir grup olusturularak, denetim ve kontrol altina alinmalari saglanmalidir. Lobi, çalismalarinda medya kuruluslari ile dogrudan temasta bulunmamaya azami özen göstermelidir. Daha çok organizasyonun semsiyesi altinda yer alacak sivil toplum örgütleri ile vakiflarin faaliyetleri dogrultusunda baglanti kurdurulmasi saglanmalidir.
Lobi'nin prensip olarak, hiçbir girisim ve eylemin içinde yer almamasi ve tümüyle yasal düzenleme içinde hareket etmesi, toplumsal prensiplere saygili olmasi, örnek bir sivil toplum kurulusu olarak, siyasetten tümüyle uzak bir yapi olarak faaliyet göstermesi gereklidir. Gelecegin dünyasinda "sanal ortam" büyük önem ifade edecek olmakla birlikte, kan gerçekler, belirleyici ve sonuçlandirin unsurlar olmaya devam edecektir. Ergenekon'un, Lobi adini verdigimiz örgütsel organizasyonun faaliyetlerine, önümüzdeki zaman dilimi içinde çok daha fazla gereksinimi olacagi görüsünde, haddimizin sinirlanin zorlayan israrciliktaki ifade ve isaretlerimizin amaci, konunun öneminden kaynaklanmaktadir. Emir ve tensiplerinize...
ORGANIZASYON PLANI
Dokuz departmandan olusan Lobi'nin organizasyon plani, asagidaki birimlerden olusmaktadir: Departmanlar, Ergenekon tarafindan örgütün merkez üyeligine atanmis güvenilir yöneticiye dogrudan bagli olarak yönetilecek. Bes sivil yönetici personelin Ergenekon ile temasi ise; atanmis ve güvenilir iki sivil personel ile saglanacaktir. Departman baskanlari, merkezdeki bes yönetici tarafindan seçilecek ve yönlendirilecektir.
1.MERKEZ
Lobi'nin merkezden görev almasi için, Ergenekon tarafindan atanmis, güvenilir bes sivil yönetici bulunacaktir. Yönetici personelin görevi; elde edilen veriler isiginda, organizasyonu, gizlilik prensiplerine sadik kalarak, saglikli biçimde yönetmek oldugu kadar, her alanda gelisim ve teknigini de arttirmaktir. Bunun yanisira, birimlerin olusturulmasi ve birimlerin saglikli, düzenli ve etkin biçimde isleyisini saglamaktir.
2.ARASTIRMA VE BILGI TOPLAMA
Arastirma ve Bilgi Toplama Departmani, merkez üyelerince seçilmis baskan ve on kisilik bir yardima kadrodan olusmaktadir. Lobi'nin amaçlan dogrultusunda istihbarat verileri toplamak, arsivlemek ve merkeze sunmaktir.
3.ANALIZ VE DEGERLENDIRME
Analiz ve Degerlendirme Departmani, bir baskan ve bes kisilik yardima bir kadrodan olusmaktadir. Elde edilen istihbarat verilerinin analiz raporlarinin hazirlanmasi çalismalarini yürütmekle sorumludur.
4.FINANS VE TICARET
Finans ve Ticaret Departmani, bir baskan ve alti kisilik yardimci personelden olusmaktadir. Ticari kosullari yakindan izlemek, ticari faaliyet ve yardim alanlarinin belirlenmesi çalismalarinin yürütülmesinden sorumludur. Ayrica, ülkenin içinde bulundugu ticari ve ekonomik kosullarin belirlenmesi çalismalarini yürütür. Bu birimin baskani, örgütün ticari sirketlerinin kurulus, organizasyon ve denetimini kontrol eder.
5.KÜLTÜR VE BILIM
Kültür ve Bilim Departmani, bir baskan ve alti yardimci personelden olusmaktadir. Bilimsel ve kültürel gelismeleri yakindan izlemek ve yararlanilabilecek alanlarin tespiti çalismalarini gerçeklestirir. Kültürel ve bilimsel faaliyetlerde bulunarak, kamuoyunu ulusal çikarlar dogrultusunda aydinlatip, yönlendirme çalismalarini yürütür. Ülke çikarlarina aykiri kültürel faaliyetleri tespit eder ve karsi argüman üreterek, kamuoyunu ve sivil toplum kuruluslarini karsi bilinçlendirme ile gereginde karsi eylemlere yöneltir.
6.TEORI VE SENARYO
Teori ve Senaryo Departmani, bir baskan ve bes senaristten olusmaktadir. Bu departmanin görevi; ihtiyaç duyulmasi halinde, elde edilen analiz raporlarindan yararlanarak, kontra teori ve senaryolar üretmektir. Ulusal çikarlara aykiri teori ve senaryolarin, çürütülmesinde belirleyici rol oynar. Uygulamaya konulmasi düsünülen senaryolarin saglikli sonuçlara ulasmasini saglamak amaci ile, karsilasilacak kontra senaryolari belirleyerek, Önlem alinmasini saglar. Kültürel, bilimsel senaryo kurgulan ile kamuoyunun ajite edilmesinin önüne geçecek argümanlar üretir. Medya kuruluslarini yönlendirme çalismalarina katkida bulunur.
7.ILETISIM VE PROPAGANDA
Iletisim ve Propaganda Departmani, bir baskan ve bes yardimcidan olusmaktadir. Bu departmanin görevi; amaçlara uygun olarak medya kuruluslarini bilgilendirmek, yönlendirmek ve bu yolla kontrol altinda tutmaktir. Ayrica, faaliyetlerde amaçlara uygun kamuoyu olusturulmasi ve kamuoyunun desteginin saglanmasi çalismalarini yürütür. Bunlarin yanisira, organizasyonun iliski kurmayi tasarladigi kisi, kurum ve kuruluslar üzerinde etkileme çalismalari gerçeklestirerek, saglikli iliskiler kurulabilmesinin alt yapisini hazirlar.
8.HUKUK
Hukuk Departmani, bir baskan ve bes yardimcidan olusmaktadir. Organizasyonun girisim ve faaliyetlerinin, mevcut yasalarin hukuksal temeline dayandirilabilmesi çalismalarini yürütür. Bu departmanda yer alacak personel, hukukçulardan olusur. Organizasyonun hukuk islerini üstlenecek olan bu departman, hukuksal kurallardan azami ölçüde yararlanilmasi çalismalarini yürütür.
9.ULUSLARARASI ILISKILER
Uluslararasi Iliskiler Departmani, bir baskan ve alti yardimcisindan olusmaktadir. Bu departmanin görevi; organizasyonun uluslararasi alanlardaki faaliyetlerinin, saglikli biçimde yürütülmesini saglamaktir. Türkiye'de faaliyet göstermekte olan uluslararasi kuruluslarin çalismalarini analiz etmek, bu kuruluslar ile yakin iliski kurulmasini saglamak ve dis güç odaklan olan bu kuruluslarin amaçlarinin belirlenmesini saglamaktir.
KADRO
Organizasyonunda yalnizca sivillerin yer alacagi bu örgütlenme, köprü eleman ile Ergenekon'a bagli olarak faaliyet gösterir. Organizasyonun merkezinde görev alacak bes sivil personel ile köprü personel görevini üstlenecek iki sivil, Ergenekon tarafindan belirlenerek atanir. Birim baskanlari ile örgütün kuracagi vakif ve ticari sirketlerin yöneticileri ve sahipleri ise; merkezde yer alan yönetim personeli tarafindan seçilir. Böylelikle gizlilik esasinin korunmasi saglanmalidir.
ELEMAN PROFILI
Lobi örgütlenmesi içinde yer alacak elemanlarin, çaga ayak uydurabilecek donanim, bilgi ve deneyime sahip olmasi esasi aranacagi gibi, gereginde her tür eleman profilinden yararlanilmasindan kaçinilmaz. Özellikle sistemle barisik olmayan, aradigini bulamamis yapidaki kisilikler seçilir. Çünkü bu tür kisiler sistemin bosluklarini, mekanizmanin isleyisini, oyunun kurallarini ve zaaflarini çok daha iyi bilmektedirler.
BIRIM BASKANLARI
Örgütlenme içinde departmanlarin islev ve amaçlarina uygun yapiya sahip, konusunda deneyim sahibi kisiler tercih edilir. Birim baskanlari, Lobi faaliyetlerini tümü ile serbest girisimcilik sinirlan içinde kaldigi konusunda, kuskuya kapilmayacak sekilde yönlendirilir. Ortak amaçlar, fikir birligi ve inançlar dogrultusunda çalistirilir. Isbirliginde organizasyonun kurulus ve faaliyet amaci olarak esas; kâr ve topluma yarar saglanmasi vardir.
KÖPRÜSEL PERSONEL
Ergenekon tarafindan atanan iki sivil, mutlaka baska kuruluslarda görevli olanlar arasindan seçilir. Böylece gizliligin saglanmasi korunmus olacaktir. Bu kisilerin yeterli bilgi ve deneyim sahibi olmalarindan sonra, organizasyonun merkez yönetiminde yer almalari saglanir ve organizasyonun merkez baskani, bu kisiler arasindan seçilir.
FINANS
 Lobi'nin faaliyetlerinin finansi, baslangiç noktasinda Ergenekon tarafindan karsilanir. Ancak, ilke olarak organizasyon ilk ticari sirketini kurup, faaliyete geçirmesinin ardindan finansal destege son verilir ve örgütün, kendisine finans kaynaklan olusturulmasi saglanir.
TICARI SIRKET FAALIYETLERI
Organizasyon, kisa süre içinde belirleyecegi alanlarda, ardisik olarak, ticari sirketler kurup, yönetmeyi ve giderek artan finans kaynaklarina sahip olabilmeyi amaçliyor. Bu gelismenin süratle saglanabilmesi için, ticaret hukuku içinde yararlanilabilecek pek çok argüman mevcuttur. Baslangiçta kurdurulacak sirketlerin sürekliligi degil, finanse etmesi veya finansman saglamasi dikkate alinarak hareket edilir. Kalici ve alaninda etkin güç olarak gelistirilecek sirket kuruluslari, organizasyonlarina yeterli finanse kaynagina ulastirilmasinin ardindan, yatinin gerçeklestirilir. Bu yatirimlar sonucunda, giderek organizasyona ait holdingler olusturularak, uluslararasi ticari faaliyet girisimlerine geçilir. Lobi'ye göre finans dünyasinda yer alarak, ekonominin kontrol edilebilir düzeye erismesi ise; holdinglerin faaliyetleri sonucu, hedefe ulasilmasini saglayacaktir.
VAKIF FAALIYETLERI
Organizasyonun, mutlaka birkaç vakif olusturmasi geregi vardir. Böylelikle gücü ve etkinligi artirabilecegi gibi, organizasyon semsiyesi altinda kurumlar olusturur. Olusturulan bu kurumlar araciligi ile uluslararasi iliskiler kurulur ve her alanda çesitli yararlar elde edilme amaçlanir. Organizasyon amaçlarini en saglikli sekilde perdeleyecek olan kurumlar, vakiflar olabilir. Lobi, fundamentalist faaliyetler dogrultusunda kurulan çesitli vakiflarin, yurt içi ve yurt disinda halktan para toplayarak güçlenmesinin önüne geçilebilmesi için de, ayni kulvarda kurulacak naylon bir vakifla önlenebilmesini mümkün görmektedir. "Söylenen sözlerin özünde dogrular da olsa, illegal, kendini devlet yerine koyan organizasyonlarin, ülkeyi bölmekten baska bir fayda getirmeyeceginin, çok zarar vereceginin altini çizmek isteriz. Umariz ki bütün bu yazilanlar, hayalci bir kaç kisinin isi olup, dogru degildir.
 "Bir yaprak, her zaman bir yapraktir, ama düz kenarli, disli, kenarli, parçali, bölümlü, tüysü damarli, el ayasi biçiminde damarli, paralel damarli, dikenli vb. biçimlerde olabilir. Hatta kelebek kanatlan bile, bir yapragin biçimlerinin taklidini andirabilir. Baska deyisle, ayni biçim, çok çesitli yollardan elde edilebilecegi gibi, degisik amaçlara da hizmet edebilir; örnegin agaç yapragi, fotosentezin, optimal düzeyde gerçeklesmesi amacina katkida bulunurken, yapraga benzeyen kelebek kanadi, kelebegi, yapraklar arasinda görünmez kilmaya yarayabilir."
CEMAZIYÜLEVVELLERIN BILINMESI
Bu anekdotun hikayesinin açilimina dair hikayat, solun hâl-i pür melalini resmeden bir anlam okumasina sahiplik eden Öyküyü, konuyu içeriklestirmede, oldukça ironik bir serüven olusturur diye düsündügümüzden, aktarma geregi hissettik. Öykü, Osmanli Devleti zamaninda geçmektedir.
O zamanlar Katib-i Umumiye'de çalisan bir memur, evragin tasnif edilip, depolanmasinda kullanilan torbalardan birini evine götürüp, kendine bir iç don diktirir. Ama torbanin üzerinde yazan tarihi sildiremez. Bir gün, ayni don üstündeyken hamama gider, onun üstündeki donu görenler; "Biz bunun cemaziyülevvelini biliriz" diye kendi aralarinda espri yaparlar. Tarih okumasi, böyle bir ifadeyi dillendirerek, bu güne tasir. Bu tasiyisi iliskilendirdigimiz solun cemaziyülevvelini bilinmesi süphesiz tarihsel süreçle alakalidir. Fizik kanunu için hareket ne anlam ifadesine sahipse, tarih için süreç de ayni anlam dinamiginde fikir fonksiyonellik arz eder.
Tarihsel süreç okumalarinda ortaya çikan Öyküde, solun anlam iliskisi, böyle bir misyona tekabül etmektedir.
Türkiye sol hareketinin tarihinde, daha Cumhuriyet ilan edilmeden, Mustafa Kemal'in emriyle kurdurulan "Resmi" Türkiye Komünist Partisi'nin, tartismali bir yeri vardir. Süphesiz bu tartismalarin temelinde yatan olgu, "muvazaali" bir kurulus olmasidir. Buna sebep teskil eden durum ise; "Yesil Ordu"un sonradan aldigi farklilasma idi. Tehlikeli bir gidisata yönelen bu faaliyeti bertaraf etmek maksadiyla Mustafa Kemal, böyle bir taktikle, Komünist Partisi'ni kurdu. Baslangiçta milli mücadelenin ehemmiyet ve zaruriyetini anlatmak maksadiyla kurulmus olan "Yesil Ordu", Atatürk'ün nutkunda da ifade ettigi gibi, muzir bir mahiyete döndürülmüstü. Bunun sebebi, Bakû'de bulunan Istirakuyun birligiyle temasa geçerek, sosyal izan ve kurtulus hareketine karisan bir tesekküle dönmesidir.
Atatürk, Nutuk'un ikinci cildinde, bu konuya deginmektedir. "Bu cemiyetin, muzir bir sekil ve mahiyet aldigina kani oldum. Derhal lagvi cihetini düsündüm. Tanidigim arkadaslari tenvir ettim. Fakat katib-i umumi olan Hakki Behiç Bey, cemiyet lagvi hakkindaki teklifimizin gayri kabili isaf ve tatbik oldugunu söyledi. Ben lagvettiririm dedim. Bunun da gayri kabil oldugunu ve bu cemiyeti tesis edenlerin, nihayete kadar maksatlarindan ayrilmayacaklarina dair yek digerine söz vermis olduklarini, bir vaaz'i mahsus ile ifade etti. Vakia gösterdi ki, bu hafi cemiyetin faaliyetini mene çalistigimiz halde, tamamen mutfak olamadik. Cemiyet rüesasindan bir kismi, Resit Ethem, Tevfik biraderler basta bulunuyordu. Faaliyetlerine bittabi, tamamen menfi ve aleyhtarane bir tarzda devam etmislerdi. Eskisehir'de çikardiklari 'Yeni Dünya' gazetesi ile de, fikir ve maksatlarini mütecavizane bir surette nesrediyorlardi."
YESIL ORDU NIÇIN KURULMUSTU?
1920'de Büyük Millet Meclisi tesekkül etmis, mebuslar arasinda, Türk milletinin istiklal ve istikbal davasinda, muhtelif düsünce ve görüsler çarpismaktadir. Bazilari hilafeti istiyorlar, bazilari müttefiklerin tazyiklerini azaltmak için Rusya ile anlasmak fikrindedirler, iste bu sirada ve her seyden çok, hakli mücadele zaruriyetine inandirmak lazimdi. Yesil Ordu bu vaziyetle kurulmus ve faaliyetlerini üstlenmisti. Fakat çok geçmeden kurulus gayesinden uzaklasmis, aralarina sizan Bolseviklige meyilli insanlar vasitasiyla, bir ihtilal cemiyeti haline gelmisti.
Bilhassa üçüncü Enternasyonale bagli olarak Bakû'de, Komünist Partisi üyelerinin, Yesil Ordu arasina sizmalari, bu arada Baytar Salih, Serif Mahatof, Rusyali Ziymetullah, Niseveran, Emek gazetesi sahibi Ahmet Hilmi'nin ve daha sonralari da Mustafa Suphi ve Nerimanof 'un bu teskilatla tesrik-i mesai etmeleri, basta Mustafa Kemal olmak üzere, Kazim Karabekir ve Ali Fuat Pasa'nin tespitleriyle takibe alinmislardi. Yesil Ordu'nun bu sapmasi, o günkü meclis içinde, bir muvaazali Komünist Partisi'nin dogusuna sebep oldu. Kurulus gayesinden uzaklasip, ciddi bir tehlike olusturan Yesil Ordu'nun katib-i umumisi Hakki Behiç Be/e meclis içinde Türkiye Komünist Partisi'ni kurdurdu. Tamamen Rusya'ya karsi bir taktik olan bu durumu, Mustafa Kemal Pasa söyle anlatmaktadir.
 "Komünistligin memleketimizde degil, henüz Rusya'da bile kabiliyet-i tatbikiyesi hakkinda, sarih kanaatler hasil olmadigi anlasilmaktadir. Bununla beraber kabilden ve hariçten muhtelif maksatlarda, bu cereyanin memleketimize de girmekte oldugunu ve buna karsi makul tedbir alinmadigi takdirde, milletin pek ziyade muhtaç oldugu vahdeti ve sükunu, mühul ahvalin hudusu da dairei imkanda görülmüstü. En makul tedbir olarak, akli basinda arkadaslardan hükümetin malûmati tahtinda, bir Türkiye Komünist Firkasi teskil ettirmek olacagi düsünüldü. Bu takdirde, memlekette bu fikre müteallik bütün cereyanlari, bir noktaya icra etmek mümkün olabilir."
Bu firkanin mütesebbis heyeti, 30 kisiden mürekkep merkezî umumisî ve yaninda güzide arkadaslarimizdan Fevzi, Ali Fuat ve Kazim Pasalarla, Refet (Bele) ve îsmet Beyleri'nde gizli olarak dahil bulunmasi, muafik görüldü. Bu sayede bu memleketi tutan ve maksad-i millimizin kahramani bulunan arkadaslarimiz, bu teskilatta bulunacak ve onlarin malûmat ve tesebbüsati, faaliyet üzerinde amil olacaktir.
"Bütün bu strateji ve taktiklere ragmen, meclis disinda da faaliyetlerine devam etmek isteyen Arif Oruç, Salih Zeki ve Serif isimli kimseler de Hakki Behiç'in yardimiyla hakiki bir komünist partisini kurmuslardi. Bir bildiriyle de Üçüncü Enternasyonale bagli olduklarini bildirip, gene ayni bildiride hem Istanbul hükümetiyle, hem de Ku-vay-i Milliye ile alakalan olmadiklarini ilan ediyorlardi." O tarihten bu yana, çesitli rakip sol fraksiyonlar birbirlerini, devlet partisi, devlet örgütü olmakla suçlamaktan hiçbir zaman vazgeçmemislerdir. Konjoktürel ve kültürel sartlarin açiliminda meydana gelen bu yönelislerin maksadiyla birlikte, asil amaca dönük polemikler, hangi mahiyete tekabül ederse etsin, düzen karsitligiyla yola çikmis olan sol örgütlerin ve gruplarin çogunun içine de "derin devlet" hesabina, "devlet düsmanlarini maniple etme misyonuyla" faaliyet gösteren kisilerde, hiç eksik olmamistir.
DERIN DEVLETIN AKÇELI MEMUR SOLCUSU: "SABAHATTIN ALI"
"Kendi gücüyle ayakta duramayan ruh, bogulmaktan kurtulmak için, sarilacak bir tahta parçasi arar ve ezilmis köpeksi bakislarini çevrede gezdirerek, kendisini koruyacak birisini arastirir. Gerçektende bos inanislara kapilmis ruh, kendisine efendi arayan bir köpektir. Artik gururun geregi olan soylu davranislar bile animsanmaz ve yüzlerce yil boyunca çigligin özgürlük boyutundan, hiç kimse bir sey anlamaz olur. Tersine, insanoglu inanilmaz bir usaklik istegine kapilir. En çok istedigi sey, hizmet etmektir, bir baska insana, bir imparatora, bir büyücüye, bir puta. Var olmanin çatismalarini, tek basina gögüsleme dehsetine katlanmak olmasin da, ne olursa olsun. Devrimlerin gün batimlarindan sonra baslayan ruha, belki de en çok yakisan ad, usaklik ruhudur."
Türk siyasi hayatinin tarihsel serüveninde çekilmis fotograflari portre, portre okuyunca, nice usak ruhlu hizmetkarlar oldugunu daha iyi anliyoruz. Efendiye hizmette bütün degerlerini satip, gurursuz yasayan bu tipler, misyonlarinin geregini yerine getirmekten de geri durmamislardir. Yillardir Türk Milliyetçiligi'ni "Derin Devlet" gelenegi ile özdeslestirme gayretinden geri durmayanlarin asil gayretlerinin, kendi miraslarinin böyle bir iliskilenisle ilgili oldugu, bütün çiplakligiyla ortaya çikmaya basladi. Manipülasyon teknigi ile olumsuzlama metodu güden malum kalemsörler, bütün akçeli islerin hem nesnesi, hem de öznesidirler. Iste bu portrelerden bir tanesi de "Sabahattin Ali"dir. Idealizmin proto- sahsiyeti H.Nihal Atsiz'in mücadelesinde belirgin bir yeri olan bu "derin devletin solcusu", büyük gayret ve çabalarla misyonunu yerine getirmis, sonunda da turnusol kagidi gibi yüz üstü birakilmistir. Aslinda isin garipsenecek bir yani da yoktur. Tipki -Juan Goytisolo'nun- degerlendirdigi gibi: "Vatan, tüm kötü aliskanliklarin anasidir. Illetten tedavi olmanin en hizli ve etkin yolu, onu satmak, ona ihanet etmektir; nasil mi satmak? Ister pahali, ister bedavaya; kime mi? En yüksek payi kim sürerse ona ya da verip kurtulmak armagani", onu hiç bilmeyene, bilmek de istemeyene; ister zengine ister yoksula; umursamazin tekine ya da bir asiga, salt ihanet zevki yeter. Bizi belirleyen, bizi tanimlayan, istemeden bizi bir seyin sözcüsüne dönüstüren, üstümüze bir yafta yapistiran, bize maske yapistiran ne varsa, ondan siyrilma zevki ugruna (...) Haraç mezat satmak her seyi, tarih, inançlar, dil, çocukluk, manzaralar, aile... Firlatip atmak kimligini."
Bu perspektifin açiliminda okudugumuz Sabahattin ALI fotografi, bir çok olgu ve olayla iliskilenmis olur. Tarihsel durusun serüven damar, kimi ne için beslemisse, o da rolünü bu süreçle iliskilendirerek, hayatini idame eder. Aydin kimligini, yapay kimligi, bu diyalektik kurgunun anlam kirilmalarinda, gerçek durusuyla da adreslemis olur. Adres ise, çikmaz sokak sakinliginde, hayal kirikliginin anlam kaybinda vazgeçisleri, kaçislarin savrulusuna dönüstürmeden baska bir isleve sahiplikten baska bir sey olamaz. "Görkemi görünüste kalan, pek gelip geçici an'in ardindan, devrim sonrasi dönemler, çöküntü dönemleridir. Ve çöküntüler, tipki doguslar gibi tarihin karanligina ve sessizligine gömülür kalirlar. Tarih, tuhaf bir utançla, baslangiçlarin ve ulusal çöküntülerin çirkinliginin üstüne bir acima örtüsü çeker. Sonuç olarak, Yunan'da Helenist dönemin, Roma'da Orta ve Geç Imparatorluk Çagi'nin olaylari, tarihçilerce dogru dürüst bilinmiyor, genelde de aydinlar da ancak farkina variyorlar. Bu nedenle olaylarin çok yönlü degerlendirmesini yapmak gerekiyor. Ancak bir olaya, yanlis yorum tehlikelerini göze alarak, okurun merakini gidermek için tarihi, ciddi bir harmanlamaya tabi tutmak gerekiyor
PERDE ARALANIRKEN
1944'lerde Milli Egitim Bakanligi, bir takim sikayetlerin yogunlastigi adrestir. Millî ve mesleki sikayetler, alip basini gitmektedir. Millî egitime sizmis solcu ögretim üyelerinden, ögretmenlerden kusku duyulmakta, bunlarin meslekten uzaklastirilmalari istenmektedir.  Üstelik devrin basbakani Türkçü oldugunu beyan etmektedir.
Komünistlerin hümanizm adina kiliflandiklari maskenin adim iyi okuyan Türk milliyetçileri, onlarin asil gayretlerini bir bir ifsa etmektedirler. "Problemi Basbakana yazdigi iki açik mektupla ortaya koyan, idealist bir ögretmendir. Mektuplarda, özellikle birinci derecede Milli Egitim ile Milli Egitim Bakanligi hedef alinmistir. Keza, mektubun da sahibi ögretmen Nihal Atsiz'in karsisina çikarilan da bir ögretmendir...      Müskül durumda kalan Milli Egitim Bakani, meseleler karsisinda dogrudan taraf olmaktansa, komünist bir Ögretmeni, milliyetçi ve ülkücü ögretmen karsisina çikarmayi daha münasip bulmustur." Süphesiz bu davranisin mantalitesi, bir çok seyin adinin iyi okunmasina da kaynak olmustur.
Devlet kendi iktidarini saglamlastiracak malzemeyi, her zaman elinin altinda bulundurmak zorundadir. Bugüne kadar her firsatta, Türk milliyetçilerini bir takim adreslerle iliskilendirenlerin ve onlarin kullanildigini dillendirenlerin malum-u halleri, nedense pek görülmezden gelinmistir. Dönemin Konjoktürel sartlarinda, fasizmin yükselis trendine aldanan yüksek dereceli yöneticiler, Hitler'in yenilgisiyle bir arinma metodu gütmüsler, bunu da Batiya yaranmak adina ortaya (sahneye) koymuslardir. Mesruiyetlerini ispat için yüzde seksen dönüs yapanlar, kendi karanlik miraslarina perde çekmek için, bir takim olaylari bahane edip, devrin Türk milliyetçilerini suçlu göstermeye çalismaktadirlar.
Bir çok Türk milliyetçisi hakkinda sorusturma açilir. Bunlardan iki ögretmen arasinda görülen davadaki saniklardan biri Hüseyin Nihal Atsizadir. Dava daha çok Milli Egitim mensuplarinin ve dolayisiyla gençlik kesiminin ilgisini toplamaktadir. Dava sonunda, Türk milliyetçiligi ve Türk adaleti lehinde tezahürat yapanlar, Nihal Atsiz'i alkislayanlar, devrin milliyetçi, ülkücü gençleridir. Sabahattin Ali'nin taraftan ise, süphesiz iktidar sahipleri yani çok sikayet edilen ve bir takim saibelerle yüz yüze birakilan devlet! Tezahüratin çok kisa zamanda nümayis haline dönmesi ve komünistlerin aleyhine sert propagandalarin yayginlasmasi, memleket meselelerine sahip, suurlu bir gençligin gücünü belli etmektedir. Ne var ki bu gösteri, yine Milli Egitim Bakaninin isaretiyle bir isyan biçiminde gösterilmek istenmektedir. Çünkü her sey bir plan dairesinde sinsice uygulanmaktadir.
Derin devlet kendi mesruiyetini, dünya efkar-i umumiyesine ispatlamak zorundadir. Hitler Almanya'si yenilmis, fasizm "tu kaka" ilan edilmistir. Türk milliyetçiligini nasyonal sosyalist bir kalkisma olarak gösterip, bir tasla iki kus vurma hevesi, bu isin belirgin özelligidir. Türk milliyetçiliginin reflekslerini iyi bilenler, onlarin neye karsi çikacagini da iyi tahmin etmektedirler. Bunun için, bir milletin hayat damarini besleyen milli egitime, tescilli ve ayni zamanda güdümlü piyonlar yerlestirip, rollerini ifa etmelerini istemektedirler. Efendiye hizmette akçeli bu memurlar, islerini de ustaca sergilemektedirler. Dün oldugu gibi, bugün de ayni mihraklar göbek bagiyla baglandiklari adresleri, yogun bir propaganda teknigi kullanarak, devam ettirmektedirler.
Bunlarin yalanlarina kanan bir çok insan da, gafletlerinin neticesinde büyük bedeller ödemislerdir. Arastirmaci yayincilik adina ortaya konan bir çok konu aslinda bir manipülasyon tekniginden öte gitmemektedir. Her firsatta devrimciligi ile övündükleri bir çok isim, aslinda derin devletin piyonlugunu yapmis akçeli memurdur. 1944 olaylarinin bas aktörlerinden olan Sabahattin Ali de, bunlardan bîr tanesidir. 1944 hadiselerinin, milliyetçi gençligini ve ülkücü ögretmenleri ezmek için, ne kadar aci tefsirler ve tertiplerle karsi karsiya birakildiklari ve bazi meseleleri, kisilerle beraber ifsa eden idealistlerin ne derece hakli olduklari ayni bir gerçektir. Esasen Sabahattin Ali gibi, milli egitimin yüz karasi mensuplarinin akibetleri, bir gün gelip belli olmustur. Ancak onlari iyi taniyan, menfur emellerini herkesten evvel anlayabilen, bu tezgahtarlarin gaye ve amaçlarini ortaya serme görevini serefle, cesaretle tavirlastiran Hüseyin Nihal Atsiz gibi ögretmenler, bir devri karartan acilara, izdiraplara maruz birakilmislardir. Her sey tabiî denge adina uygulanip, devreye sokulmustur. 1944 Turancilik Davasinin savasi Kazim Alöç bile bir gün gelip, ifsaati ile gerçekleri göz önüne serecektir. Çünkü artik Atsiz-Sabahattin Ali davasinin "sonunda kimin hakli kimin haksiz oldugu, ne fikirde, ne karakterde insanlarin hangi sebep ve saiklerle bu islere sebep oldugu" anlasilacakti: "Türk milliyetçilerini yargilayan savci olaylari teferruatiyla açiklayip, konusacaktir. Komünist yazar ve ögretmen Sabahattin Ali gizli teskilatla temas halinde idi".
TAHKIKAT HAKIMI KAZIM ALÖÇ: "IFSA EDIYORUM! BENI VALI BEY TAHLIYE ETTI"
Sabahattin Ali'yi sabaha karsi uykudan uyandirip, çekmemizden iki gün sonraydi. Tekrar Emniyet Müdürlügü siyasi kismina geldim ve saat dokuz siralarinda nöbetçi memurlara, Sabahattin Ali'yi getirmelerini bildirdim.
Hemen de, 'Tahmin ederim, verdigimiz direktiflere göre kimseyle temas ettirilmemistir? Buna azami dikkat etmelisiniz..." diye, isin önemini de tekrarlamistim. Memurlarin cevabi beni sasirtti. "Efendim, Hamdi Bey, sizinle bu mevzuda görüsecek "diyorlardi. Kisa bir süre sonra Hamdi Bey geldi. Ve Sabahattin Ali için söyledikleri, beni büsbütün hayrete düsürdü: 
 "Efendim, dün aksam Vali Bey, Sabahattin Ali'yi tahliye etti. Emniyet müdürü, zat-i âlinizle görüsecek..."
Sikiyönetim komutanliginin tevkif ettigi bir sahsi, valinin nasil olup da tahliye edebilecegini, bir türlü aklim almiyordu. Çok geçmeden emniyet müdürü ile karsi karsiya idik. Söyle izah ediyordu:
"Vali Lütfü Kirdar Bey, dün gece telefon etti ve acele olarak Sabahattin Ali'yi makamina istedi. Gönderdim. Bir müddet sonra da tahliyesini istedi..."
"Beyefendi, bundan sikiyönetim komutanin haberi var mi?...."
"Kazim Bey, bir sey bilmiyorum."
 Telefonla komutani aradim. Emniyet Müdürü Ahmet Demir, yardimcisi Alaattin Eris ile beraber oldugumuz odada, komutanla aramizda su konusma cereyan etti:
"Sayin Generalim! Sabahattin Ali Bey, vali tarafindan tahliye edilmistir. Bunun hakkinda emir ya da bilgileriniz var midir?"        
"Hayir, böyle seyden haberim yok, o ne karisirmis bu ise?..."
"Herhalde bilgi vermeye geleceklerdir. Sayin korgeneralim; Bir hususu daha belirtmek isterim. Sabahattin Ali'nin Komünist Partisi ile irtibati, memleket için tehlike teskil edebilecek yönleriyle tespit edilmistir...."
"Kazim, bu mevzu ile hemen alakalanir, seninle görüsürüm...."
 Emniyet müdürü yardimcisinin bu tahliye hakkinda bildikleri, benimkinden fazla degildi. Sebebin ögrenilmesini beklemek üzere dagildik. Ben, Birinci Sube Müdürünün odasinda kalmistim.
Iki saat kadar çalistim. Derken kapi vuruldu, içeriye sikiyönetim komutanligi sube müdürü, merhum emeldi general Cevdet Erkut ile, komutanlik istihbarat sube müdürü Hilmi Ayata ve Jandarma müsaviri Yarbay Haydar Bey girdi. General Erkut o zaman albaydi. (Irkçilik-Turancilik davasina bakan hakim 1961'de CKMP'den Kütahya senatörü seçilmisti.) Bana kisa bir hal-hatir sorduktan sonra;
"Sayin Korgeneralin bir emrini size bildirmeye geldim..." diye sadede girdi. "Sabahattin Ali'yi siz tahliye etmis olacaksiniz..."
"Albayim affedersiniz; Bu sözlerinizle samimi misiniz?..."
- "Evet..."
- 'Tahkikat hakimi olarak ben, Sabahattin Ali'yi suçlu görüyorum. Tevkif ediyorum, komutanlik tevkif ediyor. Malumatinizin disinda, bir mülki amir tahliye ettiriyor. Simdi de zat-i âliniz, bir tahkikat hakiminden usulsüz, sike bir muamele istiyorsunuz. Bunu, hukuk anlayisinizla nasil telif edebilirsiniz?..."
- "Aziz kardesim, bunu ben degil, Sayin Korgeneral emrediyorlar..."
- "Albayim; ben herhangi bir sebep ögrenmek istemiyorum. Ancak, Askeri Muhakeme Usulü Kanunu sarihtir. Tahkikat safhasinda tevkif etmek, tahliye etmek ve hatta tahkikata mahal olmadigi kararini vermek, adli amirin yetkisi içerisindedir. Kendilerine kanuni selahiyetlerini izah buyurunuz. Beni de bu türlü bir muameleye karistirmayiniz."
Sabahattin Ali böylece tahliye oldu. Ayni gün Hakki Atil ziyaretime gelmisti. O tarihte binbasi idi. Sonra kurmay albayliktan emekliye ayrildi. Hakki Bey'le Müdüriyetten (Emniyet Müdürlügü) beraberce çiktik. Yolda hem sohbet ediyor, hem yan yana yürüyorduk. Sohbet esnasinda, farkina bile varmadan Sirkeci Gari'nin önüne gelmistik. Derken, yani basimda biri peyda oldu. Evet, Sabahattin Ali idi.
"Efendim, affedersiniz, beni vali bey tahliye etti." dedi. "Size yolda veda edemedim; acele oldu..." diye de sözlerine ekliyordu.
"Ne tarafa böyle?..." diye sordum. Ayni istikamete gidi-yormusuz. Bir dolmus taksinin arkasina, üçümüz yan yana bindik, içinde, zihnimi kurcalayan bir sual vardi. Bir sirasini bulup sordum:
"Vali Bey ile ne konustunuz kuzum?"
"Vali Bey, Marko Pasa mecmuasinin haftalik kazanani sordu. Ben de bin liraya yakin oldugunu bildirdim. Bunun üzerine, "nesriyatinizi Demokrat Parti aleyhine tevcih ederseniz, size haftada bin bes yüz lira veririm ve derhal tahliye ederim..." dediler. Ben de düsünmek için firsat istedim. Emniyet Müdürlügüne beni tahliye etmeleri için telefon ettiler ve çiktim..." diye anlatti.
GERÇEKLERIN, BIR GÜN ORTAYA ÇIKMAK GIBI; KÖTÜ HUYU VARDIR
1944 Irkçihk-Turancilik Davasi'nin hakimi Kazim Alöç'ün bu ifsaati okuduktan sonra, Sabahattin Ali gibilerinin hangi merkezlerin adami oldugu, gün gibi asikardir. Türk milliyetçilerinin önlerine ne sebeplerle çikarildiklari da iyi anlasilir. Nitekim Sabahattin Ali, Nihal Atsiz'a dava açmasi için bizzat zamanin Milli Egitim Bakani tarafindan tesvik edildigini bir süre sonra "Orhan Saik Gökyay'a" itiraf etmistir. Bu itiraf, hakikatleri ortaya çikarmak için, bazi kitaplarin sayfalan arasinda, bütün çiplakligiyla sergilenmektedir. "Ben sadece görevimi yaptim. Çünkü Hasan Ali böyle istedi." Plan ve desiseleri ile istedigi ortami yaratanlar, emellerine ulastiginda, bildik taktikleriyle suç delillerini yok etmek için, kendi memurlarini yok etmekten de geri durmamislardir. Bildik senaryolar, bu iste de ortaya konmustur. "Böl, parçala, yok et!" Her olayin bir görünen yüzü oldugu gibi, bir de görünmeyen yüzü vardir. Okumayi, okuma teknigi ile istigal edenler, bu fotograflari okuma becerisi elde edebilirler. Bu gizli senaryolarin saibeli ve gizemli tarafi, asil adresin en belirgin taktigidir.
Sabahattin Ali'nin ölümündeki saibe ve tereddütler, gizli servis taktiklerinin her zaman uygulandigi metotlardandir. Derin devletin solcusu olan Sabahattin Ali, basi bos birakilip sahipsiz kalinca, epey süre bocalamis, bir süre örtülü ödenekten -sözde tercüme eserler adina- akçeli islerle beslenmis, sonunda mukadderatim görmüstür. "Nasil mi?" 1948 seneleri ortalarinda, sözde ticaret bahanesi ile gittigi Adana'da firar planlari hazirlamis, önceleri bu planinda muvaffak oldugu ve Suriye sinirindan yurt disina kaçtigi, kasitli olarak ortaya atilmistir. Ama çok uzun bir süre geçmeden bunun yalan oldugu Bulgaristan'a geçmek isterken öldürüldügü anlasilmistir. Derin devletin solcusu Sabahattin Ali'nin bu sonu, Bulgar Masasi'na bakmakla görevli Ahmet Kayrakli'nin bir arastirmasi sirasinda (neye dairse?) Ali Ertekin isimli, mesleginden silah hirsizligi suçu ile kovulmus, eski bir süvari gediklisinin ifadesi alinirken belli olmustur. Ahmet Kayrakli'nin kanaatine göre; Sabahattin Ali, ayni kisi tarafindan basina odun vurularak parasini gaspetmek için öldürülmüstür. Kirklareli'nin Üsküp Nahiyesi, Sazara Deresi yakinlarinda feci sekilde öldürülen Sabahattin Ali'nin sonu, kendisinden Önce ki dönemlerde katledilen Mustafa Suphi ve arkadaslarinin akibetlerine ne kadar benziyor degil mi? Orada Yahya Kaptan, burada süvari gediklisi Ali Ertekin? Sahi bir de sonralara tasinmis ayni akibetin "Mahir Çayan'i" söz konusu. Tabii, Yüzbasi Orhan Savasçi ile yan yana duran Kizildere fotografi... Birileri durmadan fotograf çekip, "derin devlet" teraneleri tutturup dursun. Biz, kendi anlam pusulamizla, bu fotograflari okumayi metot edindik. Sakincali piyade iken, birden bire güvenilir kaynaga dönüsmenin bedelinin, hangi akçeli islerle alakalandigini idrak edecek kadar. Çünkü, bilmekten çok idraktir, durumun vahametini ortaya koyan! Hey, sen öteki... Sesimi duyuyor musun? Nesneleri resmetmeyi bir yana birakip, fikirlerini resmetsen daha iyi edersin. Gerçek dünyaya karsi gözlerini kör eden öteki sendromundan siyrilirsan, içsel özne görünümlerini görürsün. Korkuyor musun, içinin uçurumlarina ayna tutmaya? Yoksa yansiyan kendi fotografin mi?
DEVLETLU SOL'DA VEDAT NEDIM TÖR
Kendi varlik alanlarindaki karanlik iliskileri, büyük bir abartiyla ters yüz eden solun iç hesaplasmalarinda, o kadar çok ajan muhbir tiplemesi vardir ki bunlarin ortaya çikmasiyla nerdeyse kendileri açisindan kiyamet kopacaktir. Iste bu sebeplerden dolayi durmadan bu olumsuzlugu baskalarina havale edip dururlar. Türkiye solunun bu kaderi dünya solundan pek farkli degildir. Bir çok hatira ya da biyografi çalismasinda bu tiplemelere dair suçlama bulabilirsiniz. Dönemin kosullarindan da oldukça etkilenen bir çok yazar ya da baska meslek erbabi öyle ya da böyle bir sekilde devletlu gelenekle irtibatlanmistir. Bu irtibatlanmalarda fotograflanan birisi de Vedat Nedim Tör. Düsünür, solcu sair Nazim Hikmet'in hicvine de ugrayan bu devletlu eleman solun içinde oldukça popüler bir kimlige sahiptir. Nazim'in "Beherci Neden Intihar Etti" manzum romaninda bu iliski, su sekilde açiklanmaktadir:
Beherci gitti.
Baktim ki pencereden:
Muktesit, muharrir ve muhbir
Nedim Vedat Bey geçiyor.
Düsündüm beherciyi
Ve melun bir ihtimalle birden
Yüregim ciz etti.
Dizeleriyle Vedat Nedim Töre saldirir. Nazim Hikmet, 1925 Akaretler kongresinden itibaren, TKP’ nin lideri Sefik Hüsnünün karsisindaki grubun içinde kendisiyle birlikte olan Vedat Nedim'e, 1927 tutuklamasindaki ihbarciligi yüzünden o kadar öfkelidir ki; bir soyutlamaya kalkismadan, Nedim ve Vedat Isimlerinin yerini degistirerek açikça saldirmaktan geri durmaz. Bir ihbar ve ihbarcilik durumunda ilk akla gelecek isim olarak, manzum romanda bundan öte söylenecek fazla bir seyde olamaz. Tarihe düsen bu anektodun asil olguya yönelik okumasi, bizim açimizdan ihbarcinin iliski lemsinde, bir hareketin genel karakterinin çözümlerim esidir.
Nazim'in kendi yoldasi için söylediklerine, nedense hiçbir Itiraz gelmemistir. Yaptigi bir çok ifsaatla, bir çok devrimcinin yakalanmasina sebep olan devletlu Vedat Nedim Töre, solun içinde bir çok cephede bulunmus, hatta onlara fikir babaligi bile yapmistir. 1919'da Berlin'de, Kurtulus dergisini yayinlayan devrimci ögrenci grubunun içinde yer almis, bu derin devletin solcusu, Türkiye'ye dönüsüyle Istanbul'da ayni Kurtulus dergisini devam ettirmistir. Ayni zamanda Sefik Hüsnü Önderliginde kurulan Türkiye Isçi ve Çiftçi Sosyalist Firkasi'nin kurucularindan biridir. Kurtulusta ve Aydinlikta, Marksist kuram ve isçi sorunlari üzerine solu yönlendirdi.
Aydinlik üyeligi ve merkez komitesinde görev aldi. Icra komitesinin sekreterligine getirildi. Ankara Istiklal Mahkemesi'nin 1925 tutuklamalarinda yer almadi. Bunun sebebi, koruyucu hamilerini kendi memurlari olduguna dair verilen istihbarat bilgisiydi. Mayis 1926'da, Viyana’da toplanan parti konferansina katildi. Konferanstan sonraki faaliyetleri yeterli görülmediginden, Sefik Hüsnü tarafindan görevden alindi. Sefik Hüsnünün kendisinden habersiz kurdugu ikinci ve ayri icra komitesinin farkina varinca, Sefik Hüsnü'yü yakalatarak, elindeki tüm parti belgelerini de Istanbul polisine teslim etti. Bu tutumuyla, ünlü 1927 tevkif atina neden oldu. Çalismalarinin karsiliginda (sonunda) iktidarin teveccühünü kazanmis oldu. Sirasiyla önce ticaret müdürlügüne, daha sonra ilk kurulan radyo yönetimine alindi.
Kirkli yillardan sonra Yapi Kredi Bankasi'nin kültür danismanligini yürüttü. Derin devletin bu solcusunun serüveninden öyle ya da böyle etkilenenlerden, Nazim'in degerlendirme ve suçlamalarinin yaninda, daha bir çok solcunun, konuya binaen söyledikleri mevcuttur. Buna ragmen sol ideolojinin bagnazlari, bu cephelerini perdelemek için, hep baskalarini suçlamaya devam etmislerdir. Aslinda bu tiplerin, solcu bir ideolojiyle ötüsmeyecek duruslarinin, felsefi ve kültürel temeli de söz konusudur. Hemen hemen hepsi degilse bile bir çogu, aristokrat gelenegin burjuvazisinde, bir aidiyet miraslari vardir.
SEFIK HÜSNÜ DEGMER VE HÎKMET KIVILCIMLI
Sefik Hüsnü Degmer, varlikli bir ocaktan, kökenden gelme. Fransa da okumus, eski Fransiz sosyalistlerinin etkisi altinda gelismistir. Hiçbir zaman Marksist-Leninist olmamistir. Bölücüydü. Opurtunistti... Ve kariyeristti. Eline firsat geçtikçe, parti içinde zorbalik yapmistir. Bu adam, Komünist Partisi'ne, 1919-20 yillarinda kurulan Türkiye Isçi ve Çiftçi Sosyalist Firkasi'ndan gelmistir. Bu partide kimler yoktu. Hakki Behiç, Nizamettin Alis, Nafi Atuf Kansu, daha bir çok burjuva, küçük burjuva aydinlan.
Bunlarin çogu C.H.P’ ye gittiler. Kimi bu partiye sekreter, kimi onun ideologu oldu. Bu partinin içinde Sadrettin Celal Antel, Ethem Nejat gibi komünistler de vardi. Ve Sefik Hüsnü'yle bunlar arasinda, sürekli bir savas geçmistir. Sadrettin Celal Antel ve E. Nejat, sosyalist örgütlerin cephe birligini, isçi sendika hareketinin birligini savunuyordu. O zamanki Sosyalist Parti'yle eylem birligini ileri sürmüslerdi. Sosyalist Parti'nin Genel Sekreteri Mustafa Fazil Çöl, Kominterne yazdigi bir mektupta, bu partinin baskani Hilmi'yle, Doktor Sefik Hüsnü'nün eylem birligine karsi olduklarini, her ikisinin de bozguncu olduklarini belirtiyor.
Sefik Hüsnü bu bölücülügünü, 1945'te daha açik ortaya koymustur. Bir yandan TKP’ nin gizli örgütlerini açiga çikarmistir. Öte yandan da sosyalist akimlarin, iki legal partinin birlesmesini engellemistir. Açikçasi, sosyalist hareketi bölmüstür. Komünist Partisi'ni, sosyalist hareketi, fasist Recep Peker hükümetinin yumruklan altina atmistir.
Istanbul, TKP’ nin ana yuvalarindan biridir. Parti komiteleri daha 1919 yilinda kurulmustur. Haliç fabrikalari,TKP’ nin ilk kalelerinden biridir. 1919 Ekim ayinda iki binlik tersane isçilerinin grevini, Haliç Komitesi yürütmüstür. Bu komiteyi, M. Suphi yoldasin yetistirdigi, Istanbul'a gönderdigi komünistler kurmustur. Partinin 1. kongresinin raporunda, M. Suphi yoldas, bu komite üzerinde duruyor, çalismalarini örnek olarak gösteriyor. Sefik Hüsnü'nün bu tarakta bezi yoktur.
Önemli bir baska olaya daha deginmek zorunluluktur. Mayocular, Mars’tan, Lenin'den, devrimden, M. Suphi'den söz ediyorlar. Dedik, TKP’ nin savas birikimlerine, kirli tirnaklarini uzatiyorlar. Görülüyor, Mars’tan, Lenin'den, M. Suphiler'den, TKP'den söz etmeden hiçbir sey yapamayacaklarini anliyorlar. Sözün açikçasi, bunlari baltalama girisimlerine, provokasyonlarina, polis ajanliklarina paravana yapma çabasi gösteriyorlar. M. Suphi'yi karsi devrimci, bozguncu, Mao'nun yanina koymak, Mao'yu Lenin'le yan yana getirmek, en büyük alçakliktir.
S. Hüsnü hiçbir zaman, M. Suphi'yi partinin kurucusu olarak tanimamistir. Onu hiçbir zaman sevmemistir. S. Hüsnü, partinin kurucularindan Salih Hacioglu'na, Affan Hikmete, Vanli makinist Kazim'a, piril pinl bir komünist olan Seyfi ustaya karsi, partinin bir çok isçi sinifindan gelme militanlarina karsi en zebanice davranmistir. Bu adam, parti kadrolarini kirmakla polise, burjuvaziye yardim etmistir. Salih Hacioglu'nu partiden atmak için, en çirkin entrikalara basvurmustur. Salih Hacioglu'na ve diger gerçek komünistlere karsi entrikalar çevirirken, açikça "Türkiye'de Komünist Partisi"ne lüzum yok diyen, provokatörlügü, ortaya çikan ve partiden kovulan Sevket Süreyya Aydemir'le birlik olmustur. Kominternin Kontrol Komisyonu, Salih Hacioglu'nu temize çikarmis, S. Hüsnü'yü "küçük burjuva entrikacisi" olarak nitelemistir.
Komünist Partisi'ne, Vedat Nedim Tör'leri, Mihri Belli'leri, Hasan Ali Ediz'leri, Hikmet Kivilcim'lari getiren odur. Hepsi provokatör. Hepsi dönek. Bir Viyana kongresinden söz ediyor provokatörler. Bir kez, 1926'da, Viyana'da partinin konferansi toplandi. Bu konferansta Nazim Hikmet, Baytar Mehmet, Hamdi Samil, Faik Usta ve Sefik Hüsnü'yle yamagi Vedat Nedim Tor vardi. Konferans çatismali oldu. Iki birbirine aykiri görüs, akim karsi karsiya geldi. Nazimlar, Leninci ilkeleri savundular. Parti programi ve tüzügü üzerinde görüsler birbirinin tersiydi. S. Hüsnü, konferansta oportünistligini açikça ortaya koydu. Leninci parti ilkelerine, parti örgütlerinin üretim alaninda, fabrikalarda, isyerlerinde kurulma prensibine karsi çikti. Partinin yüzeyde, yiginlardan kopuk bir örgüt olarak kalmasini savundu. O, partiyi burjuvazinin kuyruguna takma yolunu tutmustu. Ileri sürdügü tezler, program taslagi, Leninci hesaba-kitaba uymuyordu. Örgüt görüsleri, fabrikalarda yuvalanmak, örgüt temellerini buralara dayama Ilkelerine aykiriydi. Ajitasyon, propaganda da öyle. Adamin elinde tutar tarafi olan bir belge yoktu. Ne yapti. Her seye: "Evet, olur" dedi. Ve Vedat Nedim TÖR'ü sekreter yapti. Vedat Nedim, 1927 tutuklamasinda, bir polis gibi davrandi. Bildigi her seyi, örgütleri ele verdi. Provokatörlügünü gösterdi. Bundan sonra Yapi Kredi Bankasi'na kapilandi. 1927 komünist tutuklamalari, yargilamalari S. Hüsnü'nün bütün bölücü, entrikaci niteligini de ortaya koydu.
S. Hüsnü, hiçbir durusmasinda, çikip: "Ben Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesiyim, hatta parti üyesiyim" dememistir. Hep; "Amele isleriyle ugrasirim" sözünü gevelemistir. Komünist Partisinin politikasini, savas platformunu, programini açik, seçik savunmamistir. 1946 tutuklamasinda, polisin eline, iki çuval dolusu, partinin gizli belgelerini vermistir. Bir çok komünist, o zaman bu belgeler yüzünden, korkunç iskencelere ugradi, uzun yillar hapis cezasi giydi. Daha sonra, 1937'de, Merkez Komitesinin ve Kominternin Özel bir karariyla, Sefik Hüsnü Politik Bürodan çikarilmis, yöneticilik görevi yapamayacagi kendisine bildirilmistir. S. Hüsnü partinin bu kararini da çignemistir. Bas olmak hastaligi, onu mezara kadar birakmamistir.
TKP’ ye, Sovyetler Birligi'ne, Lenin'in partisine, bu partinin yöneticilerine dolu dizgin saldiran, Sovyetler'i Amerikan emperyalizmiyle bir tutan, ona olmadik iftiralar yagdiran. Sosyal emperyalizm, oportünist gibi, bir sürü ipe sapa gelmez Pekin agziyla konusan MDD'ciler, Perinçek'çiler, kendilerini komünist diye satmaya çalisiyorlar. Bunlari, Ankara'da basiyor, dagitiyorlar. Paralan var. Çolakoglu gibi tüccarlar, Adana'nin büyük çiftçileri miras, bagis diye bu örgüte milyonlar sagliyorlar. Buna da sasmamali. Vehbi Koç Fonu, Eczacibasi Fonu, MIT bunlari kayiriyor...
Hikmet Kivilcimli'ya gelince. Komünist Partisi içinde ayrimcilik, bozgunculuktan baska bir sey yapmamistir. 1929'daki büyük tutuklanma, onun yüzünden olmustur. Merkez Komitesi'nden gizli gruplar kurmus, lümpenlerden, dejenere ögelerden, provokatörlerden örgütler kurmustur. Pek çok komünistin canini yakmistir. Ve sonra, Izmir'de, açik yapilan durusmada, TKP’ yi savunmak söyle dursun, Marksizmden uzak, bosbogazin biri oldugunu ortaya koymustur. Bu adam manyakti. Kalpazandi. Zipirin biriydi...
... Sonra, MiT'in içinde, ta öteden beri, burjuvazinin degisik kollarina bagli akimlar, ögeler vardir. Bakiyorsunuz, CHP zamaninda, komünist tutuklamalarinda kimilerine hiçbir sey olmuyordu. DP zamaninda kodesi boylamistir. Bir belge daha 1926'da, bir Mercan Altunyan olayi geçti. MAH'in, polisin içinde iki kol birbirini kursunladi. Bu, anti komünist bir kampanya idi. Kabak kendi baslarina patladi. Kazdiklari kuyuya düstüler.
Kivilcimli, 1934'ten sonra dümeni baska tarafa çevirdi. O zamanki verilere göre, MAH, bir kadin eliyle onu avladi. Nazim'la içeri düsmesi, gene onun provokasyonundan gelmistir. Donanmada ayaklanma çikarma kiskirtmasi ondan gelmistir. Plani, gizli polis hazirlamisti. Ama olaylarin gidisi, provokatör ajanin da içeriye alinmasini gerektirmistir. Gene MAH’ da guruplar çarpismistir.
General eskisi Madanoglu, sonra Tabii Senatör Acuner Senato'da, 12 Mart olaylarindan sonra, bazi açiklamalar yaptilar. Kivilcimi’nin, Mihri Belli'nin MIT ajani olduklarini söylediler. Olaylar bunu dogrulamistir. Kivilcimi’nin, daha çocuk denecek yasta Kurtulus Savasi'na katildigi, bir masaldir. Emekçi dergisi, Kasim 1974 sayisinda, adami tavlamak için bu masali yineledi. Demek oluyor ki, MIT'e böylesi bir sisirme gerekliymis.
Baska bir olay. 12 Mart öncesi, daha Genel Kurmay Baskani Tural Pasa zamani, ordu birliklerinde anti- komünizme hiz verilmisti, iste tam o siralarda, Kivilcimli, sik sik Deniz Harp Okulu'na, kislalara gidiyor, konusmalar yapiyor. Bu konusmalari teybe aliniyor ve ordu birliklerinde dinletiliyor. Sözün açikçasi, anti-komünist kampanyaya aktif katiliyor. Kivilcimli Sovyet düsmanligini, Çekoslovakya olaylari sirasinda, Türk Solu dergisinde bütün igrençligiyle küsmüstür. Bu nedenle, onun, Amerikana generallerin kanatlan ve MiT'in eli altinda, onlarin yönergelerine göre, kislalarda anti- komünizm curcunasina katilmasi, sasilacak bir sey degildir.
Bu adam DP zamani bir "Vatan Partisi" kurdu. DP'yi, Bayar'i, Menderes'i koltukladi. Bunlar demokrasi sampiyonu gösterdi. Amerikan demokrasisini göklere çikardi. Amerika'nin askerci olmadigini programina koydu. Amerikan emperyalizminin saldirganligini, DP'nin, Bayar'larin, isbirlikçi burjuvazinin Türkiye'yi NATO'ya bagladiklarini, Amerika'nin Türkiye üzerindeki hegemonyasini, baskisini, hepsini görmezlikten geldi. Yok saydi.
Iste böylesi bir ajani, sapigi TSIP yöneticileri kendilerine bayrak yapmislardir. Kilavuzu böyle bir karga olanlardan halka ne hayir gelir !
Katki dergisi, Aralik 1974 sayisinda, TSIP üstüne bir açiklama yapti. Bu partinin sözcülügünü yapan Kitle gazetesinin; Hürriyet Holding'in koltugu altinda icra-i sanat ettigini yazdi. Fotograflar, belgeler basti. TSIP'in, merkezi New York'ta olan ve CIA'nin emrinde bulunan, Uluslararasi Isçi Birligi "ne, bunun bir alt kolu olan Orta Dogu Isçi Birligi'ne bagli oldugunu, somut verilerle göstermeye çalisti. Ates olmayan yerden, duman çikmaz derler.
ESKI TÜFEK SOSYALISTLERIN DERIN MUHABBETLERDEKI ADI: ZEKI BASTIMAR
Yakup Demir lakabiyla anilan bu derin devlet elemani, TKP Genel Sekreterligi yapmistir. 1908 Sürmene dogumludur. Sovyetler Birligi'nde KUTV (Dogu Halklari Komünist Üniversite'sinde) okudu. Bazi kaynaklara göre Komintern üyesidir. Basbakanlik kütüphanesinde memur olarak çalisti. 1944 deki TKP tevkifatinda tutuklandi. Bilahare beraat etti. 1946'da, Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi (TSEKP) Ankara îl Baskanligini yapti. 1947'deki illegal TKP'nin Merkez komite toplantisinda TKP teskilat sekreterligine getirildi. 1951 Tevkifatinda, 167 arkadasiyla birlikte tutuklandi. Bu sirada polis ifadeleri ve alinacak tavirlar konusunda arkadaslariyla ters düsünce ihraç edildi. 1950 ve 1952 tevkifatinda dolayi en çok suçlanan kisidir. Hapisten çiktiktan sonra, Cagaloglu'nda bir süre tercüme bürosu isleten Zeki Bastimar, gizlice yurt disina çikarak, oradaki TKP'lileri örgütledi.
Dogu Almanya'nin Leipzing sehrinde Bizim Radyo'yu idare etti. Yeni Çag dergisinde yazilar yazdi. Orada dis büroyu olusturarak genel sekreter unvanini aldi. TKP Moskova grubu kendisine muhalefet ettiyse de, politikasini kabul ettirdi. 1962'de basta Resat Fuat, Mihri Belli gibi, bir çok eski TKP'liyi partiden ihraç ettigini ilan etti. Özellikle Mihri Belli grubunun agir elestirilerine ugradi. 1973 yilinda Öldü. Zeki Bastimar, bazi bakimlardan TKP'nin en çok tartisilan lideri olmakla birlikte en ilginç simalardandir.
         Malûm efendiye dair biyografiyi, asil mevzu ile içeriklestirmek için, kaynaklara dayanarak, adres alanina oturtarak konuyu tamamlayabiliriz. Bahse konu sahisla ilgili degerlendirmeleri, yine ayni alan dairesinde konuslanan solun kendi yayini olan, "Eski Tüfek Sosyalistler" isimli kitaptan aktaralim.
Atilla Akar isimli yazar, Zeki Bastimar'la ilgili söyle bir degerlendirmede bulunuyor. Burada Önemli olan, bu kusagi tanitmak, ayrim gözetmeksizin ve sinir koymaksizin kendilerini anlatmalarina açik bir ortam yaratmaktir. Örnegin Milliyette yayinlanan bir dizinin en çok tartisma koparan bölümü, Patriyot Hayati'nin, Emin Sekun'a dayanarak söyledigi, Zeki Bastimar'in (MIT) ajanligi ile ilgili bölüm oldu.
Zeki Bastimar, TKP tarihinde en çok suçlanan kisiydi. Bütün bir 51 tevkifatinin faturasi ona kesilmisti. Üstelik edindigim izlenim, bu konuda bir takim hatalarin oldugu yönündeydi. Simdi okuyucuya bilgi olmasi ve karsilastirma yapabilmesi bakimindan, bu konuda tespit edilmis bazi yazilardan ve kisilerden, konuyla ilgili bölümler aktarmak istiyorum. Önce Rasih Nuri Ileri'nin "Atatürk ve Komünizm" isimli çalismasinin 365. sayfasindaki sözleri aktariyorum. "Zeki Bastimar gibi Kutva mezunu bir SEKA (TKP Merkez Komitesi) üyesi. Milli Emniyet ajanlarina hayat hikayesini anlatmayi kabul edince, Basbakanlik Murakabe Heyeti kütüphanesi memuru olmustur" seklindedir.
Bir diger yorum henüz yeni; Yüzbasi Abdülkadir (Vedat Türkali) Görüs dergisinin Nisan sayisinda, Çagatay Anadol'la yaptigi söyleside sunlari söylüyordu: "Zeki Bastimar'in Eyüp'deki evine çagirip görüstügü iki Halk Partisi müfettisine, gizli islerle ugrasmayacagina söz vererek, Ankara'daki Basbakanlik Kütüphanesi'ne alinmasi bir desantralizasyon yorumudur. Asagi yukari TKP tarihinin en rezil tutuklanmasi, degerli genel sekreterimizin sayesinde gerçeklesmisti. Ben bunu Zeki'nin yüzüne karsi Resat Fuat'a da söyledigim Için, burada da yineliyorum. Okurken son derece hüzünlendigim ve Doktor Hikmet'in trajedisini kendi agzindan aktardigi "Kim Suçlamis/ Brejnev'e Mektup'un Zeki Bastimar" baslikli özel bölümde su cümleler var: 15 yillik ceza sonunda Istanbul'a döndügüm zaman, Ferit (Kalmuk) büyük bir ezilis içinde aglarcasina, bütün bunlari bana tekrar tekrar sayip döktü.
Hele Zeki için, "yüzde yüz polis" oldugunu ispatlar nice delilleri, anlatmakla bitiremiyordu. Aman doktor, söylediklerim çok önemli. Görüyorsun bende hayir kalmadi. Bir ayagim çukurda. Unutma. Zeki Bastimar polistir ve polis olarak hareketin basina çok sey açacaktir. (51 Tevkifati kastedilerek. Atilla Akar) Zabitlar çok sasirtici, hiç kimse Zeki kadar uzun ve ayrintili bilgi vermemis polise. Zeki belki bogazindan geçen lokmasini bile dökmüs. Okur, okumaz bu tevekkeli bir ifade degil dedim. Sanki polise açik bir yol olusturulmak isteniyordu. (Harbiyedeki MK toplantisi kastedilerek. A.A) Varilan genel kani su: Zeki'ye polis vaat etmis olmali. Sen bütün bildiklerini, saklamaksizin yaz. Biz bunlari gizli dosyanda saklariz.
Sen hiç ifade vermemis gibi, gerekirse iki-üç satirlik bir zabitla mahkemeye çikarsin. Kurtulursun. Mahkemede bir nokta daha siritmis. Bir Milli Emniyet albayi, tevfikattan uzun süre önce Zeki ile temasa geçmis. Ona isbirligi teklif etmis. Bu olayi inkar edemeyen Zeki, albayin israrli tekliflerini ret ettigini söylüyormus. Ancak Sefik Resat grubu, o nokta üzerinde bastiriyorlardi. Teskilat Sekreteri gibi bir adama, MAH (O zaman ki istihbarat teskilatinin adi) gibi bir casus teskilati isbirligi teklif etmisse, bu olay parti arkadaslarindan, hele tepedeki en yetkili kisilerden saklanir mi? Ancak mahkeme safhasinda her sey açiga vurulduktan sonra, Zeki'nin albayi hatirlamasi, unutkanlikla bir araya getirilemez. O, Zeki'nin gizli hesaplarin adami oldugundan baska bir seye baglanamaz.
Derin devletin -sol adresli- bir memuruyla ilgili degerlendirmeler ve iddialar bunlar... Eski Tüfek Sosyalistler... Bir Kusagin Temsilcileri adli kitabin 39 ve 41. sayfalarinda, iddialar daha net bir sekilde ortaya konuyor. "Zeki Bastimar Ajan miydi?" Basligin içerigindeki detay, olguyu gayet net okutuyor. Parti içinde, bu gibi olaylarin elestirisi yapilmis miydi? Burada Patriyot Halil aci aci gülüyor ve sunlari söylüyor: "Bizim makus talihimiz, sik sik yapilan tevkif ati arla, illegal hareket, devamli bölünmelere ugradi. Ve bu yüzden de kritik ve otokritik- sözüm ona devamli geçici olarak- hep ertelenirdi, Izmir ve Ankara teskilatlarinda bol miktarda polis ajaninin çikmasiyla, tüm merkez komitenin, hatta yedek üyelerinin bile ele geçmesinin, ayri bir önemi var. Ayrica genel sekreter Zeki Bastimar'in 177 sayfalik ifadesinin ve çok sayida itirafçinin çikmasi önemli okumalardir." Ve Patriyot -kendi ifadesiyle, bir sir gibi saklanan- çok önemli bir iddia da bulunuyor.
TKP tarihinde MIT- Polis suçlamasi oldukça fazlaca ama Türk sol tarihi acisindan önemli gördügümüz için aynen aktariyoruz: 1947'de en son merkez komite toplantisinda yeni MK seçiliyor... Zeki önceki tevkifatta var ve Basbakanlikta çalisiyor. Birileri tarafindan korunarak, nasilsa beraat ediyor. Burada Zeki'nin bu durumu tartisma konusu oluyor. Konuyu tetkikle ilgili tornaci Emin (Sekun) görevlendiriliyor. Emin Sekun merkez komiteye verdigi raporda, Zeki Bastimar'm Türkiye'ye döndügü esnada sorguya çekildigini ve o sorguda böyle bir harekata katilmayacagini, katilsa dahi emniyete ihbar verecegini taahhüt veriyor. Daha sonra TKP "yeniden harekete geçilmesi" karan aliyor ve parti genel sekreterligine Zeki Bas-timar öneriliyor.
Bu arada da Emin Sekun'un, ona yardimcilik yapmasi Öneriliyor. Emin'le 1975 yilinda yaptigim görüsmede bunu kendisine sordum, niye katilmamak istedigini ögrenmek istedim. Bana dedi ki: "Ben, merkez komite tarafindan görevlendirilmistim. Bir rapor verdim. Ya benim verdigim bu rapor hilaf-i hakikattir, ki o zaman benim suçlanmam lazim. Yok benim verdigim rapor onaylanmissa, bana nasil teklif edersiniz Zeki ile çalis diye" dedi. Konu gerçekten önemli görünüyordu ve israrla sordum. Hayati Tözün'e Tornaci Emin, hangi dayanaklarla bu raporu vermis ve Zeki Bastimar bu suçlamayi kabul etmis midir? diye. Patroyit devam ediyor anlatmaya. "Hangi yoldan verdigini ben bilmiyorum, ama bu bir realitedir ve Zeki Bastimar'in kendi itirafiyla sabittir. Yalniz, Zeki baslangiçta bunu kabul etmiyor. Hatta tornaci Emin aleyhinde büyük bir çaba gösteriyor, onu parti bülteninde likitatör (tasfiyeci) ilan ediyor.
Ancak tevkifattan sonra tüm MK Harbiye'de toplaniyor, emniyet ifadelerinin reddi kararlastiriliyor. Zeki ise reddedemeyecegini söylüyor. Iste bunun üzerine, MK tarafindan sorguya çekiliyor ve orada Emin Sekun'un verdigi raporun gerçek oldugunu ifsa ediyor; sözüm vardir, ben hiçbir sekilde ifademi geri almayacagim ve temasta bulundugum arkadaslarinda geri almamalari konusunda da..." diyor.
Bunun, Zeki Bastimar'a atilmis bir iftira olmasinin olasiligi yoktur. Çünkü bütün partililerin, MK üyelerinin önünde cerayan etmistir bu olay. Hayati Tözün, 141/7 maddesine girme olaylarinin bu kadar çok olmasinin da, ayni seyin bir yansimasi oldugunu düsünüyor. Evet, bir Çok insan, bu maddeden yararlanmistir. Ama bence daha kurulurken ikili oynayan bir örgütte, zaten bastan ahdi peymâ etmis ve bütün bildiklerini Milli Emniyet'e anlatacagini söyleyen ve bunu da ikrar eden bir adamin bulundugu örgütte, bunlarin olmasi hiçte sasirtici degildir. "Peki neden böyle bir adami TKP, MK sekreteri seçti? Üstelik Zeki Bastimar iki sene bir fiil hücrede kalmis, disleri dökülmüs olacak" demeye kalkiyorum. Patriyot hemen lafa giriyor, adam yoklugundan diyor ve sonra takma dislerini çikararak; Iste daha otuz yasinda iken elimde döküldü
dislerim, mesele degil bu. Sefik Hüsnü, Resat Fuat, Mihri Belli ayni sartlarda niye konusmadilar? Ayrica ne iskencesi, kimsenin kilina dokunmadilar, imzali ifadesi var, buna ne buyrulur?
MUTLULUGUN RESMINI YAPAMAZDI ABIDIN, ÇÜNKÜ "DEVLETIN" VE "INGILTERE'NIN" YAKIN DOSTUYDU
Bir adres açilimi daha... Neresi mi?...
Ingiliz ajanliginda çirpman dalgali sular!
Emin Karaca'nin Kalasnikof a Güzelleme adli kitabinin 45. sayfasindayiz.    Bakalim Abidin mutlulugun resmini nasil yapamiyor?
Yaziya girmeden önce, küçük bir animsatma yapmak istiyorum...
Bu kronik kösesinin adi: "Düpedüz." Bizde hep sol cenahta, üstü küllenen, es geçilen"canim simdi bunu yazmanin sirasi miydi?" diye çikisilan, "kol kirilir yen içinde kalir" anlayisiyla yaren arasindaki kisir sohbetlerde gizlenen gerçekleri oldugu gibi yazmaktir amaci "Düpedüz"ün... O nedenle asagida yazdiklarimiz için kimseler alinip gücenmesin, biz dogrulan babamizdan çok severiz.
Türkiye solcululugunun bir garip huyu vardir: Yurt disinda gönüllü mülteciligi seçmis solcuyu, gözlerinin önündekinden daha çok sevip, baslarinin üstünde gezdirmek. Ölülerinin ne kökenlerine bakilir, ne yasantilarina...
Geçtigimiz yilin son ayinda, pasa torunu oldugundan, pasa keyfide öyle istediginden, 1951 TKP Tevkif ata kovusturmasindan bas agrisi çekmemek için can-i azizini Paris'e ativeren Abidin Dino öldü. (Paris'e gidisi ne bir sürgünlük, ne de bir burjuvazinin beyaz teröründen kaçis. Akrabasi Nasuh Nuri bana anlattigi ve kadim dostu Yasar Kemal'in sabah serifleri hayrolanda yazdigi bir pasaportu ve Yesilköy'de uçus sorunu, Demokrat Parti'nin bakanlarindan Feyzi Lütfi Karaosmanoglu tarafindan çözülmüs).
Hepimizin bir gün ölecegi gibi Abidin Dino da öldü Paris'te. "Allah rahmet eylesin" diyoruz... Bize soracak olursaniz "Abidin'i nasil bilirdiniz" diye sunlari söyleyebiliriz: Ne mezari basinda "Mars-i Entemasyonal"i söylenen, sürgüne gönderilirken kelepçedasi Boz Mehmet'in duygusal yaklasimindaki gibi, sifir saatten beri, en su katilmadik bir "komünist'tir Abidin ne de gurbet elde darusila çeken bir yurt sever...
Mesrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde gazeteci-milletvekili, Girit ya da Yanya adasindan göçmen, varlikli Suphi Nuri ailesiyle, Adana'da büyük toprak sahibi, mütegalibe Abidin Pasa sülalesinden gelen birisidir... Türkiye Cumhuriyeti'nin Nazim Hikmet i tasfiye edecegi siralarda yerine geçirecek sair ararken buldugu Necip Fazil Kisakürek'in çikardigi Agaç dergisinde, onun en iyi dostu ve el ulagi. Necip Fazil anilari "Babiali "de yaziyor: Abidin Dino da, Boddler'in sun'i cennet adini verdigi cehennem yemislerinden birine tutkundur: "Esrar."
Devam ediyor: "O zaman yirmi yaslarinda bir genç Abidin Dino; kendinden yedi-sekiz yas büyük genç sairin (yani Necip Fazil'in kendisinin) en yakin dostudur. Önce Ahmet Kutsi, pesinden Peyami Sefa, Burhan Toprak, derken Fikret Adil ve Abidin Dino."
Rizikosuz ve müemmen sosyalistlik olanagini Türkiye Isçi Partisi'nde görünce, 1968'de Paris'ten, ANT dergisine bir yazi gönderir. Yazinin bir yerinde "yanlis degerlendirmeleri bir ömür sürenler'den" söz eder... O döneme göre, bir yarim asirdir, baslarini bela taslarindan korumayi hiç akil edemeyen, artik yetmislerin esigine gelmis, yasli önder komünistlerdir kastettigi Abidin'in. Elbette zaman zaman yanlis degerlendirmeler yaptiklari olmustur, artik yasamayan o önder komünistlerin.
Ancak 1940-41'de Türkiye'de, olasi bir Nazi saldirisini hesaba katip, direnis örgütlemeye kalkisan anti-fasist, yurt sever devrimcilerin yukardan bekledikleri direnis araçlarinin mesajini, "Ingiliz Entelligence Servisine" iletecek kadar da yanlis degerlendirme yapmamislardir.
Belki de "British Coucil"in adamlarindan, dergi çikarmak için sterlinleri alip, bir sair dostuyla birlikte yiyecek kadar da yanlis degerlendirmeleri olmamistir.
Mutlulugun resmini yapamazdi Abidin, çünkü "Devletin" ve "Ingiltere'nin" yakin dostuydu.
               AZIZ NESIN'E ILGINÇ DEVLET DESTEGI
Burada Aziz Nesin'e yapilan ilginç bir maddi destegi anlatacagiz. Bunu yaparken de Yalçin Küçük'ün Kurtulus Yazisi adli kitabinin 329-332 sayfalarindan yararlanacagiz. Bakalim Aziz Nesin, Ankara Sinema Senliginde ne filmler çevirmis.
"Film senligi için her sey hazirlandi, program yapildi, basildi, dagitildi, biletler satisa çikti, aman Allah'im baktik ki biletler çok az gidiyor" diyen BILAR'in Ankara Subesi Danismani, Basin- Yayin profesörü Oguz Onaran, "Devlet destegi konusunda neler söyleyebilirsiniz?" seklindeki bir soruya da su cevabi veriyor: "Maddi destek de bulundu. Ayrica destekleme kurulu da olaganüstü bir çaba gösterdi. Çünkü, bütün filmler ayni zamanda geldi. Festivalin baslamasina çok az bir zaman kalmisti. Buna ragmen, çok çalistilar ve hepsini gösterime yetistirdiler (Milliyet 4 Nisan 1988). Dogrusu su devlete "bravo" dememek için bir neden kalmiyor. Artik devlet basinda Aziz Nesin'in bulundugu BILAR'in Ankara subesi ile Bilim ve Sanat adli dergiden hiç çekinmiyor; bunlarin hazirladigi Ankara Sinema Senligi'ni basarili yapmak için hem geceli gündüzlü çalisiyor, hem de on milyon lira bagista bulunuyor. Bir holding yirmi milyon ve yan resmi bir kurulus da bes milyon veriyor.
CIA yetistirmesi, seksen sekiz yasindaki ABD büyükelçisi Strausz- Hupe, Ankara senliginin seyircisiz kalmamasi için ve Aziz Nesin'e olan sevgi ve saygisi nedeniyle, senligi onurlandiriyor. CIA yetistirmesi ABD Büyükelçisi Strausz- Hupe, Aziz Nesin'in basinda bulundugu BILAR'in Ankara subesini takdis ediyor. Strausz- Hupe'nin takdisi ile devletin yardimi, bir arada gelisiyor ve gerçeklesiyor.
Kimse artik utanmiyor.
Abdullah Bastürk, DISK'in yönetimini eline alinca, çesitli örgütlerle ilgili bir istihbarat ve degerlendirme raporu hazirlatiyor. Darbe ile birlikte bu rapor, Sikiyönetim savciligi'nin dosyasina ve DISK Iddianamesi'ne geçiyor. Bu raporda "Karikatürcüler Dernegi" hakkinda söyle bir degerlendirme yer aliyor: "Yönetim TIP sempatizmani, taban içinde DISK'e sempatizan unsurlar çok." Zaman içinde Karikatürcüler Dernegi'ni fasistlerin ellerine geçirdiklerini sanmiyor; yakinda "mizah gecesi" yapmislar. Eylülizmin ezik sokulan, toplama masasi sefligine getirdigi Adnan Kahveci'nin, dansöz Leyla Adali'nin, Sakip Sabanci'nin, TÜSIAD Baskani Ömer Dinçkök ve Strausz- Hupe'nin yakin dostu Bedrettin Dalan'in ve çok sayida TIP ve DISK sempatizani karikatürcünün katildigi gecede Sakip Sabanci,D"karikatür güzeli" seçiliyor; TIP ve DISK sempatizani karikatürcüler, Sabanci'nin karikatürünü çizmek için kuyruga giriyorlar.
Hiç utanmiyorlar.
Müthis kesifleri de var. Sabana ailesinin, Dogan Avcioglu'nun ölünceye kadar oturdugu evin karsisinda, bir özel hastanesi var, ailede geri zekali, çocuklar çok oldugu için, Sabana Ailesi, yalnizca geri zekalilik üzerinde uzmanlasan bir hastane yaptiriyor. Karikatürcüler, belki de Sakip Bey'in yüzünde, aile hastaliginin izini görüyorlar; ancak baska gerekçe ileri sürüyorlar. Sabanci'yi "karikatür güzeli" seçerken sunlari ileri sürüyorlar: "Sakip bey, konusurken daima ciddi bir ifadeye yüzünde tutmak istiyor. Ancak espri yaparken de yüz çizgilerinde ilginç oynamalar oluyor. Biz de çizerken, o oynayan çizgilerle ciddi ifadesini birlestiriyoruz (Hürriyet, 3 Nisan 1988)." Dogrusu Sakip beyin oynak yüz çizgilerine, daha oynak karikatürcüler gerekiyor; TIP ve DISK sempatizani karikatürcülerden arasindan yeterli ölçüde çikiyor.
Tiyatro Yazarlari Dernegi, tekelci devletle yakin isbirliginin sonucunda, Yildiz'da "Saray Soytarilari Köskü"ne sahip oldu; tiyatro yazarlari simdi, Saray Soytarilari Köskü'nde çalisiyorlar. Tekelci devletin, yakinda Karikatürcüler Dernegi'ne de bir soytari köskü vereceginden kusku duymuyorum; burada cömertligini frenlemiyor.
Bastürk'ün hazirlattigi özel rapordan, bir paragraf daha aktariyorum:
"TMMOB Türkiye Mühendis ve Mimar Odalari Birligi: Yönetim gosist tavirlar içinde. Dev- Genç sempatizani." Bagli odalarin yönetimleri ise çok farkli. Örnegin Makine Mühendisleri Odasi genel merkezi ve subeleri olumlu, Insaat Mühendisleri Odasi merkez ve Istanbul, Kurtulusçu, Izmir olumlu." TMMOB, Bastürk'e rapor hazirlayanlarin anladigi anlamda "olumlu" niteligini koruyor; önemli bir degisiklik görünmüyor.
(...)
Son bir eylemden söz etmek durumundayim; Ankara'nin bütün çagdas gazetecileri, SHP genel sekreteri Fikri Saglar, Cumhuriyet Ankara Büro Sefi Yalçin Dogan, Cumhuriyet Kitap Kulübü'nden Muzaffer Erdost, (...) ve tüm çagdas gazeteciler, çok kalabalik bir sekilde Anitkabir'e gittiler. Ve Turgut Özal'i Ata'ya sikayet ettiler. Anitkabir görevlisi subaylar ve askerler, çagdas gazetecileri karsiladilar; Özal'i sikayet vesilesiyle getirdikleri büyük çelengi, törenle kabilin çelenk konulacak yerine biraktilar. Turgut Özal'in basina kötü niyetleri oldugunu, sikayet olarak Ata'ya bildirdiler. Huzur içinde ve görevlerini yapmis olan insanlarin rahatligiyla, Anitkabir'den ayrildilar.
Bu eylemden dolayi hiçbir sey olay çikmadi ve gözaltina alinan kimse olmadi. Kenan Pasa'nin ise çok sevindigini tahmin edebiliyorum; aydinlar, istedigi kivama geliyorlar. Öyle imran Öktem'in cenazesinde oldugu gibi sokaklarda yürümeye, halkin arasina katilmaya, sol yumruklari kaldirmaya artik gerek kalmiyor; sikayet olursa Ata'ya yapilmasi gerekiyor.
Ata'ya sikayet Türkiye'deki siyasal eylemlerin en barisçil olani ve siniflar üstü nitelik tasiyanidir; "sinifsiz ve kaynasmis" bir ulusun aydinlarina da yakisaninin bu olduguna inaniyorum. Bundan sonra, isçilerin, memurlarin, ögrencilerin sikayetlerini, çagdas aydinlan örnek alarak, ya simdiki devlet baskani Kenan Evren Pasa'ya, ya da birinci devlet baskani Kemal Pasa'ya yapacaklarim saniyorum.
Bütün bunlardan bir sonuç çikiyor: Uzlasma tamdir. Bu uzlasma içinde demokratizm, tek program olarak beliriyor. Demokrasi mücadelesi, uzlasmaci solun ve uzlasmaci aydinin rejimle ve kapitalizmle köprüler kurmasinin dayanagi oluyor. Artik köprüler kuruluyor; neo- kadro, devrimci mücadeleyi, bir sarmasik türünden sarmaya basliyor.
Dönekler, dönmeyenlerden nefret ediyorlar.
Uzlasmacilar, uzlasmayanlara kin bagliyorlar.
                    ÜÇ SOSYALISTIN 27 MAYIS KRITIGI
Deniz Gezmis ve iki arkadasinin 1972'de idam edilmeleri, son günlerdeki idam cezasinin kaldirilmasiyla ilgili tartismalarda bir kez daha gündeme geldi. Bu tartismalarda söz dönüp, dolasip 68'lilere geliyor.
TV programlarina konuk olan ve 68'lileri temsil ettigini söyleyen pek çok kisi, kendi kusaklarinin en tipik özelligi olarak, anti-Amerikanciligi ve yirmiyedi mayisperestligi vurguluyorlar.
27 Mayis'ta Amerika'nin rolü var miydi, ya da Türkiye'yi Amerikan yörüngesine DP mi soktu? Kimi aydinlara göre 27 Mayis ile 12 Mart'a, Menderes ve Demirel Hükümetleri'nin Moskova ile, ABD'nin rizasi disinda iliski kurmaya yönelmeleri neden oldu. Soldaki genel yaklasima göre, 12 Mart/ta Amerika'nin rolü kesindir, öte yandan sol, 27 Mayis'a toz kondurmaz.
                             MILLI SEFIN VEBALI BÜYÜK
Soldaki genel kabulün aksine, -sayilan az da olsa- 27 Mayis'ta Amerika'nin rolüne deginen sosyalist aydinlar da var; Niyazi Berkes, Mahmut Dikerdem ve Yalçin Küçük gibi. Prof. Niyazi Berkes, 1947'de Behice Boran ve Pertev Naili Boratav ile birlikte komünist olduklari gerekçesi ile, Milli Sef Ismet Inönü döneminde, DTCF'den tasfiye edilen üç hocadan biri. Berkes Ingiltere'de, Boratav ise Fransa'da yasama veda ederler. Berkes, yurt disinda iken ünlü sosyalistlerden Burhan Oguz'la mektuplasir. Prof. Niyazi Berkes'in, 1977'de Burhan Oguz'a yazdigi mektuplardaki görüsleri, soldaki genel-geçer yaklasimin disindadir. Burhan Oguz'un, Simurg Yayinlan tarafindan yayinlanan "Yasadiklarim Dinlediklerim" isimli hatiralarinda yer alan mektuplarda, Berkes söyle der: "Inönü rejiminin Türkiye'yi eninde sonunda nasil Amerikan mandaciligi dogrultusuna sokmaya muvaffak oldugu sonucuna vardigimdan bu Irkçilik-Turancilik olayi önemli bir test, bir dönüm noktasi, bir nisantasi rolü oynayacakti. Simdiye kadar Inönü hakkinda söylenen seylere kisisel kiskançliklar diye deger vermezdim. Fakat simdi bu adamin 1919'dan 1950 sonrasina kadar kariyerine toptan bakinca, bütün asamalarda sasilacak bir tutarlilik görmeye basladim: 1919 mandaciligi; Lozan'daki tutumu; Ikinci Dünya Savasi zamanindaki tutumu, 1945'ten itibaren Amerika'yi çekip getirmeye muvaffak olmasi. Hepsi birbirini tutuyor. Ülkeyi bugünkü duruma getiren ne Menderes'tir, ne de Demirel. Onlar, sadece Inönü'nün baslattiginin mantiki sonuçlari üzerinde yürüyorlar."
Berkes, bir baska mektupta söyle der: "Gazetelerde okuduklarim, durumu çok kötü gösteriyorlar. Dogru mu acaba? Çünkü bir yandan da bakiyorum Türkiye yazi bayram Içinde geçirdi. TV'de Kolombo mu yoksa Bionic Woman mi gösterilecegi bile ilgi konusu. Masallah hiçbir-seyimiz eksik degil. Bati uygarliginin düzeyine çikmak istemiyor muyduk? Çiktik iste. Hatta bu düzeyi Washington-Bonn arasi çizginin düzeyi sayarsak, Ingiltere gibi yerlerin düzeyinin de parmak kadar üstüne bile çiktik. Tabii pahalilik olacak, borç olacak, IMF olacak. Bunlar hep Bati düzeyinde olmanin gerekleri degil mi? Bunlari ne Demirel, ne Erbakan, ne Menderes baslatti. Sevgili milli sefimizin mirasi bunlar hep, ama en akillilarimiz bile bunu unutmus, simdi ziril zinl sikâyet."
                              MENDERES, ABD'YE YÜZ ÇEVIRDI
'Marksist Hariciyeci' olarak bilinen diplomat Mahmut Dikerdem ise, 27 Mayis 1960'daki askeri darbede Amerika'nin rolünü, diplomasinin içinden kritik ediyor. 27 Mayis'tan önce, Kibris Masasi'nda çalisan, 27 Mayis darbesi oldugunda Iran'da büyükelçi görevinde bulunan Dikerdem, -asiri solcu olduguna dair- Milli Birlik Komitesi'ne sunulan bir rapor üzerine merkeze çekildi. Çesitli ülkelerde büyükelçilik yapan Dikerdem, 12 Eylül döneminde Baris Dernegi Davasi'ndan tutuklandi. Dikerdem, Menderes hükümetinin devrilmesinde, Amerika'nin dümen suyundan çikma egiliminin rol oynadigini düsünüyor.
                              
                       
                            TÜRKES'TEN AMERIKA NOTLARI
27 Mayis ve Amerika arasindaki iliskilere ayna tutacak olan bir diger kisi, Alparslan Türkes'tir. 27 Mayis bildirisini radyodan okuyan, NATO'ya ve CENTO'ya bagliyiz diyen de Türkes'tir. Türkes, ordunun gençlestirilmesiyle ilgili olarak gerçeklestirilen operasyonda Amerika'nin katkisini kabul ediyor. Kamuoyunda EMINSU (Emekli Inkilap Subaylari Dernegi Mensuplari)-olarak bilinen operasyonun, ABD'nin istegi dogrultusunda gerçeklestirildigi kuskusu güçlüdür. Türkes ise EMINSU'lar olayini söyle anlatiyor: "275 general ve amiral ile 7000 subay emekliye ayrildi. Simdi böyle bir tasfiyeyi düsünürken, bir taraftan da MBK olarak, bu silah arkadaslarimizi sefalete itmemenin yollarini arastirmaya koyulduk.
Bunlara yüksek ikramiye vererek, yüksek emeklilik maasi vererek, tasfiyeye girismek için bir bütçe çalismasi baslatildi. Fakat, para yoktu. Devlet borç içindeydi. Düsündük tasindik, dostumuz ve müttefikimiz ABD'den yardim isteyelim dedik. Daha Önce de yardim istemistik. Çünkü 27 Mayis olduktan sonra, biz idareyi ele alinca, önümüze bir baska problem geldi. O problem suydu:
Devletin elinde döviz olmadigi için, dis temsilciliklerimizde maaslar ödenemiyor, masraflar karsilanamiyordu. Bu yüzden çok sikisik vaziyetteydik. Ne yapalim diye düsündük.
Dostumuz Amerika'ya basvurduk. Hatirimda kaldigina göre, 15 milyon dolar alarak, büyükelçiliklerimizin masraflarini karsiladik. Hatirimda kaldigina göre bu para, bagis seklinde alinmisti. Ordunun gençlestirilmesi hareketinde de yine paraya ihtiyaç vardi. O sirada NATO'nun Paris'teki Baskomutani Hava Orgenerali Norstad, Türkiye'ye gelmisti. Projemizi kendisine anlattik. Bize yardim edin dedik. Bu is için 12 milyon dolara ihtiyaç vardi. Para ABD'den temin edildi. Bu, NATO parasi degildi. Bundan sonra, tasfiye hareketine girisildi.
                        SOGUK SAVASI BITIRME PLANI
Dikerdem'e göre Menderes, Amerika'dan talep ettigi kredileri alamayinca yüzünü Moskova'ya çevirir. Diker-dem su tespitlerde bulunuyor: "1960'da Menderes-Zorlu ikilisini iktidardan düsürmek için ABD'nin ciddi nedenleri vardi. 1947'den beri ABD'nin dümen suyuna girmeyi milli politika olarak kabullenmis bir ülkenin hükümeti, ilk kez kendi basina bir harekete yelteniyordu. Soguk savasin henüz hizini kaybetmedigi bir dönemde NATO üyesi bir müttefikin, ABD'den izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkismasi, NATO içinde ve Hür Dünya'da siyasi dalgalanmalara yol açacak nitelikte bir olaydi ve cezasiz birakilmamaliydi. "
Disisleri Bakani Fatih Rüstü Zorlu, Dikerdem'e, sunlari söylüyor: "Simdiye kadar Sovyetlerle iliskilerimizde Amerika'nin müttefiki gibi davranmayi ön planda tutuyorduk.
Soguk savas döneminde Amerika'nin müttefiki olmanin geregi, Sovyetler'le iliskilerimizi en alçak düzeyde tutmakti. Bu dönemin sona erdiginin isaretini, Sovyetler'le basbasa görüsmelere baslamak suretiyle, bizzat Amerika vermis bulunuyor. Simdi bizim de Sovyet hükümetiyle ikili müzakerelere girismek, dondurulmus iliskilere canlilik vermek hem hakkimizdir, hem çikarimiza uygundur. Bugüne kadar Sovyetler'in karsisina NATO bloku olarak çikiyorduk, soguk savasin mantigi bunu gerektiriyordu. Madem ki Amerikalilar Moskova ile diyalog kurmanin kendileri için zamani geldigine inandilar, bizim de vakit yitirmeden Sovyetlerle normal ve giderek dostça iliskiye yönelmemiz zorunludur. Amerikalilar'a danismadan Moskova ziyaretini düzenledik, danisirsak Ruslarla basbasa görüsmemizi engellemek isteyeceklerini biliyorduk. Sovyet hükümeti önerimizi hemen kabul ettigi gibi ziyaret tarihinin bir an önce açiklanmasini istedi. 15 Temmuz tarihi üzerine anlastik. "
MOSKOVA SEYAHATI SANTAJ MI?
Dikerdem devam ediyor: "Menderes'in   Moskova'ya gitme kararinin, Amerikan CIA'sini harekete geçirerek DP iktidarinin sonunu çabuklastirdigini ileri sürenler oldu. 27 Mayis sabahi Ankara Radyosu'ndan yayinlanan ilk bildiride Milli Birlik Komitesi'nin, NATO ve CENTO'ya bagliligini vurgulamasi, bu söylentilere agirlik kazandirdi. (...) "Menderes'in Moskova ziyareti konusunda akla takilan soru sudur: Acaba DP iktidari Sovyetlerle iliskilerine yeni bir yön vermeyi, baska bir deyisle, Amerika'dan bagimsiz bir dis politikaya yönelmeyi gerçekten düsünüyor muydu? Yoksa Zorlu'nun, Bayarla Menderes'e benimsettigini söyledigi plan, aslinda DP hükümetinin o sirada siddete gereksinme duydugu   300   milyon dolarlik   yardimi ABD'den elde edememesinden dogan geçici bir tepki, hadi adim da koyalim, bir çesit santaj miydi?" Amerika'nin Yakindogu'daki en sadik müttefiki olan Iran'da büyükelçilik görevinde bulunan Dikerdem'in tespitleri önemlidir.
          27 Mayis darbesiyle birlikte okunan bildiri ve akabinde Disisleri Bakanligi'na getirilen kisinin kimligi, Dikerdem'in Amerika'nin darbede oynamis olabilecegi role dikkatleri çekmesine neden oluyor: "Milli Birlik Hükümeti'nin NATO ve CENTO'ya bagliligi dünyaya ilan edilmis, eski dostluklarin -ve de düsmanliklarin- oldugu gibi sürdürülecegi. Amerikan hükümetinin tam güvenini kazanmis bir diplomat olan Selim Sarper'in Disisleri Bakanligi'na getirilmesiyle açikça belli olmustu. Sanirim Iran Sahi, Menderes ile Zorlu'nun Moskova'ya yakinlasma siyasetine yöneldikleri kanisina varinca, DP iktidarinin askeri bir darbe ile düsürülmesinden rahatlik da duymustu. Sonradan söylenenler, yazilanlar dogru ise, Iran gizli servisleri, Türk ordusunda darbe hazirliklari yapildigindan haberli idi. Bu istihbarati Iranlilarin, CIA kanaliyla aldiklari düsünülebilir, çünkü 1953 yilinda Musaddik'i deviren komployu basariyla sonuçlandirdigindan beri, CIA'nin Iran haberalma servisleriyle siki isbirligi halinde oldugu bilinmektedir. Belki de Sah, Menderes'in Moskova ziyaretinin kendilerine danisilmadan kararlastirilmasi üzerine Amerikalilarin DP iktidarini kaderiyle basbasa birakmayi uygun gördüklerini anlamisti."
                    
YALÇIN KÜÇÜKTEN FARKLI BIR YAKLASIM
12 Mart 1971'de Basbakanlik koltugundan indirilen Süleyman Demirel, 27 Mayis ve 12 Mart ta Amerika'nin rol oynadigina inaniyor. Cüneyt Arcayürek'in Yeni Demokrasi Yeni Arayislar, 1960-1965 baslikli kitabinda Demirci, "1960'lann basinda Türkiye, NATO ve ABD'nin hemen her istedigini yapmis, NATO ve ABD'nin sadik bir müttefiki ve her vecibesini yerine getirmis bir ülkedir. Sadakatinde o kadar ileri gitmistir ki, Sovyetler Birligi'nin yumusak karninda oturmasina ragmen, kendini topun agzina koymaktan çekinmemistir. Topun agzina koymustur kendini. Izmir'e "Jüpiter" füzelerinin konulmasina müsaade etmistir. îhtilal Türkiye'ye, NATO ve CENTO'ya bagliyiz diye gelmistir. Bir iktidari deviren ihtilal bile, bu sadikane bagliliktan kendini kurtaramam istir. O kadar ki, Jüpiter füzeleri 1960 Agustosu'nda, yani ihtilalden bir kaç ay sonra gelmistir Türkiye'ye." demektedir.
Marksist solun önemli isimlerinden Yalçin Küçük'e yer vermek gerekir. 27 Mayisçilar'in darbe yapma gerekçelerinden biri de üniversitelerdeki Ögrenci olaylaridir.
28-29 Nisan 1960 Ögrenci Gösterileri'ni organize eden gençlik liderlerinden biri olan Yalçin Küçük söyle diyor: "27 Mayis öncesinde, Türkiye'de bir ciddi istikrarsizlik görüldügü açiktir. 27 Mayis sonrasinda ise, ClA'nin gelmekte olan askeri müdahaleyi haber aldigi ve Türk yönetenlerine haber vermedigi, kesine yakin bir biçimde gösterilmis bulunuyor. Bu nokta, 1960 tarihindeki askeri müdahalenin, Washington'un bilgisi çerçevesinde gerçeklestirildigi yollu degerlendirmelerin temelini  olusturuyor.
1968-1971 ARASI SOL VE RADIKAL DEVRIMCÎ ÖRGÜTLENMELER
1960'dan beri doldurusa getirilen ve yasadigi sosyal buhranlarin sebebini hep düzende aramaya alisan bir gençligin, sosyo- ekonomik problemler arttikça radikallesmesi kaçinilmazdir. 1968-1971 yillarindaki artan siddet olaylarina ve bunun neticesi olan 12 Mart 1971'deki askeri müdahaleye giden olaylari daha iyi anlamak için gençligin asin solcu provakatif örgütlere artan ölçüde katiliminin kisaca incelenmesi gerekir.
Önceleri TIP'in etrafinda toparlanan ve bu çizgide faaliyet gösteren solcu gençlik, hem TIP'in seçimlerden basarisiz çikmasi ve hem de parti ileri gelenlerinin gençlige nispetle pasif kalmasi sonucunda yeni arayislara yöneldi. 1968 yilinda dünyada dalgalanmalara yol açan ögrenci hareketlerinin, her zamanki ucuz taklit anlayisiyla Türkiye'ye yansimis olmasi, bu hareketlerdeki hakim zihniyetin SBKP aleyhine tavir almasi ve buna ragmen TIP'in Sovyet çizgisinden kendini kurtaramamasi yeni ayrismalari gündeme getirdi.
Artik sol gençlik, bir zamanlar kendilerini egitmis olan TIP önderlerini pek dinlemez bir hale gelmisti.
1969 Ekim'inde toplanan FKF olaganüstü kongresinde, FKF adi, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) olarak degistirildi: Yeni tüzügün üçüncü maddesinde "Federasyona bagli derneklerin, sosyalizm bilincini eylem kilavuzu edinmeleri" gibi bir önsart getiriliyor, federasyonun isçi ve köylü derneklerini de bünyesine almayi kararlastirmasiyla Dev-Genç kitleseli esme sürecine ilk adimini atmis oluyordu.
Dev-Genç'teki asil atilim, gençligin MDD stratejisine yakinlastirilmasi oluyordu. Bunu gene Dev- Genç tüzügündeki su maddeden anlamak mümkündür: "TDGF, emperyalizm ve feodal kalintilara karsi verilen halkimizin MDD mücadelesinde, sosyalist gençligin düsünce ve eyleminin gelistirilmesi amaciyla kurulmustur."
Haliyle gençligin tartismalarindaki esas konular da degisiyordu. Kimsenin sosyalist bir rejim kurulmasi gerektigine süphesi yoktu da, bunun nasil gerçeklestirilecegi ciddi bir mesele olmustu. MDD yanlilari, milli güçlerle gayri milli güçlerin bir an önce ayirt edilip ordunun desteginde bir devrim yapilmasi gerektigini söylüyorlardi. TIP'e yakinligini devam ettiren çevreler ise, digerlerinin "pasifist metot" olarak adlandirdigi ve Avrupa1 daki demokratik sosyalizm örneklerini model alan bir anlayisla parlamentonun kullanilmasindan tarafa görüs bildiriyorlardi. "Bir bölümü iktidara parlamento yoluyla gelinecegine Inanip bu yolda çaba harcadi, bir bölümü hareketin askeri kadrolarla yapilabilecegini düsündü, bir bölümü Fokoculuk dedigimiz Latin Amerika devrimi örnegini düsündü, bir bölümü Çin devrimi örnegini düsündü".
Bütün bu gelismelere paralel olarak ögrenci olaylarinin sayisi ve siddeti hizla artti. Kimi gruplar ve fraksiyonlar "parlamento disi muhalefet" görüsünü benimseyerek yeni stratejiler olusturdu ve iktidari ele geçirmeye yönelik eylemlere giristiler.
Bu arada Subat 1969 tarihinde meydana gelen bir olay, radikal sol örgütlerin eylem çizgisi için yeni bir deneme, belki de bir tecrübe oldu. TIP, DISK, MDD ve diger Marksist örgüt ve kuruluslarin destegiyle hazirlanan "Emperyalizm ve Sömürüye Karsi Isçi Yürüyüsü" adi verilen gösteri, beklenmedik (kimilerine göre beklenen) bir sekilde çatismalara sahne oldu. Iki kisinin Öldügü, çok sayida kisinin yaralandigi gösteri, Türkiye'de sag- sol çatismasinin ilk defa kitleler arasindaki bir kavgaya dönüsmesi hasebiyle önem tasir.
Gösteri düzenlenmeden önce çesitli marksist ve asin sol egilimli örgütler, degisik bildiriler dagitarak kitleleri mitinge davet etmis, kullandiklari ve sonradan çok fazla kullanacaklari "ajitatif bir üslupla ortaligi gerginlestirmislerdi. Bir seylerin olacagi kesindi, çünkü sol liderler birseylerin olmasini istiyorlardi. Böylece gençlik radikalize olacak, ilerde yapilacak daha büyük eylemlere hazir vaziyete gelecekti. Olaylara bizzat tanik olan ve 1980 yilinin sonlarinda pismanlik yasasindan faydalanarak geçmise sünger çeken insanlardan birisi, yazar Engin Ardiç o günü söyle degerlendiriyor: "Oynanan çirkin oyunun yasimizi, boyumuzu çok astigini, son derece tehlikeli, gerçekten kanli, öyle filmlerdeki gibi domates salçasi degil, çirkin kokusu, iç bunaltan rengiyle kipkirmizi kanli oldugunu o vakit anladim."5
Kalabalik gruplarin birbirine girdigi hadise, bütün Türkiye'de büyük bir infial meydana getirdi, özellikle sol basin, polise ve hükümete yüklenip asil suçu gericilere yükledi. Oysa olaylarin asil sorumlusu belli idi. Içlerinde Deniz Gezmis'in de bulundugu fotograflarla tesbit edilen 132 kisinin kahir ekseriyetinin TIP militani olmasi ve gene hemen hepsinin mahkumiyetinin bulunmasi, kabahatlinin kim oldugunu açik seçik ortaya koyuyordu. Ertesi gün çikan gazeteler konuyu, siyasi egilimlerine göre yorumladilar. Fakat, Cumhuriyet gazetesinin yaptigi yalancilik, Türk basin tarihine kara bir leke olarak geçti. Bütün afis, el ilani ve pankartlarda "Emperyalizme ve Sömürüye Karsi Isçi Yürüyüsü" olarak ifadelendirilen eylem, Cumhuriyet gazetesinde "Emperyalizme Karsi Mustafa Kemal Yürüyüsü" olarak verildi.
1969 yilinin Subat ayinda vuku bulan bu üzücü ve adini 22 Ocak 1905'te Gapon'un önderliginde Çarlik Rusya'sina karsi ayaklanan yüz binin üzerindeki insanin nümavisleri sonrasinda, bin kadar kisinin ölmesiyle sonuçlanan "Kanli Pazar" hareketinden alan bu olay, siyasi tarihimize ayni adla geçti. Bu olaydan sonra, örgütlenmesini kuvvetlendiren devrimci sol güçler hareketlendiler. Kanli Pazar'in, uzun devrim kosusunda çok önemli bir dönemeç oldugunu düsünen Marksist çevreler, eylemlerini siklastirdilar. Istanbul Üniversitesi'nin merkez binasinin isgali, ögretim üyelerinin de buna destek olmalari, ögrencilerin polisle çatismasi ve olaylarin kesintisiz sürmesi, bu hareketlenmenin sonucunda meydana gelmis olaylardir.
O günlerde hükümetin yasallasacagi konusunda söz vermesine ragmen, ögretim üyesi ve asistanlara tazminat ödenmesine iliskin tasarinin meclisten geçmemesi ve parlamentonun tatile girmesi, ögretim üyelerinin de direnise geçmelerine yol açti. I.Ü. Hukuk Fakültesi dekani Tarik Zafer Tugaya, A.Ü. Hukuk Fakültesi dekani Ugur Alaca-kaptan, Prof. Münci Kapani ve Ali Bozer gibi taninmis ögretim üyeleri, idari görevlerinden istifa ettiler. Iki gün içinde, basta Ankara Üniversitesi rektörü Cumhur Ferman olmak üzere, Ankara'daki on bir fakültenin dekani istifa etti. Bu istifalari ögrenci olaylari izledi. Fakülte isgalleri, yürüyüsler, yabancilara ait otolarin yakilmasi, bombalamalar v.b. tedhis, eylemleri bir anda ortaligi terörize etti. Bunlarin solculuguyla mahut, hatta bir kismi komünist olan ögretim görevlilerinin (istifa olayinda oldugu gibi) ögrencileri cesaretlendirmesi, el altindan destek vermesi etkili oldu.
Diger taraftan isçiler de ayaklandi, Türkiye'nin belli basli fabrikalarinda grevler basladi ve bu grevler Ideolojik bir savasin propaganda malzemesi olarak kullanilir hale gelmisti. 1970'lere gelindiginde, sol saldirlar hizini arttirmisti. 1968 yilinda devrimci- solcu gençlik arasinda çok büyük ayrilmalar, farklilasmalar söz konusu degildi. FKF ve Dev- Genc'in 1969 ve 1970 kongrelerinde MDD, gençlik içindeki gücünü perçinlemisti. Iktidar kavgasinin sona ermesinden, daha dogrusu MDD tezlerinin üste çikmasindan sonra, MDD grubu arasinda, çesitli platformlarda ile getirilen tartismalar basladi. Dev- Genç kongresinde Mahir Cayan ve Yusuf Küpeli'nin sözcülügünü yaptigi bir egilimle, Dogu Perinçek- Sahin Alpay grubu arasinda bir çatisma niteliginde artan tartismalar, aslinda MDD hareketinin bir yol ayrimina geldigini gösteriyordu. Tartisilan konular arasinda devrimde öncülük, devrimin dayanacagi halk kitlesi, yakin dönem taktikleri, parti anlayisi gibi temel meseleler vardi.
Bu arada Mihri Belli'nin MDD içindeki yeri sarsilmisti. Çünkü Belli, MDD'nin bilinen tezlerini tekrarlamaktan öte bir siyaset gelistirmiyordu. Açikçasi tikanmisti ve yenilik arayan gençligin beklentilerini cevaplandiramiyordu.
Gençlik hareketi içinde örgütlü olan Mahir Cayan ve arkadaslari, MIhri Belli'nin jargonunda Önemli yer tutan ilerici bir ordu darbesine ihtimal vermiyor, silahli bir mücadeleyle, devrimin bizzat devrimci güçler tarafindan gerçeklestirilmesi gerektigini savunuyordu.
Dogu Perinçek ve ekibi ise, MDD'yi bir toprak devrimi olarak algiliyor, kökenlerini Milli Kurtulus Hareketi'ne dayandirarak, Mustafa Kemal'i ön plana çikariyor, Ma-oculugun acayip, eklektik, insicamsiz bir uygulamasini model olarak benimsiyordu.
Öte yandan, 1968 olaylarindaki aktif tavirlari neticesinde solcu gençlik içerisinde büyük popülarite kazanan Deniz Gezmis ve yakinlari ise, kir gerillasi baslatmak üzere hazirliklar yapiyor, gençlik içerisinde sürüp giden tartismalara pek itibar etmiyordu. Dev- Genç kongresinde disardan Ertugrul Kürkçü'ye destek vermekle iktifa eden bu grup, fikri tartismalardan özellikle uzak duruyor ve kendi arkadasliklari çevresinde yürüttükleri iliskilere Önem veriyorlardi.
1970'li yillara gelindiginde, bu üç ana egilimin örgütlere dönüstügünü görüyoruz. Süphesiz bunun birtakim tarihi ve sosyolojik sebepleri var. 1968 yilinda baslayan ufak eylemler, 1970'lerde küçük gruplar tarafindan, ama bu kez daha organize biçimde sürdürülmüstür. Isin kitlesel boyuttan siyrilip, marjinal örgütçülük seviyesine indirgenmesi dikkat çekicidir.
"Bu hareketler, 1968'in kitlesel öfkesinin ve coskusunun bütün özelliklerini yogunlastirmis bir biçimde içeriyor ve hedefine ulasamamis devrimi, sönmekte oldugu bu noktada yeniden ateslemeyi istiyordu."6 Hükmüne katilmamak zordur. Gerçekten de, 1968 olaylari esnasinda uyumsuzlugunu ve farkli olma istegini sol içinde öfkeyle ifade eden gençligin, 1968 olaylarinin bitimiyle radikal tavirlari bir yana koymasi, cidden devrim isteyen gruplarda hayal kirikligi yaratmistir. Ne oldugu, kendilerince bile pek malum olmayan devrim tutkusuyla yola çikan ve devrim denilen efsunlu kelimeyi her duydugunda gözü kararan bu insanlarin, silahli tedhis eylemlerine girismesi çok da garip degildir. Üstelik memleketin o yillarda içinden geçtigi buhran, ekonomik sikintilar, gençligin radikalize olmasi için gerekli bütün sartlan temin ediyordu.
DÎSK'in önayak olmasiyla Goodyear Lastik Fabrikasi, Bossa Dokuma Sanayii, Petriks Pil Fabrikasi, Aliaga Rafinerisi, Türk Demir Döküm Sanayii gibi devrin ekonomisine dogrudan etki eden kuruluslarda boy veren mücadeleler, yer yer isgaller, örgütlü mücadele için gereken cesareti gençlere fazlasiyla veriyordu. Kurulan örgütlerin hepsi MDD geleneginden geliyordu ve son tahlilde MDD'den bir kopusu ifade ediyordu. Ama, her ne kadar bir kopusun Özellikleri, bu Örgütlerin kurulmasinda önemli rol oynadiysa da, temel meselelere yaklasim, MDD geleneginin disina   çok tasamamistir.   Örgütlerden   THKP / C ve THKO'nun isçi sinifi tezlerinin yerine, asker - sivil- aydin zümre seçkinciligini yüceltmesi, bütün örgütlerin 27 Mayis Anayasasini savunmasi ve Kemalizm'e toz kondurmamasi, kopusun çok da önemli olmadiginin göstergesidir. Mahir Çayan'in sonradan Kemalizm'i sorgulamaya tabii tutmasi da bu gerçegi degistirmez. Bu örgütlenmelerin Türkiye'ye Özgü oldugu varsayilabilir. Ancak her meselede oldugu gibi, örgütlenme yapisinda da Türk Solunun efsanevi boslugunun kendini gösterdigi bir gerçektir.
Kurulan örgütler, Türkiye nesnel sartlarina uygun politikalar üretme amaci gütmüstür, ancak pratikte bu olmamis, ayagi yere basmayan fikirler genel kabul görmüstür. Bu örgütlenmelerde, Latin Amerika devrimciliginin norodnik romantizmiyle, Vietnam'i ABD'ye dar eden Ho Si Minh ve gerillalarinin direnisçi ruhu hemhal olmus vaziyettedir. THKO da, THKP/C de, TIIKP de Lenirüst sablonlari asmayi bilmistir ve bu yönleriyle orjinallik tasirlar. THKO, adindan anlasilacagi üzere, siyasi olmaktan çok askeri bir örgütlenme olarak ortaya çikti. Türk Solu tarihinde, ilk kez bir silahli eylemle adini duyuran ve mücadele tarzinin bundan baska bir sey olmayacagini vurgulayan örgüt THKO'dur. THKO'nun kurucusu, 1969 yilinda El- Fetih'e giderek dört ay egitim alan Deniz Gezmis'tir. Gezmis'in yakinindaki on alti kisinin de El- Fetih'de egitim gördügü biliniyor. Örgütün diger sol örgütlerden farkli yani; tüzük, program gibi üyeleri baglayici belgeye veya toplantilara dayanmamasi, Ögrenci olaylari sirasinda birbirini tanimis, sinamis insanlarin birbirlerine olan güvene yaslan-masidir. Dogal olarak, bu, kollektif bir yönetimi beraberinde getirmis, kararlar sicak mücadele esnasinda anlik ve ortaklasa alinmistir.
4 Mayis 1971'de dört Amerikali astsubayin kaçirilmasi olayinda ilk kez THKO adini kullanan örgütün belirli bir programi yoktu. Ancak, MDD'i gerçeklestirmek için Dev- Genc'in yeterli bir tesekkül olmadigini düsünen örgüt militanlarinin asil hedefi, dagittiklari bildiriden anlasildigina göre; silahli mücadeleyi esas alan bir halk kurtulus savasi idi. Çünkü devrim, üretim mekanizmalarinin zaman içinde yeni bir sinifin eline geçmesi demek olduguna göre, devletin ve rejimin parçalanmasi ve siyasi iktidarin ele geçirilmesi gerekiyordu. Örgüt, daha önce belirttigimiz gibi, Latin Amerikali ve Asyali modellerden esinlendigi için, temel mücadele sahasi olarak kirlari seçmis ve kir gerillaciligi modelini benimsemistir. Bu sebeple, sehir gerillasi sistematigi içinde bir örgütlenmeye yanasmamis, ancak kirsal alanlardaki terörist eylemlere maddi imkan saglamak için sehirlerde banka soygunu, fidye için adam kaçirma gibi faaliyetlere tesebbüs etmistir. Görüldügü gibi, THKO, sadece silahli eylemi baz alan bir örgüt.
THKO militanlari yaziyla, kitapla ilgileri olanlardan uzak durmayi yegliyorlardi. Örgüt militanlarinin MDD etkisinden kurtulamadiklari ve MDD tezlerinden ne ögrendilerse onu tekrarladiklari açiktir. Onlara göre Milli Kurtulus Savasi bir devrimdi. THKO militanlari da yarim kalmis devrimi tamamlamak anlami tasiyan! MDD'yi savunuyorlardi. Amaçlan, gerici -karsi- devrimcilere yapilmis 27 Mayis ihtilalini tamamlamak, ülkeyi tam bagimsiz hale getirmek için, tipki Mustafa Kemal gibi halkin silahli öncüsü olmakti. Dogan Avcioglu'nun "halk kitleleri gericidir, dolayisiyla onlarin seçtigi parlamenterler de gerici olacaktir ve ilerici devrimler bu gerici milletvekilleriyle gerçeklestirilemeyecektir; öyleyse "halka ragmen, halk için" varolan bir anlayis iktidara gelmelidir"   seklinde özetlenebilecek   tavri,   ister istemez THKO'nu etkilemistir.
Bu görüslerde kastedilen gücün kendileri oldugu vehmine kapilan THKO örgütü; kuruculari Sinan Cemgil, Alpaslan Özdogan ve Kadir Manga'nin Nurhak Daglari'nda bir çatismada öldürülmesi, Deniz Gezmis, Hüseyin Inan ve Yusuf Aslan'in da idam edilmesiyle yok oldu. Ancak THKO'nun küçük burjuva tarzdaki eylem çizgisi elestirilere ugrayarak kendini yeniledi ve 1971 'de yok edilen THKO, önce THKO/ GM, sonra Halkin Kurtulusu ve nihayet 1980'e dogru TDKP olarak varligini sürdürdü. Eylem çizgisi THKO'ya benzemese de, MDD,Kemalizm, Mustafa Kemal, emperyalizm konularinda ayni görüsleri tasiyan bir baska örgüt TIIKP'tir. Bu örgüt de MDD görüslerini benimsemistir. FKF'nin Dev- Genc'e dönüstügü 1969 kongresinde Mahir Cayan grubu ile Dogu Perinçek grubu arasinda tartismalar çikti. Perinçek grubundan Sahin Alpay'in "proleteryanin MDD'nde önder olmasinin objektif sartlan olusmamistir" seklinde özetlenebilecek görüsleri, Çayancilar tarafindan sag sapma olarak degerlendirildi. Kongreyi Cayan ekibi kazaninca. Dev- Genc'in ismini aldigi bu ilk kongrede bölünmeler yasandi ve Perinçek ekibi ayrildi. Yayina basladigi 1 Kasim 1968'den itibaren MDD sözcülügünü yapan Aydinlik Sosyalist Dergi'den ayrilan Dogu Perinçek ve arkadaslari, Proleter Devrimci Aydinlik dergisini çikarmaya basladilar. Aydinlik Sosyalist Dergi, Mahir Cayan ve arkadaslarinda kaldi ve Mihri Belli de onlarla birlikte davrandi. Ancak, Mihri Belli'nin birçok temel konuda Perinçek grubunun görüslerini savundugu da biliniyordu. Perinçek grubu, çikardiklari derginin ilk sayisinda ayrilmaya sebep olan isçi sinifinin önderligi meselesini elestirdi ve AybarAren oportünizminin, yeniden devrimci cephenin saflarina sürüldügünü iddia etti.
Devrimde kimin, hangi sosyal sinifin öncü olacagina iyiden iyiye kafayi takan bu ekibin Cayan ekibiyle polemikleri sürüp gitti. Aslinda kavganin görünmeyen sebebi/ Kemalizm idi. Cayan, Kemalist asker- sivil zümreye öncülük verilmesini saglikli bulmuyor, Perinçek ise ordu da örgütlenmeye çalisiyor ve ordu kuyrukçulugu yapiyordu. Perinçek, aslinda tam anlamiyla Avcioglu ve Belli'nin tepeden inmeci anlayisim benimsemis durumdaydi. Nitekim çikardiklari Isçi Köylü gazetesinin 1. sayisinda yer alan "Bizim partimiz Milli Kurtulus Cephesi'dir. Bizim partimizin komutani Mustafa Kemal'dir" sözleri, bu kuyrukçuluga bir örnektir.
TIIKP, 1971 sonrasinda silahli eylemlere geçecegi sirada, lider kadrosu ve önde gelen militanlariyla yakalandi, faaliyetleri sekteye ugratildi. TIIKP; bir yandan Ihtilalci Isçi, Ihtilalci Köylü, Ihtilalci Gençlik birlikleriyle isçi, köylü ve gençlik kesimleri üzerinde özel çalismalar yaparken, bîr yandan örgüt lideri Perinçek'in sahsi dostluklari vasitasiyla ordu içinde örgütlenmeye çalismistir. TIIKP'in Isçi Köylü ve Proleter Devrimci Aydinlik adli yayinlan 1972 yilinda Sikiyönetim Komutanligi tarafindan kapatilinca, örgüt, illegal Safak dergisiyle propagandaya devam etti.
TIÎKP, Türkiye'deki tek Mao'cu örgüt idi. Mao'cu olmasi hasebiyle, Iktidara silahli mücadele;. yoluyla parça parça kazanilmasi, sehirlerin büyük kirsal alanlardan kusatilarak ele geçirilmesi ve gerici iktidarin halkin devrimci gücüyle yikilmasi gerektigini savunan örgüt, bu amaçlan tahakkuk ettirebilmek için hazirliklar yapmistir, örgütün yayinlarinda Çin devrimine, kültür devrimine, Mao Zedung'un engin birikimine sik sik övgüler yollanirken, proleter enternasyonalizmin kizil bayragim yüksek tutmaya kararli olduklari, arada bir hatirlatilmistir. Hiç atlanmayan konu ise, hareketin amacinin isçi- köylü ittifakina dayali bir halk rejimi kurmak oldugudur. Dogu Perinçek'in de, TIIKP'nin de, fikri noktada hemen hiç orjinaliteleri olmamistir. Mao'cu idiler ve dünyadaki Mao'cu söylemleri Türkiye'ye uyarlamaktan baska gayretleri olmadi. Ancak enteresan yönleri yok degildi. Dergilerinde, militanlarina verilecek direktifleri açiktan söylemeleri sakincali olabilecegini bildiklerinden, bu talimattan Endonezya, Filipinler veya Tayland Komünist Partileri'nin genelgeleri seklinde yayinlayarak ilgili yerlere ulastirmayi akil edebiliyorlardi. Ya da yargilandiktan dönemdeki ilk durusmada, mahkeme baskaninin "Mesleginiz nedir?" sorusuna basta Dogu Perinçek olmak üzere: "Ihtilalci Komünistlik" diye cevap vererek herkesi güldürebiliyorlardi. Üstelik devletin birtakim kritik birimleriyle hep yakin iliski içinde olmayi beceriyorlar, orduda örgütlenebiliyorlar ve kimsenin aklina gelmeyen komplo teorileri üretebiliyorlardi. Bu ilginçliklerinden dolayi sonradan iki ayri bölünmeyi yasayacak olan TIIKP, 1974 yilinda çikarilan genel aftan sonra davasinin düsmesiyle misyonunu yitirdi. Ancak TIIKF'ten ayrilarak TKP/M-L örgütünü (TIKKO olarak da bilinir) kuran Ibrahim Kaypakkaya'nin sert devrimci gelenek üzerindeki etkisi uzun yillar sürdü.
Bu döneme damgasini vuran en önemli örgütlerden biri de THKP/C'dir. 1974 yilindan sonra, ayni gelenegi devam ettiren yirmiye yakin örgüt kurulmustur ve bu, THKP/C'nin fikri donanim olarak, diger iki örgütten önde oldugunu gösterir. 1980 öncesi olaylarda Türkiye'ye kara günler yasatan ve eylemci çizgide en radikal tavirlari ortaya koyan Kurtulus, Acilciler, MLSPB, Devrimci Kurtulus, Dev- Sol, Dev- Yol gibi örgütler, bu gelenegi sürdüren ve THKP/C kurucusu Mahir Çayan'in yolundan giden örgütlerdir. Mahir Cayan ve arkadaslari, Dogu Perinçek gurubunun ayrilmasindan sonra Dev- Genc'i tamamiyla kontrolleri altina aldilar. Mihri Belli ile hareket eden Mahir Cayan ve arkadaslari, baslangiçta bütünüyle MDD tezlerini savunur bir görünüme sahip olmuslardir: "THKP/ C önderleri, TIP üyesi üniversite ögrencileridir ve legal TIP içinde yetistikten sonra Mihri Belli'nin TIP muhalefetinin kadrolarini olusturmuslardir. Bu objektif durumdan ve buraya kadar gelistirilen düsüncelerden bir sonuç çikiyor:
         THKP/C TIP ve Yön çizgilerinin çizgilerinin çocugudur." Ancak buna ragmen, Mahir Cayan ismi, MDD politikalarindan kopusun da ilk adidir. Mahir Çayan'in isçi sinifinin ideolojik öncülügünü ve buna denk düsen bir bagimsiz örgütlenmeyi savunmasi, daha basindan, öncülügü asker- sivil zümreye tevdi eden ve orduyla elele bir darbe planlayan MDD anlayisindan kopusun isaretidir. Mahir Cayan, isçi sinifinin önderligine sicak bakan ilk eylemci solculardandir. Çünkü, "gelinen tekelci asamada, proleterya öncülügünün objektif kosullarinin öncülügüne" inanmaktadir. Mahir Cayan, devrimin isçi-köylü ittifakiyla gerçeklestirilmesi gerektigini düsünüyor ve biraz da Latin Amerikali-Mao'cu tezlerin tezlerin etkisinde kalarak, kirlardan sehirleri kusatmayi planliyordu. Çünkü ona göre kirlar, denetimin en zayif oldugu yerlerdi ve emperyalizmin yumusak karniydi. Kirsal alanlarda yasayan köylüler, devrimin motor gücünü olusturabilirdi. Proleteryanin öncülügünden anladigi sey, proleteryanin ideolojik öncülügüydü. Kirlardan kentleri kusatma esnasinda kullanilacak metod ise, Politiklesmis Askeri Savas Stratejisi (PASS) idi. Bu silah hayranliginin faturasi agir oldu. Bu dönemde THKP/C'nin bazi eylemleri sunlardir:
6 Mart 1970 Ankara'da, ABD Haberler Merkezi'nin bombalanmasi,
28 Nisan 1970 ABD deposuna sabotaj düzenlenmesi,
22 Mayis 1970 Ankara'da, solcu Mustafa Kuseyri'nin arkadaslari tarafindan öldürülmesi,
8 Haziran 1970 Istanbul'da, Yusuf Imamoglu'nun sehit
edilmesi,
25 Eylül 1970 ABD'lilere ait bir binaya sabotaj tesebbüsü, 3 Ekim 1970 Cento ve ABD haberler merkezine sabotaj
yapilmasi,
22 Ekim 1970 Hacettepe Üniversitesinde, bir Amerikan
arabasinin yakilmasi,
8 Aralik 1970 Ankara'da, Amerikalilara ait bir otomobilin tahribi,
24 Aralik 1970 Fransiz Büyükelçiligi'nin bahçesine dinamit atilmasi,
6 Ocak 1971 Ege Üniversitesi matbaasinin bombalanmasi,
17 Ocak 1971 Çapa Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,   
18 Ocak 1971 Ankara Fen Edebiyat Fakültesi anfisininbombalanmasi,,
19 Ocak 1971 Özel Yükselis Koleji'nin bombalanmasi,
25 Ocak 1971 Ankara Maltepe'de bulunan polis lokali ve yatakhanesinin bombalanmasi,
26 Ocak 1971 Çapa Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,
29 Ocak 1971 Ankara'da, Tuslog binasi önünde bir aracin kundaklanmasi,
29 Ocak 1971 Orman Fakültesi Ögrenci Yurdu'nun bombalanmasi,
12 Subat 1971 Ankara Küçükesat'ta bulunan Ziraat Bankasi'nin soyulmasi,
16 Subat 1971 Ankara Emniyet Sarayi'nin bombalanmasi,
18 Subat 1971 Ankara'da, Fen Fakültesi ile Disçilik ve Mühendislik Fakültesine dinamit atilmasi,
19 Subat 1971 Ankara'da, Is Bankasi Cebeci Subesi'nin bombalanmasi,
19 Subat 1971 Hukuk Fakültesi'nin bombalanmasi,
20 Subat 1971 Gaziantep'te, Genç Ülkücüler Teskilati ve Çinaralti Camii'nin bombalanmasi,
22 Subat 1971 Ankara'da, Nigde Talebe Yurdu'nun bombalanmasi,
3 Mart 1971 Erkek Teknik Yüksek Ögretmen Okulu'nun bombalanmasi,
5 Mart 1971 ODTÜ'de, jandarmayla silahli çatisma, 12 Mart 1971 Trabzon'da, bir konser sirasinda, salona dinamit atilmasi.
Bu eylemlerin özelligi, 12 Mart muhtirasi yaklasirken hizla artmasidir. Sanki daha önceden planlanmis muhtirayi hakli çikarmak Için, özel bir gayret sarfedilmis gibidir. Mahir Cayan Önderligindeki THKP/C'nin böylesi sert eylemlere girismesinin temelinde, dis sebepler muhakkak yer aldi, ancak örgütün iç dinamikleri de bu radikalize olus sürecinde önemli rol oynadi. Çünkü Mahir Cayan ve ekibi, halkin pasifize edildigini, sindirildigini, onu uyarmak ve harekete geçirmek gerektigini düsünüyorlardi. Dev- Genç sistemin içinde bir kurulustu ve sistem içinde sistemle mücadele etmek, Mahir Çayan'a göre dogru degildi. Öyleyse -düzen disi varolarak- ideolojik mücadele yapmak, kitleleri harekete geçirmek için silahli propagandaya basvurmak, yapilabilecek en dogru isti. Bunun adresi de THKP/C örgütüydü. THKP/C'nin bu eylemlilige sürüklenisinde,  Mahir Çayan'nin Kemalizm'i dislamasi önemli rol oynadi. Mahir Cayan ve ekibi, son tahlilde MDD geleneginden koptuklari için Kemalizm'e düsman olmamis, ama Kemalist söylemin disinda kalmayi yeglemistir. Mihri Belli'nin radikal subaylar önermesine karsi kuskulu ve tedbirli yaklasmis, ama milli güçler taniminin muhtevasina dokunulmamistir. Kemalizm, küçük burjuvazinin en radikal kanadinin ideolojisi olarak degerlendirilmis, ona ittifak yapilabilecek bir güç gözüyle bakilmistir. Bu konuda Mahir Çayan'in görüsleri söyledir: "Kemalizmi bir ideoloji, asker- sivil zümrenin bir ideolojisi olarak ele alirsak takip edilecek kitle çizgisi ayri olur, asker-sivil aydin zümrenin sol kanadinin emperyalizme karsi, milliyetçilik tabanindan takindiklari, milli kurtulusçu politik tutum olarak ele alirsak ayri olur (...) iste Kemalizm, küçük burjuvazinin en sol, en aydin kanadinin milli kurtulusçu, politik tutumudur." Digerlerinde oldugu gibi, THKP-C örgütünde de Latin Amerika gerillaciligi havasi ön plandadir.
Özellikle Küba deneyiminin etkileri, kendisini çok belli eder. Bu yüzden de pasifist diye adlandirdiklari çevrelerin, sik sik, "Lenin'de böyle bir çarpisma biçimi yoktur" elestirilerine muhatap olmuslardir. Fakat gerçek olan su ki, "Öncü Savas", "Politiklesmis Askeri Savas Stratejisi", "Silahli Propaganda" gibi kavramlar, Leninist bir komünist partinin degil, ancak latin Amerika tipi bîr gerilla örgütünün dagarcigina ait olabilecek özellikler tasiyordu.
                             9 MART’TAN 12 MART’A GIDEN YOL
1968 yilina kadar gençligin baslica eylem biçimini toplanti ve gösteriler olusturuyordu. 1968 yilinda boykotlar ve üniversite isgali eylemleri basladi. 4 Ocak 1968 günü Ankara Site Yurdu kantininde ülkücü ögrenci Ruhi Kiliç-kiran solcular tarafindan sehit edildi. Böylece, silaha ilk davranan, onu ilk atesleyerek adam öldüren solcular olmuslardir.
Türk Solu'nu darbeye hazirlayan üç isim vardir: Dogan Avcioglu, Mihri Belli ve Hikmet Kivilcimli. Aralarinda ayriliklar olmakla birlikte üçü de, 27 Mayis'in havasindan kendilerini kurtaramamis ideologlardi. Avcioglu, Yön dergisinin kapanmasindan sonra Devrim dergisini çikardi ve ordu içindeki radikal subaylari kiskirtmaya giristi. Ona göre, Mustafa Kemal'in verdigi anti- emperyalist mücadele onun ölümüyle yarim kalmis, 1950 seçimlerinde bir karsi devrim yapilmis, karsi devrim 27 Mayis 1960'da cevabini almisti.
Gerekli reformlarin yapilabilmesi için, radikal bir müdahaleye yeniden ihtiyaç hasil olmustu. Belli, uzun süren sol gençligi etkileyen MDD stratejisinin mimari olarak, "asker-sivil-aydin zümre" sloganiyla darbeye bir baska koldan davetiye çikariyordu. Kivilcimli'nin gerekçeleri biraz daha farkliydi, ama son tahlilde o da ayni yolun yolcusuydu. Kivilcimli, ordunun tarihten gelen bir ilerici yönü (darbeci demek istiyor) bulundugunu söylüyor ve ordunun siniflar üstü bir keyfiyeti bulundugunu ileri sürüyordu.
Peki ordu bu gelismelerden nasil etkileniyordu?
Ordu, devrin iktidarina karsi hosnutsuzdu, hatta biraz da sinirliydi. Ekonomik alandaki darbogazlar, halk kadar orduyu da memnuniyetsiz kiliyordu ve belki bu yüzden, özünde Kemalist ekonomi politikalarindan itikat arindan parçalar tasiyan Avcioglu'nun "kapitalist olmayan yoldan kalkinma" programi, çok sayida ordu mensubuna mantikli geliyordu.
Perinçek'in asrin "Tunç Kanunu" diye ifadelendirdigi ordu içinde örgütlenme ayri ayri kollardan gerçeklestirilmeye baslanmisti ama, ordu içinde birtakim cuntalar zaten 1969'dan beri vardi. Bu cuntalar kendilerine sivil destek mi aradilar, yoksa gerçekten "emekçi halkin yaninda" olduklari için mi solla isbirligine girdiler bilinmez. Ama bilinen odur ki, solun bu arayislarina ordudan cevap gelmistir ve Özellikle Kara Kuvvetleri'nde olmak üzere birçok subay örgütlenmeye girismistir. Bu subaylar, ilerici bir darbenin olacagina iyiden iyiye inanmislar ve devrin Kara Kuvvetleri Komutam Orgeneral Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutani Muhsin Batur'un bu isi gerçeklestirebilecegi zehabina kapilmislardir.
Oysa yaraliyorlardi. Çünkü ordu içinde baska cuntalar da vardi. Bu cuntalarin en Önemlisi de. Genel Kurmay Baskani Memduh Tagmaç'in basinda oldugu cuntaydi. Bu cunta, 9 Mart'ta darbe yapmayi planlayan sol cuntanin içine Korgeneral Atif Erçikan'i sizdiriyor, gerekli bilgileri de aninda elde ediyordu. Gerçi sol cuntanin içinde darbeci gelenekten gelen Cemal Madanoglu, Orhan Kabibay, Ekrem Acuner gibi isimler vardi ama, Cevdet Sunay ve Memduh Tagmaç da durumdan rahatsizdi ve gerekli hazirliklari yapmisti.
3 Mart 1971 günü, iki bin civarinda üst rütbeli subayi toplayan Tagmaç, önce ülkedeki sosyal uyanisin ekonomik gelismenin önüne geçmesinden duydugu rahatsizligi dile getiriyor, sonra Türkiye'nin hiçbir zaman sokaga birakilamayacagini belirtiyor, en sonunda da vurucu cümleyi bir ok gibi subaylarin yüregine saliveriyordu: "Durum vahim degildir. Herseyi biliyoruz, haziriz ve ne yapilacaksa biz yapacagiz." Sol örgütlerin bütün heveslerinin kursaklarinda kalmasi, 12 Mart'tan hemen sonra degildir. Çünkü 12 Mart darbesi, her ne kadar 9 Mart'ta yapilmasi planlanan sol darbeyi tasfiye ederek gerçeklestirilmis ise de, darbe sol bir havada meydana gelmistir. Bunun en bariz delili; Adalet Partisi'nin iktidardan uzaklastirilip, onbirlerin kabineye alinmasi ve darbecilerin birtakim reformlardan bahsetmesidir.
          Devrimci Dogu Kültür Ocaklari, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, THKP, THKO, TKP, TKP/ML, TÎKKO ve Marksist-Leninist Gençlik Birligi, Madanoglu ve arkadaslari. Haziran Harekâti, Devrimci Gençlik, Deniz Astsubay Marksist-Leninist Örgütü, Dr. Hikmet Kivilcimli ve Grubu, Proleter Devrimci Aydinlik ve TIKP, TÎP, Türkiye Ögretmenler Sendikasi ve Dev-Genç örgütleri de ordu da örgütlenmeye çalismislardi. Dogu Perinçek'in Aydinlik grubu da bos durmuyordu. Ama bütün bu gayretlerin hiçbiri sonuç vermedi. Çünkü bazi birimlerin izin verdikleri kadar örgütlenmislerdi. Bu sebeple dönemin sol örgütleri, darbeciler tarafindan kullanildilar.
ORDUYA SIZMA ÇABALARI
TIIKP'in önderleri her ne kadar radikal subaylar konusunda tedbirli ve kuskulu davrandilarsa da, orduyla iliskiye girmekten geri durmadilar. Zaten Kemalist etkinin üstlerinde olusturdugu baski ve teoride ifade bulan milli güçler kavrami da buna engeldi. Açikçasi Dogan AvciogIu ve Mihri Belli'nin tezlerinden kendilerini kurtaracak bir yeterlilige sahip degillerdi. Bunun kaçinilmaz sonucu olarak orduyla irtibatlandilar. Özellikle Hava Kuvvetleri'nde kadrolasmaya çalistilar. Bu iliskiyi de Ibrahim Keskin, Orhan Savasçi, Kemal Bahar, Izzet Aydogdu, Mustafa Sahin, Mehmet Alkaya, Tamer Hazer, Faik Güleçyüz gibi subaylarla kurdular. Bu örgütlenme sonucunda, bir yerlerin uygun gördügü kadar bir seviyeye geldiler. THKP militanlarinin 9 Mart gecesi silahla bekledikleri ve darbe olduktan sonra subay elbiseleri giymis olarak, bazi yerlere saldirmayi planladiklari bilinmektedir. Kemalizm'e Türk solunda ilk ciddi elestirileri getiren Mahir Çayan'in bu isbirligi anlayisinin sebebi ne olabilir? Mahir Cayan, orduyu kullanabileceklerini düsünmüstü. THKP'nin illegal eylemlerinin Mart 71'e gelirken gittikçe artmasi, darbecilerin, ortamin müsait olmasi için, THKP militanlarini kullandigi ihtimalini akla getiriyor. THKO'da bu çabalarda geri durmadi. Bas aktör de Deniz Gezmis idi. Bugün solun halk kahramani yapmaya çalistigi Deniz Gezmis, ordudaki sol kanat tarafindan kullanilmistir. Bunun kanitlarindan birisi yakalanma tehlikesi karsisinda ev degistirmek zorunda kalan Deniz Gezmis'in bu isini halleden kisinin, eski MBK subayi Orhan Kabibay olmasidir. 28 Subat 1971 tarihine kadar Dev- Genc'in Istanbul subesinin Önemli isimlerinden ve yönetim kurulu üyelerinden olan Namik Kemal Boya, 11 Mart 1995 tarihli Aydinlik dergisine yaptigi açiklamalarda sunlari itiraf eder: "1970 sonbaharindan sonra bütün sehir ve kir gerillasi operasyonlari cuntayla iliskili. Yukaridaki adamlar Denizler'i pohpohladi. 'Yapin, bizde gelelim temizleyelim' dediler. Deniz, çok cesur bir insandi, ama ahmak degildi. Üç tane 14'lü, bes tane adam, iki erle, kiralik arabayla bu islerin yapilmayacagini bilmez mi? Böyle bir adamin 'Üç kisiyle daga çikiyorum' demesini anlamam. Bu isi arkadan yönlendiren bir güç vardi. Onlar da iste 9 Martçi'lardi. THKO da 1970'den itibaren tedhis eylemlerine baslamistir. En etkili eylemleri sayilabilecek "dört ABD'li askerin kaçirilmasi" olayinin tarihinin 4 Mart 1971 (yani yapilmasi planlanan ilerici darbeden bes gün önce) olmasi, ne garip bir tesadüf degil mi?"
TÎÎKP adli illegal örgütü kuran PDA çevresinin ve Dogu Perinçek'in bu alandaki rolünü unutmamak lazim. Her ne kadar Dogu Perinçek ve ekibi, muhtiranin rengini ilk kesfeden örgüt olmakla iftihar etse de, Dogu Perinçek'in muhtira sonrasi yakalanip, "Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü Davasi"nda yargilandigini unutmamak gerekir. Yine ABD'ndeki Tasnak Sütyun Ermeni Komitacilari ile baglantili olan PDA mensubu Levon Mafyan'in Kara Kuvvetleri'nde, bu örgüt adina çalismalar yaptigi bilinmekte. Bu çalismalar sirasinda yüz kadar subayin egitildigi de... Hele kisa sürede yollarini ayirdiklari Mihri Belli'nin, sonuna kadar cuntacilara destek oldugunu düsünürsek, Maocu Aydinlik çevresinin ordudan uzak kaldigina inanmak oldukça zorlasir. Söylenebilecek tek gerçek, Türk Solu'nun orduyla öyle veya böyle iliski içinde oldugudur. Ordunun bazi kademelerinin buna göz yumdugunu da göz ardi etmemek gerekir.
Sonradan, TSK'da, "M-L yasadisi örgütlenmeye katilmak" suçundan ordudan kovulan tegmen Hasan Sener Günes'in savunmasindaki su ifadeler ilginçtir: "Alay komutani albay Hayati Er de olay yerine gelmisti. Bizlerden ifade vermeye gitmemiz için rica etti. Sarp Kuray kendisine Toplum isterse olur1 diyerek cevap verdi ve bizlere dönerek 'Arkadaslar istedigimizi elde ettik, simdi gidebiliriz' dedi... Ben de bildiriyi imzalamamis olmama ragmen, sanki bildiriyi imzalamis gibi matbu suallere, kararlastirilmis olan cevaplari aynen verdim. Bir süre sonra ifadelerin tetkiki sonucu, muhtemelen Pazartesi veya Sali günü alay komutanimiz, 3. ve 4. siniflari biraraya toplayarak cezamizi teblig etti. 'Üçer gün göz hapsi aldiniz, Cuma gününe kadar izinlisiniz' dedi. Ardindan tebessümle ögrencilere bakti. Hafta içinde zaten disari çikilmiyordu. Yani bir nevi tecziye olmamis gibiydi. Hatta alay komutanimizin biraz müstehzi, biraz takdirkar gülüsü, herkesin içini rahatlatmisti. Bu konu üzerinde çok konusuldu ve taburda gülüsmeler bir hayli sürdü. Birinci bildiri olayi da görünüste böylece kapanmisti. Fakat girisilen eylemde kazanilan basan, bilahare anlatacagim gibi bizlere yepyeni ufuklar açmaya ve nihayette birçoklarimizin baslarinin yenmesine yol açan faaliyet ve eylemlere dogru bizleri sürükledi." Ifadeden de anlasildigi üzere, alay komutani, birara eski solcu bir arkadasinin karisi olan Nur Sürer ile evlenerek ve karanlik bir ticaret iliskisi sonucu vurularak basina konu olan Sarp Kuray'in önderligindeki bu asin sol hareketlere göz yumuyor. Bütün solcularin 12 Mart'a alkis tutmalari da, orduyla solun yakin iliskide oldugunu ortaya koymaktadir. Dev- Genc'in sefi Ertugrul Kürkçü, 12 Marttan iki gün sonra müdahaleyi destekleyen sözler sarfediyor ve bu sözler 14 Mart 1971 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer aliyor. Muhtiradan bes gün sonraki Aksam gazetesinde ise sunlar yer aliyor: "Dev- Genç parlamentonun kendini feshini, aksi halde Sunay'in parlamentoyu feshederek Temsilciler Meclisi kurmasini ve reformlari baslatmasini istiyor. Ertugrul Kürkçü, 'Ordudan gelen devrimci atilimin, gerici parlamentoyu yok etmesini istiyoruz' diyor."
Kürkçü'nün bu sözlerinden anlasilacagi gibi, demokratik yoldan iktidara gelemeyecegini kisa sürede anlayan sosyalistler, anti- demokratik bir uygulamayi alkislamakta sakinca görmemislerdir. Ancak 12 Mart'in kendilerine dokundugunu gören bazilari kivirmaya baslamis, bazilari ise orduyu 27 Mayis'taki devrimci (!) yapisiyla degerlendirmeye devam etmisti. Ilk grubun içinde Dogu Perin-çek ve PDA taraftarlarini ikinci grupta ise, THKP-C basta olmak üzere pek çok sol yapilanmayi sayabiliriz.
12 Mart'tan sonra, THKP/Cnin eylemleri sürdü. Mahir Çayan'in liderligini yaptigi THKP/C, Israil Baskonsolosu Efraim Elrom'u kaçirip 22 Mayis 1971 günü öldürdü. Eylemin çesitli asamalarinda sonradan ajan oldugu kuskulan duyulan, Filistin'de bu yüzden sorgulanip öldürüldügü iddia edilen Yüzbasi Ilyas Aydin da yer aldi. Elrom'un öldürülmesinden sonra, "Balyoz Harekati"na girisildi ve THKP-C ile baglantili alt rütbeli asker de bu arada yakalandi. Sol cunta önderlerinin, Basbakanligindan rahatsizhklarini saklamadiklari dönemin Basbakani Nihat Erim ise 20 Temmuz 1980 tarihinde Dragosta katledildi. Istanbul Maltepe'de Sibel Erkan'i rehin alan Mahir Cayan ve Hüseyin Cevahir yakalandi. Yakalanmalardan alti ay sonra, üç THKP/C militani (Mahir Cayan, Ulas Bardakçi, Ziya Yilmaz) ile iki THKO militani (Cihan Alptekin ve Ömer Ayna) Istanbul Maltepe Askeri Cezaevinden kaçtilar ve Deniz Gezmis ile diger militanlari kurtarmak için çalismalara basladilar. Bu amaçla, Ünye'deki radar tesislerinde çalisan ikisi Ingiliz, biri Kanadali olmak üzere üç yabanci teknisyeni kaçiran militanlar, teknisyenleri öldürdüler. Güvenlik kuvvetleri tarafindan Kizildere'de sikistirilan militanlarin O'nu öldürüldü. Bu çatismada bir tesadüf olarak (!) Ertugrul Kürkçü sag olarak kurtuldu. Deniz Gezmis, Yusuf Aslan, Hüseyin Inan'in asilmalari, Alpaslan Özdogan, Sinan Cemgil, Kadir Manga'nm da Nurhak daglarinda Öldürülmeleri sonucu THKO tarihe karisti. Daha sonra farkli adlarla yeniden ortaya çikan gruplar, ayni gelenegi devam ettirdi. Bu örgütler sunlardir: Mücadelede Birlik, Halkin Kurtulusu, TDKP-ÎÖ TIKB, TIKB-B, TKEP, TKEP-L, TDKP Leninist Kanat TDKIH, TKIH, EMEP, MLKP, KP/IÖ.
GLADIO'NUN NÜFUZUNA GIRMEMEK VE AMAÇLARINDAN SAPTIRILMAMAK SARTIYLA: KONTRGERILLASIZ DEVLET YASAYAMAZ! KONTRGERILLASIZ DEVLET KENDINI KORUYAMAZ!
Kontrgerilla, bir devlet güvenlik teskilatidir. Varligi mantikli ve gerekli nedenlere dayanir. Bu nedenle örtülü ve gizli çalisir. Ancak bize göre, Gladiio'ya bulasmadigi sürece kontrgerilla, solcularin ve PKK'li hainlerin algiladigi gibi derin devletin cihazi degildir. Kontrgerilla, mesru devletin mesru askeri sivil organizasyonlu bir kurumdur. Ancak THKP/C örgütünde ve diger asin sol olusumlarda görülen pek çok subay, astsubay arasinda muhtemeldir ki kontrgerillanin ve MÎT'in Gladio baglantili elemanlari da vardir.
THKP/C’ deki subaylarin bir kismi, devlete ve rejime karsi komünist - cuntaci alternatif bir yapi getirmek için ya da devleti SSCB'ye bagli bir sosyalist uydu yapmak için üniformalarinin altina saklanmislardir. Devlet içine gizlenerek devletin içinde, yasadisi "paralel yapilar" kurmuslardir, iste "derin devlet" buydu. Devletin içinde komünist - cuntaci, gayri mesru paralel yapi! Gerçekte devleti yikicilardan ve düsmandan korumak için olusturulan kontrgerilla teskilatinin askeri personeli içinden kaç tanesi acaba THKP/C'ye ve sonraki sol örgütlere sizmistir? Acaba THKP/ C'nin içindeki subay ve astsubaylarin kaç tanesi, devlet hesabina örgütü etkisizlestirmek için kaç tanesi cunta lobileri hesabina ve kaç tanesi de KGB veya Leninizm kontrolüne girdigi için bu örgütte yer aliyordu? Bu çok çetrefillidir. Bu soruyu bir de, baska türlü de soralim;
Solun "derin devlet" olarak lanse ettigi kontrgerillanin Gladiotik unsurlari mi sola sizdi, yoksa sol mu kontrgerillaya? Buna cevap verebilmek için, THKP/C örgütüne bakacagiz. Istanbul Sikiyönetim Komutanligi Askeri Savciliginin 1973/1 Sayi-1973/1 Esas No ve 1973/1 karar no'lu THKP/C iddianamesi, iyi bir kaynaktir. Bu iddianamede, yakalanan THKP/C militanlarinin isim listesi vardir. Bu listeyi dikkatlice inceledigimiz zaman, çok çarpici bir manzarayla karsilasiyoruz. Yüzlerce subay, astsubay ve Harp Okulu ögrencisi!..
 
1979 yilinda, "TNT'li Komando Yüzbasi" örnegine sarilarak MHP'yi ve ülkücü hareketi kontrgerillanin uzantisi olarak göstermeye çalisan "derin devlet" yaygaralari, THKP/C 'deki yüzlerce yüzbasi tegmen ve astsubayi neden görmezler acaba?
Dogrusu biz ülkücülerde de çok kabahat var. THKP/C'deki yüzlerce "üniformali örnegi" elimizin altinda oldugu halde, biz bir defa dahi, derin devlet ile solun iliskilerini ve içice geçmis bu gibi görüntülerini yazmadik. Oysa bu iliskiler, gayet belirgin ve kesindir.
Simdi, THKP/C 'deki askeri örgüt mensuplarinin bir listesini verecegiz... Daha sonra sol örgütler ile ilgili baska degerlendirmelerimiz, derin devlet içindeki cunta lobilerine hizmet eden ajan provoktörlerin, komünist sol örgütlere nasil sizdiklarini ve bu örgütleri nasil provoke ettiklerine de isik tutacaktir. Türkiye'de sol, derin devletin oyuncagidir! Masasidir! Tabii ki burada derin devlet tanim ve anlami, herkesin durusuna göre bir olgu tezahürüne dönüsmektedir. Olgu okumalarinda belirleyici olan ideolojik referans kaynaklan, yol güzergahindaki isaretlere yönelik sifatlamalari da burali ya da oralilastirmaktadir. Oradaki burali maskesiyle kendi duruslarini, ters bir okuyusun öyküsüne dahil edenler... Tekrara dayali bir gerçeklikle kitleyi maniple eden sol, ters durusun salvo vuruslariyla, kendinden ziyade baskalarini mahkûm etmeyi metot olarak benimsemistir. Bu metot neticesinde epey de mesafe almistir. Gerçegin sürekli yürüyüsünde ortaya çikisina ragmen, hâlâ ayni mavali devam ettirmektedirler.
 
SILAHLI SOL ÖRGÜTLERDEKI TÜRK SILAHLI KUVVETLERININ SUBAY VE ASTSUBAYLARI:
1-Orhan SAVASÇI   Hv. Uls. YüzbasiTHKP/C
Sicil no: 1960/44  THKP/C
2- Kemal SERISLER Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1968/98        THKP/C
3- Mehmet YURTÖZVERI  Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/1167 THKP/Ç
4- Yilmaz Salih VEYISOGLU  Hava U1S. Üstegmen
Sicil no: 1967/250    THKP/C
5- Haldun YESIL Hava Is. Yüzbasi
Sicil no: 1962/122 THKP/C
6- Muhittin BILGEN Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1962/61 THKP/C
7- Sabahattin SAKM AN Topçu Tegmen
Sicil no: 1968/2
8- Sürhay TÎNÇMAN Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1961/81
9- Izzet AYDOGDU Hava Lv. Üstegmen
Sicil no: 1962/158
10- Metin ÇAKMAK Hv.Astsb. Basçavus
Sicil no: 1954/4 THKP/C
11-Mehmet ALKAYA Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/248 THKP/C
12- Mazhar Timuçin ATAÇ Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/263 THKP/C
13- Mustafa SAHIN Hava U1S. Üstegmen
Sicil no: 1965/83 THKP/C
14-      Bülent ARPAT
Hava Per. Üstegmen
Sicil no: 1967/221 THKP/C
15-      Ismail Kemal CONTAR Hava Yüzbasi
Sicil no: 1960/141 THKP/C
16-FaikGÜLEÇYÜZ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1963/43 THKP/C
17- Mustafa ÇIMEN Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/24 THKP/C
18- Ziya YÜCESAN Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1960/228 THKP/C
19- Türkay ALTAY Hava Asb. Basçavus
Sicil no: 1966/1 THKP/C
20- Ugur TAYLAN Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1963/20 THKP/C
21- Orhan AYDURMUS Yd. Tbp. Astegmen
Sicil no: 233/773 THKP/C
22- Önder ATAY Hava Pilot Üstegmen
Sicil no: 1962/170 THKP/C
23- îlhan KAPLAN Hava Pilot Üstegmen
Sicil no: 1967/24I THKP/C
24- Duray ÇELIKEL Hava Tegmen
Sicil no: 1968/224 THKP/C
25- Mehmet Sefa SINMAZ Hava Yer Tegmen
Sicil no:1968/195 THKP/C
26- Hulki ÜDÜRLÜ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1970/132 THKP/C
27- Aydin KARABEKTAS Hava Uls. Tegmen
Sicil no: 1968/253 THKP/C
28- Bekir UZUN Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/237 THKP/C
29- Tevfik Isik ÇEVIKER Hava Uls. Üstegmen
Sicil no: 1966/218 THKP/C
30- Mustafa Fuzuli YAZICI Topçu Tegmen
Sicil no: 1968/15 THKP/C
31- Selami ÇETÎN Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1968/36 THKP/C
32- Seyfettin KÜLE Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/22 THKP/C
33- Ahmet NART Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1968/41 THKP/C
34- Salih Tayfun ORÇUN Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1967/192 THKP/C
35- Ömer LAÇINER Piyade Üstegmen
36- Mehmet Nuri DORUK Hava Per. Üstegmen
Sicil no: 1967/23 THKP/C
37-Ömer ULU Hava Per. Üstegmen
Sicil no: 1969/143 THKP/C
38-      Izzet Olcaytu ÖZSEVER Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/11 THKP/C
39-      Hasan ÖZGEN Hv. Uçs. Tegmen
Sicil no: 1968/101
Ergün ERDURAN Hava Lv. Üstegmen
Sicil no: 1962/84 THKP/C
41-      Hakki GÜMÜSTAS Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1969/177 THKP/C
42-      Hilmi BAYKAL Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/254 THKP/C
43-      Kemal ÇETÎNEL Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1967/283 THKP/C
44- Resat TAVSANCI Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1968/69 THKP/C
45- Mustafa Nevzat YÜCEL Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1968/153 THKP/C
46- Ibrahim Münir YILANCI Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/177 THKP/C
47- Ibrahim TUNÇ Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/177 THKP/C
48-      Sükrü SÜTLÜOGLU Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/251 THKP/C
49- Seyfi AKMAN Hava Tegmen
Sicil no: 1970/207 THKP/C
50- Mustafa KARA hava  Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/42 THKP/C
51-Yücel TOP        Muhabere  Üstegmen
Sicil no:1918           THKP/C
52- Rahmi DAYI       Hava Yer Üstegmen
Sicil no: 1967/127   THKP/C
53- Inayet TOLUNAY   Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/33 THKP/C
54- Ismail SAMUR Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/118 THKP/C
55- Yusuf YILDIRIM Dn. Ast. Üstbasçavus
Sicil no: 1967/221 THKP/C
56- Mehmet Atilla ÖZSEVER Piyade Üstegmen
Sicil no: 1967/4 THKP/C
57- Ersan TEPELI Hava Yer Tegmeni
Sicil no: 1963/133 THKP/C
58- Ilhan SÎLEN Deniz Ast. Kd. Bsçv.
Sicil no: 1961/20812 THKP/C
59- Ahmet BASTONCU Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1968/74 THKP/C
60- Güner DURLANIK Hava Yer Yzb.
Sicil no: 1961/43 THKP/C
61- Tamer HA2ER Hava Tegmen
Sicil no: 1968/287 THKP/C
62- Ibrahim KESKIN Hava Yük. Müh. Bnb
Sicil no: 1957/169 THKP/C
63- Hüsamettin ÖLÇER Hava Pilot Yüzbasi
Sicil no: 1958/133 THKP/C
64- Mustafa KARACA Hava Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/283 THKP/C
65- Ali ÖZELOGULLARI Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1968/67 THKP/C
66- Hasan Yusuf NIS Hava Tegmen
Sicil no: ... THKP/C
67- Selim ÖZKAR Hava Yer Tegmen
Sicil no: 1970/31 THKP/C
68- Abdullah YILMAZ Ordudan tart edilen eski bir subay, TRT'de spiker THKP/C
69- Mehmet GENÇOGLU Hava Kd. Binbasi
Sicil no: 1954/138 THKP/C
70- Unsal GÜNDOGAN Hava Pilot Tegmen
Sicil no: 1970/205 THKP/C
71- Güven AKTAN Hava Yer Kd. Yüzbasi
Sicil no: 1960/41 THKP/C
72- Ömer KAMBUROGLU Hava Mu. Üstegmen
Sicil no: 1968/143 THKP/C
73- Yilmaz GÜROL Hava Füzeci Tegmen
Sicil no: 1968/138 THKP/C
74- Fahrettin ÖZK THKP/C ANOGLU Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1967/250 THKP/C
75- Osman KOVACIOGLU Deniz P. Tegmen
Sicil no: 1970/3 THKP/C
76- Salih Zeki YILMAZ Hava Pilot Yüzbasi
Sicil no: 1958/68 THKP/C
.77- Mustafa KARABULUT Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1970/84 THKP/C
78- Ilhan ÇIRAK Hava Füze Tegmen
Sicil no: 1970/137 THKP/C
79- Adil ÇARGA Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1969/85 THKP/C
80- Ibrahim BAKIR Hava Mu. Üstegmen
Sicil no: 1968/118
81- Sedat SÎCAN Hava Tegmen
Sicil no: 1969/104
82- Ahmet KAYA Hava Mu. Tegmen
Sicil no: 1969/75 THKP/C
83- Ertugrul TÜRKBILEGI Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1967/134 THKP/C
84- Yasar Ahmet TAV Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/215 Piyade Tegmen
85- Adil GÜMÜS Hava Istih. Kd. Bsçv.
Sicil no: 1963/5 Piyade Tegmen
86- Cengiz BAYSAN Hava Ast. Basçavus
Sicil no: 1966/3 THKP/C
87- Dursun GÜLER Piyade Üstegmen
Sicil no: 1966/215 THKP/C
88- Erhan ÖNDER Hava Yer Yüzbasi
Sicil no: 1957/177 THKP/C
89- Ercüment GÜNER Hava Piyade Tegmen
 Sicil no: 1968/259 THKP/C
90- Ercan TEZCAN Hava Kidemli Yüzbasi
Sicil no: 1958/142 THKP/C
91- Emin UÇAR Hava Ast. Üstçavus
Sicil no: 1969/6 THKP/C
92- Ethem EGILMEZ Hava Piyade Tegmen
 Sicil no: 1969/217 THKP/C
93- Fuat BARANDIR Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1967/189 THKP/C
94- Fevzi TEZCAN Hava Bnd. Astsubay
Sicil no: 1964/26 THKP/C
95- Hüseyin KUZU Hava Yüzbasi
Sicil no: 1960/112 THKP/C
96- M. Haluk TOSUNLAR Topçu Üstegmen
Sicil no: 1960/60
97- Halil ÇOLAK Hava Mük. Çavus
Sicil:... THKP/C
98- Ibrahim UZUNAT Veteriner Hekim Yzb
Sicil no: 1961/17 THKP/C
99- Halil ibrahim AKTAS.Astsubay Çavus
Sicil no: 1969/21 THKP/C
100- Mustafa SARGIN Bnd. Ast Kd. Bsçv.
Sicil no: 1964/7 THKP/C
101- Mustafa SENER Bando Asts. Kd. Bçvs
Sicil no: 1966/72
THKP/C
102-Mustafa ÖZDOGAN Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1968/19 THKP/C
103-O. Metin DALKILIÇ Hava P. Üstegmen
Sicil no: 1965/266 THKP/C
104-Ömer ÖZKAN  Yedek Lv. Astegmen THKP/C
105-Ömer Faruk TANRIVERDI Topçu Tegmen
Sicil no:1968/88      THKP/C
106-    Saffet ALP    Hava Tegmen
Sicil no: 1968/2 (Kizildere'de öldürüldü) THKP/C
107- Toruntay OYMAK       Bnd. Ast. Kd. Bçvs.
Sicil no: 1960/1                    THKP/C
108- Ünal ÖNSIPAHÎOGLU      Piyade Tegmen
Sicil no: 1968/28 THKP/C
109-Ümit BOZKURT Astsb. Kd. Basçavus
Sicil no: 1956/10 THKP/C
110-Veli ERCAN Hava Mu. Albay
Sicil no: 1948/43 THKP/C
 111-Fuat TURAN Hava Piyade Yüzbasi
 Sicil no: 1959/145  THKP/C
112-Orhan ÖZCAN Mu. Asts. Kd. Bçvs.
Sicil no: 1956/31 THKP/C
113- ilyas AYDIN Hava Per. Yüzbasi
Sicil no: 1960/234 THKP/C
(Firari olup bugüne kadar izine rastlanamadi. Muhtemelen bir NATO ülkesinde vatandaslik degistirdigi düsünülüyor.)
HARP OKULU ÖGRENCILERI
114-    Mehmet Kamil YÜKSEL (Hava)
115-    Doganer SEÇER (Hava)
116-    Selçuk ANT (Hava)
117-    îrfan MAMAÇ (Hava)
118-    Ahmet TEMEL (Hava)
119-    Cihat SEVÎM                                                     (Hava)
120-    Cafer ÇULLU (Hava)
121- Çetin TUNÇ (Hava)
122- Ersen AKAR                                                       (Hava)
123- Ferhat NARLI (Hava)
124- Mustafa ÇAKIR (Hava) 
125- Muhterem BAHÇELI                                         (Hava)
126- Mustafa ÜZER (Hava)
127- Mustafa ÖZTÜRK (Hava)
128- Mustafa Kemal ÖZKAN                                    (Hava)
129- Nevzat DURU                                                    (Hava)
130- Nurettin KAYISKAN                                         (Hava)
131- Nazim AMAZ (Hava)
132- Nâdir YAVUZ (Hava)
133- Feridun Oguz SENGÖZ                                     (Hava)
134- Sezai YAVAS (Hava)
135- Serhat GIRGIN (Hava)
136- Yildirim BOZDEMIR                                         (Hava)
137- Vural ISÖZEN                                                    (Hava)
138- Yarullah ÇALIS (Hava)
139- Naki TOLUNAY (Hava)
KIMLER GLADIO'NUN UZANTISI?
Üç yüz sanikli THKP/C Örgütünün 141 sanik militanindan 113'ü, rütbeleri albaydan, astsubaya kadar degisen kisilerden olusuyor. 26'si da, tamami Hava Harp Okulu ögrencisinden olusan askeri sanik. Örgütün kuruculari arasinda merkez komitesinde. Yüzbasi Orhan Savasçi ve bazi aktif, havaci subaylar var. Örgüte askerî birliklerden militan toplayan ve ülkemizi çesitli gerilla eyaletlerine bölerek, buralarda askerî hücreler kuran kisi de Yüzbasi Orhan Savasçi'dir. Bu subaylar, astsubaylar ve askerî ögrenciler, o günkü imkanlarla ortaya çikarilip, yargiya gönderilebildiler.
Bunlar tespit edilebildiler. Pek çok kimse kabul ediyor ki, isimlerine ulasilan komünist ya da provokatör askerî militanlar, buzdaginin su üstünde kalan ucunu olusturuyor. O günkü arama, arastirma ve sorgulamalarda isimlerine ulasilamayan, desifre edilemeyen pek çok THKP/C'li subay, astsubay ve askeri ögrencinin yakalanmaktan ve -emekli edilip- yargilanmaktan kurtuldugu böylece bugünlere kadar gelebildigi biliniyor.
Yakalanan THKP/C'li asker saniklarin tamami yargilandilar. Yargilamadan önce de, kendilerinin iddia ettikleri üzere, gerçek kontrgerilla karargahlarinda, Ziverbey'de, Ankara Etimesgut'ta çok siki sorgulardan geçirildiler. Bu adlarini verdigimiz kisilerin (tabiî ki) bir kismi, örgüte arkadasinin karisi ile ve -ifadelerinde de görüldügü gibi-Marksizm- Leninizmi, Kemalist bir yorum sanarak katildilar. Listede adlan verilen kisilerin tamami, emekli edilerek TSK'dan uzaklastirildilar. Bunlarin bir bölümü sivil hayata geçtikten sonra, kendi yasamlarina dönerek, sessizce kendilerini unutturup gittiler. Yeni hayatlar kurdular. Ancak MIT ve emniyet kayitlarinda da görüldügü gibi aktif olan bazilari ise, 1974'ten sonra, yeni silahli sol örgütlerin dernek veya sendikalarin olusumunda, faaliyetlerinde ve eylemlerinde de yer almaya devam ettiler.
THKP/C militanlarinin en önemli ve aktif bölümü, TSK personelinden olusan, egitim ve eylem programlarinda TSK'nin talimname ve brosürlerini kullanan kisilerden olustugu için, bu örgüte yari askeri örgüt demenin bir sakincasi yoktur. Simdi, bu askeri saniklarla ilgili olarak bir analiz yaptigimizda, otuz yildir ülkücülerin sormayi ve cevabini aramayi önemsemedigi bir dizi soru ortaya çikiyor. Simdi bunlari siralayalim:
1-THKP/C'yi, darbeci askeri cunta lobileri mi kurdurmustu?
2-Ifadeler, tutanak ve taniklarin iddialari dikkate alindiginda, örgütün asil kurucusu ve liderinin Cayan degil, Orhan Savasçi oldugu belirgin oldugu halde, solcular, niçin Yüzbasi Savasçi'nin konumunu ve rolünü görmezden geldiler? 3-1974'ten sonra afla disari çikan Orhan Savasçi ve Mahir Çayan'in karisi Gülten Savasçi, bir NATO ülkesi olan Fransa'ya gider gitmez nasil yükseldiler ve zenginlestiler? Orada, onlari kim korudu ve kolladi?
4-THKP/C'yi kurduran güç odaklan yerli miydi, yoksa yabana mi? Orhan Savasçi'nin CIA ya da baska bir NATO üyesi ülkenin Gladio odaklarindan biriyle iliskisi var miydi? Örgütü Türkiye'nin basina bela eden Orhan Savasa, simdi nerededir?
5-Orhan Savasa ve yönetici durumundaki bazi subay militanlar, solculari provoke mi ettiler? THKP/C, bir destabilizasyon provokasyon örgütü olarak mi sola sokuldu?
Çayan ve arkadaslarinin Kizildere'deki adreslerini kontrgerillaya bildirdigi iddia edilen Yüzbasi Ilyas Aydin, simdi hangi NATO ülkesindedir? Otuz yildir nerededir? (Türkiye'de olmadigi biliniyor.)
6-Mahir Cayan ve arkadaslarinin Maltepe Askeri cezaevinden firar etmelerini saglayan iç güvenlik komutam, topçu tegmen Sebahattin Sakman kimdir? Bu kisinin 1980'li yillarda, CIA ve NATO'dan para yardimi aldigi belgelenen, ABD yanlisi antikomünist ve anti-Sovyet çizgiye sahip olan Yeni FORUM dergisinde ortaya çikmasi ne anlama gelmektedir?
7-Listede adlan verilen TSK personelinin ne kadari, kendilerine yeni hayatlar kurarak, militanligi terk etmislerdir Militanligi terketmeyen personelin bir kismi, daha sonra hangi örgütlere katilmislardir?
8-Komando Yüzbasi Ömer Çevikel'in iki adet TNT'sine bakarak, bu yüzbasiyi, ülkücülere kontrgerilla silahi vermekle ve ülkücüleri kontrgerillacilikla suçlayanlar, acaba THKP/C mensubu subay ve astsubaylarin örgüte aktardiklari NATO, TSK silah ve mühimmatlari için ne düsünüyorlar? Bazi aktif subay ve astsubaylarin evlerin de çok sayida tahrip kalibi, bomba, mermi, roket, tabanca,
harita, askeri gerilla ve komando egitim brosürleri ele geçirilmistir THKP/C'nin Kizildere'deki çatismada kullandigi silahlar, TSK'nin envanterinden aktarilmamis midir? Pekiyi, THKP/C ne örgütüdür? Asil Gladio uzantisi kimlerdir?
9-THKP/C nin askeri militanlarinin büyük bir çogunlugunun Hava Kuvvetlerinden çikmasi, rastlanti midir? Ayrica 12 Eylül darbesinden sonra asayisi saglamak için, ülkücüleri sokaklardan toplama ve tutuklama operasyonlarini sevk ve idare eden tim, bölük ve tabur komutanlari içindeki havaci kaynakli subaylarin, belirgin bir sekilde gaddar, acimasiz ve sert davranmalari, 1973'lerde gözden kaçirilan, isimlerine ulasilamayan THKP/C'li havaci subay ve askerî ögrencilerle alâkali bir durum olabilir miydi?
10-NATO ülkelerinde Askeri Gladio örgütlenmelerinin en çok Hava Kuvvetlerinde oldugu ve bu yapilanmalarin Kizil Tugaylar Örneginde oldugu gibi, komünist silahli örgütler olusturarak darbe lobiciligi yaptigi kanitlandigina göre, bu sablonun bizde de THKP/G ile uygulandigi neden düsünülmüyor? Ya da bu sablonun apaçik bir sekilde uygulandigi görülmüyor?.
11-THKP/Cnin ele geçirilen silah ve mühimmatlarin miktari dikkate alindiginda, böylesine yurt çapinda ve bütün Hava birliklerinde aktif hücreler kuran, Deniz ve Kara Kuvvetlerinde de taraftarlari bulunan bir örgüte göre büyük bir orantisizlik gösteriyor. Ele geçirilemeyen silahlar ne kadardi ve bu silahlarin daha sonra kurulan THKP/C türevli Dev-Sol Dev-Yol ve MLSPB gibi örgütlere ne kadar ve ne sekilde aktarildi?
12-1973 yilindaki yargilamada adlari olmayan ve tatbikattan kurtulmayi basarmis olan askeri personelden, bugün kimler hangi rütbelerde, hangi askeri birlik ve karargâhlarda görevine devam etmektedirler? 28 Subat sürecini baslatmak için baski yaptiklari iddia edilen komutanlar arasinda, bu kisiler var midir? Mezhepçilikle suçlanan subaylar bu kisiler midir?
13-Israil Büyükelçisi Efraim Elrom'un kaçirilmasi ve öldürülmesi eyleminin tasarlanis ve sonuçlandirilis sablonu ile Italyan Basbakani Aldo Moro'nun kaçirilis ve öldürülüs sablonu aynidir. Elrom olayini tasarlayip,THKP/C'ye kabul ettirerek, bir provakatör dayatma yaptigi izlenimi veren Yüzbasi Orhan Savasçi'nin Avrupa Gladio olusumlari ile irtibati olmus muydu? Savasçi'nin ve Yüzbasi Ilyas AYDIN'in Türkiye'den çiktiktan sonra bu olusumlara katildiklari ve Savasçi'nin, Afrika'daki Fransiz Lejyoner Birliklerinde Kontrgerilla egitimi verdigi iddialari dogru mudur?
14-          Dev-Sol'un anasi THKP/C'dir. 12 Mart operasyon sonucu THKP/Cnin hücresel örgütsel dokusu parçalandigi için, yola ayni örgüt adi ile devam etmek istemeyen komünistler, fikri yapiyi korumak ve Çayanist çizgiye bagli kalmak sartiyla, yeni silahli sol örgütler kurdular.
Bunlardan biri de, Dev-Sol adli kanli provakasyon ve destabilizasyon örgütü idi. Bu örgütten ele geçirilen NATO yapisi silahlar, nereden saglanmistir? Bu militanlarin Merkez Komite üyesi liderleri, (Dursun Karatas, Aslan Tayfun Özkök, Mürsel Göleli, Bedri Yagan vb.) siki korunan askeri cezaevlerinden kaçarken, kendilerine perdeleme ve kollama yapan görevliler (!) var miydi? Varsa bunlar kimlerdir?
15- THKP/C, Dev-Sol militani olarak ele geçirilen ve çesitli cinayet, bombalama olaylarindan yargilanan tegmenler kimlerdir? Bu tegmenler, 1973'teki THKP/C yargilamasindan paçalarini siyiran Harp Okulu ögrencilerinden birkaçi olabilir miydi?
THKP/C ile ilgili ilk elde, zihnimizde olusan kusku verici sorular simdilik bu kadar... Daha pek çok soru sorulabilir.. Bunlara biz degil, Çayan'i peygamber, THKP/C'yi de Kabe gibi gören komünistler cevap aramalidirlar. Biz cevabi çok iyi biliyoruz. THKP/Cnin ve sol örgütlerin niçin ve kimler tarafindan kuruldugunu, bunlarin neye hizmet ettiklerini ve ülkeye ne getirmeye çalistiklarini çok iyi BILIYORUZ!
DENIZ KUVVETLERINDE GLADIO!
19711i yillarin baslarinda Deniz Harp Okulu'nda ve Deniz Kuvvetleri içinde yapilan operasyonlarda, Dr. Hikmet KIVILCIMLI fraksiyonuna mensup olan komünist hücre elemanlari ortaya çikarildi.
Basini Sarp KURAY'in çektigi bu fraksiyon, sik sik provokatif eylemler yaparak, ögrencileri okul komutanligina karsi ayaklandirmaya çalisiyordu. Içlerinde bugünkü ATV'de "Siyaset Meydani" adli programi yapan Ali KIR-CA'nin da bulundugu sol fraksiyonlar, ortaya çikarildiktan sonra yapilan arastirmalarda, solun Deniz Kuvvetleri bünyesinde yapagi örgütlenmelerde, bir hayli ilerledigi görüldü.
Daha sonra yurt disina çikan Sarp KURAY, komünist fraksiyonunu disaridan maniple etmeye çalista.
Hikmet Kivilcimli fraksiyonu. Deniz Kuvvetlerinde yetmis kadar genç subayi yanina almisti. SSCB ve KGB, bu fraksiyona bagli subaylardan askeri istihbarat topluyordu. TSK'nin en önemli askeri sirlarinin, bu fraksiyona mensup bazi komünist deniz subaylari tarafindan KGB'ye ulastirildigi düsünülüyor. Yine bu bazi subaylar araciligiyla TSK'ne ait çesitli silah ve mühimmatin sol fraksiyonlara ulastirildigi biliniyor.
Ordu içindeki "emir-komuta veya hiyerarsi yapisi ve ast-üst iliskilerini bazi komünist subaylarin hangi odaklar tarafindan maniple edildikleri" sorusunu bir defa dahi kendilerine sormayan sol çevrelere bunun cevabim hemen verelim; Ordu içinde örgütlenen bu komünist fraksiyonlar ayni zamanda Gladio'ya ve Gladio kontrolündeki darbeci cunta lobilerine çalisiyorlardi ve farkina varmasalar da aslinda Gladio tarafindan maniple ediliyorlardi.
Çesitli sabotaj, bombalama ve toplumsal kiskirtma eylemleri gerçeklestirerek toplumu provoke eden bu subaylar, böylece ülkemizde, gladionun istedigi müdahale ortamini hazirliyor, cunta lobilerinin önünü açiyorlardi.
19701i yillarin Deniz subayi Sarp KURAY ise bugün tam tersine, ultra-kapitalist bir finans kurulusunda yönetici ve ortaktir!!!
"BIZDEN, TÜRKIYE'YI BIR DARBEYE HAZIRLAMAMIZ ISTENDI"
Sarp Kuray, 30 Kasim 1993 tarihinde Milliyet gazetesinde yaptigi röportajda sunlari dile getiriyor:
"Biz bu radikal akimin içinde, gençlik olarak yerimizi aldik. Önümüze konan hedef; 9 Mart'ti 9 Mart'i yapamadilar, 12 Mart'i yaptilar. Ismet Pasa'nin ünlü sözüyle Türkiye, çok kritik 24 saat geçirmistir' dedigi senaryonun ardinda, devrimci potansiyelin 24 saat içinde harcanmasi ve darbenin 12 Marttaki biçimine dönüstürülmesi vardir.
11 Nisan günü tutuklandim. Idamla yargilandim. 1972 yilinda, agir cezalara çarptirildim. Daha sonra iktidara Bülent Ecevit geldi. Ecevit'in çikardigi aftan yararlanamadim. Çok ugrastilar bizi kurtarmak için. Ve Anayasa mahkemesi'nin Özel bir affiyla çiktim ancak. Deniz Gezmis'i ben sakladim. Deniz Gezmis'i saklandigi bir evden digerine, Orman Bakani Turhan Sahin'in arabasi tasiyordu. Bu is çok karisik. Hasan Cemal, Uluç Gürkan... Bunlar 9 Mart olayinin düzenlenmesinde en uç adamlardi.
Simdi CIA'nin bir komplosuna kurban gittigimiz inancini tasiyorum. Bunlari emniyette de, mahkemede de anlatacagim. Üzerime gelirlerse daha da çok konusacagim.
Ugur Mumcu ölmeden önce kendisiyle konustum. Kaset yapip verdim Ugur Mumcu'ya... Ve niçin olayin bu yönüyle üstüne gitmedigini sordum. 'Demokrasi diyorsunuz, bunlari da anlatmak gerek Ugur agabey' dedim. Ugur Mumcu bana, 'Onun arkasina bizim gücümüz yetmez Sarp' dedi.
Hasan Cemal simdi iyi bir liberal, Uluç Gürkan ise DSP'den milletvekili oldu. Sarp Kuray'a gelince... Açiklamalari yaptiktan bir süre sonra vuruldu ve ölümden döndü. Olay ticari kavga olarak gösterilerek kapatildi.
BIR 68'LI ANNENIN ANILARI 70TI YILLARDA THKP- C DAVASINDAN YARGILANAN MÜNIR AKTOLGA'NIN ANNESI, O GÜNLERE AIT ANILARINI KITAPLASTIRDI
"Muazzez Aktolga, "68 Kusagi"nin tanidik simalarindan Münir Ramazan Aktolga'nin annesi. 76 yasindaki Muazzez Aktolga, Türkiye'de terörün hakim oldugu yillarda yasananlari, "Bir Annenin 68 Anilan" adli kitabinda, akici bir sekilde aktariyor.
THKP-C Davasindan yargilanan, 1979 yilinda aftan yararlanarak hapisten çikan ve daha sonra yurt disina kaçan Münir Ramazan Aktolga, bugün Düsseldorf ta açtigi küçük döner büfesinde, kendi deyisiyle "Döner keserek hayatini kazaniyor."
Muazzez Aktolga'nin anilan, Türkiye'nin yasadigi sancili dönemi farkli bir gözle görmeyi saglayacak, ilginç ve çarpici bir kitap. Kitapta Aktolga'nin dönemin basrol oyuncularindan, yani birinci elden aktardigi, pek çok ilginç anekdot var. Bu anekdotlardan seçtiklerimizi sunuyoruz. Daha fazlasi, Aktolga'nin, Sistem Yayincilik tarafindan yayinlanan kitabinin sayfalan arasinda okuru bekliyor. Kanat Atkaya" 24 Kasim 2000 tarihli Hürriyet Gazetesinde yayinlanan haberde, söyle devam ediyor:
"MUMCU, MEVLANA'YA HOMOSEKSÜEL DEDI" UGUR MUMCU'NUN SASIRTAN SÖZLERI
(Dev- Genç Davasi) Dev- Genç mahkemesinde Münir'in, altinda "Ben insanim" yazili Mevlevi resmini sundugundan olsa gerek, birkaç gün sonra damadim Arif, Kizilay'da Ugur Mumcu'ya rastlamis. Damadim hukukta okurken, Ugur Mumcu asistanmis. "O kayinbiraderine söyle; ne o öyle mahkemede Mevlevilik falan? Simdi de o homoseksüele (Mevlana) sarilmasin bakalim' diyor. Arif o anda bir sey söylememis. Eve gelince; 'Ana, bu gidisinde Münir'e Ugur'un sözlerini aynen ilet' dedi. Bir Maltepe ziyaretinde Münir'e aktardim. 'Anne sen Arife söyle. Ugur'a benden selam söylesin. Kendisini severim ama yesin, içkisini içsin, o kösede de yazsin, baska bir seye karismasin1 dedi."
PERINÇEK VE ALPAY, AMELIYATLI OGLUMU
FORUMA GÖTÜRECEKTI
Ailecek Tip Fakültesine kostuk. 2.5 saatlik ameliyat (apandist) sonucunda doktorlar, "Oglunuzu mucize olarak kurtardik" dediler...
Ertesi gün ziyaret günü... Baktim oglumun basinda iki genç adam; 'Çabuk kalk Münir, forum senin yüzünden yapilmiyor' falan deyip duruyorlar, onlar gidince sordum: "Kim bunlar" deyince, "Bunlar Hukuk Fakültesi'nde asistanlar" diye cevap verdi.
Biraz kizdim. "Adlan ne, amaçlan ne? Senin sagligin umurlarinda degil. Forummus!" "Dogu Perinçek ve Sahin Alpay."
COMMER'IN ARABASINI SINAN CEMGIL'IN
ATKISIYLA YAKTIK
(ODTÜ'de Commer'in arabasinin yakilmasinin ertesi günü) (...) Çok geçmedi kapi çalindi. Baktim, Ulas Bardakçi ile Irfan (Uçar); "Nerede Münir?" dediler. Biraz sonra Münir'i de alip "Okula gidiyoruz" diyerek çiktilar.
Sonradan bu olayi Irfan'a sordum. "Niçin arabayi yaktiniz, hep senin de adin geçiyor" deyince, "Commer'e Vietnam kasabi deniyordu. Duyduk ki bu adam Türkiye'ye elçi olarak atanmis. Uçagin Esenboga'ya inecegini duyunca ODTÜ arabalarini, soförlerini ayarladik. Esenboga'ya geldik ama Commer'in uçagi oraya inmedi. Okula döndük. Bir müddet sonra bir de baktik ki, rektörlügün önünde Commer'in arabasi. Meger adam baska alana inmis, solugu bizim okulda almis. Hemen yurtlara ve bütün okula haber saldik. Toplandik, arabayi devirmek istedik, itekledik.
Korumalar karsi çikinca 'Çekilin, karismayin' dedik. Arabayi 20- 30 kisi itekliyoruz ama yerinden oynamiyor. Ulas Bardakçi, cebinden çikardigi bir çakiyla lastige vurdu, lastik tinmadi. Bu kez lastigin havasini bosaltti, araba biraz yan yatti. Bu sekilde devirip, ters çevirdik. O sirada Sinan Cemgil, boynundaki atkiyi arabanin benzin deposuna batirdi, birisi de çakmakla atesleyerek benzini tutusturdu.
Hocalarimiz rahmetli Mustafa Parlar ve Sadik Kakaç geldiler. 'Hocam! sizler karismayin' dedik. Bu arada itfaiye geldi. Ulas, 'Çakiyla hortumlarini keseriz' diye durdurdu.
Bu olayda hep benim adimin geçmesi, hocalarimiza 'Siz karismayin1 dememden kaynaklandi.
MAHIR SOYGUNDAN SONRA BINBASININ
EVINDE SAKLANDI
Gene Irfan'dan dinledigim bir baska ani:
Denizler'in ilk banka soygunundan sonra, Mahirler de Ziraat Bankasi Küçükesat Subesi'ni soyarlar. Olaydan sonra saklanmak üzere, Maltepe'deki bir havaci subayin evine giderler. Silahlar ve paralar yanlarindadir. Binbasi rütbesinde bir havaci subay eve gelir, ev sahibi subaya: "Dev- Genç'lilerle beraber banka soymussunuz" der.        Daha sonra, MIT Baskani'nin da bir Kuvvet Komutani'na, havaci subaylarin Dev-Genç'lilerle banka soyduklarini, su anda da Maltepe'de bir evde kaldiklarini bildiklerini söyledigini, fakat adamin, komutanca fena halde azarlandigini anlatir. Ev hemen bosaltilir. Ancak hemen hemen ayni sahislar, ayni silahlarla Istanbul'a geçip eylemlerine orada devam ederler. Kimbilir, bu insanlar o zaman bir sekilde yakalansalardi, daha sonra ne bunlardan kimse ölür, ne de darbe ortamini olusturan diger eylemler yapilabilirdi.
SATODA BEYNI YIKANAN TÜRKLER KIMLER?
"Manevi Cihazlarima Dernegi'nin Türkiye kanadinda, Nazizmin babasi gizli Thule Örgütü'yle iliskili Almanlar ve Avusturyalilar vardi. Dernek 196O'li yillarda ordu içinde etkiliydi."
1995 yilinda Aktüel Dergisinin 229. sayisinda yayinlanan bir dosyada, arasnrmaciyazar Aytunç Altindal ilginç saptamalarda bulunuyor:
"Isviçre'de, Montrö yakinlarindaki Caux kentinde tarihi bîr sato... Umberto Eco'nun romanindan uyarlanan "Gülün Adi" filminin sahnelerini andiran bir ortaçag dekoru. 1500 kisilik dev salonlar, antikalarla dolu uzun koridorlar ve ortalikta dolasan, siyah cüppelerinin alanda kollarini kavusturmus yasli papazlar... Burasi bir kilise degil. 'Moral rearmament' yani 'Manevi Cihazlarima Dernegi'nin kar agâhi.
Bu karargâhta uzun yillar, çesitli Türkler egitim gördü. Son olarak 1994'te, ünlü bir kadin reklamcinin organizasyonuyla, 20 basarili Türk gazetecisi bir hafta agirlandilar. Papazlar, Türk gazetecilerinin ayaklarini bile yikadi.
AB 'NÎN FIKIR BABALARI
"1920'de bir rahip tarafindan kurulan "Manevi Cihazlarima Dernegi", 1936 yilinda Ingiliz istihbaratinca "Nazi sempatizanligi ve yikici faaliyetlerle" suçlandi... Ingilizler, dernegi 'Besinci Kol' faaliyetinde bulunan 'Yikici kuruluslar' listesinin en basindaki ilk üçe soktular. Demek, Hitler'in yenilgisinden sonra 1945 yilinda, Fransiz ve Alman önde gelenlerini gizlice bulusturarak, 5 yilda üç bin kisiyi bir araya getirdi. Avrupa Toplulugunun nüvesi, bu görüsmelerde atildi. Dernegin ilkesi; Hiristiyan ahlakinin üstünlügü çerçevesinde Katolikleri, Protestanlari ve Ortodokslari birlestirmekti..."
"Manevi Cihazlarima Dernegi", ABD'de en etkili kurumlardan biridir. Bili Clinton'un baskanlik yönetiminde de çok etkiliydiler. Butros Gali, Zbigniew Brezezinski gibi ünlü sahsiyetler de, dernegi öve öve bitiremiyor. Baskan Clinton'dan, özellikle Islam ve AT konusunda, örgütle temas halinde olmasini istiyorlar. Dernek, Türk- Yunan iliskilerinde arabulucuk görevi üstleniyor."
ÖNEMLI TÜRKLER DE CIHAZLANMIS
"Manevi Cihazlarima Dernegi'nin bir de Türk kolu vardir. 1950'lerde Neo-Nazi hareketler, yeni adlar aldilar. 1954- 55'lerde istanbul'u ve diger büyük sehirleri güzellestirme dernekleri sardi. Bir çok is adaminin Avrupa ve isviçre ile baglantilari, bu dernekler araciligiyla oluyordu."
"Manevi Cihazlanma Dernegi, Caux'daki satoda egitilmis Türkler tarafindan 1958 yilinda, Ankara'da kuruldu. 40 kisilik kurucu heyetinin toplantilari ve çalismalari Bulvar Palas'ta yapilirdi. Dernegin onursal baskam, dönemin Istanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'di. Ünlü mason Ekrem Tok ve Istanbul'da yasayan bazi Alman, Avusturyali ve Polonyalilar da dernegin üyeleri arasindaydi. Bunlarin bir kismi, geçmis yillarda Nazi Partisi'nin babasi olan gizli Thule örgütüyle siki iliskileri olan kisilerdi. 27 Mayis Ihtilali'nde çok etkili oldular. Demek, Fener Patrikhanesi'ne Vatikan gibi 'Devlet Içinde Devlet statüsü vermek için çok ugrasti, zamanin Basbakani Adnan Menderes'e tavsiyede bulundu. 196O'li yillarda ordu içinde de etkiliydi."
Aktüel dergisi, Manevi Cihazlanma Dernegi'nin kayitlarini Emniyet Genel müdürlügü ve Dernekler Masasi'ndan sordu. Alinan cevap "Manevi Cihazlanma Dernegi 1967 yilinda feshedilmis, evraklari da SEKA'ya gönderilmis" oldu. Hiçbir zaman, Manevi Cihazlanma Dernegi'nin kurucu heyet listesine ulasmak mümkün olmadi. Kurucularinin çogunun hayatta olmadigini ögrendik. Ama dernegi çok iyi hatirlayan biri vardi: 27 Mayis döneminin devrimci gençlik lideri Dr. Memduh Eren, dernekle ilgili bildiklerini söyle anlatti.
          "Dönemin ihtilalci subaylarindan, rahmetli Celil Gürkan Pasa'nin en yakin dostlarindandim. Pasa ve esi 1972 yilinda bana, Manevi Cihazlarima Dernegi'nin kendileriyle ilgilendigini anlattilar. 1960 yilinda, ihtilalden 10 gün sonra Celil Gürkan Pasa Kibris'ta görevliyken, Istanbul’dan komsulari olan iki yahudi aile ziyaretine geliyor. Birlikte Isviçre seyahati yapmayi teklif ediyorlar. Pasa 'Mümkün degil ihtilal oldu, görevimi terkedemem' diyor. Bunun üzerine Istanbul'daki 1. Ordu Komutani'nin telefon emriyle, Celil Gürkan Pasa'ya 3 ay izin çikariliyor. Pasa ve esi, yahudi ailelerle beraber Isviçre'deki dernegin satosuna gidiyor. Orada on bes gün boyunca, günde alti saat ders alfanda, beyin yikamaya maruz kaliyorlar."
CELÎL GÜRKAN EKIBI IÇINDE YER ALAN
EMEKLI DENIZ BINBASI EROL BILBILIK
"12 MART MUHHRASI"NI DEGERLENDIRDIGI
RÖPORTAJIN IÇERIGINDE
"DERIN DEVLET' OKUMASI
"MiT'teki bazi hainler, herkesi kullandi" 12 Mart muhtirasinin verilisinin üzerinden tam çeyrek yüzyil geçti, yani 25 yil. Burada 12 Mart'in anlamini anlatacak degiliz. Sadece o" dönem Türkiye'nin içinde bulundugu karisik durumdan ve dünyadaki olaylarin etkisiyle giderek bir kargasaya sürüklenmesinden kaynaklanan "askeri cuntalarin" nasil olustugunu, MiT'in buradaki rolünü, ABD'nin tutumunu açikliga kavusturmak istedik. Erol Bilbilik bize, Fuat Dogu'nun; MÎT'in, bir ihanet MIT'I oldugunu söyledikten sonra eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden, tabii senatörlük yapmis olan Orhan Kabibay ve Irfan Solmazer'in, Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Sarp Kuray ve daha nice gençleri, nasil kullandiklarini anlatti. Erol Bilbilik, baslangiçta sivil ve askerlerle birlikte bir hareket yapmaya sivanan Orgeneral Muhsin Batur ve Orgeneral Faruk Gürler'in son anda, 9 Mart hareketini nasil ezdiklerini de dile getirdi.
Em. Dz. Bnb. Erol BILBILIK
1956'da Deniz Harp Okulu'nu bitirdi. 196O'li yillarda birkaç kez ABD'de egitim gördü. 1969'da Monterey Üniversitesi'nde, "Defence Management System" (Savunma Yönetimi) konulu bir çalismaya katildi. Bir süre de ayni konuda Pentagon'da çalisti. 1970 yilinda üstün basari ödülüyle, binbasi rütbesine terfi etti. 12 Mart 1971'den birkaç gün sonra Iskenderun'a sürüldü. 21 Mayis 1971'de ordudan afaldi. Bülent Ecevit hükümetinde, Ulastirma Bakanligi, Yüksek Fen Kurulu üyeligi yapti. 1979'da emekli oldu. Cumhuriyet gazetesine yazilar yaziyor.
- General Celil Gürkan ekibi nasil ve ne amaçla kurulmustu?
-O dönem birçok askeri grup vardi. Ekrem Acuner, Orhan Kabibay, Numan Esin, îrfan Solmazer, Madanoglu ve havaci grubu gibi gruplar... Kabibay grubunun Istanbul'daki beyni, Talat Turhan'di. Madanoglu grubunun Özelligi ise, içinde sosyalist sivillerin bulunmasiydi.
Havaci grubun basinda, o zaman kurmay albay olan Aydin Kirisoglu vardi. Öbür üst düzey kisiler; Kurmay Albay îlyas Albayrak, Kurmay Albay Riza Abraz, Pilot Albay Mehmet Heperler'di. Bu grubun özelligi de, tamamiyla askerlerden olusmasi ve sivil kisilere kapali olmasiydi.
Aradan zaman geçince, havacilarla karacilar arasinda bir birlesme oldu. Bunlar, Deniz Kuvvetlerine yanastilar. Isbirligi yaptiklari kisilerden birisi de Amiral Bülent Tarcan'di. Bülent Tarcan bugün, gazeteci Cengiz Çandar'in kayinpederidir. Öte yandan Madanoglu grubuyla da temas kurdular.
-Demin "Madanoglu grubu içinde sosyalist siviller vardi", dediniz. Kimdi bu sosyalist siviller?
-Basta Madanoglu, arkadan Osman Koksal geliyordu. Siviller ise Ilhan Selçuk, Dogan Avaoglu, Cemal Resit Eyüpoglu'ydu. Bunlar kuruculardi. Sonradan kadro genisledi. Ilhan Selçuk Istanbul sorumlusu oldu. Bu grup, tipki Milli Kurtulus Savasinda oldugu gibi sivil-asker birlikteligini savunuyordu.
Ankara'nin ve tüm koordinasyonun basi Dogan Avaoglu, onun yardimcisi Ilhami Soysal'di. Altan Oymen Paris'ten çagirildi. Bunlara, bilgisi disinda Mümtaz Soysal da eklendi. Bu sözünü ettigim sekiz kisi, Devrim Konseyi üyeleri olacaklardi. Dogan Avaoglu, Altan Öymen'i epeyce denedi. Öymen, ilginç bir kisidir, her seye evet der.
- Siz Celil Gürkan ekibine nasil katildiniz?
- Ben, gelismeleri yakindan izliyordum. Benimle hiç durmadan temas ediyorlardi. Ilk temas edenler, Numan Esin grubuna giren Hava Yüksek Mühendis Binbasi Ibrahim Keskin, öbürü de yakin arkadasim Sabahattin Sagiroglu oldu. Numan Esin grubu, bu ikisine çengel atmis.Onlar da ikide birde Deniz Kuvvetlerine geliyorlar,  'Seninle bir sey konusacagiz' deyip duruyorlardi.
Sonunda konustuk. 'Kim bunlar?' diye sordugumda, "Numan Esin ve ekibi" yanitini aldim. Numan Esin'i çok severim, ama o grupla temas etmeyecegimi söyledim. Üstelediler.
Bir gün Avaoglu ve Koksal bana geldiler. 'Sen neden bize katilmiyorsun?" diye sordular. O islere karismak istemedigimi anlattim. Amaçlarinin, programlarinin ne oldugunu sordum. Avaoglu anlatti. Olacak is degil. Osman Koksali dinlememe ise hiç gerek yok. O sirada tabii senatör Madanoglu'yla birlikte oldugunu biliyordum.
Devrim'de, Yön'de okudugumuz seyleri söylüyorsunuz. Ben sosyalistim. Bizim lügatta, sivil-asker ittifaki yoktur dedim.
Bu arada ben onlarla, Numan Esin'le temasimi sürdürüyorum. Avaoglu, beni Ekrem Acuner'le tanistirdi. Ona da olmaz dedim. Ama sonunda Avcioglu'nun teklifini kabul ettim.
- Neden?
- Çünkü eninde-sonunda girmem lazimdi. Kurtulus yoktu. Bu islere girmeyi 1970'te kabul ettim. Dolayisiyla Madanoglu grubuna girmis oldum. Daha sonra Numan Esin'in de teklifini kabul edince, bütün gruplara girmis oluyordum.
O sirada Türkiye, çok karisik bir durumda. Bu karisikligi düzeltme isinde, siviller maglup olacaklar. Belki silahi tutanlar düzeltebilecekler. Orada acil görev, ezilen kitlelere yardimci olmak. Bu hareketin içine girip, sirf askerlerden olusmasina engel olmak. Yani bir askeri harekat niteliginden, mümkün olabildigince geri çekebilmek...
Teoride bu mümkün degildir. Fakat realite bunu gerektiriyor. Amacim, bu gruplarin hepsine girerek, harekete en azindan sivilleri de katmak ve sivillerin etkili olmalarini saglamakti. Zaten ilk girdigim Madanoglu grubunun hepsi sivil.
Cumhuriyette Ali Sirmen'ler ve baskalari, Ilhan Selçuk'un ekibinde. Devrim grubu, onlarla beraber. Siyasal Bilgiler'de Memduh Aytür, Özer Derbil, Ayhan Çilingiroglu, Necat Erder öyle... Atilla Karaosmanoglu uzaktan 'Peki' diyor. Bahri Savci onlarla. Hareketi destekleyenler içinde Fakir Baykurt da var.
"Altan Öymen hareketin içinde yoktu" diyen de çikabilir. Ama amaçlanan, o zaman Altan Öymen'i egitip, yetistirip, güven duyduktan sonra, oraya koymakta. Bu kesin degildi. Ama o zaman düsünülen bir kisiydi.
-Tam o siralarda, Celil Gürkan liderliginde yürütülen hareket, gittikçe güç kazaniyordu galiba...
-Evet. Biz de her yerde variz, ama hiçbir yerde yokuz. Biz dedigim, Erol Bilbilik, Ibrahim Keskin, Sabahattin Sagiroglu... Yüzbasilarla örgütlenme olmazdi. Havacilar, ben oldugum için uzak duruyorlardi. Ibrahim Keskin, havacilarin içine girdi. Sabahattin Sagiroglu ise ortada duruyor. Numan Esin'le temasta. Beni, Celil Gürkan'la çalisan havacilar kabul etmiyor. Karacilar da ayni sekilde... Düsünceleri de bu yetenekli bir adamdir, fakat solcudur. Kesinlikle alamayiz.
Bu durum, alti ay sürdü. Ben de huruç harekati yapip oraya girmeyi planliyordum. Amacim, Madanoglu grubunu oraya tasimak. Bunun için havacilarin da, sürekli Amiral Vedii Bilget'Ie temasta olduklarini biliyorum.
Ben Vedii Bilget'in emrinde çalisiyorum. Havacilar hergün karargaha geliyorlar. Amiral Bilget'e teklifte bulunduklarini biliyorum. Karacilar da geliyor.
Bunu da, o zaman Deniz Kuvvetleri Komutani olan Orgeneral Celal Eyiceoglu biliyor; takipte. Vedii Bilget gerçek bir sosyalist. Hareketin basina geçsin istiyorum. Ama onunla bu isi götürmek zor, bunu da biliyorum. Muhtemelleri gözden geçiriyorum.
Sonunda Bilget'Ie görüsmeye karar verdim.
Görüsme, Altan Öymen'in Çankaya'daki evinde olacakti.
- Orada baska kimler hazir bulunacakti?
- Dogan Avcioglu, Ilhami Soysal...O aksam Vedii Bilget damadinin pardösüsünü giydi, basina da bir kaskettakti. Karanlikta Altan Öymen'in evinin kapisini çaldik.Baktim gözetleniyoruz. Ama bizi tanimalari da imkansiz. Içeri girdik. Orada Dogan Avcioglu, iki-üç saat Vedii Bilget'e olayi anlatti. Daha sonra sözü Ilhami Soysal aldi. Altan Öymen bir sey anlatmadi, çünkü aramiza da
ha yeni katilmisti. Ertesi gün Vedii Bilget bana, "Ben tatmin olmadim. Bunlar incir çekirdegini doldurmayan seyler" dedi.
Ben de, "Biz herkesle temastayiz. En iyisi bize katilin. Çünkü bunlar bir sey yapacaklar. Daha fasist, general cuntasi olacak!" diye üsteledim. Bunun üzerine, 'Sen oldugun için, ben de giriyorum' diye kararini açikladi. Ibrahim Keskin ve Sabahattin Sagiroglu'yla da tanisti. Biz, böylece Madanoglu grubuna girdik. Bir gün Vedii Bilget'e, "Biz, sizin esas Celil Gürkan grubuna girmenizi istiyoruz" dedim.
Böylece Celil Gürkanlarin ilk toplantisinda Vedii Bilget'i "bir kisilik bir askeri grubun basi" olarak katmayi basardik. O arada, Madanoglu grubu içindeki Yilmaz Akkiliç'la biz, gayet iyi anlasiyoruz.
Vedii Bilget o grupta çok itibar görünce, biz ikinci asamaya geçtik, içimizden birini gruba sokmasini istedik. Sabahattin Sagiroglu ile Ibrahim Keskin, "Erol gitsin" dediler.
Vedii Bilget beni o gruba soktu, ama "Bilget'le birlikte degilmisim" gibi telkin edildim. Toplantida, basta Celil Gürkan, yaninda Vedii Bilget, Sükrü Köseoglu, bir sürü karaci, havaci kurmay albaylar... Benim kim oldugumu sordular. Ben de "Durumumuz çok kuvvetlidir. Deniz Kuvvetlerine hakimiz" diye anlattim. Celil Gürkan "Kimler var? Isim ver" dedi. Ben, çok güçlü oldugumuzu yineledim.
Ayrinti vermek gerekirse Kabibay, Numan Esin, Irfan Solmazer, onlarin Istanbul'daki beyni Talat Turhan'la hep temastaydim. Onlarin sivil kesimi, avukat Fakih Özfakih, Hakim Albay Emir Deger, onlara yakin avukat Dogan Tanyer var. Bunlar, görünen üst takim.
Havacilar çok güçlüydü. Aydin Kirislioglu amiral olunca, havanlarin söylemleri degisti. Basta Celil Gürkan'in liderligini kabul ederlerken ilk kez "Muhsin Batur'un da isin basina geçmeyi kabul ettigini" ifade eder oldular. Bunlarin basinda da Aydin Kirisoglu vardi. Pilot Albay Ilyas Albayrak, Pilot Albay Mehmet Heperler ve isin tuhafi, o zaman Muhsin Batur'un genel sekreteri olan Kurmay Albay Kemal Tunusluoglu da vardi. Kemal Tunusluoglu,, modaci Zeynep Tunuslu'nun babasi. Havacilar o zamana kadar Kemal Tunusluoglu'na hiçbir bilgi vermiyorlardi. Nedeni ise çok Amerikanci, çok zeki ve kivrak olusuydu. Güven duymuyorlardi.
Bir gün Aydin Kirislioglu'yla beraber Ilyas Albayrak, Kemal Tunusluoglu da aramizda dedi. O arada anayasa taslaklari hazirlaniyordu.
Anayasa taslaklarini Madanoglu grubu içinde hazirlamakla görevli, Cemal Resit Eyüpoglu'ydu. O, taslaklari hazirladi. Dogan Avcioglu, gözden geçirdigini söylüyordu. Ilhami Soysal da ayni ifadeleri kullaniyordu. Ama Dogan Avcioglu"nun söylemine göre, bu taslaklarin hazirlanmasinda Mümtaz Soysal, Bahri Savci, hatta Ismet Selçuk'la da temastaydilar. Bu taslak çalismasi bana verildi. Bu çalismayi bitirebilmek için, Cemal Resit Eyüpoglu'nun Ankara'daki dairesinde her aksam bulusuyorduk. Anayasa taslagi, Devrim Partisinin tüzügü, devrim mahkemeleri, Hakimler ve Savalar Yüksek Kurulunun lagvedilmesi, Bakanlar Kurulunun çalisma biçimini ele aliyorduk.öbüryanda Celil Gürkan önderliginde, karaci, havaci, denizci grubun birlikte yaptigi çalismalar vardi. Bunun koordinatörü Ilyas Albayrak'ti. Q, çalismalari bana veriyordu. Ben, onlara bizim çalismalari aktarmaya çalisiyordum. Ama bu mümkün olmadi. Orasi sirf asker, burasi ise sivil ve asker ittifakiydi.
- Peki bu gruplar bu çalismalari yaparken, MIT nerede duruyordu? Hiç karismiyor muydu?
- MiT'in bizi izledigini biliyorduk. MÎT'te Osman Köksal'in adami olan bir albay vardi. Koksal, bana onun adini hiç söylemedi. Ben çok hareketti oldugum için, MITin beni izlemesi dogaldi. O albayin önlemesiyle ben bir süre ör-
tülendirildim, rahat çalistim.
Bir de ben, her gün Dogan Avcioglu'yla bulusuyordum. Telefonla konusurken hep kod adi kullanirdik. Onun bir kirmizi Anadolu vardi. Hep aksam karanliginda bulusuyor, konusmalarimizi da arabada yapiyorduk. Vedii Bilget'le birlikte olusum nedeniyle, Deniz Kuvvetleri Karargahi'nda da izleniyorduk. Nitekim hakkimizda bir sürü MIT raporu oldugunu, daha sonraki bir tarihte Celal Eyiceoglu bana söyledi.
Çesitli araliklarla benim üç kere tayinim çikti. Celal Eyiceoglu da benim tayinimi çikardi. Ama üç seferinde de beni Ankara'dan ayiramadi. Yani benim tayinlerim durduruldu. Bunun nedeni, tabii senatör olan Madanoglu ve Köksal'in bizzat komutanliga gelerek, durdurma talebinde bulunmalaridir.
MIT baglantisini da söyle anlatmak istiyorum. 16 Mart 1971 günü, Deniz Kuvvetleri Kurmay Baskani Koramiral Hilmi Firat odama geldi. 'Ordudan tardedildin. Bir saat içinde Deniz Kuvvetleri Komutanligini terk edeceksin. Hemen askeri uçaga binecek ve Iskenderun'a gideceksin. Bu, Celal Eyiceoglu'nun emridir' dedi. Ben reddettim. Bunun üzerine Celal Eyiceoglu beni odasina çagirtti Surada en az besalti göz dolusu, senin ve Vedii Bilget hakkinda MIT raporu var. Üç kere tayinini çikardim; olmadi. Sen bu isten vazgeçtigini söyle. Seni bunlarin hepsinden sileyim. Istersen bir yurtdisi göreve göndereyim. Ben ölene kadar garanti veriyorum. Sana hiç kimse el süremez. Yeter ki, "Ben bu isten vazgeçtim" de dedi.
Ben, "Pasam, bunu söyleyemem" deyince de kizdi. "Bindirin uçaga gitsin" diye köpürdü. Ben, eve bile ugramadan kendimi Adana Havaalaninda buldum. Orada beni, Amiral Bülent Tarcan karsiladi. 21 Mayis'ta da ordudan atildim.
MIT, bir sürü olayin, içinden haberdardi. Ama müthis de dengeler gözetiyordu. Tüm askeri gruplarin iktidari ele geçirmesi, görünür gibiydi. O durumda MIT, ya görmezlikten geliyordu ya da Basbakani, Cumhurbaskanini, Genel Kurmay baskanini ayrintili ya da eksik biçimde bilgilendiriyordu. Bunun mimari da o zaman MÎT baskani olan Korgeneral Fuat Dogu'dur.
Yani, Sunay'in sag kolu olmasi, Sunay'in da tüm askeri gruplar içinden gelmis olmasi nedeniyle, Fuat Dogu, MIT baskani kimligi yaninda, Cevdet Sunay'in da bende-siydi. Fuat Dogu askerden yanadir; sivil iktidardan yana degildir. Askerler, sivil iktidar arasinda kaldigi zaman, askeri iktidar yaninda olmak zorundadir.
Bir örnek vermek gerekirse; bizim Dogan Avcioglu'yla konusmalarimizla ilgili, haftada bir rapor düzenlendi. Bu raporlarin bir kismini gördüm. Bu raporlar örnegin, sadece Celal Eyiceoglu'na verilir ya da okutulurdu. Ama Vedii Bilget -solcu bir amiral olmasi nedeniyle- bazen bu amiral, amiraller toplantisina çagirilmazdi. Ya da ilk konusmalar bittikten sonra, yansinda çagirilirdi. Daha ilk balayi dönemlerinde Vedii Bilget, bütün toplantilara çagirilirdi. Orada, Dogan Avcioglu'nun temaslariyla ilgili, MIT raporlari okundu.
Ayni konu Genel Kurmay Baskani'na (Orgeneral Memduh Tagmaç) degisik bir biçimde, feci bilgilerle aktarildi. Bazen de çok yalan bilgiler köske iletildi.
Yani 12 Mart MIT'I, Fuat Dogu'nun MIT'I bir ihanet MiT'idir. Basbakan olmasina ragmen Süleyman Demirel'i, bir askeri harekatin varligindan haberdar etmemek için, elinden geleni yapmistir. Bu arada da, bir askeri harekatin basarili olmasi için, Genel Kurma/a ya da Cumhurbaskanligina ve kuvvet komutanliklarina ayri ayri raporlar vermistir.
-Ismail Cem'in yazdigi 12 Mart kitabinda Ihsan Sabri Çaglayangil'in bazi açiklamalari var: "ABD, Türkiye nin bütün içislerini bilir. Benim de altimi oymustur", der. ABD'nin 12 Mart'taki rolü neydi?
- ABD hem asker, hem sivil tüm gruplari önce dikkatle izledi. Numan Esin-Kabibay grubuna yakin Coskun Bölükbasioglu adli bir isadami vardi. Coskun Bölükbasioglu'nun Ankara'da, Hülya Restoranin arkasinda bir sark dairesi vardi. Bir toplanti yapilacagini ögrenince, buranin anahtarini Altan Öymen'e vermis. O toplantida Dogan Avcioglu, VediI Bilget, Cemal Resit Eyüpoglu, ben, bazi havacilar var.
Ben, çok deneyimli oldugum için, yolun bir pareleline geçtim. ABD Büyükelçiligi mali görünen CIA'nin (ABD Merkezi Haber Alma Örgütü) beyaz, station vagon bir arabasi var. Bir km2 alandaki tüm konusmalari, bu arabadan gayet net alabiliyorlar. Ben içeri girdim. Disarida CIA arabasinin oldugunu söylesem, is daha kötü olacak. Hiçbir sey yokmus gibi davrandim. Ama 15-20 dakika sonra kapinin zili üç kere çaldi. Herkesin, beti benzi atti. Ben, "çikalim" dedim, çiktik. Belli ki MIT, CIA 'ya karsi bizi uyarmisti. Çünkü MiT'in içinde de, bize yakin kisiler vardi.
 . Biraz önce askeri planlar yaptigimizdan söz etmistim. Bu konuda iki önemli toplanti oldu. Ilkine Korgeneral Atif Erçikan da geldi. Ankara" daki kritik noktalarin ele geçirilmesi planlarini yapiyoruz. O sirada Genel Kurmay Plan ve Prensipler Dairesi Baskani.
Ben, Celil Gürkan'i, Vedii Bilget'i, Sükrü Köseoglu'nu, hepsini büyük bir toplantida ikaz etmis; "Korgeneral Erçikan'i isin içine katmayin. CIA ajani gibi bir adamdir. Oportünisttir, güvenilmez. Bizi ihbar eder. 22 Subat'ta, 20 Mayis'ta ikili oynamistir. Benim bilgilerime göre babasi da, Atatürk'e muhalefetten, Gerede Daglarina çikmis bir Atatürk düsmanidir" dedim. Bu sözler Celil Gürkan'in kitabinda var.
Bunun üzerine Celil Gürkan: "Biz ona bilgileri verdik. O, bizim basimiz oldu" dedi.
O toplantida, Atif Erçikan'in yaninda her sey konusuldu. Ikinci toplanti, ilyas Albayrak'in Bahçelievler'deki evinde oldu. Atif Erçikan yine var. Toplanti bittikten sonra, Ilyas Albayrak'la Tank Binbasi Yilmaz Akkiliç, 'Bunu nasil yaparsiniz?1 diye sordular. Sert bir tartisma geçti. Yani MITin, CIA'nin, Sovyet Haber Alma Örgütü'nün yani sira bir de bizim içimizden, bizlere ihbar edenler vardi.
Celal Eyiceoglu, 16 Mart günü benden, bu isten vazgeçmemi isteyip de, ben reddedince bana, 'Aptal herifler. Bütün toplantilarinizi biliyoruz. Içinize Atif Erçikan'i soktuk. Toplantilardan sonra bize, Çankaya'ya bütün bilgileri teyple getiriyordu' dedi.
Olaylar gelisirken Muhsin Batur ve Faruk Gürler'in bizi oyaladiklari anlasilmaya basladi. Bunun altinda yatan da, ikisinin de bir is yapacaklar güçte olmadiklarini bilmeleriydi. Celil Gürkan da o hareketi tek basina götüremeyecegini bildigi için, isi Atif Erçikan'a havale etti. Atif Erçikan da içimize girince, hareketi bitirdi. Faruk Gürler de gitti; çünkü Erçikan, Tagmaç'in, köskün ve Celal Eyiceoglu'nun casusuydu.
Tepede iki grup vardi. Birincisi Tagmaç, Sunay ve Eyiceoglu, yüzde yüz emperyalizme bagliydi. Ikinci grup da Muhsin Batur ve Faruk Gürler. Onlar biraz daha liberaldiler. Güç dengesi emperyalizme bagli Amerikancilara geçince, Batur ve Gürler ezilmekten korktular. îkili oynadilar. Ve sonunda da bizim hareketi çökerttiler.
- Tarih kaç o zaman?
- Tam çökertme, 1971'in Subat basinda oldu. Atif Erçikan yeni Amerika'dan dönmüstü. Iste, o zaman is bitti.
Biz "Bu isten çikalim" dedik. Ama seslendirince karaci,
havaci ve denizciler,   "Sizi vururuz"   dediler. Baktik çikmakla da, kalmakla da kurtulus yok. Sonucu bilerek kaldik.
O sirada Ekrem Acuner, bizimle görüsmek istedi. Dogan Avaoglu, ben ve Acuner görüsüyoruz. Bulundugumuz yerin yolunu da Hasan Cemal temizliyor (gözcülük ediyor). Herhangi bir sey olursa, biz oradan kaçacagiz.
Bir aralik süphelendim. Içeri girdim ki MIT'le iliskili, 22 Subatçi Ilhan Bas kapidan bizi dinliyor. Hemen disari çiktik. Bir arastirdik ki Acuner hareketi çökertmis. Genel Kurmay adamlarini toz duman etmis.
Her neyse, biz çalismalarimizi sürdürdük ve 9 Mart 1971 günü saat 17.00'de isi bitirmek karan aldik. Her sey hazirdi, elimizdeki güçle 10 tane ihtilal yapilabilirdi. 9 Mart günü 15.30-16.00 civarinda. Dogan Avcioglu'yla, Istatistik Enstitüsü önünde bulustuk. Bana, "Ne düsünüyorsun?" diye sorunca, "Mahvolacagiz!" cevabini verdim. "Ben de öyle düsünüyorum" dedi.
Deniz Kuvvetleri'ne geldim. Hava Kuvvetleri'nde 17.00'de toplanti olacak ve orada alinacak kararla harekat
baslayacak. 192 kisi toplatacagiz. Bunlarin içinde bakanlar, müstesarlar, generaller, amiraller var. Bunlardan ben sorumluyum. 17.00'de Muhsin Batur'un odasinda Faruk Gürler, Muhsin Batur, bizim gruptan Celil Gürkan, Mehmet Ali Aker, Tümgeneral Sükrü Köseoglu, Hava Korgeneral Ahmet Dural, Tümgeneral Hulusi Kaymakli, Tuggeneral Ömer Çokgör toplandilar. Faruk Gürler, "Bu isi yapacagiz, ama hele bir yarin olsun. Yüksek Komuta Konseyi ni toplayayim" dedi. Ama öyle bir konsey yok.
Ama 10 Mart günü Muhsin Batur ve Faruk Gürler hareketi sattilar ve Amerikana cuntaya güç verdiler. Onlarla beraber oldular, bizi ezdiler, yok ettiler, 12 Mart, 9 Mart'in üstüne gelmis ve yenmistir.
- Birde Kasim 1971'de uygulamaya konulamayan bir
plan oldugunu duymustum.
- Kasim 1971'de, Muhsin Batur'un "Karar verip uygulayin" dedigi bir hareket var. Gediz deprem evleri bitmis,
bunlarin tapularini vermek için üç uçakla Cumhurbaskani (Cevdet Sunay), Genel Kurmay Baskani (Memduh Tagmaç). Basbakan (Süleyman Demirel) kuvvet komutanlari
ve bakanlar oraya gidecek. Batur,   "Bunlari uçaklardan
Marmara'ya atacagiz" diyor.
Bu haberi bana telefonla Kurmay Albay îlyas Albayrak verdi. Muhsin Batur ve Faruk Gürler kendilerini kurtaracak donanimla uçaga binecekler, öbürleri denizin dibini boylayacak. Biraz sonra yine Albayrak telefon etti. Erol, ihbar edilmisiz dedi. Bir havaci kurmay albay, Amerikan Büyükelçisine bu konuda bilgi vermis, meger. Ama bu albayin kimligini çok ugrasmamiza ragmen tespit edemedik.
-        Bu askeri gruplar içinde çok ilginç kisiler oldugu söyleniyor. Bunlar kimlerdir?
Bence en ilginci Orhan Kabibay'dir. 1960 ihtilalinden sonra Istanbul Sanayi Odasi Baskani Osman Nuri Köni'nin kiziyla evlendi ve Milli Birlik Komitesi içinde bazi çok gizli bilgileri, çok yüksek derecede mason olan KÖni'nin ISO'ya verdigi kuvvetle söylenir. Kabibay, Numan Esin, Solmazer, Talat Turhan grubu içinde bas kabul edilen kisidir. 13 Kasim cuntasindan olup yurt disina gittikten sonra dönünce Inönü'nün CHP'sinde milletvekilligi yaparak CHP içinde cuntalar kurmustur. Buna Turhan Feyzioglu'nu, Ekrem Paksüt, Sezai Orkunt'u da katmistir. Solmazer'i müthis kullanmistir. Fakat Solmazer de, en az Kabibay kadar bilmecedir. 1973 Haziraninda bizler Erenköy'deki köske, kontrgerilla tarafindan alinmamiza, Kabibay'in fevkalade bilgilere sahip olmasina, ragmen Kabibay, ifadesi alinmadan saliverilmistir.
Her isin içinde, her olayin yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey gelmemistir. Bir gün Kabibay'in evinde toplandik. Hidayet Ilgar, Talat Turhan, Irfan Solmazer ve daha bir çok kisi vardi. Bir aralik Irfan Solmazer bana, 'Erol, sen denizcileri ihmal etmissin' dedi.
"Kimi ihmal etmisim?" diye sordugumda, "Sarp Kuray'i, Deniz Gezmis'i ihmal etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da, Ankara'da onlara misir patlatir gibi bomba patlattiriyorum" dedi.
Ben sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'in da yüz ifadesinden çok sasirdigini anladim. "Baska ne yapiyorsunuz?" diye sordum. Yaniti su oldu: "Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i filan oturtuyorum. Demokratik bir tartismayla eylem karan aliyoruz. Amerikan Büyükelçiliginin ön kapisinin kursunla taranmasina, demokratik olarak karar veriyoruz. Bu demokratik tartismada ben lider oluyorum, emri ben veriyorum. Deniz Gezmis, ABD Büyükelçiligini tara ve yok ol diyorum. Sarp Kuray'a "Git surayi bombala" emrini veriyorum."
Bu islerden Kabibay'in mutlak bilgisi vardi. Dolayisiyla Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i, herkesi kullandilar. Irfan Solmazer, 12 Mart'a 24 saat kala Almanya'ya uçuruldu, orada kaldi, milyarder isadami olarak geri döndü. TIR filolari sahibi oldu, kilina dokunulmadi. Bugün büyük isadami olarak Mersin'de yasiyor.
Size daha garip bir sey anlatayim. Orhan Kabibay, Kenan Evren cuntasina da yardima olmustur. Kenan Evren, danisma meclisi olusturacagi zaman en az 30 meclis üyesi adini, Kabibay'dan istemistir. Kabibay'da bu isi, eski CHP milletvekili Sükrü Koç'a havale etmistir. Kabibay, Koç'un hazirladigi listeyi Evren'e sunmustur. Yillarca CHP milletvekilligi yapmis olan Sükrü Koç da eski MIT'çidir.
Bunlari anlatmaktaki amacim su: Saniyorum artik Türkiye'de böyle hareketler olmayacaktir. Ama sadece askerler arasinda degil, sivil toplum Örgütleri içinde de bu tür hain ve oportünist kisilerle herkes karsilasabilir.
Bunlar, bir anlamda Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Ertugrul Kürkçü ve digerlerini kullanmislardir
UGUR MUMCU'DAN, "AJANLARIN" LÎSTESÎ
Arastirmaci gazeteciligin Türkiye'deki temsilcisi Mumcu'nun, 12 Mart'i yargilayan belgesel yazilarini okuyanlar, o dönemin hazirlanisindaki ajan provakatörlerin nasil çalistiklarini göreceklerdir. Mumcu yazilarinda bu ajanlarin, hükümet tarafindan görevlendirdiklerini belgeler. Ilk bakista dogru bir saptama ama, MIT/ GIA ve ayrica CIA/ Kontrgerilla üçlüsü açisindan bakildiginda, sanirim çogu kez hükümetin de disinda bir oyun oynandigi kabul edilecektir. Ne yazik ki, TBMM Arastirma Raporunda da belirtildigi gibi, Türkiye, bu üçlünün kusatilmisligi altindadir. Hem de ta 1950'lerden beri...
Simdi Ugur Mumcu'nun ajan provakatörlerle (kiskirtici ajanlarla) ilgili yazilarindan, kimi belgeler sunalim: Mumcu 'Suçlular ve Güçlüler'de bu konuya bir bölüm ayirmis. 'Belgeden Bilgiye' baslikli bölümün ilk yazisinda, MIT Yasasi, Polis Vazife ve Selahiyet Yasasi'ndaki ilgili maddelere dayanarak, devletin tahrikçi ajan kullanamayacagini, sonra da bu yasal yasagin, nasil çignedigini, belgelerle açiklar.
Bir Ugur Sani vardir, Hukuk Fakültesi ögrencisi. Arkadaslariyla birlikte Çetin Altan'in bir yazisini dagitmaktan yargilanir ve arkadaslari mahkûm edilirken o beraat eder. Ugur Mumcu arastirir ve beraat nedenini bulur. Ankara Birinci Agir Ceza Mahkemesi'nin 1969/134 Esas ve 1973/ 220 sayili kararina göre:
...Sanik Ugur Sani'nin suç konusu bildiriyi dagitandir, suç faallerini kesin deliller ortaya çikarmak amaciyla emniyetçe verilen görevi icabi katildigi yolundaki savunmasi Emniyet Genel Müdürlügünün ...tarih ve ... sayili yazi
lariyla dogrulandigindan... sanigin müsnet suçtan beraatine... karar verilmistir.
... Eyüp Temeltas MÎT'in görevlendirdigi bir ajandir. ODTÜ ögrencisidir. Dev- Genç davasina MiT'ten gelen bîr belgeye göre, arkadaslariyla eylemlerde bulunan Temeltas, olaylara görevli olarak katilmistir. Zamanin MIT Baskani Korg. Nurettin Ersin, 1 Eylül 1971 tarihli bir yaziyla, Ankara Sikiyönetim Komutanligi'na, Temeltas'in görevli oldugunu bildirir ve Temeltas'in desifre edilmeden, takibat disi birakilmasini ister. MIT ve mahkeme iliskisini yansitan bu belge, hukukun nasil kullanildiginin da kanitidir.
ODTÜ ögrencilerinden Mahmut Erdogan da Emniyet Genel Müdürü Sedat Kitetepe'nin 16.6.1971 günlü yazisindaki açiklamaya göre: 29 Mayis 1970'de angajesi yapilmis olup, 5 Mart 1971 günü ODTÜ'deki olaylara görevli olarak katilmistir.
Bir baskasi, Erdal Gökyüzü... Ankara Dil-Tarih ve Cografya Fakültesi ögrencisidir. Hukuk Fakültesinde de kaydi vardir. Gençlik olaylarinin içindedir. Polis olarak olaylara katilir. Bir gösteri yürüyüsü nedeniyle açilan davada hüküm giyer. Ondan sonra söyler polis oldugunu.
Peki ne olur mahkumiyet hükmü? Ugur, bu konuyu açmamis. Yalniz sonradan Gökyüzü'yle karsilasir, selamini almaz. Gökyüzü'nün yüzü tutar ki, sorar Mumcu'ya: "Hocam selamimi neden almadin, üzüldüm" der. Ugur Mumcu'nun "Ben de senin özel görevli olusuna üzüldüm, AP'ye neden hizmet ettin?" yanitina karsi; "Ben bunu görev olarak yaptim. Zararli eylemleri ortaya çikarmak için... Görev bildim bunu." yanitini verir.
Ve Mahir Kaynak; kendisinin de çekinmeden açikladigi bir ajan, görevli. Simdilerde zaman zaman uzman olarak görüsüne basvurulan bir eski ajan, o da görev olarak yapmis. Hem de bir 27 Mayis'çi pasayi, kurmay albaylari, ünlü yazarlari yönlendirmis. Kendisini Marksist-Leninist bir devrimci gibi göstermek için, Romanya'da, Komintern'in gençlik toplantisinda yaptigi konusmayla da ünlüdür.
Bu listede ne profesörler, ne avukatlar vardir daha... Ugur Mumcu'nun bir çalismasi da, 12 Mart'i yargilayan öteki yapitlari gibi, kimlerin ne gibi roller aldigini tarihe tasiyan belgedir. Ders ve ibret alacaklar için de basucu kitabidir.
Görülüyor ki, eger ulusal bilinçten yoksunsaniz, eger Cumhuriyet'in temel ilkelerinden ayrilmissaniz, eger emperyalizmin propagandasini yapmak gibi bir ayibin içerisindeyseniz; ister pasa olun, ister profesör ya da politikaci, bilinçsizligin kurbani olarak emperyalizmin elinde oyuncak olmaktan kurtulamazsiniz.
Su gerçegi usumuzda tutalim. Emperyalizmin bu oyunu, Türkiye'yi önce 12 Eylül'e ve oradan da bugünlerin çikmazina sürüklemek için oynamistir. Gelecegin neler getirecegini ya da bu çikmazdan kurtulmanin yol ve yönteminin bu gerçegi göz önüne alarak düsünelim ve arayalim!...
Dipnotlar;
298: Bu kisimdaki aktarmalar, Ugur Mumcu'nun "Çikmaz Sokak" adli yapitinin 32-112 sayfalari arasindan alinmistir.
Bu çalismanin tamamlanmasindan sonra, kimi konular üzerinde görüsünü aldigim Vahap Erdogdu'nun iki anisini izniyle aktariyorum:
12 Marttan birkaç gün önce, bir gece esimle tiyatroya giderken, evimden biraz ötede bir taksi içinde 4- 5 adam gördüm. Taksi durdu, içerden biri basini uzatti, Sarp Kuray'di bu. Bana Deniz'ler burada bir evdelermis, biliyor musun? diye sordu. Taksiyi kullanani tanir gibi oldum. Evet, tanidikti ve Polis Süleyman diye bildigimiz birisiydi. Sarp'a isaretle polis oldugunu anlatmaya çalistim, olmadi. O habire soruyordu, hem de yüksek sesle, sonunda gitti. O siralarda Deniz, kaçirdigi Amerikalilarla o sokaktaki Amaç apartmaninin zemin katindaymis. Bunu,sunun için anlatiyorum; devrimci hareketin içinde ajanlar cirit atiyormus demek ki:
BIR BASKA ANI
Ben 12 Mart'tan sonra, bir süre kaçtim, Denizlerin infazi yapilacagi gün MIT'e alindim. Orada daha önce, Türk Solu dergisi çikarirken, büroya, bizimle çalisma istegiyle gelen bir adamla karsilastim. 45 gün kaldigim için, bu adamla rahatça konusacak kosullar gelisti. Ona kendisini tanidigimi, bizimle çalismak için geldigini söyledigimde dogruladi. Bu konusmalar bir gün içimizdeki ajanlara geldi Ona sunu sordum; Ben Malatya'da kaçakken, Mahirlerin Ankara'da hangi evde kaldiklarim biliyordum. Siz bilmiyor muydunuz, neden yakalamadiniz? Yaniti ilginçti, elbet biliyorduk ama yakalamaya kalksaydik, çok kan akardi; sonra onlari izleyerek iliskilerini çözdük ve çok adam yakaladik, dedi. Bu görevlinin adi Erdal Ümit'tir. (Mahirler'in Kizildere'de imha edilmeleri de, bu politika açisindan degerlendirilmelidir- E.D)
299 A. Ilhan, Batinin Deli Gömlegi, Karacan Yay. s. 67.
300 Atilla Ilhan, a.g.y s. 76 .
301. U. Mumcu, Suçlar ve Güçler'de Kabibayla ilgili su notu düser. Mumcu'nun, 12 Mart'ta Erim'in basin danismanligini yapan Kurtul Altug'un anilarindan aktardigina göre; 12 Mart öncesi Orhan Kabibay'in evinde toplantilar yapilmis!. Bu toplantilarda, 12 Mart'in Basbakani Nihat Erim, Basbakan Yardimcisi Sadi Koças, Adalet Bakam Ismail Arar da bulunmus (4.Bastm sayfa 227) Kurtul Altug'un da bu evin konuklarindan oldugu anlasiliyor. Kabibay öte yandan 16 Mart'ta Silahli Kuvvetlerden tasfiye edenlerden de ayri bir ekip içinde bulundugum için, onun ikili oynadigindan ancak son anda kuskulanmistik. Kabibay'in 3 Mart gecesi Fakih Özfakih'in evinde, kendisinin israrlariyla yapilan ve Atif Erçikan'a "Ordudaki solcu subaylarin" dökümünü veren toplantidan sonra, ikili Iliskileri gündeme gelmisti. Bu olgu da, komutanlarin bir tasfiye amaciyla,genç kesimle devrimcilik oynadiklarim göstermektedir. Kabibay'in bu oyunun iki sahnesinde de rolü varmis demek ki!
KAYNAKLAR:
         Harun Karadeniz. Olayli Yillar ve Gençlik, May Yayinlari, 1975,5.249.
-Suçlular ve Güçlüler, Ugur Mumcu, s.192-194.
Bissel "Raporundan alintilar yapmistik. Kaynak ve benzerlerinin nasil görevlendirdiklerini raporun bir tarafindan ögrenelim .. iç kuvvet dengesine müdahale etmenin (A. Ilhan 'a göre iktidari degistirmenin) amaci, gizli operasyonlar yoluyla daha etkili, daha kudretli ve belki de daha akilli müttefikler edinmektir. Genellikle bu yöresel müttefikler yardimin geldigi kaynagi belirler ama ne onlar, ne de Birlesik Amerika bunu kamu oyuna açiklayamaz. Gizli propaganda ve belirli ekonomik faaliyetlerde kullanacak ajanlar, parali görevliler olabilir. Ama daha büyük ve Önemli müdahaleler için müttefiklerimiz, kendi ideoloji ve amaçlarina bagli olmalidirlar... Bir baska belgeyi de animsayalim, Fehmi Koru ne diyordu: Amerika, ilgi alanina giren ülkelerdeki gelismeleri çok yakindan izliyor. Hiçbir seyi tesadüfe birakmamaya gayret ediyor... Bunu yalniz resmi ajan olan diplomatlari araciyla degil, o ülkeleri yakindan taniyan, hatta onlardan olan bir uzmanlar ordusunu besleyerek, neler olup bittigini örenmeye çalisiyor... Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'deki Islamci Akimlar. Beyan Yayinlari, F. Koru'nun takdim baslikli yazisindan... Bu sözleri de bellegimize yerlestirelim.
306. Çalismanin son düzeltimi sirasinda Mahir Kaynak, Yeni Yüzyil gazetesinde yayinlanan anilarindan aktaracagim su bölüm dikkatle ve Bisse'in önerileri ve Fehmi Koru'nun gözlemleri gözönüne alinarak degerlendirilmelidir. 1967'de bir profesörün tesviki ile Fulbriyte Bursuna basvurdum. Talebin kabul edildigini bildirdiler. Objektif olarak bu bursu alabilecek konumda oldugumu bilmeme ragmen, istihbarat görevimin bunu kolaylastirilmis olabilecegi süphesini hep tasidim. ABD'nin ya
da baska herhangi bir ilkenin verdigi burslarin sirf az gelismis dedikleri ülkelerin insanlarini yetistirmek amacina yönelik olmadigim, bunu siyasi bir boyutu olmasi gerektigini düsünüyorum. Teskilatin tavrim Ögrenmek istedim. Acaba böyle bîr seyahat görevimi olumsuz etkiler miydi? Cevap 'hayir'di orada bir teklife karsilasirsam ne yapmaliydim? Cevap 'uygun olani' ya 'bizim için fark etmez oldu!
MAHIR BIR KAYNAK
         Vatan kurtarmak kolay bir is degildir. Her önüne gelen vatan kurtaramaz... Vatan kurtarmak için belirli kosullar vardir. Bu kosullara sahip olmayan kimse, vatan kurtaramaz. Vatanimiz, son 20- 30 yildir, en az yirmi 25-30 kere kurtarilmistir. Vatan kurtaranlar genellikle ikiye ayrilirlar. l)Herkesin gözü önünde vatan kurtaranlar. 2) Perde arkalarindan vatan kurtaranlar.
Herkesin gözü Önünde vatan kurtaranlar sinifina, Süleyman Demirel, Turhan Feyzioglu, Faik Türün, Ali Elverdi, Orhan Kabibay, Fethi Çelikbas gibi büyükler girer.
Perde arkasindan vatan kurtaranlarin basinda yer alan bu kahramanimiz, 12 Mart olayi dolayisiyla adi ortaliga dökülen emekli üstegmen, müstafi ögretim üyesi, MIT görevlisi Mahir Kaynak'tir.
ORDUDAN ATILIYOR
         Mahir Kaynak, Kilis dogumludur. 1934 yilinda dogan Mahir Kaynak, 1953 yilinda Kara Harp Okulunu besincilikle bitirmistir. Harp Okulunu böyle bir parlak derece ile bitiren Kaynak'in Silahli Kuvvetler'de basaridan basariya kosmasi beklenirken, aaaa! bir de ne görüyoruz. Kaynak, 1956 yilinin Aralik ayinda ordudan çikartiliyor.
Bu konuda çesitti yorumlar yapilmis ve Mahir'in Silahli Kuvvetler'den neden çikartildigi arastirilmistir.
Bir yoruma göre Mahir, o tarihlerde MÎT'e girmis ve kendisine ordudan ihraç edildigi süsü vermistir. Bir baska söylentiye göre de Mahir'in adi, bir Kürtçülük davasina karismis, bu davadan kurtulurken MÎT'e kaydini yaptirmisti. Daha baska söylentiler varsa da, o kadarini yazmak istemiyoruz, üstümüze pek varmayin...
DERIN DEVLETIN SOLCULARI SOLCULUGA BASLIYOR Belli ki,
MIT büyükleri. Mahir Kaynak'in kisiliginde Mahir bir kaynak bulmuslardir. Mahir'in ordudan atilmasinin temel nedeni, Mahir'in bu üstün yetenekleridir.
Kaynak, ordudan atilinca hemen Istanbul Iktisat Fakültesi'ne kaydoldu. Bir yandan da bazi basin kuruluslarinin kapisini asindiran Kaynak, sosyalizme olan asin tutkusu nedeniyle dikkati çekti. Iktisat Fakültesi'ni basariyla bitiren Kaynak, ayni fakültede, ilerici! ögretim üyelerinin yaninda asistanlik yapmayi çok istiyordu. Kaynak, girdigi sinavlari basariyla vererek, idris Küçükömer ve Sencer Divitçioglu'nun kürsülerine asistan oldu.
Bu ünlü kiskirtici ajanimizin akademik hayati, çok sessiz sedasiz yürüyordu. Kaynak, bu sessiz sedasiz günlerde, Idris Küçükömer ve Sencer Divitçioglu'nun siyasal temaslarini ve görüslerini günü gününe MIT yetkililerine bildirmeyi görev bilmekteydi. Sonradan Mahir Kaynak'a 'Nasil oldu da çok sevdigini söyledigi Küçükömer ve Divitçioglu'nu ihbar ettin?' yolundaki soruyu 'Onlar, Asya tipi üretim tarzini inceliyorlardi. Bu incelemenin, devletiyle, milletiyle bölünmezlik ilkesine aykiri bir taran yoktu. Çünkü Osmanli toplumu esas alinmisti. Onlar hakkindaki ihbarlarim ciddi degildi' seklinde yanitlamisti.
GÖREVIMIZ TEHLIKE
         Mahir Kaynak'in temel görevi, ihtilalci akimlari MIT Müstesarligina bildirmekti. Kimler ihtilalci olabilirdi? Bunu belirleyip, saptamak görevi dogrudan dogruya, Mahir Kaynak'a birakilmisti.
Kaynak ise, ögrencilerin arasina sizarak basladi. Akademik kariyerde doçentlik asamasinin kapisina kadar dayanan Kaynak, doçentlik tezi yazacagina, bütün zamanini ögrenciler arasinda geçirirdi. Ögrencilerle sosyalizm üzerine tartisan Kaynak, burjuva düzeninin ancak ve ancak silah kullanarak devrilecegini söyler ve "gerilla savasi sarttir" derdi.
Ögrencilere "teoriyi yeniden kesfetmeyin. Iste proleter-ya, iste burjuvazi... Siz gerilla yöntemleri ögrenin" yolunda Ögütler veren Kaynak, bu yolda örgütler olusturulmasini salik vermekteydi.
NATO'DAN ÇIKALIM YOLDASLAR
Devrimci derneklerce de taninip, sevilen Kaynak, Türkiye Milli Gençlik Teskilati temsilcisi olarak 15- 20 Haziran 1969 tarihleri arasinda Romanya'nin baskenti Bükres'te düzenlenen toplantida, dünyanin dört bir yanindan gelen komünist gençlik örgütleri toplantisinda konusmasina su cümlelerle basliyordu.
"Yoldaslar... Böyle bir seminerde dikkatleri, askeri bir ittifak sonucu olarak ciddi tehlikelere maruz kalan bir ülke üzerine çekmek isterim. Hepinizin bildigi gibi Türkiye, NATO adli saldirgan bir ittifakin boyundurugu altindadir. Ve bilindigi üzere NATO, ABD'nin iktisadi ve askeri sömürüsü üzerine insa edilmistir. Türkiye'nin komsu devletlerle, ayricalik ifade edebilecek bir sorunu yoktur. Her seye ragmen, Amerika'nin yönetimi altinda bütçemizin üçte birini, askeri masraflar için ayirma zorunlulugunda kaldik. Hükümetinizin onayi ile 32 bin kilometre alani Amerikalilara verdik. Bu Amerikan üslerine, Türk Genel Kurmay Baskani bile giremez."
Mahir Kaynak, ayni konusmasinda Sovyetler'in Çekoslavakya'yi da isgalini hakli buluyor ve komünist ülke gençleri arasindaki dayanismanin, Türkiye'yi de içine almasini Öneriyordu.
DERNEK KURUYOR
Mahir Kaynak, 1968 yilinda, devrimci gençligi etkisi altina alan "demokratik devrim" tezi görüslerinin, bas savunucularindan biriydi. Kaynak, sadece bu görüsleri savunmakla yetinmedi, bu adla bir de dernek kurulmasina çalisti ve sonunda dernegi kurdurttu. Demokratik Devrim Demegi'nin Istanbul ilindeki kurulus çalismalarim yürüten Kaynak, dernegin kayit defterlerini de elinde tutuyordu. Bütün üyelerinin adlarini, sanlarini ev ve is adreslerini de böylece ele geçiren Kaynak, tabii hemen, bu belgeleri MÎT Istanbul Bölge Sefine aktarmisti bile... Bir süre sonra Demokratik Devrim Dernegi, Içisleri Bakanligi tarafindan kapatilmis ve Kaynak'a göre ihtilalci çekirdek saptanmisti. Demokratik Devrim Dernegi kapatildiktan sonra Mahir Kaynak'i, Issizlik ve Pahalilikla Mücadele Dernegi'nde görüyoruz. Bu dernekler araciligi ile Mihri Belli ve Dr. Hikmet Kivilcimli'yla da dostluk iliskileri kuran Kaynak, Halkevlerine kanca atmak istiyordu. Kaynak bunlarla da yetinmemis, devrimci ögretmenlerin olusturdugu TÖS seminerlerinin, vazgeçilmez konusmacilarindan biri olmustu.
 
AMERIKA'DAKI EGITIM
                
Mahir Kaynak, doktorasini yaptiktan bir süre sonra Birlesik Amerika'ya gitti. Birlesik Amerika'ya giden her yurttas, gelismis hünerler edinerek yurda döner. Dr. Mahir Kaynak da öyle yapti. VVashington'da, Uluslararasi Polis Akademisi'nde, istihbarat kurslari gören Mahir bey kardesimiz, yaldizli bir sertifika ile yurda dönünce, kendisine büyük kapilar sirak! diye açiliyordu.
Ilk amaci; komünist ihtilali önlemek, ikinci amaci; doçent olmak, üçüncü amaci da; MiT'teki yerini iyice saglamlastirmakti. Raporlarinda 'Üniversiteli' imzasini kullanan Kaynak, 12 Mart öncesinde önemli bir görev üstlenmisti: Emekli Korgeneral Cemal Madanoglu'nun çevresini izlemek ve bu grubu tutuklatmak...
MIT DOSYASINDAKI: M- 3445
"Üniversiteli" imzasiyla rapor yazan Mahir Kaynak'in MIT çevresindeki adi, "3445" olarak bilinirdi. M- 3445, Madanoglu'nun pesine düstü ve agini kurdu. Önce devrimci yazarlarla dost olacak, bu dostlugu pekistirecek, sonra Cemal Madanoglu ile bu yazarlar arasinda bir siyasal örgüt yaratacak. Daha sonra da General Madanoglu'nu, gerek Dr. Hikmet Kivilcimli, gerekse Mihri Belli ile tanistiracakti.
Kaynak, sik sik seminerlerine katildigi TÖS Istanbul Subesi'nde yapilan bir toplantiya Madanoglu ile birlikte gitmisti. Madanoglu, TÖS tarafindan yapilan konusmalari pek begenmemis ve toplantiya, kanlan solculardan "asgari müstereklerde birlesilmesini" istemisti. Madanoglu'nun bu "asgari müsterekler" sözü, sonradan Kaynak tarafindan MIT'e "askeri müsterekler" seklinde yansitilmistir.
EN BÜYÜK BASARISI
Madanoglu'nu adim adim izleyen Mahir Kaynak'in en büyük basarisi, Madanoglu ile Dr. Hikmet Kivilcimli'yi tanistirmis olmasidir. TÖS toplantisini, asgari müstereklerde birlesin diye kisa bir konusma yapip, terkeden Madanoglu, Kaynak'in 'aman, ayip oldu pasam' seklindeki elestirisiyle karsilasmisti, Madanoglu bu toplantiya Mahir Kaynak ve Prof. Ismet Sungurbey'le beraber gitmisti. Kaynak, 'Pasam, toplantiyi yanda kesip gittiginiz için Sungurbey alindi' demis ve pasadan, Sungurbey'in gönlünü almasini istemisti.
Gönül alma islemi, Madanoglu'nun Kizil toprak'daki evinde verecegi bir yemekle olacakti. Yemege Sungurbey, Dr. Hikmet Kivilcimli ve Mahir Kaynak, beraber gelmislerdi. Geç saatlere kadar oturuldu, konusuldu. Rakilar içildi.
Mahir Kaynak, bu konusmalari, ceketinin cebindeki dolma kalem teyp ile banta aliyordu.
Bant, hemen MIT tarafindan desifre edildi. Desifre edilen bantta çatal, biçak sesleri, kahkahalar ve Dr. Mahir Kaynak'in "Ya! öyle mi, himm, siz buyurun pasam, zahmet etmeyin" gibi sözlerinden baska hiçbir sey çikmamisti, su aksilige bakin siz...
12 MART GELIYOR
12 Mart nasil gelmistir? Bazi görüslere göre "Hist hist geliyor" diyerek, bazilarina göre, "Rap, rap, rap, rap" diye, son yorumlara göre de "Yas mi da kuru mu, Sengül hamami" diyerek gelmistir.
12 Mart'in en büyük davalarindan biri, "Madanoglu Davasi" olarak bilinir, Iste bu Madanoglu davasi, yukaridan beri anlatmaya çalistigimiz (nasil anlatabildik mi?) Dr. Mahir Kaynak tarafindan olusturulmustur.
Küçüklügünden beri senaryo yazmaya pek merakli olan Mahir Kaynak'in en basarili senaryosu, Madanoglu davasi dolayisiyla ortaya çikmistir.
Mahir Kaynak tarafindan senaryosu yazilan ve Sikiyönetim Komutani Orgeneral Faik Türün tarafindan sahneye konulan bu oyun, görkemli dekora ragmen tutmamis ve Sikiyönetim Mahkemesi karariyla sahnelerden geri çekilmistir.
(Bu arada Doç. Kaynak'in Çapa Kliniginde, ruhsal nedene dayanan bir hastalik dolayisiyla, uzun süre tedavi gördügü de anlasildi. Iyi mi?...)
ÜNIVERSITEDEN AYRILIYOR
12 Mart günlerinde "Madanoglu Davasi" nedeniyle desifre olan Mahir Kaynak, Önce Asistanlar Sendikasi'ndan atildi. Üniversite susuyor ve bu degerli asistanin doçent olacagi günleri bekliyordu. Kaynak, Sikiyönetim Mahkemesine çikip, bütün hünerlerini birer birer anlattiktan sonra, korkusundan üniversiteye gidemez oldu. Yakin arkadaslari Kaynak'in; "Aslinda ben Marksist- Leninistim. Bakin bir tek Marksisti ihbar ettim mi? Hep cuntacilari ihbar ettim", dedigini söylerler.
Kaynak, desifre olmustu. Artik üniversitede barinamazdi. MIT, hemen bu degerli kiskirtici ajana kollarini açti. Kaynak, 12 Mart sorgularinda bulundu. Erenköy'deki ünlü Ziverbey Köskü'nün demirbaslarindan biri olan Kaynak, sonra MIT Müstesarliginda önemli bir göreve getirildi.
Mahir Kaynak'in heykeli, üniversitenin bahçesine dikilmeli ve heykelin kaidesine su sözler yazilmalidir:
Eski Marksist-Leninistlerden, kiskirtici ajan ve doçent Mahir Kaynak           
BEN BIR AJANDIM
Romanya'da Bir MIT'çik zamanlarda, teskilatin ne oldugunu anlamakta, ciddi zorluklarla karsilastim. Iliskide bulundugum teskilat mensubu sayisi, üç-bes kisiden ibaretti. Bunlar, görevi geregi "veren" degil "alan" insanlardi.
Ancak zamanla insani iliskiler, görevin gerektirdigi duvari kiyisindan kösesinden yikti. Sohbetler, bu bilinmezin bazi noktalarini, -mum isigi ile de olsa aydinlatti.
Alacakaranlikta fark ettigim siluetleri, söyle özetleyebilirim:
Teskilatin "haber alma" kaynaklan yeterli ve yaygindi, insanlarimizin "devletten sikayet etmeleri", ona karsi ol-malan anlamina gelmiyordu.
Siradan insanlar, devlet kendisinden bir sey isterse, bunu vermeye hazirdi. Sorun yukarilardaydi.
Is siyasî kademelere, basma, Is dünyasina gelince sorunlar çatallasiyor, kimin nerede oldugu anlasilamiyordu.
Daha açik bir ifadeyle, siradan halk "solcu" veya "sagci" oluyor ve onu belli bir yere oturtabiliyordunuz ama sagdaki bir gazete, pekala en asin uçtaki solcularla iç içe olabiliyordu.
Bu dunun teskilata göre, "komünistlerin sizma taktigi", bana göre, "statükonun solu kullanmasi" idi ve ayni olayi, birbirine taban tabana zit degerlendiriyorduk.
Teskilatta iken olan ve sonradan kamuoyunda çok tartisilan bir konuya açiklik getirmek isterim.
Romanya'da baskan Çavusesku'nun himayesinde bir "Dünya Komünist Gençlik Kurultayi" toplaniyordu. Türkiye Milli Gençlik Teskilatindan, kurultaya iki temsilci gönderilmesi istenmisti.
Delegelerden biri de bendim. Delegasyona seçilmemi MiT'in sagladigini saniyorum. Çünkü TMGT bana bu konuda bilgi vermeden önce, "teskilat" Romanya gezim için hazirliklarini yapmis, bana bilgi vermis, neler istediklerini söylemisti bile.
Delegasyon baskani, benimle beraber gelen ikinci kisiydi.
ROMANYA ARKADASIM CHP'DEN
MILLETVEKILI OLDU
         Romanya'daki Sovyet politikasini öven konusma, delegasyon baskani tarafindan hazirlandi. Türkiye'deki rejimi kötüleyen metni agir buldum, biraz hafifleterek okudum.
Beni, Türkiye aleyhine bir mektubu okumakla itham edenler, su sorularin cevabini vermelidirler:
Türkiye'deki yönetim ne olursa olsun, böyle bir toplantiya ilgi duymaz mi? Buraya kendi adamlarindan birini göndermesi kusur mu? Oraya gittigimizde, kapitalizmin propagandasini mi yapmamiz gerekiyordu? Operasyon MIT tarafindan yapildigina göre, elestirilecek bir sey varsa bunun muhatabi neden MIT degil de, bu iste kullanilan görevli oluyor? Savasta, savasan asker mi, yoksa savasi açan irade mi sorumludur?
Beni oraya MIT gönderdi, adini agziniza almamakta israr ettiginiz ikinci kisiyi (sonradan CHP'den meclise girdi) kim gönderdi? Bu kisiyi gönderen güçle, ayni safta oldugumuzu kabul ediyor musunuz?
UÇAK ARIZALANINCA
Daha sonra benim için bir basagrisi olan bu seyahatin "eglenceli" yönleri de vardi. Devletin himayesindeki bir toplantida, hiçbir masraftan kaçinilmamasi adettir. Çalisma saatleri disinda, kokteyl ve resepsiyonlarda hosça vakit geçiriyorduk.
Bir gün, Çekoslavak delegasyonundan çok güzel bir kizla dans ediyordum. Dansin orta yerinde biri geldi, kiza Rusça birseyler söyledi. KÎZ yüzünü burusturdu, bana Rus delegasyon baskaninin kendisi ile dans etmek istedigini, gelen kisinin onun adina, kendisim çagirdigini söyledi.
Gitmek zorunda idi.
Komünizmin bir çok yönleri tartisilabilir ama insanlari bu kadar kabalastirmasi kabul edilemez. Krallar bile dans edecekleri kadini sahsen davet ederken, kavalyesinden izin almak nezaketini gösterirken, Rus delegasyon baskaninin yaptigi, son derece bayagi idi.
Dönüste uçagimiz, kalkistan bir süre sonra alçalmaya basladi, ilk aklima gelen, kimligimin tespit edildigi ve uçagin bu yüzden geri çevrildigi oldu.
Kisa bir süre sonra hosteslerin ve yolcularin telasi, meydana "ariza" nedeniyle döndügümüzün anlasilmasi üzerine rahatladim. Acaba uçaginin sikintida oldugunu bilip, rahatlayan baska kimseler de olmus mudur?
"BALON" OPERASYONU
Fuat Dogu tarafindan yönetilen "teskilat1'ta, askeri bir hava sezilmiyordu.
Arada sirada yaptigimiz sohbetlerde, DP'den beri devam eden siyasi çizginin ve onun Basbakani Süleyman Demirel'in ülkeyi iyi yönetmediginden söz edilir ve Inönü'nün iktidarda olmamasindan hayiflandirdi. O olsaydi, bu komünistler "böylesine" azamazlardi. Burasi, birbirimizi hos gördügümüz nokta idi, çünkü bana göre ortada komünist yoktu ve azanlarin arkasinda olan biri de Inönü'ydü.
Darbe hazirliklarini izleyen operasyona "balon" kod adi verilmisti ve operasyonun güvenligi için, özel tedbirler alinmisti.
Teskilat mensuplariyla bulusmak üzere ya Akaretler'in sonundan sola döner, park civarindaki bir eve giderdim,
ya da Besiktas'la Dolmabahçe arasindaki issiz bir yoldan yukariya tirmanirdim.
Yol, herhangi bir takibi kolayca farkedecegim cinstendi.
Merkeze gönderilen raporlar, benim agzimdan kaleme alinmaz, toplantiya katilanlarin disindaki bir kisinin "müsahadeleri" gibi, üçüncü bir sahsin agzindan yazilirdi. Herhangi bir kisi bu raporlardan birini ele geçirse bile, kimin verdigin anlayamazdi.
Raporda, bütün isimler kodlandirilmisti. Hatta bir süre, herhangi bir çagrisima neden olmasin diye, bütün sahislara yabanci adlar verildi. Haberler olagan kanallarin disina çikarildi ve sadece bu operasyona mahsus olmak üzere, "özel kurye" kullanildi.
MIT'I NASIL ATLATTIM
O siralarda Istanbul'da önemli bir görevde olan Hiram Abas bile operasyonu, ancak kamuoyuna açiklandiktan
sonra ögrendi.
Takiple görevlendirilen memurlar, beni "hedef zannederlerdi. Daha sonra bunlarla karsilastigimizda, beni takip ettikleri günleri ve ne kadar kizdiklarini anlatirlar, gülüsürdük.
Yapacagimiz toplanti yeni bir yerde ise ve katilacaklar kesin olarak bilinmiyorsa, takip ekipleri devreye girerdi. Bana anlatildigi kadar bunlar, islerini iyi bilen profesyonellerdi. Gerçekten izlendigimi bilmeme ragmen, bunlardan bir tekini bile teshis edemedim.
Ancak buna ragmen basarisiz olduklari zaman da oldu.
Bir gün albay düzeyinde ve "askeri kanat" adina konusmaya yetkili bir grup ile Madanoglu kanadindan Dogan Avcioglu, Ilhan Selçuk, ben, Hifzi Kaçar bir ressamin evinde toplanacaktik.
Çok önemli konularin konusulacagi bu toplanti banda alinacakti; buna göre teçhiz edildim.
Hifzi Kaçar'Ia bulusacagimiz yer belli idi, ancak gidecegimiz yeri bilmiyordum.
Biz, birkaç "takipten kurtulma" manevrasi yaptik. Ilgisiz bir istikamete gidip, rastgele bir yerde araçtan indik, baska bir yöne gittik, indik, tekrar bindik.
Bu klasik metotlar "takipçiler" tarafindan iyi bilinmesine ragmen bizi kaybettiklerini anladim. Çünkü eve girerken, etrafta hiç kimse yoktu.
TESKILAT ELI BOS DÖNDÜ
Kimse yoksa, takipçiler de yok demekti. Bir süre sonra, balkondan disari baktim. Telsiz sinyallerini kaydedecek araca benzer, hiçbir araç yoktu. Takipçileri atlattigimiza kesin karar verdim.
Sonra, yapilmamasi gereken bir sey yaptim: irtibat telefonuna, bulundugumuz evin sahibinin adini verdim.
Esimle konusur gibi yapip, "Falan kimselerdeyiz, belki gecikiriz, merak etme" dedim.
Olayin sonrasini, teskilat mensuplarindan dinleyelim:
Gerçekten birkaç kisiyi takibe almalarina ve agirligi bizim üzerimize vermelerine ragmen hedefleri kaybetmisler.
Benim mesajim üzerine, söz konusu sahsin telefonunu ve ev adresini tespit etmisler. Ama o kisiye ait telefon adalarin birinde, galiba Heybeli'de imis. Teskilat mensuplari acele ile kiraladiklari motorlarla adalara gitmisler ve tabii elleri bos dönmüsler. Üzerimdeki cihazdan yayilan "sinyaller", boslukta kaybolup gitmis.
MAOCULAR'IN ÇIN'LE ILGISI YOKTU
Teskilatla iliskilerim baslayali iki yil olmustu. Çözmek zorunda oldugumu düsündügüm sorunlarin en önemlisi, "teskilat1'in (MiT'in) ne oldugu idi. Burada teorik bir açmaz vardi ve bu herkes için geçerli idi. Bir adam çikiyor,
         "Ben MIT mensubuyum" diyor ve hizmet talep ediyordu. Bunun dogru oldugunu nereden bilebilirdim? Gerçi ilk karsilastigim MIT mensubunun kimligini sormustum ve çikardigi karti incelemistim ama bunu hiçbir anlami yoktu. Çünkü herkes gibi ben de, MIT kimligini nasil bir sey oldugunu bilmiyordum. Ikincisi MÎT'in nasil bir kurum oldugunu bilmiyordum. Herhangi bir ise girdiginiz veya bir iliskiye basladiginiz zaman karsinizdaki hakkinda bazi bilgilere sahip olursunuz. Yanildiginizi anladiginiz zaman da çeker, gidersiniz. Bu öyle bir sey degildi. Baslangiçta birilerine, bir seyler sormayi düsündüm. Devlete yakin oldugunu bildigim bazi kimselere danisabilirdim. Sonra böyle bir tesebbüsün, getirecegi yarardan çok "kimligimin desifre olmasi" gibi sonuç yaratacagi düsüncesi agir basti ve vazgeçtim. Ama bir solcuya CIA'nin, KGB maskesiyle ya da KGB'nin kendine CIA süsü vererek bir liberale yaklasabilecegi ve insanlari o rahatlikla çalistirabilecekleri, aklimin bir kösesine takildi. Çogu zaman böyle bir hilenin, Çin yanlisi komünistlere uygulandigi ve Türkiye'deki Maoculugun, Çin'le herhangi bir iliskisi olmadigi ve bunlarin, Batili servislerce yönlendirildigi süphesini tasidim. Giderek karsimdakilerin birer memur olduklarini anladim ve rahatladim. Uzun yillar devlet hizmetinde bulunan kimseler "memur karakterini" ve yapisini bilirler
MITÇI ARTIST "YILMAZ" MI?
Eski MIT'çi Mahir Kaynak'in, Yeni Safak gazetesinde yayimlanan ve 1970'li yillan anlattigi anilarinda, "MIT'le iliskisi olan söhretli artist" tarifinin, ünlü sinema oyuncusu Yilmaz Güney'i isaret ettigi iddialari ortaya atildi. Kaynak'in anilari, Ankara'da büyük ilgiyle izlenmeye baslandi. Kaynak anilarinda, "Solun kahramani olan, MÎT'le iliskili artist" diye anlattigi kisinin Yilmaz Güney olup, olmadigi seklindeki soruya ise, su karsiligi verdi:
"Siz tahmin edersiniz. Ben ne dogru, ne yanlis derim. Ben kisi açiklamam. Ben teshis yapmak istemiyorum. Önemli olan bir olaydir. Ben olayi anlatiyorum."
Eski MIT'çi Kaynak, anilarinda olayi anlatirken, artistle temas için görevlendirilen MIT elemaninin, zamanla bu artistin kontrolüne girdigini belirtiyor. Anilarinda, MÎT'le iliskili artisti "Solun kahramani, söhretli artist" diye tarif eden Kaynak, ayrica bu artistin hediye dagitan ve kumar oynamayi seven birisi oldugunu da belirtiyor.
MIT AJANI KÖSTEBEK OLMUS
         Kaynak'in tarif ettigi, MiT'le iliskili bu artistin "Yilmaz Güney oldugu konusundaki kanaat", yayimlanan anilan daha ilgi çekici kildi.
Kaynak'a göre, artistle iliskiyi sürdürmekle görevli MIT elemani, bu artist tarafindan zamanla angaje edilerek, MIT'e karsi köstebek haline getirildi.
MIT'in operasyonlari. Cemal Madanoglu cuntasi tarafindan ögrenilince, teskilata sizmanin, bu artistle temas eden MIT görevlisinden kaynaklandigi kanaatine varildi. Bunun üzerine elemanin, Bir süre sonra da MIT elemaninin ölüsü, evinin banyosunda bulundu.
TESKILAT BAGLANTI KURMUS
Eski MIT ajani Kaynak, bir süre Yeni Safak Gazetesi'nde yayimlanan "Ben bir Ajandim" baslikli yazi dizisinin 24.08.2001 tarihli bölümünde, isim vermeden Yilmaz Güney'i tarif ederek, ünlü sanatçinin teskilatla olan iliskisini anlatti. Kaynak, 12 Mart'ta MiT'in, Ordu'yu kullanarak sol darbe yapmak isteyen ve içlerinde Ilhan Selçuk, îl-hami Soysal, Hasan Cemal gibi isimlerin yer aldigi Madanoglu cuntasinin içine soktugu ajan olarak görev yapmis ve cuntanin en muteber isimlerinden biri gibi gözükürken, bütün faaliyetleri teskilata rapor etmisti.
KOD ADI "ELEMAN" AJANDAKI DEGISIM
Muhtira sonrasi günlerde, adindan "eleman" diye söz edecegimiz bu kiside, belirli degisiklikler göze çarpmaya basladi. MiT'in bulundugu cephenin basarili olamayacagina inanmaya baslamisti. Daha önce, -parasal açidan- sikintida olmasina ragmen giderek rahatlamisti. Belinde, çok pahali bir silah vardi. Söyledigine göre, artist hediye etmisti. Daha sonra çesitli kanallardan ögrendigime göre, elemanin esi kumara düskündü. Artistin çevresinde önceleri kazanmis, ama daha sonra, babadan kalma evini satacak ölçüde kaybetmisti. Bu sikintilarin, artist tarafindan hafifletildigi anlasiliyordu.
Bu olaylarla birlikte, Teskilat1 in Istanbul kanadinda, belirli bir tedirginlik göze çarpiyordu.
KÖSTEBEK OLDUGU ANLASILDI
Operasyonlar önceden haber aliniyor ve yakalanacak kisiler kaçiyordu. Bir köstebegin varligi muhakkakti ve süpheler, artistle iliskisi olan "eleman" üstünde yogunlasiyordu. Teskilat içindeki en yakin amiri, ayni zamanda benim de temas ettigim kisi, çok çaliskan ve becerikli bir istihbaratçi olan "eleman"in, karsi tarafça ele geçirildigine
 bir türlü inanmak istemedi. Ama sonuç olarak, durumu sabit görüldü ve Teskilat'la iliskisi kesildi. Eleman, Madanoglu'nun "hakkinda bilgi toplamami" Istedigi kisiydi. Belki de kimligi tespit edildikten sonra, kendisine böyle bir operasyon düzenlendi. Artistin, teskilatla iliskisine ragmen karsi tarafa sadik oldugu ve operasyonu, Teskilat'a karsi yaptigi da anlasilmis oldu.
CUNTA SÜPHE ETMEDI
Son güne kadar "cunta"nin benden süphe etmemis olmasi, elemanin hakli olabilecegi ihtimalini de güçlendiriyordu. En azindan onlara, benden söz etmemisti. Bu olay, kimligi tespit edilen bir istihbaratçinin, ayni operasyonda kullanilmasinin ne kadar "sakincali" oldugunu, görev yerinin hatta faaliyet konusunun degistirilmesi gerektigini ortaya koyuyordu. Bu hem operasyon açisindan hem de görevlinin güvenligi açisindan gerekli idi. Eger kisinin zaaflari tespit edilemezse, zora basvurulabilecegini hesaba katmak gerekiyordu.
ARTISTLE BAGLANTI KURAN AJAN, EVINDE
ÖLÜ BULUNDU
Ankara'ya, teskilat merkezine tayin edildikten kisa bir süre sonra, eleman da Ankara'ya geldi. Ilisigi kesiliyordu. Yalnizdi, kimse yüzüne bakmazdi. Evimde misafir ettim. Kendisine yönelik suçlamalari reddediyordu. Ona göre temaslari 'Teskilat1'in bilgisi dahilindeydi ve artistin karsi tarafa hizmetinden, kendisi sorumlu tutulamazdi. Bir süre sonra, otuz bes yaslarindaki bu genç, banyosunda ölü bulundu. Kalp krizi geçirdigi söylendi. Bu olay baslangiçta bende, "kimligimin gizli kalamayacagi" endisesini yaratiyordu. Ama artik bunun önemi kalmamisti. Nasil olsa kisa bir süre sonra desifre edilecektim.
GÜNDEM YENI SAFAK
Eski MIT'çi Mahir Kaynak'in Yeni Safak'ta yayinlanan anilari, yanki uyandirdi.
Kaynak'in MiT'le iliskisi oldugunu ifade ettigi ve isim vermeden 'Solun Kahramani' seklinde tasvir ettigi Yesil-çam artisti ile ilgili bilgiler, bomba etkisi yaratti. Kaynak'in, MIT'çi artistle ilgili anilarini sürmansetine tasiyan Hürriyet Gazetesi, sözü edilen kisinin, Yilmaz Güney olabilecegini belirtti. Mahir Kaynak'in günlerdir Yeni Safak'ta yayinlanmaya devam eden anilan, ülkede genis yanki uyandirirken, özellikle televizyonlarin ana haber bültenlerinde, deginilmeden geçilemeyen konular arasina girdi.
Show TV, Kanal D, ATV ye Star gibi televizyon kanalla-n, bültenlerinde Kaynak'in anilarina deginirken, dün de Hürriyet Gazetesi anilarini sürmansetine tasidi. Kaynak'in, MIT'le iliskisi oldugunu belirttigi artist ile ilgili bilginin Ankara'da bomba etkisi yarattigini ve dizinin ilgiyle takip edilmeye devam ettigini dile getiren Hürriyet, 'MIT ajani aktör, Yilmaz Güney mi?' sürmansetini kullandi.
KAYNAK SIR VERMIYOR
Dizide geçen 'O günlerde ve daha sonraki yillarda, solun kahramani kabul edilen söhretli bir film artistinin, teskilatla iliskisinden haberdardim1 bilgisinden hareketle, bu kisinin Güney olabilecegi tezini ortaya atan Hürriyet, bunu Güney'in yakinlarina da dogrulatti. Hürriyet Güney'in yakinlarinin, 'Yilmaz'in Adana'dan çocukluk arkadasi olan bir MIT'çiyle ara-sira görüstügünü biliyoruz1 seklindeki sözlerine yer verdi. Öte yandan, ünlü aktörün kimligi ile ilgili olarak Hürriyet'e, 'Ben isim vermem' diyen Kaynak, Yeni Safak'in sorusu üzerine, ayni tavrini sürdürdü. 'Ben sadece bir olayi aktardim. Aradan 30 yil geçmis. Ben, kisi açiklamam. Önemli olan, olaydir. Ben olayi açikliyorum' diyen Kaynak, bu konudaki suskunlugunu sürdürdü.
MUZAFFER KÖKLÜ NE OLDU?
1967 yilinin Haziran ayinin son günleriydi. Biyikli, esmer tenli gencin üzerinde beyaz bir pantolon, beyaz bir spor gömlek vardi. Gömlegin sol gögüs cebinde ise kendi deyimiyle "ellilik bir paket"bulunuyordu. Biçim olarak da kursun kaleme benziyordu.
-           Dinamiti on dakika önce Kizilay'da Cevat Restaurant in yazlik kisminda bir arkadastan aldim.
Polis sefi A...........        Bey gence sordu:
-Ya patlasaydi?
Basini öne egip yanitladi:
- Ölür müydüm?
A......       Bey:
         - Ben sana soruyorum.
A..........Bey gence bir sigara uzatti. "Haydi" dedi, "Anlat herseyi bana,bak sonra anlasmayi bozarim ha."
Yutkundu, sigarasini çekistirdi... Anlatmaya basladi: Ben de o yüzden pantolon cebime koymadim, sürtünme olur patlar diye. Kizilay'dan Yenimahalle'ye gidecektim. Saat 17.00 sulariydi. Bakanliklar, resmî devlet daireleri dagiliyordu. Atatürk Bulvari oldukça kalabalikti. Cebimde topu topu 3 lira kadar para vardi. Taksiye binemezdim. Çaresiz Yenimahalle troleybüsüne bindim ve kalabalikta ilerlerken, 30- yaslarinda kisa boylu, esmer bir adamin önümde durdugunu, çekilmeyecek gibi baktigini gördüm. "Biraz çekilir misiniz", dedim. Adam/'çekilmezsem ne olacak" dedi. Ben de canimin sikildigini sezdirmemek için, isi sakaya vurup "patlarim sonra" yanitini verdim. Ulus-Istasyon duragi kavsagini geçerek Maden Tetkik Arama Enstitüsü duragina geldik. Az önce 'çekilseniz ya' dedigim adam, yanima yaklasip polis kimligini gösterdi, 'lütfen asagiya inin' dedi. Ben de 'Yenimahalle besinci durakta inecegim' dedim. Kolumdan tutup 'simdi ineceksin' karsiligini verdi. Indik ve yürüye yürüye Emniyet Sarayina gittik.
Bunlari anlatan Muzaffer Köklü'ydü. "Yeni Gazete"de 27 Eylül 1969 günü yayinlanmaya baslayan "Solcu Bir Lider ve Polis Ajaniydim" dizi yazisina böyle girmisti. Sonra, bir süredir izlendigini, yakalandiktan sonra kendisine ajanlik teklifi yapildigini uzun uzun anlatmisti.
Geceyi nezarethanede geçiriyor Muzaffer Köklü. Gecesaat 22.00 siralarinda nöbetçi polis "Karnin aç mi?" diye soruyor Muzaffer'e. Muzaffer de afiyetle yiyor. Ertesi gün sabah, A.......     Bey'e bülbül gibi sakimaya basliyor...
A......        Bey Muzaffer'e söyle diyor:
-   Sen bu suçla 6-7 yil içeride yatarsin. Oysa bildigin solcularin adlarini verirsen bu olayi kapatiriz... Söyle bakalim Muzaffer, sen sosyalizm hakkinda ne düsünüyorsun?
Muzaffer Köklü:
-  Ben iki türlü sosyalizm taniyorum. Biri ihtilâlci Marksist-Lenininst Sosyalizm, digeri demokratik sosyalizm...
A.......       Bey:
        - Sen hangi cins sosyalistsin?
Muzaffer Köklü?
- Ben MarksistrLeninistim....
-   Sen su bildigin solcularin adlarini açikla, simdi seni bir baskasiyla görüstürecegim....
Bir baskasiyla görüsüyor bu kez Muzaffer Köklü. Diyelim bu kisi de Hasim Bey olsun. (Çünkü Muzaffer, polis seflerinin bazilarinin adini hayalî kullaniyor) Onunla konusuyor Muzaffer'den bir rapor hazirlamasini istiyor ve makbuz karsiligi 150 lira veriyor...
Bir gün sonra Muzaffer Köklü Hasim beye "Rapor" unu sunuyor. Köklü, anrtik "ajanlik" görevine baslamistir.
Dizi yazi yayinlanmaya basladiktan sonra bir de bakiyoruz ki iliski kurdugu polis müdürlerinin tek tek adlarini açikliyor Muzaffer Köklü. Bu kisiler "Önemli Isler Subesi Müdürü" Turan Sener, Yardimcilari Ahmet Hasim Aytural ve Mustafa Yigit. Polis Müdürleri'nin Muzaffer Köklü'ye makbuz karsiligi para vererek her Ögrenci eylemin içine soktuklarina tanik oluyoruz.
FILO IZMIR'DE
Amerikan 6-Filosu 28 Agustos 1968 günü Izmir Limani'na geldi. Türkiye genelindeki olaylar nitelik degistirerek siddet eylemlerine dönüsürken, Sovyetler Birligi de Çekoslovakya'yi Isgal etmisti. 20 Agustos günü Izmir Uluslararasi Fuari açilmis. Ege hareketli günlerin içine girmisti. Hisar Camii olayindan hemen sonra Amerikan 6. Filosu Izmir Limani'ndaydi. Izmir'deki gösteriler, Istanbul'a göre daha yumusak geçmisti. Ilk günkü gösterilerde sag gruplar ögrencilerin üzerlerine saldirmislar, ikisi agir on üç kisi yaralanmis, çok sayida ögrenci gözaltina alinmisti. Bu ögrenciler arasinda polis ajani Muzaffer Köklü de vardi.
12 Subat 1969. Esmer, biyikli genç Ankara'da Zafer Alanin'nda basin toplantisi düzenledi. Bir gün sonra ayni yerde kendisini yakacagini açikladi. Bu genç Muzaffer Köklü'ydü. Ankaralilar o gün Zafer Alani'nda kendisini yakacagini açiklayan genci uzun süre beklediler. Gazetelerde boy boy resimleri ve haberleri çikmisti...
- 6. Filo Türk karasularini terk etmezse ODTÜ'lü genç kendisini yakacak.
Oysa Muzaffer Köklü Ankara'dan Istanbul'a kaçmista. Yakin çevresi onun asil kimligini biliyordu artik.
O dönemlerde Muzaffer Köklü gibi kimlikleri sonradan belli olan çok kisi vardi. Ancak Köklü 27 Eylül 1969'da "Ben bir polis ajaniydim" diyerek ortaya çikiyor "Yeni Gazetede" anilari yayinlanmaya baslaniyordu.
"Benim asil meslegim klima teknisyenligidir. Hacettepe Hastanesi'nde bir süre bu iste çalistim. 1968 Haziran ayinda gibi artik yeni bir görev üstlenmistim. Foster Wheeler adli Amerikan firmasinin Sakarya Caddesi'ndeki bürosunda çalisan 85-90 isçi greve gitmislerdi. Grev yerine gittigim zaman orada ODTÜ'lü ögrenciler de vardi. Her gün ben oraya gitmeye basladim ve ögrencilerle arkadas oldum. ODTÜ'lü ögrencilerle fikir kulüplerinde bulusuyor, arkadasligimiz ilerliyordu. Ben askerligimi komando olarak yapagim için gerilla egitimi görmüstüm. Arkadaslarla Amerikan Büyükelçisi Kommer'in aracim saptadik. Chevrolet-împala araba Bilir Sokak'ta 29 numarali binanin önünde duruyordu. Bu yüzden bir Chevrolet-lmpala arabayla sehir disina çiktik. Gölbasi yolu üzerinde kenara çekip nasil yakilacagini denedik. Örnegin bir arabayi 45 saniyede nasil yakabilecegimizi ben biliyordum. Arkadaslara bunu gösterdim. Ben Kommer'in arabasinin yakilmasi yüzünden tevkif edildim. Ama bu olayda ben yoktum.
Artik ben bir polis ajaniydim. Hasim Bey durmadan rapor istiyordu. Onunla Özellikle bakanliklar postanesinde bulusur, emaneti kendisine verirdim. Daha sonralari benden çizelge istendi. Haftalik çizelgede kimin nerede ne yapacagini saptiyor, çizelge halinde Hasim Bey'e veriyordum. Gerçi o zamana kadar Ankara'da çesitli gençlik hareketleri olmustu. Örnegin Ilahiyat Fakültesi ögrencileri 15 Nisan'da boykota baslamislar, Mayis'in son haftasinda da fakülteyi isgal etmislerdi. Ardindan 10 Haziran günü Dil Tarih ve Cografya Fakültesi'nde boykot ve isgal eylemi olmustu. 6. Filo'nun 1968 yili Temmuzu'nda Istanbul'a gelisini animsamayan yoktur. Biz Istanbul olaylarini gazetelerden ögrenmistik. Ankara'da da birseyler olacagi belliydi. Buna ragmen ben arkadaslarla iliski kurmamak için yanlarina gitmemistim. Ayni gün Kizilay'da Amerikan Haberler Merkezi'nin vitrinlerine boya dolu siseler atilmis, vitrin camlan kirilmisti. Ögleden sonra eve geldigim zaman bana bir not verdi annem. Notta "telefon edilsin" yaziliydi. Sivil polis olmaliydi. Evden çikip çevredeki bir postaneden Hasim Bey'e telefon ettim. Hasim Bey "neredesin Muzaffer seni ariyoruz" dedi. Benden olaylari izlememi istedi. Buyruk kesindi. Hemen bir araca atlayip Selanik Caddesi'ndeki Fikir Kulüpleri Federasyonu'na gittim. Içerisi çok kalabalikti, arkadaslarla oturup konustum.
Arkadaslarla yakalananlarin sorgusu sirasinda hazir bulunmak üzere adliyeye gitmeye karar verdik. Disari çiktigimizdi sivil bir kisi izliyordu. Zaten daha önce arkadaslar bu kisiden süphelenmisler. Yanina gittim "biz senin kim oldugunu biliyoruz, gel bak, bizim polisten saklayacak birseyimiz yok" dedim. Ancak o gelmedi. Amacimiz binaya sokup onunla konusmakti. Ben kolundan tutup binaya dogru çekmeye basladim. Sivil polise birkaç tekme attim. Sonra da biraktik. Bu polis Cemiyetler Masasi Komiseri Cengiz'mis. Adliyeye geldik. Elimde bir tomar "Kahrolsun Amerika", yazili etiket vardi. Onlari adliyenin duvarina yapistirdim.
Amerikan sinemasinin karsisindaki bakkaldan "ses bombasi" aldim arkadaslarla. Bunlar çocuklarin bayramlarda bol bol patlattigi maytap gibi seylerdi. Amacimiz bunlari patlatmak, polisin ve halkin dikkatin çekmekti. Selanik Caddesi'nden Atatürk Bulvari'na, oradan Yapi ve Kredi Bankasi'nin Yenisehir Subesi'nin önüne geldik. Hemen karsida Amerikan Türk Dis Ticaret Bankasi vardi. Amacimiz oraya beslik bir ses bombasi sallamak bir büyük patlamayla çevreyi heyecana vermekti. Saga-sola baktim durdum elverisliydi. Agzimdaki sigarayi elime aldim ve ses bombalarinin fitillerini tutusturup söyle yandan bankaya dogru firlativerdim. Biz dört-bes metre yürümüstük ki, bir gümbürtü ortaligi karistirdi.
Bu yaptiklarimizi bir rapor halinde bir gün sonra Hasim Bey'e sunma görevi elbet bana düstü. Yanimdaki arkadaslarin tek tek adlarini verdim. Raporuma adreslerini de ilistirmeyi ihmal etmedim.
Polis ajanligi görevimi tam anlamiyla yerine getiriyordum. Hasim Bey beni sik sik ariyor, bilgi istiyordu.
Vedat Demircioglu Istanbul'da öldürülmüstü. Animsarsaniz polisin ITÜ baskini sirasinda pencereden atildigi öne sürülen arkadas. Biz bu olayi bir gün sonra ögrendik. Bir eylem yapmaya karar verdik. Saat 17.30 siralarinda Amerikan Dis Ticaret Bankasi'nin camlarini yere indirdik. Ses bombasi atak. Gece saat 01.00 siralarinda evimin kapisi çalindi. Açtigim zaman Hasim -Bey'i karsimda buldum. Hasim Bey bana söyle dedi?
- Dogru Perinçek bugün Istanbul'a gitti. Kimlerle görüsecek acaba? Seni Istanbul'a göndersek kimlerle görüsecegini tesbit eder misin?
Benim verdigim yanit "edebilirim sanirim"oldu. Ertesi gün saat 12.00'de Tandogan Alani'ndaki Astsubay gazinosu yanindaki büfenin önünde bulustuk. Bana yüz elli lira yol parasi getirdi. Kendisini getiren arabanin içinde bir fis imzalayip yüz elli lirayi aldim. Hasim Be/den ayrildiktan sonra 7. Sube Müdürü Nihat Türközü'ne telefon ettim. Necatibey Caddesi'nde Çankaya Emniyet Amirligi'nin karsisindaki pastanede bulustuk. Hasim Bey'in verdigi görevi anlattim. Yüz elli lira yol parasi verdigini söyledim. Nihat Türközü "olur mu yahu yüz elli lirayla Istanbul’a gidilir mi?" dedi. Sesimi çikarmayinca o da çikarip yüz lira verdi. Nihat Bey Hasim Bey gibi makbuz istemedi. Sonra da bir kart yazdi.
Istanbul'da parasiz kalirsam yolcu salonunda kart yazdi. Istanbul'da parasiz kalirsam yolcu salonunda 5. Sube Müdürü'nden gidip para alabilecegimi söyledi. Istanbul'a aksam otobüsle gidecektim. Nihat Bey'den ayrildiktan sonra dogruca Fikir Kulüpleri Federasyonu'na gittim. Orada bir arkadasimla bulustum. Beraber çiktik, Kizilayda dolasmaya basladik. Bu sirada Dil Tarih ve Cografya Fakültesi'nIn ögrenci dernegi baskani Celâl Kargili'yla karsilastik. (Celâl Kargili) daha sonra CHP Milletvekili oldu. Genç yasta yasamini yitirdi) Celal "yarin meclis binasinin önünde oturarak bir protesto gösterisi yapacagiz" dedi.    Ardindan yardima ihtiyaci oldugunu söyledi ve bizi saat 22.00'de evine çagirdi. Gece Celal'in evine gittik. Evde arkadasimla birlikte Istanbul’a hareket ettik. Istanbul'da bir gün gezdik. Aksam Teknik Üniversite Yurdu'na gelip yattik. Sabah (Cagaloglu'nda Dr. Hikmet Kivilcimli'nin muayenehanesine ugradik. Orada oturup onunla sohbet ettik. Dr. Kivilcimli "Ikinci Kuvayi Milliyemiz" adli kitaptan birer tane imzalayarak bize verdi.
Aksam otobüsle Ankara'ya döndük.
Ege ve Akdeniz sahillerinde arkadasimla birlikte bir gezi yaptik. Ankara'ya döndügümüzde Hasim Bey yeni bir görev verdi.
- Yarin aksam izmir'e gideceksin. 6-Filo'nun gelisi dolayisiyla orada bir protesto hareketi düzenleniyor. Olaylarin içinde yer alacaksin. Fuar içinde ve disinda ne gibi hareketler meydana gelecekse bize önceden bildir. Simdi ben Izmir'deki memur arkadaslara sertin esgalini bildirecegim.
Hasim Bey sonra bana bir telefon numarasi yazdirdi. Ben bunu nüfus cüzdanima not ettim. O kizdi ve söyle yazdi:
Lira Krs.224/63
Gören olursa benden kuskulanmasinlar diye böyle bir yöntem uygulamisti Hasim Bey, Koç otobüsten bilet alindi 26 Agustos 1968 Izmir'e indim. Beni Izmir'de sivil giyimli polisler karsiladi. Aracin içinde 1. Sube Müdürü Sabahattin Bey vardi. Urla yöresindeki polis kampina gittik. Orada bir toplanti yaptik.
Toplantidan sonra polisler beni Izmir'e getirdi. Ben de dogruca TMTF binasina gittim. Izmir'de 6.Filo'nun gelisi nedeniyle düzenlenen her türlü eylemin içinde yer aldim. Yürüyüs ve mitinglerde en önde yürüyor, TMTF'de yatip kalkiyordum. Izmir'deki olaylar sirasinda polis beni gözaltina aldi. Nezarethanede sabaha kadar türkü söyledik.
Ertesi gün ifadem alinirken kendimce ukalalik yaptim polise. Ifademi alan polis de bana kizip bir tokat atti. Ortaligi ayaga kaldirdim.
Ifadelerimizi aldiktan sonra bizi serbest biraktilar. TMTF'ye geldim. Burada kuru molotof kokteyli yapmaya basladik. Olaylar Izmir'de devam ediyordu. Yürüyüs ve mitinglerde en önde ben gidiyor, korteji denetliyor, yürüyüse katilanlara slogan attiriyordum. Bir süre Izmir'de kaldim, yeniden Ankara'ya döndüm. Hem Izmir polisini olaylardan haberdar etmis, hem de her gün Izmir'den Ankara'yi telefonla arayarak Hasim Bey'e bilgi vermistim.
1 Kasim - 10 Kasim tarihleri arasinda Samsun'dan Ankara'ya "Mustafa Kemal Yürüyüsü" yapilacakti. Elimdeki bilgileri Mustafa Yigit/e Akalin Pastanesi'nde verdim. Yürüyüse katilacaktim. Mustafa Yigit "Meydana gelecek olaylari önceden haber ver" dedi. Sonra bana basarilar diledi. Ayrildik.
Samsun Atatürk Aniti önünde saat 13.00'de saygi durusunda bulunup bir çelenk koyduk. Sonra da Ankara'ya dogru yürüyüse geçtik. Samsun'dan topu topu 16 kilometre uzaklasmistik ki polis araçlari bizi çevirdi. Saat 18.00 sulariydi. Bizi Samsun Emniyet Müdürlügü'ne götürdüler. Yaptigimiz yürüyüs yasalara aykiriymis. Polisler alttan alinca birlikte Samsun'a gittik. Geceyi nezarethanede geçirdik. Çiktigimiz mahkeme bizi serbest birakti. Yürüyüs bitinceye kadar hiçbir saldin olayi olmadi.
1969 yilina girmistik. Emniyet Genel Müdürlügü önemli Isler Müdürlügü Komiserlerinden Ahmet Kabadayi telas içinde beni buldu:
- Muzaffer, Ortadogu Teknik Üniversitesi'nde bugün kommer'in arabasini yaktilar. Sen de oradaymissin. Acele Ortadogu'ya gidip arabayi yakanlarin isim listesini, nerede oturduklarini bize temin et. Bunlarin bulmazsan müdür beyin gözüne görünme. Mustafa Yigit Bey bu Isin üzerinde çok duruyor.
Ben de isimleri bugün degil, yarin bulabilecegimi söyledim. Ayrildik. Bîr arkadasimin yanma gittim. Onunla bir süre oturdum. Eve giderken sokagin basinda iki sivil polisle karsilastim. Mustafa Yigit Bey benden acele rapor istiyormus. Ben "Peki olur, hazirlarim" dedim. Ertesi gün bir baska arkadasima ugradim. ODTÜ olaylarindan araniyorlarmis. Nisanlisiyla birlikte çiktik, iki polis bizi çevirdi. Hep birlikte emniyet sarayina gittik.
Mustafa Yigit pesimi bir türlü birakmiyordu. Ben de Kommer'in aracini yakanlar arasindaydim. Gazeteciler çagrildi, boy boy resimlerimiz çekildi. Kommer olayi ile ilgili hazirladigim raporu Mustafa Yigit' e sundum.
Sonra da kendimi yakacagimi kamuoyuna ilan edip Istanbul'a kaçtim...
YA ILYAS AYDIN?
Peki, Ilyas Aydin kimdir? Ugur, onun için bir bölüm açiyor. Tek tutuklu subay Orhan Savasçi'ya soruyor. Ilyas Aydin ajan midir? O da asker ve subay olarak katilmis harekete. Yanit söyle:
îlyas Aydin ile iliskinin baslangici, 1970'lilerin basina rastlar. Bu tarihten baslayarak bizim o dönemdeki örgütsel faaliyetimiz içinde, 1970 yili baslarinda Istanbul'daki arkadaslarimiza yardim etmek üzere harekatta yer almasina kadar geçen süre içinde, kendisinin hiçbir pratik siyasi faaliyeti olmamistir... Ilyas Aydin'in ajan oldugu yolunda dün kuskularimiz vardi. Fakat bu kuskuyu dogrulayacak kanitlan, maddi kanitlan, elde etmis degiliz...
          Kürkçü'nün kanisi kesindir. îlyas Aydin ajandir... Ama kiskirtici degil, muhbir. Peki, neye dayandiriliyor muhbir oldugunu? Çünkü Mahir Cayan, Yusuf Küpeli disinda hiç kimse kisisel olarak, bizler üzerinde hiçbir etkiye sahip olmazdi... Biz, giristigimiz eylemleri kandirilarak, aldatilarak, igfal edilerek gerçeklestirmedik. Hiç kimse, bizi istemedigiz bir eyleme tesvik etmemistir. Edemez de.. Yillar sonra ister, istemez soruyor insan; acaba? Mumcu, Mahir Cayan' ve arkadaslarinin Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçislarini soruyor; nasil oldu? Ziya Yilmaz anlatiyor tüneli nasil kazdiklarini. Mahir'in haberi yokmus, Mahir o kogusa gelmeden baslamislar kazmaya. Tünel bitmeden bir gün önceden gelmis Mahir. Alti kisi... Tam alti buçukta çikmamiz gerek. Mahir "Ben çikayim öldürürlerse, öldürürler" dedi. Ekliyor: Biraz da tesadüfler yardim etti...
Ugur, Yusuf Küpeli'nin bu açiklama biçimine inanmiyorum, dedikten sonra, Küpeli'nin su aktarmasini anlatiyor. Davanin savasi Naci Gür, garip sekilde öldürüldü. Kaçis sirasinda cezaevi komutani olan da, bir otomobil kazasinda öldü... Belki Yusuf, kaçisla ilgili kimi kuskular içinde.
Bilmem, Türkes'in 1994 Haziran ayinda yaptigi su açiklama, bu konuyu ne denli aydinlatir. "... Agca'yi kaçiriyorlar. Asker elbisesi ile kaçiriliyor. Yani bunu oradan kaçiran, bir devlet örgütüdür." Bu açiklamayi degerlendirmek için, Agca'nin da yillar sonra, ayni yerden kaçirildigini not edelim...
Sözü Ugur Mumcu'ya birakalim isterseniz:
Böyle olaylarda garip rastlantilar olabilir. Örnegin, geçen'yillarda Ülkü Ocaklari Genel Baskanlarina silahini verdigi saptanan bir yüzbasinin, Kizildere olayinda etkin rol oynamasi gibi... Ilginç bir saptama degil mi? Ugur Mumcu, söyle söylüyor düsüncelerini: Insan bilemiyor, Mahir Cayan ve arkadaslari, Ankara'dan Ünye'ye giderken, Samsun yolundan geçiyor. Samsun yolunda ise siki yönetim karargahi var. Arabalarin giris- çikis denetimi geregi gibi yapilsaydi, hiç olmazsa Kizildere gibi bir felaket önlenmis olurdu. Önlemek mi istemediler, kim bilir?
Ya da, bu olaylar bir büyük oyun sahneleriydi. Bizler, sadece seyirciler olarak kaldik. Çocuklarimiz da, baskalarinin verdigi oynadilar. Kusaklari ezme ve yok etme pahasina seyrettik bu oyunu.
Seyirci varsa oyun biter mi? Bugünde seyrediyoruz sadece, bu tuzaktan ne zaman ve nasil mi kurtuluruz? Kendi oyunumuzu, kendimiz için sahneleyerek. Seyirciniz mi kalir? Yasam zaten bir oyun degil mi?
Yeter ki o oyunu, kendin için oynamasini bil!!!...
DOGU PERINÇEK, YA DA NAM-I DIGER FABRIKATÖR...
Dogu Perinçek, 17 Haziran 1942'de Gaziantep'te dogumlu. Baba adi Sadik, anne adi Lebibe. Evli, dört çocuk sahibi. Ikinci esi Sule Perinçek, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci. Çocuklari Zeynep, ODTÜ mezunu, Kiraz, Bogaziçi Üniversitesi mezunu, Mehmet, Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde ve Can. Dogu Perinçek Almanca ve biraz Ingilizce biliyor.
ANKARA'DA GENÇLIK
         Perinçek'in baba tarafi Erzincan, anne tarafi Malatya'dan. babasi yargiçlik yapan Perinçek'in gençlik yillan Ankara'da geçmis. Sarar Ilkokulu, Atatürk lisesi ve Bahçeli-evler Deneme Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmis.
Perinçek'in Hukuk Fakültesinden ilginç dönem arkadaslari var. Bunlardan birisi MIT Müstesar Yardimcisi Mikdat Alpay. O da Perinçek'in anne tarafi gibi Malatyali.
FABRIKATÖRLÜGE ILK ADIMLAR
Perinçek'in yabancilarla iliskisi ilk 1962 yilinda basliyor. O yil Hukuk Fakültesi ögrencisi Perinçek, Almanya'ya gidiyor. Oradaki yasantisi pek belirgin degil. 1963 yilinda tekrar Türkiye'ye dönüyor. Bilinen tek sey "Almanca" ögrendigi.
1964'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Perinçek Kamu Hukuku kürsüsüne asistan oluyor.
Bu arada Perinçek'in Almanya'ya gidis gelisleri devam ediyor. Bu gidis-gelisleri sekillendirmek için Perinçek 1967'de Almanya'da, pek itibar görmeyen ve belli bir faaliyeti olmayan "Türk Toplumcular Ocagi"ni kuruyor.
1968 de ise 'Türkiye'de Siyasi Partilerin Iç Düzeni ve Yasaklanmasi Rejimi" isimli doktora tezini vererek "Hukuk Doktoru" unvanini aliyor.
Perinçek Hukuk Doktoru oluyor ama, hayati hep "hukuk disi" islerle geçiyor.
YTP ve TIP
Baba Sadik Perinçek 1961'de Ankara'da, Ekrem Alican, Prof.Aydin Yalçin, Hikmet Belbez, Raif Aybar, Yüksel Menderes, Emil Galip Sandala, Ihsan Hamit Tigrel, Fahreddin Kerim Gökay'le Yeni Türkiye Partisini kurarken, ayni günlerde Avni Erakalin, Ibrahim Güzelce, Saban Yildiz, Kemal Nebioglu, Riza Kaus, Kemal Türkler, Istanbul'da Türkiye Isçi Partisi (TIP)'ni kuruyorlar.
1971'de Anayasa Mahkemesi'nce kapatilan TIP'in Genel Baskanligini Avni Erakalin, Mehmet Ali Aybar (Subat 1962), Mehmet Ali Arslan (1969), Saban Yildiz, Behice Boran (1970) yapiyor. Partinin yöneticileri arasinda Prof.Sadun Aren, Niyazi Agirnasli, Saban Erik, Yahya Kanbolat, Sait Çiltas, Yalçin Cerit, Adil Özkol, Turgut Kazan, Can Açikgöz gibi yöneticiler var.
MILLI DEMOKRATIK DEVRIM
Dogu Perinçek'in siyasi hayati iste bu partide basliyor. 1967'de, 6 milletvekili ile Meclise giren Türkiye Isçi Partisi'nin "Bilim Kurulu Üyesi" oluyor.
Ayni yillarda, Mihri Belli'nin önderligindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) Hareketi ile Mehmet Ali Aybar'in TIP'i arasinda solun önderligi çekismesi had safhada. Mihri Belli ve ekibi TÎP'in Meclise girmesini devrimci harekete ihanet sayiyor.
Dogu Perinçek bu arada bazi dergilerde "E. Tüfekçi" takma adi ile yazilar yaziyor. Yazilarinin hedefi Mihri Belli ve MDD hareketi.
Perinçek ayni dönemde Türk solunda önemli diger bir isim Benice Boran'a da yanasiyor. Boran'in çikardigi "Dönüsüm" dergisine yazilar yaziyor.
Mihri Belli'nin "Sosyalist Devrim Stratejine" karsi gelistirdigi "Millî Demokratik Devrim (MDD) Stratejisi nedir? MDD'ye göre, devrime, iki asamada ulasilacaktir, tik asamada feodalizm, emperyalizm ve isbirlikçi üçlüsüne karsi "millî burjuvazi" ve "büyük burjuvazinin bir kismi da dahil olmak üzere bütün sinif ve tabakalarin birlesik mücadelesi Öngörülmektedir.
Bu mücadele sonucunda varilacak nokta, burjuva demokratik devrimi ile es degerli, ancak dünya proleter sosyalist devriminin bir parçasi olan "Millî Demokratik Devrimdir".
Ilk asama birlesik cephenin iktidar olmasi, ikinci asama ise sosyalist devrimdir.
Bu strateji taraftarlarina göre Türkiye'de MDD asamasi, Istiklâl Savasi (millî devrim), 1920 inkilâplari (demokratik devrim), yani "burjuva devrimi, ya da Kemalist burjuva devrimi" ile tamamlamistir.
GÖREVI KARISTIRMAK
Perinçek MDD karsiti yazilan ve konusmalari ile Mehmet Ali Aybar'in dikkatini çekmisti,. Aybar, bu sekilde gözüne giren Perinek'i, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'nun basina getirdi. FKF kisa bir süre sonra Türkiye'deki sol fraksiyonlarin anasi sayilan "Dev-Genç" hareketine dönüstü.
Perinçek'in ilk dansi, zig-zagli siyasi hayati bu tarihte basliyor.
MDD düsmani Perinçek, FKF'nin basina geçtikten kisa bir süre sonra MDD hareketinin bas savunuculari arasinda yer aliyor. Aybar, aldatildigini anliyor ama is isten geçmistir.
Türk Halk Kurtulus Partisi'nin taninmis militanlarindan Yusuf Küpeli de o tarihlerde TIP içindedir.
Küpeli, yillar sonra Perinçek'i söyle anlatiyor:
"Çabalarindan dolayi TIP yönetici kliginin itimadini kazanmis olan burjuva politikaciliginin ustasi Dogu Perinçek, FKF kurultayinda kafasinin içindekileri bezirgan kurnazliginda saklamasini bildi ve önemli bîr muhalefetle karsilasmadan baskanliga seçildi."
Esasinda Küpeli de yaniliyor. Perinçek'in kafasinin içindekileri gizledigi dogru ama, bunu kurnazlik olsun diye degil, görevi icabi yapiyor. Görevi Türkiye'yi karistirmak.
Nitekim, 1968'deki "üniversite isgalleri" ve büyük "gençlik hareketleri" sirasinda Dev-Genç'in basinda Perinçek var.
Gerçi Perinçek'in bu baskanligi fazla uzun sürmedi. Bir süre sonra Aybar'in talimati ile FKF binasindan yaka paça disariya atildi.
ILK TESPIT ÖRGÜTTEN
TIP'den sonra bir süre Mihri Belli'nin yaninda yer alan Perinçek, kisa bir süre sonra MDD hareketi içerisinde tartisma ve bölünmelere neden oldu. Perinçek Mihri Belli'nin "Aydinlik Sosyalist Dergi"sinden ayrilarak "Proleter Devrimci Aydinlik"i (PDA) kurdu.
Mihri Belli, ekibini parçalamak isteyen Perinçek'ten süphelenmisti. Perinçek'in gizli servislere hizmet ettigini ilk teshis eden Mihri Belli'dir. Belli, Perinçek'e "CIA'nin Maocusu" adini takti ve bunu bir yazisinda da açikça belirtti.
Perinçek, 1968'in Kasim ayinda "Aydinlik Dergisini" yayinlamaya basladi, 21 Mayis 1969'da yasadisi Türkiye Ihtilalci Isçi Köylü Partisi'ni (TÎIKP) kurdu, ayni yilin Temmuz ayinda Îsçi-Köylü gazetesini çikardi.
Perinçek 1970 sonrasinda, sol darbe hazirliklari içinde bulunan ordu mensuplari ile isbirliginde bulundu. Ancak bu ekibin bekledigi gelisme olmadi, Karsi taraf bu hazirligi haber almisti ve 12 Mart 1971 günü askeri ihtilali gerçeklestirdiler.
BESPARMAK'LA BALIK AVLAYAN LIDER
12 Mart 1971 ihtilalinden sonra Söke yakinlarindaki Besparmak daglarina kaçip, saklanan Perinçek, daha sonra Ankara'ya geçti. Istanbul'da örgütün yöneticilerinden Ferit ilsever'in sifreli defterinin çözülmesinden sonra örgütün Istanbul bölümü çöktü, örgüt üyeleri tek tek yakalanmaya basladi. Daha sonra operasyonlar Ankara'ya kaydi. Dogu Perinçek, Mayis 1972'de Ankara'da, bir çiftlik evinde çoban kiyafetinde yakalandi.
Siyasi Sube'de sorgulanan Perinçek hiç direnmedi. 120 sayfalik el yazili ifadesi ile, bütün faaliyetleri ve örgütün tüm üyelerinin isimlerini verdi.
Ferit Ilsever ise 60 sayfalik el yazisiyla ifadesi ile Perinçek'in yarisinda kalmista.
Dava neticesi 20 yil hapis cezasina hükmedildi. Sava, Sanik Perinçek için söyle diyordu:
"Fikri yapisi itibariyle Marksist, Leninist, Maoist görüsleri benimsemis bulunan sanigin, devrimin ancak illegal bir parti ile basarilabilecegi fikrinden hareketle; yasadisi parti faaliyetlerinde bulundugu, kurulan bu illegal partinin ideolojisinin Marksist, Leninist, Mao Zedung düsüncesinde oldugu, Türkiye'nin sinif sartlarina dayandirilacagi, bu suretle proleterya diktatörlügünün kurulacagi, halk ihtilalinin zafere ulasmasi için mücadele edilecegi, nihai hedefin komünizmi gerçeklestirmek oldugu, sanik tarafindan bu partinin Türkiye ihtilalci Isçi Köylü Partisi olarak açiklandigi... Partinin yan destek kuruluslari olan Ihtilalci Köylü Birlikleri, isçi Köylü Silahli Birlikleri ve ihtilalci Gençlik Birligi'ni teskil edip planladigi, sanigin bunlardan gayri, Türk Silahli Kuvvetleri'ne sizarak kendi fikriyati istikametinde olan bir kisim subaylar vasitasiyla parti için gerekli olan bazi hüviyet, izin kagidi, talimname, elbise vs. teminine ve sosyalist fikirlerin ordu içinde yayilmasina çalistigini, ilerisi için bu yolla silah teminini düsündügünü..."
SAVUNMA
Sanik Perinçek ise, kendini ve örgütünü savunuyordu:
"Ordusu, polisi, hapishaneleri ve bürokrasisiyle halkimiz üzerinde agir bir yük olan hakim siniflarin devleti nasil yikilacak? Halka aci veren bu zulüm mekanizmasi, toplumsal gelismenin önünde bir engel olarak duruyor. Bu devleti devrimle yikmaktan baska kurtulus yolu yoktur. Hakim siniflarin zorbaligi karsisinda, halkin gizli teskilatlanmasi kadar mesru bir sey olamaz... Proletarya ve halk yiginlari, ezilmemek ve zalimlerin saltanatini yikmak için gizli teskilat kurar. Hakimiyet verilmez, alinir. Büyük davalar ancak ve ancak halk yiginlarinin silahli mücadeleleri yoluyla kazanilir."
Iki sene sonra genel af çikti ve Perinçek 1974 Temmuz ayinda serbest, kaldi.
Aralik 1977'de Savasman'a suçüstü yapilmasindan hemen sonra Savasman'a suçüstü yapanlara, karsi taarruz hazirliklari basladi.
Hiram Abas'a göre "Covert Action Operation" için kullanilan Fabrikatör, basinda Dogu Perinçek'in bulundugu bir siyasi partinin yayin organi gazetesiydi.
1968 yilinda bir siyasi örgütün Federasyonu Baskanligina gelen Dogu Perinçek 1969 yilinda Milli Demokratik Devrim konusunda Mihri Belli ile arasinda görüs ayriligi çikmasi üzerine, bir sol grubun liderligini üstlenmisti.
1978 yilinda Perinçek Siyasi bir parti kurdu ve genel baskanligini üstlendi. Parti taktikleri arasinda, firsat kollamak, uzun süreli bir çalisma ve -mücadele yürütmek, düsmani daraltmak, birlesebilinecek bütün güçlerle birlesmek gibi yöntemler vardi. Hedef legal olanaklari sonuna kadar kullanarak güçlenmekti.
12 Eylülden sonra Perinçek, partisine, yasalara dikkat edilmesini, yönetim aleyhine herhangi bir tavir alinmamasini, aleyhte söz söylenmemesine özen gösterilmesini tembih etmisti. Yönetim digerleri gibi bu partiyi de kapatti.
Perinçek, 1988'de Sosyalist Parti'yi kurdu. Parti, Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini amaçlamaktaydi. Parti ayni zamanda bir zamanlar en büyük düsmani olan PKK'nin ve Abdullah Öcalan'in da propagandasini yapiyordu. Iste, Hiram Abas'in Fabrikatör'ün basi olarak nitelendirdigi Dogu Perinçek, çizgileri sik sik degisen bu adamdi...
Fabrikatör, yani gazete yayimina 1978 Mart ayinin ortalarinda basladi. "Ne Amerika, Ne Sovyetler Birligi" sloganlari ve sokak afisleri ile ortaya çikan parti, proleter devrimci çizgide, ABD ve Sovyet aleyhtari tutumda, Maoist düsüncede bir görüntü sergiliyordu.
Ara sira usulen Bati devletlerine de çatmakça bitlikte esas hedefi Emperyalist Sovyetler ve sahte TKP idi. Hiram Abas, Fabrikatör'ün arkasindaki gücün, Savasman'in bilgi sattigi ülkelerden biri, yani ABD, Ingiltere veya bu ülkelerle menfaat bagi bulunan ve Osmanli devrinden beri Türkiye'nin iç islerine karismayi adet edinen Fransa gibi sömürgeci bir devlet oldugu kanaatindeydi. Zaten bu ülkeler ve diger birkaç Avrupa ülkesi Türkiye Cumhuriyetinin kurulusundan beri bazen hissettirerek, bazen hissettirmeden Türkiye'nin kader çizgilerini ellerinde tutuyorlardi.
Türkiye Cumhuriyetinin eski Basbakani Ismet Inönü 1963 yilinda Bakanlar kurulunda Kibris bunalimi rahatsizligini açik bir sekilde dile getirmisti. Ismet Inönü bu konuda çaresiz kaldigini belirtiyor. "Daha bagimsiz ve sahsiyetli dis politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes ayni seyden bahsediyor. Nasil yapacagim ben bunu? Karar verecegim ve isi teknisyenlerime havale edecegim. Onlar etrafli çalisma yapacaklar, teklifler hazirlayacaklar, yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafinda uzman denilen yabancilar dolu, igfal etmeye çalisiyorlar, muvaffak ol a mazi arsa ISI sürüncemede biraktirmaya çalisiyorlar. O da olmazsa karsi tedbir aliyorlar. Bir görev veriyorum.
Neticesi bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden ögreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana simdiye kadar bunlar tarafindan hazirlanmis, derdimize deva bir rapor göstermediler Hepsi yasak savma kabilinden seyler. Ne yapiyorsak yine biz kendi elemanlarimiz ile yapiyoruz. Peki bu binlerce adam,"avara kasnak" gibi dolasmiyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. Istiklal Harbinden sonra sulh anlasmasinda esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili bir durum idi. Tazminat isini iki devlet biz aramizda hallederdik. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çikti. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazirdilar. Dayattik, biz onlarin niçin israr ettiklerini biliyorduk. Onlar, bizim niçin inatla reddettigimizi biliyorlardi. Böyledir bu isler,. Peygamber edasi ile size dünyalari vaat ederler, imzayi attiniz mi ertesi gün gelmislerdir Personeli gelmistir. Üsleri gelmistir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden egilmek lazim. Yoksa bagimsiz dis politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir istir. Savusturulan iki üç badire bunun yaninda çok kolay kalir. Tesebbüs ettigimiz zaman basimiza neler gelecegini kestiremem "diyordu.
Fabrikatör gazetenin ilk günlerinde "Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü" Aydogan Büyüközden, eski bir örgüt üyesiydi. Istanbul'da Robert Kolejde görevli bir Ingiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve basinda perukla yakalanmisti. Ingiliz'e ait bu ev, örgüt mensuplarinin saklandigi bir barinak haline gelmisti.
Olayda Ingiliz'in rolü pek irdelenmemisti. Kontrespiyonajla diger ünitelerin arasindaki çalisma ve düsünce farki bir kez daha ortaya çikmisti. Bir Ingiliz'e ait lojmanda telsizlerle ve basinda perukla yakalanan bu kisinin Fabrikatörün ilk yayinlarinda sorumlu bir mevkide olmasi ilginçti...
Hiram Abas'a göre Dogu Perinçek ve Fabrikatörün Türkiye'deki misyonu söyleydi:
Türkiye'de hizla gelisen ve Bati dünyasi için tehlikeli hale gelen Sovyet yanlisi asin solu, yeni bir doktrinle bölmek, birbirine düsürmek, parçalamak, etkisiz hale getirmek.
Devlet içinde, Orduda MIT’te, Poliste, Özel Harp'te kendi çizgilerinde olmayan, düsünce ve faaliyetleri ile organizatörü zor duruma düsürecek unsurlari çesitli yöntemlerle tasfiye etmek, bu kilit müesseselerde etkinligi arttirmak.
Türkiye'de politik ve ekonomik istikrarsizligi pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri disinda tamamen bagimsiz ve milli bir politika izlemesini engellemek. Fabrikatör 1980 yilina kadar misyonunu basarili bir sekilde yerine getirdi.
1980'den sonra devami olan dergiler göreve devam ettiler. Fabrikatör, 7 Agustos 1978 günü "Kontrgerilla Seflerini Açikliyoruz" diye yayina basladi. Ilk hedef Istanbul Bölge Daire Baskanligi eski yardimcisiydi. Ayni gün. Fabrikatör'de Dogu Perinçek'in beyanati da yer aldi.
Perinçek "Kibris'taki Bayraktarlik Türk iyedeki tertip ve kiskirtmalarin ocagidir" diyor, "Bayraktarligin Özel Harp Dairesinin Kibris'taki Özel Subesi oldugunu" söylüyordu. Demek ki Kibris'taki Türk faaliyeti birilerini rahatsiz etmis, Özel Harp Dairesinin milli menfaatler dogrultusunda kullanilmasi bu birilerini kizdirmisti. Ayni açiklamada Perinçek'e göre "Hiram Abas, 12 Marttan bu yana gerçeklestirilen bütün provokasyonlardan dogrudan dogruya sorumluydu.
"8 Agustos 1978 tarihli gazetenin birinci sayfasinda mansetten verilen haberi söyleydi: "CIA'nin okullarinda 4 yil egitilen Kontrgerilla sefi Istanbul'daki bütün provokasyon ve tertiplerin ardindaki beyin: M.HIRAM ABAS
M. Hiram Abas, Istanbul'daki bütün provokasyon, tertip ve operasyonlari planlayan Kontrgerilla sefiydi. CIA ve MIT adina Faik Türüne danismanlik yapiyor. Istanbul Kontrgerilla Karargahi ile CIA ve MÎT'in irtibatini sagliyordu. "Gemi batirma olaylari, Elrom olayi, Firtina Tatbikatlari gibi tertip ve saldirilar Hiram Abas'in basi altindan çikti. " Hiram Abas, iskence ve operasyon hastasi. Görevli olmadigi halde 12 Marttaki bütün baskinlara, operasyonlara en önde katildi. Provokasyonlari yönetti. Yeni iskence yöntemleri gelistirdi ve bu yöntemlerin uygulanmasina bizzat katildi. Fabrikatör, bas köseye Hiram Abas'in 18x12 cm. ebadinda bir fotografini koymustu.     Fotografin altinda sunlar yaziyordu.
"Künyesi
Adi: Mustafa Hiram Abas
Dogum Yili ve Yeri: 1932- Istanbul
Ana Adi: Fatma
Baba Adi: Hilmi
Bitirdigi Okullar: 1952'de Saint Joseph Fransiz Lisesi,
1957'de Siyasal Bilgiler Fakültesi.
12 Martta Görevi: CIA ve MIT adina Faik Türün'e danismanlik Kontrgerillanin giristigi bütün provokasyon, tertip ve saldiri harekatlarim planlamak, Istanbul Kontrgerilla Karargahi ile CIA ve MiT'in irtibatini saglamak.
Istanbul'daki Adresi: Cemil Topuzlu Caddesi 32/2 Çiftehavuzlar TU: 554170"
Bu adres Hiram Bey'in Öldürüldügü tarihe kadar oturdugu evin adresi idi. Fabrikatör, Batililara casusluk yapan bir kisinin yakalanmasinda önemli rol üstlenen Hiram Abas'i, CIA'nin adami gibi göstererek, her seyin arkasinda CIA'yi arayan karsi güçlerin hedefi haline getirmisti. 12 yil önce fotografi, adresi, otomobilinin markasi verilerek hedef gösterilen, CIA'nin degisik yerlerdeki okullarinda 4 yil egitim gördügü, provokasyon, sabotaj ve iskence yöntemleri ögrendigi, Mason oldugu, Marmara yolcu gemisi ile Eminönü araba vapurunun batirilmasi, Israil Baskonsolosu Efraim Elrom'un öldürülmesi gibi provokasyon eylemler düzenledigi, insan öldürmeye düskün oldugu, yeni iskence yöntemleri gelistirdigi ve sorgulananlara"cop soktugu' Iddia edilen Hiram Abas'in bu kadar yasamasi bile mucizeydi.
Fabrikatör'ün esas gayesini bilmeyen ve oyun içinde ne gibi oyunlar oldugunu tahmin edemeyen normal bir yurttas bile eline firsat geçse Hiram Bey'i bogup öldürmek, böyle bir insan kasabini ortadan kaldirmak isterdi. Hiram Bey, bu yayinlardan 10 yil kadar sonra, Müstesar Yardimcisi oldugu zaman, ilk kez resmi temaslar için bir haftaligina Amerika'ya gitmisti. ABD'de 4 yil sabotaj provokasyon ve iskence egitimi gördügü tamamen yalan ve maksatliydi. Teki, Hiram Bey'in fotografi ve biyografisi ile onun "Batuma, Atina'ya ve 30.9.1968 ila 1.12.1970 arasi Beyrut'a gönderildigi" gibi normal bir basin kurulusunun ulasmasi mümkün olmayan dogru ve gizli bilgiler Fabrikatör ün eline nasil geçmisti. Demek ki organizatör personelin biyografisine ve çesitli gizli operasyonel bilgilere ulasabilecek kadar Teskilat1 a sizabilmisti. Fabrikatör ertesi gün, yani 9 Agustos 1978 günü yine Hiram Bey'i manset etmisti. Hiram Bey'in evinin ve otomobilinin resimleri bulunan bu yayinda söyle deniliyordu. "Hükümet neden susuyor?
HALEN DEVLET GÖREVLISI OLARAK ISBASINDA
M. Hiram Abas, Ankara MIT Merkezindeki MAH Baskanliginda görevli casusluk iddiasi ile yakalanan MIT Istihbarat Daire Baskan Yardimcisi Sabahattin Savasmani Hiram Abas ihbar etti. Hiram Abas Sabahattin Savasman olayinda Önemli rol oynadi.
Bilindigi gibi bu yilin baslarinda MIT Istihbarat Daire Baskan Yardimcisi Sabahattin Savasman Kibris konusundaki bazi gizli karar ve haritalari CIA ve Ingiliz entelijans ajanlarina verirken yakalandi ve tutuklandi. Yakalanma olayi, MIT'in Gaziosmanpasa semtindeki "Misafir evi-Guesthouse'nde" meydana geldi. Savasman burada, belgeleri CIA ajani William Philips'e verirken üç MIT ajani tarafindan yakalandi. Aslinda Savasman MIT ajanlarinin sürekli yaptigi islerden birini yapiyordu.      MIT ajanlari  gerektigi zamanlar, gelismelerden CIA'yi haberdar eder, CIA'nin yardim ve tavsiyelerini alirlar: Ama bu seferki olayin bilinmeyen ilginç bir yönü de vardi. Savasman'i ihbar eden, CIA'nin okullarindan yetisen ve 12 Mart sirasinda bütün gelismelerden CIA'yi haberdar eden Hiram Abas’i. Hiram Abas, Savasman'i yalnizca ihbar etmekle kalmadi. Misafir Evine bizzat giderek onu yakaladi.
CIA'nin adami  Hiram Abas, neden Savasman'i CIA ajani diye ihbar ederek birdenbire "vatansever" pozuna girmisti? Isin asli suydu: 12 Mart'tan sonra Hiram Abas'in ve MIT içindeki bir kesimin itibari sarsilmis ve bunlar tasfiye'edilme tehlikesiyle karsi karsiya kalmislardi. Bir olay yaratarak tekrar itibar kazanmalari gerekiyordu. Bunun için Savasman feda" edildi. Bu görevi de provokasyon ve baskin ustasi Hiram Abas yerine getirdi. Hiram Abas, Savasman'i yakalayarak MIT içindeki bu günkü itibarli ve etkili yerine ulasti. Ve yerini saglamlastirdi. "Fabrikatör, Savasman'i müdafaa eden yazilari ile hata yapmis esas amacini belli etmisti. Fabrikatör bununla da kalmadi. 30 Temmuz 1979 tarihinde "Teskilat, CIA'nin Orta Dogu Zinciri, Üçüncü Adamin Not Defteri" basligi ile cezaevindeki Savasman'in kendi agzindan onun casusluk hikayesini yayinladi. Savasman nedense bu ilginç hikayesini o kadar büyük ve tarafsiz gazete varken belli okuyucusu olan sözde solcu, siradan bir gazeteye vermisti... 7 gün süren casusluk hikayesi buram buram kokuyordu. CIA ve Ingiliz Gizli Servisinin Ajani Savasman masum, tertibe, iskenceye maruz kalmis bir zavalli gibi gösteriliyordu.
MEHMET EYMÜR PERINÇEK'I ANLATIYOR
"Esas hedef Hiram Bey ve bizlerdik. Yavuz hirsiz ev sahibini bastiriyordu.  Savasman'in Istihbarat Baskani NY'den sonra Fabrikatör'ün 24 Agustos 1978 tarihli yayininda manset bendim.
Benden sonra 26 Agustosta Y.S. Albay'la ekip tamamlanmisti. Var olmayan bir "Kontrgerilla Örgütü" içinde gösterdikleri diger kisileri topluca teshir ederken bizlere özel bir yer ayirmislardi:"Erenköy Iskence Merkezindeki "Binbasi "MEHMET EYMÜR" Yayinda benim fotografim diye, oturdugum evin Önünde Renault bir arabaya binen dazlak basli bir sahsin resmini basmislardi. Resmin altinda "Mehmet Eymür (Cengiz Abaoglu),." basligi altinda hakkimda bilgiler vermislerdi. Fabrikatör, Hiram Abas'la ilgili yayinda hata yapmis, açiklar vermis, kaynaklarini zor duruma sokmustu. Bu sefer basit yanlisliklar yaparak kaynaklari kurtarmaya çalisiyordu, o tarihte, Bebek'te oturdugum evin adresine ulasan, zemin katta oturduguma kadar bilgi edinen Fabrikatör nedense yan apartmanin en üst katinda oturan bir komsunun fotografini çekmek yanlisligini yapmisti. Ayrica benim takma ad olarak kullandigimi söyledigi "Cengiz Abaoglu ismi de teskilatta çalisan bir arkadasima aitti. Fabrikatör benimle ilgili yayinda sunlari ilave etmisti. "Erenköy'deki iskence merkezinde "Binbasi " olarak çagrilirdi.
Buradaki bütün iskenceleri Mehmet Eymür yönetti ve uyguladi. Babasi eski MIT'çilerden Mazhar Eymür. Babasinin himmetiyle MIT içinde hizla yükseldi. Halen MiT'te önemli bir mevkide bulunuyor: Eymür 35 yaslarinda, uzun boylu, kumral, soluk benizli ve dazlak. Besiktas'ta Resim ve Heykel Müzesinin yanindaki MIT merkezinde çalisiyor: Küçük Bebek'te oturuyor. Muhabirlerimiz, Eymür'ün yukaridaki fotografini evinden çikarak turuncu renkli Renault arabasina binerken çektiler."
ISTANBUL KONTRGERILLA KARARGAHINDAKI "BESLI ÇETE"
Istanbul Kontrgerillasinda Iskence, Provokasyon ve Istihbarati Yöneten "Besli Çete"den Mehmet Eymür "Cengiz Abaoglu" takma Ismini de Kullaniyor. Eymür, Eyüp Özalkus'un Yardimcisi olarak Erenköy Iskence Merkezindeki Bütün Iskenceleri Yönetti ve Uyguladi. Eymür Iskence Merkezinde "Binbasi" diye çagrilirdi. Eymür KIIT içindeki MC yanlisi Cuntadan."
Fabrikatör'ün bizlerle ilgili Deception'ini çözmek bizim için zor degildi. Ancak bizim çözmemiz bir sey degistirmedi. Fabrikatör görevini en iyi sekilde yerine getirmis ve zamanin Basbakani Bülent Ecevit bile etkilenerek "Kontrgerilla, iskence" edebiyatina katilmisti. MIT, Polis pasifize edildi. MIT sorgulardan çekildi. Özel Harp Dairesi siki bir denetim altina alindi. Neticede 1979'da artan iç çatisma ve istikrarsizlik 12 Eylül 1980 ihtilalini getirdi. Türkiye yine ayaga kaldirilmamis, ölmemis ama sürünen bir ülke statüsünü muhafaza etmesi saglanmista. Savasman olayindan sonra CIA ve Ingiliz MI6'in baskanlari, Müstesar Hamza Gürgüç'e bu tip olaylarin tekerrür etmeyecegine dair teminat vermisti. Ancak bu söz tutulmadi. Fabrikatöre, el altindan bilgi veren ve yazilar hazirlayan Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çaglar 16 Mart 1983 tarihinde Istanbul'da CIA mensubu ile gizli bir bulusma sirasinda suçüstü yakalandi. MIT Istanbul Bölgesi basarili bir çalisma yapmis, olayi iyi bir sekilde delillendirilmis ve ayrica tenha bir yerde gerçeklesen gizli bulusma görüntülenmisti. Amerikali John, 34 CA 200 plakali araci kullaniyordu.
Ihtilal faaliyeti ile ilgili "Balon Operasyonu'nda" da ismi geçen Ordu'da, Teskilat' da üst düzeyde iliskileri bulunan Turan Çaglar sorgusunda bu güne kadar kamuoyuna yansimayan ilginç seyler anlatmisti. Turan Çaglar casusluk faaliyetini on yili askin bir süredir devam ettiriyordu.
Ingiliz Haber alma Servisi SIS'den John, Amerikan Merkezi Haber Alma Servisinden Nick, Billy, John ve ismini hatirlayamadigi, "sarhos" adini taktigi kisiler ile iliski kurmustu. "Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabindan olarak gizli kalmasi gereken bilgileri" bu kisilere yazili olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrica evinde yapilan aramada da yeni birçok delil elde edilmisti. Görülecegi üzere bu olayda da CIA ve Ingiliz Gizli Servisi MI6 yan yanaydi. Turan Çaglar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenligi sebebiyle kapali olarak yapildi ve yayin yasagi konuldu! Belki bir gün bu yasak kalkar ve Turan Çaglar'in anlattigi ilginç olaylar kamuoyuna yansir. Turan Çaglar tutuklu bulundugu cezaevinden Istanbul Bölge Daire Baskanligi'na bir mektup yazdi ve sorgusu sirasinda kendisine gösterilen yumusak ve nazik muameleye tesekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çaglar'in cezaevinde kalp krizinden öldügünü yazdilar. Em. Hava Kur. Alb. Turan Çaglar gazetelerde çikan birkaç ufak haberle kaldi ve unutulup hafizalardan silindi. Ilginç olan basin kuruluslarinin hiç birinin ulasamadigi bilgilere her nasilsa ulasabilen Fabrikatör'ün, bu sefer bu konuda suskun kalmasiydi. Hem de Turan Çaglar eski bir kaynaklari ve yazarlari oldugu halde...
         Fabrikatör tarafindan bu kadar hirpalanan Hiram Bey, Amerika, Ingiltere, Fransa, Almanya veya batili diger ülkelere düsman miydi? Hayir. Bu büyük ülkelere ve onlarin dünya çapinda operasyonlar yürüten kuvvetli istihbarat teskilatlarina sempati ile baktigim ve onlarin Türkiye ile yakin isbirligine inandigini rahatlikla söyleyebilirim. Suçu, yapmasi gerekeni yapmak, kendi devletinin menfaatlerini ön planda tutup, bu büyük ülkelerin Türkiye'deki haksiz menfaatlerini engellemekti. Bu yüzden hiç affedilmedi. Fabrikatör ölümüne kadar ve hatta ölümünden sonra bile onunla ugrasmaya devam etti. Onu ölümünden sonra "Mafyanin adami", "Silah Kaçakçisi", "Uyusturucu Kaçakçisi" olarak göstermeye gayret etti. Tanimayan, bilmeyen kisilere "layigini bulmus" dedirtecek cinsten yayinlar yapti. Adeta azmettirenin kendileri oldugunu belirtir ve devletin adaletine meydan okurcasina "Biz zaten gidici oldugunu çok önceden bildirmistik" diye baslik atfa. Burada, Fabrikatör'ün bütün faaliyetlerine yer verip Hiram Abas gibi vatanina bagli, basarili bir istihbaratçinin yükselme ihtimali oldugu tüm devrelerde neler yaptigini anlatmak mümkün degil. Bunun için birçok belge ortaya koyarak ayri bir kitap yazmak gerekir. Üzücü olan ciddi haber vermesi ile taninan birçok gazetenin Fabrikatör'ün yayinlarini kendilerine kaynak olarak kullanmasidir. Ölümünden sonra yayinlanan ve Hiram Bey’in Amerika'da 4 yil istihbarat egitimi gördügü " gibi.
SÖZ HIRAM ABAS’TA
"1978'de Fabrikatör gazetesinin yayinlan mevcuttur. Bu gazetede benim evimin fotografini çikardilar: Benim talebelik fotografimi çikardilar. Ben iskenceci olarak gözüktüm. Ben ruhi bozuklukla köpeklerimi kursuna dizen bir adam olarak gözüktüm, vs. Bu hemen Sabahattin Savasman'in yakalanmasindan sonradir. Sabahattin Savasman olayi güzel bir operasyondu ve ondan sonra bu yayin hemen basladi.
SORU: Solcu Dogu Perinçek'in Amerika hesabina casusluk yapan bir adami yakalayan kisiye hasmane bir tutum almasi çeliski degil mi?
Evet.. Yalniz Perinçek'in çok iyi etüt edilmesi lazimdir.
Basbakanla (Turgut Özal) yaptigim Suriye seyahatinden sonra bu sefer MIT içerisinde bir sivillesme hikayesi ortaya atildi ve aday olarak gösterildim. Yine bir odak noktasi haline geldigim anda da, tekrar dergide, yayinlar basladi. Suriye seyahatinden sonra aleyhimde yapilan yayinlarda, bütün hikayeleri tekrarladilar. Baska bir sey yok. Ve sonuçta da bu sivillesme hikayesi herhalde kendilerini fevkalade rahatsiz etti, tekrar üzerimize geldiler: Bunlar 1978'de MÎT hakkindaki yayinlarla MÎT'i pasif duruma sokabildiler:
SORU. Basardilar mi?
Evet. Sadece kisa süre için basardilar: Bunu kabul edebilirsiniz, basardilar... Simdi 1978-88'deki benim aktivitemin, yönelmek istedigim yerler, kurdugum daire, çalismalar, Güney Doguda biraz terörün azalmasi ve PKK faaliyetine bakarsaniz, PKK faaliyeti Güney Doguda bir eylemdir. Ama esas büyük faaliyet Avrupa'da Ermeniler gibi beynelmilel sahada muvaffak olacaklar. Para bütünüyle Avrupa'dan gelmektedir. Bu çapta bir faaliyetin tek basina bir Güney Dogu olarak düsünülmesi hatalidir ve ben bunun için çok genis çapta bir çalisma gerektigi kanisindayim. PKK sadece bir terör faaliyeti degildir. PKK Türkiye'yi bölme faaliyetidir. PKK Avrupa'daki Kürtleri, Kürt asilli Türkleri bölme faaliyetidir. Bunun bir bütün halinde görülmesi lazim ve ona göre mücadeleyi Disisleri Bakanligi yapar ama, bize düsüyor yani eski bize. Ben bunu koruyorum. Yani neticede herhalde yine sikintilar baslamistir malum yerlerde ve bunun neticesinde Dogu Perinçek yine üzerime üzerime geldi. Dogu Perinçek iyi bir kafa, kabul etmek lazim ve bunun yaninda bazi baska seyler de yapiyor. Mesela benim hakkimda yazdiracagi, yazacagi bazi yazilar olursa, Ögrendiklerime göre, dis ülkelerde yayinlattiriyor: Oradan iktibas ediyor, suça da girmiyor. Simdiye kadar ben Dogu Perinçek'in yazdiklari üstüne hiç gitmedim. Benim hakkimda yaptigi en büyük suçlama, aginma çok giden bir suçlama benim CIA ajani oldugum, CIA tarafindan yetistirildigim, bunun yaninda MOSSAD'la çok yakin iliskiler içerisinde oldugum vs. Bu bir iddiaydi, üzerinde durmadim. Çünkü ben meslegimde devletime karsi sorumluyum. Kendimi, müdafaa etmek için daha fazla afise edemem. Aldirmadim da."
Bu kitabin (Analiz, Mehmet Eymür) yazildigi, 1990'in son, 1991'in ilk aylarinda, Fabrikatör'ün yeni tertip ve kiskirtmalar içine girdigini, bazi düzmece telefon ihbarlarina dayanarak yayinlar yaptigini bir dönemde yayinlamis olduklari bir takim sansasyonel yalan haberleri ayni resim ve asagi yukari benzer laflar kullanarak yinelediklerini, ben de dahil olmak üzere bir takim insanlarin agzindan çikmis gibi yorumlar vererek tüm dünyanin ve Türkiye'nin kritik günler yasadigi su günlerde, ülke zararina çabaya ve bitmeyen hastalikli kampanyaya devam ettiklerini ilgi ile izliyorum. Baskalarina ajan yakistirmasinda bulunarak kendi durumlarini örtbas etme yöntemlerine de her zamanki gibi devam ediyorlar. Kanaatimce Fabrikatör basit bir yikici yayin olarak düsünülmemeli, ilgililerce konu bir espiyonaj faaliyeti olarak ele alinip, arkasindaki güçler her kimse, desifre edilmeli, faaliyet tamamen bir casusluk faaliyeti olarak dikkate alinmalidir.
AYDINLIK HAREKETININ IKI NUMARALI ISMI GÜN ZILELI'DEN MÜTHIS IDDIA: "AYDINLIK'LA MITIN BAGLANTISI VARDI"
Aydinlik hareketinin üst düzey yöneticilerinden Gün Zileli/ hatiralarini anlattigi "Havariler" adli kitapta, yillardir konusulan Aydinlik- MIT iliskisi konusunda son derece ilginç iddialar dile getiriyor. (Sefa Kaplan/ Hürriyet) Zileli'nin verdigi bilgiye göre, Aydinlikla MIT'in baglantisi vardi. MIT, Aydinlik'i kullaniyordu. Zileli, 1977'de 34 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayis'i da, tamamen farkli bir açidan anlatiyordu. Kitapta ayrica. Aydinlik lideri Dogu Perinçek'in, iktidara geldigi zaman, yani 'devrimden sonra Kibris'i ve 12 Adalar'i, Yunanli Maocular'a 'armagan* etmek için söz verdigi de vurgulaniyor.
"Daha sonraki yillarda, Aydinlik hareketinin ileri gelenlerinden biri oldugum için, bana hep sorulmustur: Aydinlik'in MIT'Ie iliskisi var miydi? Yoksa, bunca bilgiyi nereden aliyordu? Elbette bu sorunun ardindaki 'Aydinlik MIT'in bir kolu muydu?' türü daha vahim bir soruyu algilamamak mümkün degildi. Bu yüzden, bir baska paranoyayi besleyecek bu tür sorulara, hep 'hayir' yanitini vermisimdir." Bu sözler, uzunca bir süre, Dogu Perinçek'ten sonra "Aydinlik hareketinin ikinci adami" konumunda bulunan Gün Zileli'ye ait.
Zileli, hareket içinde görev yaptigi yillarda, bu soruya 'hayir' cevabini veriyor ve dogal olarak: 'Ama itiraf etmeliyim ki bu 'hayir' yaniti, bir solcu paranoyasinin yayilmasina karsi, gerçegin bir kismini ifade etse de, bütününü ifade etmiyordu. 1980 askeri darbesinden sonra ögrendiklerim (ki, buna o yillara gelince daha ayrintili deginecegim) isiginda, simdi gerçegin diger kismini gönül rahatligiyla ifade edebilirim.
Aydinlik hareketinin ve özel olarak Aydinlik gazetesinin MIT'in bir kanadiyla (bu kanada, 'sol kanat' adini takan akl-i evveller de vardir, oysa MiT'in 'sol kanadindan' söz etmek, 'sol'un MIT kanadindan' söz etmek kadar tuhaf bir seydir) dolayisiyla MIT'le baglantisi vardi. MIT'de, bütün örgütler gibi hiziplerden olusuyordu. O dönem, Aydinlik hareketine gizli bilgileri akitan kesim, büyük ihtimalle o günkü MIT yönetimine muhalif bir kesimdi (nitekim, 12 Eylül'den sonra tasfiye edilmislerdir.)
Yönetime hakim "rakip kesimi yipratmak" isine geldiginden, bu kesim Aydinlik hareketine bilgi aktarmayi çikarlarina uygun bulmustur (...) Dolayisiyla Aydinlik'a akitilan bilgilerin tamaminin, MIT'in hakim kesiminin aleyhinde oldugunu düsünsek bile, MIT, bu iliskiden global bir kazanç saglamis, sol bir örgütü, 'muhalif kanadi' araciligiyla verdigi bilgiler sayesinde, su ya da bu yöne sevk etme sansina sahip olmus, dahasi, bu tür baglantilar sonucu, bu hareketin, Türk devletinin ideolojik kazanimi haline gelmesine katkida bulunmustur."
12 ADALAR'I YUNANLILAR'A NASIL VERDIK?
Yunanli Maocularin örgütü EKKE heyeti, bize biraz daha hitap eder gibiydi (...) Bu duygulu arilar, iki parti heyetleri arasindaki siyasi görüsmelere geçildiginde, yerini, akila hesaplara birakti. Neden söz ettigimi anlayamadiginizin farkindayim. TÎIKP ile EKKE, bu görüsmelerde Türkiye ile Yunanistan'in eskiden beri ihtilaf halinde olduklari Ege Adalari'nin 'devrimden sonraki' statüsünü, ciddi ciddi pazarlik konusu yaptilar. Bu saçmaligin o zaman da farkindaydim. Birincisi, ortada fol yok, yumurta yokken, sanki her iki partininde kendi ülkelerinin iktidarlarina kurulmusçasina böylesi 'paylasim' konularina girmeleri, iki partinin de birer budalalar toplulugu tarafindan yönetildigini göstermekteydi. Ikincisi, bunu mantiki kilacak kosullarin oldugunu varsaysak bile, 'enternasyonalist' oldugunu ileri süren iki partinin adalar konusunda 'ulusal pazarliga' girismesi, ikisinin de alelade milliyetçiler oldugunu ispatlamaktan baska bir ise yaramaz (...) Hele fizik olarak Dogu'ya benzeyen EKKE baskani hiç gözümün Önünden gitmez. Adam, milliyetçilikte Dogu Perinçek'i bile fersah, fersah geride birakmisti. Siki bir 'megalo ide-aci' olan EKKE baskani, adalarin tümünü ve Kibris'in tamamini istiyordu! Yapilacak fazla bir sey yoktu. Bütün adalari 'verdik' gitti!
1 MAYISTA 'HALKIN YOLU' TAMAMIYLA SILAHLIYDI
Gün Zileli kitabinda, 34 kisinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayis 1977de yasananlara da deginiyor. Bu güne kadar bilinenden tamamen farkli bir 1 Mayis portresi çizen Zileli; Aydinlik hareketinin 1 Mayis'la iliskin düsünce ve yaklasimini aktardiktan sonra, 'Halkin Yolu'ndan Aydinlik'a katilan Kamil Arslantürkoglu'nun görüslerine yer veriyor: "Bir diger önemli taniklik, 1 Mayis günü 'Halkin Yolu' grubunun içinde bulunan ve grubu yönetenlerden biri olan Kamil Arslantürkoglu'nun anlattiklariydi. Kamil'in anlattigina göre, 'üçlü blok'un en kalabalik kesimini olusturan 'Halkin Yolu' taraftarlari, neredeyse son bireyine kadar, üzerlerindeki silahlarla katilmislardi yürüyüse. Katilimcilar, her an bir çatisma çikacagi ruh hali içinde, en ufak bir isarette silahlarini çekip ateslemeye hazirmislar. Yürüyüs kolu Tarlabasi Yokusu'ndan Taksim Meydani'na yaklasirken, Kamil, asagi yukari yirmi metre kadar yukarida, bir elektrik direginin yaninda duran birisinin, ortada fol yok, yumurta yokken, silahini çekip, havaya atesledigini görmüs. Silah sesini duyan 'üçlü blok' içinde yer alan herkes, 'Halkin Yolu' grubuna karsi silahli bir saldin baslatildigi zehabiyla, aninda kendini yere atip, silahini ateslemeye baslamis. Kamil, yerden kalktiginda diregin yaninda silahini atesleyip, provakasyonu baslatan adamin çoktan toz oldugunu görmüs. îste, meydandaki büyük kargasaliga neden olan 'Tarlabasi'ndan gelen silah sesi" salvosu, bir provakatörün silahini ateslemesiyle böyle baslamis."
TIIKFTEKI SUBAYLAR
Mesela; Tegmen Alaattin SEVIMLI!
Öteden beri, askeri istihbarat birimlerinin mi sol örgütlere sizmaya çalistiklari veya sol örgütlerin mi Türk Silahli Kuvvetlerine sizmaya çalistiklari konusu hep tartisila-gelmistir. Sol örgütlere sizmaya çalisan TSKlilerin ne kadarinin bu isi devlet için istihbarat ve örgütü etkinlestirmek için yaptigi ya da ne kadarinin bu isi Gladio ya da cunta lobileri hesabina yaptiklari hususu da ayri bir analiz gerektiren konudur. Sol örgüt militanlarinin gözlerindeki kalin bagnazlik perdelerini indirerek bu konulan düsünüp, sorularin cevaplarini aramaya çalismalarini beklemiyoruz.
Ancak, bizim genel kanaatimize göre, sol örgütler TSK'ne sizmaya çalismiyorlar. Aksine çesitli görevlerle donatilmis Istihbarat Kontrgerilla, Anti-terör, Gladio ve Cunta lobisi ajanlari olan subay ve astsubaylar, bu örgütlere siziyorlar. Bu örgütlere sizip, bir süre sonra etkili bir yere gelen bu ajanlar, çesitli görevler gerçeklestiriyorlar. Bunlarin basinda gelen isler sunlardir:
1- Sayet sizan kisi devlet adina çalisan bir ajan ise; örgütü izliyor, kadrolarini ve eylemlerini takip ediyor, örgütle ilgili her türlü bilgileri toplayip merkezine aktariyor...
2- Örgütün eylemlerini önceden bloke ediyor. Eylem yapilirsa, operasyon için isaret ve bilgiler veriyor.
3- Eger sizan kisi Gladio veya cunta lobisi ajani ise; sizdigi örgütü provoke ediyor. Örgütü kiskirtiyor. Eylemler,sabotajlar yaptiriyor. Örgütü cinayetlere yönlendiriyor. Böylece toplumu tahrik ve ülkeyi de destabilize etmek için örgütü, militanlari kullaniyor. Bu yolla, darbecilere, gizli servislerin veya Gladionun operasyonlarina zemin hazirliyor. THKP/C deki Yüzbasi Orhan Savasçi gibi...
Pek çok aktif silahli sol örgütte oldugu gibi, bu tür sizmalari Mao'cu örgütlerde de görüyoruz. Özellikle TIIKP'te silahli hücrelerin basina pek çok tegmen, üsttegmen geçmistir. Bunlar örgüte askeri malzeme aktarmak, askeri egitim ve taktikler vermek, askeri personel kazandirmak ve örgütün, basta SAFAK olmak üzere tüm yasadisi yayinlarini, askeri birliklerde dagitmak gibi isler yapmislardir.
TIIKP'te, adini hemen hemen bütün saniklarin verdigi tegmen Alaattin Sevimli. Bu kisinin kontragerilla ajani oldugunu ifade eden solcular vardir. TÎIKP'nin Ege daglarinda ve Filistin kamplarinda bulunan tüm gerilla egitimi almis militanlarin elle koyulmusçasina rahatça bulunup, toplanmasina ve örgütün tamamen bitirilmesine bakilirsa, tegmen Alaattin Sevimli ile ilgili "kontrgerilla ajani oldugu" iddiasinin dogruluk payi olabilir. Eger Alaattin Sevimli kontrgerilla ajani ise, onun Polatli'da Topçuluk ve Füzecilik Okulu'nda irtibat kurup örgütü empoze ettigi, yasak yayin dagittigi diger subaylar ne olmustur ? Ya diger örgütçü subaylar kimlerdi?
TÎÎKP davasi iddianamesine bakildiginda, ne tegmen Alaattin Sevimli'nin ne de diger Mao'cu subaylarin adlarina rastliyoruz. Bu subaylar hakkinda kanuni bir islem yapildigina dair bir isarete rastlamiyoruz.. Bu da TÎIKP'te-ki subaylarin, bu örgüte sizdirildiklari tezini güçlendiriyor.
Mao'cu-Aydinlikçilarin Marksist-Leninist çevrelerin iyi gözle bakmadigi bir özelligi var... O da; Türk Silahli Kuvvetleri personeli ile aralarindaki tuhaf muhabbet... Halen bu durumu teyit eden pek çok isaret var.
Örnegin; Deniz Kuvvetleri Komutanligi'ndan pek çok emekli subay ve astsubay Î.P yönetiminde görev aliyor veya AYDINLIK gazetesinde "askeri, stratejik analiz" kaynaklarini kullanarak, siyasi yazilar yaziyor. Ayrica Jandarma Gn. Komutani Esref Bitlis'in uçagi düstügünde, Aydinlikçilarla askerler arasindaki muhabbet çok çarpici bir hal almisti. Esref Bitlis'in uçaginin düsmesi ile ilgili en gizli askeri sorusturma ve bilirkisi raporlari, ilk kez Aydinlik'a ulasti. TSK patentli orduda irtica örgütlerine iliskin listeler ve semalar önce Aydinlik'a ulastirildi.
MIT raporlari, önce bu grubun eline ulasti... Tüm bunlar ne istir? diye hayretle soru soruldugu zaman verilen cevap basit, "CIA ve CIA uzantilarini böyle teshir ederek etki sizlestiriyoruz!
"Oysa Aydinlikçilarin yirmi yildir benimseyip israrla sürdürdükleri bu ihbarcilik, jurnal, hedef gösterme ve TSK'nin laiklik adina borazanligini yapmak gibi tutumlara diger Marksist Leninist örgütlerin hiçbiri sicak bakmiyor ve bu isten fena halde huylanip, kuskulaniyorlardi. Bu nedenle bütün sol örgütler ve olusumlar, Perinçek'lerin Mao'cu-AYDINLIK hareketini provakatörlük ve kontrespiyon yapmakla suçladilar ve bu grubu yalniz biraktilar
Aydinlikçilarin durumunu anlamak ve çözmek gerçekten zor; hele hele, Ferit Ilsever gibi, Ingilizlerle siki fiki olmus bir yönetici olan, yayinlarda MIT, MGK, Genel Kurmay tutanaklari kullanan, güç odaklari arasinda konjoktürel tavirlar alan, tetikçilik yapan, DGM'lere hedefler gösteren, hemen hemen tüm sol örgütlerle çatisan, bütün yazarlar ve hücre liderleri bugün ultra-Kapitalist gazetelerde yazar ve yönetici olan bir yapi ile karsi karsiyayiz. Su isimlere bakin:
Cengiz Çandar, Hasan Yalçin, Hadi Uluengin, Nuri Çolakoglu, Oral Çalislar, Gülay Göktürk, Lütfü Oflaz. Bunlarin arasinda FKÖ kamplarinda gerilla egitimi bile alan var. Simdi hepsi de SABAH, HÜRRIYET gibi ultra-kapitalist holding gazetelerindedir. Bunlar, eski TIIKP ve TIKP mensubu Aydinlikçilardir.
TIIKP, solu bölmek için kullanmis ya da ülkeyi destabilize etmek için kullanmis bîr örgüt müydü? Cevabini biz biliyoruz. Ancak bu örgütün günümüzdeki uzantilari simdilerde davalarini mezhepçilere dayamislardir. Yine espiyonaj, yine Jurnal, yine tahrik yine MGK'ya, DGM'ye hedef göstermeler, yine TSK kökenlilere bolca yer vermeler. Bunlardan biri de, Em. Deniz Binbasi Erol Mütercimler'dir.
Hani su, kardesi uluslararasi silah sirketlerinde çalisan ve Avusturalya'da Ingiliz Gizli Servisinin adami oldugu ve bu yüzden Rusya'da geçtigimiz yil KGB tarafindan öldürüldügü iddia edilen kisi...
Erol Mütercimler bir deniz binbasisi, askeri politik açilimli analizler ve stratejik tarih yazilan yaziyor. Susurluk olayindan sonra, aktif olarak Aydinhk'ta yazilar yazdi.
Aydinlik'ta yazdigi yazilarda. Deniz Kuvvetleri subaylari arasinda, Aydinlikçilar gibi düsünen pek çok sempatizan bulundugu izlenimi verdi.
Seviyeli ve entellektüel bir yazarlik çizgisi bulunan Erol Mütercimlerin, gizli istihbarat servisleri ile bunlar arasinda geçen olaylar hakkinda oldukça genis bilgi ve tecrübesinin bulundugu anlasiliyor!.. Ve Mao'cu Aydinlik grubu, bu tür yapisi olan ve muhtemelen kontrgerilla veya askeri istihbarat geçmisi bulunan bir TSK personelini aralarina alip, ona en seçkin kösede yazilar yazdirmakta bir problem görmüyor.
ÜLKÜCÜLERI GLADIO ILE SUÇLAYANLAR ÖNCE KENDILERI AYNAYA BAKSINLAR!
1979 yilinda. Kayseri Komando Tugayi'nda görevli bir komando yüzbasisi, ülkücülere TNT ve silah veriyor diye, dönemin azili ülkücü düsmani ve komünist Içisleri Bakani tarafindan gazetelerde teshir edilmisti. Bu komando yüzbasisinin, (Ö. Çevikel'in) ülkücü mü, yoksa ülkücülerin içine sizdirilmis bir darbe ya da cunta lobisinin provokatörü mü olup olmadigina iyi bakilmadan ve objektif, güvenilir bir inceleme yapilmadan, bütün ülkücülerin fasist, kontrgerilla militani olduk! an ya da ülkücü hareketin kontrgerilla tarafindan desteklenip silahlandirildigi seklinde organize yaygaralar koparildi. Mao'cu ve sol yandasli gazeteler, biraz da komünistlerin güdümüne giren C.H.P'li hükümetin gaz vermesiyle bu "komando yüzbasi" hadisesini dallandirip budaklandirarak, buradan M.H.P'yi ve Ülkücü Hareketi kontrgerillalikla suçladilar. Sagda solda patlayan ve komünistler tarafindan ülkücülere adreslendirilen bombalarin kontrgerilladan veya Gladio'dan temin edildigi, "kontrgerilla ile M.H.P'nin isbirligi yaparak cinayet sebekeleri kurdugu" seklinde iddialar ortaya atarak, ülkücüleri bugünkü moda tabiriyle derin devlete (Glaclio'ya) çalismakla suçladilar. TNT patlayicilari ile yakalanan, durumu karisik tek bir komando yüzbasisinin M.H.P'li oldugunu öne sürerek, ülkücü hareketin, derin devlet hesabina çalisan bir kontrgerilla hareketi oldugunu iddia eden bu çevrelerin israrla ve israrla görmezden gelmeye ve göstermekten kaçmaya çalistiklari çok ama çok daha çarpici gerçekler vardi; Silahli sol örgütlerde görev alan yüzlerce yüzbasi, tegmen, üstegmen ve astsubay! Hatta bu örgütlere üye olan albaylar!
"Derin devlet" diye bir olgunun bulundugunu kabul ediyoruz. Ancak bu kavramdan anladiklarimiz solcularin anladik]ariyla ayni seyler degil. Sol kesimler, derin devlet tanimlamalari yaparken isi o kadar kasitli ve garazkâr bir hale getiriyorlar ki, neredeyse devletin kendisini ve tüm kavramlarini bu kavramin içine aliyorlar. Kendini ve toplumunu korumak zorunda olan ve refleksle hareket eden devlet bu çevrelere göre, "derin devlet" oluyor! Bu kavramla ilgili tartismaya girmeyecegiz.. Biz "derin devlet" tarifinden ne anliyoruz, hemen onu söyleyelim: Bize göre derin devlet; devlet kimligini ve yetkilerini kalkan yaparak, ülkemizde destabilizasyon amaçli provakatif örgütler kurduran ve bu örgütlere veya isbirlikçilerine provokatif eylemler ve çalismalar yaptirtan, toplumun, milletin ve demokrasinin aleyhine çalisan, cuntaci veya dis gizli servis baglantili, gayri millî, kanun disi güçlerin, darbe lobilerinin veya odaklarinin kurduklari paralel yapilarin tümünün yasadigi, kontrol edilemeyen, izlenemeyen denetim disi alandir..!
HAPISHANEDEKI YARDIMCILAR
Geç vakit, çengel atilmasi gerekenlerin tespitine geçildi. Herkes Sururi ile birkaç tegmenin üzerinde duruyordu,
"Içimizde Sururi'nin akrabasi olan var mi?" Kimseden ses çikmiyordu.
"Peki, bize neden yardim edecek? Kasimiza, gözümüze mi hayran bu vatandas? Elbet bizden bir çikan olacaktir." Sururi ile temas kuracak kisi üzerinde tartisiyorlardi.
"Yine bu isi Osman becerir" diyordu Necmi.
"Ben temas kurarim ama bence en büyük is Hicran'a düsecek."
Kogustakiler saskin saskin yüzüne bakiyorlardi.
Hicran, disaridan kendilerine yardima olabilirdi. Osman, ilk görüsmeyi iple çekti.
"Bir köpek yavrusu besliyorum" dedi Hicran.
"Son günlerdeki en büyük eglencem o. Aman görme, ne sirin bir sey."
Tel örgünün arkasinda ellerini arkasina kavusturmus, çocuksu bir tavir takinmisti.
      "Birak simdi köpegi, söylediklerimi iyi dinle."
      "Canina sokarsin ama..."
      "Birak dedim simdi köpegi sana."
"Kizma" dedi Hicran "Dinliyorum."
      “Tegmen Sururi'yi taniyor müsün?"
"Neden sordun?"
      “Taniyor musun dedim sana?"
      "Kizlar kisminda yatarken tanidim."
      "Onu elde edebilir misin?"
"Nasil yani..."
"Gerekirse onunla yatar misin?"
"Bunu sen mi söylüyorsun?"
Kizi hirs bürümüstü. Tel Örgüye yapismisti. "Çok adisin." Sesi, soluk gibi çikiyordu. "Ne kadar adi oldugunu bir kere daha gösterdin. Seni sevdigim için, bir kere daha kendimden utaniyorum."
"Birak beni simdi" diye konustu Osman; "Hepimiz adina konusuyorum. Hepimizin kurtulmasi senin elinde, Sururi'yi ele geçirebilirsen, bizim buradan çikmamiza yardima olacaksin. Çikmamiz lazim buradan. Yoksa hepimiz ipe gidecegiz."
"Ne çabuk ümitsizlige düstün."
"Iddianameyi okudun mu?"
"Saçmaliklarla dolu."
"Her sey aleyhimize, yargiçlari tatmin edemeyecegimiz anlasiliyor. Belki dört defa okudum, kuvvetli delilleri var. Bunlarin arasinda siyrilmak çok güç. Ancak oyalama taktigi ile birkaç ay uzatabiliriz durusmayi, temyizi, yüksek mahkemesi derken bir seneye kalmaz, hepimizi ipe çekerler."
        "Beni de mi?" dedi kiz. "Benim, seninle iliskimden baska bir suçum yok."
"Bu da senelerce hapishanede çürümene yetecektir."
"Peki nasil kaçacaksiniz?"
"Sen orasina karisma. Yeni sevgilin Surun bize yardim  edecek."
"Hadi siz kaçtiniz diyelim, biz ne olacagiz, beni yeniden içeri alirlarsa?"
        "Öyle isler çevirecegiz ve öyle sartlar ileri sürecegiz ki, sizi elleriyle birakmak zorunda kalacaklar."
"Olan bana olacak" dedi Hicran. "Seni simdiye kadar aldatmadim."
"Bunu biliyorum fakat simdi aldatmani istiyorum. Senin kendini koruyacagini ve kolay kolay teslim olmayacagini da biliyorum."
Ya dayanamazsam."
       "Onu avucunun içine alabilirsin dedi Osman. "Tipki beni aldigin gibi. Sonra evlenme ayaklarina yatabilirsin. Sartin da, bizim buradan çikmamiz olabilir. Bizim buradan çikmamizi sagladigi takdirde, kendisiyle evlenecegini söylersin. Razi olur görünürse, benim ismimi vereceksin. Benimle temas kurmasini isteyeceksin, hepsi bu kadar."
"Ne kadar kolaymis."
"Alay etme Hicran" dedi Osman. "Kurtulmamiz senin elinde."
"Neden benim? Neden Ilkay'in, Tülay'in, Emelin elinde olmasin?"
"Onlar evli, üstelik de senin gibi çarpici degil."
      "Düsünecegim" dedi kiz. Tel örgü arasindan parmagina temas eden elleri buz gibiydi.
"Sana güveniyoruz."
Hiç bu kadar soguk bir sekilde ayrildiklarini bilmiyorlardi.
Sorgulan 10 Eylül'de tamamlanmisti. Hakim, savunma için fazla bir süre tanimak istemiyordu. Hemen sahitlerin dinlenmesine geçilmisti. Bu arada Osman'la, 13 kisi olduklari ve bazi eylemlere katildigi anlasilan Hicran, tekrar içeri alinmisti. Tegmen Surun ile simdi daha yakindi. Sinirli bir hava esmeye baslamista. Cayan, durusmalari uzatmak veya yanda kesilmesini saglamak için girisimlerde bulunmalari lazim geldigini anlamisti. Bu firsat da, saniklar arasinda bulunan fakat hiç tanimadiklari Mustafa adli bir gencin, söz almasi üzerine eline geçmisti. Sanik "Türkiye'deki Amerikan emperyalizmi ve yerli isbirlikçileri" konusunda uzun bir sözlere baslamisti ki, yargiç sözünü kesti...
3 NUMARALI SIKIYÖNETIM MAHKEMESININ 10 EYLÜL GÜNKÜ TUTANAGINDAN
YARGIÇ: Türkiye'ye, Amerikan emperyalizmi ne zaman geldi ve kimler tarafindan getirildi? Bu konuda cevap verip, vermemekte serbestsiniz."
SANIK: Bu konudaki savunmam sirasinda, genis açiklama yapacagim.
CAYAN: Hiçbir açiklama yapamaz. Bu sahis bir provokatördür, kiskirtici ajandir.
YARGIÇ: Sen otur yerine. Söz alir konusursun.
CAYAN: Buradaki otuzdan fazla sanikla bir ilgimiz yoktur.
YARGIÇ: Böyle müdahale edemezsiniz. Burasi mahkeme, mahkemeyi sen mi yöneteceksin, yoksa biz mi? Sen, burada bir saniksin.
CAYAN: Burada kesin bir tarif verilemez.
YARGIÇ: Sen ne karisiyorsun? Bunlarin lideri sen misin? Burada da mi liderlik tasliyorsun? Burasi mahkeme oglum.
ÎLKAY: (Parmakliklar önüne kadar gelerek) Siz de yanlis soru soruyorsunuz.
YARGIÇ: Sen de mi karisiyorsun?
CAYAN: Böyle soru sorulmaz.
YARGIÇ: Senden mi ögrenecegim? Otur yerine.
AVUKAT: Sorulan soru siyasi mahiyettedir, zapta geçirilmesini istiyorum.
YARGIÇ: Saniklar, burada -kendi deyimleri ile- ajitasyona girisiyorlar. Mahkemeyi sanik ve avukatlar degil, hakimler idare eder.
Nelerin zapta geçip, geçmeyecegine de ben karar veririm. Bu konuda bir sikayetiniz olursa, yetkili mercilere basvurursunuz.
AVUKAT: Usul hakkinda konusmak istiyorum.
YARGIÇ: Hangi usul?
AVUKAT: Sizin sorunuz...
YARGIÇ: Mahkemeyi görevinden alikoyacak sekilde bulunuyorsunuz. Buyrun, yerinize oturun. Söz sanigin.
SANIK: 12 Mart'tan sonra, devrimcilere uygulanan terörist baski, daha da artarak devam etti. Sebepsiz kitle tutuklamalari yapildi. Bu nedenle eylemlerimizi sürdürdük...
OSMAN: Söz istiyorum. YARGIÇ: Sorgusu tamamlanmadi... OSMAN: Söz istiyorum. YARGIÇ: Söz sizin.
OSMAN: Burada, huzurunuzda konusan arkadaslardan yaridan fazlasinin THKC (Türkiye Halk Kurtulus Cephesi) hatta partisi ile bir ilgileri olmadigi gibi hiç bir eyleme de karismamislardir. Bunlarin aramizdan çekilmelerin istiyoruz. Bizimle burada yargilanmalarinin sebebi emniyette baslayip, savciliga kadar devam eden provokasyonun sonucudur. YARGIÇ: Bu kadar mi? OSMAN: Bu kadar.
YARGIÇ: Savanin mütalaasi alinacaktir bu konuda. Osman yerine oturunca. Mahirle dirsek temasi yapmislardi. "Bundan sonra, hep böyle yapacagiz" der gibi.
Karargaha gitmek için, çok yol yürümeleri gerekiyordu.
Tegmen Sururi, kizin hep bir adim arkasinda kalmayi tercih ediyordu. Kizin muntazam vücudu, tatli bir ahenkle inip kalkan kalçalari bastan çikmasi için, kafi sebepti. Komutan "Hicran isimli sanik kizi çagirin" deyince, bu isi astlarina birakmayip kendi yüklenmisti... Simdi ise konusmak için bahane ariyordu.
"Caniniz sikiliyor mu?" dedi, damdan düsercesine. Kiz saçlarini savurarak geriye dönmüs ve iri gözleriyle ona bir bakis atmisti. "Bana mi söylediniz?" "Caniniz sikiliyor mu diye sormustum." Artik yan yana yürüyorlardi.
"Sikilmaz mi?" diye cevap verdi Hicran. "Bütün özgürlügü elinden alinmis, birkaç kadinla birlikte bir barakaya kapatilmis bir insan, sikilmaz mi?"
"Tahmin ediyorum, sikilir tabii..."
Kendisi de nedense kizarmisti.
Önlerinde daha yüz metrelik bir yol vardi...
"Yoruldunuz mu?" diye sordu tegmen.
 "Yorulmak mi? Benim için büyük bir degisiklik. Keske her gün komutanliktan, idareden çagirsalar da, biraz degisik bir ortamda bulunabilsem."
"Bir dakika... Söyle oturalim."
ARKADASLIK BASLIYOR
Hicran, istemiyormus gibi bir tavirla, duvar dibindeki banklardan birine ilismisti. Tegmen önünde, ayakta duruyordu.
"Ara sira sizi böyle çikarabilirim" diye konustu. Sesini iyice alçaltmisti.
"Inanamiyorum" diye yüzüne bakmisti kiz. "Beni nasil kogustan çikaracaksiniz? Bu kadar yetkiniz var mi?"
'Tabii her zaman için söz veremem. Nöbetçi oldugum günlerde bunu gerçeklestirebilirim diye düsünmüstüm."
"Ara, sira da olsa, ne güzel."
"Anlastik rai?"
"Benim için bir tehlike yok, siz düsündünüz mü?"
O bakimdan endise etmeyin. Beni, kimsenin gammazlayacagini sanmiyorum, buradaki arkadaslar hep kafa dengidir."
"Yalniz, kogustakilere ne diyecegiz. Onlarin, bu ise karismasini istemiyorum."
"Bir seyler düsünürüz."
Sururi devamli, saatine bakiyordu. "Mesai saati olmadan komutanliga gitsek" dedi, "Dönüste tekrar konusuruz bu konuyu."
Hicrancin içerde kalmasi on dakika sürmüstü. Yüzüncü defadir ayni suali sormuslardi. "Osman'la iliskinizin derecesi, nerede, nasil tanistiniz?"
Hicran, bu sorunun cevabini artik ezberlemisti. "Kendisiyle Istanbul'da tanistim. Aramizda hissi bir bag meydana gelmisti. Belki de seviyordum onu. Fakat onun bir anarsist olacagi aklima bile gelmemisti. Yaptigi islerden hiç bahsetmezdi. Bana asik oldugunu saniyordum. Bir defasinda evlenme teklif etti. Anne ve babama danismamiz lazim geldigini söyledim ona. Benim de itimadimi kazanmisti. Bir defa bile sarkintilik yaptigini hatirlamiyorum. Son bulusmamizda beni evine davet etti. Erenköy'de bir eve gittik, çok basit dösenmis bir evdi. Adeta ona acimistim. Onu evime davet ettim. Ne de olsa evlenmeye karar vermemis miydik? Onu bu sefil hayattan kurtarmak istiyordum. Bana bir içki verdi. Kendimi kaybetmistim. Bu sirada polisler evi basti. Sagolsunlar, belki de beni hayat boyunca silemeyecegim bir utançtan kurtardilar. Aramizdaki iliski bundan ibarettir."
Hicran, her defasinda da "Söyleyecegim bu kadar" diye sözünü tamamliyordu.            "Gidebilirsin kizim."
Tegmen Sururi ile ayni yollardan bir kere daha geçiyorlardi.
"Daha önce hemsirelik yapiyordunuz; degil mi Hicran hanim?"
"Evet ama ne olur bana hanim demeyin," "Hicran dememe müsaade ediyorsunuz demek." "Evet" dedi kiz. Diliyle dudaklarini, islatmisti. Böyle daha cazip oldugunu biliyordu. Aynanin karsisinda az mi prova yapmisti. Islak dudaklarini gözlerinin devamli piriltisi ile bir uyum meydana getiriyordu.
Isin garibi, Sururi de o anda ayni seyleri düsünüyordu.
"Sualime cevap vermediniz" dedi.
"Hangisine?"
"Daha önce hemsire olup olmadiginizi sormustum."
"Evet, nereden biliyorsunuz?"
          "Hakkinizdaki bütün iddialari, sorgularinizi, mektuplarinizi hepsini okudum. Hakkinizda çok sey bildigimi saniyorum. "Bu ilgi nereden geliyor acaba?" Gözlerinin içine bakiyordu.
Genç tegmen, gözlerini kaçirmak zorunda kalmisti. Neden sonra "Sualime hala cevap vermediniz" dedi.
Dört buçuk yil hemsirelik yaptim, üstelik meslegimi de çok severim."
"Bu, bizim bulusmamizda yardima olacak" dedi Sururi.
"Ne gibi?"
"Geceleri devamli hastalananlar oluyor. Gerek askerlerden, gerek sizinkilerden. Nöbetim sirasinda, sizi yardim etmeniz için çagiracagim. Geleceksiniz degil mi?"
"Bilmem ki... Benim için bir degisiklik olacak dedim ya."
"Bol bol konusacagiz daha" dedi Sururi. Tel örgünün önüne gelmislerdi.
"Kitap getirsem ister misiniz?"
"Ne için?"
"Okumak için..."
Tel örgünün kapisi kapanincaya kadar gülmüslerdi. Hicran, yine suh edasi ile geri dönmüs ve muhafizin duyamayacagi bir sesle "Okunacak o kadar sey var ki" demisti. "Ben, daha degisik seyler olsun istiyorum."
Kogusa girince, bütün kizlar basma toplanmislardi.
"Nasil gidiyor isler?"
"Herifi tavladin mi?"
"Pek de yakisikliymis dogrusu."
Hicran, manken taklidi yürüyüsle kogusun içinde birkaç kere gidip, gelmis ve zaferini ilan etmisti. 'Tegmen bana deli gibi asik."
OSMAN'LA KONUSUYORLAR
Ertesi gün havalandirmaya çiktiklarinda, tel örgünün hemen arkasinda, sirta kendisine dönük oturan Osman'a; "Isler iyi gidiyor" demisti. "Basaracagini biliyorum." "Yalniz, ne isteyecegini bilmiyorum." "Ne isterse vereceksin."
Hicran, bütün gece düsünmüstü. Sururi de kendisi gibi bir köylü çocuguydu; halinden, tavrindan mert bir adam oldugu da anlasiliyordu. Bütün'-olanlari ögrenince çok yikilacakti. Hicran vicdan muhasebesi yapiyordu nedense. "Yoksa hosuma mi gitti" diye sormustu kendi kendine. Sonra uykusunda onun iri elleriyle vücudunu oksadigini, dudaklarindan Öptügünü ve kara gözleriyle yüzüne baktigini görmüstü. Sabah uyandiginda basinda bir agri vardi.
"Yalniz dikkatli olmaliyiz" diyordu Osman. "Siyasi polisin adami olmasin, aramiza girmek istemesin. Senin agzindan bir seyler kapmak için bu numaralara yatmasin." "Zannetmem, yapmaz." "Ne biliyorsun. Ne çabuk ögrendin adami?" "Bilmiyorum, fakat bana oldukça güven verdi." O... Bakiyorum asiklar gibi konusuyorsun." "Mert bir gence benziyor."
"Neyse, birakalim simdi bu laflari, ben kaçacagimizi ögrendikten sonra bizi ihbar etmesinden korkuyorum."
"Garanti veremem" dedi Hicran. "Ben, üzerime düsen görevi yapiyorum."
"Bunu eksiksiz yapacagini biliyoruz." Digerleri ilerde voleybol oynuyorlardi. Yabana ajans mensuplarinin kendileriyle görüsmeye geldikleri günden beri, yeni yeni haklar kazanmislardi. Artik günde iki defa disari çikartiliyorlar, top oynamalarina izin veriliyordu.
Mis gibi bahar havasi, Osman'daki kaçma duygusunu daha da kuvvetlendirmisti. Gözleri hep etraftaki tepelerde dolasiyordu. Fakat çok zaman, sik araliklarla dizili askerlerin parlayan migfer ve süngü uçlarindan, fazla bir sey görülmüyordu.
TÜNEL KAZIYORLAR
"Masallah neseniz yerinde" demisti komutan. "Vur patlasin, çal oynasin gidiyorsunuz son günlerde."
Her zamanki gibi Mahir cevaplandiriyordu.
"Ne yapalim can sikintisi."
"Iyi... îyi... Sîzi böyle neseli görmekten memnun oluyoruz. Üstelik, disipline de uymaniz hosumuza gidiyor. Yalniz biraz da memleket havalan çalsaniz disardaki nöbetçiler daha memnun olacaklar."
"Çalariz" dedi Mahir.
"Bir de Necmi bey, su nöbetçilerle fazla ugrasmasa daha iyi olacak, onlar görev yapiyorlar, bir emri yerine getiriyorlar. Üstelik, sizin de muhafizlariniz onlar."
"Arkadasimiz, devamli göz altinda olmaktan sikiliyor. Bu yüzden sinirlenmis olabilir."
         "Biraz sakinlesse iyi olacak."
         "Çalisiriz."
Siritarak yüzüne bakiyorlardi.
"Bir ihtiyaciniz var mi?"
"Yok."
"Su tuvaleti bir görelim."
"Bütün baslar o tarafa dönüyordu. Allah'tan fazla toprak ve tas kalintisi yoktu.
"Bu kadar mi temizleyebildiniz?"
"Simdilik bu kadar."
"Taslar niye bu kadar kara? Aldiginiz kezzap bir ise yaramadi mi?"
"Ancak bu kadar açabildik. Bir de koku kesildi. Birkaç sise daha ihtiyacimiz olacak. Bir de zimpara tasi olursa ova, ova beyazlatabiliriz."
Komutan, arkasindaki nöbetçi subaya, Bu gençlere biraz daha tuzruhu verin" diyordu.
"Veririz generalim."
"Bak, koku kesilmis,"
"Farkindayim generalim."
"Bir de tasi bayazlatilirsa."
"iyi olur generalim.
"Istirahat edin" dedi komutan, "Allah rahatlik versin."
"Sagol."
Nasil da yürekten söylemislerdi. Bu kelime, bu sefer ne kadar da gür çikmisti agizlarindan. Halbuki çok zaman hain hain yüzüne bakmakla yetinirlerdi. Bir rahatlama vardi bu "Sagol" da. Belki de bir kurtulus.
Komutan çikana kadar gülmelerini zor tuttular. Mahir onu taklit edercesine, "Bak koku kesilmis aferin size, aferin size" diyordu. Kanalizasyon, neredeyse agzina kadar toprak ve tasla dolmus bulundugundan, koku kendiliginden kesilmisti.
"Komutan baba adam" dedi Osman.
Tüneli kazarken o koca kaya karsilarina çikmasaydi, simdi çoktan disardaydilar ya... Osman, "Ya komutan dönerse" itirazlarina ragmen, yine tünelin deliginden kayboldu. Iste kaya ile yine karsi karsiyaydilar.
Tutulabilir çikintilar ariyordu üstünde. Tirnaklarini geçirebilecek gibi sarilmisti. Ellerindeki damarlarin kabardigini hissediyordu.
Bana misin demiyordu alamet. Kizmisti. Agzina gelen küfürü söylüyordu kayanin yedi sülalesine.
Hirsini alamamis, çukura oturup kayayi tabanlari yi a tekmelemeye baslamisti. Yukarida radyo gece müzigi çaliyordu. O zaman çok gürültü yaptigini anladi. Yukaridakiler .de duymus olacaklar ki, gürültü gurubunu faaliyete geçirmislerdi.
Her tekmede, kayanin etrafindaki topraklardan bir kismi dökülüyordu. Daha siddetle tekmelemeye koyuldu. Ayaklarinda derman kalmayincaya, tabanlari sisinceye kadar tekmeledi kayayi.
Gözlerine inanamiyordu, kaya yerinden oynamisti. Yoksa ona mi öyle gelmisti. Dogrulup eline geçirdigi bir temel çivisi ile kayanin etrafini çilginlar gibi kazmaya koyuldu. Artik ele, avuca geliyordu kaya. Sonra tekrar yapisti ve parmaklarindaki kan çekilinceye kadar asildi. Tünelin içinde sirtüstü devrildigi zaman gülüyordu. Bir müddet gözleri kapali olarak kaldi. Gözlerini açinca, kayanin dibinde bir yerde yattigini görecegini biliyordu.
50 santim kutrunda bir canavardi o. Binlerce solucan yapismisti üzerine. Sanki kayaya hayat verircesine kimildiyorlardi. Igrenmesine ragmen üzerindeki solucanlari eliyle siyirdi, cebinden çikardigi ter mendiliyle üzerini ova ova sildi. Onu, bütün hasmetiyle görmelerini istiyordu. Son gayretle kucaklayip, deligin agzina kaldirdi. "Dünyanin en büyük elmasini ele geçirdim" diye bagiriyordu.
Iki kisi güçlükle tasiyarak, ranzalarin arasinda yere yatirmislardi. Basina toplananlar, aydan gelmis gibi seyrediyorlardi.
"Nasil çikardin?" diye sormak akillarina bile gelmemisti. Son günlerde, Osman'in olaganüstü seyler yapmasina alismislardi. Alti yüz sayfalik savunmasi ise, hâlâ mahkemede okunuyordu.
"Bu kayayi nasil saklayacagiz?" dedi Mahir. "Hangi delige sigar bu meret?"
"Onu da beraber götürürüz" dedi Osman. Gülüstüler.
KAÇMA PLANI
Gözlerinin içine baka baka "Sururi'nin selami var" dedi.
Tutuklu otobüsünde karsi, karsiya oturuyorlardi. Her zaman soförün yanina oturan genç tegmen, bu sefer muhafizlardan birini kaldirarak tam Osman'in karsisina oturmus ve bir müddet gözlerini üzerine diktikten sonra kendisini öne dogru çekerek, "Sururi'den selam getirdigini" söylemisti.
Tegmen Sururi'yi bir süre önce, Hicran'la asin ilgilendigi için, baska bir göreve vermisler, sonra da disiplinsizlikten göz altina almislardi.
Osman tereddüt içindeydi. Konusup konusmamakta kararsizdi. Cevabi kisa olmustu. "O mesele kapandi." "Belki de tamamen kapanmis sayilmaz." "Ben kapanmis sayiyorum."
"Dün tutukevinde ziyaretine gittim. Hâlâ size bir yardimda bulunup bulunmayacagim arastiriyor." "O, kendine yardim etsin." "Oradan kisa zamanda çikacagini umuyor." "Bize ne gibi bir yardimda bulunabilecekmis?" "Kaçma konusunda."
Osman'in gözleri, yuvalarindan firlayacakmis gibi olmustu.
Bu adam her seyi biliyor muydu, yoksa agzindan laf almasi için mi görevlendirilmisti?
"Kaçmak istedigimizi size söylemedim. Böyle bir düsüncemizin oldugunu nereden çikardiniz?" "Biliyorum" dedi kisaca.
Dilinin ucuna gelmisti "Ne biliyorsun?" diye soracakti, çevirdi, "peki böyle bir tasavvurda olsak, bize ne gibi bir yardimi olacak?" dedi.
"Bakin, ben Sururi'nin kan kardesi arkadasiyim. Size ben de yardim etmek isterim. Fakat siz tünel gibi uzun islere girmissiniz. Hadi kazma, küregi buldunuz. Dis sinira ulasmaniz için, 100 metrelik bir tünel kazmaniz gerekir, içinde fare gibi bogulursunuz." Osman iyiden iyiye sinirlenmisti.
"Beni ne konusturup duruyorsun be kardesim. Benim, sizi hiç kaçirmaya niyetim yok desene..."
"Tegmenin gözü etraftaydi. Osman yüksek sesle konusunca diger tutuklular da uyusuk hallerinden siyrilip, oturduklari yerde dogrulmuslardi.
"Niyetim olmasa niye sizinle konusmayi göze alayim?"
"Baksana her seyi yokusa sürüyorsun."
"Mantikli bulmadigim için."
"Askerde mantik olmaz, diye bilirdim."
"öyle derler ama bu sizinki baska is. Çok planli hareket etmemiz gerekiyor. Böyle bir planimiz oldugu takdirde, Hicran hanim vasitasiyla, bana bir haber uçurursunuz."
"Pek olacagini sanmiyorum ama... Yine de tesekkürler..."
Tegmen "Garnizona giriyoruz" dedikten sonra ayaga kalkmisti.
SON DEGERLENDIRMEYI YAPIYORLAR
Gece kogusta son bir degerlendirme yaptilar. Tünelin bitmesi için, bir saatlik çalisma yeterliydi. Çikacak son topragi artik tasimaya lüzum yoktu, tünelin içine serilecekti. Disari çiktiktan sonra silah olarak masanin dört ayagi ile, temel çivisini kullanacaklardi.
      "Asker öldürmek yok" diyordu Mahir. Sadece bayiltmak yetecek. Yoksa herkesin nefretini toplariz. Simdiye kadar hiçbir askerin ölümüne sebep olmadik, bundan sonra da olmayacagiz."
"Ya girtlagimiza silahini dayarsa."
"Teslim olacaksiniz."
"Bunun için mi bu kadar ugrastik?"
"Benim bu konuda bir önerim var" dedi Osman. 'Tünelden mümkün oldugu kadar çok kisi çikmaliyiz, bunlardan bir kismi teslim olarak askeri oyalamali ve esas kaçacaklara bir gedik açmali, bilmem ne dersiniz?" "Yanlarina yaklastirmazlar ki" dedi Necmi... "Vur emri oldugunu unutuyorsunuz galiba. Ellerimizi kaldirmaya vakit bulamadan, kursunu alnimizin ortasina yeriz."
"Peki bu tegmen isine ne dersiniz?" dedi Osman. "Bana sözlerinde samimi gibi geldi." "Bence, sahtekarin biri."
"Ne olursa olsun, ondan küçük bir yardim isteyebiliriz." "Yine bir bahane bulur."
"Bu sefer bulamayacak, ondan küçük bir sey isteyecegim."
"Ne gibi?"
"Bes takim asker elbisesi bulabilir bize." "Senden son bir istegim var Hicran"dedi. Tellere asilmis, basini kaldirmadan konusuyordu. "Bu kadar acikli konusma" dedi kiz.        "Son sansimizi kullaniyoruz. Bu gece, ne olursa olsun kaçacagiz. "Nasil?"
"Nasilini, nedenini sorma. Böyle bir karar aldik. Simdi senden, son bir görevde bulunmani istiyoruz. Sururi'nin arkadasi olan o tegmene söyleyeceksin, bize bes takim asker elbisesi temin etsin. Bütün istedigimiz bu. Sururi, daha fazlasini yapacagini vaadetmis. Bunu da o tegmenden duyduk. Senden degil..."
"Ben söyleyemezdim" dedi kiz. "Seviyorsun onu degil mi?"
"Belki... Fakat en çok, sizin çilginlik yapmanizi istemedigim için söylemedim."
"Demek bizi de seviyorsun." "Sadece seni." "Tesekkürler."
Eskiden oldugu gibi yine birbirlerini aç gözlerle süz-! meye baslamislardi. Aralarinda tel Örgü olmasa Osman yapacagini biliyordu ama sadece delikten uzanan elinin bir parmagini sikmakla yetindi.
"Neyse" dedi. "Söyleyeceksin degil mi?"
"Elçiye zeval olmaz fakat yerine getirip getirmeyecegini bilemem."
"Ister yapsin ister yapmasin biz kaçmakta kararliyiz. Belki de bir daha hiç görüsmeyecegiz."
"Simdi aglatacaksin beni" dedi Hicran. Bu sefer sahte degildi.
"Sana saadetler dilerim."
"insallah her sey düzelecek" dedi kiz. "Ben de seni bekleyecegim."
"Bu is düzelmez" dedi Osman. "Kötü bir sonun yaklastigini hissediyorum. Belki yurtdisina kendimizi atabilirsek... belki...bir derece..."
"Seni bekleyecegim" dedi kiz yine.
Osman, ne kadar da öpmek istemisti kizi.
"Bana güç verdin" diyebildi.
Sonra birden bire, yine "örgütün albayi" hüviyetine bürünmüstü.
'Talimati aldiniz" dedi.
"Aldim komutanim."
"Hemen görev basina."
"Iyi sanslar komutanim."
Osman arkasini dönüp birkaç adim uzaklasmisti ki, Hicran seslendi.
"Seni, deli gibi seviyorum komutanim."
Osman arkasini dönse, kizin gözlerinden ip gibi yaslarin döküldügünü görecekti. Ama kendini tuttu.
Garnizon takimi, set sayisina oynuyordu.
Tutuklu takimi müdafaadaki yerini almis, servisten gelecek olan topu pür dikkat bekliyordu. Bu topu karsilamanin, onlar için son sans oldugunu biliyorlardi.
Osman'la tegmen filenin arkasindan, birbirlerine yiyecek gibi bakiyorlardi. Aralarinda bir metre mesafe ya var, ya yoktu. "Elbiseler spor torbasinda" dedi tegmen birden. "Osman kulaklarina inanamiyordu. Ister istemez duvar dibinde duran siskin torbaya bir göz atti. Artik topu karsilamasa da olurdu. "Nasil alacagiz?"
Servis atilmisti. Süzülerek topu karsilayan da oldu. Fakat tegmen, o sirik gibi boyuyla fileye çikmista. Bir "Küt..." sesi duyuldu. Birkaç tutuklu, topu kurtarmak için, kendilerini yere attilar.
Voleybol sahasinin etrafina kümelenmis askerler galip gelen takimlarini alkisliyordu. Filenin altindan geçip el sikisirken "Beraber giyinecegiz" dedi tegmen. "Hepiniz torbanin basinda kümelenin. Kimi pantolon, kimi üst, kimi sapka alsin; artik koynuna mi sokacak, neresine sokup saklayacak, orasi size kalmis bir sey."
Askerler, galibiyet sevinciyle çabuk giyinmislerdi. Tegmen, bir anda bosalan spor torbasini bir askere firlattiktan sonra, "Insallah bir dahaki sefere siz kazanirsiniz" demisti. Bir kere daha el sikistilar. "Iyi sanslar."
Havalandirma saati dolmasina ragmen birer, ikiser kogusa girmislerdi. "Ben size söyledim, erkek bir çocuga benziyor dedim tegmen için, degil mi?" diyordu Osman. El ayak çekildikten sonra Osman, tüneli son bir defa kontrol etti. Iki konserve kutusu toprakla disari çikmisti. "Bir gören olsa ne kadar sasiracak" diyordu. "Bir tabaka toprak kaldi üstümüzde. Kafamla itsem disari çikarim. Aynen köstebek gibi. Yerden bir adamin çiktigini gören olsa, düser bayilir herhalde..."
"îster misin" dedi Mahir, "Bu tegmen son bir iyilik yapsin da gelip bizi elimizi kolumuzu sallarcasina, kapidan çikarip götürsün."
"Öyle gitmem" dedi Osman.
"Deli misin?"
"Deli degilim ama bu tünel için az mi ugrastim. Öyle bir ihtimalle karsilasirsak siz kapidan çikar, disarida tünelin agzinda beni beklersiniz. Ahdettim, oradan çikacagim." Gülüsüyorlardi. Ranzalarin arasina girip, asker elbiselerini giymeye koyuldular. Vakit gece yansini çoktan i geçmisti.
"Gürültü yapmak yok" dedi Osman. "Kaçacaklar ma-. sanin arkasina gizlenecek, digerlerinin hepsi yataklarda olacak. Yarin, hatta Öbür gün açlik grevi yapacaksiniz. Kimseyi kogusa sokmayacaksiniz. Zorla girmek isteseler bile karsi geleceksiniz ta ki biz buradan çok uzaklarda oluncaya kadar."
Gözlerini teker teker üzerlerinde gezdiriyordu. "Disarida silah sesi duysaniz bile yerinizden kipirdamayacaksiniz. Arkamizdan tünelden çikmaya sakin davranmayin. Hepiniz kirilirsiniz, anlasildi mi?"
Sonra kaçacaklara döndü. "Hazir miyiz?" dedi.
"Haziriz albayim."
"Sen Ziya?"
"Ben, bos yere kaçtigimizi düsünüyorum hala."
Osman birden yakasina sarilmisti. Gözlerinden ates saçiyordu. "Bana bak" dedi. "Istesen de, istemesen de bizimle geleceksin. Cesedinin burada kalmasini istemiyorsan bizimle geleceksin. Sana ihtiyacimiz var. Disarida uzun müddet saklanmamiz muhtemel. Çok paraya ihtiyacimiz olacak. Paralarin yerini de bir sen biliyorsun."
Ziya yakasini kurtarmak için, 'Tamam tamam gelecegim" dedi.
Sivilleri çikarip asker elbiselerini giydiler ve teker teker tünele girdiler. Artik gün isimasini bekleyeceklerdi.
Osman, elindeki keserle tavandaki topraga birkaç darbe indirdi. Topraklar yüzüne, gözüne dökülmüstü. Fakat tavandaki meydana gelen çatlaktan, gökyüzünün göründügünü saniyordu. Parmagini geçirip son toprak tabakasini içeri dogru çekti. Artik kafasi geçecek kadar bir delik açilmisti. Gökyüzünün hafif isigi delikten girmis dizlerinin üzerinde hareler yapmisti. Kafasini uzatip delikten bakti. Hemen iki metre ilerisinde bir karalti duruyordu. Gözleri karanliga alisinca onun heykel gibi duran bir asker oldugunu gördü. Sirti kendisine dönük gözleri karanligi delercesine ileri bakan bir heykel...
"Her sey tamam" dedi masanin arkasinda kümelenmis olanlara. "Iki metre önümüzde bir asker var, digerleri gözükmüyor."
Kaçaklar basparmaklarini kaldirip "okey" çektiler ve Osman kendini tekrar tünele koyverdi. Arkasindan Ziya, Mahir, Cihan, Ayna...
Osman'in delikten çikip, nöbetçiyi tesirsiz hale getirmesi birkaç saniye sürmüstü. Elini agzina kapattiktan sonra bir çelme ile ileriye yatirmis ve silahini elinden almisti. Asker, korku ile yüzüne bakiyordu. Delikten çikan digerlerinin yardimi ile elini, agzini bagladilar. Artik gicir gicir bir M-I tüfegi ellerindeydi.
Osman, duvarin dibinde hepsini siraya dizmisti. Konusmadan. Elleriyle yoklaya yoklaya... En önde Mahir duruyordu. Ele geçirmis olduklari tüfegi omuzlamisti. Arkasinda siraya dizilenler, masa ayaklarini tüfek gibi tutmuslardi. Osman nöbetçi onbasisi gibi bir adim yanlarinda duruyordu. Sol elinin parmagini palaskasina sokmustu. Yerinde saymaya baslamisti. Sag kolunu da saat rakkasi gibi bir ileri, bir geri salliyordu.
Hepsi onu taklit ettiler. Nöbet degistirme mangasi hazirdi.
"Uygun adim gidecegiz" dedi Mahir'in kulagina. "Bizi, nöbet degistiren bir manga sanacaklar." Emir kulaktan kulaga yayildi. "Uygun adim mars." Duvarin zifiri karanligindan çiktilar. Kollan muntazam bir piston gibi ileri, geri sallaniyordu. Bu arada da ayaklarini uydurmaya gayret ediyorlardi.
20 metre aralikla duran iki nöbetçinin arasini kestirmislerdi gözlerine. Digerleri sutrenin arkasinda kaliyor ve pek gözükmüyorlardi. Yanlarina yaklastiklari iki asker nöbet degistirecegini sezip, esas durusa geçmislerdi.
Osman, en yakinin önünde durdu. Mahir iki adim atip esasli bir dönüs yaptiktan sonra nöbetçinin yaninda esas-durusa geçmisti.
Osman sopalilardan ikisini alip, diger nöbetçinin yanina yaklasmisti bile. Bir an sonra her ikisi de kiskivrak baglanmis, yerde yatiyorlardi.
Omuzlarinda üç adet M-l tüfegi ve iki masa ayagi oldugu halde, ellerini kollarini sallayarak karanliga daldilar.
Az sonra Ankara asfaltinin hendeklerinden birinde elbise degistirirken, aralarinda konusuyorlardi. Tüfekleri, üzerlerinden çikardiklari üniformalara sarmislar ve hendegin içine birakmislardi.
"Basardik galiba" dedi Mahir. "Simdi dagilmamiz lazim. Ankara'da bulusacagiz."
"Ben burada ayriliyorum" diye cevapladi Osman. "Burada kendimi daha emniyetli hissedecegim. Sonradan size katilirim."
Mahir saskin saskin yüzüne bakiyordu. Sonra fazla vakti olmadigini düsündü. "O halde sana iyi sanslar" dedi.
Yollan yine ayrilmisti.
Osman hepsiyle teker teker kucaklasmis sonra da tarlalar arasindan, kisa araliklarla Ankara yolunu tutan dört kisiyi seyretmeye koyulmustu.
Onlari gözden kaybettikten sonra asfalta çikti Istanbul yolunda gayesiz ilerliyordu.
GLADIO'NUN MASASI: SILAHLI SOL ÖRGÜTLER
1979 yilina geldigimizde, ülkemiz, sayilari kirki geçen silahli sol Örgütün yogun saldirilari altinda yaniyordu. Ülkemizi büyük bir terör yanginina iten, toplumsal huzuru ve barisi dinamitleyen bu silahli sol örgütlerin en önünde THKP/C ve THKP/Cnin türevleri olan amipsi frontal örgütler geliyordu... Bu örgütleri, Mao'cu örgütler izliyordu. THKP/C kökenli bütün örgütler Çayanist-komünist örgütler grubunda toplanirken, Mao'cu örgütler, Aydinlikçi-komünist örgütler grubunda toplaniyordu. Ayrica karisik kökenli gruplar da vardi. 1979 yilinin o kanli, karisik, aci ve bunalim dolu günlerinde, ülkemizde bir iç savas çikarmak ya da ihtilal yaptirmak isteyen bazi odaklar (!) yogun bir provokasyon tezgahlama faaliyetlerinde bulunuyorlardi. Özellikle ihtilal yaptirmak isteyen cunta lobileri veya Amerikan NATO kuyrukçulari toplumda bir çatisma ve kaos olusturarak darbeye zemin hazirlamak ya da yapacaklari darbeye mesruiyet kazandirmak amaciyla terörü tirmandirici, provokatif örgütler kurduruyorlar, bu örgütlere ajanlarini sizdiriyorlar ve toplumu parçalanmanin esigine getiriyorlardi.
Ülkemizde terörü tirmandiran, çatismalari yogunlastiran provokatif öncü ve katalizör eylemleri yaptiran bu cunta lobileri, iç dinamiklerin etkisiyle kendiliginden Kemalist reaksiyonlarla olustugu gibi, dis gizli servis ya da ülkelerin manipülasyonlari ile de olusturabiliyordu. Ülkeyi bir darbe ya da ihtilale hazirlamak için yola çikan bu cunta lobilerinin ilk yaptiklari is, kendilerine ait ya da isbirlikçi ajanlari vasitalariyla sol, sag veya dinci örgütler kurmak veya mevcut kitle hareketlerine sizmakti. Cunta lobilerinin ajanlari buralara sizdiktan sonra da, sizdiklari veya kontrol altinda tuttuklari grup ya da harekete mal edilmeye veya adreslendirilmeye çalisan provokatif terör eylemleri yaptirmaktadirlar. Ülkemizde terör rüzgarlarini yelpazelendirenler sadece cunta lobileri degildir elbet... Devletin içine özellikle Türk Silahli Kuvvetleri, MIT ve Emniyet içine sizmis veya sizdirilmis olan ajan görevliler (!) ülkemizi destabîlize ederek, toplumu raydan çikararak, karanlik amaçlarina ulasmak isteyen dis merkezli, terör lobilerine hizmet ediyorlar...
Toplumda gerilimi tirmandirarak, büyük bir silahlanma yarisi ile ülkemizi silah pazarina çevirmek isteyen mafyatik odaklara ve global silah sirketlerine bagli terör lobileri de sahnede yerlerini almislardi. 1970'li yillarin hemen basinda ilk önce THKP/C, THKO ve TIÎKP gibi, cunta ve destabilizasyon lobilerine ve servislerine hizmet veren silahli sol hareketlerle baslayan provokasyon ve toplum düsmanligi; CHP lideri Bülent Ecevit'in 1974'te getirdigi genel aftan sonra birdenbire tirmanmis ve sahneye kirktan fazla silâhli sol Örgüt çikmistir. Bütün bu Örgütlerin temel hedefi; Türkiye'yi parçalamak, bir darbe ya da ihtilal yapmak veya SSCB Kizil Ordusu'nun ülkemizi isgali için zemin hazirlamak ve yol açmakti... Ancak o günlerin yogun kargasasi ve toz duman bulutu içinde hiç kimse, bu örgütlerin nasil olup da birdenbire, arka arkaya kurulduklarini ve bu örgütleri kuranlar ile devlet içindeki üniformalilar (!) arasinda bazi baglantilar olup olmadigina bakmadilar... Oysa 1970 yilindan itibaren Dr. Hikmet Kivilcimli, Mahir Cayan THKP ve Mao'culuk çizgisinde ortaya çikan komünist olusum ve örgütleri kuranla, yönetenler ve silahlandiranlar arasinda çok sayidaki Türk Silahli Kuvvetleri subay ve astsubaylari ön planda geliyordu. Türkiye'nin en kanli örgütleri olan DEV-SOL (DHKP/C), DEV-YOL, MLSPB, DEV-SAVAS, THKP/C Acilciler gibi örgütlerin militan ve lider kadrosu arasinda TSK subaylari vardi. Hatta denilebilir ki; ülkemizde bugün hemen hemen tüm silahli sol hareketlerin anasi sayilan THKP/C adli Çayanist provokatör örgüt, bir asken üniformalilar örgütü idi.
GLADIO'NUN TETIKÇI ÖRGÜTÜ:
        MLSPB/ Marksist Leninist Silahli Propaganda Birligi
1975 yilinin ortalarinda, THKP/C fikirlerine bagli oldugunu ama ortaya konan silahli propaganda amaçli eylem ve siddet programini ve dozunu yeterli bulmadigini söyleyerek, sansasyonel, dehset verici eylemler ortaya koyan yeni bir örgüt ortaya çikti. Bu Örgütün adi: MLSPB yani Marksist Leninist Silahli Propaganda Birligi idi. Oysa 1978 yilinda, yine THKP/C mirasina sahip çikan ve Çayanist ilkelere yani devrimci siddeti sonuna kadar uygulama kararina bagli kalacagini iddia eden bir baska kanli örgüt kurulmustu. Ankarali ve istanbullu bir grup yüksek ögrenim demegi üyesi komünistin, Dursun Karatas'i lider yaparak kurdugu bu örgütün adi da Dev-Sol idi. Siddet uygulamakta Dev-Sol'u aratmamakta çok kararli ve mahir olan, paralel bir Çayanist örgüt daha vardi; Dev-Yol. Aralarindaki fark, Dev-Yol'un mahalle komiteleri kurarak, kentlerde fiilen komünist bir yönetim kurmayi ön plana almasiydi. Bu farkli yaklasim Dev-Yol'a Fatsa, Görele, Ay-basti, Artvin, Çamas, Ünye, ve Kars gibi yerlerde fiili komünist cumhuriyetler olusturmasini saglamisti. Komünist belediyeler, komünist halk mahkemeleri, devre disi birakilmis polis, savci, kaymakam vs. kamu temsilcileri... Pasaport sorma sovlari... Bunlar unutulmayan Dev-Yol ala-met-i farikalariydi. Ancak nokta hedefleri tespit edip imha etme, bombalama ve kanli katliam tablolarina imza atma konusunda, Dev-Sol bir adim Önde idi. Özellikle Dev-Sol FTKM (Fasist Teröre Karsi Mücadele) hücreleri ve daha sonraki DSB (Devrimci Savas Birlikleri) silahli propagandayi en sert ve kanli katliam ve eylemlerle gerçeklestirerek kentlerde büyük bir gerginlik ve korku yaratmisti.
Gladio'nun ülkemizi, destabilize etmek yoluyla, ülkeyi darbe lobilerinin kucagina düsürmek için kullandigi Dev-Yol ve Dev-Sol sahneye çikinca, reaksiyoner karsit örgütlerin çikmasi da gecikmedi. Üstelik amaç; kitlesel çatisma ve iç savas çikarmak, darbelere gerekçe hazirlamak oldugundan bu karsit silahli örgütlerin kumandasi da Gladio'da idi. Ancak bu gruptaki örgütlerin yaptigi her eylem, tasidiklari adlar nedeniyle otomatik olarak ülkücülere ve M.H.P'ye adreslendirildiginden, fatura ülkücülere yaziliyordu. Oysa, o kanli 78-79 ve 80 yillarinda, ülkücüler dahi bu örgütlerin nereden geldigini ve bunlara eylem emrini kimlerin verdigini anlamiyor, olan biteni hayret ve saskinlik içinde izliyorlardi. O günlerde TÎT adiyla prova-ke eylemler yaptiran Gladio'nun maskesi 1998'de düstü. IHD Baskani Akin Birdal'i öldürerek ülkeyi bir Türk-Kürt gerginligine itmeyi hesaplayan Gladio, bu provake eylemde de TIT (Türkçü Intikam Tugayi) adini kullanmisti. Ancak bu oyunu çok iyi bilen toplum, bu kez gösterilmeye çalisilan adrese degil bu ise kansan subay, astsubay, uzman çavus gibi kisilerin arkasindaki adrese yani Gladio'ya bakti... Akin Birdal'i vurma isini organize eden (TSK personelinden) kisiler halen tutuklu ve yargilanmiyorlar. Ancak ülkücü hareketle hiç bir geçmis ve organik bir baglantisi bulunmayan bu kisilerin kendilerine TIT adi vererek olayi ülkücülere yamama gayreti göstermesi geçmiste oynanan oyunu çok iyi açikliyor. TÎT ve ETKO gibi ülkücülere sivanan Örgütleri hiçbir zaman Ülkücü Hareket kurdurmamisti Ancak bu örgütleri kurduran veya kuran odaklarin, ülkücülerin ve M.H.P'nin ilerde basini belaya sokacak olan piyon tetikçiler bulmalari zor olmadi. Bu topluma korkunç bir tuzak kuran cunta lobileri toplumu birbirine vurusturmak için katalizör örgütler kurduruyordu. Dev-Sol ve TIT, bu örgütlerin basinda geliyordu.
Dev-Sol, siddetin ve terörün her türlüsünü en maksimum seviyede kullandigi halde, Dev-Sol'un çizgisini de etkisiz ve pasif bulan yeni bir silahli sol örgüt ortaya çikti. MLSPB örgütü... Bu yeni örgütün tetikçileri, adeta seçilmisti. Ege. Bölgesi'nde faaliyet gösteren devrimci sol örgütlerin en acimasiz ve kanli tetikçileri adeta aranarak, taranarak bulunmus ve örgüte alinmisti. Ege Bölgesi'nin en kanli devrimci örgütlenmeleri de, Manisa'nin Turgutlu ve Salihli ilçelerinde gerçeklestiriliyordu... MLSPB'nin aktif ve kanli militanlari da, Turgutlu ilçesinden yetisti. Turgutlu'nun eski adi kasaba oldugu için bu örgüte de "Kasabalilar Örgütü" deniliyordu. Ancak kisa zamanda en kanli katliamlara imza attiklari için hem sol içinde hem de kamuoyunda 'Kasaplar' olarak aniliyorlardi. Bu tetikçilerin en taninmisi bir kadindi: O günlerde de "Akrep Nalan" adiyla biliniyordu. Baskinlarini ve eylemlerini akrep tabanca ile yaptigindan, lakabi Akrep'ti. Bugün sesiz bir hayat yasayan Nalan Gürates, örgüt lideri Semsi Özkan'in tüm bilgileri hiç saklamadan polise vererek Örgütü çökertip sifirlamasi karsisinda, saskinlik ve hayretler içindedir. Bütün örgüt militanlari gibi o da artik, Semsi Özkan'in "Gladio'nun ve darbe lobilerinin" ajani ve provokatörü oldugundan emindir.
GLADIATÖR BIR PROVOKATÖR: SEMSI ÖZKAN!
12 Eylül öncesinin en kanli terör örgütü unvanini hakkiyla kazanan MLSPB örgütü, yüzlerce cinayete, bombalama ve soygun olayina karismisti. 1979 ve 1980 yilinin en sansasyonel kanli soygunlarim (Hipodrom soygunu) ve en dehset verici katliamlarini bu örgüt gerçeklestirmisti. M.H.P Istanbul ti Baskani Recep Hasatli ile baslayan katliamlarina eski askeri savcilari, eski polis seflerini ve ülkücü yazarlari da dahil ederek yelpazeyi genisletmislerdi. Örgütün dikkat çekici yani, eylemlerden önce çok siki ve profesyonel bir istihbarat toplamlari, eylemden sonra da aninda saklanip bir daha bulunamamalariydi. Öyle ki, bir militan ayni il içinde defalarca cinayet isleyip, ayni ilde saklanip sürekli olarak ayni ilde dolastigi ve pesinde binlerce polis oldugu halde ele geçirilemiyordu.
MLSPB militanlarinin ele geçirilmesi, o günlerde ilginç yorumlara yol açmisti. Kimi polis kaynaklarina göre, eylem yapan MLSPB militanlari, eylemden sonra diplomatik dokunulmazligi bulunan ABD'li görevlilerin ve NATO subaylarinin tesislerine veya konutlarina kaçiyor burada saklaniyorlardi. Bu yüzden de hiç biri yakalanamiyordu.
MLSPB ilginç bir örgüt. Örgütün kendisine ait olan bir ideolojik programi ve manifestosu yok. Örgüt kesinlikle kitlesellesme ya da genisleme gibi hedefler tasimiyor. Son derece siki egitimli, sogukkanli, profesyonelce silah kullanan, dar kadrolu bir yapiya sahip. MLSPB, THKP/C'nin programini aynen kabul ediyor. Bu nedenle MLSPB'ni kuranlarin, ideoloji ve çizgi olusturmak gibi dertleri yoktu. Yaptiklari is geregi zaten ideoloji ve teori yazmaya ya da gelistirmeye hiç vakitleri yok. Bütün isleri devrimci siddet yaratmak. Bunun için de tek yaptiklari is öldürmek kaçmak, bombalamak kaçmak, sabotaj ve soygun yapip kaçmak... MLSPB öyle yogun çalisti ki kisa zamanda ayni familyanin en iddiali ve kanli örgütü olan Dev-Sol'u gölgede birakti. Semsi Özkan, Hasan Sensoy ve Fehmi Gökçek triosu tarafindan yönetilen bu kanli cinayet makinasi, kisa zamanda 100'den fazla cinayete imza atmisti.
Ancak 12 Eylül'den kisa bir süre sonra baslatilan operasyonlar etkili oldu ve cunta yönetimi bütün sol örgüt militanlarini buldugu gibi, MLSPB'nin militanlarini da buldu. Ancak bu örgütün militani, operasyon yapmaya lüzum birakilmadan, kendiliginden gidip teslim olmustu. Bu kisi, örgütün ve arkadaslarinin selameti için çarpisarak, direnerek gerekirse ölerek karsi koymasi veya en son teslim olmasi gereken kisiydi. Semsi Özkan yani MLSPB'nin lideri! Semsi Özkan'in asil sasirtin tarafi ise. Itirafçilik Yasasi'ndan yararlanmak için 3 Eylül 1981 tarihinde gönüllü basvuru yapmasiydi. Zaten yakalandigindan beri diger örgüt militanlarindan ayri tutulan ve siki korunan Semsi Özkan, bütün militanlarin adlarini, eylemlerini ve bütün silahlarin yerlerini hiçbir sey saklamadan polise vererek, MLSPB'nin tamamen tarihe gömülmesine yol açmista. Çünkü o, örgütün tüm eylem, soygun ve cinayet emirlerini veren, örgütün bütün potansiyel güç, militan ve kaynaklarini bilen tek kisiydi. 1981 yilinin Haziran ayinda Israil'in Istanbul Büyükelçisini öldürmeye hazirlanan Tamer Arda, Atilla Ermutlu, Dogan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir, Semsi Özkan'in ihbari sonucu, güvenlik kuvvetleriyle giristikleri çatismada öldürüldüler. Semsi Özkan, örgütün en vurucu ve aktif militanlarini da ipe göndermisti. Semsi Özkan yaptigi itiraflarinda sunlari söylüyordu:
"Sonuç olarak örgüte nasil girdigimi, hangi eylemlere katildigimi, örgütteki durumumu, örgütün neler yaptigini samimiyetle ve açiklikla anlattim. Vardigim son kanaat ve netice sudur ki baslangiçta coskuyla ve genel bir eylem kararliligiyla katildigimiz örgütün stratejisi dogrultusundaki eylemlerin acidan baska halkimiza bir sey getirmedigini, zaten var olan acilara daha da a al ar kattigini, menfi anlamda toplumda çeliskiyi kuvvetlendirdigini esefle gördüm, sezdim, anladim. Bundan dolayi bu örgütün bu isi yürütemeyecegini ve genel olarak da Parti-Cephe'nin ve silahla halka sadece aci verdigini ve bir sonuç vermedigini anlamis bulunmaktayim. Bu kanaat samimidir. Bundan sonra gelecek nesillere bu kanaatin aktarilmasini ve bundan ders alinmasini arz etmekteyim. Samimiyette ifade edebilirim ki pismanim ve bu pismanlik bir yilginlik ve görecegim cezanin eseri degildir. Samimi olarak vardigim netice sudur ki tek tek silahli eylemler toplum yararina degil, zararinadir. Toplumdaki var olan adaletsizlikle mücadele etmenin baska yollan vardir. Bu yollarin denenmesinde yarar vardir. Pisman olmami söylemem bundandir."
MLSPB'ni verdigi bilgilerle bitiren Semsi Özkan, daha sonra cuntacilar tarafindan tahliye edildi. Milyonlarca liralik masrafla, yüzü estetik ameliyatla degistirildi. Kendisine yeni bir kimlik, yeni pasaportlar, yeni bir geçmis verildi. Kanli bir silahli örgütün en önemli beyni ve lideri olan bir kisi niçin gider de örgütünü satar, sonra ortadan kaybolup gider? Cevabini da biz söyleyelim; çünkü MLSPB örgütünü, Gladio ve cunta lobileri kurdurmustu. Semsi Özkan da bu odaklarin ajani idi. MLSPB görevini en etkili sekilde yapmista. Toplumu iç savasin esigine getirip dayayan kanli provokasyonlara imza atarak görevini tamamlamista. Örgütün amaci sosyalizm getirmek degildi. Örgüt, komünist kimliginin arkasina saklanarak provokasyonlar yapiyordu. Bu örgüt bir Gladio örgütü idi. Yaptigi eylemler de katalizatör, destabilizatör eylemlerdi. Bu örgütün bandaki akranlari ve türdesleri Italya'da "Kizil Tugaylar" Almanya'da RAF (Red Army Fraksiyon Kizil Ordu Fraksiyonu), Yunanistan'da da 17 Kasim örgütleridir.
MLSPB örgütü, Gladio'nun izlerini ve genlerini en somut en belirgin bir sekilde tasiyan ve bu yönde hiç süphe birakmayan bir destabilizatör, provokatör ve cuntaci katalizatör bir sol örgüttür!
MLSPB ve Semsi Özkan örnekleri, Gladio'nun ülkemizdeki etkinlikleri, nüfuzunu, potansiyellerini, taktiklerini ve oyunlarini analiz etmek onu anlamak isteyenler için, çok iyi bir laboratuar olusturuyor.
MLSBP'NIN BAZI EYLEMLERI
7.4.1977 tarihinde Topkapi'da, Yapi ve Kredi Bankasi soygunu,
2.12.1978 tarihinde Kocamustafapasa'da, Seyitoglu pastanesinin taranmasi,
13.4.1978 tarihinde Fikirtepe'de is ve Ziraat Bankalarinin soyulmasi,
19.8.1978 tarihinde Kars'ta, Mehdi Ekihci'nin yaralanmasi,
3.10.1978 tarihinde, MHP Istanbul îl Baskani Recep
Hasatli ve oglu Mustafa Hasatli'nin sehid edilmesi,
12.3.1978 tarihinde Bahçelievler, Çalislar Akbank sube
sinin bombalanmasi ve kursunlanmasi,
8.5.1979 tarihinde Bakirköy'de, Çamlik Akbank subesinin yakilmasi,
26.4.1979 tarihinde Besyüzevler Yildirim Mahallesinde, Adalet Partisi binasinin kursunlanmasi
18.8.1979 tarihinde, polis Sinan Yalçin'in otomobilinin yakilmasi,
31.5.1979 tarihinde Topçular'da Is Bankasi ile Yapi ve Kredi Bankasi'nin kursunlanmasi,
16.5.1979 tarihinde Küçükköy'de Ticaret Bankasi'nin kursunlanmasi ve yama madde atilmasi,
10.7.1979 tarihinde, Mustafa Zöhret Çayci'nin yaralanmasi,
7.8.1979 tarihinde Fatih'te, Sedat Sen'in sehit edilmesi, Bekir Büyüksivaci ve Yavuz Kap'in yaralanmasi,
16.8.1979 tarihinde Gebze'de Baskomser Zülküf Karaaslan'in evinin taranmasi,
8.9.1979 tarihinde Gebze 112 Evler'de, Kültür Spor Kulübü'nün taranmasi ve iki kisinin öldürülmege tesebbüs edilmesi,
19.8.1979 tarihinde, Taver Agaç Sanayii Fabrikasi'nin kursunlanmasi, bekçi Mustafa Ünlütürk'ün öldürülmesi,
18.9.1979 tarihinde Gebze'de, Akbank ve Halk Bankasi subelerinin kursunlanmasi,
18.10.1979 tarihinde Gebze'de, Yilmaz Taskin'in sehit edilmesi,
28.11.1979 tarihinde Çaglayan Hürriyet Mahallesi'nde, |
Yapi ve Kredi bankasinin molotoflanmasi, polis Ahmet
Bozkurt'un yaralanmasi,    ]
20.12.1979 tarihinde Kumkapi'da, Yurdakul Kollektif
Sirketinin soyulmasi,          :
30.5.1979   tarihinde, Aksehir Ülkü Ocaklari Dernegi'ne
bomba atilmasi,       i
31.1.1980   tarihinde Aksehir, Inönü Caddesinde Ak
bank ve Pamukbank subelerinin bombalanmasi ve kursunlanmasi,
1.7.1980 tarihinde Kars'ta, Mecit Abbasoglu'nun sehit': edilmesi,
9.4.1980 tarihinde Güngören'de, Burhan Kaya Mut-lu'nun sehit edilmesi,
3.6.1980 tarihinde Bakirköy'de Ahmet Metin Izer'in sehit edilmesi,
24.6.1980 tarihinde Rami'de, M.H.P Gaziosmanpasa ilçe Baskani Ali Riza Altinok, hanimi Fahriye ve kizi Nilgün Altinok'un sehit edilmesi,
23.6.1980 tarihinde, Mustafa Yilmaz'in öldürülmege tesebbüs edilmesi,
16.6.1980 tarihinde Merter'de Yilmaz Koç'un katledilmesi, Kemal Dursun, Abdullah Anaç ve Zeki Kaya'nin yaralanmasi,
5.6.1980 tarihinde Gaziosmanpasa'da Öztuna Giyim Sanayii'nin soyulmasi,
15.10.1980 tarihinde Ümraniye'de, Fikriye Yönetsen'in
evinin kursunlanmasi ve öldürülmege tesebbüs edilmesi
11.12.1980 tarihinde Ümraniye'de polis memuru Yilmaz Ünal'in evinin kursunlanmasi ve kizi Filiz Ünal'in yaralanmasi,         
18.3.1980 tarihinde, Eyüp'te, bekçi Asim Kara ile polis Kenan Dede'nin suhlarinin gaspi,
5.1.1980 tarihinde Küçükköy 500 Evler'de, Garanti Bankasi'nin kursunlanmasi,
11.1.1980 tarihinde Beyazit Rita Han'da gasp, 2.2.1980 tarihinde Küçükköy'de, Altin- Is Cam Esya imalathanesinden gasp,
5.2.1980 tarihinde Gaziosmanpasa 500 Evler'de kuyumcu dükkanini soymaya tesebbüs etmek, Veli Kiliç'in sehit edilmesi, Mustafa Kiliç'i yaralanmasi,
17.2.1980 tarihinde Beyoglu'nda Mehmet ,Bayaran'in sehit edilmesi, Ahmet Turan ve Kenan Örs'ün yaralanmasi,
14.2.1980 tarihinde Sisli'de, Serafettin Çankaya'nin sehit edilmesi,
25.2.1980 tarihinde Sisli'de, Sadettin Pazarbasi'nin öldürülmege tesebbüs edilmesi,
8.3.1980 tarihinde Gaziosmanpasa'da, kuyumcu dükkaninin soyulmasi, Adem ve Nuramin Grit'in sehit edilmesi,
23.6.1980 tarihinde, Avcilar'da Mesut Öz'ün sehit edilmesi
16.7.1980 tarihinde. Dursun Demirel ve Sinasi Soydas'in ev ve otolarinin kursunlanmasi,
16.7.1980 tarihinde Osman Çebil'in dükkaninin taranmasi,
27.5.1980 tarihinde Tozkoparan Emlak Kredi bankasinin taranmasi,
7.9.1980 tarihinde Küçükköy'de Latif Kivanç'in sehit edilmesi,
11.11.1980 tarihinde Topkapi'da Özkaynak Memba Sulari deposunun soyulmaya tesebbüs edilmesi, Ismail Kaya'nin öldürülmesi, Alaattin Berbergilin yaralanmasi,
3.4.1980 tarihinde, ögretmen Eyüp Çilingir'i öldürmeye tesebbüs edilmesi,
24.9.1980 tarihinde, astsubay Ali Serdar'in yaralaniri*
10.11.1980 tarihînde Küçükçekmece trafik istasyon nun silahla taranmasi
26.10.1980 tarihinde Tozkoparan'da manav Ali tas'in evinin kursunlanmasi, Hasan Yildiz'in evinin kursunlanmasi ve komiser Ümit Bagbek'in evinin taranmasi,
19.10.1980 tarihinde komiser Güntürk Coskun'un dürülmege tesebbüs edilmesi,
5.12.1980   tarihinde Küçükçekmece Cennet Mahallesinde, dört kuyumcunun soyulmasi, Orhan Ergene ve Selahattin Akyol'un öldürülmeleri, iki kisinin yaralanmasi,
19.11.1980 tarihinde Bakirköy Tozkoparan'da, Has
Yildiz'in sehid edilmesi,
9.1.1981 tarihinde Eyüp'te, dört kuyumcu soygunu, 3.7.1981 tarihinde YedIkule'de polis otosunun taranmasi, baskomiser Behzat Peker ve polis Hüseyin Ünal'inyaralanmasi,
29.5.1981      tarihinde, Küçükçekmece Vergi Dairesi'nin soyulmasi ve jandarma eri Mustafa Karpuz'un sehit edilmesi,         
14.2.1981 tarihinde, manav Ali Aktas'in evinin kursunlanmasi,  
1.4.1981 tarihinde Sirkeci'de Emniyet 2. Subenin bombalanmasi,
12.5.1981 tarihinde Suadiye'de, Ahmet Atesli'nin evinin önünde bomba patlatilmasi ve Ali Temelli'nin sehitedilmesi,           .           '{
17.61981 tarihinde, Senesenevler'de tekel satis deposun nun soyulmasi,
8.7.1981 tarihinde D.M.O ana depo santiyesinin soyulmasi,
4.9.1981 tarihinde Okmeydani'nda, Yapi ve Kredi bankasinin soyulmasi, jandarma erleri Dursun Sayian ve Ya* sar Güney'in sehit edilmesi.
SOLDAKI GLADIOTIK ILGINÇLIKLER
DEVAM EDIYOR:
MLSPB MERKEZ KOMITE ÜYELERINDEN HASAN
SENSOY, BIR BASKA GLADIO ÖRGÜTÜNDE,
MLKP'DE!
Gazi Mahallesi'nde, 1995 yilinda Alevi kahvehanelerini tarayarak toplumu provoke eden MLKP örgütünün kuruculari arasinda yer alan Hasan Sensoy, I2 Eylül Öncesinin Gladiotik örgütlerinden MLSPB'nin ikinci adami idi... Yani Semsi Özkan'in yardimcisi.
Kimi istihbaratçilara göre de, örgütün Gladiotik iliskisini terk eden ve bu yüzden Semsi Özkan'i diger örgüt üyelerine sikayet eden Örgütün üçüncü adami Fehmi Gökçek'i öldürüp, kaybeden militan!
MLKP örgütü, Istanbul'un Gazi Mahallesi'nde kurulmus olan ve Alevi vatandaslarimiza hitap eden, mezhepçi silahli bir örgüttür. Örgüt 1994 ve 1995'te, Bursa ve Balikesir ve Istanbul'da ardi ardina yapilan operasyonlar sonucu, Güney ve Dogu Marmara'daki bütün üniversite hücrelerini ve silahlarini kaybetti.
Polisin ele geçirildigi silahlarin en önemli özelligi, silahlarin NATO ordularinin tümünde ve TSK'de oldugu idi. Bu silahlarin NATO envanterlerinden çikarilip, MLSPB'nin son türevi olan bu MLKP'ne nasil aktarildigi meçhul. Ancak bu durum, örgütün anlamazdan gelen ya da kabul etmeyen Gazi Mahalleli komünist bagnazlar Için meçhul tabiî ki. Bizim için, bunun cevabi bellidir. Dün MLSPB'ne, Gladio silahlarini ve talimatlarini kimler aktardilarsa, MLKP'ne de onlar aktarmislardir... Yani komplo ajanlari!..
1995 GAZI OLAYLARI BIR GLADIO PROVOKASYONU!
MLKP örgütünün en büyük provakatif eylemi, 1995 yilinin Mart ayinda, Gazi Mahallesi'nde Alevilerin devam ettigi kahvehaneleri tarayarak, bir Alevi dedesinin ölümüne yol açmak suretiyle, Alevileri kiskirtma ve polisle çatisarak, yirmi kisinin ölümüne yol açmasiydi... MLKP, Alevi kahvehanelerini tarayip kaçarak, saldiriyi kontgerilla veya ülkücülerin yaptigi izlenimi birakmayi amaçlamisti. MLKP, bu saldiriyla, provokasyon amaçlamisti. Tezgah buna göre hazirlanmisti. Bu saldiriyla MLKP'nin provakasyonu oldugunu gösteren en Önemli delil, saldiridan hemen sonra, bütün MLKP militanlarinin önceden hazirlanmis pankartlarla halki sokaga dökerek, yollara barikat kurmalari ve polisle çatismalariydi. Sopalar, molotof kokteylleri, barikatlama malzemeleri, silahlar, toplanma merkezleri, gruplari sevk ve idare edecek olan militanlar, hepsi önceden hazirlanmisti. Hazir olmayan ve olaylari beklemedigi için provokatif oyunu kavramayan tek güç, devlet idi.
Ayni günlerde, TIKB, adli bir baska Maoist provokatif örgütün M.H.P yöneticilerine saldirip, M.H.P'lileri sehit etmesi ise, olaylarin rast gele degil, belli bir merkezden maniple edildigini gösteriyordu. Toplumda siddeti ve çatismayi tirmandirmak isteyen bir odak, hem MLKP'ni hem de TIKB'ni (Türkiye Ihtilalci Komünistler Birligi) ayni anda harekete geçirmisti. Bu odak, Kürtçülük kartiyla aradigini bulamayinca, bu kez mezhepçilik kartini hareket geçirmeyi planlamisti.
Eger bu kart iyi kullanilirsa, Kahramanmaras'ta oldugu gibi, toplumu çatismaya itebilirdi. Ancak bu oyunlara 1970'li yillarda sik sik düsmenin bedelini çok agir ödeyen kesimlerden biri de Alevi vatandaslarimizda Artik oynanan oyunu onlar da çok iyi görüyor ve anliyorlardi.
Gazi Mahallesi'nde, MLKP'nin baslattigi provakasyona katilanlar, sadece örgüt sempatizanlariydi. Ancak bu militanlarin zorlamasiyla halktan bazi kisiler de, kendilerini çatismalarin göbeginde buldular. Olaylar üç gün sürdü. Gazi Mahallesi, Sarigazi, Okmeydani ve Ümraniye gibi varos semtlerinde MLKP'ye TÎKKO, TDKP (THKO'nun türevi) PKK ve TIKB gibi yikici odaklar destek verdiler. Ancak polis ve jandarma ile çatisan militanlar, yanlarina Alevi cemaat temsilcilerini ve halki alamayinca olaylar bastirildi. Geride yirminin üzerinde ölü birakarak..
HASAN OCAK'IN ÖRGÜT IÇI INFAZA KURBAN GITMESI ISI, DEVLETE YIKILMAK ISTENIYOR !
MLKP'nin kuruculari arasinda yer alan Hasan Ocak, örgütün Gazi provokasyonundan hemen sonra kayboldu. Ailesi Hasan Ocak'in kayip oldugunu medyaya bildirdikten on gün sonra Hasan Ocak'in cenazesi bir mezarda bulundu. MLKP'ye ve MLKP sempatizani oldugu görülen ailesine göre, Hasan Ocak'i polis kaçirmis, iskence yaptiktan sonra öldürmüstü. Devletin istihbarat kaynaklarina göre ise. Hasan Ocak'i MLKP öldürtmüstü. Bunun iki amaci vardi:
Birinci amaç; Gazi Mahallesi'nde çok sevilen Hasan Ocak'i devletin katlettirdigi izlenimi birakilarak provokasyon yapilip, halk polisle çatistirilacakti..
Ikinci amaç; Hasan Ocak'in MLKP içindeki gücünün ve insiyatifinin artmasini hazmedemeyen karsit bir klik, onu öldürerek ekarte etmisti. Bu klik'in basinda da Hasan Sensoy'un oldugu söyleniyordu. MLSPB örgütünün üçüncü adami Fehmi Gökçek'in örgüt tarafindan (polise göre Hasan Sensoy tarafindan) öldürülüp, kaybedilme-siyle, Hasan Ocak'in kaybolup, Ölü bulunmasi arasindaki ilginç benzerlik dikkate alindiginda bu ihtimalin yabana atilmamasi gerekiyor. Hasan Ocak'in öldürülmesi, MLKP'nin bir provokatif eylemidir.
DEVLETIN IADE ISTEGINDE DAHI BULUNMADIGI (!) IKINCI APOMUZ: DHKP/C LIDERI! DURSUN KARATAS!
12 Eylül 1980 öncesinde ve sonrasinda, yüzlerce kanli cinayeti, bombalanma, kundaklama ve soygunu gerçeklestiren, devletin orgenerallerini, MIT baskanlarini, polis seflerini, subay ve askerlerini, eski Adalet Bakanlarini M.H.P Il Baskanlarini, Ülkü Ocaklari Baskanlarini, milliyetçi yazar, sair ve gazetecileri, savcilari,hakimleri ve ögretim görevlilerini katleden Dev-Sol, Gladio'nun, MLSPB'den sonra en yogun kullandigi tetikçi örgüttür. Bu örgüt, Gladionun, cunta lobilerinin en çok taseron kullanan dis gizli servislerin emrinde ve hizmetinde olan bir masadir.
Bu örgütün Gladiotik imkanlar kullandigini gösteren, reddedilemez belirtiler ve emareler vardir. Örgütün, içerde ve özellikle basta Ingiltere, Yunanistan ve Almanya olmak üzere tüm müttefik NATO ülkelerinde sergiledigi genis ve rahat hareket imkanlari eylemcilerin sikisinca bu ülkelere kaçarak saklanmasi lider ve merkez kadrosunun bu ülkelerde barinmalari Gladiotik baglantilar bulundugunu güçlendiren emarelerdir. Örgütün lideri Dursun Karatas'in ve diger önde gelen yirmi kadar aktif kadrosunun, özellikle askerler tarafindan çok siki korunan Metris Askeri Cezaevi'nden aylar boyunca tünel kazarak, ellerini kollarini sallayarak kaçmalari ve bir gün içinde topluca Yunanistan'a geçmeleri ilginç bir durumdur. Militanlarin tünel kazarak kaçma olayi 1971 yilinda Cayan ve arkadaslarinin Maltepe Askeri Cezaevi'nden günlerce tünel kazdiktan sonra, tegmen Sabahattin Sakman'in temin ettigi askeri elbise ve ciplerle kaçmalarina benzemektedir.
Örgütün, toplum tansiyonunu en maksimum noktaya tirmandiran sansasyonel öldürme eylemleriyle seçtigi hedeflerin en önde gelenlerinin, Türk Gizli Istihbarat ve Kontrgerilla Servislerinin komutanlari, sefleri ve polisleri olmasi, bir tasfiye yapildigi izlenimi vermektedir. Türk Istihbarat Kontrespiyonaj ve güvenlik birimlerinin bu seçkin kadrolarini hangi gücün tasfiye ettirdigini cevap aramak için de cinayetlerin islendigi dönemde hangi dis gizli servislerin veya odaklarin izlendigine ve bloke edilmeye çalisildigina bakmak gerekir. Dev-Sol'un bu cinayetleri isledigi dönemde, (özellikle Hiram Abas'in katli sirasinda) PKK ve Kuzey Irak gündemine bagli olarak CIA, CIA'nin Güneydogu Anadolu ve Kuzey Irak'taki atraksiyonlari izleniyor ve bloke ediliyordu.
Bu operasyonlarin en üst ve yogun seviyeye çikarildigi Esref Bitlis'in komutanligi döneminde, bu komutanin uçaginin (artik bir tertip ile düsürüldügü kesinlesmistir) düsmesi ve Esref Bitlis'in Ölmesi de bu kombinasyonlarin bir parçasidir, iste, Türk istihbarat birimlerinin, CIA'ya yogun markaj uyguladigi dönemlerde, Dev-Sol'un istihbarat ve güvenlikle ilgili en üst ve önemli düzeydeki kisileri katletmesi tesadüf degil, servisler ve güçler arasindaki savasin bir parçasidir. Dev-Sol taseron olarak kullanilmak suretiyle, Türk istihbarat ve güvenlik birimlerine gözdagi verilmekte, ayni zamanda en önemli ve stratejik uzmanlar tasfiye edilerek devletin görme, duyma, izleme yetenekleri yok edilmeye çalisilmaktadir.
Özellikle bir ayrintiyi, burada yer vermisken vurgulayalim: Hiram Abas'in Dev-Sol tarafindan öldürüldügü dönemde Türk Istihbarat birimleri CIA ve Ingiliz Ml-6 gizli servislerinin, Türkiye'deki askeri ve sivil istihbarat birimlerindeki isbirlikçilerinin üzerine gidiyordu.
Abas öldürüldükten sonra onun yerine gelen kisinin Amerika'ya kaçarak CIA'ya ait, güvenli bir konutta, yesil kartli bir vatandas olarak yasamasi, internetten açtigi bir siteden Türkiye'yi karistirmaya, dezenformasyon ve destabilizasyon faaliyetleri sürdürmesi de tesadüf görünmemektedir. Hiram Abas öldürüldükten sonra, katilleri hemen izleyip, bulmasi beklenen en dogal kisi simdi ABD'ye kaçip siginan kisidir. Çünkü bu kisi, Hiram Abas katledilir edilmez hemen onun yerine geçerek, MIT Kontrterör ve Kontrespiyonaj (Karsi casusluk) dairesinin baskani olmustur. Katilleri de bu daire izlemek zorundadir.
Hiram Abas'in Dev-Sol tarafindan katledilmesi, cevaplan verilmeyen bir yigin soru getirmistir. Bu sorularin cevabini mutlaka vermesi gereken sahis ise ABD'ye kaçmistir. Hiram Abas'in bir hiyanete kurban gittigi ve darbeyi hiç ummadigi, beklemedigi bir yerden yedigi ihtimali güçlüdür.
Dev-Sol, Gladiotik donanimli, kumandali ve özellikli bir destabilizasyon ve provokasyon örgütüdür. Dev-Sol kitlelesmek, partilesmek gibi bir hedefin degil; çok dar, disiplinli ve aktif bir kadro ile silahli propaganda ve devleti etkisizlestirme hedeflerinin hesaplariyla hareket etmektedir. Dev-Sol'un Gladiotik özelligini vurgulayan emarelerin basinda, kullanilan silahlarin, NATO standartli silahlar olmasi geliyor. Örgütün silah envanterleri arasinda çikan Law, M-16, MG-3, TNT 2, TNT 4, MP-5, G-3 silahlari ve taarruz tipi el bombalan tamamen NATO standartli olup, seri numaralan silinmis silahlardir. Bunlarin disinda Israil yapimi UZI otomatik tabancalar ele geçirilmistir. 1993 yilindan sonra bir konferans ile adi DHKP/C'ye dönüstürülen örgütten ele geçirilen Law tipi bir roketatarin her nasilsa unutulmus olan -seri numarasini arastiran MIT ilginç bir yol güzergahi ile karsilanmistir. Bu silah, Nikaragua'daki Sandinista gerillalarina karsi mücadele veren kontrgerillalara verilmistir. Kontra örgütünü Pentagon'un talimatiyla CIA'nin örgütledigini ve Yarbay Norris tarafindan silahlandirildigi biliniyor. (Iran'a silah verdiginin anlasmasi üzerine yargilanan kisidir.) Kontrgerillasina CIA tarafindan ulastirilan bu silah, kullanilmaya firsat kalmadan, (tek atimliktir) Kontra örgütünün dagilmasi sonucu CIA operasyonlariyla geri toplanan silahlarla beraber Fransa'nin yolunu tutuyor.    DHKP/C'nin dis terörizm baglantilarini saglayan ve silahlandirilma islerine bakan SDB (Silahli Devrim Birlikleri) sorumlusu ve Dursun Karatas'in sag kolu olan Aslan Tayfun Özkök (bu örgütün Sam Bürosundadir) bu silah, Fransiz gizli servisi tarafindan maniple edildigi kesin olan uluslararasi bir silah sirketinin ajanlarindan Beyrut'ta diger silahlarla birlikte aliyor ve Sam'a naklediyordu. Silahlar daha sonra PKK ile yapilan bir isbirligi protokolüne dayanilarak Kuzey Irak üzerinden Türkiye'ye sokuluyor. Silahlarin bir bölümü örgütün metropol SDB hücrelerine, Tokat-Sivas-Tunceli dag kadrolarina ulastiriliyor. Aslan Tayfun Özkök'ün örgüte ulastirdigi Law roketatarinin sayisi 30'dur. Ancak bunlarin 10 kadari, yapilan polis operasyonlari ile kullanilmadan ele geçirilmistir. Bes tanesi MLKP örgütünde, üç tanesi TIKKO'da ele geçirilmistir. CIA silahlan böylece bütün Gladiotik tezine ülestirilmistir. Örgütün metropol hücrelerinde kullanilmayi bekleyen ama kullanicisina henüz kavusamayan on kadar law silahi daha vardir. Tek atimlik oldugu için "atisli egitim" verilemeyen bu son derece etkili ve pahali silahlar kendilerini kullanacak, egitilmis teröristlerini bekliyorlar. Fazla beklemeyeceklerini tahmin etmek zor degildir.
DHKP/C'nin Gladiotik destabilizasyon ve cunta lobilerinin masasi oldugunu gösterir daha pek çok emare vardir. Bunlarin en basinda da örgütün cinayet kurbanlarini programli ve stratejik bir kurgu içinde seçmesidir. Bu stratejinin temel agirligini "Türk Istihbarat ve Kontrespiyonaj-kontrterör çevikligini, dinamikligini ve gücünü feda etmek" üzerine kuruldugu anlasiliyor. Böylesine iddiali ve sansasyonel sok yaratacak eylemler ancak çok iyi bir profesyonel ön hazirlik ve kesif yaptiktan sonra gerçeklestirilebilecek, komplike ve grift eylemlerdir. Bu eylemleri gerçeklestiren militanlarin atis ve vurus isabetlilikleri ile ustaliklari sonra bunlarin sogukkanli bir sekilde olay yerinden ayrilmalari ve çok basarili bir sekilde izlerini kaybettirmeleri veya Yunanistan'a intikal edip Paris veya Londra'ya geçmeleri gibi ayrintilar göz önüne alinacak olursa, karsimizda isçi sinifinin iktidari için mücadele veren bir "vurus örgütü" bulunmadigi anlasilir...
DHKP/C'nin 1986'da gerçeklestirdigi Özdemir Sabanci suikasti, tüm yönleriyle bir Gladiotik taseron iliskilerine dayanan ve DHKP/C'nin taseron olarak kullandigi komplike bir eylemdir. Ancak DHKP/C'yi kimlerin ya da hangi gücün taseron olarak kullandigi sorusu yöneltildiginde, ortaya atilan cevap ve yapilan yorumlar içine, uluslararasi otomotiv rekabet lobilerinden tutun da, ülkemizi destabilize etmek isteyen dis gizli servislerine kadar bir yigin adres atildi... Cevaplar muhtelif, ancak adresler kesin degil. Kesin olan sudur ki. Sabana suikasti hazirlik safhasinin uzun ve sabir gösteren bir süreç tasidigi dikkate alindiginda, isin bu kisminin bile, ancak gizli servis operasyonlarinda görülebilecek incelikler tasidigi anlasiliyor. Eylemlerden sonraki bütün asamalarin çok dikkatli ve garantili bir sekilde hazirlandigi ve bu sürecin katiller Türkiye'yi terk edene kadar aksaksiz bir sekilde islendigi anlasiliyor. Katillerin Yunanistan'a nasil geçtikleri meçhul. Katillerin Fransa'ya geçmeleri, oradan Belçika ve Lübnan'a dagilmalari süreci karisik.
Lübnan'a, Aslan Tayfun Özkök'ün yanina gelen Mustafa Duyar'in Suriye'ye geçmesi ve sonra MiT'e teslim olmasi karisik... Mustafa Duyar'i Sabana suikastinde kullanan Gladio kendisine uzanan izleri silmek için siparis isler alan katillere is vererek, Mustafa Duyar, Afyon Ceza-evi'nde susturulmus, ama ve adresi sasirtmak için de Selçuk Parsadan'i yaralatmistir. Böylece Gladio ile ilgili söyleyecegi pek çok sey olan Mustafa Duyar, güya bir "cezaevi iç çekismesi" gibi gösterilen bir operasyonla susturulmustur!
Dursun Karatas ve diger Dev-Sol yöneticilerinin tamaminin kaçtigi ya da kaçmasinin saglandigi firar olaylarindan sonra, bizim asil cevaplarini aradigimiz baska hususlar da var. Bu iliskiler cezaevlerinden kaçtiktan sonra, bütün ana ve tali yollarin, kavsaklarin duraklarin, virajlarin didik didik aranip, tutuldugu olaganüstü önlemlerin alindigi ve bütün sinir kapilarinin ve karakollarin uyarildigi bir sirada, hiçbir engele takilmadan ayni günlerde Yunanistan'a nasil geçebildiler. Bunlarin bir kismi elbette, yüzlerce kilometre uzunluktaki Ege kiyilarinda, bir noktadan, kiralandiklari teknelerle kaçtilar. Ancak bir kismi da sahte pasaportlarla normal yollan kullanarak çiktilar.
Firardan on bes gün sonra, basta Dursun Karatas olmak üzere bütün firari militanlar, önce Yunanistan'da, sonra da Paris'te bir basin toplantisi yaparak ortaya çiktilar. Firariler Yunanistan'da, Yunan Gizli Servisi'nin denetimindeki Lavrion kampindaki otellerde ara konaklama yaptiktan sonra, ellerine verilen geçis ve seyahat belgeleriyle Londra ve Paris'e dagildilar...
ingiliz gizli servislerinden ve Scotlandyard (Polis) teskilatindan habersiz ve izinsiz olarak bir sinegin bile giremeyecegi ve dolasamayacagi Londra'da Dursun Karatas, en konforlu otellerde barindiktan sonra uyusturucu ve silah kaçakçiliklarinin yatagi olan ve Gladiotik bütün evrensel Örgüt üyelerinin dinlendirilme, korunma ve barindirilma üssüne dönüsen Amsterdam'a geçti. Burada, Gladiotik yollardan gelen, uyusturucudan, siparis cinayet islerinden, haraç, soygun ve insan ticaretinden olusan örgüt bütçesiyle kendisine en lüks semtlerde ultra lüks villalar ve Mercedes arabalar aldi... Öyle bir lükse daldi ki, tabandan ve özellikle örgütün en önemli adami olan Bedri Yagan'dan agir elestiriler aldi.
Yagan, Karatas'i Örgütün parasini sorumsuzca, kisisel zevklerini tatmin için kullandigini, bu yönde örgüte bir özelestiri vermesi gerektigini söylüyordu. Ayrica Bedri Yagan ve arkadaslarinin. Dursun Karatas ile ilgili baska kuskulan da vardi. Polise yansiyan bilgilerine ve daha sonra Yagan grubunun çikardigi hizip dergilerine ve bültenlerine bakilacak olursa, bu suçlamalarin nerede yogunlastigi iyi anlasilir. Bedri Yagan ve arkadaslari, Dursun Karatas'i davadan ve devrimci yasamdan ayrilmakla ve kontrgerillanin adami olmakla suçluyordu! Komünist kesimlerin Gladio'yu kontrgerilla ile karistirdiklari veya bunu bilinçli yaptiklari dikkate alinirsa.    Dursun Karatas'in daha çok açik bir deyimle, ajan-provokatör olmakla suçladigi meydandadir. Dursun Karatas'i dejenere bir sekilde ultra lüks ve sefahat içinde yasamakla ve kontrgerilla ajani olmakla suçlayan Bedri Yagan, bu suçlamalari yapmaya basladiktan iki ay sonra Suriye'den Türkiye'ye geçip, Istanbul'a geldiginde anti-terör polis timleri tarafindan degisik semtlerdeki on bir Dev-Sol'cu ile birlikte öldürüldü. Öldürülen Dev-Sol'cularin ortak özelligi, hepsinin de Bedri Yagan'ci olmalari ve Dursun Karatas'i ajan-provakatörlükle suçlamalariydi. Biri, Bedri Yagan ve arkadaslarinin saklandigi hücrelerin adreslerini polise ihbar etmisti. Bilin bakalim kimdi? Gladio'nun izlerini ve isaretlerini görerek sesini yükselten Gladio'nun adami olan Dursun Karatas'a' karsi baskaldiran Bedri Yagan ve kligi, ustalikla ama devrimci ahlâkta ve gelecekte yeri olmayan bir örgüt için ikametle tasfiye edilmisti. Gladio, izini bulanlari asla affetmiyordu.
EROIN KAÇAKÇILIGINDA SOL ÖRGÜT ADRESI VE ARABULUCULAR
         Tekrara dayali bir metotla gerçeklik olusturup, kitleleri aptallastirma kutusunda hapis olmus tiplere döndürerek daire içi muhabbetle "Bizim oglan bina okur döner döner yine okur" anlaminda manipüle eden sol borazanlarin maskelerini düsürmek için, kendi alanlarinda bir okuma parçasini size aktaralim istedik.
Malum sol kendini "sütten çikmis ak kasik" gibi yansitip, hep insan hak ve hürriyetlerinde fotograflanan ajite desenlerde anlamlandirdigindan birileri onlara yönelik farkli bir anlam ifadesinde olgular okumaktadir. Degisim yada dönüsümde ilgi ve iliskilenisle birlikte eklemlenme figürü bu alani fazladan alakalandirdigindan, yandaslik adina kümelendikleri medyada, dillerine doladiklari ülkücüleri bir çok olumsuzlukla yargilayanlar bikip usanmadan olumsuzlugu dillendirerek, bireysel tavir ve davranislari genel davranisi olarak sunup kamuoyunu yaniltmaya çalismaktadirlar.
Örnegin; Cumhuriyet gazetesi ya da Radikal gazetesi çagdaslik ve objektiflik adina bolca ahkama keserlerken hala birtakim haber ve yorumlarina Ülkücü katil, Fasistler, Ülkücü Mafya gibi hükümsüz ve karsiligini bulmayan sifatlarla tanimlamalar yapmaktan da bir türlü geri durmamaktadirlar.
"Mistifikasyon" dedigimiz olumsuzlamalarla, kavramsal patoloji olusturanlar, zihinsel format kodlamalarinda sosyal açilimlari ifadelendirecek tanimlari bu maniplasyonla hafizalara kaydettirdiklerinden, dogrularda birlesme zeminin de bir çok alginin anlamina duvarlar örüp, yabancilasma olusturmaktadirlar.
Ötekilestirmeyi bu metotla insa edenler, "Öteki cehennemdir" referansiyla adiyetlerini temellendirerek, tüm karsit duruslari, bir boks ringinin rövansinda durus sahibi kilan algilayislarin saldin mekanizmasinda reflekssel konumlamalara dahil etmektedirler.
Hal böyle olunca, sifat ve tanimlamalarda belirgin olan öge sosyal iliski, bir türlü hayat bulup kapsam alani olusturamamaktadir.
Kapsam skorunda taçlandirarak dillendirdikleri zaferin temellenmeside bir o kadar tutarsizlikla anlamlan-maktadir.
Önce bunlarin ayaklan protez kollari çolak gözleri asi-n derecede astigmat belleri kambur gibi bir tasvir ifadesiyle yerilmekte sonra da biz bunlarla güreste "bunlari söyle yendik, böyle alt ettik" diskuruyla, kendi Övgülerini sergilemektedirler. Bakin, bu sakat mantik sahiplerinin durmadan "bir iki gram eroin yakalatarak yargilanip mahkum oldu" dedikleri ve suçlamayi genele samil kildiklari ters yüz mantikta, kendilerinde ne teraneler var...
Malumunuz Dev- Sol ya da diger ismiyle (DHKP/C) bir terör örgütü olmasina ragmen, Türk medyasinin bir çok dönek kalemsoru tarafindan hep ajite edilmis açlik grevlerinin magdurlari olarak lanse edilip fotograflanmaktadirlar. Adalet bakanligiyla, mahkûmlar arasinda arabuluculuk rolüne soyunan bir sürü de entelektüel sifatli adam da söz konusu oldu.
Bu tam tersi okunan örgütün yargilandigi ve mahkum oldugu iddianame de neler var, simdi siki durun ve (EROÎN KAÇAKÇILARINI) iyi taniyin.
Insanlik düsmani olanlarin insanlari zehirlemek için her seyi mubah görüp, sonra da halkçi kesilmelerine hangi ahmaklar inanir, bir düsünün.
DEV SOL MERKEZ KOMITESININ YASADISI FAALIYET GÖSTEREN SAHISLARLA ILISKILERI
Devrimci Sol merkez komite üyelerinden Hüseyin Solgun ve Pasa Güven, cezaevinde bulunduklari sirada, yasadisi faaliyet gösteren bir kisim tutuklu ve hükümlülerle tanistiklari ve Devrimci Sol örgütünün kurulusundan sonra merkez komitesine seçilmelerine müteakip, örgüte bu sahislar araciligi ile de gelir getirmek için temaslarini devam ettirmeye Dursun Karatas'in önerisi ile de karar verdikleri ve bu karar geregi, Örgüt üyelerinden Ekrem Can ve Ahmet Töngüt araciligiyla bu sahislarla gelistirdikleri iliski sonucunda eroin kaçakçiligina giristikleri ve "4 Kg. eroinin" Ekrem Can tarafindan Hollanda'ya götürüldügü ve oradaki sahislara satmak üzere temas halindeyken yakalanarak hapse kondugu, bunun üzerine Ahmet Töngüt ün bu kaçakçilik isinde, iliskileri devam ettirme ve Ekrem Çan'in kaçmasini temin etmek kasa ile örgüt tarafindan Ekrem Can için tanzim edilmis sahte pasaportu da beraberine alarak Amsterdam'a gittigi ve orada tanistigi karanlik islerle ugrasan "Albert" isimli Hollandali'yla, dönüste ona ait arabayla beraber getirdigi ve Türkiye'de yine yasadisi faaliyet gösteren kisiler araciligiyla elde ettikleri eroini Albert'e vererek, ayni arabayla onu Hollanda'ya yolladiklari, kendiside bilahare Hollanda'ya gidip Albert'in götürdügü eroin karsiligi ("70.000"Marki alarak) Türkiye'ye dönüp Hüseyin Solgun'a teslim ettigi ve bu 70.000 markin, Sishane Met Klima (Örgüt isyerinde) yapilan aramada ele geçtigi ve ayni yerde Albert isimli Hollandali'ya ait Istanbul'da bulundugu sürece yapilan masraf listesini gösterir defterin ele geçtigi. Klasör (36) Dosya 2'de kayitli olarak ifade edilmektedir.
Durmadan Abdullah Çatli'nin "bilmem hangi memlekette iki gram eroinle yakalandigini" söyleyip genellemeyle koskoca bir hareketi karalamaya çalisan sol borazanlarin maskeleri, iste böyle bir kir, pas barindirmaktadir. A.B'ne, bu eroin kaçakçilarinin asil amaç ve maskelerinin ne oldugunu anlatmada zorlananlar bir arsiv taramasi yapsinlar. Ne dokümanlarla karsilasirlar görüp, anlarlar.
Sahi, son söz olarak bu eroin kaçakçisi Örgütün sicilinde M H.P'li Gümrük ve Tekel Bakani Gün Sazak'in da sehit edilmesi olayi var.
Acaba hangi uluslar arasi kaçakçilik Örgütünün taseronluguyla bu eylem yapilmistir?
DHKP/CYI BIR DIS ISTIHBARAT BIRIMI BILGILENDIRIYOR
  
        Güvenlik birimleri, Yunanistan'da oldugu iddia edilen DHKP/C elebasisi Dursun Karatas'in -örgütün üst düzey sorumlulari için- yazdigi ilginç bir belgeyi ele geçirdi. "Elinizdeki yazilar okunup degerlendirildikten sonra imha edilecektir" uyarisiyla baslayan belgede, "Bu kurallarin disina çikan her arkadas örgüt suçu islemis kabul edilecektir. Sorunu ögrenen, vakif olan her arkadas gerek kendi alt iliskilerine, gerekse genelde olayi sorumlu insanlar disinda yansitma girisimlerine karsi duyarli olmali, aninda tedbir almalidir" deniliyor.
        Karatas Milli Istihbarat Teskilat (MIT) ve Emniyet'in teknik takip yöntemleriyle ilgili, detayli bilgiler veriyor. Uzmanlar, DHKP/C elebasisinin istihbarat faaliyetleri ile ilgili bu kadar donanima sahip olmasini, "örgütün bir dis istihbarat servisi tarafindan desteklendigi" seklinde yorumluyor. Altmis sayfadan olusan dokümanin, Örgütün içinde bulundugu sorunlari, saglikli bir sekilde çözebilmek için hazirlandigi belirtildi. Dokümanin, örgütün merkez karar, Türkiye sorumlusu, Avrupa sorumlusu ve merkezi yazi-yayin iliskilerinden sorumlu örgüt üyelerine gönderildigi ögrenildi. 1993 yilinda örgüte yapilan baskinlarin perde arkasinin anlatildigi belgede, DHKP/C'nin Özellikle telefon dinleme, teknik takip gibi konularda son derece derin bilgilere sahip oldugunu gün yüzüne çikaran anlatimlara yer veriliyor. Örgüt üyelerinin "telefon görüsmelerine çok dikkat etmesi" gerektigi vurgulanan dokümanda, su ifadeler dikkat çekiyor.
"Diger yandan teknik gelismeler sonucu araç telefonlarini dinlemek neredeyse çocuk oyuncagi haline gelmistir. Hemen her yerde satilan elektronik aletler sayesinde, en fazla 2- 3 dakika içinde tüm bir araç frekans boylari taranip konusma yapilan hatlar tespit edilmekte, istenildiginde alet oraya sabitlenip dinlenilmektedir. Gazetelere de yansidigi gibi siradan vatandaslar, amatör telsizciler, gazeteciler cani sikildiginda veya merak güdüsüyle ellerindeki bu türden aletlerle araç telefonlarini dinleyebiliyor." Dokümanda, MÎT ve Emniyet istihbaratinin örgüte yönelik gerçeklestirdigi teknik takip yöntemlerinden de genis ölçüde bahsediliyor, özellikle MiT'in yürüttügü dinleme ve teknik takip faaliyetlerinin adim adim, tüm yönleriyle anlatilmis olmasi, örgütün devlet içindeki unsurlarindan ya da baska bir baska ülkenin istihbarat servisi tarafindan bilgilendirildigi seklinde yorumlaniyor. 1993 yilinda hazirlandigi tahmin edilen örgüt belgesinde MÎT ile ilgili söyle deniliyor:
        "Telefon dinleme ve taramalari Tahtakale Telefon Müdürlügü tarafindan, bizzat MÎT tarafindan yürütülüyor. Çalisanlarin çogu MÎT ile iliskili veya görevli. Isleyis söyle: MÎT, Tahtakale'de süpheli gördügü telefonlari dinlemeye aliyor. Dinleme, Serencebey'deki MÎT merkezinde yürütülüyor. Tahtakale ile Serencebey arasinda bu konuda direkt bir iliski var. Telefon taramalari, dinlemeleri özel aletlerle yapiliyor. Bu Özel cihazlar 1990 basinda geldi. Süphe çekenlerin basinda uzun konusmalar geliyor. Sadece Kadiköy'de 76 telefon sürekli dinleniyor. Araç telefonlari sürekli denetimde. Nedeni bilinmiyor. Fakslar da denetime alinabiliyor. 1993 basinda yeni cihazlar gelecek. Bunlar dinleme ve tarama islemini daha da kolaylastiracak ve çok farkli islevleri
olacak."        
Istihbarat birimleri, DHKP/C liderinin istihbarat faaliyetleri ile ilgili bu kadar bilgiye sahip olmasini, "bir dis istihbarat servisi tararindan desteklendigi" seklinde yorumluyor. Karatas'in yazdiklarindan, DHKP/Cnin de telefon dinleyebilecek donanima sahip olduguna isaret ediliyor. Güvenlik çevreleri, DHKP/Cnin lider kadrosuna yönelik çemberin gittikçe daraldigina dikkat çekerek, örgütün özellikle Yeni Türkiye Partisi Genel Baskani îsmail Cem'e ve Basbakan Yardimcisi Mesut Yilmaza yönelik Avrupa'da gerçeklestirdigi protesto eylemlerinin, çemberin daralmasi sürecini daha da hizlandirdigini kaydetti.
SISLIDEKI CANLI BOMBA MIT ELEMANI ÇIKTI!
        Gültekin Koç, saldin emrini Istanbul disinda bir çay bahçesinde, maskeli bir sahistan aldi. Sisli TEM'in tespiti: Ihmal degil. Bombaciyi besinci kata, sehit olan polis geçirdi. Bir merkez, isadami diye göstererek Gültekin Koç'la, sehit polis Naci Canan Tuncer'i üç ay Önce tanistirdi.
        Bombaci Gültekin Koç 1 Mayis 1996'dajd provokasyondan beri sahnede. Hakkinda 3 yil 9 ay hapis cezasi verildi. O, elini kolunu sallayarak dolasti. 1998'de polis gözaltina aldi, daha ekip otosundayken "MIT'ten gelen telefon" Üzerine serbest birakildi. DHKP/C adli bir örgüt eylemi üstlendi. Ancak Koç'un cenazesine ailesinin olusturdugu on kisilik gurubun disinda, hiç kimse katilmadi. Oysa, bu güne kadarki bütün eylemcilerine sahip çikan DHKP/C, cenazelerde de boy göstermistir. Bu cenazeye katilmamis olmalarinin, bu sava haklilik kazandirdigi da, ifade edilen düsünceler arasindadir.
        Sisli Emniyet Müdürlügü'nde 3 Ocak günü meydana gelen bombali saldiridan daha sonra, olayi arastiran Sisli Terörle Mücadele Sube Müdürlügü (TEM) nün tespiti, saldiriyi örgütleyen adresi ortaya çikardi: Polis memuru Naci Canan Tuncer'le, Gültekin Koç tanisiyordu. Is adami görüntüsü uydurulan Gültekin Koç'la Naci Canan Tuncer üç ay önce tanistirildi. Tuncer, tanistiran merkez nedeniyle süphelenmedi. Birlikte yemege çiktilar, zaman zaman görüstüler. Arkadasliklari üç aydir sürüyordu.
BESINCI KATA BIRÜKTE ÇIKTILAR
         Canli bomba Gültekin Koç, kendisini yöneten merkezin kurdugu bu iliski sayesinde rahatlikla içeri girip, besinci kata kadar çikabildi.
Koç 3 Ocak günü Sisli'de, Emniyet Müdürünün soförü Naci Canan Tuncer'e geldigini haber verdi. Tuncer ve i Koç yukari silah ruhsat ve pasaport bürolari ile Emniyet | Müdürü'nün makam odasinin bulundugu 5. kata çiktilar. Tuncer'in isi olmadigi zamanlar durdugu, Emniyet Müdürünün makam odasinin yanindaki çay ocaginda çay içtiler.
        Ancak Gültekin Koç makam odasina girmek isteyince, Tuncer süphelendi ve engel olmak istedi.
        Gültekin Koç'un bombayi patlatmasi üzerine, Tuncer sehit oldu. Yapilan arastirmada, polis memuru Tuncer'in örgütle bir alakasi olmadigi, MÎT içindeki bir ekibin tuzagina düstügü, net olarak tespit edildi.
        Saldirida, Emniyet Müdürü'nün Ikinci Soförü Murat Ergüder, polis memuru Süleyman Okkaya, bekçi Yavuz Meydan, Mehmet Kayikçi ve Derya Aslan, Hayati Bala ile pasaport islemleri için emniyete gelen Sabahat Kisakol adli vatandas yaralandi. Saldirinin hedefi, Sisli Emniyet Müdürü Selçuk Tariverdi idi.
HEP KORUNDU
  
Gültekin Koç 1997de, Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Insaat Fakültesi ögrencisiyken DHKP/C adina afis asarken yakalandi. Polis kayitlarina geçti. Koç Mayis 1996'daki eylemler nedeniyle göz altina alindi. Istanbul DGM'de, yasa disi örgüte yardim ve yataklik suçundan 3 yil 9 ay hapis cezasi aldi. Ama o günden bu yana elini, kolunu sallayarak dolasti!
KADIKÖY'DE SIVIL POLISI LINÇ
ETMEYE ÇALISANLARDAN!
   Gültekin Koç, 1976 Erzincan'in Çayirli ilçesi Doluca nüfusuna kayitli. Patlamada parçalanarak ölen Koç'un kimligi, kopan parmagindan alinan parmak iziyle teshis edildi. Koç, büyük provokasyonlarin yasandigi 1 Mayis 1996'da gözaltina alindi. Koç, 1 Mayis 1996'da Istanbul'da, bir sivil polisi linç etmeye çalisan grubun Içindeydi. O gün Kadiköy'de sol maskeli gruplar basta PTT ve bankalar olmak üzere 100'den fazla isyerini tahrip etmis, olaylar bittiginde Kadiköy taninmaz haldeydi. 200 milyar liralik maddi hasar meydana gelmisti. Kadiköy Altiyol'da maskeli gruplarin arasinda kalan iki Emniyet Müdür Yardim-asi ve dönemin Narkotik Sube Müdürü saldiriya ugradi. Bunun üzerine bir sivil polis müdürlerini kurtarmak için, havaya 9 el ates etti. Iste bu sivil polis aldigi sopa, tekme ve yumruk darbeleriyle agir yaralandi, linç edilmekten son anda kurtarildi. Aydinlik, dört yil önce provokasyonun içinde yer alan Gültekin Koç'u, fotografindan saptadi.
1998'DE TALIMATLA SERBEST BIRAKILDI
Canli bomba Gültekin Koç, Mayis 1996 eylemlerinde göz altin alinmasindan bu ana, hep korundu. 1998'de DHKP/C'ye yönelik bir operasyonda polis tarafindan göz altina alindi daha ekip aracindayken, MIT Istanbul Bölge Baskanliginda görevli bir yetkiliden gelen "bir telefon üzerine" serbest birakildi.
EMIRLERI, ISTANBUL DISINDA BIR
ÇAY BEHÇESINDE ALDI
   Canli bomba Gültekin Koç'un saldiri emrini, Istanbul disinda bir çay bahçesinde aldigi belirlendi. Emri veren sahis, DHKP/C nin Istanbul eylemlerine bakan MIT görevlisi.
HARBIYE ORDUEVINDE PATLATILAN
BOMBA ILE AYNI
        Gültekin Koç'un patlattigi bombanin kalintilari incelendi. 5 Ekim 2000 tarihinde Harbiye Orduevine yapilan intihar saldirisinda kullanilan bomba ile Sisli'de kullanilan bombanin malzemeleri ve yapilis biçiminin ayni oldugu tespit edildi. Tek fark, tetik sistemi. Harbiye Orduevin-de saldirida kullanilan bomba isiya duyarli, Sisli'de ise tetige basarak çalisiyordu.
IKI BOMBACI DA AYNI BÖLGEDEN
        DHKP/C adli örgütün Üyesi diye açiklanan Hüsamettin Ciner, 5 Ekim'de Harbiye Orduevi'ne üzerindeki bombalarla giremeden, ordu evinin yakininda bombanin patlamasi sonucu ölmüstü.
        Ciner'inde Gültekin Koç gibi, MÎT içindeki bir ekibin korumasi altinda oldugu belirlendi. Harbiye Orduevi'ne saldin da ayni merkezin emri ile gerçeklesmisti.
        Ciner'de Koç gibi, Kocaeli Sakarya bölgesinden yetisme. Ayni ekibin adamlari. 5 Ekim 2000, Türkiye'nin diren-   3 cinin kirilmasi için yürütülen, istikrarsizlastirma operasyonlari sürecinin baslangiç tarihi.
TUNCER'IN CENAZESINE ÇOK SAYIDA
SUBAY VE ASTSUBAY KATILDI!
        Sehit Polis Naci Canan Tuncer'in cenazesine, dönemin Emniyet Genel Müdürü Dr. Turan Genç ve dönemin Istanbul Emniyet Müdürü Kazim Abanoz, emniyet mensuplari ile 3. Kolordu ve Bati Garnizon Komutani Kidemli Albay Halil Ibrahim Tüysüz ile ti Jandarma Komutanligi personeli katildi. Tuncer'in cenaze töreninde çok sayida astsubayin resmi üniformalariyla hazir bulunmalari dikkat çekti. Emniyet Müdürü Abanoz törende yaptigi konusmada "Cumhuriyetin korunmasi mücadelesi araliksiz devam edecektir" dedi.
CENAZEYE SADECE AILESI KATILDI
  
        Gültekin Koç'un mensubu oldugu DHKP/C adli örgüt saldiriyi üstlendi. Ancak Koç'un cenazesine sahip çikmadi! Gültekin Koç'un cenazesi 4 Ocak'ta saat 16.30'da Adli Tip Kurumu'ndan, babasi tarafindan alindi, istanbul
Atisalani'nda bulunan "Kemer" mezarligina defnedildi. Cenaze törenine, sadece ailesinden olusan on kisilik bir toplulugun katilmasi dikkat çekti.
EMNIYETIN GENELGESI
   
Emniyet Genel Müdürlügü, Sisli Emniyet Müdürlügü'ne yönelik bombali saldirinin ardindan, emniyet teskilatina bir ay içerisinde 4'üncü genelgesini yayinladi. Genelgede, saldirilar konusunda daha duyarli olunmasi istendi. Içisleri Bakanligi Müstesar Yardimcisinin imzasini tasiyan genelge, 4 Ocak günü, 81 Ü Valiligine gönderildi. Genelgede DHKP/C ve TIKKO adli örgütlerin cezaevleri operasyonunun ardindan, bombali ve silahli saldiriya agirlik verdigi vurgulandi. Emniyet teskilatina bagli tüm birimlerin, askeri kurulus ve tesislerin açik hedef alindigi ifade edildi. Süpheli görülen kisilerin ve paketlerin hassasiyetle aranmasi istenilen genelgede, bu tür olaylarda görevli personelin, öncelikle kendi can güvenligine dikkat etmesi gerektigi kaydedildi. Emniyet Genel Müdürlügümün bombali ve silahli saldirilara karsi 2,18,21 Aralik 2000 tarihlerinde "uyan genelgeleri" gönderdigi bildirildi. Saldirilan degerlendiren üst düzey bir yetkili ise su degerlendirmeyi yapti: Intihar saldirisini PKK, gücünü kaybettigi dönemlerde kullandi. DHKP/C'de ayni yöntemi aslinda yapabilecegi baska bir yöntem kalmadigi için, acizlikten seçti.   Ayrica bir takim farkli kaynaklar emniyet kuvvetlerine yani polise yönelen bu eylemlerin sebebinin iç istihbaratin polise baglanmasindan rahatsiz olan güçler tarafindan organize edildigi de söylenmektedir. Bu sekilde polisin yetersizligi kanitlaninca iç istihbarat da asli yerinde kalmis olacaktir. Bu iddialarin dogrulugu, bu güne kadar kanitlanmadi. Onun için hiçbir kurum ve kisiyi zan altinda tutmamak gerekir.
 
PROVOKATIF BIR ÖRGÜT THKP/C ÜÇÜNCÜ YOL
  
        Galatasaraylilar",, "Güvercinliler", "Sanayi Dev- Genç", Otonom Dev- Genç", Gemüdçüler", "Üçüncü Yol" adlariyla bilinen bu örgüt, önce, Devrimci Yol ile Devrimci Sol arasindaki ayriligi ortadan kaldirmak için çikiyor. Bunu basaramayinca da, en «onunda "Üçüncü Yol" adinda karar kilarak bagimsiz eylemlere girisiyor. Sivil, isçi v.d. de içine alan Üçüncü Yol, asil örgütlenmesini Kara Harb Okulu'nda yapiyor ve Hamza Yalçin, Osman Tiftikçi, Ahmet Erdogan ile baslayan örgütlenme, giderek büyüyor. Ortaya çikarilmasi ve yakalanmasi basligi tarihte Üçüncü Yol'un üyelerinin Önemli bir bölümünün üstegmenlerden olustugunu gösteriyor.
        Üçüncü Yol, sivil ve asker bireylerin birlikte örgütlenmesini temel aliyor. Hazirlanan iddianameye göre, örgütün, "ordu içi kanadi" ve "sivil kanadi" olmak üzere iki kismi bulunuyor.
        Iddianamede sunlar söyleniyor: "Ordu içinde örgütlenmenin esas amaci, sivil örgütlenmeye 'ordunun imkanlari ile birlikte katilmaktir.1 Türk Ordusunun, oligarsinin temel diregi emperyalizmin (ABD) kukla ordusu oldugu kabul olunur. Bunun içindir ki ordunun devrimci olmasi imkansizdir. Bu nedenle ordunun imkanlari sivil kanat için seferber edilmelidir. Ordu içindeki üyeler para, ev, mermi, istihbarat, araç, gereç, sahsiyet ve kimlikleri vesaire ile sivil kanada faydali olmalidir. Mevcut ordu yapilacak 'devrim' esnasinda' parçalanmalidir.
        Güvenlik güçlerinin ele geçirdikleri belge ve malzemeler arasinda Üçüncü Yol'un istihbarata önem verdigi anlasiliyor. Çok çesitli eylemlere girisiyorlar. Yalnizca Silahli Kuvvetler içinde üsttegmen rütbesiyle görev yaptiklari
gerçeklestirdikleri eylemlerden birisi iddianamede söyle yer aliyor: "Eylemden bir gün önce Istanbul'da Hamza Yalçin'in evinde toplandiklari, Ömer Yazgan'in evde bulunan çantadan tabancalar çikartarak Hamza Yalçin, Ahmet Erdogan, Osman Tiftikçi ve Rahmi Yildirim'a birer adet tabanca dagittigi ve o gece saat 01.00'de Ankara'ya hareket ettikleri. Ertesi gün MHP Genel Merkez binasi, MISK binasi ve Bahçelievler Karakolu'nun tekrar istihbaratini yaptiklari, bu üç yerin birbirine yakin oldugu, adi geçen saniklar disinda bu eylemlere henüz kimlikleri tesbit olunamayan 4-5 kisinin istirak ettigi. Saat 19.00 siralarinda belirtilen eylemlerin gerçeklestirildigi. MHP binasi ile MISK binasina bomba atildigi ve belirtilen karakolun tarandigi. Saniklarin eylemlerden Önce iki adet Murat 131 marka taksi gasp edip bu araçlari kullandiklari ve saat tahminen 20.00 siralarinda Ankara'da otobüs terminalinde bulusarak Istanbul'a hareket ettikleri."
        Bu ve benzeri son derece cüretli hareketler de. Silahli Kuvvetleri bir an önce harekete zorluyor.
DEVRIMCI YOI’DA IKI TANIDIK ISIM!
                                                  
        Kökeni 1974'lerdeki Dev- Genc'e dayanan, ilk sayisi 1 Mayis 1977 yilinda yayimlanan Devrimci Yol adli dergi etrafinda örgütlenen grup, 1977- 1980 yillan arasinda gerçeklestirdigi bir çok eylemle Türkiye'yi darbe ortamina hazirladi. Bu örgütün iddianamesini inceledigimizde malum çevreden iki isme rastliyoruz: Astsubay Recep Erol ve Ali Görkey.
        437. Recep Erol: Adem oglu, Resmiye'den olma, 1950 dogumlu, Kayseri Bünyan ilçesi Cumhuriyet mah. Nüf. Kayitli. Ankara Incirli Yunus Emre Cad. Tezol Sokak 31/ 8'de oturur. Etimesgut Zirhli Birlikler Okulu 2. Alay 1, Tank Taburu nda Astsubay.
        Sanik Ali Görkey ile birlikte, sanigin Incirli Tezol Sokak 31/18 nolu evi kiraliyarak bu yörede ikamet etmeye basladiklari.
        Bu bölgede, Devrimci-Yol adina faaliyet gösteren Hasan ve Hüseyin adli kisilerle tanistiklari, sanigin evin anahtarlarini Hüseyin'e vererek, bu evin örgüt içinde yer alan bazi kisilerin, örgüt amaçlan dogrultusunda seminer ve toplanti yapmalarinda kullanilmasini sagladigini, bazi zamanlar kendisinin de bu evde düzenlenen toplantilara katildigi,
        Ömer Zafer Müçtebaoglu ve Ahmet îrfan Türkoglu'nun zaman zaman bu eve giderek sanigin yoklugunda,bazi örgüt militanlari ile birlikte toplanti yaptigi,
      - Ayrica örgüte maddi destek saglamak amaci ile sanigin, örgüt adina para yardiminda bulundugu, Sanik Fecire Kocaman tarafindan getirilen Devrimci
Yol dergilerini, bedelleri üzerindeki para ile satin alarak örgüte parasal yardimda bulundugu, Sanik Ali Görkey'in klasör E/18'daki anlatimi, ayni klasördeki Fecire Kocaman'in beyanlari, klasör K/7'deki Ömer Zafer Müctebaoglu'nun, klasör H/6'daki Ahmet îrfan Türkkoglu'nun ifadeleri ile sanigin, örgüt mensuplarina yer temin etmek suretiyle yardimda bulundugu anlasilmistir.
        438. Ali Görkey: Halil oglu, Nurten'den olma, 1951 dogumlu, Eskisehir Merkez Akcamii Mah. Nuf. Kayitli. Ankara Incirli Yunus Emre Cad. Tezol Sokak 31 / 18'de oturur. Kara Harp Okulu'nda Muh. Astsb. Sanik Ali Görkey'in, Incirli bölgesinde Devrimci Yol Örgütü adina faaliyet gösteren Hüseyin ve Hasan adli kisilerle tanistigi ve bu sahislarin etkisinde kalarak Devrimci Yol'un görüs ve fikirlerini benimsedigi, Incirli Tezol Sokak 31/18'deki evi diger sanik Recep Erol ite birlikte kiraladiklari ve bu evde Örgüt içinde yer
alan Hasan, Hüseyin, Tahsin Soylu, Fecire Kocaman ile birlikte muhtelif tarihlerde toplanarak seminer çalismalari yaptiklari,   - Ayrica evin anahtarlarini     Hüseyin adli örgüt üyesine vererek, kendi yoklugunda evi örgüt mensuplarina açiktutarak, örgütsel faaliyet ve amaçlar için kullandirdigi,Fecire Kocaman tarafindan mutad olarak kendilerinegetirilen Devrimi Yol dergilerini, sanigin dergi bedeli üzerinden para vermek suretiyle satin aldigi, zaman zaman karsiliksiz para vermek suretiyle örgüte mali destek sagladigi, Sanigin klasör E/16'daki ikrari, ayni klasördeki Fecire Kocaman, Recep Erol'un anlatimlari, klasör K/7'de sanik Ömer Zafer Müçtebaoglu, klasör H/6'daki îrfan Türkoglu'nun ifadelerinden anlasilmistir
KRIPTO SOLCULARI
        Takiyye, Kitman ve Kripto solculari!
        Önce özetler: Bugün ahlak, dürüstlük, demokrasi, Atatürkçülükten dem vuran birtakim medya elemanlarinin, geçmiste ülkeyi kiskirtma ve provokelerle nasil darbe ortamina sürüklediklerini irdeliyorduk. Iste tam bu esnada...
    72 darbesi yaklastikça Ilan Abi' ve korosu çalismalarina hiz verir. Ilan Abi, bazi hassas dengelerden Ötürü Cumhuriyet'te kaleme alamadigi yazdan, içinde biriktirmek yerine Devrim'de kaleme alir. Daha ilk yazisinin basligindan baslayarak büyük sermaye çevrelerine 'bindirir'. Buyrun: 'Baslik: "Bayar, Demirel, Koç, Burla, Taskent vd..' Yazi Türkiye'deki sömürü düzenini anlatiyor: 'Sömürü piramidinin tepesinde bir avuç adam vardir. Bunlari teker teker tanimak ve tanitmak devrimcilerin görevidir..' "Ilan Abi1 bu yaziyi yazdiktan sonra nasil derin bir 'oh' çektigini Cemal'e anlatiyor: 'Ilhan Selçuk, Devrim'deki bu yazisini yazdiktan sonra bir oh çektigini anlatmisti. Çünkü ilan derdinden dolayi Cumhuriyet gazetesinde, Koç'larin, Burla'larin, Taskent'lerin isimlerini geçirerek yazamadigini söylemis, bundan yalanmisti...' 'Ilan Abi'nin hayranlarinin basinda da genç denizci tegmeni Ali Kirca gelmektedir. Bu genç tegmen meshur 69 deniz subayi bildirisini kaleme alan atesli bir Marksisttir. Kirca, Ilan Abi' ve ekibi gibi tutuklandiktan sonra kisa süre içerisinde salinir. Ancak hapishanedeyken Selçuk'un yanina gelir ve su cümleyi söyler: 'Ben sizin hayraninizim..' Zaten dava arkadasi Dogan Avcioglu da Selçuk'a 'komutan' diye hitap etmektedir. Bazilari komutan yerine 'maresal' dendigini iddia etseler de Hasan Cemal bunun 'pek' dogru olmadigini söylüyor. Ancak komutan dendigi kesin. Medyadaki komutan!!
        Komünist medyanin bu darbeyi tesvik eden tarzi, 7 Nisan 1970 sayili nüshasinda tavan yapiyor. Baslik, 'Devrimci ordu gücü' ve metin: 'Siyasal Iktidarin sorumlu baslari, gaflet, dalalet ve hatta hiyanet içerisinde bocalamakta... Iste bütün bu kosullar karsisinda Türk Silahli Kuvvetleri'nin saglam, bilinçli ve örgütlü kadrolari, KEMALIST DEVRIM'i yeniden sürdürmek için eyleme geçmeye hazir ve kararlidirlar...1 Dikkat edilirse, nedense bu grup hep Mustafa Kemal demektedir. Ali Kirca yazdigi bildiride de ayni hassasiyeti göstermektedir. Uluç Gürkan, Deniz Gezmis ile yaptigi mülakatta da Atatürk kelimesini kullanmaktan israrla kaçinir. Devrim dergisinin logosunun altinda su slogan vardir: ldare-i maslahatçilar esasli devrim yapamaz. Gazi Mustafa Kemal..' Gazi, bir türlü Atatürk yapilmaz nedense. Isin içinde çapanoglu vardir çünkü. Hasan Cemal söylesin gerisini: 'Bu o zaman bilinçli bir söylemdi. Ben de benimsemistim. Bir yandan Atatürk, devrimci gençlere irkçi kokardi...' Ya iste böyle... Ve su cümleyi tekrar hatirlayalim: 'Ilhan Abi 1960'lann basinda neyse 1990'lann sonunda da oydu!' 'Ilan Abi! Kösende üç defa kocaman Atatürk yaz inanirim sana. Marksist takiyye yapmadigina ancak o zaman belki inanirim.
        Görüldügü gibi Ilan Abi ve çevresi 'O dönem' tipik bir Marksist takiyyeyi benimsemisler. Piyasada bir ismi bile vardi bu cins takiyyenin; Kripto Solculuk! Hasan Cemal'e göre bunun sebepleri vardi: 'Kripto solculuk! Bazi çevrelerin Dogan Avcioglu, Ilhan Selçuk çizgisinde olanlara dönük 'kriptolar' suçlamasi... Bu deyimi bizde meshur eden Metin Toker'di saniyorum... Onlara göre hepiniz komünist idiniz ama bunu belli etmiyordunuz. Çünkü bir yandan kanun korkusu vardi. Komünistlik, Bati demokrasilerinden farkli olarak Türkiye'de hapislik bir suçtu... Öte yandan askerle is tutarak politika yapmak isteyenler, Komünistligini saklamak durumundaydi. Çünkü Türk askeri müthis antikomünist idi. Komünistler askerin gözünde,Moskova ajani sayilirdi. Onun için de denirdi ki: 'Kriptolar kendi gerçek inançlarini gizler!' Sonra kendi kendine soruyor Cemal: 'Siz de mi takiyye yapardiniz?' Bu soruya hangi babayigit hayir cevabi verebilir ki?Enteresandir, 30 yil önce Cumhuriyette yazamadiklarini Devrimde yazip 'Oh' çeken, demokrasiye, çok partililige inanmayip bunu gizleyen, Atatürk kelimesini israrla kullanmayan Ilhan Selçuk tam 30 yil sonra sunlari yazabiliyor: 'ikiyüzlü olmak, kimligini gizleyerek karsindakini tuzaga düsürmek, zayifken dalkavukluk ederek güçlendigin zaman diklenmek, alacakaranlik kusaginda yasayarak kisiligini saklamak, marifetin meydana çikinca da salya sümük yerlerde yuvarlanip el etek öpmeye kalkismak dogal mi karsilaniyor?.. Bir toplumda ahlaksizligin hos görüldügü süreçte yozlasma çürümeye dönüsmez mi?..'
        72 Muhtirasi akabinde askerler birçok insani 'içeri' aldilar. Iskencelerden geçirildi insanlar, hapis yattilar yillarca, Gezmis, Aslan ve Inan gibi 'halk tipi devrimciler1 ipe gönderildi. Ama nedense darbeyi körükleyen, ülkeyi bir an önce darbe ortamina getiren bu ekibe çok fazla bir sey yapilmadi. Biraz içerde kaldiktan sonra hepsi islerinin basina geri döndüler. Olan Gezmis ve arkadaslarina oldu. Bu durum bazi eski tüfek Marksistleri hala rahatsiz ediyor. Iste Hasan Cemal'in kitabindan: 'O zaman beraat etmis olmaniz nereden kaynaklandi?
        Askerle is tutmus olmanizdan degil mi? Örgütlenmeniz derine, yani ordunun tepelerine dogru gidiyordu. Fazla kurcalanirsa isin içine kara ve hava kuvvetleri komutanlari da karistirilabilecekti. Onun için bir yerde kesmek zorunda kaldilar!1 Olayin 'dehset' boyutunu medya-cunta iliskisinin boyutunu görüyorsunuz degil mi? Nuh Gönültas sütununda birkaç gün önce, 'medyanin ele geçirilmesine' iliskin bir yazi yazmisti. Medyayi ele geçirmek iktidari elegeçirmek mi acaba? Hasan Cemal demokrasi lafini niçin çok gevelediklerini de itiraf ediyor: 'Demokrasi kendinizi korumak için gerekliydi. Ama eminim iktidari ele geçirdiginiz anda, sizin disinizda kimsenin demokrasiden, özgürlükten söz edecek hali kalmayacakti! Yani sizler demokrasiyi, hedefinize varmak için bir ara istasyon olarak, sosyalist devrime giden bir asama olarak gördünüz...' Demokrasiyi ara istasyon olarak görenler, simdilerde ekranlarda infaz yapiyor, sütunlarinda ahlak abidesi kesiliyorlar! Iste Cemal'in, Ilan Abi'nin genel karakteristigini ele veren cümleleri: 'Ilhan Abi iste böyle, çogulcu demokrasiyi kabulleniyor ama gönülsüz. Amaç olarak görmüyor, onun için bir araç..'
        Son bir olay aktarip bu ciddi yaziyi noktalayacagim. Hasan Cemal, 1986 10 Kasim'inda yazdigi basyazisinda, ilk baskilarda yer almayan 'özgürlükçü demokrasi' ibaresini eklemistir. Cümle suydu: 'Atatürkçülügün çagdas uygarligi ve özgürlükçü demokrasiyi amaçladigi bazi çevrelerde ne yazik ki unutturulmak istenmektedir...' Bu cümle Ilhan Selçuk'u oldukça sinirlendirir. Ertesi gün H. Cemal'in odasina gider ve sert bir sekilde tartisirlar. Cemal, kitabinda 'kapistik' diyor ve Selçuk'un sunu dedigini ekliyor; 'Atatürk hiçbir zaman özgürlükçü demokrasi demedi, çagdas uygarlik dedi...' Iyi de simdiki çagdas uygarliklar neyle idare ediliyor, komünizmle mi? Ve ayni Ilhan Selçuk, geçtigimiz cumartesi kösesinde sunu yazabiliyor: Toplumda "ahlak" diye bir kavram kalmadi mi?.. Bir insanin erdemli, dürüst, açik, dogru, güvenilir olmasi hiçbir deger ve anlam tasimiyor mu?..
        Yalancilik mi geçerli?.. Hamamböcegi gibi karanliga sinerek, tespih böcegi gibi ikiye katlanarak, kertenkele gibi yerlerde sürünerek yasamak artik ayiplanmiyor mu?' Bu sorunun cevabini en çok zat-i aliniz bilir Ilan Abim. Hörmetler!
INÖNÜ-MIT ILISKISINI FEHMI ISIKLAR SAGLIYORDU
        Serafettin Elçi: Fikri Saglar SHP Genel Sekreteri iken, Genel Baskan Erdal Inönü ona sunlari söylemis: "Benim MiT'le iliskilerimi Fehmi Isiklar biliyor." Tank Ziya Ekinci, Mehmet Ali Eren ve Ahmet Zeki Okçuoglu da Elçi'nin açiklamalarini dogruladilar. 2000'e Dogru, HEP kurulurken Aydin Güven Gürkan'in genel baskanligini MÎT'in önledigini de saptadi. Isiklar'in yolu böyle açildi. Fikri Saglar SHP Genel Sekreteri iken, Genel Baskan Erdal Inönü ona sunlari söylemis: Benim MiT'le iliskilerimi Fehmi Isiklar sagliyor. Erdal Bey'in nazarinda MIT'çi olmak kötü bir sey degildir. Bunlari muhtemelen, genel sekreterine bilgi vermek için söylemistir. Kötülemek için degil, o zaman hepsi SHP içindeydi. Bu açiklamayi 2000'e Dogru'ya Serafettin Elçi yapti.
        Elçi, Fikri Saglar'in, Inönü'den duyduklarini Ahmet Türk'e aktardigini belirtiyor. Kendisi olayi duyduktan sonra Türk'e sormus. O da dogrulamis. Ahmet Türk ise, SHP'den Mardin milletvekili adayi. Serafettin Elçi Tarik Ziya Ekinci, Mehmet Ali, Ahmet Zeki Okçuoglu, Ibrahim Aksoy, Zübeyir Aydar, Yasar Kaya ve Ümit Firat'in da bu olayi bildiklerini belirtiyor. ..... KITABIN DEVAMI    01 EYLÜL 2017 GÜNÜNDE BLOGDA YAYIMLANACAKTIR..
 
 
 

Benzer Kitaplar