AGUSTOSTA ELÇININ
BÜROSUNDA
Serafettin Elçi, bilginin Ahmet Türk tarafindan dogrulanmasi üzerine
"Nasil oluyor da MiT'le iliskili oldugunu ortaya attiginiz bir kisiyi,
düzene karsi mücadele vermek iddiasinda olan bir partinin basina getirmeye
çalisiyorsunuz?" diyor. Ahmet Türk, su yaniti veriyor. "Gelse de
etkisiz olur.
Elçi, bu konuyu Ahmet Türk'le bir kez daha tartisiyor. 27
Agustos'ta Elçi'nin Ankara'daki bürosunda Türk, Elçi'ye bir teklifte bulunuyor.
Seçime katilamiyoruz. SHP'yle ittifak yapamayiz. Refah'la iliskimizi
saglayabilir misiniz? Elçi, yeniden MÎT konusunu gündeme getiriyor. "Fehmi
Isiklar'in MIT'le iliskili oldugunu ortaya attiniz. Bu söyledikleriniz dogru
muydu" sorusunu soruyor ve Türk'ten ikinci kez: "Evet dogruydu"
yanitini aliyor. Bunun üzerine "Devlet, bu iki gücün bir araya gelmesini
istemez. Senin anlatimina göre, Fehmi devletin mutemed adamiysa, böyle bir
ittifaki sabote etmek için bütün imkanini, gücünü kullanacaktir" diyor.
Türk'ün buna yaniti ise, "Biz parti meclisinde çogunluktayiz. Fehmi bunu
engelleyemez" oluyor.
Ayni gün,
yani 27 Agustos'ta HEP MYK'si toplandi. Seçimle ilgili görüsmeleri sürdürmek
için, bes kisilik bir komisyon kuruldu. Komisyonda Fehmi Isiklar, Ahmet Türk,
Adnan Ekmen, Feridun Yazar ve Sirri Sakik yer aliyorlar. Serafettin Elçi,
Isiklar'in da komisyon üyelerinin bürosuna geldigini, kendilerinin parti
tarafindan görevlendirildiklerini, RP ile ittifak kurmak istediklerini ve araci
olmasini istediklerini söylüyor. Elçi söyle devam ediyor: "Fehmi ile
ilgili düsüncelerimi komisyon üyelerine de dile getirdim. 'Engel olur' dedim.
Ancak israr ettiler. Bunun üzerine RP ile iliskilerini saglamaya çalistim.
Refah'la temasa geçtiler. Ancak ertesi gün, parti meclisi toplanarak, benimle
ilgili görüsmeleri sürdürmek için, tek yetkili olarak Fehmi Isiklari seçti.
Bundan sonra Refah'la yapilan görüsmeler sonuçsuz kaldi. SHP'yle ittifak
kuruldu."
Serafettin Elçi, HEP'in
"danisikli hareket" karakterinin daha isin basinda belli oldugunu
belirtiyor. "HEP güdümlü kuruldu. Devletin kurulu düzenine zarar
vermeyecek noktaya kadar faaliyetine Izin verildi" diyor.
Elçi, "konuyu çok kisi
biliyor. Zübeyir Aydar da biliyor. 1 SHP'yle ittifak olunca, yaninda
arkadasiyla büroma geldi. * Bana SHP'den adaylik önerdi. Ona'da söyledim, Fehmi
ile ilgili söylenenleri. Cevap vermedi, basini önüne egdi" di* yor. Zübeyir
Aydar da, SHP'nin Siirt'ten milletvekili adayi.
IKI BOMBACI DA AYNI BÖLGEDEN
2000'e Dogru, konuyu Mehmet
Ali Eren'e de sordu. Eren sunlari anlatti: "HEP'in kurulus çalismalari
sirasinda Serafettin Elçi'ye gitmistik. O toplantida, bu gündeme geldi.
Isiklar'in genel baskanligi söz konusu degildi o dönemde, Gürkan adaydi. O
toplantida Ahmet Türk, Fehmi Isiklar gündeme geldiginde, Fikri Saglar'in MÎT'le
Erdal Bey'in iliskilerini Fehmi Isiklar'in sagladigini kendisine söyledigini,
bizzat söylemistir. Herkesin bu konuda temkinli olmasini da istemistir Ahmet
Türk."
2000'e Dogru: Aydin Güven
Gürkan'in HEP'e genel baskanlik girisiminin, MIT tarafindan engellendigi de
'saptandi. MIT, Gürkan'a baski yapti. Ve Gürkan, bir gecede genel baskanlik
girisiminden vazgeçirildi. Simdi anlasiliyor ki, Isiklar'in yolu açiliyordu.
ISIKLAR, VURALHAN'LA SIK SIK GÖRÜSÜRDÜ
Mehmet Ali Eren, "Ben,
Fehmi Isiklar'in baskanligi ne zaman ki gündeme geldi, karsi çiktim"
diyor. Ahmet Türk'ün ise, sahip oldugu bilgiye ragmen "Isiklar'in baskan
adayi oldugu toplantida, Isiklar'la Abdullah Bastürk'ün arasina oturarak,
Isiklar'dan yana tavir aldigini söylüyor. Eren, Fehmi Isiklar'in HEP Genel
Baskani olduktan sonra "sik sik eski savunma bakani Ercan Vuralhan'Ia
görüstügünü" de belirtiyor. Bunu etrafindaki kisilere de söylüyor. Eren,
Isiklar'in 17 Temmuz 1990'da yapilan Istanbul- Diyarbakir yürüyüsü öncesinde
Ercan Vuralhan'i aradigini ve yürüyüs için kendilerine yardimci olmasini
istedigini açikliyor. Isiklar, bu yürüyüs için, Vuralhan araciligi ile Içisleri
Bakani ile de görüsüyor. Eren, "Fehmi isiklar, riskli hiç bir ise
girmez" diyor. Mehmet Ali Eren, Ahmet Türk'ün Diyarbakir olaylarindan
sonra kendisine sunlari söyledigini de belirtiyor: "Mehmet Ali, bu adamla
ilgili kanilarim giderek pekisiyor. Otobüsün içine bomba atildiginda, biz
neredeyse boguluyorduk. Ama hemen ön kapi açildi ve Fehmi Isiklar'i özel tim
disari aldi."
Serafettin Elçi ve Mehmet
Ali Eren'in anlattiklarini, Tank Ziya Ekinci de dogruluyor. Ekinci sunlari
anlatiyor: "HEP'in kurulus dönemi sirasinda Mehmet Ali Eren, Ibrahim
Aksoy, Ahmet Zeki Okçuoglu, Ahmet Türk ve birkaç arkadas oturmus, partiye bir
genel baskan ariyoruz. Fehmi Isiklar'in adi geçti. Fehmi hakkinda Ahmet Türk endiselerini
beyan etti. Fikri Saglar'la görüstügünü, Saglar'in Inönü'den naklen, böyle bir
endise tasidigini belirtmis. Inönü, Saglar'a "haberin olsun" diye bir
konusma yapmis."
ISTANBUL DEDEMAN OTELINDE
Ahmet Zeki Okçuoglu da
Ahmet Türk, Serafettin Elçi, Mehmet Ali Eren, Ümit Firat, Zübeyir Aydar'in
bulundugu bir mekanda, Ahmet Türk'e soruyor. "Sizin söylediginiz bir sey
var. Fehmi Isiklar'in, MiT'le SHP arasindaki irtibati kurdugu yolunda..."
Okçuoglu, Türk'ün yanitinin "Dogru. Ne önemi var bunun? Normal
seylerdir" oldugunu belirti-yor. Bu görüsme Irak'ta soykirimin yasandigi
günlerde, Istanbul Dedeman Oteli'nde gerçeklesiyor. Okçuoglu, 2000'e Dogru'nun
sorusu üzerine, ayni konunun Tarik Ziya Ekinci'nin de bulundugu bir baska
görüsmede de tekrarladigini vurguluyor.
2000'e Dogru, Ahmet Türk'ü
de Mardin'deki ikametgahi Kasr-i Kanco'dan aradi. Ancak görüsme imkani
bulunamadi. Muhabirlerimiz, Fehmi Isiklar ve Fikri Saglar'a da -seçim dönemi
nedeniyle- ulasamadilar.
"GERILLACILIKTAN MIT'E, MIT'TEN
PENTAGON'A" SUÇLAMALARINDA BIR PORTRECI
CENGIZ
ÇANDAR... ;
DERIN DEVLET MIRASINI SOLDA ADRESLEMESI
Aydinlik basin-yayinin
çiraklik okulunda okuyup d* sonra kopusun ya da savrulusun bir yediliginde
"iki cami arasinda kalan bi-namaz" muamelesinde, birçok karanlik ,|
odagin adami suçlamasina maruz kalan portrenin açilimindaki okumayi
temellendirecegimiz kaynak temini tamamen solun kendi alaninin isaretlerinde
bir yol ve yolcu j muhabbetidir. "Yolcu mekan tutmaz" esprisinde,
belli j ikametgahlarin fotograf karesine yerlestirilen suretin durusu, süphesiz
bu günden öte ya da bir baslama noktasinin ilk adimina dairlikle bir anlam
muhatapligi içermektedir. Bizce anlama dairlik soyutlamalardan öte bir özne
nitelemesindeki sifatlama oldugundan, öykü içerigindeki j kayda degerlikle
iliskilenmek zorundadir. Solun öykü okumalarinda rol üstlenmis tüm tiplerin, bu
tür bir potansiyel dönüsümüne isaretlenen griftlik, onlarin karsitlik
tanimlamasinda barindigina olan inancimizdir. Bir nevi ötekilesen, öteki
anlamini ortaya çikaran kompozisyon, bu içerigi adlandirmaktadir. Cevizin
kabugunu kirmayan, bütün özün kabukta oldugunu sanir.
Kavramsal ifadeler, solun
bu kabuk muhabbetinde barinan bir gizin açilimini engellemek için örülmüs duvar
gibidir. Duvarin öte yaninda asil yüzünü saklayan sol, bu yanda bir çok
maskenin altinda "birçok sey" olarak tanimlanmaktadir. "Ancak
bîr benzerim öldürebilir ben iyi dîllendirenlerin ifsaatlarinda elbet bir
benzerligin okun-masindaki anlamda, bir payda hanesiyle anlam kazanir. Bir oyun
gibi vaziyet alan dünlerin nostaljisini bugün gerçekliginde okumak ne adinadir
bunu da durusla ifadelendirmek gerekir kanisindayim. Durusun anlamina konu
kildigimiz derin devletin iliskilerinde, asli eleman vazifesinde yer alanlar suçlamasinin
harmanlanmasinda, bu sefer de Cengiz Çandar ismine yönelik bulgulari
aktariyoruz. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitiren, ODTÜ'de Uluslararasi
Iliskiler Asistani olarak çalisan simdi gazeteci ve yazar olan Cengiz Çandar,
1971'de eylemlerde boy gösterip tutuklandi. Filistin kamplarinda gerilla
egitimi aldi. Bu kampta öldürülen Türkiyeli devrimcileri ihbar etmekle
suçlandi. Bu devrimcilerden Bora Gözen, bir çok Aydinlikçinin "çocuklarina
ismi konacak kadar degerli" birisi olarak kabul edilmektedir. Dogu
Perinçek'in ?oglu da bu ismi tasimaktadir.
Cengiz Çandar'in
Filistin'deki yasamini, Faik Bulut suçlayici bir sekilde "Filistin
Rüyasi" isimli kitabinda anlatmaktadir. Cengiz Çandar1 in gerçek yüzü,
diye konu ele alinmaktadir. "Ankara'dan tanidigim Cengiz Çandar, Müfit
Özdes, Sahin Alpay'in bu örgütte oldugunu biliyordum. Biz El-Fetih kampinda
egitim gören Türkiyeli devrimcileriz. Beyrut'a geçmek istiyoruz.
Arkadaslarimizdan Cengiz Çandar'in örgütünüzde misafir oldugunu biliyorum,
onlarla görüsmek istiyorum, dedim. Cevaben "öyle kimseler yok"
dediler. On bes gün sonra, tekrar Demokratik cephe bürosuna ugradim.
Buradakiler beni görünce son derece sinirli bir sekilde: Cengiz seni tanimiyor.
Hain ya da polis olabilirsin. O, öldürülmen yolunda öneride bulundu. Ancak ben
seni kovmakla yetiniyorum. Defol git! Seni kimse görmek istemiyor..."28
"Filistin'de
savastigi" yolundaki propagandayi kisisel hirs ve yükselme, devlet
kademelerinde yer kapma ve reklam için kullanan Çandar... Kendini Sam'dan
çagirip egitim kamplarina inmeyi Öneren arkadaslar için de haindir, ajandir
öldürün fetvasi verirdi... Ayrica Çandarlioglu ailesinin kapikulu oldugu,
ugrunda nice sadrazam kellesi verdigi Osmanli Imparatorlugunun yikintilari
arasindan
çikan son Türk devletinin basina bela olurlar maazallah... "Israil
zindanlarinda yedi yil sürecek ikametim basliyordu. Cengiz Çandar'in demokratik
cephe araciligiyla tehdidi, korktugu için gizlenen... kadar sürüklenmemize yol
açan ve belki de bu nedenle bunca devrimcinin katledilmesinin vebalini tasiyan
Cengiz Çandar.. Hiram Abas'in anlattiklari, Özal'in özel bölmesinde. MIT'çi
olmak, Cengiz'e az gelir. Talabani'yle Özal adina görüstü. Asil Nadir için
kahramanca dövüstü. Filistin'den Pentagon'a uzanan çizgi. NATO egitimcisi. Cengiz
Çan-dar o meshur Sam ziyaretinde Özal'in yaninda. Gazeteci görünüsü adi altinda
elbette. "Kidemli gazeteci ve yazar" görünüsünün ardindaki gerçegi
aydinlatti. Cengiz o geziye Dis Islerinin tavsiyesiyle özel olarak çagrildi.
Baska bir yerin tavsiyesiyle de çagrilmis da olabilir. Çandar, gezi dönüsü
Hiram Abas'i övmekten çekinmedi. MIT, artik dis istihbaratla ilgilenecekti.
Hiram Abas çok modem bir insandi, bunun için çok rahat iliski kurmuslardi.
TESKÎLATIMIZDANDIR
Yeni Yüzyil muhabiri, eski
ANAP'Ii bir bakanla konusuyor, söz "basindaki Özalcilara" geliyor.
Basindaki Özalcilar söz konusu olunca Çandar kaçinilmaz olarak konusulacak.
Bakaran sözleri aynen söyle: Bir gün bana Hiram Abas, Cengiz için: "Bizim
teskilattan" demisti. Ne zaman MiT'le iliskiye geçti bilmiyorum. Ama
Filistin'den sonra galiba.
Soru: Hiram Abas, MiT'in
böylesine önemli bir adamindan bir bakana niye söz etsin? Kaldi ki bu konularda
"ketum" bir istihbaratçi oldugu biliniyor.
Yanit: Bunu her hangi bir
bakana söyleseydi, soru gerçekten önemli olurdu. Ama söz konusu eski bakan
"basbakan adina MiT'le iliskileri sürdürmekle görevli" idiyse manzara
degisir. Cengiz'i Özal'a tavsiye etmis baska yer böylece ortaya çikmis oluyor.
Sam gezisinde Cengiz Çandar'in, sari basin kartindan baska bir kart daha
tasidigi anlasiliyor. Cengiz Çandar, MIT mensubu dogru. Ama, büyük haber mi
simdi bu? Artik degil. Cengiz, Çankaya'nin has adami, MiT'in büyük patronuyla
al takke, ver külah iliskiler içinde. MIT mensubu olmus olmamis ne fark eder.
ÖZAL'IN MESAJINI GÖTÜREN ADAM: ÇANDAR
Ertugrul Özkök, 22
Subat tarihli yazisinda sunlari yaziyor: Bize, geçen hafta basinda
"yazilmamak" kaydiyla aktarilan bir olay, dün "Türkish Daily
News" gazetesinde patliyor...
Cumhurbaskani Özal ile
Irak'taki Kürt hareketinin liderleri arasinda, dolayli bir iliski kurulmus
durumda. Gazetenin haberi Londra çikisli. Yani büyük ihtimalle iliski Londra'da
kuruluyor. Hemen belirtelim ki bu iliski resmi ya da direkt degil. Resmi hiçbir
sifati bulunmayan ama bölgeyi iyi taniyan biri bu iliskiyi sagliyor. Kürt
liderleriyle konusan kisi, "Cengiz Çandar"dir. Her ne kadar resmi ya
da direk diyemeyenler aslinda bir nevi manipülasyon yapmaktadirlar. Bölgeyi iyi
taniyan kisi de-dikleriyle de adreslemeyi yapmaktadirlar. Büyük ihtimalle bu
iliskiyi özkök'e anlatan ya Çandar, ya da özal'dir. Simdi bu iliskinin gelisim
seyrini Yeni Yüz Yil'dan31 okuyalim. Özal'in mesajini Talabani'ye götüren:
Cengiz Çandar.
Çandar, önce Paris'e gitti.
Talabani'nin çevresine "onunla mutlaka görüsmem lazim" dedi,
"Özal'in çok önemli bir mesajini getirdim." Bu haber üzerine Talabani
Çandar'i buldurtuyor ve görüsme böyle gerçeklesiyor. Talabani cevabini
Çandar'la degil Istanbul'daki bir Kürt yazariyla veriyor Özal'a. Cengiz Çandar
Talabani'yi bulmusken, gazetesi için röportaj yapmayi da ihmal etmiyor tabii.
Röportaji, Günes'in 27
Subat tarihli sayisinda yayinlaniyor. Hem Talabani'yle, hem diger Kürt
liderleriyle yapilan konusmalarin mahiyeti okununca, ortaya Cengiz Çandar'in
asil kimligi yansiyor. Çandar, bir gazeteciden çok, bir resmi görevlinin
gözüyle bakiyor karsisindakilere.
DISISLERI BAKANLIGI BEKLIYOR
"Gizli diplomat!"
Bir köse yazari, Cengiz Çandar için bu tanimlamayi yapiyor. Gizli diplomatlar,
Özal devrinde açik diplomatlardan daha önemli roller üsteleniyorlar. FKÖ ile
iliskisini, herhalde MiT'ten emekli olunca kendisi yazacak. Cengiz Çandar,
gizli diplomat olarak kalmak niyetinde degil. Kösk yazarlari hayal gücünden
yoksun adamlar. Özkök Moskova büyük elçiligi bekliyor.
Olmazsa MIT Müstesarligina
razi. Cengiz Çandar'in gözü yükseklerde Her halde Washington Büyükelçiligi
falan talep eder. Yakin dostlarina, bu beklentisini açik açik söylemis. Simdiki
ruh halini bilenler, "hirsli adam, devamli ön planda olmak için her seyi
yapar" diyorlar. Özal bunu pratik yoldan çözer, olmazsa üç bes tane
disisleri bakanligi bile kurdurur.
Bu adamlari tatmin edip
yaninda tutmak için "dejenere etmeyecegi yapi" söz konusu mu ki?
Geçmiste devrim sevdasiyla bir sürü serüvene çikanlarin bu günkü halleri aslina
rücu etmekten öte bir anlama dönüsmüyor. "Ihbarciligini" çalistigi
gazetede devam ettirdigi söylenen Cengiz Çandar'in Mehmet Atabek ve Ahmet
Altan'in Günes gazetesinden atilmasini kendisinin sagladigini, açikça
yazilariyla savunmustur.
Gazeteci Metin Münir'in
atilmasinda da, yine bu aktörün rolü oldugu iddia edilmektedir. Kibrisli is
adami Asil Nadir'le de oldukça yakin dostluklar kuran Cengiz Çandar, Rauf
Denktas'in da zaman zaman yakininda bulundu. Derin devletin görev alani onu
neyle iliskilendirmisse, vazifesini yapmaktan çekinmedi.
Bizce hiçbir mahsuru yok
lakin "mahallenin namusunu korudugunu" sanan solcularin aslinda
mahallenin tüm kizlarinin, cümleten hepsinin dul oldugunu ögrendiklerindeki ne
olur, bilemeyiz. Asil Nadir'in gazeteleri batinca Günaydin'i, Yavuz Gökmen
çikariyor. Yavuz Gökmen de eski bir solcu. Mahir Çayan'in yakin arkadasi.
Oglunun adi: Altan Çe. Isim Che Guevera'dan geliyor. Özal'a yakinlasan devletli
gelenegin bu solcusu da, digerlerinden farkli degil.
Özal'a 'Baba' Semra hanima
'Ana' diyor. Asil Nadir'in batisiyla, yeniden Hürriyet gazetesine döneceginin
söylentileri, ilgili ve yetkili kisilerce referans ediliyor. Bir zamanlar Cem
Duna'nin basinda oldugu TRT'de yüksek görevler bekleyen Cengiz Çandar,
Disisleri, Bakanligi'na da talip oluyor. Hatta MiT'in sivillesmesini
dillendiren Özal'in "MIT müstesari" bile olabilirdi, diyenler var.
"Bir Pentagoncu bu ise
çok yakisir" diye düsünülmüs olabilir. Aracilari degerlendirmede nasil
olsa sinir yok. Bundan öte, bir çok devlet adamiyla oldukça yakin iliski içinde
olan birisinin, derin devletle iliskisine, daha söyleyecek ne olabilir. 'Cengiz
Çandar, önemli adamidir' notunun ötesinde bir durusla alakalari, oldukça fazla
zaman olmustur. Eskiden yakin çevresinde bulunmus olanlarin yargisi böyle.
DEVLET KORUMASINDA
Yeni Yüzyil'in iddiasinda;
Cengiz Çandar'in, -devlet kaynaklarina göre- FKÖ'nün "ölüm
listesinde" oldugu söylenmektedir. Yine ayni Yeni Yüzyil'in iddialarina
göre; devlet, Cengiz Çandar'i korumaya aldi.
Cengiz'e "Ölüm
listesinde" oldugunu herhalde meslek daslarindan biri haber verdi. Devlet
adamlarini devlet korur. Bütün çabalara ragmen Cengiz'in "öldürülme
korkusundan" kurtulamadigi, bunun için de sik sik yurt disina gönderildigi
yazilmaktaydi.
Filistin konusunda uzman
bir gazetecinin yüzyil yaptigi açiklamada, Cengiz'in ölümle tehdit edilmesi,
yazilarindan degil, iliskileri ve bilgileri oraya buraya tasimasindandir.
"MEHMEDIN KÎTABI"NA CIA GÖLGESI
"Yazdigi kitap için
CIA baglantili bir vakiftan 59 bin dolar aldigi bildirilen Nadire Mater,
"Vakfin katkisi olmasaydi, kitabi zamaninda bitiremezdim" dedi.
Gazeteci- yazar Nadire Mater'in kaleme aldigi "Mehmedin Kitabi"nin,
CIA'yle baglantili bir vakfin destek verdigi ortaya çikti. Iddialarin dogru
olmadigini savunan Mater, internette tesadüfen buldugu HYPERLINK
"http://www.Macfaund.org" adli siteye basvurup, kitabi için burs
aldigini anlatti.
Kitabinda, John D.and
Catherine T.Mac Arthur Foundation- küresel güvenlik ve sürdürebilirlik programi
arastirma ve yazma girisimine sagladigi destek için tesekkür ettigini belirten
Mater sunlari söyledi: 'Tüm dünya yazarlarina açik olan vakfin, CIA baglantili
oldugu öne sürülen "The Mac Arthur"la isim benzerliginden baska
benzer bir yani yoktur. Bu vakiftan burs almaya layik görüldüm. Bir yillik
sürede, arastirma ve yazma karsiligi olarak 59 bin dolar aldim. Vakfin katkisi
olmasaydi, kitabi zamaninda bitiremezdim."32 Grup ve bireysel çalismalara
bagis yapan özel ve bagimsiz statüdeki vakif, temelde insan ve toplum gelisimi
ile küresel güvenlik konularindaki arastirmalara yardim sagliyor. Vakif,
medyada ilerleme ve farklilik öngören projelerle, yaratici gayretleri ödüllendiriyor.
Merkezi Chicago'daki vakif, yilda 170 milyon dolardan fazla bagis yapiyor.
Konuyla ilgili daha genis ve detayli bir yazi kaleme alan Emin Çölasan33,
Hürriyet gazetesindeki kösesinde sunlara degindi.
"Bayan Nadire Mater,
bir yabanci kurulustan tring para 59 bin dolar aliyor ve PKK ile yapilan
mücadeleye katilan askerlerimizi konusturuyor! Terhis olan askerler, vatan
görevi döneminde PKK ile zorla savasmislar, açlik ve sefalet çekmisler,
tahtakurulariyla bogusmuslar, perisan olmuslar. Bayan Mater yabanci kurulustan
bu parayi nasil almis? Bu sorunun yaniti yok. Kitabin Önsözünde vakfa tesekkür
yazisi var ama paradan hiç bahsetmiyor. Bu nasil isse... Siz bir kitap
yazacaksiniz. Bu kitapta konusan kisilerin ismi cismi yok. Bunlari konusturup,
Türk ordusuna çamur atacaksiniz, PKK 'yi yücelteceksiniz ve bir yabanci vakif
size "para pesin kirmizi mesin" yardimda bulunacak. Her halde
gözünüzün kasinizin hatirina. Kitabin yazan yargilanirken içerden, disardan bir
sürü entel libos mahkemeye gelip izleyecek, fikir özgürlügü nasihatleri
verecek! Türkiye'de kimlerin, nerelerle ne irtibatlari var iste
belgeleriyle, küçük bir enstantane anektodu. Belgesi 59 bin dolarin içinde! Al
siparisi Amerika'dan, koy cebine parayi, yaz kitabi. Sonra da derin devlet, Gladio
teraneleriyle, sütten çikmis ak kasik muhabbetiyle suçla dur birilerini...
Solcu bayan Nadire Mater, 'Mehmedin Kitabi'nin önsözünde söyle diyor: Bu
kitabin yazilmasindan, elinize kadar ulasmasina kadar geçen her aninda Ertugrul
Kürkçü yanimda olmasaydi, bu çalisma olmazdi."
Demek ki "derin
devletin ajani olmakla" yillardir kendi arkadaslari tarafindan itham
edilen Ertugrul Kürkçü, hep yanindaymis. Geçmisin eli silahli solcusu Ertugrul
Kürkçü'nün kim oldugunu merak edenler, Kizildere'deki olaylari hatirlayanlara
sorabilirler. 12 Mart 1971 dönemini yasayan Ramazan Münir Aktolga'nin
anlatimlariyla bu hadiselerde kimlerin rolü oldugunu daha iyi ögrenebilirsiniz.
Bayan solcu gazetecinin, Hürriyet gazetesinde çikan yazisini okudunuz. Vakif
merkezi Amerika'da degilmis de merkezi Isviçre'deymis. Vakfin tüm yöneticileri
"CIA" baglantili. Simdi bir parantez açip baska bir konuya geçelim.
Nadire Mater-Ertugrul Kürkçü isbirligi sadece 59 bin dolarlik Mehmedin
Kitabi'nda degil, baska alanlarda da sürüyor. Isin içinde meshur insan haklari
takimi da var. Bu ikili, BIA isimli bir internet sitesi kurdular... Ve
Türkiye'ye bes kurus koklatmayan Avrupa Birligi, bunlara tam 770 bin Euro
(yaklasik 670 bin dolar- 800 milyar lira) para verdi. Yabancilara parayla is
yapmanin tadina varan solcular, bunun tadina da iyi vardilar. Görevlerini büyük
bir ihtimamla yerine getiriyorlar. Ilkeler, inançlar kapitalizmin tezgahlarinda
dönüsüp, pazar metasinda yeni yolculuklari kucakliyor, ya da kucak kucak
oynuyor. Bayan solcu ve "CIA" destekli hanimin kitabindan bir örnekle
paranin kimler için degerli, kimler için degersiz oldugunu örnekleyelim. 59 bin
dolarlik kitaptan: Tek bir merminin fiyati 700 dolardi. Bir seferde bos yere 20
mermi sallanirdi. O mermiler, yükselen enflasyon ve artan zayiat olarak geri
dönerdi. Bayan Nadire, fevkalade yurtsever! Mermilerde dolar hesabi yapiyor,
enflasyon artisindan söz ediyor ama kendisi dolar ve euro ile çalismaktan
fatura olarak ülkeye ne maliyetler çikiyor, hiç düsünmüyor. Aslinda düsünmüyor
da denmez, bu solcularin asil göbek baglarinin nerelere adreslendigini
netlestirir. Derin devlet muhabbeti, cografyanin asil merkeziyle iliskilenen bu
adreslerdeki görevlilerin, bu ülkede hangi alan dizaynciligi-na soyunduklari da
artik asikar. Bu asikarliga vakif olan bir vatandasin sikayetiyle, Basin
Konseyi de olayi incelemeye aldi.
"NADIRE MATER- OSMAN TAYFUR MATER" ILISKISI YA DA SINIRSIZ
GAZETECILIKTE YOL GÜZERGAHI OKUMALARI
Ankara Devrimci Yol Davasi
8 nolu Sanigi; Resat oglu Fatma Meliha'dan olma, 1949 dogumlu. Istanbul
Bakirköy Zeytinlik Man. Nüf. Kayitli. Ankara Maltepe Nigar Sokak 3/10'da mukim.
Gözetim tarihi: 27.11.1980 Tutuklanma Tarihi: 6.2.1981
1966 yilinda ODTÜ ögrencisi
oldugu sirada, sosyalist fikirli kisilerin üye oldugu "Sosyalist Fikir
Kulübü" Baskani Sinan Cemgil ile tanistigi, kulübe üye olarak, kulübün
hazirladigi ABD ile ilgili afis, bildiri dagitma ve yazi yazma islemlerine
katildigi,
1968 yilinda adi geçen dernegin kapatilip, tekrar kuruldugunda, yönetim
kurulu üyeligine Yusuf Aslan, Hüseyin Inan ve Ahmet Sina ile birlikte
seçildigi, Amerika aleyhine bazi eylem kararlan alarak Amerikan Elçisinin
arabasinin yaktirildigi, 1969 yilinda okulda meydana gelen boykot ve isgallere
katildigi, Sosyalist Fikir Kulübü yerine Dev-Genç adi altinda Fikir Kulübü
Federasyonu kuruldugu, sanigin da
bu dernege üye oldugu ve THKP/C görüsünü
benimsedigi, Dev-Genç'e bagli olarak 1971 yili sonlarina dogru tekrar açilan
"Sosyalist Fikir Kulübü" baskanligini üstlendigi, 5 Mart 1971 tarihine
kadar bu görevi sürdürdügü, Deniz Gezmis grubunun Amerikalilari kaçirmasindan
sonra ODTÜ'nde güvenlik kuvvetlerinin arama yapmak istemesi sonucu meydana
gelen olaylara karistigi, fotografindan teshis edilmesi üzerine Sikiyönetim
Komutanligi Askeri Mahkemesi'nde hakkinda dava açildigi ve TCK'nin 146/3
maddesi geregince mahkum oldugu ve 1973 Ekim ayinda kaldigi cezaevi den
saliverildigi, 1974 yilinda çikarilan Af Kanunu'ndan istifade ederek tekrar
okula kaydini yaptirdigi, 1976 yili Eylül ayi içerisinde Tandogan Meydani'nda
düzenlenen "DGM'ne Hayir" mitingine katildigi, yakalan-1^ diginda
üzerinde ruhsatsiz tabanca bulunmasi sebebiyle! hakkinda dava açildigi ve bir
yil hapis cezasi aldigi ancak] tecil edildigi, 1976 yili okul dönemi sonunda okulunu
bitirip Maden Mühendisleri Odasi'nda göreve basladigi burada çalismakta iken
tekrar siyasetle ugrasmaya basladigi, o dönemde çikan '"Devrimci
Gençlik" dergilerini ve \ 1977 Mayisi'nda çikan
"Devrimci-Yol" dergilerini ve1 "Devrimci-Yol"
bildirgesini okuyarak "Devrimci Yol" siyasetini benimseyerek bu örgüt
içerisine girdigi, ögrencilik yillarindan tanidigi örgütün genel komite
üyelerinden Akin Dirik, Mehmet Ali Yilmaz, Bülent Forta ve Ali Baspinar'in
kendisini iyi bir devrimci olarak tanimalari nedeniyle, örgüt adina
"Devrimci Yol" dergilerinin dagitimi üstlenen Selahattin Karatas
tarafindan idare edilen Emek Dagitim'in idareciligini üstlendigi ve Devrimci
Yol dergisi basim ve dagitimini üzerine aldigi, Akin Dirik'in talimati ile
Selahattin Karatas ile bir müddet çalistigi, bu ye re örgüt üst düzey
yöneticilerinden Mehmet Ali Yilmaz, Akin Dirik ve Bülent Forta'nin gelip
gittigi;
1978 yili baslarinda
Selahattin Karatas'in Emek Dagitim'dan tamamen ayrilmasi ile dagitim ve basim
islerini yalniz basina yürütmeye basladigi, dergi ve örgüt adina bastirilan
kitaplarin dagitilmasindan elde edilen geliri, adina açtirdigi bir banka
hesabina yatirdigi ve muayyen zamanlarda Akin Dirik ve Ali Baspinar'a çekerek
verdigi, 1979 yili Eylül ayi Içerisinde Emek Dagitim'da, yasak bildiri ve sol
yayinlarin bulunmasi nedeniyle Sikiyönetim Komutanliginca kapatildigi,
Örgüt tarafindan
gerçeklestirilen kuyumcu soygunlarindan elde edilen altin ve diger mücevheratin
paraya çevrilmesinde araci oldugu ve Karaman'da kuyumculuk yapan Kadir Dinççi
Ali Baspinar'la tanistirdigi, Kadir Dinç tarafindan adina açtirdigi banka
hesabina muhtelif defa, büyük meblalarda para gönderildigi ve bu paralari zaman
zaman Ali Baspinar' a aktardigi,
Devrimci Yol örgütü adina
Emek Dagitimi idare etmekte iken, gayri nizami savas taktigi hakkinda
arastirmalar yapmak için ODTÜ kütüphanesinden konuyla ilgili Ingilizce kitaplar
aldigi, daha sonra bu kitaplarin istihbarat teskilati ile ilgili olarak
düzenlenen dokümanlar arasinda ve Cahit Mutlu'nun evinde yapilan aramada elde
edildigi, bir tutanakla ODTÜ yetkililerine iade oldugu,
"Aydinlik"
yayinlarinin "Kontrgerilla" kitabini okudugu bu konudan Ali
Baspinar'a bahsettigi, merkez komitesince "Devrimci Yol" örgütünün
görüslerinin engellenmesinde ve Türkiye'deki devrimci güçlerin çalismalarini
engelleyen devletin üst düzeyindeki kisiler, fasist olarak taninan sahislar ve
isyerleri hakkinda eylem düzenlenmesi ve bunlarin tam istihbaratlarinin
yapilmasi için bir istihbarat biriminin kurulmasi karan alindigi, merkez komite
üyesi ve Askeri kanat sorumlusu Ali Baspinar'a bagli olmak üzere, örgüt
elemanlarinin bulusma ve toplanma yeri olarak kullanilan Mehmet Baha Çetintas
üzerine açilan Sihhiye Halk Sokak 15/2'deki Anadolu Topografya bürosunda, örgüt
adina istihbarat çalismalarina basladigi,
Kendisine Semra Girsen, Nusret Sefa Akyürek (kod Tarik), Zekiye Sen ve
Huriye Yilmaz isimli örgüt mensuplarinin yardimci oldugu, günlük gazeteler,
yilliklar, telefon rehberleri, resmi gazete ve seçim istatistikleri gibi açik
kaynaklar; Emekli Sandigi, vergi daireleri, ele geçirilen defterler ve EGO gibi
kapali kaynaklar ve istihbarati yapilacak kisinin bizzat takip edilmesi
suretiyle elde edilen bilgileri fislere islemek suretiyle karteksledigi,
kartlara bilgilerin kaynagini belirmek maksadiyla renkli kalemlerle (+), (o),
(-), (x) isaretlerini koydugu, Ankara trafigine kayitli
otomobil plakalarini, vergi dairelerinden Semra Girisen vasitasiyla temin
ederek, harf gruplarina ve sahiplerinin soyadina göre fihristti defterlere
isledigi ve liste haline getirdigi, örgütün askeri kanat sorumlusu Ali
Baspinar'in tali- :4 mati üzerine, haklarinda eylem karan verilen Ülkücü
Gençlik Dernekleri Baskani Muharrem Semsek,
MHP Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Kamil Kutluay, Hüseyin Cahit Aküzüm,
Ülkü-Tek Baskani Ismail Hakki Aslan, Ercüment Yahnici, Ticaret Bakanligi
Müstesar Yardimcisi Bülent Öztürkmen, MHP Senatör Adayi Cevdet Koral haklarinda
istihbarat yaptigi ve kendisine bagli olarak çalisan, yukarida isimleri geçen
örgüt mensuplarina yaptirdigi, toplanan istihbarat belgelerini Ali Baspinar'a
verdigi, Istihbaratini yaptigi kisilerden Hüseyin Cahit Aküzüm, Ercüment
Yahnici, Sadik Özkan, Cevdet Koral'in öldürüldügü, Kamil Kutluay, Bülent
Öztürkmen, Ismail Hakki Aslan ve Muharrem Semsek'in öldürülmege tesebbüs
edildigi,
MHP'li yöneticiler hakkinda
Istihbarat toplayip ev adreslerini, telefonlarini, özel otomobili olanlarin
otomobil marka ve plaka numaralarini tespit ettirdigi,
Emniyet Genel Müdürlügü ve Ankara Emniyet Müdürlügü'nde görevli müdür
muavinleri ve sube müdürlerinin adres ve telefon numaralarini tesbit ettigi,
Anafartalar semtinde kuyumculuk yapan bazi sahislar hakkinda istihbarat
topladigi, Ordu Valisi Resat Akkaya, Kayseri Valisi Babür Unsal, emekli albay
Remzi Önder ve daha bir çok sahislar hakkinda istihbarat yaptigi,
Türkiye Gelisme ve
Arastirma Vakfi hakkinda istihbarat yaptirdigi, gerilla ve kontrgeril lanin
çalisma sistemi hakkinda sema düzenledigi, bazi oto plakalarini tesbit ettigi,
bazi yurt ve kuruluslar ile asayis ekiplerinin telefon numaralarim tesbit
ettigi,
Devrimci Yol Örgütünün
Türkiye çapinda ne gibi eylemler ve çalismalar yapacagi konusunda örnegin;
Elazig, Malatya, Tokat, Kayseri sehirleri askeri harekat açisindan birinci
derecede önem tasimaktadirlar, bu sehirlerde saglam bir sekilde tutunabilmek
için acil olarak askeri harekata ihtiyaç vardir; Erzurum, Yozgat, Kahramanmaras
sehirlerinde özel askeri harekat; Bafra- Çorum, Tokat-Fatsa dörtgeni içinde yer
alan bölge, ana askeri harekat bölgesi olmalidir... gibi istihbari bilgiler
hazirladigi ve harita çizdigi,
Bazi bakanliklardaki üst
düzey yöneticilerinin isimlerini tesbit ederek bir deftere yazdigi.
Yukarida bahsedilen yazi ve
belgelerin sanigin elinden çiktiginin tesbit edildigi,18.2.1980 tarihinde
"Devrimci Savas Birlikleri" militanlarinca gerçeklestirilen Amerika
Büyükelçiligi siyasi müstesarliklarindan birinin oturdugu ikametgahin
istihbaratini yapip Ali Baspinar'a verdigi, istihbarat islerinin yürütüldügü büronun
yerinin iyi olmadigini ve büroda çalisan Örgüt mensuplarinin uyusamadiklarini
ve istihbarat bilgilerinin büroda birakilmasinin sakincali oldugunu AH
Baspinar'a bildirmesi üzerine; Huriye Yilmaz Ali Bas-pinar tarafindan alindigi,
Zekiye Sen'i Ismail Tayfun Üstün araciligi Ile tanimadigi bir örgüt mensubuna
teslim ettigi, Semra Girsen ve Nusret Sefa Akyürek'e büroya gelmemelerini
bulusmalarini disarida yapacagini bildirdigi, Mehmet Ali Yilmaz'in Erhan Aygün
adina Tunali Hilmi Caddesi'nde açilan örgüte ait gümrük bürosundan
yararlanabilecegini söylemesi üzerine bir kisim belgeleri, bahsi geçen büroya
1980 Mayis ayinda tasidigi, Emek Dagitimdan kalma kitaplari Onur Is
Hani'nda "Mete" isimli bir kitapçiya teslim ettigi;
Örgüte ait gümrük bürosundaki bir oda tamamen kendisine tahsis edildigi ve
Erhan Aygün arasira kimin tarafindan birakilmis oldugunu bilmedigi iki adet
küçük telsizi adi geçene teslim ettigi, topladigi gizli belgeleri, alinan bir
kasada saklamaga basladigi, Erhan Aygün'ün büro ile alakasinin tamamen kesilmesi
için baska bir is bulunmasi yolunda Mehmet Ali ile görüstügü, Mehmet Ali
Yilmaz'in talimati üzerine Bati Sinemasi'nin Önünde, Mehmet Ali Yilmaz'a bagli
olarak örgüt adina gelir temin etmek için isyerleri açmakla görevli Halil
Kizilöz'ü, Erhan Aygün ile Sükrü ismi Ile tanistirdigi,
26.8.1980 günü Asayis Daire
Baskanligi binasinin bombalanmasi eyleminde kullanilan patlayici maddeyi temin
ederek, eylemi gerçeklestiren Mehmet Baha Çetindas'a verdigi,
Eylül 1980 ayi ortalarinda,
Halk Sokaktaki bürodaki bir kisim dokümanlari yeni büroya tasidigi sirada, Ali
Baspinar tarafindan birakilan ve içerisinde "subay elbisesi" oldugunu
ögrendigi bir çantayi, Ali Baspinar'in talimati üzerine, saklamasi için Ismail
Tayfun Üstün ile bulusmak üzere giderken takip edildigini hissedince bulusma
yerine gitmeyerek, çantayi Kuzgun Sokak'ta bir apartmanin bodrum katina
sakladigi,
Almanya'dan gelen iki kisi
tarafindan maden mühendisleri odasina birakilan bir notu alip kimlikleri tesbit
edilemeyen bu kisilerle bulusarak, Mehmet adinda bir kisi tarafindan gönderilen
ve içerisinde telsizlerin bulundugu bir kutuyu teslim aldigi, Mehmet Altun'un
"Taner Akçam" oldugunu anladigi ve telsizleri, Akay Caddesi'nde-ki
"Met Mühendislik" bürosuna biraktigi,
Aydinlik gazetesinde MIT ve Emekli Sandigi ilgili yazilar yayinlandiginda,
MIT mensuplarinin listesini temin edebilecegini düsünüp Semra Girisen'i
görevlendirdigi, Halil Kizilöz ve Erdogan Genç araciligi ile Semra tarafindan
elde edilen, MIT mensuplarina ait listenin fotokopisini temin ettigi ve Tunali
Hilmi Caddesi'ndeki bürodaki kasaya kilitledigi ve daha sonra bu listelerin
elde edildigi,
Gizli muhaberelerde
kullanilmak için Ingilizce yayinlardan faydalanarak Levis Karroll X sifresi,
Sovyet Istihbarat X sifresi, Porta X sifresi özetini çikarip arsivine koydugu,
Ali Baspinar tarafindan kendisine verilen Ankara Belediye Meclis Üyelerinin
listesini. Devrimci Demokratik Komünist Dernegi (DDKD) nce planlanan kutlama
günlerini, Türk Halk Kurtulus Ordusu'nun kullanacagi tuzakli çanta ile ilgili
yazilari, gözalti ve tutukevi devamli talimati, komutan ve servis araçlarinin
emniyeti ile ilgili yazi, Deniz Kuvvetleri Komutanligi karargahina ait özel
emniyet talimatini, yararlanmak üzere arsivinin arasina aldigi, Güvenlik
görevlilerince takip edildigini anlayinca merkez komitesi üyesi
Mehmet Ali Yilmaz'a, istihbarat çalismalarini yaptigi bürolardaki belge ve
dokümanlarin gizlenmesini söyledigi, bu nedenle Mehmet AH Yilmaz, kendine bagli
örgüt militanlarina talimat vererek saklattigi ve belgelerin bir kismi Cahit
Mutlu'nun evinde, bir kismi da saniklardan Engin Höke'nin göstermis oldugu
yerde ele geçirildigi,
Sahte kimlik
düzenlenmesinde kullanildigi anlasilan kimlik belgelerini, Kimya Mühendisleri
Odasi'na kayitli üyelerin kimliklerini doldurmak suretiyle, sahte kimlik
düzenlenmesinde yardima oldugunun anlasilmasi.
Füsun Göçmen adina, Canan
Balaban sahte kimligini düzenleyip verdigi,
Adem kod Behçet Dinlerer'in
kendisinden "örgütün üst düzey militanlarindan" olarak bahsedip,
kaldigi yer olarak Selahattin Karatas'in evini göstermesi sonunda, 27.11.1980
tarihinde Selahattin Karatas'in evinde yakalandigi, Ankara Maltepe Nigar Sokak
3/10 sayili evinde yapilan aramada çok sayida sol içerikli kitaplar ile hatira
defterleri, kimlikler ve 1971 sikiyönetim dönemine ait bir iddianame elde
edildigi ve bir tutanakla tesbit edildigi,
Sanigin savcilik ve
emniyetteki ifadeleri, elde edilen belge ve dokümanlar (...) beyanlarini teyit
eden atiflari ile anlasilmistir. Evet tüm bu anlatilanlardan sonra
"Mehmed'in Kitabi" yazari Nadire Mater'in Avrupali yandaslari
tarafindan desteklenmesinin anlami belki birilerine bir seyleri daha net
okutur. Kanli terör örgütü Dev-Yol iddianamesinden, bir bölüm aktarimi yaptik.
Tüm bu isleri yapanlar çoktan disari çikip, esasli dostlariyla misyonlarina
devam ediyorlar. Satir aralarina sikismis isimlerin bugün hangi gazetede köse
yazarligi, sorumlu yazi isleri müdürlügü yaptigini da iyi düsünün. Bütün sol
örgütlerin yol haritalarinda hep Avrupa iliskilerinin öne çikmasi, bu
örgütlerin hangi derin iliskilerde, hangi devlet menfaatine eylem koyduklarini
da iyi okumak lazim. Çünkü baslama noktasindan sonra sergilenen mücadelenin
sonuç okumalari böyle bir seyrin anlamini daha netlestiriyor. 1980 öncesinde
ortaya koyduklari eylemlerle sartlari olgunlastirip "Bizim çocuklar
idareye el koydular" sevincini dillendirenlere yardima sol derinlerin,
kapagi attiklari ülkelerde gördükleri muamele, bu yaptiklarinin diyetinden
baska ne olabilir ki?..
TESSA HOFFMANN'IN ILISKISI ORAL ÇALISLAR - TANER AKÇAM
Oral Çalislar'in yolu 1989
yilinda, Alman Istihbarati BND'nin yönettigi Hamburg Sosyal Incelemeler
Enstitüsü'nden aldigi bursla açildi.
Oral Çalislar ve enstitü
arkadasi Taner Akçam, Alman istihbaratinin "Kafkaslar ve Ortadogu
masasinin" kilit adamlari "Hoffmann ve Steinbach"in
yönlendirmesi altinda çalistilar.
Taner Akçam, kendisine ismarlanan "Ermeni soykirimi" kitaplarini
yazdi. Oral Çalislar, bir yandan Almanya'nin tarikatlarla ilgi alaninda kamuoyu
yapicisi olarak çalisirken, bir yandan da "uluslararasi Ermeni soykirimi
lobisinde", görev yapiyor. Çalislar'i -on bin mark serefiye aldigi
-konferanslarindan dönüste, Yesilköy Havaalanindan Alman konsoloslugunun resmi
arabasi aliyor.
ALMAN BURSU VE AÇILAN KAPILAR
Yil 1989. Oral Çalislar,
Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nün bursuyla Almanya'ya gidiyor. Bursa
basvurdugu tarih 1988. Çalislar cezaevinden tahliye edildikten sonra
"2000'e Dogru" dergisinde, idare müdürü olarak çalismaya basliyor.
Ancak dergideki görevlerini yapmiyor. Bu arada, Hamburg Sosyal Incelemeler
Enstitüsü'nün bursu için Alman konsolosluguyla yaptigi görüsmeler açiga
çiktiktan ve bursu aldiktan sonra durumu itiraf etmek zorunda kaliyor.
Çalislar, Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nün "Üçüncü Dünya
Ülkeleri'nde siyasal görüsleri nedeniyle baski gören kisilerin
rehabilitasyonu", fonundan burs aldi. 1989 yilinda Hamburg'a gitti.
Enstitü, bu burstan, yararlanan kisilere Hamburg'da ev tutup, dayayip dösüyor,
aylik veriyor. Ayrica, dil kurslarinin giderlerini karsiliyor. Oral Çalislar,
Hamburg'da, kirasi bin markin üzerinde olan bir evde oturdu. Bu oldukça yüksek
bir kira, evin esyalari, yakit, telefon vb. giderleri, enstitü tarafindan
karsilandi. Üç kisilik Çalislar ailesine, konforlu bir hayat saglandi. Ayrica
esine is, çocuguna okul bulundu. Burs her yil farkli üçüncü dünya ülkelerinden
toplam on kisiye veriliyor. Süresi bir yillik. Ama Çalislar'in bursu, istisnai
olarak bir yil daha uzatildi. Iki yil burs aldi. Ayni kaderi paylastigi Taner
Akçam da "Türkiye'de Iskence" konulu kitabini yazarken bu burstan
yararlaniyordu.
SEFLERI STEINBACH VE HOFFMANN
Oral Çalislar 1991 yilinda
merkezi Hamburg'da bulunan Alman Sark Enstitüsü Baskani Udo Steinbach ile
tanisti. Steinbach Alman istihbaratinin "Ortadogu ve Türkiye"
seflerinden. Türkiye devletinin yapay oldugu ve artik dagilacagi tezleriyle
ünlü. Steinbach, Alman Istihbaratina ve hükümetine, Islam Dünyasi ve Almanya'da
faaliyet gösteren Islamci örgütlerle ilgili raporlar yaziyor. "Alman
Islami" tezinin mucidi. Avrupa Milli Görüs Teskilata (AMGT) ile Alman
devleti arasindaki iliskide köprü rolü oynayan istihbarat sefi. Çalislar, o
tarihlerde Steinbach ile sik sik görünür oldu. Yunanistan'in Bonn Büyükelçiliginin
bir kokteylindeki samimiyetleri dikkat çekti.
PARASAL KAYNAK: ALMAN SIGARA TEKELI
PHILIP REEMTSMA
Oral Çalislar'a burs veren
enstitünün parasal kaynagi. Alman sigara tekeli Philipp Reemtsma firmasi
Reemtsma, Hitler döneminde yükselise geçen Alman firmalarindan. Bu ünlü sigara
tekeli, Oral Çalislar'a burs veren enstitüye, yilda "on milyon mark"
yardimda bulunuyor. Bu günün parasiyla "3 trilyon 120 milyar lira".
Hamburg Üniversitesi tarafindan fakülte olarak taninan enstitünün Mütevelli
Heyeti Baskani ise, Dr. Tessa Hoffmann. Dr. Hoffmann, Berlin Hür
Üniversitesi'nde "Türkiye ve Kafkaslar'da Azinlik Çatismalari" uzmani
olarak çalisiyor. Ancak bu görünüsteki görevi. Asil isi, Alman Gizli Servisi
BND'nin Türkiye-Kafkaslar sefi. Hoffmann, özellikle Ermeni soykirimi konusuyla
ilgili. Iste bu Hoffmann, Taner Akçam ve Çalislar'la çok sicak bir iliski
kuruyor. Akçam'in "Ermeni soykirimi" konusuna ilgisinin esin kaynagi,
Tessa Hoffmann. Yine Oral Çalislar'in "Ermenistan ve Ermeni
soykirimi" merakinin kaynagi da Tessa hanimdir. Oral Çalislar'in diger
ilgi alani ise, Udo Steinbach ile Örtüsüyor: Islam ve tarikatlar.
PARLATILAN MEDYA YILDIZI
Çalislar, Türkiye'ye
döndükten sonra, 9O'li yillarin ilk yansinda, bütün televizyonlarin konugu
olarak kamuoyunun önüne çikarildi ve parlatildi. Katildigi televizyon
programlarindaki uzmanlik alani: Islamiyet, kadin ve tarikatlar. Almanya'nin
Ankara Büyükelçiligi bünyesinde kurulu bulunan TM (Türk Medyasi) birimi,
80'lerin basindan beri yogun bir faaliyet yürütüyor. Birimin üç önemli görevi
var:
Birincisi; Türk kamuoyunu analiz etmek. Ikincisi; Almanya'yi anlayan etkin
ve ünlü medya mensuplarini kazanmak.
Üçüncüsü; Kazanilanlari,
gündem belirlemek için kullanmak.
Almanya, seçilen gazetecilere
maddi, manevi olanaklar sunuyor. Bu olanaklardan yararlanan gazetecilerden
birisi de Oral Çalislar. Bir Alman görevli, hem cesaretlendirmek, hem de bozuk
olan maddi durumunu düzeltmek için "Herr Danyal Oral Çalislar"a 1988
yilinda burs verildigini dogruluyor. Ancak, bursun miktarini açiklamayacagim
söylüyor. TM biriminin, Çalislar ile birlikte olanaklar sagladigi bir baska
gazeteci, Baskurdistanli milliyetçi yazar Nizameddin Ahmedov. Çalislar,
Türkiye'ye döndükten sonra Almanya ile iliskilerini sürdürüyor. Alman
Büyükelçiliginin gedikli müdavimlerinden. Kösesinde, büyükelçi mensuplari ile
yedigi yemeklerden sikça söz ediyor. Türkiye'deki görevi sona eren, Almanya'nin
Ankara Büyükelçisi Hans Joachim Vergau'nun ardindan pek duygulandi. Çalislar'i
yurt disi gezileri dönüsünde havalimaninda. Alman görevliler karsiliyor.
Aydinlik muhabiri, Çalislar'in Atatürk Havalimanina inisinde Alman
konsoloslugunun araciyla karsilandigini ve götürüldügünü bizzat kendi
gözleriyle saptadi.
GÖREV ALIYOR YERINE GETIRIYOR
Çalislar'a burs veren
kurum, kagit üzerinde "Hamburg Eyalet Hükümeti" olarak görünüyor.
1990-92 yillari arasinda, Hamburg'da, Islam üzerine arastirmalar yaptigini
iddia eden Çalislar'in en çok ziyaret ettigi kurum, Deutsch Orient tnstitunt
(Alman Sarkiyat Enstitüsü). Bu enstitünün finansmanini, Almanya Disisleri
Bakanligi sagliyor. Enstitü, Alman Gizli Servisi BND'nin
"think-thank" kurulusu. O tarihlerde Almanya, destekledigi ve
korudugu îs-lam seriatçisi örgütleri perdelemek ve dikkatleri bu örgütlerden
uzaklastirmak için, Kaplancilar'a karsi gürültülü bir kampanya baslatti. Bu
kampanyada Oral Çalislar'a verilen görev, Cemalettin Kaplan ile sansasyonel bir
röportaj yapmakti. Çalislar'a bu konuda, BND'nin islam dini uzmanlarindan,
etnolog Werner Schiffauer yardima oldu. Çalislar'in bir sonraki isi, Cumhuriyet
sayfalarinda Fethullah Gülen'i parlatmak oldu.
ISLAM BILIMCI AYDIN GAZETECI
Berlin Duvari'nin
yikilmasindan sonra, Çalislar'a burs veren Alman kurumlari çogalmaya basladi.
Herr Çalislar Alman Endüstri Vakfi Körber'in "Türkiyeli misafir
aydinlar" listesine alindi. Siyaset Bilimci ve gazeteci olarak tanitilan
Çalislar'a yeni bir sifat daha eklediler. Islam Bilimci Aydin Gazeteci, Körber
Vakfi'nin 1996 yilinda düzenledigi 'Türk Alman Iliskilerinde Din, Tabu
mu?" konulu sempozyumda Çalislar, Kemalizm ve Ulus Devlet karsitligiyla
alkis aldi. Bu sempozyumda savundugu fikirler, Udo Steinbach'in Türkiye
tezlerini tekrarlamaktan ibaret. Çalislar'in konusmasinin özeti söyle;
Diyanetin temsil ettigi Islam, dogru bir Islam degildir. Çünkü Diyanetin
islami, Türk devletiyle barisiktir. Kemalistler, despotça yöntemlerle
çagdaslasma macerasina atildiklarinda, Anadolu halklarinin kültürel, dinsel ve
etnik Özelliklerini hiçe saymis, ezmislerdir. Otoriter, laik ve despot Türk
devleti, hem Alevilere, hem Müslümanlara, hem kültürlere agir baski uyguluyor.
Varligini devam ettirmek için her seyi mubah gören Türk militarizmi ve
bürokrasisi, Siyasal îs-lami öcü gibi göstererek, bir kimlik çatismasi yaratiyor.
ISHAK ALATON, MEHMET ERBAKAN VE
FEHMI KORU ILE BERABER
Oral Çalislar, 'Türkiye'nin
inkar ettigi kimliklerin taninmasi, demokratiklesmenin bas kosuludur"
derken yalniz degildi. Körber Vakfi'nin düzenledigi bu sempozyumda Ishak
Alaton, "Bir Musevi olarak, Türkiye'de baski görüyorum" diyordu.
Fehmi Koru ve Mehmet Erbakan "Bir Müslüman olarak dinimizi
yasayamiyoruz" derken, Gülistan Gürbey, Ankara'nin "Kürt"
düsmanligindan yakiniyordu. Bütün konusmalarin tamamini sistematik olarak
özetleme isini de, Istanbul'da Susam Sokak'ta oturan Alman Istihbaratçisi
Günter Seufert üstlenmisti. Alman medyasi Oral Çalislar'a sifat icat etmekten,
neredeyse yorgun düsecek. Iste bunlardan bazilar; "Elestirel düsünen bir
aydin, cesur gazeteci, sistem karsiti yazar, Kemalizme kafa tutabilen ender
insanlardan, gerçek Avrupali". Bu konusmalarin ödülü de var. Alman
devleti, bu tür konferanslar karsiliginda, her konusmaciya 10 bin Mark veriyor.
Gidis-dönüs masraflari hariç. Oral Çalislar'in Ishak Alaton'a ilgisi, hayranlik
düzeyinde. Türkiye'deki ABD-Israil severlerin en önde gelenleri arasinda yer
alan Ishak Alaton, Cumhuriyet gazetesinin haftalik dergisinde kapaktan reklam
edildi. Hayranlik yazisinin altindaki imza Oral Çalislar. Alarko Holding'in ve
sahibinin reklamini, ÖDP'li ve Alman burslu Oral Çalislar yapiyordu.
KALIFORNIYA ERMENILERININ PARIS'TEKI
"ERMENI SOYKIRIMI KONFERANSI"NDA
UZMAN!
17 Haziran 2000 günü
Paris'te, "Günümüz Ermeni Sorununa Iliskin Türk- Ermeni Diyalogu"
baslikli bir konferans düzenlendi.
Konferansa Taner Akçam,
Oral Çalislar, Mete Tuncay ve Ragip Duran da çagrili olarak katildilar.
Konferansi, Kaliforniyali Ermeniler düzenledi. Ermeniler, konferansin genis
katilimli olmasini istemiyorlardi, ama bati, genis katilimli olmasi için
diretti. ABD- Fransiz isbirligi çerçevesinde kotarilan konferans, Bati
basininda Türk ve Ermeni entelektüellerinin ortak toplantisi olarak sunuldu. Bu
konferans sonrasinda ABD ve Avrupa parlamentolarinda arka arkaya, Türkiye
aleyhine "sözde Ermeni soykirimi yasa tasanlari" gelmeye basladi. Bu
toplantidan önce Çalislar, Ermenistan'a davet edilmisti. Alman parlamentosunun
Ermeni soykirimim tanimasi için hazirlanan, "Katliami Mahkûm Etme
Zamani" baslikli imza metnini Çalislar ve Akçam'in hocaligini yapan Tessa
Hoffmann hazirladi.
Bu metni ilk önce 'Tehdit
Altindaki Halklar Toplulugu" adli demek imzaladi. Tessa Hoffmann, bu
dernekte de "Ermeni Uzmani" olarak çalisiyor. Dernegin kurucu baskani
Tilman Zülch, Mustafa Kemal'e "Kürt katili" diyor. Bu dernegin
kurucularindan biri de, 30 bin Yahudinin katliamindan sorumlu, Polonya Kolomea
Gettosunun Nazi komutani Klaus Peter Volkman. Imza metni, ABD Temsilciler
Meclisi'ne getirilen Ermeni Soykirimi Yasa Tasarisi ile tipatip ayni.
Tessa Hoffmann ayni zamanda, Ermeni Yazarlar Birligi'nin onur üyesi. Ermeni
kiyiminin 20. yy.'in ilk ve sistemli soykirimi oldugunu, Nazilerin Yahudi kitle
kiyimina örnek olusturdugunu, gaz odalarinin ilk kez Türkler tarafindan
kullanildigini iddia etmektedir. (Tessa Hoffmann, Amenier und Armenien Heumat
und EMI, RO-wohtl Hamburg) Hoffmann, adi belirtilen bu kitabinda, Türkiye
Tarihinin devrimci dönemlerine saldiriyor: Ittihatçilar; gözlerini kan bürümüs
irkçilar toplulugu, Mustafa Kemal; Iki milyonu askin Ermeni ve Rum'un katili,
Ermenilerin vatani; Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon. Taner Akçam ve Oral
Çalislar'i devsiren, parlatici Hoffmann iste bu.
CUMHURIYET SAYFALARINDAN ERMENI SOYKIRIMI SUÇLAMALARINA DESTEK
Tarsus Amerikan Koleji
mezunu olan Oral Çalislar, 20 yila yakin devrimcilik yaptiktan sonra, Alman
Istihbarat Örgütü seflerinin denetimindeki enstitüden burs alarak baslayan
süreçte, bu günkü kimligine kavustu. Oral Çalislar geldigi yeri Cumhuriyet
gazetesindeki kösesinin basliginda 'Sifir Noktasi' diye adlandirdi. Oral
Çalislar sifir noktasinda, devrimci hatira isportasini açti. Bu isportada Tessa
Hoffmann ve Udo Steinbach patentli mallar, 1968 hatiralariyla soslanarak
piyasaya sunuluyor. Çalislar'in son önemli görevi ise, (F) tipi eylemcilerinin
sirtini sivazlamakti. Böylece "Avrupa tipi enteller" arasindaki
yerini pekistirdi. Cumhuriyet gazetesinin yükseklerden korunan yazarinin ayni
zamanda, Ermeni soykirimi suçlamalarini yüksek perdeden seslendirmesi ve
Türkiye'ye Kibris üzerinden yönelen tehdide, yine Cumhuriyet sayfalarindan
destek vermesi, Cumhuriyet okurlari arasinda büyük tepki yaratti. Ancak Oral
Çalislar'in yükseklerden korundugu, herkes tarafindan biliniyor.
TÜRKIYE'DEN UTANÇ DUYUYOR !
Oral Çalislar, bu günkü
konumunu özetleyen samimi açiklamasini da, bir süre önce Cumhuriyet gazetesinde
sifir noktasinda yapti. "Bu ülkede yasamaktan, bu ülkenin yurttasi
olmaktan, derin bir utanç duyuyorum."34 diyecek kadar sifir noktasinda.
IPDEN ÖDP'YE SALDIRI; URAS MIT AJANI
Isçi Partisi Genel Sekreteri
Mehmet Bedri Gültekin, ÖDP Genel Baskani Ufuk Uras'in "MIT ajani"
oldugunu iddia etti. Gültekin, 1989 yilinda TÎKKO içinde, MIT hesabina faaliyet
yürüten Mustafa Curnaz ve Engin Kaya olayinin ortaya çikmasiyla birlikte bunu
saptadiklarini söyler ve su iddialari siralar. Ufuk Uras'in babasi pilottur ve
MIT elemanidir. Ufuk Uras babasiyla birlikte 12 Eylül askeri rejimi döneminde,
askeri helikopterle Istanbul üzerinde uçarak "operasyon yapilacak örgüt
evlerini" saptadiklarini, bizzat kendisi söylemistir. Ufuk Uras, daha
sonra üniversite yillarinda TÎKKO içinden, MIT'e bilgi tasimistir.
1989 yilinda hakkinda
arastirma yapildigi zaman, arastirma yapan arkadaslar, silahli sivil polisler
tarafindan tenha mekanlara götürülüp tehdit edilmisler ve kendilerine Ufuk Uras
ile ilgili arastirmalardan vazgeçmelerini söylemislerdir.
ÖDP Genel Baskam Ufuk Uras,
17 Kasim'da bir basin açiklamasi yaparak, IP Genel Baskani Dogu Perinçek'i
kastederek, "Olup, bitenleri MIT kuryelerinden ögrenmek zorunda
degiliz" dedi. Uras, 18 Kasim'da bu sözlerini yenilemis ve Perinçek'in
adini geçirerek sunlari eklemisti. "Bu halkin bilgilendirilmesinin, MIT
kuryeligi veya Türk Gladiosunun bir parçasi olmakla sinirli olmamasi
gerekir."
Isçi Partisi Genel
Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin, bu suçlamalara karsi yaptigi basin
açiklamasinda, Uras'in Çiller Özel örgütünün, psikolojik savasina katildigini
söyler. Aydinlik için bu tür iddialar, siradan ve herkes için söylenebilecek
iddialardir. Ayrica örgüt içi ihbar yapmak için, illaki helikopterden örgüt evi
göstermek gerekmiyor.
Anlasilan Aydinlikçilar, Uras'in pilot babasiyla ilgili bir* senaryo kurmak
için, uygun fotograflar olusturuyorlar. î Aydinlik yazari Burcay Anger'e göre,
turnusol kagidi asiti baz'i sirak diye ayirir. ÖDP'nin basi Ufuk Uras açikça,
zavallica, elinde çöpçü süpürgesi, katillere soygunculara degil, Perinçek'e
saldiriyor. Bunun sebebi de, kesinlikle "derin devletin elemani"
olmasindan kaynaklaniyor. Aynadaki suretlerine ve meslektaslik tanimina ait
tanimi, en iyi kendileri bilecek tabii.
MILLÎ ISTIHBARAT TESKILATI RAPORCUSU IRFAN TASTEMUR VE ÖDP
Irfan Tastemur ismini, MIT
raporuyla duyduk. 2000'e Dogru vasitasiyla, ülke gündeminin degismesini
saglamisti bir anda. Irfan Tastemur, Aydinlik'a gönderdigi bir mektupta, ÖDP
Genel Baskani Ufuk Uras'in durumunu ifsa ediyor.
Tastemur, kendisinin ve
Uras'in ayni tertip olarak yer aldigi hareketten "kum gibi ajan
çiktigi" halde. Aydinlik hareketinde böyle bir durumun olmadigini iddia
eder. Tastemur'un kastettigi siyasi hareket, TKP/ML çizgisi. Bu çizgiden
nerelere, nelerin kaynaklik ettiginin bizi ilgilendiren tarafi, ifsaatlardir.
îrfan Tastemur; MÎT raporunu Aydinlikçilardan önce, TÎKKO çizgisindeki
kadrolara götürdügü, ama onlarin bunu kabul etmedigini, MIT kuryesi olarak saf
degistirmedigini söyler.
Tabii sadece, karsilikli
bir yardimlasma söz konusudur her halde. Isçi partisi yöneticilerinden Arslan
Kiliç sol örgütlerin, Amerikan emperyalizminin "istikrarsizlastirmak
istedigi ülkeye" yönelik, tertip düzenleme ve iç karsiliklar çikarmada
kullanilir duruma geldigini söyler. '12 Eylül'de, bunlarin çogu ortaya çikti'
diyen Kiliç'in itirafi da manidardir. Içinde yasadik, biliyoruz.
Eski TKP/ML kurmayi Aslan
Kiliç'a göre. Gazi olaylari, 1 Mayis 19% Kadiköy olaylari ve uzak geçmiste 1
Mayis olaylari içinde sol örgütler, provokasyon içinde rol almislardir.
Rollerini de gayet güzel
oynayip sonuçlari farkli alanlara kaydirmaya çalismislardir. Arslan Kiliç'tan
yine bir tirnak içi 'Biz oldukça deneyimliyiz'. Solun derin devlet muhabbetini
ve hangi konularin günahini tasidiklarini biz degil, bizzat bu islerin
göbeginde yasayanlar, nelerin içinde ve hangi konularda deneyimli olduklarini
özetlemis oluyorlar.
DEVRIMCILIK YA DA AJANLARLA DANS
Önce, 1968 Fransa'siyla
ilgili bir belgeden baslayalim!
Atilla Ilhan,
"Bati'nin Deli Gömlegi" adli yapitinda; "Fransa'da 1968'de
yasanan gençlik olaylarinin ardinda, Amerika- Fransiz iliskilerindeki gerginlik
aranmalidir" diyor. Ve bu düsüncesini, Alain Guenn Questce CIA/ CIA adli
yapitindaki su degerlendirmeye dayandiriliyor...
"Bu olaylar, 1968 Nisani'nin yansiyla, sonu arasinda geçiyor. Öyle ki,
Mayis girdiginde, Fransiz makamlari ile CIA arasindaki iliskiler hiç de iyi
degildir. Bu durumu herkes bildiginden, olaylar patlayip da sokaklarda
barikatlar kurulup Sorbonne isgal edilince, ClA'nin parmagi olup, olmadigi
konusu hemen ortaya atildi.
Kesin olarak bilinen nedir?
Tahkiki imkansiz söylentiler ve dedikodulari bir yana birakirsak, iki nokta
üzerinde durulabilir. Bazi örgütlere, Amerikalilar para vermislerdir. Ama
hangilerine bilemiyorum. Ikinci nokta ise sudur: Ögrencilerle, Amerikalilar
arasinda temas kurulmustur. Bu temaslar konusunda en dogrusu, 22 Mart
Hareketi'nin faal liderlerinden Daniel Cohn Bendit'in ve J.P. Duteuil'ün
söylediklerine kulak verelim: "Diyelim ki, ...bize gelince, ClA'nin son
zamanlarda bizimle ilgilendigi görülüyor. ClA'nin aracisi ya da örgütü olan
bazi dernek ve gazeteler Önemli meblaglar teklif ettiler. Onlara ne cevap
verdigimizi söylemek gereksiz..."
Atilla Ilhan diyor ki; "Bunlardan su çikiyor mu? CIA, bagimsizlik
iddiasinda bulunan ve Ruslara yaklasan sagci iktidara karsi, görünüste hizli
solcu, gosist hareketleri desteklemistir... Kissadan hisse.
Simdi, bu oyunun Türkiye'de
nasil oynandigina iliskin bir kaç belgeyi daha inceleyelim diyorum. 11 Mart
1995 günkü Aydinlik dergisinde, 12 Martla ilgili degerlendirmeyi özetle
aktaracagim. 12 Mart saniklarindan emekli üstegmen Faik Güleçyüz, ordudaki
cunta ile, gençlerin iliskili oldugunu söyle açikliyor:
"Bana sorarsaniz, biz
kullanilmis insanlariz. Farkinda degiliz tabii. Bu adamlar güçlü, Demirel'i
devirebilirler, biz de en azindan firsatçi bir mantikla bile olsa, kenarindan
tutalim diyoruz. Biz 9 Mart'a, iki arkadasimizi temsilci göndererek, kendi
adimiza katildik. Ikinci kurtulus ordusunu kuran, Afyon'daki Tabur Komutani
Mehmet Alkaya'dir. özellikle Elrom'un kaçirdigindan sonra, kendimizi dev
aynasinda görmeye basladik. 9 Mart bir yanilgiydi..."
Bir baska gençlik
temsilcisi ve 28 Subat 1971 tarihine degin Dev-Genç'in Istanbul Yürütme Kurulu
üyesi oldugu söylenen Namik Kemal Boya'nin açiklamalarina göre: 1970
sonbaharindan itibaren bütün sehir ve kir gerillasi, cuntayla iliskili. Ve
ilginç bir sav: Deniz Gezmis'in, Ankara'da cuntayla iliskili kisilerin
evlerinde saklandigina iliskin! Boya'ya göre Deniz, darbecilerin yardimiyla ev
degistirir. Darbecilerin bu isle ilgilenen adaminin adi, ünlü Orhan
Kabibay'dir. Kabibay'in, Atif Erçikan'la da iliskisi oldugu söyleniyor...
Adi belirtilmeyen bir THKO'lu, 9 Mart'i hazirlayanlar, dogrudan, dogrudan
Denizler'e çagri yapmadilar. Denizler prensip olarak 'biz bu baglantiya
girmeyecegiz' dediler diyor ve ekliyor: 27 Mayis gelenegine bagli ekibin,
60'larin ortalilarindan baslayarak yarattigi bir hareket vardi. Madanoglu ve
Acuner... Yükselen hareket içinde onlar bayagi canliydi. Bizimle de
görüsüyorlardi...
Bu saptamalara bir ekleme
de, Harun Karadeniz'in Olayli Yillar ve Gençlik adli yapitindan yapalim:
Karadeniz'in belgesel nitelikteki çalismasinda, 1964'ten sonra gençligin önemli
bir kesiminin, 1967''ye kadar, salt 27 Mayis devrimi ilkelerine ve
Atatürk'e bagli oldugunu vurguluyor: Bunun ne önemi var. Eger bizde de Mendes
France gibi... Cumhuriyet, gençligin umut ve ihtiraslarim toplayip ön
veremezse, onlara katkida bulunmazsa, önüne geçilmez bir baski altinda hizla
yikilacaktir, diyecek öngörü ve erdemde bir siyaset adami olsaydi, yürekleri*
halki ve yurdu için çarptiginda kimsenin kuskusu olmayan 68 gençligi
harcanmayacakti.
Karadeniz, Dev-Güç'ün 27
Mayis'çilarla Iliskisine deginiyor ve iste bu noktada gençleri iktidar
ortakligina çagiran, son tahlilde cuntaci MDD (Mili Demokratik Devrim)cilerle,
onlarin kurdugu Dev-Güç için iyi söz söylemem zor olacak diyor. Çünkü, diye
sürdürüyor ben, günümüz Türkiye'sindeki cuntaci akimlarin bagimsiz
olabilecegine inanamiyorum.
Bu degerlendirme de,
olaylarin arkasindan emperyalist güçlerin, CIA'nin bulundugunu göstermektedir.
Bir Mihri Belli'yi düsünün, bir de Harun Karadeniz'i, kimi kez deneyimli olmak
ya da bir baska alanda oynadigimiz anlasilincaya kadar is, isten geçiyor.
Özetle, bu
degerlendirmeler, Türkiye'yi 12 Mart'a iten olaylarin ardindaki gücü, yani tek
adresi isaret ediyor: îç ve dis isbirlikçileriyle emperyalist Amerika'yi. Ve
önceden planlanan oyunda, sahnede ya da seyirci olarak toplumca yer almisiz.
Unutmayalim, oyun o günden beri sahnelendirmektedir!
Bu büyük oyunun yardima
oyunculari olarak, gerçekten tam bir yurtseverlik bilinciyle ama oyunu toplum
disina itmenin, 1970'lerde ve 1980'lerde iki kusaga kiymanin sorumlulugundan
nasil kurtulabiliriz bilemiyorum?
Yalniz su noktayi önemle
belirtmek isterim; 9 Mart kadrosundan ve Faruk Gürler'e yakin bir kisi olarak
benim, hareketlerimizle, gençligin iliskisinden asla haberim olmamistir.
Komutanlarin da, (Orhan Kabibay'in gençlerle Iliskilerini içeren savlan
sonradan Isittim, bunun da gerçegini bilemem.) gençlik örgütleriyle
iliskilerinden bilgileri oldugu sanmiyorum. Bu ilgi eger kurulmussa, ordunun
genç kesimiyle ve CIA'nin gizli çabalariyla kurulmus olmali. Gerillalarin,
saldin silahi olarak kullanilmasi olgusu vardir.
"Gerilla ve Gerillaya Karsi Savas" yapitinda Paret ve Shy ne
diyordu; "Gerillalarin saldin silahi olarak, 1950'lerin ortalarina dogru
kullanilmasi, bir hayli dikkat çekmistir."
Çünkü ABD belgelerinde
Paret ve Shy; "gerilla kuvvetlerinin soguk harpte bir silah ve Amerikan
diplomasisinde yeni bir alet olarak kullanilmasi, ayri bir meseledir."
Görüsüyle, soguk harpte gerilla ve kontrgerilla Ögesinin kullanildigi açikça
belirtiliyor.
12 Mart'i tüm bu bilgi ve
belgeler isiginda degerlendirdigimizde, su sonuca ulasiriz. ABD bir süre sonra,
Demirel'in kimi uygulamalarindan hosnut olmayacaktir. Bu nedenle, 12 Mart'in
plani, bir yandan Demirel'i transfer ederken, yurt sorunlarina sarilmis
gençligin hizaya getirmek, öte yandan 27 Mayis'i Anayasasini ve Kemalist devrim
düsüncesini, toplum önünde suçlamak için hazirlanmistir. Bu plan 12 Mart'a
giden yolda, 12 Mart ve sonrasinda ustalikla uygulanmistir. 12 Mart öncesi, bu
plan içinde ordu hareketi nasil örgütlenmisse, gençlik de öyle örgütlenmistir.
Gençlikle, ordu hareketi arasinda bag, bundan sonra kurulmus olmalidir.
BÎR BASKA DEGERLENDIRME
Atilla Ilhan'in, 21 Agustos
1977 günlü yazisindan bir bölüm okuyalim. Atilla Ilhan, sosyalizme silahli
eylemle geçilemeyecegini, gençligin bir bölümünün gizli eller tarafindan gosist
yollara çekilmis olabilecegini, buna dikkat edilmesini vurguladiktan sonra:
"Su halde diyor, solun, anarsinin kaynagi olarak gösterilmesi, gerçeklere
uygun degildir. Sonra su soruyu soruyor. Peki'ya gosist'ler?"
O ayri bir hikaye, diye basliyor...
O eski hikaye. Silahli
eylemden hayir uman, banka soyup adam kaçiran, sosyalizm diye ufak ufak
gangsterlik yapan örgütler, komünist ve sosyalist partilerin Iktidar oldugu ya
da olmak üzere bulundugu gelismis demokrasilerde de cirit atiyor. Gün geçmiyor
ki, içlerinden birinin, akil almaz birinin marifetini okumayalim. Sahiden
sosyalist midirler, amaçlari gerçekten sosyalizmi kurmak midir, yoksa gizli bir
takim eller arkadan onlari yönetmekte, istedigi bazi ülkelerde anarsiyi sürekli
kilmak için onlardan yararlanmakta midir? Sorulacak bir soru.
Ve sözü Türkiye'ye
getirerek;
Onlari bilmem ama, diye
sürdürüyor saptamalarini, bizde önceleri, gerçekten sosyalizmi Güney Amerika'ya
da Vietnam türü bir eylemcilik gerçeklestirilebilecegini sanan hareketlerin,
giderek örtülü Kürtçülüge, tehlikeli ve yanlis bir bölgecilige kaydigi açikça
görülüyor ve su uyariyi yapiyor: Türkiye'de ister seriat paravanasi altinda,
ister sosyalizm paravanasi altinda olsun, is Kürtçülüge ya da bölgecilige
döküldü mü, arkasinda mutlaka emperyalizmi arayin.3*
Bu degerlendirmenin hem
tarih hem de devrimci bir birikim ve bilince dayandigini, günümüzde yasadigimiz
olaylara bakarak da anlayabiliriz. Demek ki, Türkiye'nin bölgecilik, kürtçülük
sorulariyla savasimi çok önceden karara baglanmis. Isin ilginç yani, bu büyük,
büyük pasalari da bulunduklari yer ve toplumla iliskilerine göre rol
alinmistir.
Silahli Kuvvetlerde,
Kemalist devrim ideolojisini sürdürme kararinda olan bizler de, komutanlarin
verdigi rolleri oynamisiz. Komutanlar mi? Amerika'nin biçtigi rollerde çalismislar.
Gençlere gelince: Kendi adima, onlarin gençligin temiz ve çikarsiz duygulariyla
atildiklari davalarinda, gerçekten hakli olduklarina hep inanmisimdir. Ama
Atilla Ilhan'in altini çizdigi gibi, davanin kazanilmasi için, benim kusagimin
oynadigi oyundan utanç duyuyorum. Müdafaayi Hukuk, tam bagimsizlik bilinciyle
yetismesi gereken kusagim, emperyalizm oyununa gelmemeliydi. Eger kusagimiz
gerçek bir Kuvvayi Milliye ve Müdafaayi Hukuk bilincine sahip olsaydi,
çocuklarimizi anlar, anti-emperyalist kavgada onlardan ayri düsmezdik.
BEDII FAIKTEN ATILLA ILHAN1 A BÜYÜK SUÇLAMA: "KOMÜNISTLERIN DOSYASINI
POLISE SATTI"
Bir dönemin ünlü
gazetecilerinden Bedii Faik anilarini yazdigi son kitabinda geçen, 'Türkiye
Komünistlerinin îç-yüzü" adli dosyayi "polise satan kisi" nin,
ünlü yazar Atilla Ilhan oldugunu öne sürdü. Tempo dergisinde yer alan,
"Atilla Ilhan 'Komünistlerin Içyüzü'nü polise satti" baslikli
röportajda Bedii Faik kitabinda üstü kapali olarak yazdigi dosya satisinin
"Atilla Ilhan" tarafindan yapildigini iddia etti. Röportaja göre
Bedii Faik, Dünya Gazetesi'nin sahibiyken gazeteye, 'Türkiye Komünistlerinin
Içyüzü" basligiyla bir dosya ulastigini belirterek sunlari söyledi:
"Baktim, bu baslik
altinda bir sürü isim ve not. Bu isimler, dosyayi getiren kisilerin
arkadaslariymis. Ama herkes var. Dönemin I. Sube Müdürü Ahmet Topaloglu'nu
aradim. "Bu tefrikayi nesredersek devletin tahkikatina zarar verir mi?'
diye sordum. Güldü. Filanca mi? Daha önce bu dosyayi bize satti. Gönül
rahatligiyla yayinlayabilirsiniz' dedi. Çilingiroglu'na (Müessese Müdürü)
dosyayi teslim ettim ve 'Bu adami iyi taniyin, bir daha kapidan içeri sokmayin'
dedim".
KENDINI IYI YUTTURMUS
Bedii Faik bu kisiyi
"Bir dönem devlet sanatçisi yaptilar. Maas aldi. Televizyonu açtigimizda,
kasketi kafasinda ahkam kesiyor. Kendini iyi yutturmus ve cemiyet iyi yutmus.
Ben yutulan bu parçayi mideden çikarabilirim ya da midesi bozulsun diyebilirim.
Avukatlarima danistim. Herkes yazmami istedi ama savunamayacaklarini da söylediler.
Üstü kapali yazdim. Adam bir halt islemis, kendine yazilan mektuplari
nesretmis" diye tanimladi. 'Tarifiniz Atilla Ilhan'a benziyor"
hatirlatmasi üzerine de Faik; "Evet. Onu üçüncü ciltte yazacagim. Insallah
bir halt daha isler" dedi.
ATILLA ILHAN'A VE SEYFULLAH ISIK EVLADIMA DAIR
Nur-i aynim, muazzez
kaarilerim, hatirinizi sorup sual ettikten sonra, sellemehüsselam lakirdiya
basliyorum. Efendim, geçen hafdanin bendenize nazaran en mühim mes'elesi, eski
kazatacilardan Bedii Faik Bey'in yeni nesr olunan hatirati ve bu hatirat
münasebetiyle "Tempo" mecmuasinda Bedii Faik bey ile yapilan roportac
ile bu roportacda Atilla Ilhan beyefendi hakkindaki iddialari idi. Belki
manzurumuz olmamistir deye, o kismi ittilainiza arz etmek istiyorum.
Efendim, 'Tempo'da 'Atilla îlhan, Komünistlerin Içyüzü'nü Polise Sath'
serlevhasi ile nesr olunan bu roportacinda Bedii Faik bey, 1950'Ii senelerde
'Dünya' kazatasinda iken, kazataya 'Türkiye Komünistlerinin içyüzü" deye
bir dosyanin geldigini ifade ile aynen sunlari söylemekte idi:
'Baktim, bu baslik altinda
bir sürü isim ve not. Bu isimler dosyayi getiren kisinin arkadaslariymis. Ama
herkes var. Dönemin 1. Sube Müdürü (Emniyet'in Siyasi Subesi I.K.) Ahmet
Topaloglu'nu aradim. 'Bu tefrikayi nesr edersek, devletin tahkikatina zarar
verir miyiz?1 diye sordum. Güldü. 'Filanca mi, bu dosyayi daha önce bize satti.
Gönül rahatligi ile yayinlayabilirsiniz' dedi. Çilingiroglu'na (müessese
müdürü) dosyayi teslim ettim ve 'Bu adami iyi taniyin, bir daha kapidan içeri
sokmayin' dedim.'
Bedii Faik bey, devamla 'Bu kisiyi bir dönem devlet sanatçisi yaptilar'
diye devam ediyor, 'Maas aldi. Televizyonu açtiginizda, kasketi kafasinda ahkam
kesiyor. Kendini iyi yutturmus ve cemiyet iyi yutmus.' Roportaci yapan
kazatacinin, Tarifiniz Atilla ilhan'a benziyor' deyince de. Bedii Faik bey,
söyle deyesi imis: 'Evet, onu üçüncü ciltte yazacagim. Insallah bir halt daha
isler...
Muazzez kaarilerim, 'ates olmayan yerden, duman çikmaz' deye bir
darbimeselemiz var. Nedense Atilla Ilhan beyefendi hakkinda, hep böyle iddialar
serdedilmektedir. Sindi hiç alakasi yokken, hatirima geldi: 'Topragi bol olsun,
Aziz Nesin, 'Benim Delilerim' kitabinda, 'Türkiye Sosyalist Partisi'nin
müessisi ve reisi olan merhum Esat Adil Müstecabi Bey'in davasi esnasinda, Esat
Adil bey aleyhine sehadet den bir gençden bahsediyor. Müsaade ederseniz,
kitabdan o kisma da iktibas edeyim. Aziz Nesin söyle yaziyor:
"Tutuklu olarak
yargilanmalari basladi. Durusmalardan birinde, en güvendigi bir genç partili, aleyhinde
taniklik etti. Üstelik, söyledikleri de dogru degildi. Öyle bir partiliydi ki,
parti gazetesindeki yazilarinda, parti saflarina katilmayanlari, toplumculuga
ihanetle suçlardi.'
Efendim, bu genç partilinin kim oldugunu, bittabi, Aziz Nesin bey söylemiyor.
Ancak mezkur davayi hatirlayanlar, bu gencin kim oldugunu bildiklerini ifade
etmekte iseler de, ismini mahfuz tutmaktadirlar. Günün birinde elbette mahkeme
zabitlari nesr edilince, Esat Adil bey aleyhine sahidlik eden zatin kim oldugu
(Bu hikaye nereden de hatirima geldi? Insan fariyinca, böyle hiç münasebeti
olmayan seyleri de hatirliyor isde!..) nu da ögreniriz elbetde...
Muazzez kaarilerim, Atilla
Ilhan mevzuuna avdet ede-yorum. Rahmetli üstadim Kemal Tahir de Atilla Ilhan
için 'polisdir!' demisdir. Bu bendenizin mesmuatna müstenid oldugu gibi, Halil
Açikgöz bey'in 'Cemil Meriç ile Sohbetler' kitabinda da geçmektedir. Kitabin
269. ve 339. sahifalarinda nakl edildigine nazaran, merhum Cemil Meriç
üstadimiz, Kemal Tahir'e Atilla Ilhan'i sormus, Kemal Tahir de 'Atilla,
polistir!' demisdir. Halil Açikgöz Bey'in anlattiklarina nazaran, Kemal
Tahir'le Cemil Meric'in aralarinin açilmasina sebeb, Kemal Tahir'in Atilla
Ilhan'in polisligi hakkindaki iddiasinda musiarr olmasidir... Malumunuzdur ki,
Hilmi bey de son kitabi olan 'Ceviz Sandiktan Anilar' da, 1955'deki Dram
Tiyatrosu hadisesinde, o hadisenin arkasindaki zatin, 'Waldeck Rochet'den ajit
prop dersleri aldigini' iddia eden Atilla Ilhan oldugunu iddia etmis idi.
Berayima'lumat bunu da dere ediyorum...
Muazzez kaarilerim, geçen
haftaki makalemde Sehpar Hanim ile beynimizde husule gelen bir niza
münasebetiyle kat'-i alaka ettigimi söylemis ve kapumu 'bad-i sabadan gayri'
kimsenin çalmadigini ifade etmis idim. Siz canlarimdan aldigim mail, teliftin
ve telgraflar, hal-i pür melalime ne kadar müteessir oldugunuzu gösteriyor.
Alakaniza kalbi tesekkürlerimi arz ederken, bu telifunlar içerisinde bir
tanesini betahsis bahse mevzu etmeme müsaade buyurmanizi istirham ediyorum.
Halen Hatay'da vatani vazifesini ifa etmekte olan (bugün itibariyla terhisine,
hayirlisiyla 35 safagi kalmis bulunan), eski talebem ve muhibbim Seyfullah Isik
evladim, bu hakiyr hocasini derhaatir ederekden, beni aramis ve ahir ömrümde
gönlümü hakikaten hos eden ve layik olmadigim iltifatlarda bulunmusdur. Rabbim
ondan ferade ferade raziy olsun. ..Terhinden sonra memleketi Giresun'a gitmeden
evvel, Istanbul’a ugrayip bendenizi de bizzat ziyaret edecegini israrla
söylemesi de gönlümü tatyib ile bendenizi vafir bahtiyar etmisdir, bu onun
nezaketidir. Kendisine alenen tesekkür ediyor ve hayirli terhisler temenni
ediyorum.
Efendim bu haftalik da bu
kadar. Telakiy gelecek haftaya insallah. O vakde kadar zatiniza hosça bakiniz,
Rabbime emanet olunuz. Au revoir, canlarim benim... Irfan KÜLYUTMAZ
FEHRIYE TV'DE MAHKUM
Fehriye Erdal, Belçika
TV'sine çikti. Sabana cinayetinin objektif olarak degerlendirildigi programda,
Erdal'in suikasta katildigi belirtildi (Güven ÖZALP/ Brüksel)
Sabanci Center suikasti
faillerinden Fehriye Erdal, uzun süre sonra ilk kez televizyon ekranlarinda
göründü.
RTBF kanalinda yayinlanan
"Kanun Namina" adli programla Belçika'da ilk kez, Sabanci suikastina
objektif bir yaklasim sergilenmesi dikkat çekti. Suikasta iliskin görüntüleri
ve Türkiye'den gelen kanitlan ayrintili olarak yansitan RTBF, Belçika
Istihbarat Sözcüsü Jean- Baptiste De Smet'in açiklamalarina da yer verdi.
De Smet, Belçika
istihbaratinin, DHKP/C'rdn tehlikeli bir terör örgütü oldugunu iyi bildigini ve
teröristleri yakindan izledigini anlatti. Türk emniyet ve istihbarat
yetkililerinin görüslerini de yansitarak Fehriye Erdal'in gerçek kimligi
hakkinda izleyicilere genis fikir veren "Kanun Namina", Erdal'in
Sabanci suikastiyla iliskisi olmamasinin mümkün görülmedigini, cinayete
katildigini ve olay duyulmadan binayi terk etmeyi basardigini görüntü ve
kanitlarla anlatti.
SINIR DISI EDILMESI GÜNDEMDE
Belçika Adalet Bakani
Antoine Dequesne de, programda yayinlanan demecinde, Erdal'in Belçika kamu
güvenligini tehdit ettigine dikkat çekerek, siyasi siginma hakki
vermediklerini, ölüm cezasinin varligi nedeniyle Türkiye'ye iade
edemediklerini, Belçika’daki suçlan nedeniyle yargilanmasinin ardindan sinir
disi edilmesinin gündeme gelecegini anlatti.
Programin yapimcilari, Erdal'in "Ali" isimli ve Alman Istihbarat
servisleri ile baglantisi olan bir sahis, Türkiye'den kaçirildigina iliskin
bilgiler edindiklerini de duyurdu. Programda konusan Erdal'da; "çok
korktugunu, kendini güvenlikte hissetmedigini, sinir disi edilmek istemedigini,
bir AB ülkesinin kendisine siginma hakki tanimasini talep ettigini" dile
getirdi.
Programda, Erdal'in binayi
cinayetten hemen sonra ve olay duyulmadan terk ettigi görüntülerle
anlatilirken, "cinayeti herkesten önce nasil biliyordu?" sorusuyla
çeliskili açiklamalarina dikkat çekildi.
FEHRIYE'YI KIM KAÇIRDI?
Belçika devlet televizyonu
RTBF, terör örgütü DHKP-C'nin ve "Sabanci Suikasti" nin kilit ismi
Fehriye Erdal'in gerçek yüzlerini kamuoyuna anlatti. Ülkedeki adli sorunlari
ele alan "Kanun Namina" adli programda "Sabana Suikasti'nin
tarafsiz olarak masaya yatiran Michel Hucorne ile Philippe Lorsignol, çaya
Fehriye'nin Türkiye'den kaçirilmasinda Almanya baglantisi oldugunu söyledi.
Program yapimcilari, Fehriye'nin, "Ali" isimli ve "Alman
Istihbarat Servisi ile baglantisi olan" bir sahis tarafindan Türkiye'den
kaçirildigina iliskin somut bilgiler edindiklerini de televizyonda açikladilar.
CANLANDIRARAK ANLATTI
Programda, masum oldugunu
iddia eden Fehriye'nin, suikastta kilit isim oldugu ve olaydan hemen sonra
binayi terk etmesi oyuncu kullanarak, "canlandirma" yöntemiyle
anlatildi. KTBF, istanbul'un panaromik görüntüsü altinda, Fehriye ve silahli
iki kisinin Sabana Center'e girislerini ve binanin tuvaletinde tabancalarina
susturucu taktiklarini da ayni yöntemle anlatti. Çayci kizin, "Çay
getirdim" diyerek, özdemir Sabanci'nin odasina girisi de canlandirildi.
YALANI ÇIKTI
Cezaevinden çiktiktan sonra
ilk kez televizyona çikan Fehriye ise, kendini güvende hissetmedigini
belirterek, bir AB ülkesi tarafindan siginma hakki istedi. Fehriye, suikastin
hemen ardindan Sabana Center'i terk etmesinin gerekçesini ise söyle açikladi:
"Beni solcu olarak taniyorlar. Cinayetten sorumlu tutulmaktan korktugum
için hemen çiktim." Ancak, programda Erdal'in binayi cinayetten hemen
sonra ve olay duyulmadan terk ettigi görüntülerle anlatildi. Ve 'Erdal,
cinayeti herkesten önce nasil biliyordu?' sorusuyla, teröristin yalan
söyledigine dikkat çekti. Programda, Fehriye'nin Türkiye'deki suçlarindan
dolayi Belçika'da yargilanmasi için, yasal olanak bulundugunu görüsü savunuldu
ve Sabanci ailesinin avukatinin, bu amaçla girisimler baslattigi bildirildi.
SOLCUYU ÜLKÜCÜ YAPAN MEDYA
Türk milliyetçilerinin
mesru manadaki organizasyonlarinin temsilcisi durumunda olanlar, kendi
duruslarini temellendirdikleri isleyislere yönelik yanlis degerlendirme ve
tespitlerle ilgili haberlere karsi vakit geçirmeden cevap verirlerken,
sifatlandiklari kavrama yani ülkücülüge yönelik haksiz iftiralar karsisinda tek
kelime etmemektedirler.
Varlik sebepleri olan
davanin sifatlandigi kavrami böylesine dislayan, baska hareket mensubu var mi
bilmiyoruz. Ülkücülügün nimetlerini, dar yönelislerin icraatlarina kanalize
edip, bir sürü gaileyi basimiza saranlar, kendi icraatlarini anlatmak ve
savunmak için harcadiklari çabanin binde birini, ülkücülügün üzerine atilan
iftiralari bertaraf etmede göstermiyorlar.
Aidiyetin sosyal açiliminda asil deger olan fikri yükümlük galiba bunlarin
üzerinde hiçbir iliskilenisle ilgili degil. Ahbap-çavus iliskisiyle ortaya
koyduklari icraatlarinda önceligi ve sonraligi asla bir kriter olarak
almayanlar, konum tescilinde de "bagimsiz bir durusun sahibiymisler"
gibi davranma psikolojisindedirler.
Ama baslama noktasinda
müracaat ettikleri muhataplar her zaman ülkücülerdir. Ülkücüleri ve ülkücülügü
varlik sebepleri gibi degilde, siçrama tahtasi gören bu zevatlar, ya ilgili
olduklari fikrin sifatlamasina her sartta sahip çiksinlar ya da ülkücülügü,
yanlis islerinde kilif kabul edenlere, hareketlerinin bagimsiz oldugunu deklare
etsinler. Ülkücülügün nimetim paylasanlar, külfetini tasiyanlara da saygili
olmak zorundadirlar.
Falanca bakanin, falanca
bürokratin falanca partilinin hakkinda, basinda çikan her hangi bir haberin
yanlisligi ve yalanina karsi hemen refleks gelistiren bir çoklarini herkes
biliyor, ama ülkücülügünün bir çok yalan yanlis iftiralarla asli astan olmayan
kisilerle iliskilendirilmesine kimsenin cevabi söz konusu olmuyor. Aidiyet
sifatlamasinda bir kültür temeli olmayanlar, asla "bir yerli olma"
telakkisine tabi tutulamiyacaginin bilinmesine ragmen malum medya bu isi bir
çok iftirayla öyleymis gibi yazip çiziyor.
"Medyanin desteksiz
aticisi" ismiyle müsemma Radikal gazetesinde bu yalan-yanlislar, sür
manset devam ediyor. Ülkücü düsmanligini iftiralarla sergileyen bu gazete, isi
öyle ileri safhalara tasidi ki hayatinin hiçbir döneminde ülkücülükle uzaktan
yakindan bagi olmayan sosyal demokrat ya da solculari ülkücü sifatiyla iliskilendirip
"suç örgütü bir hareket" gibi kamu oyuna lanse etmeye çalisiyor.
Bir süreden beri devam eden Erbil Tusalp isimli bir yazarin yazi dizisi
"Uyusturucudan Siyasete" de bu hayasiz iftiralar, alip basini
gitmektedir. Tabii bu efendiler degneksiz köy bulduklari için, oldukçada rahat
davranmaktadirlar. Simdi adlarini, dillerine pelesenk yaptiklari Susurluk
kahramanlarinin "ülkücülükle baglan nedir bu adamlarin", sormak
lazim. Simdi DYP Genel Baskanligina getirilen Mehmet Agar ne zaman ülkücü oldu?
Bal gibi sosyal demokrat olan bu adamin icraatlarinda ve yakininda bir tek
ülkücü yoktur. Deniz Gökçe, Sedat Demir, Orhan Tasanlar ve daha bir çok
yakininin solcu oldugunu, niye kimse kabul etmiyor?
Solcuyu saga yapanlarin akillilari ve buna inanan ahmaklari teshir etme
zamani gelmedi mi? Yine bu bilgi fukarasi Erbil Tusalp'in "ülkücü"
dedigi Yasar Öz, ne zaman solculuktan, ülkücülüge geçmistir? iddiasini ispat
etmeyen serefsizdir. Nurettin Güven ülkücüyse Ingilizlerle baglantisi nasil
oluyor? Yoksa "ülkücüleri Ingilizler mi finanse ediyor" diyorsun?
Sizden her sey beklenir. "Derin Devlet" diye dilinizden
düsürmediginiz seyle kucak, kucaga oturan sokulan bilmiyorsaniz arayin tek tek
size söyleyelim. Bir de "sizin durusunuzun kimle ne bagi ve iliskisi
var?" Onu da yüzünüze anlatalimda aklinizin mahiyet ve boyutunu anlayin.
O zirvalarinizi yillardir
tekrarlayip durdunuz sonuç ne oldu. Hâlâ anlamamakta israr ediyorsunuz. Temiz
toplumun kirli solcularinin arsizligi öyle hayasiz bir vaziyette ki bu ülkede
masumlari katil, katilleri masum yapiyorlar da kimse bunlara "yeter artik
katiller..." diye hadlerini bildirmiyor. Sol, kendi elindeki kanlari yok
farz ettirmekte ne maharetler sergiliyor görüyorsunuz.
Generalleri, bakanlari,
çoluk çocugu, askeri, polisi, is adamlarini, ülkücüleri insandan saymazsaniz
tabi onlari katledenleri de masum telakkisine tabi kilarsiniz.
Uyusturucu kaçakçisindan, çek senet tahsilatçisindan, zorla haraç
toplayicisindan kimlerin rant kaptigini, niye kimse "solla"
fotograflamiyor? Dev-Sol tarafindan Fransa'da öldürülen Pasa Güven'ler, Dursun
Karatas'Iar, Sarp Kuray'lar neyle mesgul? Erbil Tusalp efendinin oturdugu
kapitalizmin kucaginin gövdesi, hangi tekelci sermayenin sömürüsüyle
semizlesiyor? Devam edin böyle zirvalariniza...
Ama gerçekten su
"Mehmet Agar'in solcu mu, ülkücü mü?" oldugunu ya siz ögrenin ya
birilerine sorun, bu o kadar da zor da bir sey degil. Açip sorun kendisine. Ya
da kiymetli arkadasi Sedat Demir'in dosyalarina bir göz gezdirin durumu
ögrenirsiniz. Aslan solcular, baktiginiz aynadaki gerçek yüzünüze inmis,
maskeyi aralayin artik.
MEDYANIN SOL UZUVLARI LIBERALLESIRKEN
Yayinevleri disinda
"medya"nin ana kanalini, gazeteler ve televizyonlar olusturuyor.
Bagimsiz egilimler tabii ki burada da var ama genis kitleleri etkileyen,
kamuoyunun olusumuna ciddi girdiler sunan, çiktilari yönlendiren ve sermayenin
giderek güçlenen ideolojik bir aygiti olarak islev gören (burjuva) medya (si),
merkezde duruyor.
Sol siyaseti ve onun ilk
elden alicisi olan kitleyi kusatan yayinlar da, bu merkezin uzuvlari olarak
insa ediliyor. Bu baglamda ve bu topraklarda özel önem tasiyan Cumhuriyet ve
Radikal gazetelerim, asagida inceleyecegiz.
Oraya geçmeden, konunun yukaridaki omurlarla baglantisina deginecek
olursak; hem popüler kültürün olusmasinda, onun yayilma mecralarini
olusturmada, sistemle uyumlu sanatçilara "ün" verilmesinde, hem
Avrupaci (ön) yarginin kitlelere kabul ettirilmesinde (dayatilmasinda) ve hem
de yeni trendlerin lanse edilerek "degisim"in ilgili guruplara
indirilmesinde, medyanin çok önemli rolleri var. Yani buraya kadar elestirel
bir yaklasim ürettigimiz çogu konu ve kisinin, "kendisini gerçeklestirme
mecrasi" medya oluyor. Bu ideolojik güce, bir de "pazarlama
nosyonu" eklenince, sermaye, en güçlü silahlarindan birini donanmis
oluyor.
Burada uzun uzadiya
"genel medya analizlerine" girecek degilim. Ilgili çok sayida
arastirma var. O yüzden "omurgayi dik tutma" çabamizda daha çok,
Türkiye topragina basan yönlere deginecegim. Ancak medya analizi denilince,
kanimca bu güne kadar en derli, toplu çerçeveyi sunmus ABD'li dilbilimci Noam
Chomsky'nin, çok önemli buldugum yaklasimini da kisaca aktarmak istiyorum.
Chomsky'nin "radikal medya elestirisi", Özellikle ABD'nin
"özgürlük, demokrasi ve insan haklari" pesinde kosan ve bu
"degerler"i yayan global (emperyalist diye okunmasi daha dogrudur)
siyasi stratejisi çerçevesinde, kamuoyunun hazirlanmasini ve haber
"olusturulmasi" sürecini anlatmaktadir. Objektif gazetecilik yapiyoruz
diye, diye çarpitilan ve her bir yayinda- haberde yeniden kurulan gerçek-
yutturmaca iliskisi, Körfez Savasi'ndan Papa Suikasti'na, Vietnam'dan Bosna'ya
birçok örnekte, ayrintilariyla gösterilir. Chomsky'nin bu olgucu aktarimi,
belki olgularin kendisiyle degil ama medyanin filtrelerini (süzgeçlerini) açiga
çikaran ve buradan geçemeyen gerçeklere isaret eden yönüyle çok önemlidir.
Chomsky "medya
filtrelerini" bes temel baslikta ele almaktadir. Birincisi, medya
kuruluslarinda yasanan tekellesme egilimi ve medya patronlarinin özel kar
arayislaridir. Türkiye'de Aydin Dogan, Dinç Bilgin, Cem Uzan ve Karamehmet
ailesinin egemenligi bilinmektedir. Sermaye gruplarinin, medyadan gelen
güçleriyle aldiklari ihaleler, kapattiklari kamu kuruluslari sayisi ise
belirsizdir ve bir dönem mafya sermayesinin de, medya kuruluslarini satin
almasi sonucunu vermistir. Haberlerin "geçmesini" belirleyen
"birinci filtre", sermayenin kendisidir.
Ikincisi, reklamlarin
medyanin temel gelir kaynagi haline getirilmesidir. Medya, pazarlamanin merkezi
organi olduktan, tüm bir "sektör"e "entegre iletisim pazarlama
sanayi" denmeye baslandiktan sonra, arak herhangi bir yayinin ekonomik
olarak ayakta kalabilmesi için reklam almasi ve dolayisiyla reklam veren
onlarca sirkete, sonuçta da bir bütün olarak sermayeye ve onun taleplerine
bagimli hale gelmesi söz konusudur. Reklam alan "bagimsiz bir medya"
olamaz, dolayisiyla haberlerin "geçmesini" belirleyen "ikinci
filtre", reklam bagimliligi ve onun üzerinden tekrar sermaye bagimliligidir.
Üçüncüsü, "uzmanlar"
adiyla olusturulan filtredir. Uzman, etkili ve yetkili çevrelerin medyaya
soktugu bir tür "ajan"dir. Her konuda sermayenin, sermaye bagimlisi
üniversite çevrelerinin, hükümetin, emniyetin vb. konuya hakim uzmanlari
vardir. Önemleri, ilgili konuyu belli bir yönden islemeleri, diger yönleri
tümüyle gözardi etmeleridir. Kamuoyu nezdinde "uzman"i bildigi için
gerisi önemli degildir. "Uzman filtresi"; haberlerin "nasil
geçecegi"ni belirlemektedir.
"Dördüncü
filtre", bir tür otosansür mekanizmasidir. Objektif yaklasimda ileri
gidenlerin, sistemin talep ettiginin ötesinde, dürüst gazetecilik örnegi
göstermekte diretenlerin bombardimana tutularak bu çizgisinden vazgeçirilmesi,
olmadi, karalama kampanyasiyla etkisizlestiril-mesidir. Bu filtre, habercinin
"adam edilmesi"dir.
Chomsky, Amerikan
medyasinin (ve 90'Iarda hizla Amerikanlasan tüm dünya medyasinin) kullandigi
besinci filtreyi açiklikla dile getirmistir; bu anti-komünizmdir. Komünistlerin
ve siyasetlerinin görmezden gelinmesi,"sol andansli medya"da, onlarla
ilgili haberlere yer verildigi durumda haberin ufaltil m a si ya da
çarpitilmasi, "sag tandansli medya"da çesitli vesilelerle "kizil
tehlike"ye dikkat çekilmesi, gerektiginde "vatan hainlikleri"ni
gösteren haberlerin yapilmasi, bu filtrenin islevleridir. Filtre, komünizme
karsi ideolojik uyan mekanizmasidir ve tüm haberler, içlerine sizabilecek
hainlere karsi, bir anti- komünizm filtresinden "geçirilir."
Chomsky'nin niteliklerini
belirledigi bes filtre, bugünkü çok kanalli medya yapisinin, aslinda nasil da
tek bir kanala denk düstügünü göstermektedir. Çünkü haberler, ancak bu bes
filtreden geçtikten sonra medya da yayinlanabilen "objektif haberler"
olabilmektedir ve bütün kanallar dogaldir ki "objektiftir. Filtrelerden
geçemeyen gerçekler ise haber olamamaktadir, daha dogrusu haberler gerçegi
verememektedir. Düsman ideolojilerini tektipçilikle, totalitarizmle suçlamayi
aliskanlik haline getiren bir sistemin, en "çok kanalli" göründügü
alanda, en tektipçi ve totaliter araçlarindan birini üretmesi ibretliktir.
Yanilsamali ve yönlendirilmis bilinç üretme konusunda büyük bir güce sahip
olan medyanin, bu etkisini mutlaklastirmak ise gereksizdir. Sistemin
"genis kitleleri ideolojik olarak kusatmasini" çok seye yormak
mümkündür ama her seye yormak, sorunu saçmalastirmaktadir. Dolayisiyla medyanin
güçlü etkisi, gündemin belirlenmesi ve kitlelerin manipüle edilmesi gibi uçlara
götürülmeden ayirt edilebilmelidir. Ve en önemlisi, filtresiz gerçek haberlerin
kanallarini yaratabilmektir.
Buradan, Türkiye'ye
geçebiliriz artik. Chomsky'nin Amerikan medyasi için saptadigi bes filtre,
"burada" da geçerlidir. Hatta filtrelerin gözenekleri çok daha küçük,
görünümleri çok daha kabadir. Medyanin, sermaye ve onun iktidardaki güçleriyle
iliskisi, "besleme" özelligi göstermektedir. Öyle ki, 150 yili asan
basin tarihini, tek bir paragrafla özetlemek mümkündür:
"Besleme basin" geleneginin köklerinin derinlere indigi, aykiri
ses çikaranlarin hizla cezalandirildigi bir ülkedir bu; Sultan Mahmut'un
"sarayin günlük tarihini döken, övgü dolu" Takvim-i Vak'ayi'sinden
baslayan, santajci Ce-ride-i Havadis'le devam eden, Abdülaziz'le,
Abdülhamit'le, Mustafa Kemal, Inönü, Menderes'le "resmi olan"a iyice
baglanan, "gayri resmi" onlarcasinin kapatildigi, Demirelle, Özalla,
Çillerle "majestelerinin gazetelerinin" yeniden yaratildigi,
"iki buçuk gazete"nin öne çikarildigi, asparagasla, lotaryayla,
baldir-bacakla, liberal çigirtkanlikla, güce tapinmayla, yükselen degerlerle,
birbirine karsi tetikçilikle, is takipçiligiyle, Mehmetçik gazetecilerle,
muhalif olanin yakilmasiyla yasayan bir "gelenek"tir.
Filtreler kalemlerde,
beyinlerde, yüreklerdedir. Ancak "medya sistemi", gözeneklerin görece
büyük oldugu, azda olsa "gerçekler"e yer veren "solcu"
Örnekler de üretebilmelidir. Iste bu ihtiyacin 2000'ler Türkiye'sindeki
karsiligi, Radikal ve Cumhuriyet'tir.
Evveliyati resmi söylemlerin yayin organi olmaya, milliyetçilige ve hatta
bir dönem fasizme dayanan Cumhuriyet'in, 60'lann ikinci yansindan itibaren
baslayan "ortanin solu" macerasi, bugüne uzanan yönleriyle
irdelenmeyi hak etmektedir. Ama önce 90'lann ikinci yarisinda çikan "light
Cumhuriyet" ekolüne dair saptamalarimizi aktaralim.
Yeni Yüzyil ve Radikal'den
olusan "light-Cumhuriyet" ekolünün, ilk çikislari itibariyla, hem
Cumhuriyetin Kemalist- ulusala okurlarindan çalmak, hem de özellikle
üniversitelerde "gençleri liberalizme kazanmak" gibi ikili bir
stratejisi vardi. Üniversitenin kültürel etkinliklere ve kismen siyasete
duyarli, akademik sos büründürülmüs analiz yazilarini okumaya ve yazmaya açik
olan kesimlerini "liberalizm"e kazanmak, önemli bir hedefti. Ayni
kesimin mezuniyetle birlikte olusturmayi hedefledigi "kariyer" ne
kadar güvence altindaysa, bu liberal müdahalenin etkisi de o kadar güçlü oldu.
Yillar içinde, sonradan Bin yil'a dönüsen Yeni Yüzyil kapandi, Radikal ciddi
ölçüde tiraj yitirdi, güç de, güvence de azaldi ama etki sürdü; üniversite
anketlerinde "en çok okunan gazete"nin adi. Radikal olmaya devam
etti.
Aydin Dogan'in patronlugunu yürüttügü gazete, dönem, dönem mali açidan
iflas noktasina gelse de, "prestij" sorunu da gözetilerek sübvanse
edildi. Dogan, memleketin liberal entelenjiyasirun gönlünü oksayan,
üniversitelerden yenilerinin yetismesine önayak olan bir çizginin ideolojik
öneminin bilerek hareket etti. Radikal'in günlük yayin çizgisiyle olusturdugu
ideolojik referanslar (sol yayinciligin etkisizligiyle de birlesince), gençlik
içinde Kemalist reflekslerin yerini, sivil toplumcu duyarliliklarin almasini
sagladi. Belirtmeye gerek var mi; bu referanslarin burjuva iktidarini rahatsiz
etmeyen, tam tersine güçlendiren bir yapisi var. Açik- gizli özellestirmeci,
yan- gizli Amerikanci, gizli milliyetçi, açik demokrasi ve insan haklari
savunucusu ama her durumda liberal bir çizgi, solun kolektif aklini
bozmaktadir. Liberalizmin gündelik alginin içine sinmis bu hali, ortalama
üniversite solcusunun Öncelikle reflekslerini, ama zamanla bilincini
sekillendirmeye baslamistir. Geçtigimiz yillarda yasanan "türban
darbesi"nin ardinda, liberal asinin tutturdugu böylesi bir siradan bilinç
de vardir.
Radikal'in bu "siyasi-
ideolojik" etki disinda bir de "kültürel- ideolojik" etkisi
oldu. "Liberal ortam"a fenomen pazarlama, "in"ler ve
"out"lar yaratma görevi, haftalik ve aylik magazin dergileri disinda,
günlük olarak Radikal'in (ve bir miktar da Sabah'in) görevi haline geldi. Yeni
"stil'ler yaratmak, "clubber" vb. adini verdikleri yeni genç
cemaatlerin gönlünü oksamak, tüketim kültürünü bu gruplar üzerinden
canlandirmak ve tabii ki reklam pazarlamak, bu görevin tanim alanina girdi.
Radikal ekolünün yarattigi
bilgili, özgür ve tüketen liberal gençlik, 2001 yilinda bir "kriz
darbesi" yedi. Gazetesinden günlük olarak aldigi liberal referans
çerçevesinin maddi karsiligi çikmayinca ya da eksik çikinca, liberal zeminin
saglam olmadigini, sorgulanabilir bir sey oldugunu farketti. Uçmayi ve kaçmayi
da barindiran bu tepkisellik, sol açisindan degerlendirilmesi gereken
özellikler de barindiriyor. Ancak Cumhuriyet'in Kemalist etkisine göre
Radikal'in liberal dusundan geçmis bir kitleye ulasmak, Öyle çok da kolay
degil. Solun bu müdahale girisiminde, kendi kimligini de deforme etme riski
bulunuyor. Solun kendi yayin çizgisini güçlendirmesini liberal etkiyi bertaraf
etmede, çok daha önemli bir rolü bulunuyor.
Cumhuriyete gelirsek; bu
ülkede sol duyu ve tepkinin güncel karsiligim üreten yayin organi olmasi hem
önemli bir "firsat", hem de büyük bir "sorun" dan
baslarsak, sermaye iktidarini ve Chomsky'nin yukarida sözünü ettigimiz
filtrelerini "öncül" kabul ederek yazdigimiz unutulmasin;
"Babiali'nin Pravdasi", bu filtreleri "sol" adina
gelistirerek her gün yeniden "haber" üretiyor. "Cumhuriyet okuru
denilen, özellikle tasrada "ortak" kimi duyarliliklar da gelistiren,
metropollerde ise zaman zaman çevresine "isik saçan" bir kitle, her
gün filtreli haberleri kendine ve yakin çevresine tasiyor. Bu ülkede sol adina
yola çikanlarin, bu zemini ihmal etme sansi ise bulunmuyor. Çünkü
"firsat" kismina gelirsek; içeriden ve disaridan zorlamalarla
Cumhuriyet'in gözeneklerini büyütmektiler zaman mümkün.
Cumhuriyet, en genel
anlamiyla sola dönük ideolojisi ve dünya görüsü olan bir gazete. Her ne kadar
resmi solu temsil etse de, solun düzen disina tasabilen unsurlarim da içinde
barindirabiliyor; böylelikle onlara da bir "resmiyet" kazandiriyor.
Düzen içi sol nezdindeki asil temsiliyet'ine bakildiginda ise, 90'lann
"her alanda zorlanan liberal dokusuyla mesafesini koruyan bir
"resmi" çizgiye sahip oldugu görünüyor. Ancak Cumhuriyet'le örnegin
Radikal arasinda bir çeliski yok; tam tersine, yer yer birbirini bütünleyen yer
yer itekleyen dinamik bir iliski kuruluyor. Cumhuriyet'in" filtresinden
geçemeyenler, Radikal'in filtresinden geçiyor ya da tam tersi oluyor, ancak
sonuçta bu görev paylasiminin bütünlügünde, düzenin "sol yayincilik
filtresi" insa ediliyor.
Cumhuriyeti liberallestirme
yönündeki çabalar ise, her zaman bir "direnis"le karsilaniyor. 12
Mart darbesinden hemen sonra gündeme gelen "deneme", okur boykotuyla
karsilasip, bosa çikarilinca, "devletçi sol" çizgisi konsolide
ediliyor. 91'de mali gerekçelere de dayanan, Murat Belge'li, Emine
Usakligil'li, benzer bir liberal girdi denemesi, yine yazarlarin istifasi ve
okur boykotuyla karsilanip alt ediliyor.
Bundan sonra "cepheden" degil, "içeriden" müdahaledönemi
basliyor. Yabanci sermayenin ülkedeki etkinligini, "oyunun kurali"
olarak benimseyen, yoksullasma karsisinda halk duyarliligini oksasa da
"ekonomik programlar'^ çare gözüyle yönelen, 2000'lerde Sezer
"çare"sine sarilan, Avrupa Birligi konusunda "onay" üreten,
hatta "sömürge aydini" tipolojisine yesil isik yakan yeni yayincilik
çizgisine, liberalizm rahatlikla "sizabiliyor". Hatta Avrupacilikla
birlikte, ABD'nin bölge çikarlarina çok uzak olmayan "görüsler" de,
Cumhuriyet'in sayfalarinda yer bulmaya basliyor.
Bu degisim içerisinde, gazetenin "cumhuriyet'i
"demokrasi"nin önünde gören genel çizgisiyle birlikte, demokrasiyi
zorlayan, Oral Çalislar, Aydin Engin gibi köse yazarlari da Öne çikiyor. Bir
yandan "liberal bulasik" bu imzalar araciligiyla kendine alan açmaya
çalisirken, bir yandan da laiklik hassasiyeti ve asker partisinin bu konuda
1997 yilindan itibaren attigi adimlar, Cumhuriyet çizgisinin son yillardaki
yürüyüsünün temel belirleyenleri oluyor (90'lann hassas konusu
"bölücülük" karsisinda ise,, belki Mehmetçik
gazeteciliginin kendisi degil ama ideolojisi üretiliyor.) Düzenin sol
ihtiyacini, sosyal demokrat j sinin birligi çerçevesinde karsilama çabasi ise,
9O'li yillar f boyunca bir sonuç üretmiyor (Bir tek 90'lara girilirken
"hükümet üretmek" konusunda basariya ulasiliyor. DYP- SHP
koalisyonunun kurulmasinda Cumhuriyet'in özellikle Ugur Mumcunun
"anlamli" katkilari bulunu yor.)
Gazete, ideolojik- kültürel alanda yillardir "aydinlat maçi"
hattin tasiyiciligina soyunuyor, ancak genç ve devrimci çikislara kapattigi
sayfalarini, yalnizca gelene! cumhuriyet aydininin ahbap-çavus elestirelligine
açan bastan bir kayitla hareket ediyor. Bu "elestirellik"
entelijansiyanin donuk bir fotografini vermekten öteye geçer yor. Radikal'in
civiltili ve civik görüntüsüyle, yine bir görev bölüsümünü ifade ediyor.
Objektif haberciligin, "bagimsiz" kalmakla mümkün oldugu sik sik
dile getirilse de, Cumhuriyet'in büyük medya patronlarindan birine bagli
olmadigi anlatilmaya çalisilsa da, gazete, büyük sermayeyle baglantisini her
dönem göbekten kuruyor. Gelir getiren kalemlerin, finans ve reklam
olanaklarinin, dagitim kanallarinin tümüyle sermayeye baglandigi bir dönemde
"çaresiz" kaliyor; belki dogrudan sermayenin borazanligini yapmiyor
ama göbekten konusmayi, "vantrologlugu" basariyor. Her kritik dönemde
ve baslikta, "sol muhalefet*'ini bir kenara birakip, göbek bagini
saglamlastiran çikislar yapmayi da ihmal etmiyor.
Peki, buradan nasil
"olanak" çikiyor? Babiali'nin Pravdasi'nin solu yazmasi ve daha da
önemlisi "yazdiklarinin sola yazmasi" için, önce Pravda'nin
güçlenmesi, tüm topragi ve bu arada Babiali'yi de sarsmasi gerekiyor
RÜZGARA GÖRE YÖN DEGISTIRMELERIN VE ÇÜRÜYÜSLERIN KÜÇÜLTTÜGÜ BIR EGEMEN GÜÇ
BORAZANI: CUMHURIYET GAZETESI
Bugün, "Yeni Gün
Holding" bünyesine giren Cumhuriyet gazetesi, 1924 yilinda Yunus Nadi
tarafindan yayin hayatina sokulmustur. Cumhuriyet bugün, yayin tarihinin en
düsük tirajlarini yasiyor. 12 Eylül 1980 öncesinde tiraji 200 binden asagi
inmeyen bir gazete iken, bugün çesitli zorlamalarla 15-20 binlerde
seyretmektedir.
Ancak Cumhuriyet
gazetesinin yayin tarihinde en ilginç ve çarpici olan gerçek, bu gazetenin
kapanma noktasina gelmesi degil, ideolojik olarak daima karsi olduklari ve
amansizca savastiklari kapitalist bir grubu benimsemeleriydi. Cumhuriyet
gazetesinin sosyalist agirlikli olan ve kapitalizmin bütün kurumlarina ve
felsefesine karsi oldugu bilinen ortaklarinin aldigi radikal bir kararla
"Yeni Gün" adli bir holding kuruldu ve gazete, bu holdinge baglandi.
Holdinglesme; gücü ve imkani olan sermaye sahiplerinin ve girisimlerin
olusturdugu, kapitalist bir yapidir. Bu yapiyi olusturmak, herkese açik bir
hak. Ancak burada holding olusturanlar, yillardir kapitalizmin tüm degerlerine,
felsefesine ve kurumlarina amansizca saldiran, sosyalist zihniyetti, jakoben,
laik-militan bir gazetenin ortaklan olunca, ortaya yaman ve çarpici bir çeliski
çikiyor. însan bu ilkesizlige ve garabete elbette ki çok sasiyor. Söz konusu
olan kisiler, Cumhuriyet'e bir holding makyaji vermekle, yillardir en sert ve
en militan üsluplarla sürdürdükleri sosyalist ve devrimci mücadelelerini
tamamen terk etmis ve oyunlarini kapitalist araçlarla, kapitalizmin kurallari
içinde oynamayi kabul etmis oluyorlar. Cumhuriyet gazetesinin geldigi bu son
nokta keskin bir ideoloji degisikligine isaret ettigi gibi militan, sosyalist-
devrimci çizginin de "iflasinin ilani" anlamina geliyordu. Günümüzde
globallesen ve ekonomi iliskileri çerçevesinde sinirlarin kalktigi bir ortamda,
artik ekonomik ve sosyolojik anlamda geçerli hiçbir tarafi kalmamis bir
ideolojinin bayraktarligini yapmaya çalismak Cumhuriyet gazetesini kapanma
noktasina getirmisti. Ancak gazetenin ayaga kalkip güçlenmesi için eski
tüfeklerin seçtigi yol ise onlarin kendilerini, ilkelerini, ideolojilerini ve
yillardir savuna geldikleri fikirleri yok sayip reddetmek anlamina gelen bir
yoldu. Eski tüfekler, holdinglesmeye karar vermislerdi. Bu kararin alinmasina
kadar 50-60- binlerde dolasan Cumhuriyet gazetesinin tiraji, bu 180 derecelik
dönüsten, sonra sadik devrimci, sol okuyucu kitlesini kaybettigi için 10-15
binlere düstü.
Halen 10-15 bin satan
Cumhuriyet gazetesinin bugünkü okuyucu kitlesi, hep ayni kalan kemiklesmis
kitledir. Bu 10-15 bin gazetenin 1000 adeti; askeri orduevi, gazino, karargah
gazinolarinda "alinmasi zorunlu bes gazeteden biri" oldugu için
askeri birimlerde okunuyor. 500 tanesi. Ögretmen evlerine satiliyor. Diger kamu
kurum ve kuruluslarinin "alinmasi standart olan gazetelerinden biri"
de Cumhuriyet oldugu için, 3000 tanesi de bu kanaldan aliniyor.
Müstesarliklara, lokallere, bakanlara alinan gazeteler arasinda Cumhuriyet
gazetesi de vardir. Cumhuriyet gazetesi 3000 gazeteyi buradan garantiliyor.
Ayrica Adalet Bakanligi cezaevlerine 250 adet Cumhuriyet gazetesi aliyor.
Kültür Bakanligi, kütüphaneler için 500 Cumhuriyet gazetesi aliyor. Yargitay,
Danistay ve Sayistay'da 100-150 Cumhuriyet okunuyor. Üniversite Rektörlükleri,
îl Özel idareleri ve yerel gazeteler, toplam 2000 Cumhuriyet gazetesi
tüketiyor. Buradan anlasilabilecegi gibi, halen Cumhuriyet gazetesinin en büyük
ve garantili müsterisinin devlet oldugu ve varligini devlete borçlu oldugun
anlasiliyor.
Cumhuriyet gazetesi, burada sayilan ve sayilamayan devlet kurumlarina 9 ile
10 bin gazeteyi garantili olarak^! hiçbir çaba göstermeden satiyor. Bu miktar
ise, su andâ': Cumhuriyet'in sahip oldugu tiraji 2000 ile 5000 altindadir.' |
Yani holding olmasina ragmen gazeteyi kapanmaktan kurtaran husus, en önemli
müsterisinin devlet olmasidir. | Buna bir bakima devletin Cumhuriyet'e karsi
"vefa borcu-j | nu" ödemesi denilebilir. Çünkü Cumhuriyet gazetesi
kurulusundan, 1970'li yillarin ortalarina kadar militarist-laik bir Cumhuriyet
rejiminin ve militarist devrimci Kemaliz min muhafizligini ve sözcülügünü
yapmisti. 1970'li yillarin ortalarindan 12 Eylül'e kadar Bolsevik devrimci
solun güdümüne giren Cumhuriyet, hem Komünist ideolojiyi seslendirmis hem de
Laik Cumhuriyet rejimine düsman gördügü kesimlere karsi militan ve sert bir
düsmanlik yaparak Türk Silahli Kuvvetlerinin ve perde arkasindaki asil
"Karar Alicilarin" takdirini kazanmisti...
199O'li yillarda,
militarist Kemalist milliyetçi ve militan laik bir çizgiyi benimseyen
Cumhuriyet gazetesinde, artik sosyalist fikirlere iliskin çikislar görülmemeye,
kapitalizmle ve devletin hakim ideolojisiyle uyum saglama arayislarina
girildigi gözlendi. Ancak her seye ragmen, Cumhuriyet'in kökten bir sapmaya ve
reddedise yer vererek, kapitalizmi bütün yönleriyle benimseyecegini ve asil
okuyucu kitlesi sol devrimci olan okuyucularla "köprüleri tamamen
yikacagini" hiç kimse beklemiyordu.
Bu gün hem tiraji azalan,
hem de personelinin ve yazarlarinin büyük bir bölümünü kaybeden, kaçirtan ve
kovan Cumhuriyet gazetesinin bu köklü ideolojik degisikligi ilk degildir.
Cumhuriyet gazetesi; tam bir çizgi, ideolojik sapmalar ve çürüyüsler tarihidir.
Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti rejiminin bekçisi olarak, tek partili
dönemin selameti ve varligini güçlendirmek amaciyla, resmi desteklerle kurulmus
ve yasatilmis bir gazetedir. Ancak tek partili dönemin sona ermesinden, askeri
darbelere kadar sayisiz gelismeler yasanmis, bu da gazetenin kurulurken
benimsendigi rolü oynamasina ve tek bir çizgiyi degistirmeden sürdürmesini
zorlastirmistir.
Cumhuriyet gazetesi, tam
bir "egemen güçlerin" borazanidir.
Cumhuriyet gazetesi
tarihinde en keskin yönleriyle gözlenen fikir ve çizgi degisikliklerinin nedeni
bu gazetenin bir rüzgar gülü gibi rüzgarlarin estigi yöne göre degismesi ve
"durus" belirlemesidir. Buna göre, Cumhuriyet gazetesinin içe ve disa
karsi durus ve çizgisini belirleyen iki ana etken vardir.
1- Içteki güç dengelerinin
degismesine göre davranmak, egemen güçlerin, hükümetlerin veya devirlerin
degismesiyle sahneye yeni aktörlerin gelmesi ve bu aktörlerle iyi geçinmeye
çalisilarak, hem cüzdanlarin daima siskin kalmasini saglamak, hem de gazeteyi
yasatmak ve güçlü kilmak düsüncesi.
Örnegin; Demokrat Parti iktidara gelene kadar, siki bir Ismet Inönü'cülük
yapilmistir. Ancak Demokrat Parti iktidara gelince siki bir Menderesçi kesilip,
27 Mayis 1960 darbesine kadar bunu sürdürmüslerdir. 27 Mayis 1960 darbesinin
ertesi günü, Menderes'ten "vatan haini" diye bahsedilmis ve bundan
sonra tekrar militan, laik, sol tertip olan Inönü çizgisine ve Inönü'ye destek
verilmistir.
2- Dünyadaki güncel,
politik ve siyasi konjonktüre dikkat edip, esen hakim rüzgarlara ve bu
rüzgarlarla devleti yönetenler arasindaki mesafelere ve baglantilara dikkat
ederek, yön ve çizgi benimsemek... 1939'da Hitler, II. Dünya Savasini baslatmistir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenler ile Hitler arasinda örtülü bir takim
iliskiler ya da anlasmalar oldugunu sezen Cumhuriyet gazetesi, bir anda
Nasyonal Sosyalist (NAZI)'lere yani Hitler'e hos görünen bir durusa geçmistir.
Cumhuriyet'in bunu yapmasi, siradan bir olay degildir. Cumhuriyet gazetesi
adeta devletin resmi gazetesiydi. Ve herkes bu gazetenin "devletin
sesi ve kamuoyu olusturucusu" oldugunu biliyordu.
Toplumu Cumhuriyet ilkelerine, Laik degisime,devrimlere ve Istiklal
Mahkemelerinden çikan idam kararlarina hazirlama ve alistirma islerine,
Cumhuriyet gazetesi memur edilmisti. Devlet destekleri ve sermayesi de bunun
için bu gazeteye akitiliyordu, iste bu nedenledir ki Cumhuriyet gazetesinin
Hitler'e hos görünecek, Ingiltere jekomünizme karsi amansiz bir yayin yapmasi,
aslindaTürkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çizgisini ve fikirlerini;ifade ediyordu.
Cumhuriyet gazetesi jakoben- laik Kemalistlerin lehine beyninden geçen, Içe ve
disa yönelik politik ve diplomatik hesaplarin bir nakledicisiydi. 1939 ile1945
yillari arasinda koyu nasyonalist bir durusla Hitler'i selamlayan Cumhuriyet,
Almanya'nin yenilgisinden sonra rüzgarlarin, artik ABD'den ve SSCB'den yana
esecegini görmüstür. SSCB'nin basinda bulunan Stalin'in bölgeseli hesaplan
Türkiye'yi ürkütünce, SSCB'ye karsi Ingiltere ve ABD'ye selam çakan bir çizgi
benimsenmis, böylece güvenligimiz için bizi NATO'ya sokacak kapilarin
aralanmasina çalisilmistir. 1950'li yillar artik, DP ve Menderes yillariydi.
Cumhuriyet, rolünü ve misyonunu hemen fark misti (!) Cumhuriyet 27 Mayis'a
kadar Menderesçi'ydi 1978 yilinda CHP agirlikli bir sol hükümet is basina g<
ce ülke bir anda sosyalist ve komünist merkezlerden rüzgarlar arasinda kalmis
ve ülke sol bir ihtilalin esigine gelmisti. Cumhuriyet önlemini almakta
gecikmedi. Komünist bir yönetimin is basina gelerek SSCB'nin güdümüne
girebilecegini ihtimal veren Cumhuriyet gazetesi anda "Bolsevik
gazetesi" olmustu. Cumhuriyet bu ât nemde artik Kemalist bile degil, koyu
bir sosyalist devrimci olmustur. Gazetede komünistligin her tonu VI ve gazete
ile Türkiye Komünist Partisi arasinda baglantilar kuruldugu ve TKP'nin gazeteyi
maniple ettigi söyle meye baslanmistir. SSCB yanlisi sol çizgisi ve amansiz
siddetli bir milliyetçilik düsmanligi nedeniyle hakli olarak bu gazeteye
"Türk Pravda"si adi verilmistir. SSCB'nin komünist resmi gazetesinin
adi da Pravda idi. Cumhuriyet bu çizgi ve durusunun parasal karsiligini oldukça
tatminkar bir sekilde aldi. Gazetenin çizgisi komünist ve sol fraksiyonlara
hitap ettigi için 200 bin ile 250 bin arasinda dolasiyordu. Bu da Cumhuriyet'e
yetiyordu. Cumhuriyet her zaman en pahali gazete olma özelligini o yillarda da
koruyordu. Bu nedenle Cumhuriyet 200 bin adet satiyorsa bunu 500 bin satmis
gibi algilamalisiniz. Çünkü su anda bile gazeteler, 100 bin ile 200 TL arasinda
satilirken. Cumhuriyet gazetesi 350 bin TL'den satiliyor. Çok dogal ki bu da
standart oldugu üzere, sadece devlete satabiliyor. Siddetli geçim sikintisi
içinde olan ögretmen, ögrenci ve memur gibi hedef olmasi gereken asil okuyucu
kitlelerini diger gazetelerden sekiz sayfa eksik olan bir gazeteye 350 bin Ura
verip okumalari, zaten mümkün olmuyor. Ayrica gazeteler için artik, sadik ve
fanatik okuyucu modeli kalmamistir. Ideolojik katilasmalarin sona ermesinden ve
çok kemiklesmis okuyucu kitleleri bulunan gazetelerin zarar gördügü kesindir.
Artik herkes, imkan buldukça her seyi okuyor, Iste bu durumun en çok vurup
yiktigi gazete de, tabii ki her zaman böyle durumlardan yararlanarak fanatizmin
ve dogmatizmin kaymagini yemis olan Cumhuriyettir.
Cumhuriyet hakim güçlerin, hakim rüzgarlarin yönlerine göre
"durus" alan ve devlete egemen olan idarenin ve zihniyetin
paralelinde, kendine biçilen konjerktürel bekçiligi ve tetikçiligi basariyla
yerine getiren bir gazetedir, Cumhuriyet gazetesinin böylesine ilkesiz,
tutarsiz ve kaypak duruslar almasinin arka planinda da tabiî ki çirkin bir
çikarciliklara kazanma ve parsa toplama hirsi vardir.
REJIM MUHAFIZLIGI!
"Kumandali mi. Gönüllü
mü?" Cumhuriyet gazetesinin temel çizgisinin, rejim muhafizligi üzerinde
biçimlendigini iddia ettigimiz zaman bu çizginin egemen güçlerin emri ya da
istegiyle "kumandali bir sekilde mi" yoksa,gazetenin
iradesiyle "gönüllü olarak mi" belirlenip, takip edildigi hususu
karsimiza çikiyor. Yaygin olan ve bizim de katildigimiz kanaate göre Cumhuriyet
yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yere saglam basmasi için gereken
halk destegini olusturmak amaciyla dogrulmus ve bu görevi yapmasina paralel
olarak, rejimin tetikçiligini ve propagandalarini da üstlenmis bir besleme
gazetedir. Beslemeligini kanitlayan en önemli deli) de, gazetenin halen mevcut
tirajinin yüzde doksaninin devlet tarafindan alinmasidir. Devlet kurumlan bu
gazeteyi almasalar, gazete ertesi gün kapanacak durumdadir. Holdinglesme ile birlikte
gazetenin mali problemleri azalmamistir.
Bu nedenle gazetenin,, devlet tarafindan "suni teneffüsle" ayakta
tutuldugu bir süreç devam etmektedir. Cumhuriyet gazetesi kendine daima
"devrimci gazete" dedi. Cumhuriyet'in devrimci olarak kendine
yakistirdigi islevin ana nedeni, jakoben, Laik-Kemalist ve militarist gerçek
güç ve egemenlik odaklarinin borazanligim ve tetikçiligini yapmakta olusudur.
Gazetenin kurucusu Yunus
Nadi'nin devlet ile iliskisi anlasilmadan. Cumhuriyet gazetesinin analizi yapilamaz.
Bunun için biraz, Yunus Nadi'yi masaya yatirmaliyiz.
YUNUS NADI'NIN ANALIZI
Cumhuriyet gazetesinin
kurucusu olan Yunus Nadi'nin gazetecilik sahasina ilk el atisi. Sultan II.
Abdülhamit zamaninda gerçeklesmistir. Bu dönemde Yunus Nadi "Yeni
Gün" adli bir gazeteye çikarmistir. Ancak tahmin edilecegi gibi Yunus Nadi
daha ilk gazetecilik deneyinde, esen rüzgarlardan ve güçlüden yana tavir
almistir. Yunus Nadi'nin bu baglamda aldigi durus, iktidarin gerçek sahipleri
olarak görülen Ittihat ve Terakkicileri selamlayan ve yalayan bir durustur.
Ittihatçilari devrimci olarak niteleyen Yunus Nadi, kendisine ve gazetesine de
'devrimci* diyordu. Cumhuriyet gazetesinin devrimci sifatina ve islevlerine
sahip çikmasinin ve bir daha bunu hiç terketmeden bugünlere kadar tasimasinin
ilk etabini böylece Yunus Nadi baslatmistir. Ancak Yunus Nadi'nin daima
güçlüden, esen rüzgarlardan ve çikarlarin nereden gelecegine göre biçimlenen
bir devrimciligi vardi. Dogal olarak bu devrimcilik yana döner bir rüzgar gülü devrimciligi
idi. Ve durmadan Kabe'sini, kiblesini degistiriyordu. Bu da gazetenin bir tenis
topu gibi, güç odaklan arasinda yer, söylem ve tavir degistirmesine yol
açiyordu.
I. Dünya Savasi'nda Osmanli
Imparatorlugu yenilince devleti savasa sokan Ittihatçilara da kaçmak düstü.
Ittihatçilar sahneden çekilince, Yunus Nadi'nin "Yeni Gün"ü kendisine
yeni kible, yeni efendi ve yeni roller bulmakta hiç zorlanmadi, iktidarin ve
bundan sonraki dönemlerin Kemalistlerin damgasini tasiyacagini aninda gören Yunus
Nadi, bu kez rotasini Kemalistlerden yana çevirdi ve artik Kemalistlerin sesi
oldu. Yunus Nadi, 1924'de Yeni Gün gazetesini kapatip, yerine Cumhuriyet
gazetesini kurdu. Bu yenilik, Kemalistlerle ve dönemin esen rüzgarlariyla gayet
uyumlu olan ve sonradan Yunus Nadi'nin hem ceplerinin, hem de gazetenin
kasasinin devlet yardimlariyla! dolmasini saglayan bir atilim olmustur.
Cumhuriyet gazetesi Mustafa Kemal Atatürk ölene kadar katiksiz biri Atatürk
destekçisi olmustur. 1924 ile 1938 yillari arasinda | yapilan devrimlerin ve
yeniliklerin topluma anlatilip sin-f dirilmesi veya toplumun Önceden bunlara
hazirlanmasi,| islevini Cumhuriyet gazetesi yerine getirmis devletten aldigi
bütün destek ve para yardimlarinin karsiligini eksiksiz bir sekilde Ödemistir.
Atatürk ölünce. Cumhuriyet gazetesi, iplerin ismet Inönü'ye geçecegini ve tek
partili diktatörlügün bir müddet daha devam edecegini aninda görmüs, hiç
gecikmeden yeni duruma göre durusunu almistir. Cumhuriyet gazetesi artik koyu
bir "Milli Sefti ve yir ne kati bir Kemalist devrimcidir. Ancak dünyada
Hitler kaynakli olarak esen yeni güçle dalgalanan ve degisen konjonktür ismet
Inönü idaresini de zorlamak da bu da durumlara göre ayarlamalar yapmayi zorunlu
kilmaktadir.
Bu nedenle, o dönemde
Milliyetçilik - Türkçülük gibi akimlara yer verilerek, komünizme ve SSCB'ye
karsi sert söylemler seslendirerek Hitler'e diplomatik selam- J lar
çakilmistir. Ayrica Almanya'nin bir savas baslatacagi ve Avrupa'yi -SSCB' yi
isgal edecegi ihtimaline yer verilerek, Almanya yanlisi davranislar
sergilenmistir. Ayrica ülkenin her tarafinda üniversitelerde, donanmada,
fabrikalarda ve gazetelerde amansiz bir Bolsevik- Komünist takibati
baslatilarak Almanya'ya paralel davranmistir.
Cumhuriyet gazetesi,
Hitler'den yayilan ve Ismet Pasa idaresini de etkileyen bu Fasist-Nazi
elektrigini almakta gecikmedi ve kisa zamanda Hitler hayranligini alenen
sergileyen, Nazi egilimler tasiyan bir gazete oluverdi. Bu dönemde Cumhuriyet
gazetesi ve Yunus Nadi, Hitler'in sözcüsü olmakla suçlanmistir.
Ancak Almanya yenilince ve demokrasi rüzgarlari güçlenip, bütün totaliter
rejimleri demokrasiye zorlamaya baslayinca, Ismet Inönü'nün artik "Tek
Partili Milli Sefligi" yani diktatörlügü sürdürebilme imkani kalmamisti,
Dünya Savasini bahane ederek "savas sartlari, simdilik çok partili hayata
geçmeyi mümkün kilmiyor" diyen ve bunu diktatörlügüne gerekçe yapan
Inönü'nün, bu gerekçesi de sona ermisti. Savas bitmis,
Almanya da yenilmisti. ABD'den ve Avrupa'dan gelen demokrasi
rüzgarlari ve diktatörlere karsi yükselen antipatik tavir Inönü'nün durumunu
epey zora sokmustur. Üstelik savas boyunca Inönü el altindan Almanya'ya destek
vermis, Ingiltere, Fransa gibi ülkelerden gelen "savasa katil, bize yardim
et" çagrilarina cevap vermeyerek son derece nötr, ikiyüzlü ve Ifadesiz bir
siyaseti, "tarafsizlik" ambalaji ile sunarak müthis bir antipati
toplamisti. Savas boyunca "ne Isa'ya, ne Musa'ya" seklinde
kisiliksiz, ifadesiz ve nötr bir tarafsizlik siyaseti izleyerek aslinda
Almanya'yi desteklemis duruma düsen Inönü, bu tavri ile müthis bir antipati
yaratmisti. Hal böyle olunca elbette ki, savastan sonra Avrupa'nin ve ABD'nin,
üstünü çizdikleri bir liderle iliskiye girmeleri ve onun idaresine destek
vermeleri düsünülemezdi. Nitekim bunun ilk anlayan ve geregini yapan Inönü
oldu. Daha fazla gecikmeden çok partili hayata geçilmesinin adimlarini atarak
baska yönetimlere imkan tanidi. Bu elbette ki gönüllü, içten gelen bir sesle
alinmis bir karar degildi. Iç ve dis degisimler, konjonktürel baskilar,
yükselen demokrasi ve II. Dünya Savasi'nda yanlis ata oynamanin aci faturalari
sonucu alinmis zoraki bir karardi. Çok partili hayata geçince artik Inönü
döneminin bitecegini ve bir daha CHP'nin asla seçimle basa gelemeyecegini ilk
gören yine Cumhuriyet gazetesi oldu. Gazetenin idaresi, bu kez Nadir Nadi'ye
geçmisti. Nadir Nadi de, babasi gibi keskin koku alma yetenegine sahipti...
Ayrica gözleri de kuvvetliydi. Çikarlarinin nerede oldugunu, kimden yana
durursa ceplerini dolduracagini ve dengelerin kimden yana degisecegini hemen
görüyor ve gereken rolü üstleniveriyordu. Nadir Nadi, Demokrat Parti kurulunca,
partinin mesajlarindan ve halkin damarlarindan giren muhalefet tarzindan,
iktidarin artik Demokrat Parti'ye geçecegini aninda anladi ve Demokrat Parti
kontenjanindan milletvekili oldu. Nadir Nadi aruk demokrat-muhafazakar-
mukaddesatçi, ezanin yeniden Arapça okunmasini isteyen, dini mesajlar veren,
Kur'an-i Kerim kurslarini savunan bir partinin milletvekili idi. Laik Kemalist
jakobenlige, yeni bir durum (!) ortaya çikana kadar biraz ara verilebilirdi.
Nitekim yeni bir durum, 27 Mayis 1960 sabahi tecelli etti. Jakoben Kemalist bir
askeri cunta, darbe yaparak ülke yönetimine el koydu. Bütün Demokrat Partililer
tutuklandi. Darbecilerin arkasindaki asil ismin ismet Inönü oldugunu sagir
sultan dahi biliyordu ama Inönü, ihtilaldeki rolünü gayet Iyi saklamayi
basariyordu. Tipki Menderes'in Idaminin arkasindaki asil isaret verici ve
tesvikçi güç oldugunu saklamayi, ustalikla basardigi gibi... Tipki Türkes ve
arkadaslarinin Menderes'i astirmayacaklarini bildigi gibi...
Cumhuriyet gazetesi D.P'nin
son günlerinde, yönetimin iyice bozuldugunu, Cumhuriyet rejiminin her yerinden
su alarak ülkenin karanlik bir döneme ve kaosa dogru sürüklendigini, laikligin
temellerinin yikilmaya basladigini görüyordu. Bütün bunlarin D.P'nin sonunu
hazirlayacagini ve Kemalist askerlerin bir ihtilal yaparak D.P'yi devirecegini
biliyordu. Ancak askeri ihtilalin olacagini herkesin beklemesine ragmen, bunun
ne zaman olacagi tahmin edilemiyordu. Tahmin eden ve ihtilale göre kendini
hazirlayan tek gazete yine Cumhuriyet'ti. Cumhuriyet daha ihtilalden bir ay
önce, D.P'ye karsi tavir almaya ve ülkeyi gericilere teslim etmekle, rejimi
yikmaya çalismakla suçlamaya baslamisti.
Gazetenin patronu ve D.P. Milletvekili olan Nadir Nadi'ye isaret verenler,
tabii ki askerleri ihtilale kiskirtan, pusudaki eski kurtlardi. Askerleri
kiskirtan C.H.P idi ve baskani da Inönü idi. Inönü, bir vefa borcu hissederek,
kurulusunda pek çok katki sagladigi ve çok yararli hizmetlerini gördügü bu
gazetenin, ihtilalde okkanin altina giderek yok olmasini istemiyordu. Bu
nedenle ihtilalin mutfagindan Nadir Nadi'ye isaret vererek, ihtilalin gelmekte
oldugunu hissettirip vefa borcunu ödemeye çalismistir. Ihtilallerin,
devrimlerin ve iç savaslarin dumanlari arasindan gelerek kurtlasan Cumhuriyet
gazetesi zaten isaret olmadan da "bir ihtilal hazirliginin" kokusunu
alabilecek durumdaydi. Bekledigi gibi oldu; 27 Mayis 1960'tan sonra Cumhuriyet
gazetesi tekrar GH.P'li ve Kemalist devrimlerin, rejimin yilmaz ve militan
bekçisi oldu. Cumhuriyet yeni ödevlerini almisti... Simdi toplumu Menderes ve
diger D.P'lilerin idamina hazirliyordu. Gazetede amansiz bir D.P düsmanligi
baslamisti. Cumhuriyet her devrin tetikçisi "gelen agam, giden pasam"
siyasetinin dönek ve çikara gazetesi olma özelligini korumayi yine basarmisti.
Ismet Inönü'nün bir
toplantida "ortanin solu" seklinde bir çizgiden bahsetmesinden sonra
Cumhuriyet gazetesi, bu kez solcu söylemler seslendirmeye basladi. Yeni
yükselen sol akimlara bagli olarak solcu okuyuculari artanca, bir anda
tirajlari yükseldi. Cumhuriyet gazetesi, solculara selam durmanin karsiliginda,
1970'li yillarda, 250 bin tirajini yakalamisti. Tirajlar iyi, paralar tatliydi.
Bu yüzden daha fazla tiraj ve daha fazla para için, daha fazla solculuk
yapilmasinda bir zarar görmemisti. Ülkede sol rüzgarlar ve güçlenen sosyalist
rüzgarlar da dikkate alindiginda, daha fazla solculuk daha sert ve asiri
söylemler benimsemek mantiksiz sayilmazdi. Bu çerçevede hareket edilince, 1977'den
sonra bu kez sosyalistlikle, komünistlik arasinda bir yerlerde gidip gelen asin
bir sol çizginin Cumhuriyet gazetesi tarafindan benimsendigini görüyoruz.
Üstelik bu durum asiri sol ve Bolsevik örgüt uzantilari tarafindan istila
edilen Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve kutbunu sasiran Ecevit'in durumuyla da
uyumluydu. Cumhuriyetin 1977'den sonraki çizgisine ve rolüne uygun olarak
gazete bir anda Bolsevik TKP'li, ÎGD, TÖB-DER ve sosyalist egilimli yirmiden
fazla fraksiyona bagli yazar ve yüzlerce muhabirin istilasina ugramisti.
Sahnede baska sol gazeteler de vardi. Pastayi onlara kaptirmamanin tek yolunun
tüm sol-sosyalist ve komünist odaklan memnun edecek bir yayincilik yapmaktan
geçtigi fikriyle hareket eden Cumhuriyet gazetesinde, amansiz bir M.H.P ve ülkücülük
düsmanligi yapiliyor, halk birbiri aleyhine kiskirtiliyor, Alevi mezhebi
kasiniyor, uykuya yatmis feodal, sinifsal ve mezhepsel çeliskiler uyandirilip
kasiniyordu. Nitekim gazetenin kiskirticiligi öyle aleni ve sert bir hal
almisti ki 1978 ile 1980 yillan arasinda bu gazetede adlari ve resimleri
verilen pek çok M.H.Pli ve Ülkü Ocakli, Bolsevik sol örgütlerin saldirilanri
sonucu sehit oldular...
SONU YAKLASAN CUNTACI GAZETE
Cumhuriyet gazetesinin
Bolsevik ve sol kiskirtici yayinciligi, 12 Eylül 1980 sabahi sona erdi.
Gazetenin yeni bir siyaset ve anlayis benimsemesi için 24 saat yetti. Ertesi
gün 12 Eylül darbecilerini kutlayan, alkislayan, solculugundan en ufak bir eser
kalmamis, durulmus, itidalli, vatansever, Kuvay-i Milliyeci, Atatürkçü bir
Cumhuriyet gazetesi çikmisti. Gazetenin askeri cuntaya verdigi destek
geleneginde var olan devrimci,darbeci, cuntaci genlere ters düsmedi. 9 Mart
1971'de gazetenin bazi yazarlarinin askerlerle birlikte yan askeri-yan sivil
bir Bolsevik darbe hazirladik-lan anlasilmis ve darbe son anda Önlenerek cunta
heveslileri tutuklanmisti. Tutuklananlar arasinda Cumhuriyet yazarlari da
vardi. Bünyesinde ve geleneginde darbeciler ve iç savas tortulari ittihatçi
torunlari ve devrim teorisyenleri tasiyan Cumhuriyet gazetesinin "12
Eylül'e selam durup" "emret komutanim" vaziyeti almasi hiç zor
olmadi. Dönekligi ve yanar-dönerligi ile tescillenmis bir gazete için bu durum,
çeliski olusturmamistir.
1983'den sonra sahnede ANAP
ve onun lideri Turgut Özal vardir. Ancak Turgut Özal, Cumhuriyet'in bekledigi
kiratta bir Kemalist ve Laik degildi. Bu özelligi nedeniyle Özal ile yildizi
barismamisti. Ancak devir, Özal devriydi ve para musluklari ona bagliydi.
Cumhuriyet'in devletten aldigi tesvik, kredi ve ucuz kagit imkanlari bitmisti.
Gazete borca batmisti. Cumhuriyet tarihinde ilk defa cesur bir tavir alarak,
Özal'a dogrudan savas açti. Bu tavir "köseye sikismis bir kedinin son kez
saldirma" psikolojisi ile sergilenmis bir tavirdir. Özal'a karsi Süleyman
Demirel desteklenmis ve Demirel'in palazlanip, önünün açilmasi için
çalisilmistir. 12 Eylül öncesinde sergiledigi asin sol ve kapitalizm karsiti
çizgisi ile taninan Cumhuriyet gazetesi Özal'in ultra kapitalist ve liberalist
dönemine bir uyum saglayamadi. Bu uyumu saglama çabalarini kendi kitlesine
anlatamadi. Ancak gazetenin yasamasi için uyum sartti. Kaçinilmaz olarak bu
uyumu saglama çabasina giren Cumhuriyet mecburen ANAP ve DYP i] darlarina boyun
egip, onlarla zitlasmama yolunu Ancak daha çok DYP ile uzlasmaci bir mesafede
durul di Bu keskin durus gazetenin sivil okuyucu kitlesi taraf dan
"sagcilikla" ve "yozlasmacilikla" suçlaninca gazete kez kan
kaybet-meye basladi. 1991'e kadar yalpalama geçiren ve iflasin esigine gelen
gazetede daha sonra yasana»! tasfiyeler, çikarmalar, denge savaslari ve miras
kavgalari ayri ayri analizler gerektiren konulardir.
Bugün karsimizda devlet birimleri tarafindan sisirileni 10-15 binlik tiraja
mahkûm olmus, bir holding bünyesince de kerhen, adi yasasin diye çikarilan
fosillesmis, jakoben çizgisiyle mevcut okuyucularinin zihniyeti (!) ile uyumlu
olma savasi veren, donuk, durgun, renksiz bir Cumhuriyet var... Yazarlik
hayatlari boyunca söylediklerinden ve yazdiklarindan bir milim bile sapmadan,
içteki ve dünya-1 daki degisimlerden hiç etkilenmeyen statik ve dogmatik J
beyinli dinazorlara teslim edilmis, misyonunu miadini ta- î marnlamis,
dönekler, dönmeler ve keskin kutup degistirmeler gazetesi...
12 Eylül öncesinde yüzlerce
ülkücüyü hedef gösterip, kanlarina girilmesine sebep olan gazete...
Birkaç ay sonra, ruhuna
"El Fatiha" demeye hazir olunuz. Tabiî ki korumasi altina girdigi
holdingin baska kaynaklardan ve devletten aldigi kredilerden aktardigi paralar
kesilmezse...
Cumhuriyet; ömrü dolmus,
inandin aligini yitirmis, zorla yasatilan bir gazetedir. Emek ve alin teri
edebiyati yapan ama çalisanlarini yari aç, sigortasiz ve kadrosuz çalistirip,
kapi önlerine atmasiyla taninan, yüzlerce muhabir ve yöneticinin ahini
bedduasini almis bir sömürücülükler ve entrikaciliklar gazetesidir.
Entrikalarini biz degil, içlerinden çikan magdurlar anlatiyor!...
NEDEN CUMHURIYET?...
Hep düsünüyorduk...
"Solcu" taninan
Cumhuriyet gazetesinin, böylesine an-ti-komünist bir çizgi izlemesinin sebebi
nedir? Saga bilinen bir çok gazeteden daha çok Lenin ve Stalin düsmanligi
yapmasi nasil açiklanabilir?
Isçi hareketine sayfalarini
kapatmasinin, Güneydogu'da yüksek tiraj kaybeden gazete olmasina karsin, bunun
nedenleri nelerdir diye?
Su vicik vicik sermaye yagciliginin
sebebi hikmeti nedir? Okur kaybetmek pahasina, yat-kalk sosyalizme söven en
itibarsiz güçler nasil olup da Cumhuriyet'in mansetlerine tirmaniyor?
Dayandigi taban ve var
olusunu anlamlandiranlara sirtini dönerek bu kadar düsmanlik nedendir? Hangi
saik, Cumhuriyet'in makasçilari Okay Gönensin'leri, Yalçin Bayer'leri, Celal
Baslangiçlari yayin ilkelerine karsi böyle titiz icraata itmektedir?
Cumhuriyet okurlarini isyan
ettiren, birçok Cumhuriyet mensubunun vicdanim ayaga kaldiran, 50 yillik
gazeteci Oktay Akbal'a, yazisina, "Bir de Sosyalist Parti Var"
basligi attiran bu sorulan aylardir, yillardir duyuyoruz. Evet, devrimci
degerlere ve devrimci kamuoyuna karsi bu kadar bilinçli ve israrli bir tercih
nedendir? Her halde degisim ve dönüsümün piyasa degerleri, böyle bir kapitalist
isleyisi belirleyici kiliyor.
Simdi perdeyi araliyoruz.
Ise Cumhuriyet'in arsa spekülasyonundan, ertelenen banka borçlarindan degil.
Cumhuriyet olayinin can damarindan, emperyalizmle göbek bagindan basliyoruz.
Cumhuriyet gazetesinin Ingiliz istihbaratiyla maddi ve manevi bagini, 80'lî
yillarin düzen solculugunun bir ibret vesikasi olarak tarihe birakiyoruz.
Bazilari için SHP sosyal demokrasisi ve belediye koltuklariyla, bazilari içinse
Gorbaçov'un Perestroika'si ile peltelestirilen solcu vicdanin, Mango'Iarin,
Tonge'larin, nasil aleti haline geldigini bütün yurttaslarin bir ders gibi
okumasini diliyoruz. Maddi bagdan daha önemlisi ideolojik ve siyasi bag. 80'li
yillarda bu vicdanlar öyle peltelesti ki, tencere yuvarlandi, k u. Bu ideolojik
ve siyasi sebepten dolayi, Cumhuriyet'in genel yayin yönetmenligine apagini
buld David Tonge'un imza atmasi daha dogru olur. Cumhuriyet'te bütün yurtsever
insanlara ve çalisan emekçilere ragmen, bu gazeteye Tonge'larin çizgisi
hakimdir.
Bu yüzden Cumhuriyet
"Marksizm öldü" palavrasinin en hararetli propagandisti. Marksizm'i
öldürmekte "kraldan çok kralci". Bu isi sevinerek ve zevkle yapiyor.
Hem de utanmadan, sol bir kisve altinda. Amerikan maskarasi Yeltsin'in solculukla
ne kadar ilgisi varsa, Cumhuriyet'in de o kadar var.
Tonge'lar, Fuller'ler, Henze'ler ne kadar insan haklan savunucusuysa,
Cumhuriyet* de o kadar savunucusu.
Cumhuriyet bu yüzden
"Mengen barikatinin" devlet tarafinda, isçinin karsisinda. Sözde isçi
dostu. Gerçekte Babiali'nin bir numarali basin emekçisi düsmani. Gazeteciler
Sendikasini çökerten gazete. Sabanci, Koç ne kadar isçi dostuysa, Cumhuriyet
patronlari da o kadar!
Bütün bu tutumlarini,
sinifsal temelleri açikliyor. Cumhuriyet'e "dönekler sinifi" hakim.
Sermayenin, sekere bulanmis mermisi.
Emperyalizm, en has
adamlarini döneklerden devsiriyor. Vicdanlarinda, dönekligin agir yükünü
tasiyorlar. Döneklik psikolojisi. Ideolojik, psikolojik ve maddi nedenleri
bunlaridir. Emperyalizmin dümen suyundaki bu "dönekler kulübünü"
herkes tanisin.
"DÖNEKLER KULÜBÜ CUMHURIYETSIN ZIRVESINDE INGILIZ ISTIHBARAT FAALIYETI
David Tonge, Türkiye ve
Ortadogu uzmani bir eski gazeteci. Financial Times'in diplomatik yazan. Özal'in
ileti- ?; dar olmasindan sonra, 1984'te bu isini birakarak Türkiye'de bir
sirket kurdu. Sirketin adi IBS "International Business Services"
Türkçesi "Uluslararasi Is Hizmetleri".
Tonge, simdi hem
uluslararasi sermayeye, hem de TC Hükümeti'ne danismanlik yapiyor. Son yaptigi
is, Türkiye'ye gelecek olan Dünya Bankasi heyetine, hükümetle görüsülmesinde
yol gösterecek olan rehberin hazirlanmasi. Ilk kariyerini Amerikan Bankasi
"Manufactures Hanover"de yapmis.
Türkiye'ye ilgisi
1960'larda baslamis. DPT için fizibilite raporlari
hazirlamis. Özgeçmisinde
Ingilizce, Fransizca, Italyanca ve Türkçe :j bildigini yaziyor.
Yunancadan ve Yunanistan'dan hiç söz etmemis. Çünkü bu ülkenin David Tonge'un
yasaminda önemli bir yeri var. 1969-77 arasinda 8 yilini bu
ülkedeki ; faaliyetlere vermis. David Tonge'u en iyi taratan
bilgi de 1 burada, yani kendisi tarafindan gizlenen gerçekte: David
| Tonge bir Ingiliz ajani.
YUNANISTAN'DAKI "SOLCU" AJAN
1974'te, cunta dönemi
Yunanistan'indan üç defa sinir disi edilmis, bir kaynaga göre, bu sinir disi
olaylarindan birinde, birlikte göründügü bir Ingiliz kadin, uyusturucu
kullanmis ve tecavüz edilmis bir durumda ölü bulunmus. Bu cinayet, Ingiltere
hesabina casusluk faaliyetleri içinde olan "Solcu" ajan Tonge'u saf
disi etmek için Yunan gizli servisi tarafindan tezgahlanmis.
Tonge, önce tutuklanmis, ardindan Ingiliz Disisleri Bakanligi'nin devreye
girmesiyle sinir disi edilerek, olayin üstü kapatilmis. 1967'de Cunta'yi
isbasina getiren emperyalistler, Albaylar Darbesi güç kaybedince, tarihte
örnekleri çok sik görülen "Cunta karsiti, insan haklan, demokrasi
yanlisi" bir kisveye giriyorlar. Tipki "Marcos Noriega"
örneklerinde oldugu gibi, Papadopoulos da gözden çikariliyor. Yorulan ati
degistirme operasyonu! Böyle durumlarda emperyalistler "Insan haklari
sampiyonu" olu-veriyorlar.
David Tonge da, bu oyunu
Yunanistan'da oynayan bir "insan haklan" aktörü. Degistirilen at,
bazen de çifte atiyor! David Tonge, iste bu olaydan ve Yunanistan'daki faaliyetlerinden
hiç söz etmiyor. Sanki bu ülkede sekiz yil yasayan o degil. Bildigi diller
arasinda, nedense Yunancayi saymiyor
DAVID TONGE "BENI YUNANISTAN'DAN
ÜÇ DEFA ATTILAR"
David Tonge ile 2000'e
Dogru'dan Fikret Ulusoydan görüstü. Tonge görüsmede kayit yapilmamasi ve
fotograf çekilmemesini istedi. Tartismayla teybe kaydettik. Fotografi siddetle
reddetti. Teypler karsilikli açildi. Cumhuriyet gazetesi ile herhangi bir
is iliskiniz varmi? Kisisel olarak ya da IBS olarak?
-Hayir
- Çagdas A.S. ile bir danismanlik iliskiniz olmus.
- Çagdas için küçük bir proje yaptik.
- Nasil bir proje?
- Egitim kitaplari hakkinda.
- Pazar imkani nedir? Çagdas için firsat var mi? O zaman
Cumhuriyetle baska bir iliskiniz yok. Çagdasla baska bir iliskiniz var mi?(Business
International - Doing Business in Turkey ve
Turkey Route To The Soviet Market yayinlarini gösteriyor.)
- Buranin
islerini o yapiyor.
- Yunanistan'da
hiç bulundunuz mu?
- Himhim.
- Hangi yillarda
- Ben...
69-77..
-1974 yilinda oradan ayrilmaniz söz konusu oldu mu? Bir
olay olmus galiba?
- Albaylar beni üç kere kapidan attilar. Çünkü benim gazeteciligim onlarin
hosuna gitmedi.
- Neydi somut olay?
- Insan haklari. Çünkü ben, onlar nasil iskence kullaniyorlar,
hem Guardian gazetesine, hem de dünya basinina ilettim.
- Bunlarin bir tanesinde, bir cinayet olayi
olmus, bir
Ingiliz kadin öldürülmüs.
- Anlamadim. Benle ne iliskisi var?
- Cunta sizi suçlamis.
- Hiç fikrim yok.
- Gözaltina alinmissiniz.
- Hayir
- Hiç gözaltina alinmadiniz mi?
- Hayir. Lütfen sizin bilgiyi biraz kontrol eder misiniz?
- Size sormak en dogrusu herhalde.
- Bana böyle bir suçlama hayatimda hiç olmadi.
- Bu sirada Mario Modiano ile beraber miydiniz? Siz ve
Ali Sirmen beraber misiniz?
- Hayir,
- Fakat ikiniz de gazetecisiniz.
- Peki, ben ve Mario Modiano iki gazeteciyiz o kadar.
Ayni kentte oturduk. Ayni yazihanede
çalismadik. Modiano simdi Türkiye'de mi?
-Hiç bilmiyorum.
- Gazeteci olarak ya da her hangi bir sekilde, Kürt meselesiyle ilginiz var
mi?
- Ben gazeteci olarak takriben bes bin makale yazdim.
Belki yedi bin. Bunlarin arasinda belki bir tane Kürtlerhakkinda vardir.
- Yakin
zamanda mi?
-1980
- Yunanistan'dan atilmanizla ilgili olarak, sizi Ingiliz
ajanligiyla suçlamislar.
- Böyle bir suçlamayi hiçbir zaman, hatirlamiyorum.
- Peki, cunta sizi sinir disi ederken gerekçesi neydi?
- Onlar bir cunta. Gerekçe lazim degil. Beni bir kere attilar, bana bir
talimat verdiler, "Bu adam Yunanistan'a dönemez." Fakat, geldigim
uçak sans eseri bir "charter" idi ve hiç bir yolcu kontrol edilmedi,
ikinci kez attilar,
bir Ingiliz Savunma Bakam Yunanistan'i ziyaret edecekti. Ingiliz BBC
muhabiri atilirsa belki Savunma Bakani gelmez, onun için beni biraktilar.
Üçüncü kez attiklarinda iki hafta süre verdiler. Fakat o iki hafta içinde cunta
düstü. 2000'e Dogru iskenceye karsi, ben de ayni fikirdeyim. Ve ben gazeteci
olarak hep iskence hakkinda yazdim.
- 77'ye kadar muhabir olarak mi çalistiniz?
- Evet.
-Özgeçmisinizde Yunanistan'daki çalismanizdan hiç bahsedilmiyor.
Yunanistan'da bulunmaniz, sanki hiç öyle bir sey olmamis gibi, neden?
- Bu, ticari bir özgeçmis. Buradaki is hayatim için. Ve benim
Yunanistan'daki tecrübem, is hayatim degil.
- Orada gazetecilik hayatiniz da anlatiliyor. Bu, özgeçmiste muhabir olarak
hangi ülkelerde çalistiginiz... Bir özgeçmis, bir sayfayi geçerek yazilmaz.
Yasaminizin sekiz yilini orada geçirmissiniz.
- Isime ne katkisi var?
- Digerlerinin bir katkisi var mi? Muhabirlik yaptiginizyerleri
yazmissiniz.
- Güney Avrupa'dan bahsetmiyorum. Türkiye'yi tabiiki yaziyorum çünkü bu
demek ki, Türkiye hakkinda tecrübem var,, bilgim var. Sovyetler Birligi,
IBS'nin çalisma alanina giriyor mu? Ya da nesi ilginizi
çekiyor? (Turkey Route To The Soviet Market yayini gösteriyor.)
- Böyle bir kitap var. Satin almak isterseniz "evet" deyin.
- Yabanci gazeteciler arasinda sayili Türkiye uzmanlarindan birisiniz.
Neden gazeteciligi birakip böyle bir ise girdiniz?
- Ingiltere'de benim çok sorumlu bir rolüm vardi. Ingiltere'de birakmak
istedim. Buraya gelmek bir muhabir
olarak çalismak, biraz, bir generalin sonra albay olmasigibi. Buraya
dönmek, yalniz bir muhabir olarak, yapamam.
- Türkiye'ye gelmeyi neden istediniz o zaman? Neden ingiltere'de
kalmadiniz?
- Bu benim seçimim!
- Bu isi kurmak için mi?
- Evet. Bu isi kurdum.
TONGE TÜRKIYE'DE
Tonge Türkiye'ye geldikten
sonra Î.R adinda solcu bir kadinla evleniyor. Açikladigi isi Türkiye hakkinda
"Ekonomik, sosyal, endüstriyel, ticari ve siyasî raporlar"
hazirlamak. "Economist Intellegence Unit" adina. EIU Ingiliz Dis
Istihbarati MI- 5'in bir yan kolu. Bütün dünyada örgütlü. Yilda bir kez, çok
üst düzeyde gizli toplantilar düzenliyor. Türkiye'dekiler Hilton'da yapiliyor.
Financial Times, EIU tarafindan yayimlaniyor. Tonge, ayni zamanda Financial
Times muhabiri.
Devlete danismanlik yapan bir uluslararasi iliskiler uzmani "Ingiliz
istihbaratçilarinin genel prensibi çalistiklari ülkeden bir es bulmaktir "
diyor. David Tonge, ise bir solcuyla evlenerek basliyor. Yunanistan'daki
sevgilisi de solcu bir Yunanli.
Kendi deyimiyle, Financial
Times'in merkezinde Londra'da "Bir General olan Tonge generalligi aniden
birakip, 1984'te Türkiye'de "mütevazi" bir sirket kuruyor. Aralarinda
Türklerin ve yabancilarin bulundugu 12 kisilik kadrosu, 30 milyon EIU
yatirilmis sermayesi bulunan, Maçka'da bir apartman katinda faaliyet gösteren
IBS, boyundan büyük isler beceriyor.
Masa basinda çalisan bu bir avuç kisi^ Sovyetler Birligi'nin
paylasilmasinda, Bati sermayesinin danismanligim yapiyor. Onlara, Türk sirketleriyle
Sovyetler'de ne gibi isler yapabileceklerini ögretiyor. Orta Asya'da buna dahil
tabiiki. Turkey Roqute To The Soviet Market, yani Sovyet Pazarina giden
Türkiye, IBS'nin yalnizca abonelerine çikardigi, düzenli bir arastirma yayini.
IBS'nin kurulmasi, Özal'in
1983'te iktidara gelmesinin hemen sonrasina rastliyor. Günes Taner'in Isin
Çelebi ile sicak iliskileri var. Devletten ihale aliyor. Yabana ve yerli
kuruluslara arazi danismanligina, yani uluslar arasi em-lakçiliga kadar bir
dolu isle ugrasiyor. IBS'nin kurucusu ve en büyük ortagi David Tonge. Diger
ortaklar arasinda iki Türk ve William Advance adli bir Amerikali var.
YUNANISTAN'DA BIRLIKTE ÇALISMAK
Yunanistan sorusundan,
"Insan haklari!" semsiyesi altina girerek kaçmaya çalisan Tonge,
sirtini 12 Eylül'ün ANAP iktidarina dayiyor. Devlet Planlama Teskilati'na resmi
danismanlik yapiyor, Türk devleti adina resmi toplantilar düzenliyor. IBS'nin
organize ettigi, 12-14 Eylül 1982'de AT ile Türk hükümeti adina DPT'nin
düzenledigi Business Week (is haftasi) toplantisi bir örnek.
Tonge, kendisini taniyan
çevrelerde, temkini elden birakmayanlarin dahi, "Biraz karanlik bir
adamdir" dedikleri bir tip. Benzer bir arastirma sirketi baskaninin
degerlendirmesi: "Türkiye'ye yeni gelen yabanci sermayeye hikmet veren
üçüncü sinif CIA ajani."
Tonge'u, bir
"Uluslararasi iliskiler uzmanina" sorduk. Önce heyecanlandi,
"Nereden buldunuz bu adami, ajandir. Yunanistan'da birlikte casusluk
yaptik. Ben Türkiye, o ise Ingiltere hesabina tabii. Onun sefi Mango idi.
Andrew Mango. Bir de Mario Modiano vardi. Tonge hakkinda, MiT'in kabarik
dosyalari vardir. Ben kulak kabartayim" dedi. Sonraki görüsmede ise tutumu
degisti. Ankara'ya sormustu. "Bir sey söylemiyorlar"di.
ÇEKIÇ GÜÇ'ÜN SIVIL AYAGI
Ardindan Ingiltere'de
yasayan ve istihbarat dünyasini taniyan bir Türk isadami aradik. Tonge'u iyi
taniyordu. MiT'in, hakkinda dosyalar dolusu bilgiler tuttugu, üçüncü sinif bir
ajandi. Türkiye'ye gelip sirket kurdugunu bilmiyordu. "MIT nasil bos
birakir" diye sordu. Sovyetler Birligi'ne ve Türk cumhuriyetlerine yönelik
çabalarini söyledigimizde 'Tamam, anlasildi!" diye bagirdi. Bunlar, Çekiç
Güç'ün sivil ayagi!..
ABD-Ingiliz-Türk
istihbarati bu noktada birbiriyle çakisiyor. Barzani ve Talabani'nin Türkiye'ye
karsi tavir degisikligi bunlarin araciligiyla olmustur. MiT'in sessizligi de
bundandir. Modiano ve Tonge Yunanistan'da iken, büyükelçiler Ilter Türkmen ve
Kamuran Gürün'Ie çok yakin iliski içindeler. Eylül'ün Disisleri Bakani Ilter Tükmen'den
ve 12 Eylül'ün Disisleri Genel Sekreteri Kamuran Gürün'den referansti.
MOLLA BARZANI'DEN BERI
Andrew Mango, Mario
Modiano, David Tonge Ingiliz istihbaratinin Ortadogu'daki yildizlan. Hepsi
"gazeteci", hepsi BBC, EIU ve Financial Times kökenli. Bir görevleri
de, bulunduklari ülkede basini yönlendirmek. IBS ise
Mango yönetimindeki Ingiliz "Think thank"inin Türkiye subesi.
Yani "Istihbarat Toplama ve Strateji Üretim Merkezi" olarak
çalisiyor.
Bu üçlü Yunanistan'da da
birlikte çalisiyor. Bölgedeki faaliyetin merkezi, 80 sonrasinda Türkiye'ye
kaydiriliyor. Kibris'ta faaliyet alani içinde. David Tonge, 1990'da
Kibris'taydi. UBP ile ve muhalefet çevreleriyle bir dizi görüsmeler yapti.
Mango da, Girne toplantilarinin degismez simasi.
Mango, Ortadogu ve Kürt
uzmani, 7 dil biliyor. Ingilizce, Rusça, Türkçe, Fransizca, Italyanca, Farsça
ve Kürtçe. Molla Barzani'yle ilk röportaj yapan Batili gazetecilerden, Kürt
sorunu uzmanlarindan.
Annesi Rus, babasi Ingiliz.
Türkiye'de dogmus. Türk okullarinda okumus. BBC Türkçe yayinlari bölüm
baskanligini, ardindan yine BBC Güney Avrupa bölüm baskanligini yapmis.
Simdi Londra'da yasiyor.
Yan- Türkiye'li sayilir. Türkiye'yi bir Türk'ten daha iyi biliyor.
"Londra'da yasayan Mango, Türkiye'ye her yil geliyor. Özel aboneleri için
her ay, çok genis kapsamli bir Türkiye raporu olan" Turkey Confidential'i
hazirliyor. Bu özel yayinin Türkiye'deki abone sayisi, yalnizca 20 kisi. Saga,
koyu bir Ingiliz milliyetçisi.
IMPARATORLUGUN HIZMETÇISI "GAZETECI"
Mario Modiano, Ingiliz
vatandasi olan Yunan Yahudi-si. 1945'te gazetecilige basliyor. 50"Ii
yillarda Istanbul'da, Dogubank'ta ithalatçi. Yunanistan'da Ingiliz gazetesi
"Sunday Times"ta muhabir. Yunanistan'da kralcilarin güçlü oldugu
dönemde ayricalik sahibi olan Ingiliz gazetecilerden. Türkiye-Yunanistan
masasindan. David Tonge, Modiano'ya bagli olarak çalisiliyor. Modiano, 1976'da
Ingiltere Imparatorluk Yüksek Nisani'na, Imparatorluga verdigi
"hizmetler" karsiligi sahip olmus çok ender
"gazeteci"lerden. Türkiye'ye ayagini saglam basanlardan. Taninmis bir
Yahudi ailesinden reklamci Inci Moran'la evli. Türkiye'ye çok sik gelip
gidiyor.
FOTOGRAF ÇEKTIRMEDI
Görüsmede fotograf çekme
talebimizi reddeden Tonge, Türkiye'ye 1984'te tekrar neden
"döndügünü" açiklamakta zorlandi. "Kendi seçimim!" demekle
yetindi. Aslinda, özgeçmise göre 1978'den sonra zaten Türkiye'de. Yalniz bir
görev alani siçramasi var. Devletler, hükümetler ve uluslararasi bir çalisma
söz konusu. Kosullarda buna çok elverisli. Türkiye'de 12 Eylül rejimi,
Sovyetler Birligi'nde Gorbaçov!
Iste tam bu sirada
"generalligi" birakip, IBS'yi kuruyor. Paravan IBS faaliyetinin bir
boyutunu da basin alaninda sürdürüyor. Bunun için kendisine genis bir çalisma
alani yaratacak iliskiye ihtiyaci var. O da çok yakinda duruyor. Karisi I.R'nin
yakin arkadasi, Cumhuriyet gazetesinin fiilen patronu olan Emine Usakligil.
Bunun üzerine I.R kendini dine veriyor, Kadiri tarikatina katiliyor. David
Tonge ve Emine Usakligil, bir süre sonra Antalya'da gizlice evleniyor.
Cumhuriyetin iç dünyasini
çok yakindan taniyan bîr eski çalisani bu iliskinin bir hesaba dayandigini
söylüyor.
Cumhuriyet sayfalarindaki
anti-komünizmi, SHP yagciligini, devlet tavrini Tonge'Iar ve dönekler imal
ediyor.
CUMHURIYETTEKI BAZI DÖNEKLER
Hasan Cemal: 1969'da
Marksizm-Leninizm sempatizani. Aydinlikçi grup içinde. Dogan Avaoglu, Sahin
Alpay'dan kendi dergisi Devrim'de çalistirmak üzere bir genç istiyor.
Aydinlikçilar, Hasan Cemal'i yolluyorlar. Hasan Cemal orada darbeci oluyor.
Ardindan düzenin saflarina geçiyor.
Okay Gönensin: Eski
Dev-Gençli. Cumhuriyet yazi isleri müdürü. Emine Usakligil'in en yakinlarindan.
Dönekligi "felsefi sorun" olarak görüyor. Simdi Radikal gazetesinde
genel yayin yönetmeni.
Celal Baslangiç: TKP
kökenli. Cumhuriyet'in "Komünist masasi sefi" diye aniliyor,
sosyalizm düsmani. Sosyalist Parti'nin adini anmaktan bile kaçiniyor. Dogu ve
Güneydogu'daki seçim yazilan buna bir örnektir. Nice yetenekli ve dürüst insan
bin bir türlü entrikayla Cumhuriyet'ten atilirken, onun Önündeki bütün kapilar
açiliyor.
Osman Ulugay: 1969-70'de
Marksist-Leninist Aydinlik grubunda. 12 Marttan sonra Kivilcima oluyor. Sonra
fikirlerinden dönerek düzenle birlesiyor.Simdi kartel medyasinda
Kerem Çaliskan: 12 Mart
darbesinden sonra TÎÎKP davasindan yargilanip mahkûm oldu. 1974 affiyla
çiktiktan sonra, Marksizm-Leninizm'i savunmaya devam etti. TIIKP'liydi. 12
Eylülden sonra devrimciligi terk etti. Simdi sosyalizmin öldügünü kanitlamak
için çabaliyor.
Sahin Alpay: 1973'e kadar Aydinlik grubunda Marksizm-Leninizmi savundu.
Türkiye Ihtilalci Isçi Köylü Partisi davasindan arandi. Bu arada
Filistin'deydi. Orada TIKKO'cu oldu. Türkiye'ye geldikten sonra
Marksizm-Leninizm'i terk etti. Düzeni savunmaya basladi. Bu görevini halen
sürdürüyor.
Celal Ister: Eski TIIKP'H.
12 Mart'ta yargilanip ceza aldi. Daha sonra TIIKP'li 1980'den sonra
Marksizm-Leninizmi terk etti. Cumhuriyet'in kültür-sanat sayfalarini yönetiyor.
Burada, devrimcilikle ilgili herhangi bir satar veya cümle gördügünde derhal
ortadan kaldirmakla görevli. Bu isi basariyla yapiyor.
Füsun Özbilgen: Eski THKP-C
sempatizani. Oglunun adini CHE koyacak kadar devrimcilere olan hayranligi
yerini kizginliga birakiyor.
MIT-BASIN-MIT BASKISI KEDI PISLIGINI ÖRTER MI?
"MIT raporunu su
yüzüne çikartan haberde önce sunlar yer aldi: "Özal'a sunulan MIT
raporundan önce, Cevdet Saral'la ilgili atama emri Istanbul Polis Teskilati'nda
bomba gibi patlamisti. Bunun üzerine Beylerbeyi Polisevi'nde bir istisare
toplantisi yapilmis ve bu toplantiya su isimler katilmisti: Istanbul Emniyet
Müdürü Ünal Erkan, Emniyet müdür Yardimcilari Mehmet Agar ve Tayyar Seven, Mali
Sube Müdürü Cevdet Saral, Narkotik Sube Müdürü Sarper Baltacioglu ve bir de
Hürriyet gazetesindeki polis muhabiri Kasim Gence. "Artik MÎT tarafindan
hazirlandigi kesinlik kazanan rapora göre gazeteci Kasim Gence, polislerle
ilgili en üst düzey bir toplantiya ve Emniyetin bir mensubu olarak katiliyordu.
MIT raporunun aktariminda
sunlar da yaziliyordu: "Haber gazeteye verilmis ve gazetenin prova
baskisini almakla da Istanbul Çevik Kuvvet Müdürü Necati Altuntas ile
Hürriyetteki polis muhabiri Kasim Gence görevlendirilmisti." Polis ile
gazeteci ve bu kanalla gazeteciler arasindaki kaynasma kesinlik kazaniyordu.
Kasim 1987 tarihinden beri Istanbul'da birçok gazetecinin elinde oldugu
anlasilan ve bir ara bu tür raporlarla tiraj alan Nokta dergisinin de
yayinlamayi reddettigi rapor, ikibin'e dogru dergisi tarafindan yayimlaninca
önce sok etkisi yapti. Sonra, Istanbul basini, tam bir kedi görünümüne
giriverdi.
Ikibine Dogru dergisinin
yayimlanmasi üzerine, önce Sabah gazetesinin iktibasiyla üzeri Örtülemez hale
gelen MIT raporuna karsi basinin tepkisi, ilikleri donduracak bir iki yüzlülügü
sergiledi. MIT tarafindan hazirlanan rapora göre, bir zamanlarin ünlü Genel
Kurmay Baskani Necdet Ürug'un, Istanbul'da bir otelde Emel Sayin ile geceledigi
ve "samimi" olduklari yaziliyordu. Basin, raporda, birçok gazetecinin
MiT'in bîr kanadi veya Toplumsal Kurtulus dergisinde daha önce defalarca
yazilan MÎT-Emniyet çekismesinin bir taraf olusunu bir yana birakiyor ve
yalnizca Emel Sayin- Necdet Ürug yakinlasmasini manset yapiyordu. Gazeteci, bir
zamanlarin ünlü ve kuvvetli orgeneraline "Peki neden sizin adiniz, Emel
Sayin'in adiyla birlikte geçiyor" diye soruyor ve su cevabi aliyordu:
"Alakam olmayan zavalli... Onun yönünden söylüyorum; zavalli kadincagiz...
Böyle bîr rezaletin içine sokuyorlar. Neyse, bakalim... Bir tahkik
yapariz!" Ancak gazeteciler, Necdet Pasa'nin tahkik yapmasindan Önce,
Londra'da bulunan Emel Sayin'la tahkik yapmayi tercih ettiler. Emel Sayin, en
son kocasi David Yünis'in çok kizdigini söyleyerek "Bu hakaretin altinda
kalmam" diyordu.
Bu raporu yayimlamakla
önemli bir is yapan 2000'e Dogru dergisinin basyazari Dogu Perinçek, raporun
tüm basina mal olmasindan sonra yaratilan sansasyona uymakta güçlük çekmedi.
Necdet Ürug'u ziyaret etti ve bu vesileyle emekli orgeneralle yakinlik kurmanin
yarattigi bir rahatlikla, "büyük otellerde hangi generalin hangi sarkici
ile yattigi" konusunu uzmanlik haline getirdigini gösterdi. Perinçek,
Ürug'la görüsmesinden sonra gazetecilere "Emel Sayin ile bulusan generalin
Ürug olmadigini saniyoruz" dedi. Bu kanaatinin hangi kaynaklara
dayandigini ve MIT ile raporu elde etmenin ötesinde bir irtibat kurup,
kurmadigini açiklamadi.
Ancak rapor, Toplumsal
Kurtulus'un çiktigi ilk sayidan itibaren her sayisinda olay ve isim vererek
üzerinde durmasina, istanbul basininin kilit yerlerinde MÎT mensuplarinin
bulundugunu açiklamasina karsin, basin, hizli bir biçimde, dikkatleri bu
noktadan uzaklastirdigini gösterdi. Üstelik 2000'e Dogru dergisi, dergide sik
sik görülen bir MIT mensubu ile yeni yayina baslayan "Söz gazetesinin
MiT'in üst düzey görevlisi olan bir mensubu" arasinda geçen telefon
konusmasinin bandini yayimlayinca da hiçbir tepki gelmedi. Gazeteciler
Cemiyetleri, Çagdas ya da Antik Gazeteci Dernekleri, Türkiye Gazeteciler
Sendikasi, birbiri arkasindan, gazetecilerin MIT ya da emniyet mensubu
olmalarinin açiklanmasi karsisinda susuyorlardi.
Nokta dergisinin Yayin
kurulu Baskani Adil Özkol'dur. 12 Mart'ta TIP Merkez Komitesi Üyesi oldugu için
uzun hapis cezasina çarptirilan Adil Özkol, Söz'ü çikartan yönetimin de
üyesidir. Özkol'un basinda bulundugu Nokta'nin bu büyük skandal karsisinda
suskunlugu ve kisa bir yaziyla Necdet Pasa'nin görülmemis savunmasina heves
etmesi sasirtici oldugu kadar da düsündürücüdür. Adil Özkol'un Söz'ünün neden
MIT mensubu çalistirdigini açiklamak yerine, Necdet Pasa'nin sorusturma açmak
istemesini alkislamak istiyordu.
Necdet Pasa ne yapabilirdi?
Artik emir subayi bile olmayan bir emekli general ve üstelik raporun çok yüksek
yerler tarafindan hazirlattirilarak basma sizdirildigini da tahmin ediyorsa,
'Tahkikat isterim" demekten baska ne yapabilirdi? Necdet Pasa'nin yakini
diger Necdet Pasa, Istanbul sikiyönetim Komutani oldugu sürece tutuklulara kan
aglatan Necdet Öztorun, ayagindan sandalyesi çekilerek emekli yapilinca ne
yapabildi ki? "Basin toplantisi yapacagim" dedi de, sonunda bir sivil
pasa olarak basin toplantisindan vazgeçmeye zorlanmadi mi? Sandalyesi çekilip
Necip Pasa'ya verilince Cumhuriyet gazetesi bile bunu "kansiz
ihtilal" veya "demokratik devrim" türünden utanç verici
sözcüklerle kutlamadi mi?
"Pasa" sözcügü
Farsçadan geliyor ve padisah sözcügünün küçültülmüsü anlamina geliyor. Pasa'ya
"küçük padisah" gözüyle bakiliyor; ancak gazetecilerin bir bölümü
emekli küçük padisahlara büyük merak gösteriyorlar.
Raporun okunmasindan sonra Necdet Ürug ile yapilan basin görüsmeleri, bir
süre sonra, Necdet Pasa'nin Istanbul'da eski generaller, politikacilar ve
parlamenterler ile bir kisim basin mensuplariyla düzenli toplantilar yaptigini
ortaya çikardi.
Necdet Pasalar, yeniden
iktidara mi hazirlaniyorlardi? Devlet Baskani Kenan Evren ile Hükümet Baskani
Turgut Özal'in bu tür MÎT raporlarina hassasiyetle açik oldugunu kestirmek zor
degildi. Necdet Ürug'un ordu içindeki piramitinin henüz yikilmadigina
inaniliyordu. Acaba Nokta dergisinden birisi, Adil Özkol veya bir baskasi,
Necdet Ürug'un düzenli toplantilarina mi katiliyordu?
MIT raporunu Irfan Tastemur elde etmisti. Hayir, MÎT raporu, Irfan
Tastemur'a verilmisti. Irfan Tastemur da bir gazeteci olarak biliniyordu ve
raporu açikladigi 2000'e Dogru'da sunlari da açikliyordu: "Ertesi gün ögle
vakti kaldigimiz Stad Oteli'nden alinarak, MÎT Müstesarligina gelmistik."
Irfan Tastemur, MIT'e, iskence için götürülmedi. Irfan, MITe misafir olarak
gidiyordu ve sunlari anlatiyordu: 'Toplanti salonundaki en yetkili MÎT
görevlisine bir kez de ben Hürriyet için arastirdigimiz konuyu kaba hatlariyla
aktardim. Bir kisi hakkinda bilgi almak istedigimizi söyledim 'o is kolay'
dedi. 'Ben, size baska bir sey gösterecegim. Genç MÎTçiye dönerek, 'Benim
masamin üzerindeki raporlari getirir misin?' diye emretti. Önümüze konan
raporun, aylar sonra Türkiye'de firtinalar koparacak bir rapor oldugunu nerden
bilebilirdim. Böylece bir kisi hakkinda basit bir bilgi almak için MIT'e giden
Irfan Tastemur'a bu ünlü rapor veriliyordu. Toplumsal Kurtulus'un bütün
yazdiklari dogrulaniyordu. MIT artik bazi basin mensuplari için bir kütüphane
olmustu. Haber yazmak için uçaga atlamak, Ankara'ya gelmek ve MÎT'e gitmek
yetiyordu. MITin, simdi 2000'e Dogru dergisinin kadrosunda olan îrfan
Tastemur'a çok güvendigi, hem istedigi kisi hakkinda bilgi verdigi hem de büyük
ve önemli bir raporu tevdi ettigi, Irfan Tastemur'un kendisi tarafindan
açiklaniyordu.
Rapor çok önceden, Tastemur
eliyle Hürriyet'e verildi. Nitekim Hürriyet, bu rapor açiklaninca Necdet Ürug'a
önce Hulki Cevizoglu'nu ve ardindan Ugur Dündar'i gönderdi. Haber, ortak imzali
çikti. Ugur Dündar, Necdet Ürug'u konusturdu. Çünkü 1987 yilinin sonbaharindan
beri bu raporu. Ugur Dündar cebinde tasiyordu.
Irfan Tastemur, bu raporu Hürriyet'te yayimlatamamak bir yana isini de
kaybetti. Daha sonra Nokta'ya geçti ve Adil Özkol, bu önemli raporu
yayimlamadi. Bunun üzerine Irfan Tastemur, belki de raporu yayimlayacak bir yer
ararken, kendisine 2000'e Dogru dergisinde is buldu.
Necdet Ürug'un ilk tepkisi,
raporun "Vuralhan olayini unutturmak için" hazirlatilip piyasaya
sürüldügünü söylemek oldu. Necdet Pasa'nin agzindan kaçirdigi bu söz, son
derece Önemli ve açiklayiciydi. Bu nedenle kisa bir zaman sonra Necdet Ürug,
böyle bir söz söylemedigini ileri sürdü. Ancak her zaman kas yaparken göz
çikaran Turgut Sunalp'in, bunun Necdet Ürug'un cumhurbaskanligini önlemek için
yüksek yerler tarafindan hazirlandigini ileri sürmesi üzerine, bu sözünden geri
dönemedi.
Ugur Mumcu'nun ortaya
çikardigi bilinen Vuralhan raporu ile Ürug raporu ve Vuralhan olayinin Ürug ile
ilgisi nedir? Necdet Ürug neden ilk sözünü geri almak istedi? Bu sorunun
arastirilmasi gerekiyordu ve Toplumsal Kurtulus, bu nokta üzerine egildi ve
Yeni Asir gazetesinin 22 Ocak 1988 tarihli nüshasinda, bas yazan Muammer
Yasar'in açiklamalarini buldu.
Muammer Yasar da, basinin
yeni modasina, hiç sikilmadan uydugunu yazabiliyordu: 'Ben, bu konulan MÎT'in
üst düzey yetkilileriyle konustum' diye basliyordu. 'MiT'in Vuralhan Olayi ile
bir ilgisi yoktu.' Muammer Yasar, MiT'ten ögreniyor, yaziyor, ancak burada
durmuyordu. Bir de Ugur Mumcu ile konusuyordu. Ugur Mumcu, Muammer Yasar'a
kendisiyle ilgili inanilmaz açiklamalar yapiyordu: 'Ben ihale ile ilgili olayi
1983 yilinda ögrendim. Genel Kurmay Baskani Necdet Ürug'a anlattim. Kendisini
tanidigim ve güvendigim için bu ihaleden söz ettim, kursunlara hedef olan
diplomatlarimizdir, bu mesele ile ilgilenmek gerekiyor dedim. Daha sonra Necdet
Ürug beni aradi. Disisleri Bakani Vahit Halefoglu ile konustugunu söyledi.' Bu
açiklamalar Ugur Mumcu ile Necdet Ürug arasinda güvene dayanan bir yakinlik
oldugunu ve Vuralhan Olayi ile ilgili iddianin Genel Kurmay Baskani iken Necdet
Ürug'a intikal ettirildigini gösteriyordu.
Vuralhan Olayini önemli
gören gazeteler, MIT raporunu önemsiz görmeye çalistilar, önce 'düzmece', sonra
'resmi degil' dediler ve sansasyonel yanini üstün tuttular. Toplumsal Kurtulus'un
ileri sürdügü Evrenist ve Özalist kalemlerin ayriligi bu MIT raporu ile
birlikte daha açiklik kazandi.
MITLE ÇALISTI
MIT eski kontrterör Daire
Baskani Mehmet Eymür, "Tuncay Özkan; uzunca bir müddet, o tarihte MÎT
Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagun'la birlikte çalismistir"
iddiasinda bulundu.
MÎT eski Kontrterör Daire
Baskani Mehmet Eymür, Tuncay Özkan'in yazdigi kitaplara kurumdan onay aldigini
açikladi. Amerika 'da yasayan Eymür, www.atin.org internet sitesinde, Çukurova
Medya Holding Grup Baskanligi yapan Tuncay Özkan hakkinda ilginç iddialar
ortaya atti. "Uyusturucu1 dan Susurluk'a" dizisini sürdüren Eymür;
Tuncay Özkan'in Milli Istihbarat Teskilati Müstesari Senkal Atasagun'la
birlikte uzun süre Çalistigini ve bu birliktelik neticesinde, yazdigi kitaplari
kurumun onayindan geçirdigini açikladi.
EYMÜR'DEN TUNCAY ÖZKAN'A "AJAN" IMASI
Tuncay Özkan'la ilgili
çarpici iddialarina, "Uyusturucudan Susurluk'a dizisinin bugünkü konusu,
halen Çukurova Medya Gurup baskanligi yapan ve istihbari konularda kitaplari
bulunan gazeteci Tuncay Özkan'in, TBMM Susurluk Arastirma Komisyonu'ndaki
ifadesi" diye baslayan Eymür, Özkan ile Atasagun arasindaki iliskileri
ortaya koyuyor. Özkan'in "Bir Gizli Servis'in Tarihi" kitabini, o
dönemlerde MÎT'in Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagun'la birlikte
hazirladigini iddia etti. Eymür'ün ortaya koydugu iddialar, geçtigimiz aylarda
alevlenen, ancak daha sonra biçak gibi kesilen "ajan gazeteci"
tartismasini yeniden baslatacak nitelikte.
"BIRLIKTE ÇALISTILAR"
Aydin Dogan1 in "Kanal
D"sinde üst düzey yöneticilik yaptiktan sonra Çukurova Holding'e transfer
olan Tuncay Özkan'in bir süre, su anda MÎT basinda bulunan Senkal Atasagun'la
çalistigini ifade eden Eymür, "Esasinda Tuncay Özkan uzunca bir müddet o
tarihte MÎT Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagunla birlikte
çalismistir. MÎT'le ilgili anlatimlarin bazilarinin, Senkal Atasagun'un sahsi
fikirlerini yansitmis olmasi da mümkündür. Özkan'in kitabinda 'Türk Gizli
Servisinin Hayattaki En Yasli Üyesi Anlatiyor" basligi altinda verdigi
mülakattaki Neset Güris'le görüsmesini de yine Atasagun organize etmistir.
Kitap basilmadan önce MÎT'in incelemesine sunulmus ve MIT Psikolojik Istihbarat
Baskanligi tarafindan incelenerek bazi bölümlerinin düzeltilmesi gerektigi
yazara iletilmistir. Bu bölümlerin detayi ve Tuncay Özkan'in kitabini
yayinlarken bu önerileri dikkate alip, almadigi bilinmemektedir. Bu bakimdan,
bu maddi hatalarin yazarin kendisinden mi dogdugu, yoksa bir yönlendirme
neticesinde mi oldugu bilinmemektedir" dedi.
Basilan kitabin MÎT
Psikolojik Istihbarat Baskanligi tarafindan incelendigi bazi bölümlerin
düzeltilmesinin istendigi halde yanlislarla dolu oldugu söyleyen Eymür,
görüslerini su sekilde siraliyor: 'Tuncay Özkan'in "Bir Gizli Servisin
Tarihi" isimli kitabi ciddi ve faydali bir eserdir. Ancak kitapta bazi
önemli maddi hatalar ve yanilgilar da bulunmaktadir. Mesela, buraya
aktardigimiz bölüme bakarsak, Metin G. diye konu edilen kisinin askerlikle
hiçbir ilgisi yoktur, tamamen sivil bir kisidir. Kitapta birkaç kez "asker
ve asker kökenli" oldugunun belirtilmesi, sanki sorumlulugun askere
yansitilmasinin istendigi gibi birgörünüm yaratmistir
ÜLKESINI JURNAL EDENLER
"Aydinlik" dergisi'nin
bu haftaki sayisini okuyunca yüzüm bir kez daha kizardi. Utandim. Almanya
Adalet Bakani Bayan Ginelin, Haziran ayi sonunda Türkiye'ye geliyor. Resmi
programina baslamadan, yani Türk yetkililerle görüsmeden önce, Istanbul'da bazi
kisilere bir davet veriyor. Onlarla saatler boyu konusuyor. Katilanlardan
bazdan sunlar:
Istanbul Barosu Baskani
Yücel Sayman, Insan Haklan Dernegi Istanbul Sube Baskani Eren Keskin, Profesör
Bakir Çaglar, DISK Genel Koordinatörü Ahmet Asena.
"Aydinlik" muhabiri
Ugur Yildirim, bu gizli toplantiyi haber alip kendilerine sorular soruyor. Eren
Keskin disinda hiçbiri, sorulara yanit vermek istemiyor. Ama ortaya bir gerçek
çikiyor:
Türkiye, yabana bir bakana,
bir kez daha ve kapali kapilar ardinda jurnal edilmistir, ispiyon edilmistir.
Dikkat ediniz, Avrupa'dan
Türkiye'ye gelen her bakan, önce bu gibi kisilerle bir tur atiyor ve onlarin
görüslerini aliyor. Bu görüsmeler çogu zaman, resmi temaslar baslamadan önce
yapiliyor.
Belli kisiler, Avrupa'daki agababalarina ülkemiz hakkinda doldurus
yapmaktan gurur duyuyor! Isin ilginç tarafi, yaptiklari doldurus hakknda
konusmaktan da hepsi kaçiniyor!
Aydinlik muhabiri, son
toplantiyla ilgili olarak IHD yetkilisi Eren Keskin'i konusturmus. Balaniz Bayan
Eren neler söylüyor:
"Orada 10 kisiydik. Ben
bakana, Türkiye'de siyaseti Genel Kurmay'in belirledigini söyledim. Türkiye'nin
tek ve gerçek iktidari Genel Kurmay'dir."
Soru:
"Almanya, baska ülkelerin içislerine kansan
emperyalist Avrupa'nin önemli ülkelerinden biri. Adalet Bakara ile Türkiye'nin
sorunlarini tartismayi dogru buluyor musunuz?"
"Dogru buluyorum, çünkü Insan haklan savunucularinin milliyeti
olmaz."
Son cümlesi Allah için
dogru. Bunlarin "milliyeti" olmuyor!
Toplantiya katilanlardan bir baskasi, isminin açiklanmasini istemiyor ve
sunlari söylüyor:
"Bazi arkadaslar Alman
bakana, Fazilet'in kapatilmasiyla birlikte M.H.P'ye önemli oranda
milletvekilinin geçeceginden ve Türkiye'de fasist bir diktatörlük
kurulacagindan yakindilar."
Türkiye'de kendilerine
"aydin" diyen bir güruh, "aydin olma onurunu" iyice
yitirdi. Bunlar "entel-libos" oldu. Türkiye'ye sövmek, Türkiye'yi
yabancilara ispiyon edip karalamak, onlarin en önemli islevi.
Ama kabahat onlarda degil,
bizde. Yabana bakanlar ülkemize geliyor ve daha ayaklarinin tozuyla bu tiplerle
bulusup, doldurus seansina basliyor. Bizim teslimiyet içindeki kisiliksiz
yetkililerin "giki" çikmiyor.
Türk yetkililerle resmi
program ise daha sonra! Önce doldurus, sonra resmi program!.. Bizimkiler, bu
rezalete tepki koymaktan aciz.
Ayrica bu yabana takimi, nedense hep ayni kisilerle konusuyor. Bizim
kafamizda, bizim deger yargilarimizi tasiyan milyonlarca insandan hiçbiriyle
bugüne kadar muhatap olma zahmetine katlanmadilar. Varsa, yoksa entel-libos
takimi!
Söz bu konudan açilmisken,
size birkaç örnek daha vereyim. Ahmet Altan isimli yazarin bir romani piyasaya
çikmis. Arkadas, bu romanin Türkiye'deki reklami ile yetinmiyor, PKK'nin
Almanya'da yayinlanan, Türkiye'ye kin ve nefret kusan gazetesine söylesi
veriyor.
Gazetenin 14 Haziran 2001
tarihli sayisindaki söylesi dogal olarak "Kürtlük" konularina
takiliyor. Ahmet Bey, annesinin Musul'dan gelen bir Kürt oldugunu, PKK'nin önde
gelen ismi Yasar Kaya'dan duymus ama durumu tam bilemiyormus! Keske babasina
sorsaydi!
Birkaç kitap fazla satmak
için PKK gazetesine konusmak, yakisir mi?
Bir baska örnek; Almanya'da
yasayan ve "tarihçi" oldugunu söyleyen Taner Akçam isimli biri.
Türklerin, Ermenilere soykirim uyguladigini iddia eden bu sahsin adi, simdi
yabanci gazetelere verilen Ermeni soykirim ilanlarinda geçiyor.
Ermeni kuruluslari bu
sahsa, kocaman gazete ilanlariyla tesekkür ediyor! ifade söyle:
"...o takdirde, günümüzün Taner Akçam gibi yürekli
Türklerini onurlandirmak mümkün olacaktir. 7 Mart 2001 tarihli
Londra-Independent gazetesine bakiniz."
Allah hiçbir ülkeyi, ihanet sebekelerinin eline birakmasin Emin ÇÖLASAN
KÜRTÇÜ'DEN KÜRT’E HAKARET
PKK'nin akil hocasi olan,
üst düzey Kürtçü geçinen Yasar Kaya'nin Mezopotamya Yayinlan tarafindan Agustos
1999'da basilan "Kürt Portreleri" isimli kitabi, elime yeni geçti.
Önsözünde Kürtlere hakaret
ediyor, asagiliyor, özetleyerek, ama utanarak ve Kürtler'den özür dileyerek
veri
yorum: '
"Kürtlerde yazma
gelenegi yok ki portre yazan çiksin. Kürt geriligi, dünyanin "sekizinci
harikasi"dir. Bu illetle, bu irinle, bu çürümüslükle her gün savasmak
gerekmektedir. Baska da yolu ve çaresi yoktur.
Kürt geriliginin bir de
çarikli erkani harpligi ve köylü kurnazligi vardir. Gelismemistir, geridir,
size ve dünyaya tepeden bakar. Küçük daglan o yaratmistir. Kabadayiligi
kurudur.
Zoru görünce yüreksizlesir, kaçar, küçülür. Kendisini profesyonel devrimci
görür, size de garnitür gözüyle bakar.
Etrafina ve size "burjuva aydini" der, küçümser. Ama neticede bir
gün gelir, bir bakmissiniz ki itirafçi olmus bu keskin devrimci, bu profesyonel
revolusyoner (ihtilalci).
Yüzüne dikkat edin, tatminsizdir. "Doyum nedir" bilmemistir. Aç
gözlüdür.
Esasinda kendisi sizin sahip oldugunuz nimetlere sahip olsa,
avantajlariniza sahip olsa, bir gün önce sapitacak. Onu
görmez.
Gelismemis bir kisiliktir.
Ustalik-çiraklik iliskisi nedir bilmez. Hiçbir ustanin rahle-i tedrisinden
(ögretisinden) geçmemistir.
Görgü, bilgi nedir bilmez.
Saygi, sevgi nedir bilmez.
Emege, ise sayginin çok uzagindadir.
Yoz, bos> kof bir
yaratik oldugu halde iddiacidir, cehaletini (cahilligini) onunla örtmeye
çalisir.
Kendi ulusal tarihi, ulusal
kültürü, ulusal degerleri hakkinda bir sey bilmez. Dünyadan haberi yoktur...
Castro, Ortega, Che Guevera
desen, bizim meyhaneci Kör Agop'tan bahsettigimizi sanir.
Romandan, siirden,
edebiyattan, müzikten hiçbir nasip almamistir. Onu ilgilendirmez. Dünya bir
yana, o bir yanadir.
Bu genel bir Kürt portresidir."
PKK'nin para babasi Yasar
Kaya, kitabinda Kürt'ü anlatmaya ve Kürt'e hakaret etmeye devam ediyor:
"Bir baska Kürt tipi
daha vardir. Her nasilsa bir yüksek okul bitirmis ve büyük metropollerden
(kentlerden) birine yerlesmistir. Kazanç yollan vardir.
Kimisi kelepir arsa bulup üzerine han hamam yapi-yor, kimisi Van ve Lice
üzerinden istanbul'a akan uyusturucu davalari, aksam üzerleri yazihanelerine
dolan, viski içen ve de Ingiliz kumasindan elbise giyen Istanbul Adliyesi'nin
yasli hâkimleri ile al takke, ver külah pazarliyorlar.
Geceleri lüks gazinolara gidilir. Bunlarin ara sira
Kürtlük daman tutar, Ibo'dan veya baskasindan Kürtçe sarki bile isterler.
Gazinolara bir gecede milyonlar ödenir ama evlerine gidin, lavabo kiriktir.
Ampuller yanmaz, sifon çekmez, kisaca evde oturulmaz.
Bunlar, Kürtlerin sonradan
görmüsleridir.
Seçim zamani olsa herkesin önüne geçmeye çalisirlar.
Bukalemun gibi yanar-dönerler.
Akilli olduklarini sanirlar.
Uzmanlik dallan da vardir.
Manifaturadan tutun, kuyumculuga kadar piyasalari bölüsmüslerdir.
Hiçbir siyasi davaya
girmezler ama Kürt partilerine genel baskan olmak için siraya girerler. Bu da
bir baska Kürt tipidir."
Kitabinda Kürt'ü asagilamayi sürdürüyor:
"Ve bilinen
maceralarla buralara kadar geldik. (Apo enselendi, örgüt dagildi.)
Simdi de bizim yol ve
yordamimizi begenmiyorlar. "Gelin dogru yolu gösterin, biz size hizmet
edelim" diyoruz, ona da gelmiyorlar.
Zaten bir atimlik baruttan
yok. Onu herkes biliyor ama ona ragmen kendilerini 'gündemde' tutmak
istiyorlar.
Kimin nasil durdugu, gittikçe belirgin hale geliyor.
Muhbirler, isbirlikçiler, yigin yigin ortaya çikiyor.
Birbirimizi tanimada fayda var.
Herkesin bölügü belli olmali."
Bunlari yazan adam, uzun yillar PKK'nin akil hocasi olarak görev yapti
Türkiye'de, PKK'nin sesi olarak geçmiste çikanlari ve nice insanimizin dolayli
katili olan Özgür Gündem Gazetesi'nin sahibi ve yazariydi. Insanlari tehdit
ederdi. Ugur Mumcu'nun öldürülmesi gerektigini yazdi ve dedigi çikti!
Sonra Yasar bakti ki pabuç
pahali, kapagi Avrupa'ya arti. Simdi orada PKK'nin parasiyla krallar gibi
yasiyor, yine kendi çapinda Kürtçülük yapiyor!..
Ve kitabinda Kürtlere hakaret yagdiriyor, alay ediyor, asagilamaya
kalkisiyor!
Eger bu ülkede PKK terörü
40 bin'e yakin insanimizin ölümüne neden olduysa, bunun tek sorumlusu tetigi
çekenler degil. Yasar gibi akil hocalarinin, yol göstericilerin vebali daha da
agir.
Bu Yasar Kaya, acaba
kitabinda anlattigi Kürt tiplemelerinden hangisine uyuyor?
Aç gözlü mü, yüreksiz mi,
korkak mi, yoz mu, kof mu, doyumsuz mu, muhbir mi, isbirlikçi mi, hangisi?Emin
ÇÖLASAN
YASAR KAYA AJAN MI?
PKK'nin Avrupa
kanadinin baskanligini yapan Yasar Kaya'nin "devlet ajani" oldugu öne
sürüldü .
PKK'nin Avrupa uzantisi olarak bilinen sözde Sürgünde Kürt Parlamentosu'nun
baskani olan, kapatilan Demokrasi Partisi'nin (DEP) Genel Baskanligini da yapan
Yasar Kaya'nin devletten para alan bir ajan oldugu iddia edildi. Dün bir
gazetedeki köse yazisinda, Kaya'nin yurt disina çiktiktan sonra, Almanya'da bir
yakini adina açilmis banka hesabina para yatirildigi iddiasi yer aldi. Yazida,
Kaya'ya daha sonra paranin "Bahar" kod adli bir bayan araciligiyla,
mühürlü zarfla gönderildigi öne sürüldü.
Bir siyasi fisildadi
Yazida, Kaya'nin devlet
ajani oldugunun bir siyasi tarafindan açiga çikarildigi, bu siyasi hakkinda da
sorusturma baslatildigi belirtildi.
Ancak sorusturmanin
niteligi, bazi soru isaretlerini de beraberinde getirdi. Adli makamlarda bu
konu hakkinda bir sorusturma olmadigi, ancak sorusturmanin devletin farkli
organlarinda olabilecegine dikkat çekildi. Ankara DGM'de görülen "DEP ana
davasinin dosyasinda yer alan bir mahkeme tutanaginda da, Kaya'nin ünlü Erbil
konusmasindan söz edilirken, bu konusma metninin "yasaya aykiri olarak
Genel Kurmay'dan temin edildigi" bilgisi yer almisti.
ANKARA Milliyet
PRENSES DI VE UGUR MUMCU
Patrick Jephson, kuskulu
bir kazaya kurban giden Prenses Diana'nin özel sekreteriydi; Prenses'in
çevresinde yasadiklarini anlattigi 'Shadows of a Princess1 (Bir Prenses'in
Gölgeleri) adli ani kitabi dün piyasaya çikti. En ilginç ayrinti, Prenses'in
son zamanlarda her seyden kusku duyar hale gelmesiyle, ilgili anlattiklari...
Yatak odasinin bile dinlendiginden kusku duyuyormus Diana, bir gün,
'Otomobilimin frenleriyle oynanmis1 demis sekreterine... Jephson bunlari,
'Diana'nin paranoyasi' biçiminde yansitiyor...
Ölüm biçimine bakinca,
Prenses'in kuskularina hak vermeden edemiyorum...
'Dönmelik' konusunun islendigi son iskele- Sancak' programini izlerken,
Abdi îpekçi'nin kizi Nükhet Ipekçi'nin tavri çok dikkatimi çekti; 'Ne kadar
kendine hakim, neyi, nerede söyleyecegini iyi bilen bir genç kadin' diye
düsündüm. Erken kaybettigi babasinin anisina saygili bir evlat görüntüsüydü
sergiledigi... 'Çetin Altan'a göre; babanizi kontrgerilla öldürmüs'
denildiginde verdigi cevabi hatirlayiniz: 'Evet ona benzer daha 40 tane senaryo
var...1
Siyasi cinayetlerin çogu
için ayni durum söz konusu. Bazen tek bilinen, kurbanin kimligi oluyor, az
sayida olaylarda katili de bilebiliyoruz; ancak hemen hepsinde emri veren odak
gölgede kaliyor... Motif, yani kurbanin neden öldürüldügü ise, birbiriyle
çelisen çok sayida senaryo söz konusu... Abdi îpekçi suikasti da öyle, yakin
zamandaki Ugur Mumcu, Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kislali cinayetleri de...
Fotografin bütününü
göremiyoruz, ancak yine de bazi ifsaatlar, gölgeleri kismen aydinlatabiliyor...
Sözgelimi;
Ugur Mumcu'yla ilgili suikast sonrasinda analitik bir gözle incelendiginde
'motif de, 'azmettiren' de siluet olarak beliriveriyor... Zaten bu sebeple
olacak, polisin 'iste katiller' diye piyasaya sürdügü kisiler konusunda aile
ihtiyatli davraniyor... Bizden çok daha fazla bilgiye sahip olduklari için her
söylenene inanmakta çekingen davranmalari dogal.
Ugur Mumcu siradan bir
gazetecinin ötesinde iliskilere sahipti; iliskilerinin boyutu, cinayetten sonra
ortaya çikti. Vaktiyle kendisini 'sakincali piyade' yapmis, demir parmakliklar
arkasina göndermis 'devlet aygiti' ile sonradan baristigi anlasiliyor. Genel
Kurmay Baskani, Emniyet Genel Müdürü, DGM bassavcisi, suikastin akabinde,
'Kendisini iyi tanirdik' veya 'Aile dostuyduk' gibi sözler sarf ettiler...
Yakin zamanda bir ifsaat
baska bir iliskiyi açiga çikardi. Mumcu öldürüldügünde Cumhuriyet'in yayin
yönetmeni olan Özgen Acar'di bu ifsaatin sahibi... Anlattigina göre. Mumcu,
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterligi'yle irtibat halindeydi, bilgi
alisverisi yapiyordu.
Anlatimini, 23 Subat 1999
tarihli Cumhuriyet'ten okuyalim: 'Isik içinde yatsin Ugur Mumcu, öldürülmeden
önce, çeteler kadar Apo'ya da takmisti. PKK baglantilari konusunda yogun bir
arastirma yürütüyordu. Ölümünden sonra, Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterligi'nden yüksek düzeyde bir yetkili bana - o zaman Genel yayin
yönetmeni oldugum için- söyle dedi: 'Rahmetli Mumcu öldürülmeden 3- 5 gün önce,
Apo hakkinda bize bazi sorular yöneltti. Kendisine sinirli olmak kosulu ile
bazi bilgiler derlemeye söz verdim. Arastirmaciligini bildigim için, onu
yönlendirmek ama ayla kisa bir not hazirladim. Pazartesi günü kendisine
verecektim ki, o Pazar öldürüldü. Bu notu size veriyorum.'
Bu önemli ifsaata, önceki
gün, çogu kisinin dikkatinden kaçtigini fark ettigim bir yenisi eklendi.
Mumcu'nun irtibatlarina isik tutan bir ifsaatti bu. Can Atakli, Sabah'ta (23
Eylül 2000), 31 yil önce bu günlerde öldürülen Taylan Özgür adli gencin tetikçi
ve azmettiricilerinin hala ortada olmadigini, kuskularin pesine düsülmedigini
yazdi. 'Kontrgerilla' konulu kitaplariyla taninan emekli Kur. Alb. Talat
Turhan, 1991'de bir basin toplantisi düzenleyerek 'Taylan Özgür'ü vuran polis
degil, bir üstegmendi1 demis, o kadar...
Can Atakli'nin, Taylan
Özgür'ün ablasi Hale Kiyici'ya dayandirdigi bilgiye göre, konuyla ilgili yeni
bulgulari, aile, daha sonra Ugur Mumcu'ya da anlatmis... Sonrasini Atakli'nin
anlatimindan izleyelim: 'Hale Kiyici'ya 'Peki o zaman ne yaptiniz?' diye
sordum. Dosyanin bir kopyasinin Ugur Mumcu'ya da verildigini ögrenmis ve ona
gitmis. Olayi söyle aktardi Hale Kiyici: 'Ugur abiye, Taylan'in ölümüyle ilgili
bir dosya varmis, size de verilmis diye sordum. Hiçbir sey söylemedi. Kalkti,
bir yere telefon etti. Bir seyler konustu. Tamam komutan' dedi, telefonu
kapatti. Sonra bana döndü, 'Her sey zamani gelince ortaya çikacak' dedi. Sonra
biliyorsunuz öldürüldü.
Ölüm sonrasi yapilan bir
baska ifsaattan, Ugur Mumcu'nun, 28 Subat'ta en ön saflarda yer almis dört
meslektasiyla birlikte, benim 'Son yemek' adini verdigim bir sofra basi
bulusmasi oldugunu biliyoruz. O yemek, silah üzerine edilen 'gericilerle
mücadele yemini' yüzünden ünlendi; ama o yemegin esas önemi, Mumcu'nun o sirada
son asamasina getirdigi 'PKK- devlet' iliskisinin boyutlarini, masada agzindan
kaçirmasindan kaynaklaniyor... Anlattiklari, Mumcu'nun sonunu getirmis
olabilir...
Prenses Diana'nin yasadigi tedirginlige, sekreteri Jephson paranoya' diyor,
ama Ingiliz kraliyet ailesinin gelininin endiseleri, herhalde bütünüyle
temelsiz degildi. Taha KIVANÇ
DOKUZUNCU FITIK:
BAS, BAS PARALARI ÇAPAN'A
Sol geçmisini ve degerlerini
satarak, sermayeye dönüstürerek yükselen, bu arada solun insanlarina
maddi-ma-nevi ciddi zararlar veren dönek ve hainlerle her anlamda
"ugrasmamiz" gerektigini düsünerek, Esenyurt Belediyesi'ndeki
yolsuzluklari ve Cumhuriyet gazetesindeki ortakligiyla gündeme gelen Gürbüz
Çapan hakkinda bildiklerimi- duyduklarimi, 20 Nisan 2001 tarihinde "Sol"
dergisinin (kapatilma nedeniyle) "Gelenek özel sayi-1" olarak çiktigi
nüshasinda Ali Mert imzasiyla kaleme almistim.
"Dönekler ve
hainler" özel olarak ilgimi çekiyor. Hem "tani bunlari, tani da
büyü" düsüncesiyle, hem de insanoglunun alçalmasinin ibret verici öyküsü merakimi
uyandirdigi için. Portreleri ve "aile" fotograflari, kisilikleri,
küçülen akillan, büyüyen bedenleri, sisen yüzleri, haklarinda enformasyon
kirintilari, spekülasyonlar, tanikliklar... Her sey ilgimi çekiyor Tabii ki
sirf ilgimiz, "merakimiz tatmin olsun diye" degil, kurtulalim,
kurtaralim diye...
Sarp Kuray, Cengiz Çandar gibi "saplantilarimin arasina geçtigimiz
günlerde Gürbüz Çapan'da eklendi. Önce Beyaz Enerji, sonra Beyaz Sahin
operasyonu, ardindan "arsa dagitimi" merkezli sorusturmalarin yeni
"mag-dur"u, Esenyurt Belediyesi'nin simdi "saglik nedenleriyle
Almanya'da bulunan" baskani Çapan, yol açtigi eski magduriyetlerle ve
hayatinin karanlik noktalariyla, ilgi alanima girdi. Kendisi hakkinda biraz da
tesadüfen bir "bilgi alam" da olusunca "hukuki" kimi
kaygilara aldirmadan notlarimi paylasmaya karar verdim. Kimi spekülatif
bulunabilir, kimisi "Aydinlik tarzi gazetecilige" daha uygun
düsebilir, kimisi de tanikliklari oldugunu biliyorum. Her durumda yazilmasi,
bilinmesi gerektigini düsünüyorum. Çapan'in karanlik sayfalarla dolu defterinin
ilk satirlari Diyarbakir'da yaziliyor. 1980 öncesinde ve 80'li yillarin ilk
kesitinde "Devrimci Yol" örgütünün Diyarbakir sorumlusu oldugu
biliniyor. 1983'te hazirlanan iddianamede ve 84'ten itibaren baslayan yargi
sürecinde birinci dereceden sanik olmasi gereken Gürbüz, tanik sandalyesinde
oturuyor. Yoldaslari, durusmaya zincirlenerek getirilir, Diyarbakir
zindanlarinda katledilirken, Çapan yaptigi "tanikliklarla zincirin
halkalarini biraz daha sikistiriyor, zindani biraz daha yasanmaz hale
getiriyor. Bu dönemden itibaren, kendisi hakkinda 'Türk istihbaratinin
adami" düsüncesi yaygin bir sekilde olusuyor.
Ara dönemde ne gibi
"atamalar"dan geçtigini bilmiyorum. Sonrasinda CH.P'nin içerisinde
yer aliyor, "belediye fatihleri" arasina kanliyor, Istanbul'un
gelismekte olan, dolayisiyla sinirsiz rant olanaklari saglayan arazilerini
kapsayan bir bölgede, "sol geçmis"ini de kullanarak tepeye geliyor.
Esenyurt Belediye Baskani Gürbüz Çapan, bir taraftan sol degerlerin "yerel
yönetimlerde" kullanilmasi görüntüsüyle, Nazim Hikmet Caddesi'ni, Jose
Marti Aniti'ni açiyor, Küba'yla dayanisma etkinliklerinin gülü haline geliyor,
Cumhuriyet Gazetesi'ni "kurtariyor", kisacasi ve açikçasi kendine bir
"sol rant alani" yaratiyor, bir taraftan da çok daha açikçasi,
"mali götürüyor"; enerji isine giriyor, dogal gaz santrali sahibi
oluyor, Esenyurt'u karis karis peskes çekiyor, Cumhuriyet gazetesinin
patronlari arasina adini yazdiriyor.
Bu döneme dair daha baska "enformasyon kirintilari"na ve
spekülasyonlara geçmeden önce, ara dönemin bir ayrintisina deginilebilir.
Gürbüz Çapan'in kardesi, 9O'li yillarda Türkiye'de iyice yayginlasan malum
"kara para aklama" yöntemleriyle "is tuttugu" bir dönemde,
güç duruma düsüyor, Almanya'ya kaçiyor. Bu kaçista ve Almanya'da
"rahatlamasi"nda Dev-Yol'un eski liderlerinden Taner Akçam'in da rolü
oldugu biliniyor. Yeni göreviyle "Ermeni tarihi uzmani" Akçam,
bugünlerde de "saglik nedeniyle Almanya'da bulunan" Gürbüz Çapan'in
ev sahibi. Kendisi hakkindaki spekülasyonlarin en "uç" olani, Alman
istihbaratiyla iliskisi oldugu seklinde. Almanya'nin Kafkaslar'daki
aranislariyla, Akçam'in "Ermenistan merkezli" tezleri arasinda
baglantilar kuranlar da var. Hatta Çapan üzerinden, Cumhuriyetin Avrupa
Birlikçi- Almanci yayin çizgisini gözden geçirmek gerekebilir.
Neyse, Türkiye'ye dönersek, Esenyurt Belediyesi'nin Çapan'i daha da
gürbüzlestirmesi ve çevresindeki "solcu"larin "bu isin altinda
bir Çapanoglu var" noktasini sorgulamadan "ben de payimi alayim"
diye meseleye yaklasmasi, belediye baskanimizi daha da yukarilara tasiyor.
"Derin devlet* le iliskisini, bilenler biliyor. Bu islerin
"kaza"siz yürümedigi de, Susurluk'tan beri biliniyor. Çapan ilk
önemli kazasini, siyrik bile almadan atlatiyor: "Esenyurt sinirlari içinde
yakalanan susturuculu silahlardan dolayi" gözaltina almiyor ama bildik bir
yöntemle, bizzat Mehmet Agar'in devreye girmesiyle serbest birakiliyor. Agar'in
ve Dogru Yol'un "tam iktidar" günlerinde Çapan, "Abdullah
Çatli'nin sol versiyonu" olarak görevinin basinda bulunuyor. Onun görevi
"reisinkinden farkli, "solcu" olmak; "sag"a bulasinca
uyariliyor. Yine de bir cesaret, "Çiller çetesi"nin Islerinin dorukta
oldugu dönemde, Esenyurt Belediyesi'nin ilçe meclis toplantisinda "DYP'ye
katilma kararini" açikliyor. Önce Çapan'in etkisiyle herkesin olur verdigi
"proje"ye, daha sonra mecliste yer alan ve zamaninda çatismalarda bir
ayagini kaybeden eski bir solcunun "pezevenklik yaparim ama sagcilik
yapamam" demesiyle muhalefet doguyor, Çapan vazgeçiyor. Ama Çapan, saga
hizmetlerini her zaman sürdürüyor. Esenyurt sinirlarinda arsa ve villa tahsis
ettigi "ünlü"ler arasinda Hayri Kozakçioglu, Hüsamettin Cindoruk gibi
isimler de yer aliyor. Çapan'in hizmet gördügü "asli alan"lardan biri
de kendisinin ve ortaklarini cebini doldurdugu "sermayedarlik alani"
Demirel'in aile fotografinin vazgeçilmez siritkan surati Kamuran Çörtük
(Bayindir Holding) basta olmak üzere Esenyurt Belediyesi'nin olanaklari ilgili
kisi ve kuruluslara açiliyor. Çörtük'ün Tatilya'si en çok bilinen örnek. Hizmet
sektörünün ek isleri ve arsa tahsisiyle birlikte, enerji sektörü sermaye
birikiminin önemli basamaklari olarak adimlaniyor. Bu birikimin "yükselen
diger sermaye gruplari" gibi medyadaki karsiligini da yaratmasi gerekiyor.
"Solcu" Çapan'a, "solcu" bir gazete yakisiyor; Cumhuriyet'e
ortak oluyor. Ortakligin yarisi "kamuoyu nezdinde" belirsiz. Kimisine
göre, yüzde 20 hissesi var. Ancak Bayindir Holding'in yüzde 20'Hk hissesinin de
Çapan'a ait oldugu söyleniyor. Tersi de söyleniyor. Sonuçta "kisi"
önemli degil, yüzde kirk ortaklik bir gazeteyi yönetmeye yetiyor. Ancak
"satis"in gerçeklesmesine ragmen, basyazar ilhan Selçuk'un
kurnazligiyla, islemin kagit üzerinde tam resmiyet kazanmadigi da söyleniyor.
Selçuk'un büyük ihtimal, restorasyonun, elemekte oldugu "kirli
sermaye" arti tosuncuk toplamina, Çapan'i ne ölçüde dahil edecegini
kolluyor. Öte yandan bütün bu anlatilanlar Cumhuriyet gazetesinde yazmiyor,
yazamiyor. Gazetenin eskiden basildigi Çagdas Matbaa'da isçilerin direnisine,
patronun grev kiriciligina ve baskilara nasil sessiz kalindiysa, ayni sekilde
bugün gazetenin, Esenyurt Belediyesi içindeki Esenkent semtinde Çapan'in tahsis
ettigi matbaalarda basilmasinda da bir "haber degeri" bulunamiyor.
Peki bu kadar spekülasyon
karsisinda "devlet ne yapiyor?" Restorasyonun gücü, herkesi, bir
çirpida elemeye yetmiyor, "iç bilesenler"i gözetirken, operasyonlari
abartmamak, sermayeyi ürkütmemek gerekiyor. O zaman bir Türk büyügünün dedigi
gibi yapiliyor: "Bas bas paralan Leyla'ya, bir daha mi gelicez dünyaya!...
DERIN DEVLET PARADOKSU VE ÖZGÜRLÜK
Devlet üzerine konusmanin -
diger konu gibi - zor oldugunu biliyoruz. Diger bir çok konu; ekonomi, aile,
birey, hukuk, rejim, ya da etrafinda dönüp durdugumuz bir dizi kavga nedeni
kavram; laiklik, din, kimlik, demokrasi... Konusmak zor; çünkü, devletin
toplumla, toplumun da devletle netameli ve karmasik iliskileri var. Bir yönüyle
ask-nefret tarzinda, baska bir açidan ise as, is, güvenlik, adalet gibi
rasyonel beklentilerle, varlik ve beka, dirlik ve düzen, birlik ve bütünlük
gibi görece metafizik misyonlarin saglanmasi istemiyle, bagimlilik-özdeslesme
tarzinda kurulan iliskilerin yeteri kadar açik ve anlasilir oldugunu söylemek
zordur. Bir baska zorluk; otorite, hegemonya, sistem, düzen, rejim, bürokrasi
gibi kavramlarin yaninda, üzerinde ya da odaginda oldugu varsayilarak ifade
edilen "devlet" kavraminin, aslinda ayni anda hem birçok seyi ifade
etmek için hem de baska birçok seyden ayirmak için kullanilan bir araç-kavram
olmasidir. Bir yönüyle çesitli göndermeler, atiflar, isaretler yapilan bir
referans kaynagi, baska bir yönüyle vehimler, fobiler ya da beklentilerden
ibaret bir metafizik varliktir 'Devlet'. O kadar ki, terminolojik
yetersizlikten kaynaklanan bu karmasa, sadece 'Devlete asagidan ya da disardan
bakanlar için degil, onun içinde yer alan, onu 'çalistiran' Devletlû'lar için
dahi geçerlidir.
Peki. Devlet'in 'efradi
cami, agyarini mani' bir tarifi, ortak bir anlami, belirlenmis sinirlari ve
açik bir amaci var midir?
Bu soru, Avrupa'daki
uluslasma ve Ulus-Devletlerin olusum sürecinde enine boyuna tartisilarak,
farkli açilardan cevaplanmis sayilabilir. Modem Ulus-Devlet'in en azindan
denenmis tanimlan, anlamlan ve amaçlari vardir. Ancak, 'bizim' Devlet için ayni
seyi söylemek mümkün müdür?
M. Foucoult, "modern
iktidarin bir konum ya da mülkiyet olmadigini, bir iliski, eylem üzerine binen
bir eylem oldugunu' söyler. Iktidar, bir yere iliskindir ama yerellesmis
degildir. Belirli biçimler ve teknikler sayesinde toplumsal mekana yayilir.
Modern iktidar, ancak kendisinin büyük bir bölümünü gizlemesi kosuluyla is
görür ve kabul edilir."
Foucoult'un bu yaklasimi,
örnegin bizim için, bizim devlet' açisindan çok siradan, hatta yetersiz bir
tespittir. Biz de 'Devlet' zaten öyledir, zaten birçok biçim ve teknik
sayesinde toplumsal mekana yayilmis, kendisinin büyük bölümünü gizleyerek is
gören bir karaktere sahiptir. Acaba, Modern Devlet, bu özellikleriyle bizim
Devlet'ten daha geri ve henüz gelismekte olan bir Devlet midir? eger öyleyse
-ki öyle oldugunu düsünüyorum- Türkiye'deki Devlet'i, modern ulus-devlet
algilamasinin ötesinde bir kategori olarak algilayan, farkli bir anlama biçimi
gelistirmemiz gerekir. Nasil ki 'ulus' kategorisi, bizim geçmisimizdeki millet
sisteminin gerisindedir ve modern ulus devletler, adi konmamis bir millet
sistemi arayisi içerisindedir. 'Devlet' sistemimizde 'Modem Devlet'in çok
ilerisinde ve daha komplike özellikler, tasir. "Her yeni olani daha ileri
ve gelismis zannedenler" için kabul edilemez görünse de, dünyaya ve
kendimize sasi bakmayi birakirsak görecegimiz budur. Türkiye'nin Devlet'i
modern ulus devletin bütün özelliklerini zaten içeren daha geliskin ve ileri
bir devlettir. Bunu, 'daha adil, düzgün çalisan, daha katlanilabilir bir devlettir1
manasinda söylemiyoruz. Sadece, eger Devlet, Avrupali uluslar için, 'nesnel
tinin örgütlenmis biçimi', 'egemenlerin baski araci', 'özgürlügünün en üst
gerçeklesme düzeyi1, 'kollektif akil ve vicdanin organizesi' ise, bu fazlasiyla
ve zaten bizim devlette böyledir,
diyoruz.
Iste bu "fazlasiyla
varolan" yani, güncel 'Devlet' yapilarindan daha fazla bir sey olani
kavramak için, yillar Önce "Derin Devlet" kavrami üzerinden bir
anlama-tartisma denemesi yapmistik.* 199O'li yillarin ortalarinda,
Mezopotamya-Akdeniz Havzasi'nin hegemonya biçimi olarak "Derin
Devlet" seklinde niteledigimiz bir 'entite'yi bugün yeniden tartisirken,
önce su ünlü ama artik lekeli "kavramlastirmayi açiga kavusturmamiz
gerekir. Belirttigimiz dönemde -yanilmiyorsam- 1995'te, ilk kullanan Nihat Genç
ya da Erol Göka olabilir - kullanima giren "Derin Devlet" ifadesi,
esasen Türkiye'deki Devlet1 in "Özgünlügüne" ve
"Özelligine" vurgu yapan bir ifadeydi. Ama ne var ki, 1996 yili
Kasiminda 'Susurluk Olayi' oldu, medyada bu kavram, kelimenin tam anlamiyla
"kirletildi".
Yukarida, devletin karmasik
niteligini, tek bir kavramla -Devlet- kavramiyla birbirinden farkli birçok seyi
anlatmak ya da dislamak için kullanmak zorlugu ve terminolojik yetersizlikten
bahsetmistik. Derin Devlet kavrami tam da bu açidan en azindan 'Devlet'i baska
bir yönüyle anlama -anlamlandirma- çabasi için elverisli bir yeni araç-kavram
özelligi tasimaktaydi ve biz de bu amaçla kullanmistik. Ancak
"Susurluk", bir yönüyle Baha aydin kolonilerinin, "Bati adina.
Devlete ve orduya karsi Haçli Seferi baslatma kampanyasini", baska bir
yönüyle "sonu 28 Subat'a çikan Devletin bir kanadini budama ve Kürt Sorunu
üzerinden Devletin, Milletle -zayif ve çarpik da olsa- tek alisveris kanali
olan bazi sag unsurlarini tasfiye sürecinin" adi oldu. Derin Devlet, iste
bu gündemin, daha dogrusu operasyonlar silsilesinin kod adi olarak kitlesel
dolasima sokuldu. Tabii ki ne niyet ne de içerik olarak bizim kullanimimizla
hiçbir iliskisi yoktu.
Simdi, bu "kirli"
kavrami yeniden kullanip, kullanmama konusunda dogrusu tereddüt içindeyim.
Insanlarin "Devletfobi"lerine denk düsen bir kavrama dönüstügü için,
"Derin Devlet" kavrami artik daha farkli bir "anlama"
ve "okuma" biçiminin araci olabilir mi? Bilemiyorum. Milletin
kayitsiz sartsiz egemenligi ve bu anlamda 'Milletin Devleti' esprisi açisindan,
Derin Devlet'in kirli kullanimi, Milleti ve Millet çocuklarini devletten uzak
tutma ve devleti de oligarsik zümrelerin tapulu arazisi yapma 'oyun'unun yeni
bir yöntemi haline getirilmistir. Zaten dogru bir iktidar perspektifi olmayan
dislanmis milli unsurlarin, Devlet'i gizli, karanlik, kanli, kirli bir yasak
bahçe olarak algilamasini ve uzak durmasini saglayan, birakin anlama çabasini,
muhalif olurken dahi dolayli olarak kendisini güçlendirecek her seye muhalif
kilan trajik bir aymazliga mahkum edilisim, dogrusu üzülerek izliyoruz.
Milletin organik
aydinlarinin, milleti güçlendirmeyi temel amaç ve devleti de bu güçlenmenin
mekani olarak görmelerinin, bu topraklarin en önemli teorik çabalarindan biri
oldugunun bilinciyle, 'devlet' üzerinde konusurken, onu anlamaya -yeniden
anlamlandirmaya- çalisirken baska bir alternatif bulana kadar, bu kavrami ödünç
olarak kullanmayi sürdürecegiz. Ancak Susurluk dolayisiyla kirletilen Derin
Devlet kavramiyla, bizim kullandigimiz kavramin farkina düstügümüz kaydin,
özenle akilda tutulmasi gerektigini bîr kez daha vurgulamak istiyoruz.
DERIN DEVLET
Derin devlet, yasadigimiz
cografyanin tarihsel hegemonya biçimidir. Mezopotamya-Akdeniz havzasi, -tarih
boyunca geçici istisnalari olsa da- çogunlukla tek bir hegemonya tarzi altinda
yasamistir. 'Devlet', bu cografyada hem tarihsel olarak, hem de evrensel olarak
ilk geliskin biçimleriyle varolmustur. Büyük dinlerin, felsefelerin, ticaret ve
kültür biçimlerinin de dölyatagi olan bu cografya, esasen 'tek bir ülke' olarak
alinmasi gereken ve süreklilik içinde degisim diyalektigi ile, hem hegamonik
karakteristigini sürdüren hem de daima sekil, isim, karakter degistirebilen bir
özellik tasimaktadir. Fetret dönemleri ve büyük imparatorluk dönemleri bu
degisim momentlerinin iki yönüdür. Büyük Iskender Imparatorlugu, Pers
Imparatorlugu, Roma Imparatorlugu, Sasani, Emevi, Abbasi, Bizans, Selçuklu,
Osmanli imparatorluklari, daima bir dagilmislik, parçalanmislik - fetret -
dönemleri sonrasi gelismis yan askeri ve merkezi tarim imparatorluklaridir.
'Devlet' bu dönemlerde toplanir, güçlenir. Bütün özellikleri ve refleksleriyle,
birbirine benzer karakterde kendini açiga çikartir. Düzen kurar, dirligi
saglar, toplumu örgütler, çogulluk içinde birlestirir, varlik ve bekalarini
garantiye alir. Dagilma ve parçalanma dönemlerinde ise 'devlet' dagilir,
küçülür, içe çekilir. Parçalarinda yasar. Toplanma istegini saklar ve uygun
kosullarda tekrar öne çikarir.
'Derin Devlet', iktidar
kertesinde en somut ifadesini bulur. Imparatorluk saraylari fa da dagilma
dönemlerinde beylik-sultanlik konaklan, ya da baskentler, bu hegomanya ruhunu
rafine olarak ve zor yoluyla temsil eder. Ancak, bu devlet asil olarak bütün
toplumda, toplumla iliskilerde yasar. Mezopotamya-Akdeniz cografyasi, kendisini
öteki cografyalardan ayiran birçok özelligini, üzerinde yasayan topluluklara
kazandiran hareketli bir cografyadir.
'Derin Devlet', mutlak ve
kutsal hiyerarsi, merkezi hegemonya ve statükonun degiserek devami gibi temel
özelliklere sahiptir. Din(ler), bu üç özelligin dile gelmesi, konusmasi ve
yeniden üretilmesini sagladiklari ölçüde 'Derin Devlet'in bileseni olarak
güçlenir ve 'Devlet'i de güçlendirirler. Zerdüstlügün Iran'i, Hristiyanligin
Roma'yi, Islam'in Osmanli'yi güçlendirdigi ve kendilerinin de güçlenip
yayildigi malumdur.
Üretim araçlari,
devletindir ve Timar olarak sadik ailelere kiralanir. Ekonomi ve Din, (Derin)
devletin toplumla iliskisinin niteligini ve toplumda yasayan devleti
açiklamamizi saglayan iki temel alandir. Toplumsal yasam, devletin mülk
dagitmasi ve Din(sel) mekanizmalarla toplumu denetlemesi seklinde iki ana
politika ekseninde sekillenir. Bu politikalardaki 'aksaklik', düzenin bozulmasini,
anarsiyi, kaosu getirir ve bu nedenle, bu cografyada yasayan insanlar binlerce
yildir 'ya devlet basa ya kuzgun lese' demistir.
Siniflasma yerine inanç ve kanbagina dayali asabiyyeler ve statüler vardir.
Belirli aileler ya da dini-mezhebi topluluklar, batidaki gibi bir siniflasmanin
da ortaya çikmasini engelleyen bir tarzda, toplumsal isbölümü ve organik
dengeler kurulmasini saglar. Meslek, rütbe, mevki ve konumlar ise, hiyerarsik
düzenin isleyisini ve mal ve hizmet üretiminin sürekliligini temin eder.
Bu düzen, en azindan son
"ikibin yildir" degismemistir. Ana hatlari ve mantigi, adeta
metafizik bir ruh olarak yasamaktadir.
Bu düzen, ikibin yil
boyunca belki yüzlerce defa degismistir. Ayrintilari, görünümleri, uygulama
biçimleri birçok kez degismis, yeni ve farkli tezahürler göstermistir.
'Derin Devlet1 iste bu
degismeyen 'ruh'tur. Hegomanya tarzini, yasamin temeli haline getiren, bütün
toplumsal çeliski ve çatismalari bastirarak üstte duran ve bizatihi otorite,
hiyerarsi ve gelenek olarak, ekonomik-politik ve kültürel yeniden üretim
süreçlerinde içkin bir 'töz'dür.
Devlet'ten daha fazla bir
seydir, çünkü 'Devlet' yani 'Modern Ulus Devlet', son tahlilde bir yönetme
aygindir. Derin Devlet ise sadece mükemmel bir yönetim tarzi degil, ayni
zamanda bir yasama ve yasayabilme yöntemidir. Ve bu 'ayni zamanda' olan yönü,
yasadigimiz topraklarin insan tipini ve yasami algilama tarzini belirler.
'Derin Devlet', hegamonik
özelligiyle, yani otorite, iktidar ve güç iliskilerinin, hemen tüm toplumsal
iliskilerde belirleyici olusuyla 'görünür'. Eril, erkeksi hegomanya, aile
düzeninde dini yasama, ticaretten, egitime kadar tüm gündelik hayati, erkek
egemen bir karaktere büründürür.
Baska bir 'görünümü',
Kutsal hiyerarsidir. Gökten yere inen merdiveniyle sadece doga olaylari degil,
sosyal olaylar dahi ezotrik bir hiyerarsi içinde algilanir. Belki de bu nedenle
'hak' ve 'adalet', bu topraklarda, bu degismez hiyerarsiye ragmen ve bununla
birlikte bir 'denklik1 ve denge kurma istemi olarak anlasilir.
Diger 'görünüm', degiserek
süren gelenek, her düzey-r de egemendir. Insanlarin kilik-kiyafeti degisir,
çevresi ve meslegi degisir, ama her degisiklikten sonra düsünme ve davranma
biçimi ayni kalir. Devlet'in rejimi degisir, cografyasi degisir, hatta halki
degisir, yönetici elitleri degisir ama ikibin yil öncesi Roma'nin ya da 100 yil
önceki Osmanli'nin ana politikalari, dost ve düsman algilamalari, güvenlik,
mülk ve din anlayisi bugün dahi aynidir.
Modernlesme süreci, yeni uluslar arasi sistemsel degisiklikler, savaslar,
iç savaslar, tabii ki Devletin Derin 'ruhu'nda etkiler yaratmaktadir.
Süreklilik dinamigi, her yeni durumda refleks vermekte ve 'görüngü degisimi'
gündeme gelmektedir.
Dünyanin 'degistigi', eski
olanin biteviye tasfiye oldugu, dogrudur. 'Derin Devlet', iste bu degisimleri
algilayarak degisebilen, bir töz, ruh ya da refleksler toplami olarak, adeta
canli bir organizmanin yasamsal içgüdüleri gibi varligini sürdürebilmek için
düsünen ve davranan bir metafizik entitedir.
Derin devletin ruhu, tabii
ki öncelikle ve asil olarak 'Devlet' aygitinda mündemiçtir. Devlet aygiti,
temel kurumlari ve politikalarini bu 'ruh'la teçhiz eder. Bu anlamda 'reel
devlet, 'derin devlet'in evidir, bedenidir, formudur. Ancak, 'normal sartlar
altinda' 'devlet cihazi', her devlet gibi çalisir. Büyük kriz ve bunalim
dönemlerinde ya da üstesinden gelinemeyen sorunlar karsisinda 'derin devlet'
açiga çikar. Gün olur, 2. Abdülhamit'in dis politikasinda somutlasir, gün olur
Jöntürkler ve Ittihat ve Terakki'de temsil edilir. Teskilat-i Mahsusa, bir
derin devlet refleksidir. Mesrutiyetin ilani, Milli Mücadele, derin devletin
bir baska açiga çikisidir. Cumhuriyeti kuran irade, demokrasiye geçis, NATO ve
bati tercihi, 'derin devlet'in yönetimleridir. Iddia edildigi gibi. Güneydoguda
PKK ile savasan kontrgerilla, derin devlet degil, siradan bir reel devlet
politikasidir. Ama Güneydogu Kürt nüfusunu batiya göç ettiren 'irade', derin
devlet iradesidir. Çünkü, muhtemel bir iç savasin kosullan sezilmistir. Yine,
Basörtüsünü yasaklayan 'güç' derin devlet degil, reel devleti kusatmis olan
bati destekli oligarsidir. Tam tersine, bin yil sonra 'millet'in çocuklarini
'oyun'a katmaya ve özellikle kadinlari 'milli degerler'le kamusal alana çikacak
tarzda donatarak, babaliga fazla egilerek 'denge'si bozulmus toplumsal yasami,
yemden dizayn etmeye yönelen egilim, derin devlettir. Askeri darbeleri, 'derin
devlet' yapmaz. Derin Devlet, bir sey yapan bir odak ya da kurum degildir.
Askeri darbeleri, askerler yapmistir. 'Derin devlet', 'reel devlet1 ve toplum
içindeki krizlerin, ülkeye zarar vermeden çözülmesine dönük bir irade
beyanidir. Uzak ve derin tehditleri sezme kabiliyeti, kalici ve boyutlu
tedbirleri alma yönelimi, temelleri saglam tutma ve vazgeçilemeyecek olani
koruma sigortasidir. Bu nedenle derin devleti yanlis adreslerde ve yanlis
tanimlarla algilamak, esasi gözden kaçirmaktir.
Örnegin, derin devlet,
tanimladigimiz anlamda, hiçbir askeri darbede açiga çikmamistan Tam tersine her
darbe sonrasi tasfiye edilen, bir sekilde "Derin Devlet" ruhundan
parça tasiyan egilimler ve unsurlar olmustur. Çünkü, her darbe sonrasinda
devletin, milletle baglan daha da zayiflamis ve oligarsik iliskilere daha açik
hale gelmistir. Bu anlamda 'Askeri Darbe', Türk Silahli Kuvvetleri'nin; darbe
sonrasi sivil iradeye geçis, Derin Devletin müdahaleleri olarak okunabilir.
Çünkü 'Devlet1 hiç kimseye, hiçbir kuruma, hiçbir kisi ya da ideolojiye tapulu
degildir. Devlet, son tahlilde, millete tapuludur ve 'Osmanli Ailesi' dahi, 600
yil boyunca sembolik bir sahiplik yapmistir. Millet bazen "hareket
ordusu" olarak gelip Abdülhamit'ten mührü alir, bazen Mustafa Kemal olarak
Vahdettin'den tapuyu alir, bazen Demokrat parti olarak CHP'den iktidari alir.
'Derin Devlet', hem devlette hem millette yasayan uzun erimli ve kritik
kararlar halinde, bazen milletin ortalamasinin egilimleri, bazen devletin bir
politikasi ya da bir devlet kurumunun refleksi halinde 'aktiflesin
Türkiye' bos bir tarla
degildir. Türkiye'nin reel devleti, kendisi istese de istemese de Osmanli
Imparatorlugu'nun en genis sinirlarinda 'toplanma' içgüdüsü olarak derin
devleti tasimaktadir ve bu cografyayi tutmanin bir bedeli ve bir sorumlulugu
vardir. Derin Devlet, gün olur, dag basindaki çobanda, kolejdeki gençlerde,
yasli bir kadinda, gecekondudaki bir isçide, camideki bir vaizde dile gelir,
konusur, hareket geçer, müdahale eder. Reel devletin yöneticileri, bazen derin
devletin en önemli engeli, düsmani, karsiti haline gelir.
Mezopotamya-Akdeniz Havzasi'ndaki
hegemonik bütünlügü arzulayan, degisken devamliligi isteyen, kutsalligini
yeniden üreten her süreç, eylem ve tavir, devleti ya da milletin içinde açiga
çikabilir. Iste bu 'Derin Devlet'tir.
DERIN DEVLET VE ÖZGÜRLÜK
Hegemonya, kutsallik ve
süreklilik; yasadigimiz cografyada insani ancak ve sadece kendinin Ötesindeki
kurumlar, kurallar ve örgütlenmelerle var kilar. Bunun disinda 'özerk' alanlar,
özgün, farkli bireysel varolus biçimleri gelisememistir. Mülkiyet yapisi ve anlayisi>
dini algilama ve yasama biçimi, devlet ve otorite tarzi, salt insanin
gelismesi, kendini gerçeklestirmesi, yüceltmesi ve güçlenmesini engeller.
Geride sadece yüce idealler, kutsal kurumlar, degismez töreler, karizmalar,
sembol, fetis ve kutsallarin insanüstü ve ötesi varliklari vardir.
Bu nedenle, bir anlamda tüm
tarihimiz, içinde insanlarin malzeme oldugu 'yüce* kurum, amaç ve örgütlerin
hegemonyasindan ibarettir. Tarihin tekerrürü', yani insanlarin somut varligi,
eylemi, etkinliklerinin yerine, insanüstü kurum ve ideallerin biteviye yeniden
üretilen hegemonik iliski ve çeliskileri, bu nedenle bizim cografyamiza
özgüdür.
Özgürlük, eger Bati'da kilise ve feodal düzene karsi mücadele içerisinde
gelisen, somut bir 'insan olma' çabasi ise, bu topraklarda 'kilise ve
feodalite' konumunda olan 'Derin Devlet'in özelliklerine karsi gelistirilecek
bir mücadele sayesinde kendini gösterecektir. Zira, son tahlilde, aslolan
insanin ve toplumlarin özgürlesmesi, yani insanin tüm varligiyla tarihin,
yerlesik olanin, devletin, otoritelerin, kutsallarin boyundurugundan kurtularak
seçme ve sorumluluk mevkiine sahip olmasi, mülkün, devletin, dinin ve kendinin
'sahibi' olmasidir. Devlet de, din de, mülk de, esasen bu amaca hizmet ettigi
ölçüde mesrudur. Bu • anlamda, yasadigimiz topraklarin en önemli ve tarihsel
çeliskisi. Derin Devlet ruhu ile Özgürlük arasindadir. Tarihsel ve evrensel bir
varolus sorunu olarak özgürlesme, bu cografyada ancak ve sadece hegemonya,
kutsallik ve irrasyonel tekerrürün köklü bir elestirisinden dogacaktir. Bu
nedenle, "insani ortaya çikartma" asil amacindan kopartilmis, salt
hukuki ya da ideolojik amaçlarin araci olarak tasarlanan veya
"soyut-stoaci" felsefi demagoji dili olarak kullanilan bir
'özgürlük1, gerçek bir özgürlük, gerçek bir özgürlük degildir.
Gerçek özgürlük, somut
politik, ekonomik, kültürel ve dinsel yasam içinde 'insani' savunan,
gelistiren, öznelesti-ren, total kurumlara karsi özerk kurumlar, otoriter
iliskilere karsi Özerk alanlar açan, her tür kutsallastirmalara, yüceltmelere,
abartmalara karsi 'rasyonel1 olani öne çikartan, somut ve gerçek olanin
ihtiyaçlarin, istemlerin, arzularin dilini konusan, bir teorik siçramadir.
HEGEMONYA PARADOKSU
Tarih, ülkemizi ve
milletimizi, çözümü zor bir dizi paradoksla karsi karsiya birakmistir. Ayni
anda birden fazla dogru olabilecegi, düz ve tekbir çizginin olmadigi, her seyin
fraktal, kirikli, çok olasilikli oldugunu bilen bir akil gelistirmek
zorunludur. Zira yasadigimiz süreçte birbiriyle çelisen bir aradaliklar, çatisan
ama ortak dogrular, karsit ama ayni safta çözümler bulunmaktadir.
Reel devleti kusatmak tehdidinde bulunan bir oligarsîk düzenle karsi
karsiyayiz ve bu düzen, ülkemizi tarihinden, toplumundan, degerlerinden
kopartip Bati'ya entegre etmenin ya da Bati güdümünde tutmanin çabasi
içindedir. Bütün düzeylerde bu reel devletle, derin devlet ruhu, bugün karsi
karsiya gelmistir. Temel siyasal sorun, devleti kusatmis bulunan oligarsi ile
derin devlet ruhunu temsil edenler arasindaki "hegemonya paradoksu"
halinde açiga çikmistir. Reel devletin iste bu 'esareti', sadece derin devletin
müdahalesi ile ortadan kaldirilabilir haldedir. Bu anlamda, Derin Devlet ruhu,
bu siyasal paradoksta 'ileri* ve millet lehine bir pozisyonu temsil etmektedir.
öte yandan, millet, tarihte oldugu gibi bugün de kendisiyle yasayan ama
kendisini asan, etnik, ideolojik, dini kutsallarin veya siyasi ve ekonomik
zorunluluklarin boyundurugundan kurtaracak özgürlükçü politikalar, projeler ve
degisimlere muhtaçtir. Ancak bu degisimler yine 'kendisinde' yasayan 'Derin
Devlet1 özellikleri nedeniyle gerçeklesemeyecektir. Bu nedenle Derin Devlet'in
köklü bir elestirisi ve asilmasi, bu cografyanin ve bu büyük ülkenin tüm
halklarini 'tarihe' çikararak özne yapacak, evrensel çapta bir uygarlik
yaratacak önemde ve özellikte, en temel ontolojik sorundur.
Sonuçta, güncel politik
sorun olarak hegemonya paradoksu, oligarsiye karsi "Derin Devlet"
ruhu sayesinde çözülebilir görünmektedir.
Tarihsel, ontolojik bir sorun olarak sahici Özgürlesme ise, Derin Devlete
karsi özgürlükçü bir teolojik ve politik elestiri ile saglanabilir.
Rus teorisyen Buharin, sistem çevre iliskisinde, üç tür durum oldugunu
söylet Birincisi, duragan toplumlarin kararli denge dorumudur, ikincisi, olumlu
belirtili kararsiz dengedir. Bu durumda sistemin gelismesi ya da degismesi
mümkündür. Üçüncü dorum ise, olumsuz, belirtili kararsiz dengedir. Bu durumda
sistem yikilir ve kaybolur.
Türkiye, ikinci ve üçüncü durumu ayni anda yasayan 'çifte olasilik'
durumundadir. En önemlisi, artik sadece yönetilenler degil, yönetenlerde ayni
kararsiz denge durumundadir.
Öte yandan, hem hegemonya^
paradoksu, hem de özgürlesme ayni anda, birbirine paralel ve esit agirlikta bir
'paradoksal tutumla asilabilecek sorunlardir. Millet, hem derin devlet ruhuyla,
hem de derin devlete karsi ve onu asacak bir yeni projeyle, bu sorunlari
çözebilecek siçramayi yapabilecektir.
Iste bu yüzden hem devlete
ve millete sahip çikmak, hem devleti de milleti de elestirmek, ayni anda mümkün
ve tutarlidir.
Gramsci, sadece devlet,
ekonomi ya da dini düzeyde bir degisimin, geri kalan alanlarda farklilasma ve
yeni karsitliklar doguracagini, bu nedenle tüm alanlarda birbirine paralel
'symbiotik' bir dönüsüm perspektifi gerektigini söyler. Bu gün, tam da böyle
bir durus ve mücadele gerekmektedir.
Devleti, oligarsiyi,
orduyu, burjuvaziyi, siyasal partileri, sendikalari, cemaatleri, ideolojik
guruplari, köylüleri, esnafi, isçiyi, issizi 'ayni anda' ve esit düzeyde
yerinden siçratacak niteliksel bir dönüsüme yol açacak, içinde bulunduklari
kapali, sentetik ve tüketici her tür çeliskiyi çözecek ve daha üst bir
"diyalektik akisin" içine çekecek, radikal bir degisim vizyonu
gerekmektedir.
Bu radikallik, hem Derin Devlet'in görüntü degisimi, hem
derin devletin asilmasi, hem milletin devletine sahip çikmasi, hem devletini
dönüstürmesi, 'hem muktedir, hem muhalif, "hem devlet hem özgürlük"
diyen, yeni bir durus demektir.
Tüm eski 'oyunu' ve
kafalardaki eski kaliplan kirarak, yeni bir teorik bakis ve pozisyon
gelistirmek için düsünmek ve tartismak bu yolun basidir.
Derin devlet kavrami, belki
böyle bir yeniden düsünmenin kiskirtici araci olarak, tekrar fikri düzeyde ele
alinabilir. Bu düzey ise, taraf olmak ya da karsi olmak degil, içinde veya disinda
olmak degil, bizatihi özne olarak durup, anlamaya çalismak, her yönüyle analiz
etmek ve tarihi ilerletecek diyalektik süreçleri, paradokslarin yerine ikame
etmek için, dogru düsünme ve dogru eylem çabasini ifade etmektedir.
CÖNGEL YOLUNDA "BASSIZ DEVE"LERDEN (TRUVA ATI) DEVGÜÇ
1960-1970 arasi gençlik
eylemlerini bir baska biçimde söyle özetlemek mümkündür. 1960 sonrasinda biz
"Hürriyet olursa kalkiniriz" saniyorduk. 1964-1965 yillarinda gördük
ki kalkinma soyut bir hürriyet sorunu degil, ekonomik bir sorundur...
1960 sonrasinda Türkiye
enine boyuna 'nasil kalkinacagini' tartismaya basladi. Önce kalkinmanin bir
ekonomik sorun oldugu gerçegi kavrandi... Daha dogrusu sinifsal düzeydeki
ekonomik sorunlarin çözümü ancak iktidarin isçi sinifinin eline geçmesiyle
gerçeklesebilecekti. Iste bu gerçek anlasildikça TIP güçleniyordu... 1965
seçimlerinden sonra sol güçlenmeye devam ederken, burjuvazi solu bölme,
parçalama ve dagitma planlarini yapmaya baslamista... Iste bu noktada gençleri
iktidar ortakligina çagiran son tahlilde cuntaci MDD'ciler ile onlarin kurdugu
'Dev-Güç* için iyi söz söylemem zor olacak. Çünkü ben günümüzdeki cuntaci
akimlarin bagimsiz olabileceklerine inanmiyorum. Özelli kel gerçek milli
demokratik devrimlere gönül vermis ve samimiyetle kendini ortaya koyarak
çalismis insanlardan özür dilerim ama onlardan istegim MDD ve Dev-Güç'ün cunta
iliskilerini görmeleri ve ona göre tavir almalaridir.
Evet 1960-1970 arasi,
birçok eylem, birçok hata ile geride kaldi. Fakat Türkiye'nin sorunlari henüz
çözüme bile yönelmedi. Devrimcileri daha birçok görevler bekliyor. Hatalarin
asilmasi dilegi ile...
Mayis 1975 Istanbul"
1960-1970 döneminde Harun ile sosyalist mücadele içinde farkli, hatta karsit
bölümlerde, ama ayni içtenlikle genel olarak ayni iyi seyleri istemis, belki
epey benzer yanlislara düsmüsüz diyorum. Yukarda da degindim, Harun yanlisa
düsmüs olabilecegini söylemeye, belki de düsünmeye bile pek yanasmiyor. Oysa
koca koca Devrim Ustalari, basta Lenin, sonra Mao, baskalari, hep yanlislarini
aramis, onlardan ders çikarmaya, basari için yararlanmaya çalismislar. Öyle ya,
laboratuar deneylerinde de yanlislar, dogruyu bulmaya yaramiyor mu? Yoksa o
deneyler, az çok degisiklikle neden tekrarlanirdi?
Kapitalizmin Kennedy'sinin
bir sözü var, çok seviyorum: "Hakikat yalniz bir tarafta degildir."
diyor. Koca Hz. Muhammet, sik sik, "Ben de sizin gibi bir insanim..."
diyor. Yanilmaz papalik, Stainlik ya da masum meleklik iddiasinda bulunmamiza
ne gerek var?.. Hem de bu kadar sevecen, özverili ve yigit isek? Nur içinde yat
sevgili Harun, sevgili kardes.
Harun'un kitabindan konumuzu ilgilendiren bölümleri epey genisçe aktardik.
Burada ayrintili bir elestirisini yapacak degilim. Ama olanagim olursa, ki
olmasini çok istiyorum, daha sonra, bunun benim ya da birileri terafuvdan
yapilmasi gerek. Simdilik su kadar söyleyeyim ki, bir yenilgide, evet bir
yenilgide, tüm suçu, karsiya alman buyana yüklemek, bana hiç dogru gözükmüyor.
"Kimseye hain demeyecegim" diyor ama, bunu okuyucusuna dedirtme
yöntemini de elden birakmiyor. Yine de; onlar ona demedigini birakmamis, o da
bir seyler söyleyecek kuskusuz. Bizim yöntemimiz, elden geldigince nesnel
olmak, ilim Çin'de, Yecüc Mecüc kavminde, düsmanda, en hain, en korkunç
yaratiklarda da olsa almak. O zaman gerçek çok daha iyi ortaya çikiyor.
Bir daha: Nur içinde yat,
Harun kardes; tüm solcular, iktidardan korktuklarindan kaybetmislerdir Sartre,
Fransiz Komünist Partisi'nin bu korkusunu göstermisti. Bizde Ecevit in
özellikle 12 Eylül sonrasinda, (öncesinde de) iktidardan nasil korktugunu,
önceki dönemde iç düsmanlar bulup onlarla ugrasarak vakit geçirdigini, ama
daima iktidardan kaçtigin, sonunda da "MHP ile hükümet kurma cezasina
çarpildigini" hep beraber gördük, görüyoruz.
ABA/ SABA'cilar, Aybar'gil,
kapitalizmin, emperyalizmin kendisine "Hos geldin ey figüran!"
diyecegini, ona sürekli parlamenter olanaklar saglayacagini mi saniyordu? Evet
mekanizmayi harekete geçirdikten sonra sasiran büyücü çiragina dönen ABA'cilar karsisinda,
solun at degistirmemesi için elden geleni yaptilar, ajanlariyla içten de,
mahvolmasini körüklediler. Peki bütün sorumluluk, atesin üstüne, Kivilcimli'nin
ünlü "Zortlama" elestirisinde gösterdigi gibi; derlenip toparlarim
aksizin gidenlerde miydi?
Görevden yüreksizce
kaçanlara, küçücük "dükkanlarinin bekçiliginden baska bir sey
düsünemeyenlere, niçin onlara hiç birsey söylemeden, sadece bir yani
suçluyor-sun? Ikinci Dünya Savasi'nda Stalin, Hitler ile anlasma yapti! Çin'de
Mao, can düsmani Çan Kay Sek'i hem de zorla antiemperyalist mücadelenin basina
geçirdi. Yanlis mi yaptilar? Hayir. Durup emperyalizmden merhamet mi
bekleyeceklerdi? O merhameti 12 Mart'ta da 12 Eylül'de de çok iyi gördük. Ama
TIP iyi yönetilmedigi gibi, sosyalistler de basarili olamadilar. Kanimca,
Aristo mantigi ile Dev-Güç/ü kökten reddedecek yerde, burada sadece
degindigimiz bu yanlislari görüp, kabul edip, ondan ders almak gerek.
DEV-GÜÇ'TE SOSYALIST KANADI DERLEME GIRISIMIM, DENIZ YIS'I BASIYOR, BENI
AZLEDIYOR (?) YERIME KÜÇÜKAYDIN GETIRILIYOR
Benim artik
sabretmemin geregi yoktu. Istanbul Icra Kurulunun baskani Ismet Sungurbey'di.
Ama o da görevini gereken sorumlu tutum içinde yerine getirmiyordu.
Sosyalistleri kullanan kanadin kuklasi durumundaydi. Kendisinin içtenliginden
hiçbir zaman kuskulanmadim. Mesrebince yaptigi katkiya saygi duydum. Ama solda,
kaçak gürestigi açikti. Bizim aramizda kahkahalarla ve patirti gürültüyle
durumu idare ediyordu. Ama Kivilcimli'nin, Abidin Nesimi'nin ve Arsal'in oldugu
yerde, derece ciddilesip susuyordu. Vedat Türkali'ye karsi soguk ve ciddiydi.
Sevki Aksit' le muhabbeti çok seviyordu, ama bizim aramiza daima ve ancak, -MDD
açisindan hakli görülebilecek bir- hesapla gelen bu eski tüfegin, aci bir
örnegini açikladigimiz hos görülemeyecek tutumlarinin hiç farkinda degilmis
gibiydi. Genel Baskani oldugu ÎPSD’ DE yardimciligina getirilen Mahir Kaynak
ile de uyumlu geçiniyor ve ciddiyetini oldukça koruyordu. Mahir'le ilgili bazi
sorularina anlam verememistim. Onun ajan oldugunu çoktan beri bildigini
sonradan, kendisinden yada baska birinden ögrendim. Orhan Müstecapli ile de tam
bir uyum halindeydi. Fuat ve Latife Fegan'a karsi tutumu hiç olumlu degildi.
IPSD'de yapilan isleri, önceden Dr. Hikmet Kivilcimli ile az çok görüsmesi çok dogaldi.
Dev-Güç cenahindaki
sosyalistlerin giderek çogalan birkaç önderi vardi. Etkinlik, sirasiyla Mihri
Belli ve Dr. Hikmet Kivilcimli en önde geliyorlardi. Ama aralarinda yan örtülü,
kizgin bir savas vardi. Sonra, ortaya çikan grup ve grupçuklarin liderleri
geliyordu. Deniz Gezmis, sosyalist ve sosyalist olmayan tüm Dev-Güç Örgütü
gençliginin dogal lideri görünüyordu. Dogu Perinçek'in Mao'cu grubu gittikçe
güçleniyordu. Deniz gibi. Mahir Cayan ve baskalarinin da, usta sözü dinlemeye
hemen hiç niyetleri yoktu. IPSD'de Orhan Müstecapli, Kivilcimli ile görünüyor,
fakat hem ona sikinti veriyor, hem de kendinden baska kimseyi begenmiyordu.
Demokratik Devrim
Dernegi'nin Dev-Güç konusundaki tutumu da, kanimca pek iyi kararlastirilmis
degildi. Kisaca, DevGüç'teki tüm sosyalist kanat, isi oluruna birakmis
görünüyordu. Harun Karadeniz'in de belirttigi gibi, eylemci gençlik, Dev-Güç'ün
disinda, Dev-Genç gibi olusumlar pesindeydi.
Istanbul Icra Kurulu'nu biraz daha incelersek, yetkinin
daha çok TMGT Genel Baskani Kazim Kolcuoglu'nun elinde oldugunu görürüz.
Kolcuoglu'nun, bir Dev-Güç bildirisine Baskan olarak imza attigini görmüstük.
Kisaca, Dev-Güç/ün sosyalist kanadina IPSD ve DDD ile yandas-lan egemen oldugu
gibi, sosyalist olmayan kanadina da 27 Mayis Milli Devrim Dernegi ve yandaslari
egemendi ve bu ikinci kesimin Mucip Atakli, Kadri Kaplan, Kazim Kolcuoglu gibi
liderleri özellikle Istanbul Örgütü üzerinde asil söz sahipleri olarak
görünüyorlardi.
Bu durumdan nasil
çikabilirdik? Bunun için sosyalist kanadin kendi aralarinda hiç degilse bu
konuda bir beraberlikleri olmasi, görüsmeler yapmalari, tutum belirlemeleri ve
toplantilara bu sekilde katilmalari gerekti. Zaten aralarindaki hegemonya
savasindan dolayi su gariplik de olusuyordu ki, TÎP disi sosyalistler, kendi
aralarinda herhangi dirsek temasina bile hemen hiç yanasmazken, bu halleri ile
aylardir Dev-Güç'te, Ortanin Solu'nda olup olmadiklari da pek belli
olmayanlarla, can ciger kuzu sarmasi olmaktaydilar.
Dev-Güç konusunda, önceden
toplanip tutum belirleme görüsümü, kanat temsilcilerine açtim. Tam bir görüs
birligi içinde oldugumuzu gördüm. Bunun üzerine bu konuda davranisa geçmeye
karar verdik. Bir gün ve çalisma saatleri bitiminde bir zaman belirledik ve o
sirada Cagaloglu'nda, YÎS’ in çok yakininda olan Gida-îs Sendikasi'nda
toplanmaya karar verdik.
Ancak, Gida-Is'in Dev-Güç
ile iliskisi de pek güvenilir degildi. Yukaridaki açiklamalarimizda, 28 Mayis
1968 tarihli Türk Solu'ndan, Gida-Is Baskani ve TIP milletvekili "Kemal
Nebioglu'nun katilmayan DÎSK'e karsi Dev-Güç'ü savundugu" haberini
aktardiysak da, bu haberin gerçek oldugundan pek emin degildim. Söyle ki TIP,
Dev-Güç'e karsi olduguna göre Nebioglu'nun bu tutumdan ayrilmasi pek olasi
degildi.
Sonradan kavradigima göre, Gida-Is'te, Dev-Güç'te tutan Mahir Kaynakti. Bu
da söyle oluyordu: Mahir Kaynak, Gida-Is'te danismandi ve sendikanin genel
sekreteri Erdogan Kalipçi oglu, Kaynak'in kendisine çok bagli adamiydi.
Kalipçioglu benim de 27 Mayis öncesinde CHP'den arkadasimdi. Fakat benim
Kalipçioglu ile ideolojik bakimdan anlasmamin hiç olanagi yoktu. O, CHP'nin
"Göbekçi" Hatta, daha sag kanatlarindandi. Gida-Is'in yükünü asil
tasiyan çilekes sosyalist Nejat (Tözge) Agabey, Kalipçioglu ile zorunlu olarak
iyi geçiniyordu. Sendika saymani Erdogan Özen'de dürüst, iyi niyetli sosyalist,
TIP'li bir sendikaci idi.
Gida-îs Yürütme Kurulu'nun,
Dev-Güç ile ilgili söyle bir karar aldigini kahkahalarla gülerek anlatmislardi:
Kemal Nebioglu'nun baskanliginda toplanmislar, Nebioglu; "Dev-Güç/ten
çikacagiz", demis. Akan sular durur, karari almislar. Nebioglu gittikten
sonra, altina bir ek karar yazarak, Dev-Güç'le ilgili bu karar maddesini iptal
etmisler!.. Bu inançsiz Dev-Güç'lülerin bunu neden yaptigina biraz sasmis, sonra
olayi unutmustum,
Toplantiyi yapacagimiz gün
Cagaloglu'nda, yanilmiyorsam 17:15 siralarinda YÎS, Yapi isçileri
Sendikasi'ndaydim. Özellikle o vakti -beklemistim. Biraz sonra çikacak ve
Gida-îs Sendikasi'na gidecektim. Yalnizdim. Sendika, Türk Solu'nun üst katinda,
3. kattaydi. Asagidan bir grup insanin ayak sesleri gelmeye basladi. Birileri
geliyordu. Sendikaya o saatte pek kimsenin gelecegi yoktu. DÖB (Devrimci
Ögrenci Birligi) üyesi gençler olabilirdi. DÖB, bildigime göre, kurulusundan
beri oradan yararlaniyordu.
Gerçekten gelenler
DÖB'lülerdi. Rahmetli Deniz baslarindaydi. Gelenlerden, Deniz'den baska, sadece
Demir Küçükaydin'i animsiyorum. Hepsini de taniyordum, ama o gün gelen
öbürlerini unutmusum. Deniz de hepsi de bana karsi hemen her zaman az çok
saygiliydilar. Bu hem yasça büyük olmamdan, hem özellikle ögretmenlik
mücadelemden, hem de öteden beri Kivilcimli ile olan yakin iliskimden ileri
gelse gerekti. Deniz, agabey derdi, öbürleri de ya agabey, ya ögretmenlik
meslegimden dolayi hocam derler, kimisi de adimla hitap ederdi.
O gün de saygiliydilar ama,
bu kez gelislerinde bir baskalik vardi. Basta Deniz, hemen hepsi sandalyelerin
üstüne ayakkabilari ile çiktilar, sandalyelerin arkaliklarina oturdular. Bu tam
anlamiyla bir baskin gelisiydi. Deniz yine de her zamanki saygili tavri ile
"Agabey nasilsin?" gibi sözlerle hatir sordu. "Iyiyim"
dedim. Ötekiler de pek sogukluk göstermeseler de kisa selam sabah
sözcüklerinden öteye girmiyorlardi. Ben de onlari yanitliyor, ayni sekilde
kisaca hatirlarini soruyordum.
Deniz, uzatmadan konuya
girdi: "Agabey, biz seni azlettik. Bugün gidecegin toplantiya Demir
gidecek" dedi.
Ben YIS'in Dev-Güç
temsilciligine, olmasi gerektigi gibi, YIS yönetimi tarafindan getirilmistim.
Deniz'in YIS'te herhangi bir görevi yoktu. Ama sendika baskani rahmetli Ismet
Demir'le Deniz'in pek siki fiki oldugunu hep biliyorduk. Ismet ya Istanbul'da
yoktu, ya da böyle bir seyi bana kendisi söyleyemiyordu. Bu isi Deniz'lere
birakmakla belki de hem bir güçlükten kurtuluyor, hem de durumu iyice anlamami
istiyordu, hatta, birlikte istiyorlardi. Isin bu ayrintilari o günkü durumda
önemli degildi.
Ben de hiç uzatmadim.
"Peki" dedim. Kaçar gibi gitmemek için hemen çikmadim. Fakat onu da
uzatmadim, yerimden kalktim, "Eh, bana Allahaismarladik" dedim.
Deniz, "Güle güle agabey" dedi. Ötekiler de yine saygili, güle güle
dediler. Merdivenin birinci basamagina ayagimi atmistim ki Demir Küçükaydin,
"Sadik Agabey, ben orada ne diyecegim?" demez mi? Sasmamak elde
degildi. Ama pek de sasmadim. Harun da söylüyor, bizim çocukIar salt
eylemciydiler. Iste, yaptiklari bir isi sanki niçin yaptiklarini bile
bilmiyorlardi! Onlari birilerinin kiskirtmasi, kullanmasi çok kolay degil
miydi?
Döndüm, "Onu seni bu
göreve getirenlere sor" dedim. Tam bir sessizlik oldu. Yine dönüp
merdivenlerden asagi indim.
(Kuskusuz bu onlarin tam da
çocukluk günleriydi. Kivilcimli, bana ve yasitlarima bile, "Ben gencim,
sîz daha çocuksunuz" derdi. Diyecegim, Demir de zamanla kendisini yetistirdi.
Bilgi ve deneyimler kazandi, teorisini bilmesem de, kendini hiç degilse
yasitlarina ve yeni kusaklara oldukça kabul ettiren bir "teorisyen"
oldu."
Sonraki günlerde bu konuda,
özellikle toplantida ne oldugu üzerine herhangi birsey animsamiyorum. Aradan
geçen bunca yil içinde de bu konuda hiçbir bilgi edinememistim. Fakat
rastlantiya bakin ki, tam da bu yaziyi dergiye verdigim ve yayini için son
hazirliklari yaptigimiz sirada, 22 Ocak 2001 tarihinde, 30 yillik bir aradan
sonra ilk kez Küçükaydin ile bir telefon görüsmesi yaptik. 30-33 yil önceki
gibi dost ve kardesçe bir tutum içinde idi.
Kendisine bu olaydan söz ettim, yayinlamak üzere oldugumu söyledim. Olay
için gülerek, "Olabilir, Sadik Agabey" dedi. Toplantidan haber
alamadigimi söyledim ve ne oldugunu sordum. Yaniti bence çok ilginçti, öyle bir
toplantida bulunup bulunmadigini animsamiyordu! Bu ne demekti? Bence bu
toplananin yapilmadigi olasiligini ke-sinlestiren, en azindan bu olasiligi
güçlendiren bir yanitti. Beni azletmeleri olayina, "Çocukluk"da
diyerek gülüyor ve sonra benimle, o da ülkeler arasi uzakliktan yapilan bir
telefon konusmasinda, hem de birdenbire karsilasmis olarak, "evet, öyle
oldu" demiyorsa da, "olabilir" diyor, ama toplantiyi ise; hiç animsamiyordu.
Kuvvetle tahmin edilebilir ki, kendisi de konunun üzerinde biraz durursa, gerek
animsayarak, gerekse akil yürüterek, bize daha kesin bir yanit verebilecektir.
Ama su anda konu üzerinde kendi basima düsünmek zorunda olduguma göre, Demir'in
toplantiya ya da toplanti yerine, hiç gitmemis oldugu olasiliginin agirlik
kazandigini düsünüyorum. Bu nasil oluyor? Kanimca kendisine, en azindan,
"Bosver, gidip de ne yapacaksin?" denmistir. Yani, Demir gitmemisse,
bu durumun tek basina sorumlusu degildir.
Sunu da düsünmeli: Demir,
orada ne konusacagini bana neden sormustu? Bunun bir anlami; beni neden
azlettiklerini, kendilerinin de bilmemeleri olabilirdi. Bu çok vahim kuskusuz.
Ama olasilik disi da degil. Öte yandan onlarin böyle davranmalari Özellikle
Dev-Güç konusunda içinde bulunduklari psikolojik durumdan da haydi haydi
kaynaklaniyordu... Bu durum derece derece hemen bütün sol için de söz
konusuydu. Söyle ki, yukardan beri anlattigimiz gibi, Dev-Güç'ün durumu, ona
karsi olanlar kadar, onu savunmak zorunda kalanlar için de pek ciddiye alinacak
gibi degildi. Bu gerçek Türk Solu'nun (konuyla ilgili KM) bazi yazilarinda bile
görülmektedir. Bana gelince, ben de örnegin bu toplanti girisimimle, Dev-Güç
konusundaki son çabalarimi sarfediyordum.
Sonradan, bu toplanti
üzerine ne birinden birsey duymustum, ne de bir kimse bana neden gelmedigimi
sormustu. Beni azlettiren güç, digerlerinin de gelmemesini saglamis olabilirdi.
Belirttigim gibi bu engelleme, tümüyle sosyalist olmayanlardan da
kaynaklanmamis olabilirdi. Sosyalistler, bu konuda pek inançli olmadiklari
gibi, bir yandan da birbirlerinin gözünü oyuyorlardi. Ama asil geride,
"iyi saatte olsunlar" in bulundugu kuskusuzdu. Onlar bu yöntemleri
ile bizi 12 Mart a, çocuklari da ipe kadar getirmislerdi. Biz ise, daha çok
bizim çocuklar, o tuzaklara kosarak gidiyorduk, gidiyorlardi.
DEV-GÜÇ'ÜN KESIN SONU: KADRI KAPLANIN
SESSIZ (!) AYRILISI VE HALKEVLERI GENEL
BASKANLIGI
Olaylar için yine önce Türk
Solu'na bakiyor ve 1 Temmuz 1969 tarihli 85. sayida ilginç bir haber görüyoruz.
Baslik: "Devrimciler bir kaleyi daha ele geçirdi". Basligin yaninda
su açiklama var: "Halkevleri Genel Merkezinin yeni yöneticileri, Tam
Bagimsiz ve Gerçekten Demokratik Türkiye'nin gerçeklesmesi mücadelesine
katkilari olan ve millici sinif ve tabakalari temsil eden devrimcilerden
olusmustur."
Haberde de
"Devrimciler Güçbirligi Icra Komitesi Baskani Kadri Kaplan'in
baskanligindaki kadro, ögretmeniyle, ögrencisiyle, asker-sivil aydin
zümresiyle, köklü dönüsümlerden yana olan bir aydinlar ekibini temsil
etmektedir. TÖS-TÖDMF-ILKSEN gibi büyük ögretmen kuruluslarinin liderleri olan
Ismail Safa Güner, O. Nuri Koçtürk ve Musa Alp gibi aydinlarin bu ekipte yer
almasi, küçük burjuva bürokrasisinin en ileri kanadini temsil eden
ögretmenlerin Halkevleri hareketini destekleyecegine Isaret sayilmalidir"
deniyor ve Tabii Senatör Suphi Karaman'in, Dr. Çaglar Kirçak'in ve baskalarinin
da bu kadroda oldugu bildiriliyor.
Türk Solu, hem kendini, hem
de okuyucusunu pek asiri ölçüde kandiriyor, sadece hava basiyordu. Dogrusu ben
de o ortamda bu habere inanmazlik edemedim. Kadri Kaplan'a bir tebrik yazisi
gönderdigimi animsiyorum. Yaniti dosyada söyle:"Halkevleri Genel Merkezi
8.7.1969 Sayi: Gn. 474 434
Sayin Sadik Göksu (adres)
Halkevleri Genel Baskanligim için nazik kutlamaniza candan tesekkür eder,
saygilarimi sunarim. Halkevleri Genel Baskam Kadri Kaplan"
Bu pek kisa tesekkür yazisi
beni çok meraklandirmisti. "Bir kaleyi daha ele geçir"memis miydik?
Genel Merkez elimize geçtigine göre Istanbul'da da yapilacak isler yok muydu?
Neden bunlara en küçük bir deginmede bulunulmuyordu? Çaresiz Ankara'ya gidecek
ve durumu yüz-yüze konusacaktim.
Ankara'ya gittigim tarihi
de iyi animsamiyorum. Çok gecikmis olmamaliyim. Fakat, örnegin H. Karadeniz'in
alinti yaptigim kitabi bellegime yardimci oluyor. Sayfa 178'de, "1969 Ekim
ayinda FKF olaganüstü Genel Kurulu toplanti.
FKF adi degistirildi ve
örgütün adi: "DEV-GENÇ" oldu diyor. Iste bu tarihten kisa bir süre
önce Ankara'ya gitmistim. Gazetelerden ve arkadaslardan, oldukça iyi tanidigim
bir gencin FKF Genel Kurul Baskani seçildigini, bazi devrimci gençleri kuskusuz
"oportünist" olduklari için, ihraç ettigini ögrenmistim. Oysa ben
Ankara'da Kadri Kaplan'dan; ne kadar aykiri ve önemli baska bir sey
ögrenmistim!..
Halkevleri Genel Merkezi'ne
gittigimde Kadri Kaplan beni her zamanki hem resmi, hem samimi; bu halleri
ustaca mezceden tavri ile karsiladi. Oturduk, usulen çay. Fakat konusma uzun
olmadi. Kaplan konuya dogrudan girdi.
KAPLANIN ÖNEMLI UYARISI VE
SEYHAN, ÖZFAKIH, KABIBAY, VB...
"Ben o isleri biraktim Sadik
Bey" dedi. Sasirdim, hemen bir cümle daha söyleyerek sözünü tamamladi:
"Ordu bu islere iyi bakmiyor" Baska bir sey söylemesine gerek yoktu.
Bu sok edici iki cümleden, birincisi kadar, ikincisi beni daha derinden
etkiledi. Iliskilerimi biliyordu. Benim kadar, herhalde daha çok, iliskili
oldugum yerlere mesaj gönderiyordu. Kalktim, vedalastik ve çiktim. Ilkin,
nihayet Dev-Güç'ün bittigini pek açik olarak ögrenmistim. Ama ögrendigim bundan
çok fazla idi.
Ordu'dan gelen. Tabii
Senatör Kadri Kaplan'in o sirada halen Ordu ile ve kimlerle ne kadar içli disli
oldugunu epeyce biliyordum. O bakimdan bu son sözü çok daha kapsamli olarak
anlayabilecek durumdaydim. Dev-Güç kurulurken bir tarafindan bazi ordu
mensuplari vardi. Ve simdi onlar çekiliyordu. Kimi kuskularim büyük güç
kazanmisti. Biraz geç de olsa, belli bir süreç içinde 12 Mart 1971'de, bu
anlamli cümle, çok büyük ölçüde aydinlanacakti. Evet, bu söz ile ben, 1969 yilinda
o tarihte, 1971'in 12 Mart'ini görebiliyordum. Bana bunu gösteren bilgiye,
gözleme iki olayla olsun deginmek isterim.
Halen, olaylar üzerinde
konusabilecek olan sayin Kadri Kaplan, SKB, Silahli Kuvvetler Birligi hareketi
ile yakindan ilgili olanlardandi. Onun kurulusuna neden olan, Talat Aydemir
Cuntasi ile de ilgiliydi. Dündar Seyhan ve Selçuk Atakan'la çok iyi dosttu. Ben
Kivilcimli'li tesviki üstüne, Dündar Seyhan'la çok yakin bir dosttuk kurmustum.
Kadri Bey, ne yazik ki, degerli Erol Bilbilik'in hakkinda önemli açiklamalar
yaptigi Orhan Kabibay'la da yakin iliski içinde idi. Kuskusuz ben, kendimce
görünüsü söylüyorum, ilerisini, içyüzlerini bilemem. 12 Mart davalarinin, ucu
Kabibay'a dayaninca afla düsürülmesi, tüm kamuoyu önünde gerçeklesmistir. CHP
milletvekili Fakih Özfakih de, kanimca iyi niyetli olarak bu islere
karismisti.Çünkü o sirada kullananlarla kullanilanlar birbirinden pek
ayirdedilemiyordu.
, Bir gün Dündar Bey'in, Yüksel
Sokagi'ndaki evinden birlikte çikmis, konusarak, yaya yürümeye baslamistik.
Dündar Bey beni, pek uzak olmayan, Kizilay'da, Emek Ishani'ndaki Fakih
Özfakih'in yazihanesine götürmüstü. Orada beni Fakih Bey ile ve simdi adlarini
pek de animsamadigim bazi kimselerle tanistirdi. Biraz sonra Orhan Kabibay geldi.
O sirada Meclis'te ordu ile ilgili hararetli görüsmeler yapiliyordu. Kabibay da
CHP milletvekili idi ve o gün, biraz önce parlamentoda bu konularda önemli
görüsmeler olmustu. Kabibay, Meclis'te söz alarak gündemi nasil etkiledigini
pek havali bir biçimde anlatmisti. Konu Orgeneral Faruk Gürler'le ilgiliydi ve
Kabibay, Meclis'te onun sözcüsü gibi açiklamalar yaymisti.
D. SEYHAN IPSD'DE GÖREV ALIYOR, KAPLAN'IN
TELASI VE TIP'IN PROVOKASYONU:
MHP'Ü D. TASERE IHTILAL ÖNERMISIM!..
Bu konuda anlatacagim bir
diger olay da su: ÎPSD, Issizlik ve Pahalilikla Savas Dernegi kurulduktan
sonra, hemen Ankara Subesi'nin kurulusu çabasina girismistik. Kivilcimli, bu
subenin Dündar Seyhan'in baskanliginda kurulmasini istiyordu. Bunu kendisine,
"Ne dersin?" diyerek bir seçenek seklinde ben önermistim. Büyük bir
istekle, "Çok iyi olur" demisti ve ben de bu yolda çalismaya
baslamistim.
Dündar Bey, öneriyi
tereddütsüz, hemen kabul etmisti. Bu kurulus çalismalarinin oldukça ilerlemis
bir asamasinda, Dündar Seyhan ve Suphi Karaman'la Kizilay'da o zamanki Cevat
Restoran'in çay içilen bahçe bölümünde bulusmustuk. Benim elimde, kurucu
kurulda görev alacaklarla ilgili olarak, IPSD'de, Kivilcimli çevresinde
olusturdugumuz bir liste vardi, bunu Dündar Be/e açikliyordum.
Listedekilerden ikisini
hemen animsiyorum: Eskilerden terzi Ismail Altan ve Bulgaristan göçmeni emlakçi
Rahbi Bey. Gerisini pek animsayamiyorum, Numan Kartal, bir iki sendikan ve
Ankara'dan tanidigimiz bazi arkadaslar ile listenin tamamlandigini saniyorum.
Suphi Be/in bu listede oldugunu sanmiyorum, onun bizim için ayri bir degeri
vardi. Suphi Bey andigim iki kisiyi Emek Tüketim Kooperatifi'nden taniyordu.
Digerlerinin de çogunu tanidigini saniyorum.
Birden, Kadri Kaplan'in, Emek ishani tarafindan, bulundugumuz Cevat
Restoran tarafina dogru geldigini gördüm. Bize geldigi belliydi, dogruca
masamiza yöneldi. Biz de kendisini, "memnun" bir tavirla karsiladik,
"Hos-geldiniz" dedik. Ama ben oldukça sasirmistim. Kafamda birçok
soru canlaniyordu, siradan olmayan bir kurulusun önemli bir sube kurulusunu,
genel merkez yetkilisi olarak, çok önemli bir sube Baskani Adayi ile
görüsüyordum. Suphi Karaman ise, o sirada çok yakin dostu olan baska bir MBK'Ii
ile birlikte, hemen bütün Sol'un, bu kadrodan essiz ölçüde güvendigi iki önemli
kisiden biriydi. Onlarin disinda, çagirmadigimiz bir kimse, bu önemli
toplantimiza nasil gelmis oluyordu?
Açik bir yerde idik.
Olaganlik ve açiklik görünüsü benim genellikle yegledigim bir yöntemdi. Burayi
Dündar Bey seçmisti ama, bana da aykiri gelmemisti. Bu durumda Kaplan'in bu
gelisi de bir rastlanti olabilirdi. Ama Kadri Bey, nedense konumuzla pek fazla
ilgilenmekteydi. Gerçi kendisi de IPSD kurucusu idi, kendisine kurucu olmayi
ben önermistim. Ama hiç katilmadigi genel kurullarda, hem de merkez yönetim
kurulu üyeligine daima seçtigimiz halde, toplanti çagrilarina bir kez bile
uymus degildi. Kendisini, bulunmadigi bu toplantilarda daima genel yönetim
kuruluna seçiyorduk. Ama IPSD'deki bütün üyelikleri tam anlamiyla daima ölü
kalmisti ve
IPSD'de Merkez Yönetimi'nden aldigi hiçbir eylemsel görev de yoktu.
Ne var ki o, Dev-Güç'ün basinda oldugu ve yukarda Mucip Pasa'nin agzindan
da açikladigimiz gibi ve bir ölçüde herkesçe de bilinen baska bir güç odagi
adina önemli bir görev almisti. Dündar Seyhan ise içtenlikli, girisken,
örgütçü, 27 Mayis'ta ve sonrasinda önemli görevler almis, asker oldugu kadar
halk kökenini unutmamis, daha sonra, 12 Eylül'de yapacagi bir yanlisa karsin,
özellikle o sirada çok sevilen bir kisiydi. Bu IPSD Ankara Subesi Baskanligi
gelismesi, kimi programlan bozabilirdi ve bir yerlerden Kadri Kaplan'a sorular
gelmesine yolaçabilirdi.
Ayrica Kaplan, Dev-Güç içinde olup biteni denetimi altinda tutmak
isteyebilirdi. Bir olasilik da, kurucusu oldugu ya da bir ölçüde öyle göründügü
önemli bir kurulusun, IPSD'nin, hiç olmazsa kendi çevresine girerken,
kendisinin bilgisi olmasi gerektigini animsatmasiydi. Olasiliklar çogalabilir.
Temelde, en önemli olan, herhalde, Dündar Bey ÎPSD'de, hem de böyle bir konumda
yer alirsa, bunun Asker-Sivil bürokraside ve onlarin temsil ettigi kesimde
sosyalistlerin büyük güç kazanmasina yol açmasi ve bununda "sosyalist
olmayanlar" arasinda sorunlar yaratmasi idi.
Sonuç olarak, Kadri
Kaplan'in iliskileri ve önemli durumu konusunda hemen hiç yanlislanmayan bir
görüsüm oldugu için, söyledigi, "Ordu bu islere iyi bakmiyor" sözünün
önemini iyi kavramistim.
Ama o sirada benim bu
çabalarimi, kontrol etmekten de ötede önlemek isteyen, sadece Kadri Kaplan ve
tarafinda olanlar degildi. Bu konuda bir engelleme, fazla umutlan olmasa da,
bir oyalama girisimi de, çok az sonra Istanbul'da ortaya çikti. Degerli
sosyalist, eski TIP^i dostum Terzi Sitki Eser, bir gün beni bir telefon
konusmamizda, dükkanina çagirdi. Kendisi o sirada DDD (DemokratikDevrim
Dernegi) Istanbul îl Baskani idi. Sonradan ögrendigim konu çok önemliydi, ama
önem vermedikleri, kendisinin beni aramamasi, pek olagan görünen bu çagriyi,
benim aramam üzerine yapmasindan da anlasiliyordu. Merak ettiysem de. Terzi Sitki'nin
söyleyisine de bakarak, o asamada ben de pek önem vermedim.
Ama geciktirmeden gittim.
Bana, ciddiye alinsa, adami deli edecek bir açiklama yapti. Adini, geçmis bazi
olaylari açiklarken, okuyucuya 12 Mart döneminin agirligini birden yasatmamak
gibi bakimlardan simdilik sakli tutmak istedigim bir TIP milletvekili, DDD'de
de üye olmam bakimindan, bu dernegin bir yetkilisine, kuvvetle animsadigima
göre rahmetli Sevinç Özgüner'e, hakkimda pek önemli bir ifsaatta (!) bulunmus.
Görünüse bakarsaniz, ifsaat, çok, ama çok önemli: Ben o sirada MHP'li
animsadigima göre bu partinin Genel Baskan Vekili, eski MBK üyesi ve
"14'ler, Dündar Taser'e, Ihtilal Önerisinde bulunmusum! Taser de bana,
"Kimlerle?" demis. Ben de ona liste vermisim!
Iste adami böyle
engellerler. Engellemek ne demek, gönüllerince ve akillarinca yipratir, yok
ederler (!) Bir yandan hiç önem vermez görünür, Öte yandan bütün ekmek kapilan
yüzünüze kapanmisken, ellerindeki is olanaklarindan, Örnegin sendikacilik gibi,
sizin çok iyi basardiginiz defalarca kanitlanmis islerden hiçbirini size
vermezler (çünkü bu görevleri sonradan adlan da açiklanmis MIT ajanlarina
vereceklerdir) sonra da, MHP'li eski bir darbeci ile yeni bir darbenin
kadrosunu hazirlama girisimi gibi, sizin bu kez basinizdan çok büyük ve bu
kadar ters, saçma, örgütünüze de bela getirecek bir ise kalkistiginiz seklinde;
niteleyecek sözcük bulamadigimiz çirkin bir iftirayi, bir suçu kendilerinin,
ülkenin en onurlu olmasi gereken bir görevine seçilmis olmasina da bakmaksizin,
size, bir insana yükleyebilirler/..
Ancak bu zat,
ajan-provokatör Mahir Kaynak'a da pek yakindi. Dolayisiyla provokasyonun
kaynagi dogrudan dogruya ve yalnizca TIP'de olmayabilirdi! O asamada isler iste
böylesine karmakarisikti.
Olayda surasini kesin
olarak animsiyorum, Sitki Eser'in bana söyledigine göre, kendisi de, rahmetli
Sevinç abla da, DDD yönetimi de, iddiaya inanmamislar, bir bakima provokasyonu
bildirme anlaminda, konuyu bana açmislardi. Hem kizdim, hem güldüm, "Ben
Dündar Taser'i hiç ama hiç tanimam ki" diyerek, bu çirkin ve saçma
iddianin üretilmesine yol açtigini düsündügüm, rahmetli Dündar Seyhan'la Cevat
Restoran'daki ÎPSD Subesi kurma görüsmemizi kendisine anlattim. Olay da
kapandi. Bence bu iftiralar, solcularin kendi içinden kaynaklanan bu ihanetler,
düzenin çok, ama çok isine yaramisti.
Bilmeyenler o günleri yasamayanlar ya da bu konularin açilmasindan pek
hoslanmayanlar, "Bunlar ÎPSD ile ilgili, burada anlatmanin ne geregi
var" da diyebilirler. Oysa özellikle Istanbul'da Dev-Güç, ÎPSD ve DDD ile
çok siki sekilde bagli idi. Dev-Güç konusunda bu kuruluslar, kendileri
bakimindan da, düsmanlari bakimindan da son derece içice girmislerdi. DDD'nin
kapanisi da benzer ve hukuk ve demokrasi açisindan son derece agir, çirkin bir
provokasyondu. Biz IPSD'yide, DDD'nin basina gelenleri de, insanoglunun
gerçeklere karsi bugün de süren ilgisizligine karsin, bildigimiz ve olanak
buldugumuz ölçüde açiklamaya çalisacagiz.
Bu deneyler, Dev-Güç'ün,
ÎPSD'nin gerçekten güçlü bir sekilde örgütlenmesinde, bu girisimlerde neden
beklenen sonucun alinamadiginin kanimca çok önemli bazi yanlarini da
göstermektedir. Dündar Seyhan'in Dev-Güç içinde, ÎPSD'de bize katilmasina bir
engelleme de, dogrudan IPSD'nin kendi içinden, Orhan Müs'ün basi çektigi bir
kesimden gelmisti. Sonuçta Müstecaplioglu, ÎPSD Genel Sekreteri olmus ve
Ankara'da kurulusu baska bir kurul ile yapmisti.
DEV-GÜÇ, BIR UCUBE, IKI BASLI GÖRÜNEN BIR
"BASSIZ DEVE", FIILEN BIR PROVOKASYON
ÖRGÜTÜ IDI
"Bassiz Deve" terimini
edebiyatimizdan alip, o dönem sosyalist eylemimizde kullanan, Ustam Dr. Hikmet
Kivilcimli idi. Kivilcimli'nin elestirisindeki "develer" daha çok
gerçek kisiler olarak algilaniyordu. Ama tüzel kisiler de "bassiz
deve" olamaz miydi, hatta bu benzetme, belki de onlara daha çok yakismaz
miydi?
Kurtulus Savasi'nda Mustafa
Kemal Pasa'nin önemi her seyden önce nerededir? Kuvayi Milliye'nin, Ulusal
Güçler'in, "olmazsa olmaz basi, lideri" olmasinda degil mi? Sovyet
Devrimi, önderi Lenin'e az sey mi borçludur? 27 Mayis'in gerçekten bir lideri
olabilseydi, sonucu böyle-mi olurdu? Atatürk'ten sonra bütün elestirilebilecek
yanlari ile birlikte, Ismet Inönü gibi bir lideri olmasaydi; CHP'nin hali nice
olurdu? Ecevit'in liderlik görüntüsü, kendi içinde, toplum için de bir
aldatmacaydi: CHP'nin ve sonra DSP'nin de ne hale geldigi, ne olduklari ortada.
Birinci olsun, ikinci olsun TIP'ler, yüklendigi görevin üstesinden gelecek
liderden yoksun kalmislar ya da çikarabildikleri lidercikler çapinda varlik
gösterebilmislerdir. Mihri Belli de, ortaya çikan gençler de, legal ve illegal
türlü eylem ve çabalarindan, kurduklari partilere kadar, Türkiye Solu'nun
gereksindigi bilgi, bilinç, deneyim ve liderlik niteliklerinden yoksundular.
Kivilcimli/ bu liderligi
yapabilirdi, fakat kendisinin de degindigi ülke kosullari ile birlikte, yasi,
sagligi gibi nedenler, onun da bu görevi yerine getirmesine elvermemis-tir. O
asil isigini, düsünce ve davranisi ile ölümünden sonrasina tutuyor, ama o
isiktan gözü kamasmayacak, yararlanabilecek olana.
Kadri Kaplan, bilindigi
üzere, sosyalistlerin olmadigi gibi, sosyalist olmayanlarin da gerçek lideri
degildi. Sonrakinde oldugu gibi, 12 Mart "Pronunrianmento"sunda da
gerçek lider yoktu. Ismet Sungurbey'in liderlikle uzaktan yakindan ilgisi ve
böyle bir iddiasi da yoktu.
Bu vesile ile, birkaç
kisiyi daha anmak fazla sayilmaz umarim.
Abdülkadir (Pirhasan, Vedat
Türkali) Agabey, o dönemde, belki daha sonra da, hiçbir zaman, böyle bir iddia
içinde olmadi, görülmedi. Ben eskilerin, "Önce refik, sonra tarik: Önce
arkadas, yoldas; sonra yol" sözünü, ilkesini çok severim. Saniyorum o da
Öncelikle bu tarih boyunca denenmis ilkenin geregini ariyordu. Belki biraz da
bunun gibi bazi Ölçülerimizden, özellikle 12 Marttan sonra uzunca bir süre
kendisiyle oldukça yakin bir iliskimiz oldu ya da kendisine epey yakin
bulundum.
Kendisi, "bunu da
nereden çikardin?" diyecek ve epey sasacak ama, Nejat (Necat) Tözge
Agabeyi de, en azindan büyük sevgi ve saygimdan dolayi burada da anmak istiyorum.
Hiçbir zaman böyle bir hava içinde olmadi. Sanki aksine, unutulmak istiyordu.
Uzun ömür dilerim, basardi, sag ama, çoklarinca sanki unutuldu da.
Orhan Müs (Müstecapli ya da Müstecaplioglu)na gelince. Yanina gidip dinler
gönlünde yatani ararsaniz, hiç ondan büyük lider olur mu? Ama olmadi iste.
Olamazdi da Oysa ona kana ve onu kandiran (tatmin eden) birkaç kisi bugün de
bulunabiliyor.
Suat Kundakçi konusunda
simdiye dek hep kisa kisa degindik. Ele aldigimiz konulardaki yeri simdilik o
kadar oldugu için. Oysa o, döneminde "Nev-'i sahsina münhasir: Türü
kendine özgü" bir kisidir. Eseri olmadigi için hakkinda ne bir "Anti
Dühring" ne de bir "Zortlama" yazilabilir. Ama bizim
hareketimizin eti budunca, Marks'in çagdaslarindan bir Weitling ya da bir
Gottschalk, vb. gibi de ele alinabilir. Ama o isi, isleri kim yapacak? Hiç
olmazsa burada, konumuzda eksik kalmamalidir. Aman Allah, durusuna, pozuna,
konusmasina, hazir cevapligina, vb. bakarsaniz, daha ne lider ariyorsunuz?
Kivilcimli bile
"Mustafa Kemal" demez miydi, hatta Pipe-LIne boru hatti grevinde
"Binbasiliga" terfih ettirmemis miydi? Ya Stalin'lik? Ah, bîr
iktidara gelseydik, o zaman görürdünüz.
Simdi biraz daha gerçege
gelelim. Ankara'dan örnegin Niyazi Agirnasli'nin Dev-Güç ile iliskisini pek
bilmiyorum. Lider olur muydu? 1964'te Izmir Kongresi'nde TIP Genel
Baskanligi'na adaylik koysa oy verecektim. Ama bu, devrim liderligi degil.
Evet, Kivilcimli'dan baska lider olabilecek kimse yoktu. Benim görüsüm bu.
Kisaca Dev-Güç, bir "Bassiz
Deve" idi. Bassiz, yüreksiz ve ölü dogmus bir deve. Tam bir yönüyle olsun,
denenen bir "Cephe" olarak, bu "Bassiz Deve"nin bitkisel,
provokasyonel yasami bile, gösterebildigimiz kadariyla, bizim için oldukça
dersler tasimaktadir. Ne var ki o ders, onun, 1969'daki açikça;
"baskaninin sessiz sedasiz terketmesiyle" sona ermesinden bu yana, 32
yildir çikarilamadi, alinamadi. Bundan sonra olsun alinabilecek mi dersiniz?
Dileriz ki: Alinsin
SARP KURAY AD VEREREK SUÇLUYOR, HALA KIMSEDEN ÇIT ÇIKMIYOR!..
Bugün yurt disinda sayilan
epey kabaran solcu ve sagci "Göçmen" var. Bunlarin içinde büyük bir
çogunluk, soruldugunda, "Gelirsek tutuklaniriz" diyor,
"Sigingan" maasida alarak, bu maasin çokça açikça belirtildigini
ögrendigimiz karsiliklarini yerine getirerek, her gün daha da yabancilasip,
ülkedeki her seye "Batililar"in bize en çok kin duyanlarinin, bizi en
çok ezenlerinin agzi ve destegiyle saldiriyorlar. Ama bu çogunlutkan kesin bir
çizgi ile ayrilan bir azinlik da var. Iste kimi görüs ve tutumlarina katilalim
ya da katilmayalim, 12 Mart'in gençlik liderlerinden Sarp Kuray, bu konudaki
davranisiyla kesin bir sayginlik kazanan bu azinliktan.
1993 yilinda, hapse
girecegini de bilerek ve bunu ülkeye döndükten sonra yayinlanmak üzere, daha
gelmeden Milliyet yazan Mine G. Saulnier ile yaptigi bir basin açiklamasinda
belirten Kuray, burada arastirdigimiz konuya da çok önemli katkilarda
bulunuyor. Birçok yönden önem tasiyan, yillar önce yapilan açiklamanin konumuzu
ilgilendiren oldukça büyük bölümünde söyle diyor:
"1945 yilinda dogdum
(...) 1961 yilinda Hukuk Fakültesine girdim. Bir yil okudum orada: Celal
Bayar'in hapisten çikisini protesto eden gösteriyle, üniversite olaylarina
karistim. Yaralandim, Babam (Enver Kuray), o sirada Ankara Valisi. Biz, 27
Mayisçiyiz. Dayim da Yassiada Bassavcisiydi: Ömer Egesel. (...) O dönemde
gençlik, yalnizca 27 Mayis'i tutmak ve tutmamak olarak ikiye ayrilmisti.
Solculuk noktasi 27 Mayis'ta sona eriyordu" (...)
Sarp Kuray'in kendisi
üzerine açiklamalari da kuskusuz önemli. Devrimci kanadin etkin bir ailesinden
geliyor. Bu kökenin ona, herkese nasip olmayacak Ölçüde güç katmasi, en azindan
o dönem için dogal. Kendisi, yasça bize yakin, 68 öncesi devrimci gençliginden.
Bu gençlik üzerine, 68'lileri de büyük ölçüde açiklayacak nitelikteki
gözlemlerini de degerlendirmelerimiz için göz önünde tutmamiz gereken gerçekler
olarak almakta yarar görüyoruz.
"27 Mayisçi oldugumuz
içindir ki, askeri okula girmeyi kendim istedim. Bu arzu, Mustafa Kemal'in bizim
kafamizda yarattigi bir boyuttu. Ülkenin kurtulusu, ulusal bagimsizlik, Kuvayi
Milliye anlayisinin bir sonucuydu. 1965'te Deniz Harp Okulu'nu bitirdim.
Sonradan beni askeri okula kimin soktugu bile tartisildi Türkiye'de. Tabii
Senatör Ekrem Acuner'in Senato'da dokunulmazliginin kalkmasi için verilen
önergeye yol açti. Harp Okulu'na bilinçli olarak girmistim. Fikirlerimle
birlikte. Türkiye îsçi Partisi'nden etkilenen, ama daha çok Kuvayi Milliye
dogrultusunda ütopik bir sosyalizmi yaydik Harp Okulu'na.
1967 yilinda bir gün
Heybeliada'da dolasirken, Ismet Pasa ile karsilastik. Derhal hazirola geçtik,
selam çaktik. Ismet Pasa, aksama kendine benzer bir arkadasini da alip-bize gel
dedi. Eve gittigimizde bizi oturttu, söyle bir bakti. "Söyle bakalim bana"
dedi. "Atatürk'çü müsünüz, yoksa sosyalist mi?"
"Atatürkçüyüm Pasam!" diye gürledim. Ismet Pasa, içerden karisina
seslendi: "Mevhibe gel, gel! Bak Atatürkçüyüm, dedi. Biz de hilafetçi
misiniz yoksa Cumhuriyetçi mi, dediklerinde hiç sektirmeden hilafetçiyiz,
derdik!"
1968'de siyasal
fikirlerimiz belli bir noktaya gelmisti. Hava Harp Okulu'ndaki arkadaslarimizla
yillik hazirladik. Toprak reformundan, yeryüzü yeralti zenginliklerinin
birlestirilmesinde, Atatürk'ün ekonomik ve siyasal bagimsiz arasinda kurdugu
iliskiden söz ediyorduk. Zamanin Cumhurbaskani Cemal Gürsel; Bugün gazetesinde,
o zaman basinda Mehmet Sevket Eygi vardi, bir yayin yapti. "Komünistler
harp okullarini ele geçirdi" diye. Arkadaslarimizi atmak istediler
okuldan. Biz de ilk kez bütün Harp Okulu subay taburu olarak, "Biz,
Mustafa Kemal ordusuyuz, halk ordusuyuz. Dün Kubilay'larin basini kesenler
bugün genç Harbiyelilerin basini kesmek istiyor. Buna dur diyoruz ve bu konuda
adim atarsaniz, bizden karsiligini alirsiniz" biçiminde bir bildiri
hazirladik ve elden dagittik. Hiçbir kisi geri çekilmedi, tüm subay taburu
imzaladi bildiriyi. Revirde olanlar bile.
Türkiye askeri kislalar
dahil, tüm gençlerin forumlarda yasadigi bir dönemden geçiyordu. Fakat ordu
içinde cuntaci diye tabir edilen kadrolarla hiçbir iliskimiz olmadi. Bagimsiz
bir akimdik. Devrimci ögrenciler öldürülmeye baslandi o yil. Vedat Demirci,
Battal Mehetoglu... Basinda "Subaylar Bildirisi" diye anilan ikinci
bir bildiri hazirladik. (...) "Devrimciler ölür, devrimler sürer"
slogani o bildirinin son tümcesidir iste. (...) Ali Kirca'nin kaleme aldigi bu
bildiri, binlerce DEV-GENÇ'li tarafindan dagitildi. Hepimizi mimlediler. Beni
komutan vekili olarak eski bir dalgiç gemisine atadilar. (...) Bildiri
dolayisiyla tasfiye etmek istiyorlar, ama kamuoyunda gördügüm destekten
yapamiyorlardi. Ilhan Selçuk, Ilhami Soysal, Çetin Altan hepsi lehime
yaziyorlardi. Sonunda tutuklayip Gölcük'e götürdüler. Iki üç ay Güzelbahçe'de
hapis yattim. Sade bir törenle tardedildim. 69 yilinin Kasim ayiydi. Bir
bildiri daha yayinladik. "Bu bir üniforma degisimidir, üniformamiz artik
isçi üniformasidir" deyip sivile geçtim. Dava açtilar hakkimda. Ankara'ya
geçip, Dev-Genç'e katildim. Kafamda net fikirler olusmustu.
(KENDIMI) ELESTIRIYORUM. ILK BIZIZ, DIYORDUK...
- Neydi bu fikirler?
S.K. - Bizim ögrenci
gençlik olarak isçi ve köylü ile tanismaya basladigimiz bir dönemdi. Fabrika ve
toprak isgalleri baslamisti. Yani okullarin disinda devrimcilik yapmak
olanaklarini ariyordu gençlik. is (te) tam bu noktada çok bilinçli bir tuzaga
düsürüldük. Karsi tarafça sinirlan çizilmis bir alanda mücadeleye zorlandik.
Silah çikti ortaya (...) Taylan Özgür cinayetiyle, yolda yürümek bir yasam
kavgasi haline geldi. Yasamak, üniversiteye gelmek, sinsi cinayetlere ve
pusulara karsi silahlanmak zorunda birakildik. Bu sikistirildigimiz noktada,
mesru müdafaa DEV-GENÇ'i yaratmisti. DEV-GENÇ'in öncelikle ideolojik bir
platformu yoktu. Komando kamplarinda, surada burada hazirlanmis bir sürü adam
saldirmaya basladi. DEV-GENÇ, bir plan çerçevesinde hazir olmadigi bir
müdafaaya, silahlanmaya zorunlu birakildi. Bu da bizi, isçi ve köylü
kitlesinden kopardi. Plan bunu amaçliyordu zaten. (...)
Tekrar Hukuk Fakültesi'ne dönüp bu kavganin içinde ben de yer aldim. O
zaman Türkiye sosyalist hareketinde iki akim vardi. Milli Demokratik Devrim ve
TÎP'in Sosyalist devrim akimlari. Biz birincisinin yaninda yer aldik. Bunlarin
arkasinda eski komünist hareketten gelmis insanlar vardi. Zaten bizim
kusagimizin bu insanlar tarafindan iyi yönlendirildiginden emin degilim. - Hiç
kendinizi elestirmiyor musunuz? S.K. - Elbette elestiriyorum. Biz herseyin
kendimizle basladigina inaniyorduk. ilk biziz, diyorduk. Eski komünistler ise,
örnegin TIP, bizi silahlanmanin baslangicinda disladi. Kipirdamayin fasizm
gelir (...) dedi. TÎP'in disinda iki mihrak vardi. Doktor Hikmet Kivilcimli ve
Mihri Belli. Devrimci gençligin yansi birine, yansi ötekine gitti. Ama bu iki
insan parti degildi. Sorun, gençligin bir iki lideriyle görüs alis verisinde
bulunmak degildi. Gençligin heyecanini yönlendiremediler ve sahipsiz kaldik.
Gruplara bölündük. 12 Mart macerasi basladi. Kimisi Kizildere'de öldü, kimi
hapishaneye girdi, kimini asalar.
Kisacasi, benim düsünceme göre, 1908'de Resneli Niyazi olup daglara çikan,
1919'da Mustafa Kemal'i, Kuvayi Milliye'yi yaratan, 1960'ta Kizilay'da 555 K’
lari yaratan geleneksel aydin eylemciligi, gençlik, 1968'de ilk kez sosyalizmle
tanisiyordu, iyi yönlendirilemedigi için ziyan olup gitti (...).
ÜST RÜTBELI SUBAYLAR, SOL BIR DARBE
ILE IKTIDARI AMAÇLIYORDU
-Türkiye Isçi Partisi,
Mihri Belli ve Hikmet Kivilcimli'yi mi suçluyorsunuz?
KURAY- Bizim karsimizda bu
üç mihrak vardi. Bunlar önceki kusaklardan gelen insanlardi. Fakat Türkiye’nin
geçmisinde bu kadar büyük bîr kitle hareketi olmadigi için, bu insanlar çok dar
bir aydin grubu içinde kaldiklari ve kendi aralarinda mücadele ettikleri için
bir anda iktidar boyutuna firlayan olayi, bir parti çatisi altinda toplamak
üzere kurmaylik yapamadilar. Biz gençlerin bu kurmaylara uyup uymayacagi konusu
ayriydi, ama onlar böyle bir alternatifi saglayamadilar.
Buna karsilik, ikinci bir alternatif olarak ordu içindeki radikal akim
vardi, Yani 27 Mayis'in devami olduklarini söyleyen Muhsin Batur, Faruk Gürler
ve Kemal Kayacan'in basini çektikleri bir hareket. Saptadiklari strateji
geregi, gençlige onlar kucak açtilar. 9 Mart olayini amaçlayan bu radikal akim
içinde biz de yerimizi aldik. Bu hareketin liderleriyle gençlik grup liderleri
arasinda isbirligi oldu. Birtakim üst rütbeli subaylar, 27 Mayis benzeri, ama
daha radikal, daha sol bir askeri darbe ile Türkiye'deki siyasal iktidari ele
geçirmeyi amaçliyorlardi.
içlerinde, eski Milli Birlik Komitesi üyeleri de vardi. Irfan Solmazer,
Orhan Kabibay, Talat Turhan, Numan Esin gibi. Numan Esin, sonradan tirci oldu.
Talat Turhan'in dürüst ve temizligine bugün de ayni samimiyetle inaniyorum.
Ancak digerleri için bunu söyleyemem. Irfan Solmazer, Orhan Kabibay ve Numan
Esin'in o gün bize karsi birer paratoner olarak kullanildiklarini düsünüyorum.
Bu üçünün, olaylar içerisinde gençlik faktörünü gömmek için varolduklarina
kesin inancim var. Solmazer, Kabibay ve Esin, gençlik liderlerinden siyasal
ortami bir darbeye hazirlamasini talep ettiler. Zamaninda kimse bu gerçegi açiklayamadigi
için ayni senaryo 12 Eylül'de de sahneye kondu.
Bizden Türkiye'yi bir
darbeye hazirlamamiz istendi. Bu ne demektir? Zaten ekonomik kriz var,
politikacilar birbirini yiyor, milletvekilleri alinip satiliyor, ortam siyasal
kargasayi yaratmaya uygun, siyasal kargasa yaratilacak. Numan Esin, bu amaçla,
"Vatan" gazetesini çikardi. Vatan gazetesi çok satti. Bütün
devrimciler aldi gazeteyi Gazeteyi hazirlayan devrimciler, Numan Esin'in
"patron"oldugunu isten çikarilmalar baslayinca anladilar. Ben bu
senaryoyu basindan anlamistim. 1970'ten sonra hep bu kisilere karsi mücadele
ettim. Gerek sag, gerekse sol tarafindan dislanmam
bundandir.
Biz bu radikal akimin
içinde gençlik olarak yerimizi aldik. Önümüze konan hedef 9 Mart'ti. 9 Mart'i
yapmadilar.12 Mart’i yaptilar, ismet Pasa'nin ünlü sözüyle, "Türkiye çok
kritik 24 saat geçirmistir" dedigi senaryonun ardinda, bu isin arkasina
takmis olduklari devrimci potansiyelin söz konusu 24 saat içinde harcanmasi,
hareketin generalinden sokaktaki gencine kadar devrimci niteliginden
arindirilmasi ve darbenin 12 Mart' taki biçimine dönüstürülmesi vardir. Numan
Esin, Irfan Solmazer, Orhan Kabibay için paratoner sözcügünü, o 24 saatte dönen
dolaplari çok iyi bildigim için kullaniyorum. (...)
Istanbul'daki 84 sanikli
denizciler davasinin bir numarali sanigi olarak mahkemeye çikarildim sonunda
(Birkaç bir numarali sanik mi vardi: Dr. H. Kivilcimli, Irfan Solmazer ve Sarp
Kuray? sg) Idamla yargilandim. (...)
Ben hapisteyken, Türkiye
baska bir kapismanin yörüngesine girmis, Ankara cuntasi ile Istanbul
cuntasinin, yani Faruk Gürler ile Faik Türün'ün mücadelesini yasiyordu. Bu
Cumhurbaskanligi mücadelesinden Faruk Gürler yenik çikti. Türkiye yeniden bir
demokrasi sürecine girmis oldu, iktidara Bülent Ecevit geldi. Ecevit in
çikardigi ilk aftan yararlanamadim ben. (...) Çok ugrastilar bizi kurtarmak
için. Anayasa'nin 12. maddesine göre herkes esittir, dediler. (...) Ve ben
Anayasa Mahkemesi'nin özel bir affiyla çiktim ancak. (...)
DENIZ’I SOMAZER’I ORTAGI
BAKAN SAHIN’IN ARABASI TASIYORDU!
- Deniz Gezmis'le iliskiniz var miydi sizin?
- Deniz Gezmis'i ben sakladim. Bunu herkes biliyor.
Deniz Gezmis, benim elbisemle yakalandi.
Hepimiz vardik bu isin
içinde. Deniz'ler
de var, Mahir'ler de var, bizde vardik. Zaten üç büyük grup vardi.
- Arkanizda kim vardi? Nasil yardim ediyorlardi
saklanmasina
Deniz Gezmis'in?
- Deniz Gezmis'i saklandigi bir evden
digerine. Orman Bakani Turhan Sahin'in makam arabasi tasiyordu. Turhan Sahin,
Nar Limited Sirketi'nde, Irfan Solmazer'le ortakti. Ve hazirlanip düsük dogan 9
Mart olayinin içindeydiler. Yukaridaki kadrolarda mevzilendikleri için de, bir
yandan bizi, bir yandan komuta merkezini, bir yandan Amerika'yi çevire çevire
oynattilar!
Bu is çok karisik. Örnegin
Hasan Cemal'i ele alalim, Uluç Gürkan diyelim. Bunlar o zaman
"Devrim" gazete-sindeydiler. Bu 9 Mart olayinin düzenlenmesinde en uç
adamlardi. O gün Hasan Cemal'in kaleminden kan damliyordu gazete sütunlarinda.
9 Mart hazirligina katilan herkesi karalamak niyetinde degilim. Samimi olarak
inananlar da vardi isin içinde. Zaten biz de inandigimiz için girmistik. Fakat
adini saydigim kisiler sayesinde, CIA'nin bir komplosuna kurban gittigimiz
inanani tasiyorum. Bunlari ben söyleyecegim. Üstüme gelirlerse daha da çok
konusurum... Çünkü bunlar yasanmis seyler. Ama bu tarafi hiç kurcalanmadi.
Ugur Mumcu ölmeden önce,
kendisiyle konustum. Kaset yapip verdim. Ugur Mumcu'ya. Ve niçin olayin bu
yönüyle üstüne gitmedigini sordum. "Demokrasi diyorsunuz, Celil Gürkan
olayini ele aliyorsunuz, 9 Mart'i bir yere kadar getiriyorsunuz. Bunlari da
anlatmak gerek, Ugur Agabey" dedim. Ugur Mumcu bana, "Onun arkasina
bizim kudretimiz yetmez, Sarp" dedi!
OKKANIN ALTINA GIDEN BIZ OLDUK
Ben size genel tabloyu
anlatiyorum. Sonuçlan siz çikarin. Devrim gazetesinde Hasan Cemal, Genel Kurmay
Baskanliginda Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Milli Birlik
Komitesi üyeleri, böyle büyük bir grup Türkiye'de radikal darbe hazirligi
yaptilar, sonradan kimisi sivil toplumcu, kimisi ANAP'li, kimisi TIR'ci, kimisi
firci oldu. O sirada bu grup devrimciydi ve DEV-GENÇ'le oturup konustular,
anlasmalar yaptilar, bizimle ittifaklara girdiler. Siyasal iktidari alamayinca
biz gençler silahli (...) olduk, arkadaslar da demokratik taraf oldular!..
Beraber yürüdük, biz gençler okkanin altina gittik. Ama agalarimizi beraber
götürmedik. Eger 1970 yilinda yargilanacak bir sey varsa, 9 Mart darbe
hazirligiydi ve biz DEV-GENÇ ve bütün gruplar o zaman 146'nin 3. bendine göre
yargilanacakti. Çünkü Anayasa'nin ihlali olayi esas kuvvet komutanlari
tarafindan yapilmisti. Yani arkamizda devletin içinden gelen güç odaklan vardi.
Zaten Süleyman Demirel, ne diyor?
"Sen Antalya'da tapu
müdürü müydün 11 Eylül'e kadar?" diye soruyor.
12 Eylül'de de ayni sey
yapilmistir. Sokak, devrimci güçlerle fasistler arasindaki kavga dengesinde
tutulmustur. Bu kez daha büyük bir planla, Türkiye daha da ciddi bir siyasal
karmasa içine sürüklenmis, sonra bir gecede bundan yararlanilarak darbe
yapilmistir. 12 Eylül'ün baglantilarini bilmiyorum. Ama oyunun daha büyük
oldugunu biliyorum. DISK'in içine alindigi bir plan oldugu kanisindayim. Bu
anlamda DISK partisinin falan açiklanmasi gerekir... Bence bunlar gizli
kalmamali. Daha fazlasini bilmiyorum. Ama 12 Mart' i çok iyi biliyorum, zaten
12 Eylül'de olacaklari öngördügüm için yurt disina çiktim. O kurguyu çok iyi
biliyorum, o kurgu içinde yer almak istemedim. 12 Mart'ta tam gelemediler iktidara,
çünkü Türkiye'de demokrasiyi savunan önemli güç odaklan vardi. Devlet
siniflarinin geleneksel bir tavirlari vardi, bu tavri tam olarak kendilerine
çevirememislerdi. 12 Eylül'de bir daha denediler.
Ben hapisten çiktiktan
sonra, yaptigimiz isin yeniden gözden geçirilmesini, yani özelestiriye tabi
tutulmasini istedim. Son yillarda, yalnizca fasizme karsi mücadele etmek
alaninda sikistirilmis bir devrimciligin dogru olmadigi yönünde bir düsüncem
vardi. Sözünü ettigim siyasal kurgu ve olaylarin aldigi yön, bende ciddi bir
hayal kirikligi yaratmisti. 1978 yilma degin politika yapmadim. 1978'de yeniden
aktif politikaya basladim. Bugün açikladigim bütün bu gerçekleri açiklayarak
olaylarin üstüne gitseydim daha iyi olurdu (...). 12 Eylül yasandiktan sonra
bunu daha net olarak gördüm. (...)
Biz aydin eylemciliginin
faturasini ödüyoruz. Isçi sinifi falan yoktur bizim ülkemizde. Bizim içinde
bulundugumuz siyasal iliskileri, mensup oldugumuz bu sosyal gerçeklik belirler.
Bizim gibi yasayanlar 1908'de Ittihatçi oldular. 1919'da Kuvayi Milliyeci
oldular. 27 Mayis'ta 27 Mayisçi, biz de sosyalist olmusuz. Söz degismis ama
içerik ayni. Ismet Pasa ile Mustafa Kemal'in iliskilerine bakin, aynidir.
Kimimiz Atatürkçüyüzdür, kimimiz Ismet Pasaci, kimimiz Yakup Cemil gibi
silahsor, kimi Resneli Niyazi gibi romantik, kimi Enver Pasa gibi ihtirasli,
sonuna kadar giden...
Sovyetler Birligi'nde de
öyleydi zaten. Yetmis yil sonra bir partinin, sinifla birlesemedigi
konusuluyorsa hala, bu bir Dogu hastaligidir. Dogu'da politika yapan
gerçekligin kendine özgü nitelikleri vardir. Bunun önlemini alamadik, çünkü
bunun önlemini almak ciddi bir sinif devrimciliginden geçiyordu. Çok ciddi bir
kitle terbiyesi gerektiriyordu.
Türkiye'deki tepeden inme sosyal degisim semasinda, bir süre sonra,
iktidardaysaniz koltuk kavgasi; bizim gibi küçük gruplarsaniz, örgütün
parasini, arabasini kim kapacak kavgasi basliyor. Ve silahlar ortaya çikiyor.
Bu kavga bizim örgütte ortaya çiktiginda, ben hemen çekildim, buyrun, her seyi
siz yaptiniz, alin, dedim. Paylasim kavgasi olmayacak, silahlar çikmayacak
ortaya. Zaman kimin ne oldugunu gösterecek, ama artik benimle yürüyemeceksiniz.
Çünkü darlasmis bir çemberin içinde Iliskilerin çürüdügünü, koptugunu
görüyorum. Böylece 1991'den beri örgütle iliskimi koparmis bulunuyorum."
(Bu son bölümde S. Kuray
epey aykiri sözler söyledi. Ama sonunda ona bu sözleri hangi kosullarin
söylettigini gördük. Içyüzünü, bir kisiyi, onu da bu kadar dinleyerek
anlayamayiz kuskusuz. Ama "Göçmenler"in hallerini Yol'un büyük
kuruculari Marks- Engels daha 185(ni yillardaki deneyimlerinden essiz bir
biçimde anlatmislardi. Usta'miz Kivilcimli da bunlardan az da olsa,
"Zortlama"da çarpin benzetmelerle söz etmisti. Insanlar ibret bile
almazlarsa ne yapilabilir? Bize "Sonsuz Zortlama"yi da ne yazik ki
biz insanciklarin bu sürüp giden aymazligimiz ilham etmisti. Dursun bu zortlama
desek, durur mu acaba?., sg)
ÇIKTIGIMA PISMANIM
(GÖÇMENLER: BU SÖZLER BIZCE ALTIN!
SIZ NE DERSINIZ?
- Neden
Türkiye'ye dönme karan verdiniz?
- Türkiye'den
çikmakla büyük hata ettigimi çok geçmeden anladim ben. Avrupa'da ilticaci
olarak geçirdigim yillan, Türkiye'de hapiste geçirmedigime yaniyorum. Benim
için çok daha onurlu olurdu (Avrupa'daki "Göçmenler'in, "Siginganlar"in
kulaklari çinlasin! Ama onunla yetinemeyiz. Bu konuda kendilerinin
diyeceklerini, hem de önemle isitmek istiyoruz ve bekliyoruz! sg). Çünkü buraya
entegre olamadim. Düzenine uyamadim. Sürekli kendi aramizda, Türklerle yasadim.
91'deki örgüt konferansinda, bütün görevleri biraktigimi ilan ettim ve
Türkiye'ye dönmek istedigimi, bana neye mal olursa olsun dönmek istedigimi
belirttim. Hapse de girsem Türkiye topraklarinda olmak istiyorum. Yurdumu
özledim ve buralarda mutlu degilim. Buradalardaki iliskiler çikmaza girmisti,
bir adim daha ileriye atmak disinda kalmak istedigim bazi kurgulan beraberinde
getirecekti. Birbirimize düsmek, intikam sürecine girmek söz konusuydu. Bunun
için dönmek istedim. (...)
Ben eger, tek basima
yasasaydim, kösemde oturup kitap yazmam yeterdi (bilmiyoruz ki ne yazacaktin?
sg). Hikmet Kivilcimli falan öyle yapmadilar mi? (Hayir! "Falan'lari
bilmeyiz, ama Kivilcimli da, örnegin, bilmem adini hiç duydunuz mu, 12 yilcik
yatti da! Fatma N. Yalçi gibiler de güçlerince öyle yapmadilar. Hem Hz. Isa'nin
da, "yargilamayin ki yargilanmayasiniz" dedigini olsun
animsatiriz! sg) Ama bir sorumluluk duygusuyla, ben insanlarimiza sahip çiktim
ve hep kendimden verdim. Benimle yola çikan pek çok kisi, bugün mültimilyarder.
Ben ne yapmisim? Örgütü yasatacagim diye isyerleri kurmusum, batarmisim,
kan-ter içinde çalismis ve hep paylasmisim.”
12 MART’IN EN DEGERLI TANIKLARINDAN DZ.
BNB. EROL BILBÎLIK’IN AÇIKLAMALARI ORHAN
KABIBAY, IRFAN SOLMAZER, NUMAN ESIN,
TALAT TURHAN
Yazar Leyla Tavsanoglu,
devrimci Erol Bilbilik ile yaptigi çok önemli bir söyleyisi 10 Mart 1996
tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayinlamisti. Bu konusmada Deniz'ler, tüm
68'liler kadar, 12 Mart'in hazirlanisinin en ilginç yanlan ve tüm ülke ile
ilgili çok önemli bilgiler var. Okuyoruz:
"- General Celil Gürkan ekibi nasil ve ne
amaçla kurulmustu?
-O dönem birçok askeri grup vardi. Ekrem
Acuner,Orhan Kabibay, Numan Esin, îrfan Solmazer, Madanoglu ve havaci grubu
gibi gruplar... Kabibay grubunun Istanbul'daki beyni Talat Turhan'di. Madanoglu
grubunun özelligi ise içinde sosyalist sivillerin bulunmasiydi. Havaci grubun
basinda o zaman kurmay albay olan Aydan Kirisoglu vardi. (...)
Aradan zaman geçince
havacilarla karacilar arasinda bir birlesme oldu. (...)
C.MADANOGLU,
O. KOKSAL, I. SELÇUK
D.AVCIOGLU,
C.R. EYÜBOGLU, L SOYSAL,
A. ÖYMEN, E. ACUNER, B. SAVCI, F. BAYKURT...
- Demin "Madanoglu grubu
içinde sosyalist siviller vardi" dediniz. Kimdi bu sosyalist siviller?
- Basta Madanoglu, arkadan Osman
Koksal geliyordu.
Siviller ise Ilhan Selçuk, Dogan Avcioglu, Cemal Resit Eyüboglu'ydu. Bunlar
kuruculardi. Sonradan kadro genisledi, Ilhan Selçuk Istanbul sorumlusu oldu. Bu
grup, tipki Milli Kurtulus Savasi'nda oldugu gibi sivil-askeri birlikteligi'ni
savunuyordu.
Ankara'nin ve tüm koordinasyonun basi D. Avcioglu, onun yardimcisi I.
Soysal'di. Altan Öymen Paris'ten çagirildi. Bunlara, bilgisi disinda Mümtaz
Soysal da eklendi. Bu sözünü ettigim sekiz kisi, "Devrim Konseyi"
üyeleri olacaklardi. D. Avcioglu, A. Öymen'i epeyce denedi. Öymen ilginç bir
kisidir, her seye "Evet" der. (SG. Dayanamiyoruz: Bu ne demek, Altan
Bey?)
- Siz Celil Gürkan'in ekibine nasil katildiniz?
- Ben gelismeleri yakindan izliyordum. Benimle hiç
durmadan temas ediyorlardi. Ilk temas edenler N. Esin grubuna giren Hava Yüksek
Mühendis Binbasi Ibrahim Keskin, öbürü de yakin arkadasim Sabahattin Sagiroglu
oldu. (...) Sonunda konustuk. "Kim bunlar" diye sordugumda,
"N. Esin ve ekibi" yanitini aldim. (...)
Bir gün Ankara, Küçükesat taki evimin telefonu çaldi. Arayan Seferberlik
Tetkik Kurulu'ndan Tank Binbasi Yilmaz Akkiliç'ti. (...) Bir süre sonra beni D.
Avaoglu ve O. Köksal'la tanistirdi. Ama ben bu islere hala uzak duruyordum. Bir
gün Avcioglu ve Koksal bana geldiler "Sen neden bize katilmiyorsun?"
diye sordular (...)
"Devrim'de, Yön'de
okudugumuz seyleri söylüyorsunuz. Ben sosyalistim. Bizim lügatta sivil-asker
ittifaki yoktur" dedim. Bu arada ben onlarla, N. Esin'le temasimi
sürdürüyordum. Avaoglu beni E. Acuner'le tanistirdi. Ona da olmaz dedim. Ama
sonunda Avcioglu'nun teklifini kabul ettim.
-Neden
-Çünkü eninde sonunda
girmem lazimdi. Kurtulus yoktu. Bu islere girmeyi 1978’te kabul ettim.
Dolayisiyla Madanoglu grubuna da girmis oldum. Daha sonra N. Esin'in de
teklifini kabul edince bütün gruplara girmis oluyordum.
O sirada Türkiye çok
karisik bir durumda. Bu karisikligi düzeltme isinde siviller maglup olacaklar.
Belki silahi tutanlar düzeltebilecekler. Orada acil görev, ezilen kitlelere
yardimci olmak. Bu hareketin içine girip sirf askerden olusmasina engel olmak.
Yani bir askeri harekat niteliginden mümkün olabildigince geri çekebilmek...
Teoride bu mümkün degildir.
Fakat realite bunu gerektiriyor. Amacim, bu gruplarin hepsine girerek harekete
en azindan sivilleri de katmak ve sivillerin etkili olmalarini saglamakti.
Zaten ilk girdigim Madanoglu grubunun hepsi sivil.
Cumhuriyet' te Ali Sirmen'ler ve baskalari îlhan Selçuk'un ekibinde. Devrim
grubu onlarla beraber. Siyasal Bilgilerde Memduh Aytür, Özer Derbil, Ayhan
Cihangiroglu, Necat Erder öyle... Atilla Karaosmanoglu uzaktan "Peki"
diyor. Bahri Sava onlarla. Hareketi destekleyenler içinde Fakir Baykurt da var.
"- Altan Öymen hareketin içinde yoktu" diyen de
çikabilir. Ama amaçlanan o zaman A. Öymen'i egitip yetistirip güven duyduktan
sonra oraya koymakta. (Biz de bu yazida nedense hep öncelikle Sayin Öymen'e
takiliyoruz. Ama bir yorum getirebiliriz; CHP'nin eski ve "Zoraki" Baskanlarindan
Altan Bey, acaba Ismet Pasa'yi epey sadakatle izlemiyor mu? Pasa da, 27 Mayis
için: "Ne içindeyiz, ne disinda!" dememis miydi?.. Küçük burjuvazi.
Burjuvazi dersek bu yorum epey uzar.) (...)
C. GÜRKAN, I. KESKIN, S. SAGIROGLU, V. BILGET, Y. AKK1UÇ, F. ÖZFAKIH, E.
DEGER, D. TANYER
- Tam o siralarda C. Gürkan liderliginde
yürütülen hareket gittikçe güç kazaniyordu galiba...
- Evet. Biz de her yerde variz, ama hiçbir
yerde yokuz (SG: Tam, "Iyi saatte olsunlar"). Biz dedigim, E.
Bilbilik, I Keskin, S. Sagiroglu... (...) î. Keskin, havacilarin içine gir
di. S. Sagiroglu ise ortada duruyor, N. Esin'le temasta. Beni C. Gürkan'la
çalisan havacilar kabul etmiyor. Karacilar da ayni sekilde. Düsünceleri de
"Bu yetenekli bir adamdir, fakat solcudur. Kesinlikle almayiz."
Bu durum alti ay sürdü. Ben
de huruç harekati yapip oraya girmeyi planliyorum. Amacim, Madanoglu grubunu
oraya tasimak. Bunun için havacilarin da sürekli Amiral V. Bilget' le temasta
olduklarini biliyorum. Ben V. Bilget'in emrinde çalisiyorum. Havacilar her gün
karargaha geliyorlar. Amiral Bilget'e teklifte bulunduklarini biliyorum.
Karacilar da geliyor...
Bunu da o zaman Deniz
Kuvvetleri Komutani olan Oramiral Celal Eyiceoglu biliyor, takipte. V. Bilget
gerçek bir sosyalist. Hareketin basina geçsin istiyorum. Ama onunla bu isi
götürmek zor, bunu da biliyorum. Muhtemelleri gözden geçiriyorum. Sonunda
Bilget'le görüsmeye karar verdim. Görüsme, A. Öymen'in Çankaya'daki evinde
olacakti. (SG: Hakkini yemeyelim; Prototip'imiz Öymen görüyorsunuz ya, 12
Mart'in ne kadar içinde!..)
- Orada baska kimler hazir bulunacakti?
- D. Avcioglu, t. Soysal... O
aksam V. Bilget damadinin pardesüsünü giydi, basina da bir kasket takti.
Karanlikta
A. Öymen'in evinin kapisini çaldik. (...)
Ertesi gün V. Bilget bana,
"Ben tatmin olmadim. Bunlar incir çekirdegini doldurmayan seyler"
dedi. Ben de, "Biz herkesle temastayiz. En iyisi bize katilin. Çünkü
bunlar bir sey yapacaklar. Daha fasist, general cuntasi olacak" diye üsteledim.
Bunun üzerine, "sen oldugun için ben de giriyorum" diye kararini
açikladi. î. Keskin ve S. Sagiroglu'yla da tanisti. Biz böylece Madanoglu
grubuna girdik. Bir gün V. Bilget'e, "Biz sizin esas C. Gürkan'larin
grubuna girmenizi istiyoruz" dedim.
Böylece C. Gürkan'larin ilk
toplantisinda V. Bilget'i bir kisilik bir askeri grubun basi olarak katmayi
basardik. O arada Madanoglu grubu içindeki Yilmaz Akkiliç'la biz gayet iyi
anlasiyoruz.
V. Bilget o grupta çok
itibar görünce biz ikinci asamaya geçtik. Içimizden birini gruba sokmasini
istedik. S. Sagiroglu ile I. Keskin, "Erol gitsin" dediler. (...)
Ayrinti vermek gerekirse
Kabibay, N. Esin, I. Solmazer, onlarin Istanbul'daki beyni T. Turhan'la hep
temastaydim. Onlarin sivil kesimi Avukat Fakih Özfakih (CHP Konya Senatörü ya
da Milletvekili sg), Hakim Albay Emin Deger, onlara yakin Avukat Dogan Tanyer
var. Bunlar görünen üst takim.
ANAYASA HAZIRLIGI,
I. SUNGURBEY, A. KIRISOGLU, I. ALBAYRAK,
MIT, ORDUDAN TART...
Havacilar çok güçlüydü.
Aydin Kirisoglu amiral olunca havacilarin söylemleri degisti. Basta C.
Gürkan'in liderligini kabul ederlerken ilk kez Muhsin Batur'un da isin basma
geçmeyi kabul ettigini ifade eder oldular. (...)
O arada anayasa taslaklari
hazirlaniyordu. Anayasa taslaklarini Madanoglu gurubu içinde hazirlamakla
görevli Cemal Resit Eyüboglu'ydu. O, taslaklari hazirladi. D. Avaoglu gözden
geçirdigini söylüyordu. 1. Soysal da ayni ifadeleri kullaniyordu. Ama D.
Avcioglu'nun söylemine göre bu taslaklarin hazirlanmasinda M. Soysal, B. Savci,
hatta îsmet Sungurbey'den yararlanmislardi. Hatta t. Selçuk'la da
temastaydilar. Bu taslak çalismasi bana verildi. Bu çalismayi bitirebilmek için
C.R. Eyüboglu'nun An-kara'daki dairesinde her aksam bulusuyorduk. Anayasa
taslagi, Devrim Partisi'nin tüzügü, devrim mahkemeleri, Hakimler ve Savcilar
Yüksek Kurulu'nun lagvedilmesi, Bakanlar Kurulu'nun çalisma biçimini ele
aliyorduk (Sayin Bilbilik, Bakanlar Kurulu üyelerinden söz etmeyi
"unutuyor" sg).
Öbür yanda C. Gürkan önderliginde karaci, havaci, denizci grubun birlikte
yaptigi çalismalar vardi. Bunun koordinatörü Ilyas Albayrak'ti. O, çalismalari
buna veriyordu. Ben, onlara bizim çalismalari aktarmaya çalisiyordum. Ama bu
mümkün olmadi. Orasi sirf asker, burasi ise sivil ve asker ittifakiydi.
- Peki bu gruplar bu çalismalari yaparken MÎT
nerede duruyordu? Hiç karismiyor muydu?
- MÎT'in bizi izledigini biliyorduk.
MÎT'te O.Köksal'in adami olan bir albay vardi. Koksal, bana onun adini hiç
söylemedi. Ben çok hareketli oldugum için MiT'in beni izlemesi dogaldi .O
albayin önlemesiyle ben bir süre örtülendirildim, rahat çalistim.
Bir de ben, her gün D.
Avcioglu'yla bulusuyordum. Telefonla konusurken hep kod adi kullanirdik. Onun
bir kirmizi Anadol'u vardi. Hep aksam karanliginda bulusuyor, konusmalarimizi
da arabada yapiyorduk. V. Bilget' le birlikte olusum nedeniyle Deniz Kuvvetleri
Karargahi'nda da izleniyorduk. (...)
Çesitli araliklarla benim üç kere tayinim çikti. Celal Eyiceoglu da benim
tayinimi çikardi. Ama üç seferinde de beni Ankara'dan ayiramadi. Yani, benim
tayinlerim durduruldu. Bunun nedeni, tabii senatör olan Madanoglu ve Köksal'in
(Kontenjan Senatörü olacak. Çünkü ikisi de degisik tarihlerde Milli Birlik
Grubu'ndan (MBG) istifa etmisler ve Cumhurbaskani, yanilmiyorsam C. Sunay
tarafindan, Kontenjan Senatörlügü'ne atanmislardi, sg) bizzat komutanliga
gelerek durdurma talebinde bulunmalaridir. MÎT baglantisini da söyle anlatmak
istiyorum. 16 Mart 1971 günü Deniz Kuvvetleri Kurmay Baskani Koramiral Hilmi
Firat odama geldi. "Ordudan tardedildin. Bir saat içinde Deniz Kuvvetleri
Komutanligi'ni terk edeceksin. Hemen askeri uçaga binecek ve Iskenderun'a
gideceksin. Bu, C. Eyiceoglu'nun emridir" dedi. Ben reddettim, bunun
üzerine C. Eyiceoglu beni odasina çagirtti, "surada en az bes-alti göz
dolusu senin ve V. Bilget hakkinda MIT raporu var. Üç kere tayinini çikardim,
olmadi. Sen bu isten vazgeçtigini söyle. Seni bunlarin hepsinden sileyim.
Istersen bir yurtdisi göreve göndereyim. Ben ölene kadar garanti veriyorum.
Sana hiç kimse el süremez. Yeter ki, "Ben bu Isten vazgeçtim" de
dedi.
Ben, "Pasam, bunu
söyleyemem" deyince de kizdi. "Bindirin uçaga gitsin" diye
köpürdü. Ben eve bile ugra-yamadan Adana Havaalaninda kendimi buldum. Orada
beni Amiral Bülent Tarcan karsiladi. 12 Mayis'ta da ordudan atildim.
E DOGU, C. SUNAY, M. TAGMAÇ, S.DEMIREL VE SOL'UN KARSI-DEVRIM TASERONLUGU
MIT bir sürü olayin,
içinden haberdardi. Ama müthis de dengeler gözetiyordu. Tüm askeri gruplarin
iktidari ele geçirmesi görünür gibiydi. O durumda MIT ya görmezlikten geliyordu
ya da Basbakan'i, Cumhurbaskani'ni, Genel Kurmay Baskanini ayri ayri ya da
eksik biçimde ya da ikisini tam, birini eksik bilgilendiriyordu. Bunun mimari
da o zaman MÎT Baskani olan Korgeneral Fuat Dogu'dur!
Yani Suna/in sag kolu
olmasi, Sunay'in da tüm askeri gruplar içinden gelmis olmasi nedeniyle, E Dogu,
MÎT Baskani kimligi yaninda Cevdet Sunay'in da bendesiydi. F. Dogu askerden
yanadir, sivil iktidardan yana degildir. Askerle sivil arasinda kaldigi zaman
askeri iktidar yaninda olmak zorundadir.
Bir örnek vermek gerekirse
bizim D. Avcioglu'yla konusmalarimizla ilgili haftada bir rapor düzenlendi. Bu
raporlarin bir kismini gördüm. Bu raporlar Örnegin sadece C. Eyiceoglu'na
verilir ya da okutulurdu. Ama V. Bilget solcu bir amiral olmasi nedeniyle bazen
bu amiral, amiraller toplantisina çagirilmazdi ya da ilk konusmalar bittikten
sonra çagirilirdi. Orada D. Avcioglu'nun temaslariyla ilgili MÎT raporlari
okunuyordu.
Ama ayni konu Genel Kurmay
Baskani'na (Orgeneral Memduh Tagmaç) degisik bir biçimde, feci bilgilerle
aktarildi. Bazen de çok yalan bilgiler köske iletildi.
Yani 12 Mart MIT'I, F.
Dogu'nun MÎT'i bir ihanet MiT'idir. Basbakan olmasina ragmen Süleyman Demirel'i
bir askeri harekatin varligindan haberdar etmemek için elinden geleni
yapmistir. Bu arada da bir askeri harekatin basarili olmasi için Genel Kurmay'a
ya da Cumhurbaskanligi'na ve kuvvet komutanliklarina ayri an raporlar
vermistir. (SG: Yazik, biz de, solun büyük kesimi, F. Dogu'nun kime taahhüt
ettiyse, darbesinin taseronu olmusuz!).
ISMAIL CEM, IHSAN SABRI ÇAGLAYANGIL VE CÎA
- îsmail Cem'in yazdigi 12 Mart
kitabinda îhsan Sabri Çaglayangil'in bazi açiklamalari var. "ABD,
Türkiye'nin bütün içislerini bilir. Benim de altimi oymustur" der.
ABD'nin 12 Mart taki rolü neydi?
- ABD hem asker, hem sivil tüm gruplari önce dikkatle
izledi. N. Esin- Kabibay grubuna yakin Coskun Bölükbasioglu adli bir isadami
vardi. C. Bölükbasioglu'nun Ankara, Hülya Restoran'in arkasinda bir sark
dairesi vardi. Bir toplanti yapilacagini ögrenince burasinin anahtarini Altan
Öymen'e vermis. O toplantida D. Avcioglu, V. Bilget, C. R. Eyüboglu,, ben, bazi
havacilar var.
Ben çok deneyimli oldugum
için yolun bir paraleline geçtim. ABD Büyükelçiligi mali görünen ClA'nin (ABD
Merkezi Haber Alma Örgütü) beyaz, station wagon bir arabasi var. Bir
kilometrelik alandaki bütün konusmalari bu arabadan gayet net alabiliyorlar.
Ben içeri girdim. Disarda CIA arabasinin oldugunu söylesem is daha kötü olacak.
Hiçbir sey yokmus gibi davrandim. Ama 15-20 dakika sonra kapinin zili 3 kere
çaldi. Herkesin beti benzi atti. Ben "Çikalim" dedim, çiktik. Belli
ki MIT, CIA'ya karsi bizi uyarmisti. Çünkü MÎT'in içinde bize yakin kisiler
vardi.
A. ERÇIKAN, C. EYICEOGLU,
M. BATUR, F. GÜRLER
Biraz önce askeri planlar
yaptigimizdan da söz etmistim. Bu konuda iki önemli toplanti oldu. Ilkine
Korgeneral Atif Erçikan'da geldi. Ankara'daki kritik noktalarin ele geçirilmesi
planlarini yapiyoruz. O sirada Genel Kurmay Plan ve Prensipler Dairesi Baskani.
Ben C. Gürkan'i, V.
Bilget'i, Sükrü KÖseoglu'nu, hepsini büyük bir toplantida ikaz etmis,
(Korgeneral A. Erçikan'i isin içine katmayin. CIA ajani gibi bir adamdir.
Oportünisttir, güvenilmez. Bizi ihbar eder. 22 Subat'ta, 21 Mayis'ta ikili
oynamistir. Benim bilgilerime göre babasi da Atatürk'e muhalefetten Gerede
daglarina çikmis bir Atatürk düsmanidir" dedim. Bu sözler C. Gürkan'in
kitabinda da var. Bunun üzerine C. Gürkan, "Biz, ona bilgileri verdik. O bizim
basimiz oldu" dedi.
O toplantida A. Erçikan'in
yaninda her sey konusuldu. Ikinci toplanti, I. Albayrak'in Bahçelievler'deki
evinde oldu. A. Erçikan yine var. Toplanti bittikten sonra I. Albayrak'la Tank
Binbasi Y. Akkiliç, "Bunu nasil yaparsiniz" diye sordular. Sert bir
tartisma geçti. Yani, MiT'in CIA'nin, Sovyet Haber Alma Örgütü'nün yanisira bir
de bizim içimizden, bizleri ihbar edenler vardi,
C. Eyiceoglu, 16 Mart günü
benden bu isten vazgeçmemi isteyip de ben reddedince bana, "Aptal
herifler. Bütün toplantilarinizi biliyoruz. Içinize A. Erçikan'i soktuk.
Toplantilardan sonra bize, Çankaya'ya bütün bilgileri teyple getiriyordu"
dedi.
Olaylar gelisirken Muhsin
Batur ve Faruk Gürler'in bizi oyaladiklari anlasilmaya basladi. Bunun altinda
yatan da ikisinin de bir is yapacak güçte olmadiklarini bilmeleriydi. C.
Gürkan'da o hareketi tek basina götüremeyecegini bildigi için isi A. Erçikan'a
havale etti. A. Erçikan da içimize girince hareketi bitirdi. F. Gürler de
bitti, çünkü Erçikan, Tagmaç'in, köskün ve C. Eyiceoglu'nun casusuydu.
Tepede iki grup vardi.
Birincisi Tagmaç, Sunay ve Eyiceoglu, yüzde yüz emperyalizme bagliydi. Ikinci
grup da M. Batur ve F. Gürler. Onlar biraz daha liberaldiler. Güç dengesi
emperyalizme bagli Amerikancilara geçince Batur ve Gürler ezilmekten korktular.
Ikili oynadilar. Ve sonunda da bizim hareketi çökerttiler.
9 MARTTAN 22 MARTA SIRAT: 10 MART! M. BATUR, E GÜRLER...
-Tarih kaç o zaman?
- Tam çökertme 1971'in Subat basinda oldu. A. Erçikan
yeni Amerika'dan dönmüstü. Iste o zaman is bitti. Biz,"Bu isten
çikalim" dedik. Ama seslendirince karaci, havaci, denizciler, "Sizi
vururuz" dediler. Baktik, çikmakla da, kalmakla da kurtulus yok. Sonucu
bilerek kaldik. (...)
Her neyse biz
çalismalarimizi sürdürdük ve 9 Mart 1971 günü saat 17.00'de isi bitirme karan
aldik. Hersey hazirdi, elimizdeki güçle 10 tane ihtilal yapilabilirdi. 9 Mart
günü 15:30-16:00 civarinda D. Avcioglu'yla, Istatistik Enstitüsü önünde
bulustuk. Bana,'.'Ne düsünüyorsun" diye sorunca, "Mahvolacagiz"
cevabini verdim. "Ben de öyle düsünüyorum" dedi.
Deniz Kuvvetleri'ne geldim.
Hava Kuvvetleri'nde 17:00'de toplanti olacak ve orada alinacak kararla harekat
baslayacak. (...) 17:00'de M. Batur'un odasinda F. Gürler, M. Batur, bizim
gruptan C. Gürkan. (...) toplandilar. F. Gürler, "Bu isi yapacagiz, ama
hele bir yarin olsun. Yüksek Komuta Konseyi'ni toplayayim" dedi. Ama öyle
bir konsey yok.
Ama 10 Mart günü M. Batur
ve F. Gürler hareketi sattilar ve Amerikana cuntaya güç verdiler. Onlarla
beraber oldular, bizi ezdiler, yok ettiler, 12 Mart, 9 Mart'in üstüne gelmis ve
yenmistir.
GÜRLER VE BATUR; SUNAY-TAGMAÇ-DEMIREL'I DENIZE MI ATACAKLARDI!?
- Bir de Kasim 1970'te uygulamaya
konulamayan bir plan oldugunu duymustum...
- Kasim 1970'te, M. Batur'un
"Karar verip uygulayin" dedigi bir hareket var. Gediz deprem evleri
bitmis, bunlarin tapularini, vermek için üç uçakla Cumhurbaskani
(Cevdet Sunay), Genel Kurmay" Baskani (Memduh Tagmaç), Basbakan (Süleyman
Demirel), kuvvet komutanlar ve bakanlar oraya gidecek. Batur, "Bunlari
uçaklardan Marmara'ya atacagiz" diyor!
Bu haberi bana telefonla Kurmay Albay i. Albayrak verdi. M. Batur ve F.
Gürler kendilerini kurtaracak donanimla uçaga binecekler. Öbürleri denizin
dibini boylayacak. Biraz sonra Albayrak telefon etti. "Erol, ihbar
edilmisiz" dedi. Bir havaci kurmay albay, Amerikan büyükelçisine bu konuda
bilgi vermis, meger. Ama bu albayin kimligini, çok ugrasmamiza ragmen tesbit
edemedik. (Nasil edeceksiniz, herhalde hepsi Batur'un yada onunla Gürler'in
baska bir oyalama taktigi. Demek kendilerini size böyle palavralarla kabul
ettirmisler. Batur'un Muhtira'larini unuttuk mu? Az çok, milletçe inanmistik.
SG)
MARTIN
KABIBAY-SOLMAZER IKILISI VE N. ESIN-T. TURHAN'LA: DÖRTLÜSÜ MÜ?
Bu askerleri gruplar içinde
çok ilginç kisiler oldugu söyleniyor. Bunlar kimlerdir?
- Bence en ilginci Orhan
Kabibay'dir. 1960 ihtilalinden sonra Istanbul Sanayi Odasi Baskani Osman Nuri
Köni'nin kiziyla evlendi. Ve Milli Birlik Komitesi içindeki bazi çok gizli
bilgileri, çok yüksek derecede mason olan Köni'nin ISO'ya verdigi kuvvetle
söylenir.
Kabibay; N. Esin, I.
Solmazer, T. Turhan grubu içinde "bas" kabul edilen kisidir. 13 Kasim
Cuntasi'ndan olup yurtdisina gittikten sonra dönünce (Ismet) Inönü'nün
CHP'sinde milletvekilligi (SG: Kontenjandan) yaparak CHP içinde cuntalar
kurmustur. Buna Turhan Feyzioglu'nu, Ekrem Paksüt, Sezai Orkunt'u da katmistir.
Solmazer'i müthis kullanmistir. Fakat Solmazer de en az Kabibay kadar
bilmecedir (Evet Abdi Ipekçi ve Ö. Sami Çosar'in hazirladiklari "Ihtilalin
Içyüzü" adli kitapta da belirtildigi gibi, MBK'ya da kendisini emrivaki
ile aldirmistir! SG). 1973 Haziran'inda bizler Erenköy'deki köske kontrgerilla
tarafindan alinmamiza, Kabibay'in fevkalade bilgilere sahip olmasina ragmen
Kabibay, ifadesi alinmadan saliverilmistir.
DENIZ'LERE, SARP'LARA "MISIR PATLATIR GIBI
BOMBA PATLATTIRANLAR" ONLARIN HANGISINI
YASATIR YA DA KORUR?...
Her isin içinde, her olayin
yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey gelmemistir. Bir gün Kabibay'in
evinde toplandik. Hidayet Ilgar, T. Turhan, Irfan Solmazer ve daha birçok kisi
vardi. Bir aralik î. Solmazer bana, "Erol, sen denizcileri ihmal etmissin"
dedi.
"Kimi ihmal etmisim" diye sordugumda, "Sarp Kuray'i, Deniz
Gezmis'i ihmal etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da, Ankara'da
onlara misir patlatir gibi bomba patlattiriyorum" dedi!
Ben .sasirdim. Yanimizdaki
Talat Turhan'in da yüz ifadesinde çok sasirdigini anladim. "Baska ne
yapiyorsunuz" diye sordum. Yaniti su oldu: "Deniz Gezmis'i, Sarp
Kuray'i filan oturtuyorum. Demokratik bir tartismayla eylem karan aliyoruz.
Amerikan Büyükelçiligi'nin ön kapisinin kursunla taranmasina demokratik olarak
karar veriyoruz. Bu demokratik tartismada ben lider oluyorum, emri ben
veriyorum. "Deniz Gezmis, ABD Büyükelçiligi'ni tara ve yok ol"
diyorum. Sarp Kuray'a, "Git surayi bombala" emrini veriyorum".
BU ISLERDEN KABÎBAY'ÎN MUTLAK BILGISI
VARDI. K. EVREN CUNTASINA DA YARDIMCI
OLDU. D. GEZMIS'I, S. KURAY'I M. ÇAYAN'I, E.
KÜRKÇÜ'YÜ VE HERKESI KULLANDILAR!..
Bu islerden Kabibay'in
mutlak bilgisi vardi. Dolayisiyla Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i, herkesi
kullandilar. Irfan Solmazer, 12 Mart'a 24 saat kala Almanya'da uçuruldu, orada
kaldi, milyarder isadami olarak geri döndü. TIR filolari sahibi oldu, kilma
dokunulmadi. Bugün büyük is adami olarak Mersin'de yasiyor.
Size daha garip birsey
anlatayim. Orhan Kabibay, Kenan Evren, danisma meclisini olusturacagi zaman en
az 30 meclis üyesi adim Kabibay'dan istemistir. Kabibay da bu isi eski CHP
milletvekili Sükrü Koç'a havale etmistir. Kabibay, Koç'un hazirladigi listeyi
Evren'e sunmustur. Yillarca CHP milletvekilligi yapmis olan Sükrü Koç da eski
MÎT'çidir.
Bunlari anlatmaktaki amacim
su: saniyorum artik Türkiye'de böyle hareketler olmayacaktir. Ama sadece
askerler arasinda degil, sivil toplum örgütleri içinde de bu tür hain ve
oportünist kisilerle herkes karsilasabilir.
Bunlar, bir anlamda Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Ertugrul Kürkçü ve
digerlerini kullanmislardir"
IV.
TÜRKIYE'DE SOSYALIZM VE DEVRIMCILIK 22 MARTTA BÜYÜK BIR DARBE YEMISTIR.
YOLA SAGLIKLI OLARAK DEVAM EDEBILMEK IÇIN BU DÖNEM DAHA IYI BILINMELI VE
GEREKEN ÖZELESTIRI YAPILMALIDIR
12 Mart dönemi, üzerinden
30 küsur yil geçtigi halde hala hiç de iyi aydinlatilmis degildir. Yineliyoruz:
bu dönem sanildigi gibi aydinlanmis degildir. Hala o dönemin geregince
aydinlanmasini istemeyenler var. Bunlar hem de çokça degerli arkadaslarimizin
arasinda bulunuyorlar. Çoklarinin degerli hizmetleri de var. Ama kimse yanilmis
olmaktan, cinden seytandan korkar gibi korkmamali, geçmis kimi yanilgilari
gençligimize dogrular diye sunma-mali, aksine elden geldigince herkes yanlisini
kabul ettiginin de yigitligini, gösterebilmelidir. Kendi payimiza biz bunu
gerektigince yapmaya çalismaktayiz. Yapmaya her zaman için haziriz.
Bu serinin 1. yazisi olarak
daha önce DEV-GÜÇ'ü anlattik. Eksigimiz olabilir, tamamlanmalidir. Ama karanlik
olan konularda halen hayatta olanlar içinde hem de adlarim vererek soru
yönelttiklerimizin hiçbiri tek sözcük söylemediler. Bu tutum ya son derece kötü
örnek olmaktir ya da hem ortada çalimla dolasip gezmek hem de "Ben
yokum!" beni görmeyin, beni lütfen kendi yaptigimi sürdürmeme birakin,
demek, en azindan basini kuma gömmektir ki, birinci siktan hiçte daha iyi bir
durum degildir.
Bu yazinin bir "Ön
Arastirma" oldugunu daha bastan belirttik. Burada açikladigimiz ve
biraraya getirdigimiz gerçekler ve görüsler üzerinde kendi basimiza yargilara
yürümekten kaçindigimiz anlasilmis olmalidir. Böyle bir tutum bilimsel
bakimdan, bunca yildan sonra bile olsa, acelecilikten kaçinmak kadar özellikle
sol kamuoyumuzun, büyük ölçüde hala gerçekçi olamayisi ile de ilgilidir.
Ancak görülüyor ki, bu
yöndeki kimi aci deneyimlerimizi ve gözlemlerimizi aktarmada hiç de yalniz
degiliz. Burada, halen tanismis olmadigim Sarp Kuray arkadas ile dostlugundan
mutluluk duydugum Erol Bilbilik arkadasimin az çok kimi farkli yön ve açilardan
da olsa son derece degerli açiklamalarini kendiminkilerle birlikte sundum.
Belli bir konu bakimindan da olsa Sayin Hasan Basri Akgiray'in da toplu
özelestirimize önemli katkida bulundugunu görüyoruz.
Ortaya çikanlar üzerinde
yargida bulunmayi ne kadar geriye biraksak da, bu tutum bile, kimi yeni sorular
sormamiz zorunlulugunu erteleyemez. îlkin, Sarp Kuray arkadasin, 1993 yilinda
Türkiye'ye dönüs kararini uygulamaya giristigi zamana iliskin kuskusuz hakli
nedenlerden ötürü birçok karanlik yönler içeren oldukça kapsamli ve degerli
açiklamasina, bunca yildan sonra olsun gereken açikligi getirmesini istemeye
herhalde hakkimiz vardir. Kendisinin, Erol Bilbilik arkadasimin açiklamalari
karsisinda da en azindan adinin geçtigi yerler bakimindan ve ayrica bu
açiklamanin tümü yönünden söyleyecekleri oldugundan kusku duymuyoruz.
Erol Bey'in açiklamasinda özellikle Deniz'ler, Sarp Kuray, Mahir'ler, hemen
tüm 68'liler bakimindan çok çarpici olan, Milli Birlik Komitesi (MBK)
üyelerinden ve 27 Mayis'in yapildigi 1960 yilinin 13 Kasimi'nda MBK'dan
çikarilan 14'lerden olan Orhan Kabibay'in evinde, kendisi ile ayni durumda olan
Irfan Solmazer'in söyledikleri, herhalde konumuzun can damaridir. Bu sözler
üzerinde ne kadar durulsa azdir.
Bu sözlerin sarfedilisi, orada bulunanlardan Talat Turhan'in bu sözlere
tepkisi bakimindan ayri bir önem tasimaktadir. E. Bilbilik, "Ben sasirdim.
Yanimizdaki Talat Turhan'inda da yüz Ifadesinden çok sasirdigini anladim"
diyor! Simdi düsünüyoruz: Bu konusma karsisinda hiç degilse "yüz
ifadesi" ile herhalde oradaki herkese ve bu yazi ile söz alip taniklik
eden Erol Bey'e, kendisinin de "sasirdigini" "anlatan" ve
hemen tüm devrimci kesimde de rahmetli Dündar Seyhan'in çok önceden çizdigi, "essiz
insan, vb." portresi ile taninan Talat Bey, bu tarihten sonra Solmazer'e
karsi acaba nasil bir tavir takinmistir? Kendi payima, 12 Mart öncesinden, 2000
yili 27 Mayis'ina kadar Talat Bey ile belli bir dostlugu sürdürmüs olarak,
1996'da yayinlanan bu yazidan, Solmazer'in bu konusmasini ögrendikten sonra,
kendisi ile dostluklarini bildigim Talat Bey bakimindan tedirgin oldugumu
söylemem herhalde dogaldir.
Çünkü kendisinin her yaz
Güney'e gidip bu iki eski arkadasina konuk oldugunu yine kendisinin, çok kisa
deginmelerle de olsa açiklamalarindan biliyordum. Ama bu yazidan sonra, bu
durumun devam edip etmedigini, dogrusu, en azindan kendi açimdan, merak
ediyordum. Ama sanki bir suç isleyecekmis gibi, konuyu açip soramiyordum.
Nihayet, 1998 yili basinda, degerli 22 Subatçi Selçuk Atakan'i topraga
verdigimiz gün, rahmetlinin damadi. Av. Çelik (Ahmet Çelik) Bey'in arabasinda
üç kisi bir arada yolda oldugumuz sirada kendisine, bu açiklama karsisinda hem
Solmazer, hem de Kabibay için ne düsündügünü sordum.
Talat Bey, tek cümleyle, "Cevaplayamadiklarina göre altinda
kaldilar" demisti ve benim de "ayni kanidayim" dememden sonra
konu hemen degismisti. Ama yukarda-ki küçük analizden bile, konunun bu kadarla
kapanamayacagi görülmektedir. Ben yayin olanagim olmadikça bu gibi konulari,
kiyida kösede dedikodu yapar durumda kalmamak tutumumla, daima ele almaktan
bile kaçinmam. Ama simdi Nezih Gençler'in genel yayin yönetmeni oldugu Kuvayi
Milliye Dergisi ve genç kadrosunun yardimlariyla kamuoyuna da, internete de
ulasabiliyor ve bu olanaga dayanarak soruyorum:
- Solmazer'in bu sözleri üzerine, orada
ve sonradan Sayin Talat Turhan'in tutumu ne olmustur? Daha önemlisi, bunca
yayini olan bir insan olarak, bu konuda herhangi bir açiklama yapmis midir?
Simdi de, bu yazimiz üzerine, gerek 1. bölümde belirttigimiz konularda, gerekse
Sayin E. Bilbilik'in aktardigi konuda açiklama yapmasini beklemekteyiz.
ÖZET
Açiklamalarimiza göre diger
baslica sorularimiz da bir kez daha özetlemek istiyoruz. Ancak, önce su
belirtmeyi yapalim.
"Deniz'lere, tüm 68'liler
kusagina ve ülkeye kiyan" asil evrensel sistem bilinmektedir. Onun,
emperyalizm ve isbirlikçileri oldugunu, açiklamalarindan alintilar yaptigimiz
Sarp Kuray da, Erol Bilbilik de, arastirmamizda Önemli bir yer tutan Talat
Turhan da eserlerinde belirtmektedirler.
Burada konumuz, bu zaten bilinen ve oldukça islenen kesim degil, 12 Mart
Cöngeli ortaminin bugün de varligini sürdürmesinde baslica yani olusturanlarin,
oldukça gecikmis olarak ve hemen hemen ilk kez açik seçik saptanmasi, bu saptamaya
bir giristir. Kisaca, burada konu; Sosyalistleriyle, Kemalistleriyle bir
"Güçbirligi"nin; daha çok Sosyalistlere en yakin duran Kemalist'ler
bakimindan özelestirisidir.
Örnek vermek gerekirse,
bizim burada yaptigimizin bir benzerini, çok daha öncesinden, Kemalist'lerden,
Örnegin Talat Turhan'da, General Celil Gürkan'da; Muhsin Batur'a, Faruk
Gürler'e karsi sadece kendi aralarinda olmak üzere, kamuoyu önünde
yapmislardir. Simdi özetimize geçiyoruz.
1. Talat Turhan,
belirttigimiz gibi imza kampanyasina destek saglamak için, 14'ler'den Numan
Esin'in Avrupa'da çaba gösterecegini söylemis, rahmetli Onat Kutlar ise, böyle
bir çabanin gösterilmedigini belirtmistir. Bu konuyu açiklarken, Sayin Esin'in
konuya bir açiklik getirebilecegini de ummaktayiz.
2. Yazar Turhan
Feyizoglu'nun da öncelikle Deniz'in Devrimci yada isyanci oldugu konusuna
açiklik getirmesini bekliyoruz. Kuskusuz, Sayin Feyizoglu'nun degindigimiz
diger noktalara da açiklik getirmesini bekliyoruz...
3. Talat Turhan'la Osman
Deniz'in, 12 Mart taki tutuklanmalarinda hapisteyken aralarinin açildigini
Talat Turhan'dan ve kendileri ile tutuklanan daha baskalarindan epey isittik.
Ama isin aslinin ne oldugunu pek anlayamadik. Sayin Turhan, 1986 yilinda
yayinlanan "Bomba Davasi Savunma" adli eserinin 2. kitabinda, 237.
sayfada,"Kontr Gerilla, Askeri Savcilik ifadelerini, tutuklama
Mahkemesi ve Sorgusunda dogrulayan tek kisi Osman Deniz' dir" diyerek
bir dipnot koymakta, ancak dipnotta da,"Bu kisinin ifadeleri ve sorgusu
savunmanin 3-5 klasörlerinde ayrintilariyla elestirilmistir" demekle
yetinmektedir.
2001 yilinda yayinlanan "27 Mayis 1960'tan 28 Subat 1997'ye..."
adli kitabina ise, "22 Subat (Em. Kur. Yb. Osman Deniz, Em. Kur. Yb. Talat
Turhan)" baslikli, 24 Subat 1969'da Aksam gazetesinde yayinlanmis bir
yaziyi hiçbir açiklama yapmaksizin almaktadir.40 Bu konunun açiklanmasinin da
velut yazar Talat Turhan ve sonra da "elestirilen" Osman Deniz'in
görevleri oldugunu düsünüyoruz.
4. Talat Turhan,
yazdiklarimizdan, H.B. Akgiray'in evindeki toplantiya katildigini, umariz ki
artik -bu yardimlarimizla- animsamaktadir. Eger öyleyse, görüs ve konuya
katkisini; bellegi hala yardim etmiyorsa; bunu açiklamasini beklemekteyiz.
5. Benim de eski avukatim
olan Nizamettin Ütündag arkadasim, herhalde güdük bir doyum olarak kalan ikinci
imza kampanyasi ve ona yazdigi söylenen metin üzerine acaba ne demektedir?
Kendisinin ve diger ilgililerin açiklamasini ben ve Kuvayi Milliye bekliyoruz.
6. Av. Halit Çelenk, Kuvayi
Milliye'nin 4/2000 (Temmuz-Agustos) 23. sayisinda Av. Muvaffak Serefin de
anisina saygi ile Deniz'ler davasi ile ilgili olarak sordugumuz soruya, bunca
zamandan sonra olsun yanit vermeyecekmidir? (Önemli bir açiklama: Bazi dostlar,
benim de saydigim Halit Agabey'i sikistirmamami söyleyip duruyorlar. Ben
onlara, darilmasinlar ama, bizim yaptigimiz salt"kendimizi ve halki
aldatmak midir?" demek istiyorum. Artik bir seyler yapabilecegimizden hiç
mi ümidimiz kalmamistir da, olaylari gerçekleri, -ve ne hakla- hatir gönüle
kurban etmeyi yegleyelim? Bir konuda dogru yapilmissa, bunu neden konusmayalim?
Yanlis yapilmissa, bundan neden ders almayalim ve özellikle gençlik neden
dersalmasin? Bunlari görüsmeye yüregimiz yetmiyor mu? 12Marf ta bir savas
verilis ve kaybedilmistir. Bu savasin neden kaybedildigini, yigitçe
arastirabilmeliyiz ve gelecek kusaklara elden geldigince iyi anlatmaliyiz. Bu
hepimizin boynunun borcudur. Ne dersiniz, yaniliyor muyum, yada ben bu kadar
aykiri bir Dinozor muyum?..
7. Sayin Abdullah Yilmaz,
Denizler’in, asilarak susturulduklari gibi son derece önemli bir sav (iddia)
ileri sürmektedir. Bu sav, S.Kuray ve E. Bilbilik'in açiklamalari ile daha da
güçlenmektedir. O. Kabibay, I. Solmazer, N. Esin ve T. Turhan grubu, ilk yanit
vermesi gerekenlerdendir saniyorum. Gruptan, derece derece ayrilan N. Esin ve
T. Turhan'in daha önce yanit verebileceklerini umuyoruz.
8. T. Turhan, Sayin H. B.
Akgiray’in polis oldugu konusundaki suçlamasini geri aldigini açiklamasinin
kendisi için bir görev oldugunu hala düsünmekte midir? Erdemine erdem katacak
bu davranis, kendisi için oldugu gibi, herhalde tüm ilerici kanat için de çok
yararli olacaktir.
9. Sayin H.B.
Akgiray'in, evindeki toplanti üzerine animsadiklarimiza katacagi ya da ondan
çikaracagi yanlar var midir?
10. Sayin N. Esin, Dr. H.
Kivilcimlinin TBMM ziyaretini simdi biraz daha iyi animsayabilmekte midir?
11. Yine Sayin Esin, S.
Kuray'in; Solmazer, Kabibay ve kendisi ile ilgili açiklamalari için ne
demektedir?
12. I. Solmazer, E.
Bilbilik'in kendisiyle ilgili açiklamalarina hala doyurucu bir yanit vermeyecek
midir acaba?
13. Yazar Hasan Cemal,
Milletvekili Uluç Gürkan, S. Kuray’in kendileri ile ilgili açiklamalarina bir
yanit vermis midirler, bilmiyoruz?..
14. Sayin Altan Öymen, 12
Mart'in "içinde midir, disinda mi" acaba?..
15. O. Kabibay, 1.
Solmazer, N. Esin ve T. Turhan, 4'lügruplan konusuna açiklik getirmek
istemezler mi? Bu konuyu ayri ayri, topluca ya da biri olsun aydinlatirsa
seviniriz.
16. Irfan Solmazer; Erol
Bilbilik'in açiklamasina göre,Deniz'leri kullandigim itiraf etmis görünüyor. Bu
konuyu nasil açiklamaktadir?
17. "68'liler
Vakfi"nin bize göre en basta gelen görevi,12 Mart i iyi anlamak,
aydinlatmak ve tüm toplumu,gençligi ve gelecegi ilgilendiren bazi sonuçlara
vararak bunu kamuoyuna açiklamak olmalidir. Buradaki "Ön
arastirma"mizin kendilerini çok ilgilendirecegini, hatta onu her seyden
önce kimsenin karsi çikamayacagi bilgiler haline getirmek için çalisacaklarini
umuyor, bunu kendi lerinden saygilarimizla bekliyoruz.
18. Son olarak su noktayi
belirtmek istiyoruz: Sayin Talat Turhan, "Bomba Davasi Savunma" adli
kitabinin gördügümüz birinci ve ikinci ciltlerinin bir yanina; Gürler
Batur-Kayacan, bir yanina da; Sunay-Tagmaç-Türün adlarini yaziyor. Birinci
ciltte orta yere de kendi resmini koyu-
yor. Bu kompozisyon, konuyu salt kendisi bakimindan anlattiginda kuskusuz
uygun olabilir. Ama olay, bütünü içinde ve daha eksiksiz bir yargiya varmak
üzere incelenecek olursa, kendi resminin yerine ya da üçerli her iki grup adin
soluna; Gezmis-Aslan-Inan adlarinin yazilmasi gerekmez mi ve bu tablo en
azindan konunun daha gerçekçi olarak kavranmasini saglamaz mi?..
Adi anilan-anilmayan tüm ilgililerden yanit bekledigimiz gibi, tüm halkimiz
ve gençligimizin bu yakici konudaki bilgisine küçük bir katkida bulanabilmissek
ve konuya gerçek bir ilginin dogdugunu görebilirsek mutlu olacagimizi belirtmek
isteriz.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
“DENIZ’LERE, SARP'LARA "MISIR PATLATIR GIBI BOMBA PATLATTIRANLAR"
ONLARIN HANGISINI YASATIR YA DA KORUR ?
Her isin içinde, her olayin yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey
gelmemistir. Bir gün Kabibay'in evinde toplandik. Hidayet Ilgar, T. Turhan,
Irfan Solmazer ve daha birçok kisi vardi. Bir aralik I. Solmazer bana, 'Erol,
sen denizcileri ihmal etmissin' dedi
'Kimi ihmal etmisim' diye sordugumda, 'Sarp Kuray'i, Deniz Gezmis'i ihmal
etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da, Ankara'da onlara misir
patlatir gibi bomba patlattiriyorum' dedi!
Ben sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'in da yüz ifadesinden çok
sasirdigini anladim. Baska ne yapiyorsunuz diye sordum. Yaniti su oldu: 'Deniz
Gezmisi, Sarp Kurayi filan oturtuyorum. Demokratik bir tartismayla eylem karari
aliyoruz. Amerikan Büyükelçiliginin ön kapisinin kursunla taranmasina
demokratik olarak karar veriyoruz. Bu demokratik tartismada ben lider oluyorum,
emri ben veriyorum.' Deniz Gezmis, ABD Büyükelçiligini tara ve yok ol' diyorum.
Sarp Kuraya, Git surayi bombala' emrini veriyorum. “
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
DIPNOTLAR
1. M. Fahri, Amerikan Harp Doktrinleri, Yön. Yan. sf.298
2. U. Mumcu, Papa, M. Agca, sf.234-235, Ankara, 19%
3. Hulusi Turgut, Sahinlerin Dansi, ABC Yayinlan.
4. James, Spain, My Memories in Ambassadurs in Ankara, Rand Çarp, 1984,
Washington
5. Tempo, Subat 1989
6. 1. Akdere, Z. Karadeniz, s. 293
7. PDA Dergisi, Ocak 1970
8. FKFDevGençTarihi,s.l58.
9. FKF Dev Genç Tarihi, s. 160.
10. T.U.K.P. Dosyasi, s.103-121.
11. Aydinlik Dergisi'nin Devrimci Harekefe Yönelttigi iftiralara Cevaplar,
s.29-30.
12. Halk Düsmanlarini Taniyalim, s.105.
13. Mahir Cayan, Teorik Yazilar, s. 210-215.
14. Akit Gazetesi, 17 Mart 1998.
15. Zaman Gazetesi, 2 Nisan 1988.
16. Emek, 28 Mart 1998.
17. Mehmet Eymür, Analiz, s. 130.
18. TBMM, Tutanak Müdürlügü, Birlesim: Susurluk, 2 Haziran 1997.
19. Gündem, 13 Ekim 1991.
20. Nokta Dergisi, 10 Kasim 1991.
21. Yeni Yüzyil Gazetesi, 24 Temmuz
1997.
22. TBMM, Tutanak Müdürlügü, Birlesim: Susurluk, 26 Aralik 19%.
23. 2000'e Dogru'nun Yayinlan ve Gerçekler, s. 31.
24. Aydinlik, 16 Temmuz 1999.
25. Aydinlik, 6 Agustos 1994.
26. Öncü, 21 Temmuz 1997.
27. 2000'e Dogru Dergisi, 26 Mayis 1991.
28. Faik Bulut, Filistin Rüyasi, Öteki Yayinlan, s. 74.
29. a.g.e., s. 82.
30. a.g.e., s. 96.
31. Yeni Yüzyil Gazetesi, 3 Mart 1991, s. 8.
32. Gülay Firat, Hürriyet Gazetesi.
33. Emin Çölasan, Hürriyet Gazetesi.
34. Cumhuriyet Gazetesi, 2 Agustos 2000.
35. Atilla Ilhan, Batinin Deli Gömlegi, s. 300.
36. Atilla Ilhan, 21 Agustos 1977.
37. Mine G. Saulnier, Sarp Kuray Anlatiyor, Milliyet, 29-30 Kasim/1-2
Aralik 1993.
38. Erot BilbilIk, Leyla Tavsanoglu ile Söylesi, Cumhuriyet Gazetesi, 10
Mart 1996.
39. Talat Turhan, Bomba Davasi Savunma 2, Iskence, Istanbul, 1986.
40. Talat Turhan, 27 Mayisl960'tan 28 Subat 1997'ye... Devrimci Bir Kurmay
Subayin Etkinlikleri, 1. Kitap, Sorun Yay., 2. bsk. 2001, Istanbul.
KAYNAKÇA
1. Iktidar ve Sol, Reha Çamuroglu, Yann, Haziran 2002, s. 5.
2. ABD'den Saklimiz Gizlimiz mi Var? Milli Istihbarati Millilestirmek
Gerekiyor mu? Gerçek Hayat Dergisi.
3. Ergenekon, Analiz, Yeniden Yapilanma Projesi, Mehmet Eymur www. atin.org.
4. Tahkikat Hakimi Kazim Alöç "Ifsa ediyorum! Beni Vali Bey Tahliye
Etti", Yeni Gazete, 15.05.67, Sayi:867
5. Gerçeklerin Bir Gün Ortaya Çikmak Gibi, Kötü Huyu Vardir, Yeni Gazete;
13 Mayis 1967, sayi:865
6. Devletlu Sol'da Vedat,Nedim Tör, Nazim Hikmet in Siirinde Gizli Tarih,
Emin Karaca, Çinar yayinlan, 1992
7. Sefik Hüsnü Degmer ve Hikmet Kivilcimli, Çetin Savas, I. Bilen, Konuk
Yay., Kasim 1975, sf. 25-31
8. Eski Tüfek Sosyalistlerin Derin Muhabbetlerdeki Adi: Zeki Bastimar, Eski
Tüfek Sosyalistler, Bir Kusagin Son Temsilcileri, Atilla Akar, 1989, Iletisim
Yay.
9. Mutlulugun Resmini Yapamazdi AbidIn, Çünkü "Devletin"ve
"Ingiltere'nin" Yakin Dostuydu, Kalasnikof a Güzelleme,Emin Karaca
10. Aziz Nesin'e ilginç Devlet Destegi, Yalçin Küçük, "Kurtulus Yazisi"
11. Üç Sosyalistin 27 Mayis Kritigi,
Yann, 5.12.2002 Abdullah Muratoglu
12. Sato'da Beyni Yikanan Türkler Kimler? CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol
Operasyonlari, Ömer Özkaya, s. 411-414.
13. Celil Gürkan Ekibi Içinde Yer Alan Emekli Deniz Binbasi Erol Bilbilik
"12 Mart Muhtirasi"ni Degerlendirdigi Röportajin Içeriginde
"Derin Devlet" Okumasi, Cumhuriyet 10 Mart 19%.
14. Mahir Bir Kaynak, Ugur Mumcu, Büyüklerimiz, sf. 141-147, Tekin
Yayinlan, 28. Basim, 19%
15. Ben Bir Ajandim, Mahir Kaynak Açikliyor,
5 Yeni Safak, 21 Ocak 2001.
16. Mit'çi Artist Yilmaz Mi?,
24.01.2001, Milliyet
17. Muzaffer Köklü Ne Oldu? Hikmet Çetinkaya, Sanali Yillar,Tekin Yayinlan,
1986.
18. Mehmet Eymür, www.atin.org.
19. Hapishanedeki Yardimcilar, Su 68 Kusagi, Yüksel Bastunç
20. DHKPC'yi Bir Dis Istihbarat Bilimi Bilgilendiriyor, Zaman Gazetesi,
Aydogan Vatandas, 26 Temmuz 2001.
21. Sisli'deki Canli Bomba MÎT Elemani Çikti, Aydinlik, 7 Ocak 2001 Sayi:
4/713
22. Provokatif Bir Örgüt, THKP/C Üçüncü Yol, Yalçin Küçük, Türkiye Üzerine
Tezler, Üçüncü Cilt s. 402-403, Tekin Yayinlan.
23. Ferhat Baris, Zaman Gazetesi, 4 Temmuz 1999.
24. Inönü-MÎT Iliskisini Fehmi Isiklar Sagliyordu, 27 Agustos'ta Elçin'in
Bürosu'nda, A. özal Temkinli Olmamizi Istedi, Isiklar Vuralhan'la Sik Sik
Görüsürdü, Istanbul Dedeman Oteli'nde, 2000'e Dogru, 13.10.1991,
25. Gerillaciliktan MITe, MIT'ten Pentagon'a Suçlamalarinda Bir Portre:
Cengiz Çandar..., Derin Devlet Mirasini Solda Adreslemek, Yüzyil Der., Sayi:4,
Yil 2/3 Mrt 1991, s.8
26. Tessa Hoffman'in Iliskisi Oral Çalislar-Taner Akçam, 2000'e Dogru
27. IP'den ÖDP'ye Saldin; Uras MIT Ajani, Ufuk Uras Mit Ajanidir, Aydinlik
24.11.19%, Sayi:492, sf. 19
28. Milli Istihbarat Teskilati Raporcusu Irfan Tastemur ve ÖDP, Gladionun
Sol Ayagi; Prokovatif Sol-Aslan Kiliç Teori Temmuz 1997, s. 90- s.29-31, irfan
Tas Tastemur-Aydinlik, 8 Aralik 19%, s.492. Ayip Denen Bir Sey Var. Ekspres 6
Agustos.
29. Bedii Faik'ten, Atilla ilhan'a Büyük Suçlama: "Komünistlerin
Dosyasini Polise Satti", Haber Türk Com., 17 Mayis 2001.
30. Atilla Ilhan'a ve Seyfullah Isik Evladima Dair, 27 Mayis 2001, Zaman
Gazetesi.
31. Medyanin Sol Uzuvlari Liberallesirken, Omurgayi Çakmak, AH Mert,
Gelenek Yay., sf. 153-159
32. Cumhuriyetin Zirvesinde Ingiliz Istihbarat Faaliyeti, Dönekler Kulübü
Cumhuriyetin Zirvesinde ingiliz istihbarat Faaliyeti, 2000'e Dogru, 13.10.1991
33. MIT-Basin-MIT Baskisi Kedi Pisligini Örter Mi?, Y. Küçük, Kurtulus
Yazisi, sf. 104-108
34. MiT'le Çalisti, Vakit Gzt, 11.11.2002
35. Dokuzuncu Fitik: Bas Bas Paralan Çapan'a, Omurgayi Çakmak, Ali Mert,
Gelenek Yay., s. 190-192
36. Derin Devlet Paradoksu ve özgürük, Derin Devlet ve Muhalefet Gelenegi,
I. Baski Bengisu Yay. ist. 1996
37.12 Mart Cöngeli ve Kuzu Pöstekili Kurtlar... Cöngel Yolunda "Bassiz
Deve"lerden (Truva Ati) Dev-Güç, Kuvayi Milliye, yil:5, sayi:29, Temmuz,
Agustos 2001
38. Kuvayi Milliye, Sayi:37, Kasim-Aralik 2002, s. 48-68.