DERIN DEVLETIN SOLCULARI   - 2-

DERIN DEVLETIN SOLCULARI - 2-

Fevzi BOZKURT
Biyografi


AGUSTOSTA ELÇININ BÜROSUNDA
Serafettin Elçi, bilginin Ahmet Türk tarafindan dogrulanmasi üzerine "Nasil oluyor da MiT'le iliskili oldugunu ortaya attiginiz bir kisiyi, düzene karsi mücadele vermek iddiasinda olan bir partinin basina getirmeye çalisiyorsunuz?" diyor. Ahmet Türk, su yaniti veriyor. "Gelse de etkisiz olur.
Elçi, bu konuyu Ahmet Türk'le bir kez daha   tartisiyor. 27 Agustos'ta Elçi'nin Ankara'daki bürosunda Türk, Elçi'ye bir teklifte bulunuyor. Seçime katilamiyoruz. SHP'yle ittifak yapamayiz. Refah'la iliskimizi saglayabilir misiniz? Elçi, yeniden MÎT konusunu gündeme getiriyor. "Fehmi Isiklar'in MIT'le iliskili oldugunu ortaya attiniz. Bu söyledikleriniz dogru muydu" sorusunu soruyor ve Türk'ten ikinci kez: "Evet dogruydu" yanitini aliyor. Bunun üzerine "Devlet, bu iki gücün bir araya gelmesini istemez. Senin anlatimina göre, Fehmi devletin mutemed adamiysa, böyle bir ittifaki sabote etmek için bütün imkanini, gücünü kullanacaktir" diyor. Türk'ün buna yaniti ise, "Biz parti meclisinde çogunluktayiz. Fehmi bunu engelleyemez" oluyor.
        Ayni   gün, yani 27 Agustos'ta HEP MYK'si toplandi. Seçimle ilgili görüsmeleri sürdürmek için, bes kisilik bir komisyon kuruldu. Komisyonda Fehmi Isiklar, Ahmet Türk, Adnan Ekmen, Feridun Yazar ve Sirri Sakik yer aliyorlar. Serafettin Elçi, Isiklar'in da komisyon üyelerinin bürosuna geldigini, kendilerinin parti tarafindan görevlendirildiklerini, RP ile ittifak kurmak istediklerini ve araci olmasini istediklerini söylüyor. Elçi söyle devam ediyor: "Fehmi ile ilgili düsüncelerimi komisyon üyelerine de dile getirdim. 'Engel olur' dedim. Ancak israr ettiler. Bunun üzerine RP ile iliskilerini saglamaya çalistim. Refah'la temasa geçtiler. Ancak ertesi gün, parti meclisi toplanarak, benimle ilgili görüsmeleri sürdürmek için, tek yetkili olarak Fehmi Isiklari seçti. Bundan sonra Refah'la yapilan görüsmeler sonuçsuz kaldi. SHP'yle ittifak kuruldu."
        Serafettin Elçi, HEP'in "danisikli hareket" karakterinin daha isin basinda belli oldugunu belirtiyor. "HEP güdümlü kuruldu. Devletin kurulu düzenine zarar vermeyecek noktaya kadar faaliyetine Izin verildi" diyor.
        Elçi, "konuyu çok kisi biliyor. Zübeyir Aydar da biliyor. 1 SHP'yle ittifak olunca, yaninda arkadasiyla büroma geldi. * Bana SHP'den adaylik önerdi. Ona'da söyledim, Fehmi ile ilgili söylenenleri. Cevap vermedi, basini önüne egdi" di* yor. Zübeyir Aydar da, SHP'nin Siirt'ten milletvekili adayi.
IKI BOMBACI DA AYNI BÖLGEDEN
        2000'e Dogru, konuyu Mehmet Ali Eren'e de sordu. Eren sunlari anlatti: "HEP'in kurulus çalismalari sirasinda Serafettin Elçi'ye gitmistik. O toplantida, bu gündeme geldi. Isiklar'in genel baskanligi söz konusu degildi o dönemde, Gürkan adaydi. O toplantida Ahmet Türk, Fehmi Isiklar gündeme geldiginde, Fikri Saglar'in MÎT'le Erdal Bey'in iliskilerini Fehmi Isiklar'in sagladigini kendisine söyledigini, bizzat söylemistir. Herkesin bu konuda temkinli olmasini da istemistir Ahmet Türk."
        2000'e Dogru: Aydin Güven Gürkan'in HEP'e genel baskanlik girisiminin, MIT tarafindan engellendigi de 'saptandi. MIT, Gürkan'a baski yapti. Ve Gürkan, bir gecede genel baskanlik girisiminden vazgeçirildi. Simdi anlasiliyor ki, Isiklar'in yolu açiliyordu.
ISIKLAR, VURALHAN'LA SIK SIK GÖRÜSÜRDÜ
        Mehmet Ali Eren, "Ben, Fehmi Isiklar'in baskanligi ne zaman ki gündeme geldi, karsi çiktim" diyor. Ahmet Türk'ün ise, sahip oldugu bilgiye ragmen "Isiklar'in baskan adayi oldugu toplantida, Isiklar'la Abdullah Bastürk'ün arasina oturarak, Isiklar'dan yana tavir aldigini söylüyor. Eren, Fehmi Isiklar'in HEP Genel Baskani olduktan sonra "sik sik eski savunma bakani Ercan Vuralhan'Ia görüstügünü" de belirtiyor. Bunu etrafindaki kisilere de söylüyor. Eren, Isiklar'in 17 Temmuz 1990'da yapilan Istanbul- Diyarbakir yürüyüsü öncesinde Ercan Vuralhan'i aradigini ve yürüyüs için kendilerine yardimci olmasini istedigini açikliyor. Isiklar, bu yürüyüs için, Vuralhan araciligi ile Içisleri Bakani ile de görüsüyor. Eren, "Fehmi isiklar, riskli hiç bir ise girmez" diyor. Mehmet Ali Eren, Ahmet Türk'ün Diyarbakir olaylarindan sonra kendisine sunlari söyledigini de belirtiyor: "Mehmet Ali, bu adamla ilgili kanilarim giderek pekisiyor. Otobüsün içine bomba atildiginda, biz neredeyse boguluyorduk. Ama hemen ön kapi açildi ve Fehmi Isiklar'i özel tim disari aldi."
        Serafettin Elçi ve Mehmet Ali Eren'in anlattiklarini, Tank Ziya Ekinci de dogruluyor. Ekinci sunlari anlatiyor: "HEP'in kurulus dönemi sirasinda Mehmet Ali Eren, Ibrahim Aksoy, Ahmet Zeki Okçuoglu, Ahmet Türk ve birkaç arkadas oturmus, partiye bir genel baskan ariyoruz. Fehmi Isiklar'in adi geçti. Fehmi hakkinda Ahmet Türk endiselerini beyan etti. Fikri Saglar'la görüstügünü, Saglar'in Inönü'den naklen, böyle bir endise tasidigini belirtmis. Inönü, Saglar'a "haberin olsun" diye bir konusma yapmis."
ISTANBUL DEDEMAN OTELINDE
  
        Ahmet Zeki Okçuoglu da Ahmet Türk, Serafettin Elçi, Mehmet Ali Eren, Ümit Firat, Zübeyir Aydar'in bulundugu bir mekanda, Ahmet Türk'e soruyor. "Sizin söylediginiz bir sey var. Fehmi Isiklar'in, MiT'le SHP arasindaki irtibati kurdugu yolunda..." Okçuoglu, Türk'ün yanitinin "Dogru. Ne önemi var bunun? Normal seylerdir" oldugunu belirti-yor. Bu görüsme Irak'ta soykirimin yasandigi günlerde, Istanbul Dedeman Oteli'nde gerçeklesiyor. Okçuoglu, 2000'e Dogru'nun sorusu üzerine, ayni konunun Tarik Ziya Ekinci'nin de bulundugu bir baska görüsmede de tekrarladigini vurguluyor.
        2000'e Dogru, Ahmet Türk'ü de Mardin'deki ikametgahi Kasr-i Kanco'dan aradi. Ancak görüsme imkani bulunamadi. Muhabirlerimiz, Fehmi Isiklar ve Fikri Saglar'a da -seçim dönemi nedeniyle- ulasamadilar.
"GERILLACILIKTAN MIT'E, MIT'TEN
PENTAGON'A" SUÇLAMALARINDA BIR PORTRECI
CENGIZ ÇANDAR...          ;
DERIN DEVLET MIRASINI SOLDA ADRESLEMESI
  
        Aydinlik basin-yayinin çiraklik okulunda okuyup d* sonra kopusun ya da savrulusun bir yediliginde "iki cami arasinda kalan bi-namaz" muamelesinde, birçok karanlik ,| odagin adami suçlamasina maruz kalan portrenin açilimindaki okumayi temellendirecegimiz kaynak temini tamamen solun kendi alaninin isaretlerinde bir yol ve yolcu j muhabbetidir. "Yolcu mekan tutmaz" esprisinde, belli j ikametgahlarin fotograf karesine yerlestirilen suretin durusu, süphesiz bu günden öte ya da bir baslama noktasinin ilk adimina dairlikle bir anlam muhatapligi içermektedir. Bizce anlama dairlik soyutlamalardan öte bir özne nitelemesindeki sifatlama oldugundan, öykü içerigindeki j kayda degerlikle iliskilenmek zorundadir. Solun öykü okumalarinda rol üstlenmis tüm tiplerin, bu tür bir potansiyel dönüsümüne isaretlenen griftlik, onlarin karsitlik tanimlamasinda barindigina olan inancimizdir. Bir nevi ötekilesen, öteki anlamini ortaya çikaran kompozisyon, bu içerigi adlandirmaktadir. Cevizin kabugunu kirmayan, bütün özün kabukta oldugunu sanir.
        Kavramsal ifadeler, solun bu kabuk muhabbetinde barinan bir gizin açilimini engellemek için örülmüs duvar gibidir. Duvarin öte yaninda asil yüzünü saklayan sol, bu yanda bir çok maskenin altinda "birçok sey" olarak tanimlanmaktadir. "Ancak bîr benzerim öldürebilir ben iyi dîllendirenlerin ifsaatlarinda elbet bir benzerligin okun-masindaki anlamda, bir payda hanesiyle anlam kazanir. Bir oyun gibi vaziyet alan dünlerin nostaljisini bugün gerçekliginde okumak ne adinadir bunu da durusla ifadelendirmek gerekir kanisindayim. Durusun anlamina konu kildigimiz derin devletin iliskilerinde, asli eleman vazifesinde yer alanlar suçlamasinin harmanlanmasinda, bu sefer de Cengiz Çandar ismine yönelik bulgulari aktariyoruz. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitiren, ODTÜ'de Uluslararasi Iliskiler Asistani olarak çalisan simdi gazeteci ve yazar olan Cengiz Çandar, 1971'de eylemlerde boy gösterip tutuklandi. Filistin kamplarinda gerilla egitimi aldi. Bu kampta öldürülen Türkiyeli devrimcileri ihbar etmekle suçlandi. Bu devrimcilerden Bora Gözen, bir çok Aydinlikçinin "çocuklarina ismi konacak kadar degerli" birisi olarak kabul edilmektedir. Dogu Perinçek'in ?oglu da bu ismi tasimaktadir.
        Cengiz Çandar'in Filistin'deki yasamini, Faik Bulut suçlayici bir sekilde "Filistin Rüyasi" isimli kitabinda anlatmaktadir. Cengiz Çandar1 in gerçek yüzü, diye konu ele alinmaktadir. "Ankara'dan tanidigim Cengiz Çandar, Müfit Özdes, Sahin Alpay'in bu örgütte oldugunu biliyordum. Biz El-Fetih kampinda egitim gören Türkiyeli devrimcileriz. Beyrut'a geçmek istiyoruz. Arkadaslarimizdan Cengiz Çandar'in örgütünüzde misafir oldugunu biliyorum, onlarla görüsmek istiyorum, dedim. Cevaben "öyle kimseler yok" dediler. On bes gün sonra, tekrar Demokratik cephe bürosuna ugradim. Buradakiler beni görünce son derece sinirli bir sekilde: Cengiz seni tanimiyor. Hain ya da polis olabilirsin. O, öldürülmen yolunda öneride bulundu. Ancak ben seni kovmakla yetiniyorum. Defol git! Seni kimse görmek istemiyor..."28
        "Filistin'de savastigi" yolundaki propagandayi kisisel hirs ve yükselme, devlet kademelerinde yer kapma ve reklam için kullanan Çandar... Kendini Sam'dan çagirip egitim kamplarina inmeyi Öneren arkadaslar için de haindir, ajandir öldürün fetvasi verirdi... Ayrica Çandarlioglu ailesinin kapikulu oldugu, ugrunda nice sadrazam kellesi verdigi Osmanli Imparatorlugunun yikintilari arasindan
çikan son Türk devletinin basina bela olurlar maazallah... "Israil zindanlarinda yedi yil sürecek ikametim basliyordu. Cengiz Çandar'in demokratik cephe araciligiyla tehdidi, korktugu için gizlenen... kadar sürüklenmemize yol açan ve belki de bu nedenle bunca devrimcinin katledilmesinin vebalini tasiyan Cengiz Çandar.. Hiram Abas'in anlattiklari, Özal'in özel bölmesinde. MIT'çi olmak, Cengiz'e az gelir. Talabani'yle Özal adina görüstü. Asil Nadir için kahramanca dövüstü. Filistin'den Pentagon'a uzanan çizgi. NATO egitimcisi. Cengiz Çan-dar o meshur Sam ziyaretinde Özal'in yaninda. Gazeteci görünüsü adi altinda elbette. "Kidemli gazeteci ve yazar" görünüsünün ardindaki gerçegi aydinlatti. Cengiz o geziye Dis Islerinin tavsiyesiyle özel olarak çagrildi. Baska bir yerin tavsiyesiyle de çagrilmis da olabilir. Çandar, gezi dönüsü Hiram Abas'i övmekten çekinmedi. MIT, artik dis istihbaratla ilgilenecekti. Hiram Abas çok modem bir insandi, bunun için çok rahat iliski kurmuslardi.
TESKÎLATIMIZDANDIR
  
        Yeni Yüzyil muhabiri, eski ANAP'Ii bir bakanla konusuyor, söz "basindaki Özalcilara" geliyor. Basindaki Özalcilar söz konusu olunca Çandar kaçinilmaz olarak konusulacak. Bakaran sözleri aynen söyle: Bir gün bana Hiram Abas, Cengiz için: "Bizim teskilattan" demisti. Ne zaman MiT'le iliskiye geçti bilmiyorum. Ama Filistin'den sonra galiba.
        Soru: Hiram Abas, MiT'in böylesine önemli bir adamindan bir bakana niye söz etsin? Kaldi ki bu konularda "ketum" bir istihbaratçi oldugu biliniyor.
        Yanit: Bunu her hangi bir bakana söyleseydi, soru gerçekten önemli olurdu. Ama söz konusu eski bakan "basbakan adina MiT'le iliskileri sürdürmekle görevli" idiyse manzara degisir. Cengiz'i Özal'a tavsiye etmis baska yer böylece ortaya çikmis oluyor. Sam gezisinde Cengiz Çandar'in, sari basin kartindan baska bir kart daha tasidigi anlasiliyor. Cengiz Çandar, MIT mensubu dogru. Ama, büyük haber mi simdi bu? Artik degil. Cengiz, Çankaya'nin has adami, MiT'in büyük patronuyla al takke, ver külah iliskiler içinde. MIT mensubu olmus olmamis ne fark eder.
ÖZAL'IN MESAJINI GÖTÜREN ADAM: ÇANDAR
         Ertugrul Özkök, 22 Subat tarihli yazisinda sunlari yaziyor: Bize, geçen hafta basinda "yazilmamak" kaydiyla aktarilan bir olay, dün "Türkish Daily News" gazetesinde patliyor...
        Cumhurbaskani Özal ile Irak'taki Kürt hareketinin liderleri arasinda, dolayli bir iliski kurulmus durumda. Gazetenin haberi Londra çikisli. Yani büyük ihtimalle iliski Londra'da kuruluyor. Hemen belirtelim ki bu iliski resmi ya da direkt degil. Resmi hiçbir sifati bulunmayan ama bölgeyi iyi taniyan biri bu iliskiyi sagliyor. Kürt liderleriyle konusan kisi, "Cengiz Çandar"dir. Her ne kadar resmi ya da direk diyemeyenler aslinda bir nevi manipülasyon yapmaktadirlar. Bölgeyi iyi taniyan kisi de-dikleriyle de adreslemeyi yapmaktadirlar. Büyük ihtimalle bu iliskiyi özkök'e anlatan ya Çandar, ya da özal'dir. Simdi bu iliskinin gelisim seyrini Yeni Yüz Yil'dan31 okuyalim. Özal'in mesajini Talabani'ye götüren: Cengiz Çandar.
        Çandar, önce Paris'e gitti. Talabani'nin çevresine "onunla mutlaka görüsmem lazim" dedi, "Özal'in çok önemli bir mesajini getirdim." Bu haber üzerine Talabani Çandar'i buldurtuyor ve görüsme böyle gerçeklesiyor. Talabani cevabini Çandar'la degil Istanbul'daki bir Kürt yazariyla veriyor Özal'a. Cengiz Çandar Talabani'yi bulmusken, gazetesi için röportaj yapmayi da ihmal etmiyor tabii.
        Röportaji, Günes'in 27 Subat tarihli sayisinda yayinlaniyor. Hem Talabani'yle, hem diger Kürt liderleriyle yapilan konusmalarin mahiyeti okununca, ortaya Cengiz Çandar'in asil kimligi yansiyor. Çandar, bir gazeteciden çok, bir resmi görevlinin gözüyle bakiyor karsisindakilere.
DISISLERI BAKANLIGI BEKLIYOR
        "Gizli diplomat!" Bir köse yazari, Cengiz Çandar için bu tanimlamayi yapiyor. Gizli diplomatlar, Özal devrinde açik diplomatlardan daha önemli roller üsteleniyorlar. FKÖ ile iliskisini, herhalde MiT'ten emekli olunca kendisi yazacak. Cengiz Çandar, gizli diplomat olarak kalmak niyetinde degil. Kösk yazarlari hayal gücünden yoksun adamlar. Özkök Moskova büyük elçiligi bekliyor.
        Olmazsa MIT Müstesarligina razi. Cengiz Çandar'in gözü yükseklerde Her halde Washington Büyükelçiligi falan talep eder. Yakin dostlarina, bu beklentisini açik açik söylemis. Simdiki ruh halini bilenler, "hirsli adam, devamli ön planda olmak için her seyi yapar" diyorlar. Özal bunu pratik yoldan çözer, olmazsa üç bes tane disisleri bakanligi bile kurdurur.
        Bu adamlari tatmin edip yaninda tutmak için "dejenere etmeyecegi yapi" söz konusu mu ki? Geçmiste devrim sevdasiyla bir sürü serüvene çikanlarin bu günkü halleri aslina rücu etmekten öte bir anlama dönüsmüyor. "Ihbarciligini" çalistigi gazetede devam ettirdigi söylenen Cengiz Çandar'in Mehmet Atabek ve Ahmet Altan'in Günes gazetesinden atilmasini kendisinin sagladigini, açikça yazilariyla savunmustur.
        Gazeteci Metin Münir'in atilmasinda da, yine bu aktörün rolü oldugu iddia edilmektedir. Kibrisli is adami Asil Nadir'le de oldukça yakin dostluklar kuran Cengiz Çandar, Rauf Denktas'in da zaman zaman yakininda bulundu. Derin devletin görev alani onu neyle iliskilendirmisse, vazifesini yapmaktan çekinmedi.
        Bizce hiçbir mahsuru yok lakin "mahallenin namusunu korudugunu" sanan solcularin aslinda mahallenin tüm kizlarinin, cümleten hepsinin dul oldugunu ögrendiklerindeki ne olur, bilemeyiz. Asil Nadir'in gazeteleri batinca Günaydin'i, Yavuz Gökmen çikariyor. Yavuz Gökmen de eski bir solcu. Mahir Çayan'in yakin arkadasi. Oglunun adi: Altan Çe. Isim Che Guevera'dan geliyor. Özal'a yakinlasan devletli gelenegin bu solcusu da, digerlerinden farkli degil.
        Özal'a 'Baba' Semra hanima 'Ana' diyor. Asil Nadir'in batisiyla, yeniden Hürriyet gazetesine döneceginin söylentileri, ilgili ve yetkili kisilerce referans ediliyor. Bir zamanlar Cem Duna'nin basinda oldugu TRT'de yüksek görevler bekleyen Cengiz Çandar, Disisleri, Bakanligi'na da talip oluyor. Hatta MiT'in sivillesmesini dillendiren Özal'in "MIT müstesari" bile olabilirdi, diyenler var.
        "Bir Pentagoncu bu ise çok yakisir" diye düsünülmüs olabilir. Aracilari degerlendirmede nasil olsa sinir yok. Bundan öte, bir çok devlet adamiyla oldukça yakin iliski içinde olan birisinin, derin devletle iliskisine, daha söyleyecek ne olabilir. 'Cengiz Çandar, önemli adamidir' notunun ötesinde bir durusla alakalari, oldukça fazla zaman olmustur. Eskiden yakin çevresinde bulunmus olanlarin yargisi böyle.
DEVLET KORUMASINDA
  
        Yeni Yüzyil'in iddiasinda; Cengiz Çandar'in, -devlet kaynaklarina göre- FKÖ'nün "ölüm listesinde" oldugu söylenmektedir. Yine ayni Yeni Yüzyil'in iddialarina göre; devlet, Cengiz Çandar'i korumaya aldi.
        Cengiz'e "Ölüm listesinde" oldugunu herhalde meslek daslarindan biri haber verdi. Devlet adamlarini devlet korur. Bütün çabalara ragmen Cengiz'in "öldürülme korkusundan" kurtulamadigi, bunun için de sik sik yurt disina gönderildigi yazilmaktaydi.
        Filistin konusunda uzman bir gazetecinin yüzyil yaptigi açiklamada, Cengiz'in ölümle tehdit edilmesi, yazilarindan degil, iliskileri ve bilgileri oraya buraya tasimasindandir.
"MEHMEDIN KÎTABI"NA CIA GÖLGESI
   
        "Yazdigi kitap için CIA baglantili bir vakiftan 59 bin dolar aldigi bildirilen Nadire Mater, "Vakfin katkisi olmasaydi, kitabi zamaninda bitiremezdim" dedi.
Gazeteci- yazar Nadire Mater'in kaleme aldigi "Mehmedin Kitabi"nin, CIA'yle baglantili bir vakfin destek verdigi ortaya çikti. Iddialarin dogru olmadigini savunan Mater, internette tesadüfen buldugu HYPERLINK "http://www.Macfaund.org" adli siteye basvurup, kitabi için burs aldigini anlatti.
        Kitabinda, John D.and Catherine T.Mac Arthur Foundation- küresel güvenlik ve sürdürebilirlik programi arastirma ve yazma girisimine sagladigi destek için tesekkür ettigini belirten Mater sunlari söyledi: 'Tüm dünya yazarlarina açik olan vakfin, CIA baglantili oldugu öne sürülen "The Mac Arthur"la isim benzerliginden baska benzer bir yani yoktur. Bu vakiftan burs almaya layik görüldüm. Bir yillik sürede, arastirma ve yazma karsiligi olarak 59 bin dolar aldim. Vakfin katkisi olmasaydi, kitabi zamaninda bitiremezdim."32 Grup ve bireysel çalismalara bagis yapan özel ve bagimsiz statüdeki vakif, temelde insan ve toplum gelisimi ile küresel güvenlik konularindaki arastirmalara yardim sagliyor. Vakif, medyada ilerleme ve farklilik öngören projelerle, yaratici gayretleri ödüllendiriyor. Merkezi Chicago'daki vakif, yilda 170 milyon dolardan fazla bagis yapiyor. Konuyla ilgili daha genis ve detayli bir yazi kaleme alan Emin Çölasan33, Hürriyet gazetesindeki kösesinde sunlara degindi.
        "Bayan Nadire Mater, bir yabanci kurulustan tring para 59 bin dolar aliyor ve PKK ile yapilan mücadeleye katilan askerlerimizi konusturuyor! Terhis olan askerler, vatan görevi döneminde PKK ile zorla savasmislar, açlik ve sefalet çekmisler, tahtakurulariyla bogusmuslar, perisan olmuslar. Bayan Mater yabanci kurulustan bu parayi nasil almis? Bu sorunun yaniti yok. Kitabin Önsözünde vakfa tesekkür yazisi var ama paradan hiç bahsetmiyor. Bu nasil isse... Siz bir kitap yazacaksiniz. Bu kitapta konusan kisilerin ismi cismi yok. Bunlari konusturup, Türk ordusuna çamur atacaksiniz, PKK 'yi yücelteceksiniz ve bir yabanci vakif size "para pesin kirmizi mesin" yardimda bulunacak. Her halde gözünüzün kasinizin hatirina. Kitabin yazan yargilanirken içerden, disardan bir sürü entel libos mahkemeye gelip izleyecek, fikir özgürlügü nasihatleri verecek!  Türkiye'de kimlerin, nerelerle ne irtibatlari var iste belgeleriyle, küçük bir enstantane anektodu. Belgesi 59 bin dolarin içinde! Al siparisi Amerika'dan, koy cebine parayi, yaz kitabi. Sonra da derin devlet, Gladio teraneleriyle, sütten çikmis ak kasik muhabbetiyle suçla dur birilerini... Solcu bayan Nadire Mater, 'Mehmedin Kitabi'nin önsözünde söyle diyor: Bu kitabin yazilmasindan, elinize kadar ulasmasina kadar geçen her aninda Ertugrul Kürkçü yanimda olmasaydi, bu çalisma olmazdi."
        Demek ki "derin devletin ajani olmakla" yillardir kendi arkadaslari tarafindan itham edilen Ertugrul Kürkçü, hep yanindaymis. Geçmisin eli silahli solcusu Ertugrul Kürkçü'nün kim oldugunu merak edenler, Kizildere'deki olaylari hatirlayanlara sorabilirler. 12 Mart 1971 dönemini yasayan Ramazan Münir Aktolga'nin anlatimlariyla bu hadiselerde kimlerin rolü oldugunu daha iyi ögrenebilirsiniz. Bayan solcu gazetecinin, Hürriyet gazetesinde çikan yazisini okudunuz. Vakif merkezi Amerika'da degilmis de merkezi Isviçre'deymis. Vakfin tüm yöneticileri "CIA" baglantili. Simdi bir parantez açip baska bir konuya geçelim. Nadire Mater-Ertugrul Kürkçü isbirligi sadece 59 bin dolarlik Mehmedin Kitabi'nda degil, baska alanlarda da sürüyor. Isin içinde meshur insan haklari takimi da var. Bu ikili, BIA isimli bir internet sitesi kurdular... Ve Türkiye'ye bes kurus koklatmayan Avrupa Birligi, bunlara tam 770 bin Euro (yaklasik 670 bin dolar- 800 milyar lira) para verdi. Yabancilara parayla is yapmanin tadina varan solcular, bunun tadina da iyi vardilar. Görevlerini büyük bir ihtimamla yerine getiriyorlar. Ilkeler, inançlar kapitalizmin tezgahlarinda dönüsüp, pazar metasinda yeni yolculuklari kucakliyor, ya da kucak kucak oynuyor. Bayan solcu ve "CIA" destekli hanimin kitabindan bir örnekle paranin kimler için degerli, kimler için degersiz oldugunu örnekleyelim. 59 bin dolarlik kitaptan: Tek bir merminin fiyati 700 dolardi. Bir seferde bos yere 20 mermi sallanirdi. O mermiler, yükselen enflasyon ve artan zayiat olarak geri dönerdi. Bayan Nadire, fevkalade yurtsever! Mermilerde dolar hesabi yapiyor, enflasyon artisindan söz ediyor ama kendisi dolar ve euro ile çalismaktan fatura olarak ülkeye ne maliyetler çikiyor, hiç düsünmüyor. Aslinda düsünmüyor da denmez, bu solcularin asil göbek baglarinin nerelere adreslendigini netlestirir. Derin devlet muhabbeti, cografyanin asil merkeziyle iliskilenen bu adreslerdeki görevlilerin, bu ülkede hangi alan dizaynciligi-na soyunduklari da artik asikar. Bu asikarliga vakif olan bir vatandasin sikayetiyle, Basin Konseyi de olayi incelemeye aldi.
"NADIRE MATER- OSMAN TAYFUR MATER" ILISKISI YA DA SINIRSIZ GAZETECILIKTE YOL GÜZERGAHI OKUMALARI
  
        Ankara Devrimci Yol Davasi 8 nolu Sanigi; Resat oglu Fatma Meliha'dan olma, 1949 dogumlu. Istanbul Bakirköy Zeytinlik Man. Nüf. Kayitli. Ankara Maltepe Nigar Sokak 3/10'da mukim.
Gözetim tarihi: 27.11.1980 Tutuklanma Tarihi: 6.2.1981
        1966 yilinda ODTÜ ögrencisi oldugu sirada, sosyalist fikirli kisilerin üye oldugu "Sosyalist Fikir Kulübü" Baskani Sinan Cemgil ile tanistigi, kulübe üye olarak, kulübün hazirladigi ABD ile ilgili afis, bildiri dagitma ve yazi yazma islemlerine katildigi,
1968 yilinda adi geçen dernegin kapatilip, tekrar kuruldugunda, yönetim kurulu üyeligine Yusuf Aslan, Hüseyin Inan ve Ahmet Sina ile birlikte seçildigi, Amerika aleyhine bazi eylem kararlan alarak Amerikan Elçisinin arabasinin yaktirildigi, 1969 yilinda okulda meydana gelen boykot ve isgallere katildigi, Sosyalist Fikir Kulübü yerine Dev-Genç adi altinda Fikir Kulübü Federasyonu kuruldugu,  sanigin  da bu  dernege  üye  oldugu ve THKP/C görüsünü benimsedigi, Dev-Genç'e bagli olarak 1971 yili sonlarina dogru tekrar açilan "Sosyalist Fikir Kulübü" baskanligini üstlendigi, 5 Mart 1971 tarihine kadar bu görevi sürdürdügü, Deniz Gezmis grubunun Amerikalilari kaçirmasindan sonra ODTÜ'nde güvenlik kuvvetlerinin arama yapmak istemesi sonucu meydana gelen olaylara karistigi, fotografindan teshis edilmesi üzerine Sikiyönetim Komutanligi Askeri Mahkemesi'nde hakkinda dava açildigi ve TCK'nin 146/3 maddesi geregince mahkum oldugu ve 1973 Ekim ayinda kaldigi cezaevi den saliverildigi, 1974 yilinda çikarilan Af Kanunu'ndan istifade ederek tekrar okula kaydini yaptirdigi, 1976 yili Eylül ayi içerisinde Tandogan Meydani'nda düzenlenen "DGM'ne Hayir" mitingine katildigi, yakalan-1^ diginda üzerinde ruhsatsiz tabanca bulunmasi sebebiyle! hakkinda dava açildigi ve bir yil hapis cezasi aldigi ancak] tecil edildigi, 1976 yili okul dönemi sonunda okulunu bitirip Maden Mühendisleri Odasi'nda göreve basladigi burada çalismakta iken tekrar siyasetle ugrasmaya basladigi, o dönemde çikan '"Devrimci Gençlik" dergilerini ve \ 1977 Mayisi'nda çikan "Devrimci-Yol"  dergilerini ve1 "Devrimci-Yol" bildirgesini okuyarak "Devrimci Yol" siyasetini benimseyerek bu örgüt içerisine girdigi, ögrencilik yillarindan tanidigi örgütün genel komite üyelerinden Akin Dirik, Mehmet Ali Yilmaz, Bülent Forta ve Ali Baspinar'in kendisini iyi bir devrimci olarak tanimalari nedeniyle, örgüt adina "Devrimci Yol" dergilerinin dagitimi üstlenen Selahattin Karatas tarafindan idare edilen Emek Dagitim'in idareciligini üstlendigi ve Devrimci Yol dergisi basim ve dagitimini üzerine aldigi, Akin Dirik'in talimati ile Selahattin Karatas ile bir müddet çalistigi, bu ye re örgüt üst düzey yöneticilerinden Mehmet Ali Yilmaz, Akin Dirik ve Bülent Forta'nin gelip gittigi;
        1978 yili baslarinda Selahattin Karatas'in Emek Dagitim'dan tamamen ayrilmasi ile dagitim ve basim islerini yalniz basina yürütmeye basladigi, dergi ve örgüt adina bastirilan kitaplarin dagitilmasindan elde edilen geliri, adina açtirdigi bir banka hesabina yatirdigi ve muayyen zamanlarda Akin Dirik ve Ali Baspinar'a çekerek verdigi, 1979 yili Eylül ayi Içerisinde Emek Dagitim'da, yasak bildiri ve sol yayinlarin bulunmasi nedeniyle Sikiyönetim Komutanliginca kapatildigi,
        Örgüt tarafindan gerçeklestirilen kuyumcu soygunlarindan elde edilen altin ve diger mücevheratin paraya çevrilmesinde araci oldugu ve Karaman'da kuyumculuk yapan Kadir Dinççi Ali Baspinar'la tanistirdigi, Kadir Dinç tarafindan adina açtirdigi banka hesabina muhtelif defa, büyük meblalarda para gönderildigi ve bu paralari zaman zaman Ali Baspinar' a aktardigi,
        Devrimci Yol örgütü adina Emek Dagitimi idare etmekte iken, gayri nizami savas taktigi hakkinda arastirmalar yapmak için ODTÜ kütüphanesinden konuyla ilgili Ingilizce kitaplar aldigi, daha sonra bu kitaplarin istihbarat teskilati ile ilgili olarak düzenlenen dokümanlar arasinda ve Cahit Mutlu'nun evinde yapilan aramada elde edildigi, bir tutanakla ODTÜ yetkililerine iade oldugu,
        "Aydinlik" yayinlarinin "Kontrgerilla" kitabini okudugu bu konudan Ali Baspinar'a bahsettigi, merkez komitesince "Devrimci Yol" örgütünün görüslerinin engellenmesinde ve Türkiye'deki devrimci güçlerin çalismalarini engelleyen devletin üst düzeyindeki kisiler, fasist olarak taninan sahislar ve isyerleri hakkinda eylem düzenlenmesi ve bunlarin tam istihbaratlarinin yapilmasi için bir istihbarat biriminin kurulmasi karan alindigi, merkez komite üyesi ve Askeri kanat sorumlusu Ali Baspinar'a bagli olmak üzere, örgüt elemanlarinin bulusma ve toplanma yeri olarak kullanilan Mehmet Baha Çetintas üzerine açilan Sihhiye Halk Sokak 15/2'deki Anadolu Topografya bürosunda, örgüt adina istihbarat çalismalarina basladigi,
Kendisine Semra Girsen, Nusret Sefa Akyürek (kod Tarik), Zekiye Sen ve Huriye Yilmaz isimli örgüt mensuplarinin yardimci oldugu, günlük gazeteler, yilliklar, telefon rehberleri, resmi gazete ve seçim istatistikleri gibi açik kaynaklar; Emekli Sandigi, vergi daireleri, ele geçirilen defterler ve EGO gibi kapali kaynaklar ve istihbarati yapilacak kisinin bizzat takip edilmesi suretiyle elde edilen bilgileri fislere islemek suretiyle karteksledigi, kartlara bilgilerin kaynagini belirmek maksadiyla renkli kalemlerle (+), (o), (-), (x) isaretlerini koydugu,   Ankara trafigine kayitli otomobil plakalarini, vergi dairelerinden Semra Girisen vasitasiyla temin ederek, harf gruplarina ve sahiplerinin soyadina göre fihristti defterlere isledigi ve liste haline getirdigi, örgütün askeri kanat sorumlusu Ali Baspinar'in tali- :4 mati üzerine, haklarinda eylem karan verilen Ülkücü Gençlik Dernekleri Baskani Muharrem Semsek,
MHP Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Kamil Kutluay, Hüseyin Cahit Aküzüm, Ülkü-Tek Baskani Ismail Hakki Aslan, Ercüment Yahnici, Ticaret Bakanligi Müstesar Yardimcisi Bülent Öztürkmen, MHP Senatör Adayi Cevdet Koral haklarinda istihbarat yaptigi ve kendisine bagli olarak çalisan, yukarida isimleri geçen örgüt mensuplarina yaptirdigi, toplanan istihbarat belgelerini Ali Baspinar'a verdigi, Istihbaratini yaptigi kisilerden Hüseyin Cahit Aküzüm, Ercüment Yahnici, Sadik Özkan, Cevdet Koral'in öldürüldügü, Kamil Kutluay, Bülent Öztürkmen, Ismail Hakki Aslan ve Muharrem Semsek'in öldürülmege tesebbüs edildigi,
        MHP'li yöneticiler hakkinda Istihbarat toplayip ev adreslerini, telefonlarini, özel otomobili olanlarin otomobil marka ve plaka numaralarini tespit ettirdigi,
Emniyet Genel Müdürlügü ve Ankara Emniyet Müdürlügü'nde görevli müdür muavinleri ve sube müdürlerinin adres ve telefon numaralarini tesbit ettigi, Anafartalar semtinde kuyumculuk yapan bazi sahislar hakkinda istihbarat topladigi, Ordu Valisi Resat Akkaya, Kayseri Valisi Babür Unsal, emekli albay Remzi Önder ve daha bir çok sahislar hakkinda istihbarat yaptigi,
        Türkiye Gelisme ve Arastirma Vakfi hakkinda istihbarat yaptirdigi, gerilla ve kontrgeril lanin çalisma sistemi hakkinda sema düzenledigi, bazi oto plakalarini tesbit ettigi, bazi yurt ve kuruluslar ile asayis ekiplerinin telefon numaralarim tesbit ettigi,
        Devrimci Yol Örgütünün Türkiye çapinda ne gibi eylemler ve çalismalar yapacagi konusunda örnegin; Elazig, Malatya, Tokat, Kayseri sehirleri askeri harekat açisindan birinci derecede önem tasimaktadirlar, bu sehirlerde saglam bir sekilde tutunabilmek için acil olarak askeri harekata ihtiyaç vardir; Erzurum, Yozgat, Kahramanmaras sehirlerinde özel askeri harekat; Bafra- Çorum, Tokat-Fatsa dörtgeni içinde yer alan bölge, ana askeri harekat bölgesi olmalidir... gibi istihbari bilgiler hazirladigi ve harita çizdigi,
        Bazi bakanliklardaki üst düzey yöneticilerinin isimlerini tesbit ederek bir deftere yazdigi.
        Yukarida bahsedilen yazi ve belgelerin sanigin elinden çiktiginin tesbit edildigi,18.2.1980 tarihinde "Devrimci Savas Birlikleri" militanlarinca gerçeklestirilen Amerika Büyükelçiligi siyasi müstesarliklarindan birinin oturdugu ikametgahin istihbaratini yapip Ali Baspinar'a verdigi, istihbarat islerinin yürütüldügü büronun yerinin iyi olmadigini ve büroda çalisan Örgüt mensuplarinin uyusamadiklarini ve istihbarat bilgilerinin büroda birakilmasinin sakincali oldugunu AH Baspinar'a bildirmesi üzerine; Huriye Yilmaz Ali Bas-pinar tarafindan alindigi, Zekiye Sen'i Ismail Tayfun Üstün araciligi Ile tanimadigi bir örgüt mensubuna teslim ettigi, Semra Girsen ve Nusret Sefa Akyürek'e büroya gelmemelerini bulusmalarini disarida yapacagini bildirdigi, Mehmet Ali Yilmaz'in Erhan Aygün adina Tunali Hilmi Caddesi'nde açilan örgüte ait gümrük bürosundan yararlanabilecegini söylemesi üzerine bir kisim belgeleri, bahsi geçen büroya 1980 Mayis ayinda tasidigi, Emek Dagitimdan kalma kitaplari Onur Is Hani'nda  "Mete" isimli bir kitapçiya teslim ettigi;
Örgüte ait gümrük bürosundaki bir oda tamamen kendisine tahsis edildigi ve Erhan Aygün arasira kimin tarafindan birakilmis oldugunu bilmedigi iki adet küçük telsizi adi geçene teslim ettigi, topladigi gizli belgeleri, alinan bir kasada saklamaga basladigi, Erhan Aygün'ün büro ile alakasinin tamamen kesilmesi için baska bir is bulunmasi yolunda Mehmet Ali ile görüstügü, Mehmet Ali Yilmaz'in talimati üzerine Bati Sinemasi'nin Önünde, Mehmet Ali Yilmaz'a bagli olarak örgüt adina gelir temin etmek için isyerleri açmakla görevli Halil Kizilöz'ü, Erhan Aygün ile Sükrü ismi Ile tanistirdigi,
        26.8.1980 günü Asayis Daire Baskanligi binasinin bombalanmasi eyleminde kullanilan patlayici maddeyi temin ederek, eylemi gerçeklestiren Mehmet Baha Çetindas'a verdigi,
        Eylül 1980 ayi ortalarinda, Halk Sokaktaki bürodaki bir kisim dokümanlari yeni büroya tasidigi sirada, Ali Baspinar tarafindan birakilan ve içerisinde "subay elbisesi" oldugunu ögrendigi bir çantayi, Ali Baspinar'in talimati üzerine, saklamasi için Ismail Tayfun Üstün ile bulusmak üzere giderken takip edildigini hissedince bulusma yerine gitmeyerek, çantayi Kuzgun Sokak'ta bir apartmanin bodrum katina sakladigi,
        Almanya'dan gelen iki kisi tarafindan maden mühendisleri odasina birakilan bir notu alip kimlikleri tesbit edilemeyen bu kisilerle bulusarak, Mehmet adinda bir kisi tarafindan gönderilen ve içerisinde telsizlerin bulundugu bir kutuyu teslim aldigi, Mehmet Altun'un "Taner Akçam" oldugunu anladigi ve telsizleri, Akay Caddesi'nde-ki "Met Mühendislik" bürosuna biraktigi,
Aydinlik gazetesinde MIT ve Emekli Sandigi ilgili yazilar yayinlandiginda, MIT mensuplarinin listesini temin edebilecegini düsünüp Semra Girisen'i görevlendirdigi, Halil Kizilöz ve Erdogan Genç araciligi ile Semra tarafindan elde edilen, MIT mensuplarina ait listenin fotokopisini temin ettigi ve Tunali Hilmi Caddesi'ndeki bürodaki kasaya kilitledigi ve daha sonra bu listelerin elde edildigi,
        Gizli muhaberelerde kullanilmak için Ingilizce yayinlardan faydalanarak Levis Karroll X sifresi, Sovyet Istihbarat X sifresi, Porta X sifresi özetini çikarip arsivine koydugu,
Ali Baspinar tarafindan kendisine verilen Ankara Belediye Meclis Üyelerinin listesini. Devrimci Demokratik Komünist Dernegi (DDKD) nce planlanan kutlama günlerini, Türk Halk Kurtulus Ordusu'nun kullanacagi tuzakli çanta ile ilgili yazilari, gözalti ve tutukevi devamli talimati, komutan ve servis araçlarinin emniyeti ile ilgili yazi, Deniz Kuvvetleri Komutanligi karargahina ait özel emniyet talimatini, yararlanmak üzere arsivinin arasina aldigi, Güvenlik görevlilerince takip edildigini  anlayinca merkez komitesi üyesi Mehmet Ali Yilmaz'a, istihbarat çalismalarini yaptigi bürolardaki belge ve dokümanlarin gizlenmesini söyledigi, bu nedenle Mehmet AH Yilmaz, kendine bagli örgüt militanlarina talimat vererek saklattigi ve belgelerin bir kismi Cahit Mutlu'nun evinde, bir kismi da saniklardan Engin Höke'nin göstermis oldugu yerde ele geçirildigi,
        Sahte kimlik düzenlenmesinde kullanildigi anlasilan kimlik belgelerini, Kimya Mühendisleri Odasi'na kayitli üyelerin kimliklerini doldurmak suretiyle, sahte kimlik düzenlenmesinde yardima oldugunun anlasilmasi.
        Füsun Göçmen adina, Canan Balaban sahte kimligini düzenleyip verdigi,
        Adem kod Behçet Dinlerer'in kendisinden "örgütün üst düzey militanlarindan" olarak bahsedip, kaldigi yer olarak Selahattin Karatas'in evini göstermesi sonunda, 27.11.1980 tarihinde Selahattin Karatas'in evinde yakalandigi, Ankara Maltepe Nigar Sokak 3/10 sayili evinde yapilan aramada çok sayida sol içerikli kitaplar ile hatira defterleri, kimlikler ve 1971 sikiyönetim dönemine ait bir iddianame elde edildigi ve bir tutanakla tesbit edildigi,
        Sanigin savcilik ve emniyetteki ifadeleri, elde edilen belge ve dokümanlar (...) beyanlarini teyit eden atiflari ile anlasilmistir. Evet tüm bu anlatilanlardan sonra "Mehmed'in Kitabi" yazari Nadire Mater'in Avrupali yandaslari tarafindan desteklenmesinin anlami belki birilerine bir seyleri daha net okutur. Kanli terör örgütü Dev-Yol iddianamesinden, bir bölüm aktarimi yaptik. Tüm bu isleri yapanlar çoktan disari çikip, esasli dostlariyla misyonlarina devam ediyorlar. Satir aralarina sikismis isimlerin bugün hangi gazetede köse yazarligi, sorumlu yazi isleri müdürlügü yaptigini da iyi düsünün. Bütün sol örgütlerin yol haritalarinda hep Avrupa iliskilerinin öne çikmasi, bu örgütlerin hangi derin iliskilerde, hangi devlet menfaatine eylem koyduklarini da iyi okumak lazim. Çünkü baslama noktasindan sonra sergilenen mücadelenin sonuç okumalari böyle bir seyrin anlamini daha netlestiriyor. 1980 öncesinde ortaya koyduklari eylemlerle sartlari olgunlastirip "Bizim çocuklar idareye el koydular" sevincini dillendirenlere yardima sol derinlerin, kapagi attiklari ülkelerde gördükleri muamele, bu yaptiklarinin diyetinden baska ne olabilir ki?..
TESSA HOFFMANN'IN ILISKISI ORAL ÇALISLAR - TANER AKÇAM
        Oral Çalislar'in yolu 1989 yilinda, Alman Istihbarati BND'nin yönettigi Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nden aldigi bursla açildi.
        Oral Çalislar ve enstitü arkadasi Taner Akçam, Alman istihbaratinin "Kafkaslar ve Ortadogu masasinin" kilit adamlari "Hoffmann ve Steinbach"in yönlendirmesi altinda çalistilar.
Taner Akçam, kendisine ismarlanan "Ermeni soykirimi" kitaplarini yazdi. Oral Çalislar, bir yandan Almanya'nin tarikatlarla ilgi alaninda kamuoyu yapicisi olarak çalisirken, bir yandan da "uluslararasi Ermeni soykirimi lobisinde", görev yapiyor. Çalislar'i -on bin mark serefiye aldigi -konferanslarindan dönüste, Yesilköy Havaalanindan Alman konsoloslugunun resmi arabasi aliyor.
ALMAN BURSU VE AÇILAN KAPILAR
        Yil 1989. Oral Çalislar, Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nün bursuyla Almanya'ya gidiyor. Bursa basvurdugu tarih 1988. Çalislar cezaevinden tahliye edildikten sonra "2000'e Dogru" dergisinde, idare müdürü olarak çalismaya basliyor. Ancak dergideki görevlerini yapmiyor. Bu arada, Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nün bursu için Alman konsolosluguyla yaptigi görüsmeler açiga çiktiktan ve bursu aldiktan sonra durumu itiraf etmek zorunda kaliyor. Çalislar, Hamburg Sosyal Incelemeler Enstitüsü'nün "Üçüncü Dünya Ülkeleri'nde siyasal görüsleri nedeniyle baski gören kisilerin rehabilitasyonu", fonundan burs aldi. 1989 yilinda Hamburg'a gitti. Enstitü, bu burstan, yararlanan kisilere Hamburg'da ev tutup, dayayip dösüyor, aylik veriyor. Ayrica, dil kurslarinin giderlerini karsiliyor. Oral Çalislar, Hamburg'da, kirasi bin markin üzerinde olan bir evde oturdu. Bu oldukça yüksek bir kira, evin esyalari, yakit, telefon vb. giderleri, enstitü tarafindan karsilandi. Üç kisilik Çalislar ailesine, konforlu bir hayat saglandi. Ayrica esine is, çocuguna okul bulundu. Burs her yil farkli üçüncü dünya ülkelerinden toplam on kisiye veriliyor. Süresi bir yillik. Ama Çalislar'in bursu, istisnai olarak bir yil daha uzatildi. Iki yil burs aldi. Ayni kaderi paylastigi Taner Akçam da "Türkiye'de Iskence" konulu kitabini yazarken bu burstan yararlaniyordu.
SEFLERI STEINBACH VE HOFFMANN
  
        Oral Çalislar 1991 yilinda merkezi Hamburg'da bulunan Alman Sark Enstitüsü Baskani Udo Steinbach ile tanisti. Steinbach Alman istihbaratinin "Ortadogu ve Türkiye" seflerinden. Türkiye devletinin yapay oldugu ve artik dagilacagi tezleriyle ünlü. Steinbach, Alman Istihbaratina ve hükümetine, Islam Dünyasi ve Almanya'da faaliyet gösteren Islamci örgütlerle ilgili raporlar yaziyor. "Alman Islami" tezinin mucidi. Avrupa Milli Görüs Teskilata (AMGT) ile Alman devleti arasindaki iliskide köprü rolü oynayan istihbarat sefi. Çalislar, o tarihlerde Steinbach ile sik sik görünür oldu. Yunanistan'in Bonn Büyükelçiliginin bir kokteylindeki samimiyetleri dikkat çekti.
PARASAL KAYNAK: ALMAN SIGARA TEKELI
PHILIP REEMTSMA
  
        Oral Çalislar'a burs veren enstitünün parasal kaynagi. Alman sigara tekeli Philipp Reemtsma firmasi Reemtsma, Hitler döneminde yükselise geçen Alman firmalarindan. Bu ünlü sigara tekeli, Oral Çalislar'a burs veren enstitüye, yilda "on milyon mark" yardimda bulunuyor. Bu günün parasiyla "3 trilyon 120 milyar lira". Hamburg Üniversitesi tarafindan fakülte olarak taninan enstitünün Mütevelli Heyeti Baskani ise, Dr. Tessa Hoffmann. Dr. Hoffmann, Berlin Hür Üniversitesi'nde "Türkiye ve Kafkaslar'da Azinlik Çatismalari" uzmani olarak çalisiyor. Ancak bu görünüsteki görevi. Asil isi, Alman Gizli Servisi BND'nin Türkiye-Kafkaslar sefi. Hoffmann, özellikle Ermeni soykirimi konusuyla ilgili. Iste bu Hoffmann, Taner Akçam ve Çalislar'la çok sicak bir iliski kuruyor. Akçam'in "Ermeni soykirimi" konusuna ilgisinin esin kaynagi, Tessa Hoffmann. Yine Oral Çalislar'in "Ermenistan ve Ermeni soykirimi" merakinin kaynagi da Tessa hanimdir. Oral Çalislar'in diger ilgi alani ise, Udo Steinbach ile Örtüsüyor: Islam ve tarikatlar.
PARLATILAN MEDYA YILDIZI
  
        Çalislar, Türkiye'ye döndükten sonra, 9O'li yillarin ilk yansinda, bütün televizyonlarin konugu olarak kamuoyunun önüne çikarildi ve parlatildi. Katildigi televizyon programlarindaki uzmanlik alani: Islamiyet, kadin ve tarikatlar. Almanya'nin Ankara Büyükelçiligi bünyesinde kurulu bulunan TM (Türk Medyasi) birimi, 80'lerin basindan beri yogun bir faaliyet yürütüyor. Birimin üç önemli görevi var:
Birincisi; Türk kamuoyunu analiz etmek. Ikincisi; Almanya'yi anlayan etkin ve ünlü medya mensuplarini kazanmak.
        Üçüncüsü; Kazanilanlari, gündem belirlemek için kullanmak.
        Almanya, seçilen gazetecilere maddi, manevi olanaklar sunuyor. Bu olanaklardan yararlanan gazetecilerden birisi de Oral Çalislar. Bir Alman görevli, hem cesaretlendirmek, hem de bozuk olan maddi durumunu düzeltmek için "Herr Danyal Oral Çalislar"a 1988 yilinda burs verildigini dogruluyor. Ancak, bursun miktarini açiklamayacagim söylüyor. TM biriminin, Çalislar ile birlikte olanaklar sagladigi bir baska gazeteci, Baskurdistanli milliyetçi yazar Nizameddin Ahmedov. Çalislar, Türkiye'ye döndükten sonra Almanya ile iliskilerini sürdürüyor. Alman Büyükelçiliginin gedikli müdavimlerinden. Kösesinde, büyükelçi mensuplari ile yedigi yemeklerden sikça söz ediyor. Türkiye'deki görevi sona eren, Almanya'nin Ankara Büyükelçisi Hans Joachim Vergau'nun ardindan pek duygulandi. Çalislar'i yurt disi gezileri dönüsünde havalimaninda. Alman görevliler karsiliyor. Aydinlik muhabiri, Çalislar'in Atatürk Havalimanina inisinde Alman konsoloslugunun araciyla karsilandigini ve götürüldügünü bizzat kendi gözleriyle saptadi.
GÖREV ALIYOR YERINE GETIRIYOR
  
        Çalislar'a burs veren kurum, kagit üzerinde "Hamburg Eyalet Hükümeti" olarak görünüyor. 1990-92 yillari arasinda, Hamburg'da, Islam üzerine arastirmalar yaptigini iddia eden Çalislar'in en çok ziyaret ettigi kurum, Deutsch Orient tnstitunt (Alman Sarkiyat Enstitüsü). Bu enstitünün finansmanini, Almanya Disisleri Bakanligi sagliyor. Enstitü, Alman Gizli Servisi BND'nin "think-thank" kurulusu. O tarihlerde Almanya, destekledigi ve korudugu îs-lam seriatçisi örgütleri perdelemek ve dikkatleri bu örgütlerden uzaklastirmak için, Kaplancilar'a karsi gürültülü bir kampanya baslatti. Bu kampanyada Oral Çalislar'a verilen görev, Cemalettin Kaplan ile sansasyonel bir röportaj yapmakti. Çalislar'a bu konuda, BND'nin islam dini uzmanlarindan, etnolog Werner Schiffauer yardima oldu. Çalislar'in bir sonraki isi, Cumhuriyet sayfalarinda Fethullah Gülen'i parlatmak oldu.
ISLAM BILIMCI AYDIN GAZETECI
        Berlin Duvari'nin yikilmasindan sonra, Çalislar'a burs veren Alman kurumlari çogalmaya basladi. Herr Çalislar Alman Endüstri Vakfi Körber'in "Türkiyeli misafir aydinlar" listesine alindi. Siyaset Bilimci ve gazeteci olarak tanitilan Çalislar'a yeni bir sifat daha eklediler. Islam Bilimci Aydin Gazeteci, Körber Vakfi'nin 1996 yilinda düzenledigi 'Türk Alman Iliskilerinde Din, Tabu mu?" konulu sempozyumda Çalislar, Kemalizm ve Ulus Devlet karsitligiyla alkis aldi. Bu sempozyumda savundugu fikirler, Udo Steinbach'in Türkiye tezlerini tekrarlamaktan ibaret. Çalislar'in konusmasinin özeti söyle; Diyanetin temsil ettigi Islam, dogru bir Islam degildir. Çünkü Diyanetin islami, Türk devletiyle barisiktir. Kemalistler, despotça yöntemlerle çagdaslasma macerasina atildiklarinda, Anadolu halklarinin kültürel, dinsel ve etnik Özelliklerini hiçe saymis, ezmislerdir. Otoriter, laik ve despot Türk devleti, hem Alevilere, hem Müslümanlara, hem kültürlere agir baski uyguluyor. Varligini devam ettirmek için her seyi mubah gören Türk militarizmi ve bürokrasisi, Siyasal îs-lami öcü gibi göstererek, bir kimlik çatismasi yaratiyor.
ISHAK ALATON, MEHMET ERBAKAN VE
FEHMI KORU ILE BERABER
        Oral Çalislar, 'Türkiye'nin inkar ettigi kimliklerin taninmasi, demokratiklesmenin bas kosuludur" derken yalniz degildi. Körber Vakfi'nin düzenledigi bu sempozyumda Ishak Alaton, "Bir Musevi olarak, Türkiye'de baski görüyorum" diyordu. Fehmi Koru ve Mehmet Erbakan "Bir Müslüman olarak dinimizi yasayamiyoruz" derken, Gülistan Gürbey, Ankara'nin "Kürt" düsmanligindan yakiniyordu. Bütün konusmalarin tamamini sistematik olarak özetleme isini de, Istanbul'da Susam Sokak'ta oturan Alman Istihbaratçisi Günter Seufert üstlenmisti. Alman medyasi Oral Çalislar'a sifat icat etmekten, neredeyse yorgun düsecek. Iste bunlardan bazilar; "Elestirel düsünen bir aydin, cesur gazeteci, sistem karsiti yazar, Kemalizme kafa tutabilen ender insanlardan, gerçek Avrupali". Bu konusmalarin ödülü de var. Alman devleti, bu tür konferanslar karsiliginda, her konusmaciya 10 bin Mark veriyor. Gidis-dönüs masraflari hariç. Oral Çalislar'in Ishak Alaton'a ilgisi, hayranlik düzeyinde. Türkiye'deki ABD-Israil severlerin en önde gelenleri arasinda yer alan Ishak Alaton, Cumhuriyet gazetesinin haftalik dergisinde kapaktan reklam edildi. Hayranlik yazisinin altindaki imza Oral Çalislar. Alarko Holding'in ve sahibinin reklamini, ÖDP'li ve Alman burslu Oral Çalislar yapiyordu.
KALIFORNIYA ERMENILERININ PARIS'TEKI
"ERMENI SOYKIRIMI KONFERANSI"NDA
UZMAN!
  
        17 Haziran 2000 günü Paris'te, "Günümüz Ermeni Sorununa Iliskin Türk- Ermeni Diyalogu" baslikli bir konferans düzenlendi.
        Konferansa Taner Akçam, Oral Çalislar, Mete Tuncay ve Ragip Duran da çagrili olarak katildilar. Konferansi, Kaliforniyali Ermeniler düzenledi. Ermeniler, konferansin genis katilimli olmasini istemiyorlardi, ama bati, genis katilimli olmasi için diretti. ABD- Fransiz isbirligi çerçevesinde kotarilan konferans, Bati basininda Türk ve Ermeni entelektüellerinin ortak toplantisi olarak sunuldu. Bu konferans sonrasinda ABD ve Avrupa parlamentolarinda arka arkaya, Türkiye aleyhine "sözde Ermeni soykirimi yasa tasanlari" gelmeye basladi. Bu toplantidan önce Çalislar, Ermenistan'a davet edilmisti. Alman parlamentosunun Ermeni soykirimim tanimasi için hazirlanan, "Katliami Mahkûm Etme Zamani" baslikli imza metnini Çalislar ve Akçam'in hocaligini yapan Tessa Hoffmann hazirladi.
        Bu metni ilk önce 'Tehdit Altindaki Halklar Toplulugu" adli demek imzaladi. Tessa Hoffmann, bu dernekte de "Ermeni Uzmani" olarak çalisiyor. Dernegin kurucu baskani Tilman Zülch, Mustafa Kemal'e "Kürt katili" diyor. Bu dernegin kurucularindan biri de, 30 bin Yahudinin katliamindan sorumlu, Polonya Kolomea Gettosunun Nazi komutani Klaus Peter Volkman. Imza metni, ABD Temsilciler Meclisi'ne getirilen Ermeni Soykirimi Yasa Tasarisi ile tipatip ayni.
Tessa Hoffmann ayni zamanda, Ermeni Yazarlar Birligi'nin onur üyesi. Ermeni kiyiminin 20. yy.'in ilk ve sistemli soykirimi oldugunu, Nazilerin Yahudi kitle kiyimina örnek olusturdugunu, gaz odalarinin ilk kez Türkler tarafindan kullanildigini iddia etmektedir. (Tessa Hoffmann, Amenier und Armenien Heumat und EMI, RO-wohtl Hamburg) Hoffmann, adi belirtilen bu kitabinda, Türkiye Tarihinin devrimci dönemlerine saldiriyor: Ittihatçilar; gözlerini kan bürümüs irkçilar toplulugu, Mustafa Kemal; Iki milyonu askin Ermeni ve Rum'un katili, Ermenilerin vatani; Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon. Taner Akçam ve Oral Çalislar'i devsiren, parlatici Hoffmann iste bu.
CUMHURIYET SAYFALARINDAN ERMENI SOYKIRIMI  SUÇLAMALARINA DESTEK
        Tarsus Amerikan Koleji mezunu olan Oral Çalislar, 20 yila yakin devrimcilik yaptiktan sonra, Alman Istihbarat Örgütü seflerinin denetimindeki enstitüden burs alarak baslayan süreçte, bu günkü kimligine kavustu. Oral Çalislar geldigi yeri Cumhuriyet gazetesindeki kösesinin basliginda 'Sifir Noktasi' diye adlandirdi. Oral Çalislar sifir noktasinda, devrimci hatira isportasini açti. Bu isportada Tessa Hoffmann ve Udo Steinbach patentli mallar, 1968 hatiralariyla soslanarak piyasaya sunuluyor. Çalislar'in son önemli görevi ise, (F) tipi eylemcilerinin sirtini sivazlamakti. Böylece "Avrupa tipi enteller" arasindaki yerini pekistirdi. Cumhuriyet gazetesinin yükseklerden korunan yazarinin ayni zamanda, Ermeni soykirimi suçlamalarini yüksek perdeden seslendirmesi ve Türkiye'ye Kibris üzerinden yönelen tehdide, yine Cumhuriyet sayfalarindan destek vermesi, Cumhuriyet okurlari arasinda büyük tepki yaratti. Ancak Oral Çalislar'in yükseklerden korundugu, herkes tarafindan biliniyor.
TÜRKIYE'DEN UTANÇ DUYUYOR !
        Oral Çalislar, bu günkü konumunu özetleyen samimi açiklamasini da, bir süre önce Cumhuriyet gazetesinde sifir noktasinda yapti. "Bu ülkede yasamaktan, bu ülkenin yurttasi olmaktan, derin bir utanç duyuyorum."34 diyecek kadar sifir noktasinda.
IPDEN ÖDP'YE SALDIRI; URAS MIT AJANI
        Isçi Partisi Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin, ÖDP Genel Baskani Ufuk Uras'in "MIT ajani" oldugunu iddia etti. Gültekin, 1989 yilinda TÎKKO içinde, MIT hesabina faaliyet yürüten Mustafa Curnaz ve Engin Kaya olayinin ortaya çikmasiyla birlikte bunu saptadiklarini söyler ve su iddialari siralar. Ufuk Uras'in babasi pilottur ve MIT elemanidir. Ufuk Uras babasiyla birlikte 12 Eylül askeri rejimi döneminde, askeri helikopterle Istanbul üzerinde uçarak "operasyon yapilacak örgüt evlerini" saptadiklarini, bizzat kendisi söylemistir. Ufuk Uras, daha sonra üniversite yillarinda TÎKKO içinden, MIT'e bilgi tasimistir.
        1989 yilinda hakkinda arastirma yapildigi zaman, arastirma yapan arkadaslar, silahli sivil polisler tarafindan tenha mekanlara götürülüp tehdit edilmisler ve kendilerine Ufuk Uras ile ilgili arastirmalardan vazgeçmelerini söylemislerdir.
        ÖDP Genel Baskam Ufuk Uras, 17 Kasim'da bir basin açiklamasi yaparak, IP Genel Baskani Dogu Perinçek'i kastederek, "Olup, bitenleri MIT kuryelerinden ögrenmek zorunda degiliz" dedi. Uras, 18 Kasim'da bu sözlerini yenilemis ve Perinçek'in adini geçirerek sunlari eklemisti. "Bu halkin bilgilendirilmesinin, MIT kuryeligi veya Türk Gladiosunun bir parçasi olmakla sinirli olmamasi gerekir."
        Isçi Partisi Genel Sekreteri Mehmet Bedri Gültekin, bu suçlamalara karsi yaptigi basin açiklamasinda, Uras'in Çiller Özel örgütünün, psikolojik savasina katildigini söyler. Aydinlik için bu tür iddialar, siradan ve herkes için söylenebilecek iddialardir. Ayrica örgüt içi ihbar yapmak için, illaki helikopterden örgüt evi göstermek gerekmiyor.
Anlasilan Aydinlikçilar, Uras'in pilot babasiyla ilgili bir* senaryo kurmak için, uygun fotograflar olusturuyorlar. î Aydinlik yazari Burcay Anger'e göre, turnusol kagidi asiti baz'i sirak diye ayirir. ÖDP'nin basi Ufuk Uras açikça, zavallica, elinde çöpçü süpürgesi, katillere soygunculara degil, Perinçek'e saldiriyor. Bunun sebebi de, kesinlikle "derin devletin elemani" olmasindan kaynaklaniyor. Aynadaki suretlerine ve meslektaslik tanimina ait tanimi, en iyi kendileri bilecek tabii.
MILLÎ ISTIHBARAT TESKILATI RAPORCUSU IRFAN TASTEMUR VE ÖDP
        Irfan Tastemur ismini, MIT raporuyla duyduk. 2000'e Dogru vasitasiyla, ülke gündeminin degismesini saglamisti bir anda. Irfan Tastemur, Aydinlik'a gönderdigi bir mektupta, ÖDP Genel Baskani Ufuk Uras'in durumunu ifsa ediyor.
        Tastemur, kendisinin ve Uras'in ayni tertip olarak yer aldigi hareketten "kum gibi ajan çiktigi" halde. Aydinlik hareketinde böyle bir durumun olmadigini iddia eder. Tastemur'un kastettigi siyasi hareket, TKP/ML çizgisi. Bu çizgiden nerelere, nelerin kaynaklik ettiginin bizi ilgilendiren tarafi, ifsaatlardir. îrfan Tastemur; MÎT raporunu Aydinlikçilardan önce, TÎKKO çizgisindeki kadrolara götürdügü, ama onlarin bunu kabul etmedigini, MIT kuryesi olarak saf degistirmedigini söyler.
        Tabii sadece, karsilikli bir yardimlasma söz konusudur her halde. Isçi partisi yöneticilerinden Arslan Kiliç sol örgütlerin, Amerikan emperyalizminin "istikrarsizlastirmak istedigi ülkeye" yönelik, tertip düzenleme ve iç karsiliklar çikarmada kullanilir duruma geldigini söyler. '12 Eylül'de, bunlarin çogu ortaya çikti' diyen Kiliç'in itirafi da manidardir. Içinde yasadik, biliyoruz.
        Eski TKP/ML kurmayi Aslan Kiliç'a göre. Gazi olaylari, 1 Mayis 19% Kadiköy olaylari ve uzak geçmiste 1 Mayis olaylari içinde sol örgütler, provokasyon içinde rol almislardir.
        Rollerini de gayet güzel oynayip sonuçlari farkli alanlara kaydirmaya çalismislardir. Arslan Kiliç'tan yine bir tirnak içi 'Biz oldukça deneyimliyiz'. Solun derin devlet muhabbetini ve hangi konularin günahini tasidiklarini biz degil, bizzat bu islerin göbeginde yasayanlar, nelerin içinde ve hangi konularda deneyimli olduklarini özetlemis oluyorlar.
DEVRIMCILIK YA DA AJANLARLA DANS
        Önce, 1968 Fransa'siyla ilgili bir belgeden baslayalim!
         Atilla Ilhan, "Bati'nin Deli Gömlegi" adli yapitinda; "Fransa'da 1968'de yasanan gençlik olaylarinin ardinda, Amerika- Fransiz iliskilerindeki gerginlik aranmalidir" diyor. Ve bu düsüncesini, Alain Guenn Questce CIA/ CIA adli yapitindaki su degerlendirmeye dayandiriliyor...
"Bu olaylar, 1968 Nisani'nin yansiyla, sonu arasinda geçiyor. Öyle ki, Mayis girdiginde, Fransiz makamlari ile CIA arasindaki iliskiler hiç de iyi degildir. Bu durumu herkes bildiginden, olaylar patlayip da sokaklarda barikatlar kurulup Sorbonne isgal edilince, ClA'nin parmagi olup, olmadigi konusu hemen ortaya atildi.
        Kesin olarak bilinen nedir? Tahkiki imkansiz söylentiler ve dedikodulari bir yana birakirsak, iki nokta üzerinde durulabilir. Bazi örgütlere, Amerikalilar para vermislerdir. Ama hangilerine bilemiyorum. Ikinci nokta ise sudur: Ögrencilerle, Amerikalilar arasinda temas kurulmustur. Bu temaslar konusunda en dogrusu, 22 Mart Hareketi'nin faal liderlerinden Daniel Cohn Bendit'in ve J.P. Duteuil'ün söylediklerine kulak verelim: "Diyelim ki, ...bize gelince, ClA'nin son zamanlarda bizimle ilgilendigi görülüyor. ClA'nin aracisi ya da örgütü olan bazi dernek ve gazeteler Önemli meblaglar teklif ettiler. Onlara ne cevap verdigimizi söylemek gereksiz..."
Atilla Ilhan diyor ki; "Bunlardan su çikiyor mu? CIA, bagimsizlik iddiasinda bulunan ve Ruslara yaklasan sagci iktidara karsi, görünüste hizli solcu, gosist hareketleri desteklemistir... Kissadan hisse.
        Simdi, bu oyunun Türkiye'de nasil oynandigina iliskin bir kaç belgeyi daha inceleyelim diyorum. 11 Mart 1995 günkü Aydinlik dergisinde, 12 Martla ilgili degerlendirmeyi özetle aktaracagim. 12 Mart saniklarindan emekli üstegmen Faik Güleçyüz, ordudaki cunta ile, gençlerin iliskili oldugunu söyle açikliyor:
        "Bana sorarsaniz, biz kullanilmis insanlariz. Farkinda degiliz tabii. Bu adamlar güçlü, Demirel'i devirebilirler, biz de en azindan firsatçi bir mantikla bile olsa, kenarindan tutalim diyoruz. Biz 9 Mart'a, iki arkadasimizi temsilci göndererek, kendi adimiza katildik. Ikinci kurtulus ordusunu kuran, Afyon'daki Tabur Komutani Mehmet Alkaya'dir. özellikle Elrom'un kaçirdigindan sonra, kendimizi dev aynasinda görmeye basladik. 9 Mart bir yanilgiydi..."
        Bir baska gençlik temsilcisi ve 28 Subat 1971 tarihine degin Dev-Genç'in Istanbul Yürütme Kurulu üyesi oldugu söylenen Namik Kemal Boya'nin açiklamalarina göre: 1970 sonbaharindan itibaren bütün sehir ve kir gerillasi, cuntayla iliskili. Ve ilginç bir sav: Deniz Gezmis'in, Ankara'da cuntayla iliskili kisilerin evlerinde saklandigina iliskin! Boya'ya göre Deniz, darbecilerin yardimiyla ev degistirir. Darbecilerin bu isle ilgilenen adaminin adi, ünlü Orhan Kabibay'dir. Kabibay'in, Atif Erçikan'la da iliskisi oldugu söyleniyor...
Adi belirtilmeyen bir THKO'lu, 9 Mart'i hazirlayanlar, dogrudan, dogrudan Denizler'e çagri yapmadilar. Denizler prensip olarak 'biz bu baglantiya girmeyecegiz' dediler diyor ve ekliyor: 27 Mayis gelenegine bagli ekibin, 60'larin ortalilarindan baslayarak yarattigi bir hareket vardi. Madanoglu ve Acuner... Yükselen hareket içinde onlar bayagi canliydi. Bizimle de görüsüyorlardi...
        Bu saptamalara bir ekleme de, Harun Karadeniz'in Olayli Yillar ve Gençlik adli yapitindan yapalim: Karadeniz'in belgesel nitelikteki çalismasinda, 1964'ten sonra gençligin önemli bir kesiminin, 1967''ye kadar, salt 27 Mayis devrimi ilkelerine ve Atatürk'e bagli oldugunu vurguluyor: Bunun ne önemi var. Eger bizde de Mendes France gibi... Cumhuriyet, gençligin umut ve ihtiraslarim toplayip ön veremezse, onlara katkida bulunmazsa, önüne geçilmez bir baski altinda hizla yikilacaktir, diyecek öngörü ve erdemde bir siyaset adami olsaydi, yürekleri* halki ve yurdu için çarptiginda kimsenin kuskusu olmayan 68 gençligi harcanmayacakti.
        Karadeniz, Dev-Güç'ün 27 Mayis'çilarla Iliskisine deginiyor ve iste bu noktada gençleri iktidar ortakligina çagiran, son tahlilde cuntaci MDD (Mili Demokratik Devrim)cilerle, onlarin kurdugu Dev-Güç için iyi söz söylemem zor olacak diyor. Çünkü, diye sürdürüyor ben, günümüz Türkiye'sindeki cuntaci akimlarin bagimsiz olabilecegine inanamiyorum.
        Bu degerlendirme de, olaylarin arkasindan emperyalist güçlerin, CIA'nin bulundugunu göstermektedir. Bir Mihri Belli'yi düsünün, bir de Harun Karadeniz'i, kimi kez deneyimli olmak ya da bir baska alanda oynadigimiz anlasilincaya kadar is, isten geçiyor.
        Özetle, bu degerlendirmeler, Türkiye'yi 12 Mart'a iten olaylarin ardindaki gücü, yani tek adresi isaret ediyor: îç ve dis isbirlikçileriyle emperyalist Amerika'yi. Ve önceden planlanan oyunda, sahnede ya da seyirci olarak toplumca yer almisiz. Unutmayalim, oyun o günden beri sahnelendirmektedir!
        Bu büyük oyunun yardima oyunculari olarak, gerçekten tam bir yurtseverlik bilinciyle ama oyunu toplum disina itmenin, 1970'lerde ve 1980'lerde iki kusaga kiymanin sorumlulugundan nasil kurtulabiliriz bilemiyorum?
        Yalniz su noktayi önemle belirtmek isterim; 9 Mart kadrosundan ve Faruk Gürler'e yakin bir kisi olarak benim, hareketlerimizle, gençligin iliskisinden asla haberim olmamistir. Komutanlarin da, (Orhan Kabibay'in gençlerle Iliskilerini içeren savlan sonradan Isittim, bunun da gerçegini bilemem.) gençlik örgütleriyle iliskilerinden bilgileri oldugu sanmiyorum. Bu ilgi eger kurulmussa, ordunun genç kesimiyle ve CIA'nin gizli çabalariyla kurulmus olmali. Gerillalarin, saldin silahi olarak kullanilmasi olgusu vardir.
"Gerilla ve Gerillaya Karsi Savas" yapitinda Paret ve Shy ne diyordu; "Gerillalarin saldin silahi olarak, 1950'lerin ortalarina dogru kullanilmasi, bir hayli dikkat çekmistir."
        Çünkü ABD belgelerinde Paret ve Shy; "gerilla kuvvetlerinin soguk harpte bir silah ve Amerikan diplomasisinde yeni bir alet olarak kullanilmasi, ayri bir meseledir." Görüsüyle, soguk harpte gerilla ve kontrgerilla Ögesinin kullanildigi açikça belirtiliyor.
        12 Mart'i tüm bu bilgi ve belgeler isiginda degerlendirdigimizde, su sonuca ulasiriz. ABD bir süre sonra, Demirel'in kimi uygulamalarindan hosnut olmayacaktir. Bu nedenle, 12 Mart'in plani, bir yandan Demirel'i transfer ederken, yurt sorunlarina sarilmis gençligin hizaya getirmek, öte yandan 27 Mayis'i Anayasasini ve Kemalist devrim düsüncesini, toplum önünde suçlamak için hazirlanmistir. Bu plan 12 Mart'a giden yolda, 12 Mart ve sonrasinda ustalikla uygulanmistir. 12 Mart öncesi, bu plan içinde ordu hareketi nasil örgütlenmisse, gençlik de öyle örgütlenmistir. Gençlikle, ordu hareketi arasinda bag, bundan sonra kurulmus olmalidir.
BÎR BASKA DEGERLENDIRME
        Atilla Ilhan'in, 21 Agustos 1977 günlü yazisindan bir bölüm okuyalim. Atilla Ilhan, sosyalizme silahli eylemle geçilemeyecegini, gençligin bir bölümünün gizli eller tarafindan gosist yollara çekilmis olabilecegini, buna dikkat edilmesini vurguladiktan sonra: "Su halde diyor, solun, anarsinin kaynagi olarak gösterilmesi, gerçeklere uygun degildir. Sonra su soruyu soruyor. Peki'ya gosist'ler?"
O ayri bir hikaye, diye basliyor...
        O eski hikaye. Silahli eylemden hayir uman, banka soyup adam kaçiran, sosyalizm diye ufak ufak gangsterlik yapan örgütler, komünist ve sosyalist partilerin Iktidar oldugu ya da olmak üzere bulundugu gelismis demokrasilerde de cirit atiyor. Gün geçmiyor ki, içlerinden birinin, akil almaz birinin marifetini okumayalim. Sahiden sosyalist midirler, amaçlari gerçekten sosyalizmi kurmak midir, yoksa gizli bir takim eller arkadan onlari yönetmekte, istedigi bazi ülkelerde anarsiyi sürekli kilmak için onlardan yararlanmakta midir? Sorulacak bir soru.
        Ve sözü Türkiye'ye getirerek;
        Onlari bilmem ama, diye sürdürüyor saptamalarini, bizde önceleri, gerçekten sosyalizmi Güney Amerika'ya da Vietnam türü bir eylemcilik gerçeklestirilebilecegini sanan hareketlerin, giderek örtülü Kürtçülüge, tehlikeli ve yanlis bir bölgecilige kaydigi açikça görülüyor ve su uyariyi yapiyor: Türkiye'de ister seriat paravanasi altinda, ister sosyalizm paravanasi altinda olsun, is Kürtçülüge ya da bölgecilige döküldü mü, arkasinda mutlaka emperyalizmi arayin.3*
        Bu degerlendirmenin hem tarih hem de devrimci bir birikim ve bilince dayandigini, günümüzde yasadigimiz olaylara bakarak da anlayabiliriz. Demek ki, Türkiye'nin bölgecilik, kürtçülük sorulariyla savasimi çok önceden karara baglanmis. Isin ilginç yani, bu büyük, büyük pasalari da bulunduklari yer ve toplumla iliskilerine göre rol alinmistir.
        Silahli Kuvvetlerde, Kemalist devrim ideolojisini sürdürme kararinda olan bizler de, komutanlarin verdigi rolleri oynamisiz. Komutanlar mi? Amerika'nin biçtigi rollerde çalismislar. Gençlere gelince: Kendi adima, onlarin gençligin temiz ve çikarsiz duygulariyla atildiklari davalarinda, gerçekten hakli olduklarina hep inanmisimdir. Ama Atilla Ilhan'in altini çizdigi gibi, davanin kazanilmasi için, benim kusagimin oynadigi oyundan utanç duyuyorum. Müdafaayi Hukuk, tam bagimsizlik bilinciyle yetismesi gereken kusagim, emperyalizm oyununa gelmemeliydi. Eger kusagimiz gerçek bir Kuvvayi Milliye ve Müdafaayi Hukuk bilincine sahip olsaydi, çocuklarimizi anlar, anti-emperyalist kavgada onlardan ayri düsmezdik.
BEDII FAIKTEN ATILLA ILHAN1 A BÜYÜK SUÇLAMA: "KOMÜNISTLERIN DOSYASINI POLISE SATTI"
  
        Bir dönemin ünlü gazetecilerinden Bedii Faik anilarini yazdigi son kitabinda geçen, 'Türkiye Komünistlerinin îç-yüzü" adli dosyayi "polise satan kisi" nin, ünlü yazar Atilla Ilhan oldugunu öne sürdü. Tempo dergisinde yer alan, "Atilla Ilhan 'Komünistlerin Içyüzü'nü polise satti" baslikli röportajda Bedii Faik kitabinda üstü kapali olarak yazdigi dosya satisinin "Atilla Ilhan" tarafindan yapildigini iddia etti. Röportaja göre Bedii Faik, Dünya Gazetesi'nin sahibiyken gazeteye, 'Türkiye Komünistlerinin Içyüzü" basligiyla bir dosya ulastigini belirterek sunlari söyledi:
        "Baktim, bu baslik altinda bir sürü isim ve not. Bu isimler, dosyayi getiren kisilerin arkadaslariymis. Ama herkes var. Dönemin I. Sube Müdürü Ahmet Topaloglu'nu aradim. "Bu tefrikayi nesredersek devletin tahkikatina zarar verir mi?' diye sordum. Güldü. Filanca mi? Daha önce bu dosyayi bize satti. Gönül rahatligiyla yayinlayabilirsiniz' dedi. Çilingiroglu'na (Müessese Müdürü) dosyayi teslim ettim ve 'Bu adami iyi taniyin, bir daha kapidan içeri sokmayin' dedim".
KENDINI IYI YUTTURMUS
  
        Bedii Faik bu kisiyi "Bir dönem devlet sanatçisi yaptilar. Maas aldi. Televizyonu açtigimizda, kasketi kafasinda ahkam kesiyor. Kendini iyi yutturmus ve cemiyet iyi yutmus. Ben yutulan bu parçayi mideden çikarabilirim ya da midesi bozulsun diyebilirim. Avukatlarima danistim. Herkes yazmami istedi ama savunamayacaklarini da söylediler. Üstü kapali yazdim. Adam bir halt islemis, kendine yazilan mektuplari nesretmis" diye tanimladi. 'Tarifiniz Atilla Ilhan'a benziyor" hatirlatmasi üzerine de Faik; "Evet. Onu üçüncü ciltte yazacagim. Insallah bir halt daha isler" dedi.
ATILLA ILHAN'A VE SEYFULLAH ISIK EVLADIMA DAIR
        Nur-i aynim, muazzez kaarilerim, hatirinizi sorup sual ettikten sonra, sellemehüsselam lakirdiya basliyorum. Efendim, geçen hafdanin bendenize nazaran en mühim mes'elesi, eski kazatacilardan Bedii Faik Bey'in yeni nesr olunan hatirati ve bu hatirat münasebetiyle "Tempo" mecmuasinda Bedii Faik bey ile yapilan roportac ile bu roportacda Atilla Ilhan beyefendi hakkindaki iddialari idi. Belki manzurumuz olmamistir deye, o kismi ittilainiza arz etmek istiyorum.
Efendim, 'Tempo'da 'Atilla îlhan, Komünistlerin Içyüzü'nü Polise Sath' serlevhasi ile nesr olunan bu roportacinda Bedii Faik bey, 1950'Ii senelerde 'Dünya' kazatasinda iken, kazataya 'Türkiye Komünistlerinin içyüzü" deye bir dosyanin geldigini ifade ile aynen sunlari söylemekte idi:
        'Baktim, bu baslik altinda bir sürü isim ve not. Bu isimler dosyayi getiren kisinin arkadaslariymis. Ama herkes var. Dönemin 1. Sube Müdürü (Emniyet'in Siyasi Subesi I.K.) Ahmet Topaloglu'nu aradim. 'Bu tefrikayi nesr edersek, devletin tahkikatina zarar verir miyiz?1 diye sordum. Güldü. 'Filanca mi, bu dosyayi daha önce bize satti. Gönül rahatligi ile yayinlayabilirsiniz' dedi. Çilingiroglu'na (müessese müdürü) dosyayi teslim ettim ve 'Bu adami iyi taniyin, bir daha kapidan içeri sokmayin' dedim.'
Bedii Faik bey, devamla 'Bu kisiyi bir dönem devlet sanatçisi yaptilar' diye devam ediyor, 'Maas aldi. Televizyonu açtiginizda, kasketi kafasinda ahkam kesiyor. Kendini iyi yutturmus ve cemiyet iyi yutmus.' Roportaci yapan kazatacinin, Tarifiniz Atilla ilhan'a benziyor' deyince de. Bedii Faik bey, söyle deyesi imis: 'Evet, onu üçüncü ciltte yazacagim. Insallah bir halt daha isler...   
Muazzez kaarilerim, 'ates olmayan yerden, duman çikmaz' deye bir darbimeselemiz var. Nedense Atilla Ilhan beyefendi hakkinda, hep böyle iddialar serdedilmektedir. Sindi hiç alakasi yokken, hatirima geldi: 'Topragi bol olsun, Aziz Nesin, 'Benim Delilerim' kitabinda, 'Türkiye Sosyalist Partisi'nin müessisi ve reisi olan merhum Esat Adil Müstecabi Bey'in davasi esnasinda, Esat Adil bey aleyhine sehadet den bir gençden bahsediyor. Müsaade ederseniz, kitabdan o kisma da iktibas edeyim. Aziz Nesin söyle yaziyor:
        "Tutuklu olarak yargilanmalari basladi. Durusmalardan birinde, en güvendigi bir genç partili, aleyhinde taniklik etti. Üstelik, söyledikleri de dogru degildi. Öyle bir partiliydi ki, parti gazetesindeki yazilarinda, parti saflarina katilmayanlari, toplumculuga ihanetle suçlardi.'
Efendim, bu genç partilinin kim oldugunu, bittabi, Aziz Nesin bey söylemiyor. Ancak mezkur davayi hatirlayanlar, bu gencin kim oldugunu bildiklerini ifade etmekte iseler de, ismini mahfuz tutmaktadirlar. Günün birinde elbette mahkeme zabitlari nesr edilince, Esat Adil bey aleyhine sahidlik eden zatin kim oldugu (Bu hikaye nereden de hatirima geldi? Insan fariyinca, böyle hiç münasebeti olmayan seyleri de hatirliyor isde!..) nu da ögreniriz elbetde...
        Muazzez kaarilerim, Atilla Ilhan mevzuuna avdet ede-yorum. Rahmetli üstadim Kemal Tahir de Atilla Ilhan için 'polisdir!' demisdir. Bu bendenizin mesmuatna müstenid oldugu gibi, Halil Açikgöz bey'in 'Cemil Meriç ile Sohbetler' kitabinda da geçmektedir. Kitabin 269. ve 339. sahifalarinda nakl edildigine nazaran, merhum Cemil Meriç üstadimiz, Kemal Tahir'e Atilla Ilhan'i sormus, Kemal Tahir de 'Atilla, polistir!' demisdir. Halil Açikgöz Bey'in anlattiklarina nazaran, Kemal Tahir'le Cemil Meric'in aralarinin açilmasina sebeb, Kemal Tahir'in Atilla Ilhan'in polisligi hakkindaki iddiasinda musiarr olmasidir... Malumunuzdur ki,
Hilmi bey de son kitabi olan 'Ceviz Sandiktan Anilar' da, 1955'deki Dram Tiyatrosu hadisesinde, o hadisenin arkasindaki zatin, 'Waldeck Rochet'den ajit prop dersleri aldigini' iddia eden Atilla Ilhan oldugunu iddia etmis idi. Berayima'lumat bunu da dere ediyorum...
        Muazzez kaarilerim, geçen haftaki makalemde Sehpar Hanim ile beynimizde husule gelen bir niza münasebetiyle kat'-i alaka ettigimi söylemis ve kapumu 'bad-i sabadan gayri' kimsenin çalmadigini ifade etmis idim. Siz canlarimdan aldigim mail, teliftin ve telgraflar, hal-i pür melalime ne kadar müteessir oldugunuzu gösteriyor. Alakaniza kalbi tesekkürlerimi arz ederken, bu telifunlar içerisinde bir tanesini betahsis bahse mevzu etmeme müsaade buyurmanizi istirham ediyorum. Halen Hatay'da vatani vazifesini ifa etmekte olan (bugün itibariyla terhisine, hayirlisiyla 35 safagi kalmis bulunan), eski talebem ve muhibbim Seyfullah Isik evladim, bu hakiyr hocasini derhaatir ederekden, beni aramis ve ahir ömrümde gönlümü hakikaten hos eden ve layik olmadigim iltifatlarda bulunmusdur. Rabbim ondan ferade ferade raziy olsun. ..Terhinden sonra memleketi Giresun'a gitmeden evvel, Istanbul’a ugrayip bendenizi de bizzat ziyaret edecegini israrla söylemesi de gönlümü tatyib ile bendenizi vafir bahtiyar etmisdir, bu onun nezaketidir. Kendisine alenen tesekkür ediyor ve hayirli terhisler temenni ediyorum.
        Efendim bu haftalik da bu kadar. Telakiy gelecek haftaya insallah. O vakde kadar zatiniza hosça bakiniz, Rabbime emanet olunuz. Au revoir, canlarim benim... Irfan KÜLYUTMAZ
FEHRIYE TV'DE MAHKUM
        Fehriye Erdal, Belçika TV'sine çikti. Sabana cinayetinin objektif olarak degerlendirildigi programda, Erdal'in suikasta katildigi belirtildi (Güven ÖZALP/ Brüksel)
        Sabanci Center suikasti faillerinden Fehriye Erdal, uzun süre sonra ilk kez televizyon ekranlarinda göründü.
        RTBF kanalinda yayinlanan "Kanun Namina" adli programla Belçika'da ilk kez, Sabanci suikastina objektif bir yaklasim sergilenmesi dikkat çekti. Suikasta iliskin görüntüleri ve Türkiye'den gelen kanitlan ayrintili olarak yansitan RTBF, Belçika Istihbarat Sözcüsü Jean- Baptiste De Smet'in açiklamalarina da yer verdi.
        De Smet, Belçika istihbaratinin, DHKP/C'rdn tehlikeli bir terör örgütü oldugunu iyi bildigini ve teröristleri yakindan izledigini anlatti. Türk emniyet ve istihbarat yetkililerinin görüslerini de yansitarak Fehriye Erdal'in gerçek kimligi hakkinda izleyicilere genis fikir veren "Kanun Namina", Erdal'in Sabanci suikastiyla iliskisi olmamasinin mümkün görülmedigini, cinayete katildigini ve olay duyulmadan binayi terk etmeyi basardigini görüntü ve kanitlarla anlatti.
SINIR DISI EDILMESI GÜNDEMDE
  
        Belçika Adalet Bakani Antoine Dequesne de, programda yayinlanan demecinde, Erdal'in Belçika kamu güvenligini tehdit ettigine dikkat çekerek, siyasi siginma hakki vermediklerini, ölüm cezasinin varligi nedeniyle Türkiye'ye iade edemediklerini, Belçika’daki suçlan nedeniyle yargilanmasinin ardindan sinir disi edilmesinin gündeme gelecegini anlatti.  
Programin yapimcilari, Erdal'in "Ali" isimli ve Alman Istihbarat servisleri ile baglantisi olan bir sahis, Türkiye'den kaçirildigina iliskin bilgiler edindiklerini de duyurdu. Programda konusan Erdal'da; "çok korktugunu, kendini güvenlikte hissetmedigini, sinir disi edilmek istemedigini, bir AB ülkesinin kendisine siginma hakki tanimasini talep ettigini" dile getirdi.
        Programda, Erdal'in binayi cinayetten hemen sonra ve olay duyulmadan terk ettigi görüntülerle anlatilirken, "cinayeti herkesten önce nasil biliyordu?" sorusuyla çeliskili açiklamalarina dikkat çekildi.
FEHRIYE'YI KIM KAÇIRDI?
  
        Belçika devlet televizyonu RTBF, terör örgütü DHKP-C'nin ve "Sabanci Suikasti" nin kilit ismi Fehriye Erdal'in gerçek yüzlerini kamuoyuna anlatti. Ülkedeki adli sorunlari ele alan "Kanun Namina" adli programda "Sabana Suikasti'nin tarafsiz olarak masaya yatiran Michel Hucorne ile Philippe Lorsignol, çaya Fehriye'nin Türkiye'den kaçirilmasinda Almanya baglantisi oldugunu söyledi. Program yapimcilari, Fehriye'nin, "Ali" isimli ve "Alman Istihbarat Servisi ile baglantisi olan" bir sahis tarafindan Türkiye'den kaçirildigina iliskin somut bilgiler edindiklerini de televizyonda açikladilar.
CANLANDIRARAK ANLATTI
        Programda, masum oldugunu iddia eden Fehriye'nin, suikastta kilit isim oldugu ve olaydan hemen sonra binayi terk etmesi oyuncu kullanarak, "canlandirma" yöntemiyle anlatildi. KTBF, istanbul'un panaromik görüntüsü altinda, Fehriye ve silahli iki kisinin Sabana Center'e girislerini ve binanin tuvaletinde tabancalarina susturucu taktiklarini da ayni yöntemle anlatti. Çayci kizin, "Çay getirdim" diyerek, özdemir Sabanci'nin odasina girisi de canlandirildi.
YALANI ÇIKTI
        Cezaevinden çiktiktan sonra ilk kez televizyona çikan Fehriye ise, kendini güvende hissetmedigini belirterek, bir AB ülkesi tarafindan siginma hakki istedi. Fehriye, suikastin hemen ardindan Sabana Center'i terk etmesinin gerekçesini ise söyle açikladi: "Beni solcu olarak taniyorlar. Cinayetten sorumlu tutulmaktan korktugum için hemen çiktim." Ancak, programda Erdal'in binayi cinayetten hemen sonra ve olay duyulmadan terk ettigi görüntülerle anlatildi. Ve 'Erdal, cinayeti herkesten önce nasil biliyordu?' sorusuyla, teröristin yalan söyledigine dikkat çekti. Programda, Fehriye'nin Türkiye'deki suçlarindan dolayi Belçika'da yargilanmasi için, yasal olanak bulundugunu görüsü savunuldu ve Sabanci ailesinin avukatinin, bu amaçla girisimler baslattigi bildirildi.
SOLCUYU ÜLKÜCÜ YAPAN MEDYA
        Türk milliyetçilerinin mesru manadaki organizasyonlarinin temsilcisi durumunda olanlar, kendi duruslarini temellendirdikleri isleyislere yönelik yanlis degerlendirme ve tespitlerle ilgili haberlere karsi vakit geçirmeden cevap verirlerken, sifatlandiklari kavrama yani ülkücülüge yönelik haksiz iftiralar karsisinda tek kelime etmemektedirler.
        Varlik sebepleri olan davanin sifatlandigi kavrami böylesine dislayan, baska hareket mensubu var mi bilmiyoruz. Ülkücülügün nimetlerini, dar yönelislerin icraatlarina kanalize edip, bir sürü gaileyi basimiza saranlar, kendi icraatlarini anlatmak ve savunmak için harcadiklari çabanin binde birini, ülkücülügün üzerine atilan iftiralari bertaraf etmede göstermiyorlar.
Aidiyetin sosyal açiliminda asil deger olan fikri yükümlük galiba bunlarin üzerinde hiçbir iliskilenisle ilgili degil. Ahbap-çavus iliskisiyle ortaya koyduklari icraatlarinda önceligi ve sonraligi asla bir kriter olarak almayanlar, konum tescilinde de "bagimsiz bir durusun sahibiymisler" gibi davranma psikolojisindedirler.
        Ama baslama noktasinda müracaat ettikleri muhataplar her zaman ülkücülerdir. Ülkücüleri ve ülkücülügü varlik sebepleri gibi degilde, siçrama tahtasi gören bu zevatlar, ya ilgili olduklari fikrin sifatlamasina her sartta sahip çiksinlar ya da ülkücülügü, yanlis islerinde kilif kabul edenlere, hareketlerinin bagimsiz oldugunu deklare etsinler. Ülkücülügün nimetim paylasanlar, külfetini tasiyanlara da saygili olmak zorundadirlar.
        Falanca bakanin, falanca bürokratin falanca partilinin hakkinda, basinda çikan her hangi bir haberin yanlisligi ve yalanina karsi hemen refleks gelistiren bir çoklarini herkes biliyor, ama ülkücülügünün bir çok yalan yanlis iftiralarla asli astan olmayan kisilerle iliskilendirilmesine kimsenin cevabi söz konusu olmuyor. Aidiyet sifatlamasinda bir kültür temeli olmayanlar, asla "bir yerli olma" telakkisine tabi tutulamiyacaginin bilinmesine ragmen malum medya bu isi bir çok iftirayla öyleymis gibi yazip çiziyor.
        "Medyanin desteksiz aticisi" ismiyle müsemma Radikal gazetesinde bu yalan-yanlislar, sür manset devam ediyor. Ülkücü düsmanligini iftiralarla sergileyen bu gazete, isi öyle ileri safhalara tasidi ki hayatinin hiçbir döneminde ülkücülükle uzaktan yakindan bagi olmayan sosyal demokrat ya da solculari ülkücü sifatiyla iliskilendirip "suç örgütü bir hareket" gibi kamu oyuna lanse etmeye çalisiyor.
Bir süreden beri devam eden Erbil Tusalp isimli bir yazarin yazi dizisi "Uyusturucudan Siyasete" de bu hayasiz iftiralar, alip basini gitmektedir. Tabii bu efendiler degneksiz köy bulduklari için, oldukçada rahat davranmaktadirlar. Simdi adlarini, dillerine pelesenk yaptiklari Susurluk kahramanlarinin "ülkücülükle baglan nedir bu adamlarin", sormak lazim. Simdi DYP Genel Baskanligina getirilen Mehmet Agar ne zaman ülkücü oldu? Bal gibi sosyal demokrat olan bu adamin icraatlarinda ve yakininda bir tek ülkücü yoktur. Deniz Gökçe, Sedat Demir, Orhan Tasanlar ve daha bir çok yakininin solcu oldugunu, niye kimse kabul etmiyor?
Solcuyu saga yapanlarin akillilari ve buna inanan ahmaklari teshir etme zamani gelmedi mi? Yine bu bilgi fukarasi Erbil Tusalp'in "ülkücü" dedigi Yasar Öz, ne zaman solculuktan, ülkücülüge geçmistir? iddiasini ispat etmeyen serefsizdir. Nurettin Güven ülkücüyse Ingilizlerle baglantisi nasil oluyor? Yoksa "ülkücüleri Ingilizler mi finanse ediyor" diyorsun?
Sizden her sey beklenir. "Derin Devlet" diye dilinizden düsürmediginiz seyle kucak, kucaga oturan sokulan bilmiyorsaniz arayin tek tek size söyleyelim. Bir de "sizin durusunuzun kimle ne bagi ve iliskisi var?" Onu da yüzünüze anlatalimda aklinizin mahiyet ve boyutunu anlayin.
        O zirvalarinizi yillardir tekrarlayip durdunuz sonuç ne oldu. Hâlâ anlamamakta israr ediyorsunuz. Temiz toplumun kirli solcularinin arsizligi öyle hayasiz bir vaziyette ki bu ülkede masumlari katil, katilleri masum yapiyorlar da kimse bunlara "yeter artik katiller..." diye hadlerini bildirmiyor. Sol, kendi elindeki kanlari yok farz ettirmekte ne maharetler sergiliyor görüyorsunuz.
        Generalleri, bakanlari, çoluk çocugu, askeri, polisi, is adamlarini, ülkücüleri insandan saymazsaniz tabi onlari katledenleri de masum telakkisine tabi kilarsiniz.
Uyusturucu kaçakçisindan, çek senet tahsilatçisindan, zorla haraç toplayicisindan kimlerin rant kaptigini, niye kimse "solla" fotograflamiyor? Dev-Sol tarafindan Fransa'da öldürülen Pasa Güven'ler, Dursun Karatas'Iar, Sarp Kuray'lar neyle mesgul? Erbil Tusalp efendinin oturdugu kapitalizmin kucaginin gövdesi, hangi tekelci sermayenin sömürüsüyle semizlesiyor? Devam edin böyle zirvalariniza...
        Ama gerçekten su "Mehmet Agar'in solcu mu, ülkücü mü?" oldugunu ya siz ögrenin ya birilerine sorun, bu o kadar da zor da bir sey degil. Açip sorun kendisine. Ya da kiymetli arkadasi Sedat Demir'in dosyalarina bir göz gezdirin durumu ögrenirsiniz. Aslan solcular, baktiginiz aynadaki gerçek yüzünüze inmis, maskeyi aralayin artik.
MEDYANIN SOL UZUVLARI LIBERALLESIRKEN
  
        Yayinevleri disinda "medya"nin ana kanalini, gazeteler ve televizyonlar olusturuyor. Bagimsiz egilimler tabii ki burada da var ama genis kitleleri etkileyen, kamuoyunun olusumuna ciddi girdiler sunan, çiktilari yönlendiren ve sermayenin giderek güçlenen ideolojik bir aygiti olarak islev gören (burjuva) medya (si), merkezde duruyor.
        Sol siyaseti ve onun ilk elden alicisi olan kitleyi kusatan yayinlar da, bu merkezin uzuvlari olarak insa ediliyor. Bu baglamda ve bu topraklarda özel önem tasiyan Cumhuriyet ve Radikal gazetelerim, asagida inceleyecegiz.
Oraya geçmeden, konunun yukaridaki omurlarla baglantisina deginecek olursak; hem popüler kültürün olusmasinda, onun yayilma mecralarini olusturmada, sistemle uyumlu sanatçilara "ün" verilmesinde, hem Avrupaci (ön) yarginin kitlelere kabul ettirilmesinde (dayatilmasinda) ve hem de yeni trendlerin lanse edilerek "degisim"in ilgili guruplara indirilmesinde, medyanin çok önemli rolleri var. Yani buraya kadar elestirel bir yaklasim ürettigimiz çogu konu ve kisinin, "kendisini gerçeklestirme mecrasi" medya oluyor. Bu ideolojik güce, bir de "pazarlama nosyonu" eklenince, sermaye, en güçlü silahlarindan birini donanmis oluyor.
        Burada uzun uzadiya "genel medya analizlerine" girecek degilim. Ilgili çok sayida arastirma var. O yüzden "omurgayi dik tutma" çabamizda daha çok, Türkiye topragina basan yönlere deginecegim. Ancak medya analizi denilince, kanimca bu güne kadar en derli, toplu çerçeveyi sunmus ABD'li dilbilimci Noam Chomsky'nin, çok önemli buldugum yaklasimini da kisaca aktarmak istiyorum.
Chomsky'nin "radikal medya elestirisi", Özellikle ABD'nin "özgürlük, demokrasi ve insan haklari" pesinde kosan ve bu "degerler"i yayan global (emperyalist diye okunmasi daha dogrudur) siyasi stratejisi çerçevesinde, kamuoyunun hazirlanmasini ve haber "olusturulmasi" sürecini anlatmaktadir. Objektif gazetecilik yapiyoruz diye, diye çarpitilan ve her bir yayinda- haberde yeniden kurulan gerçek- yutturmaca iliskisi, Körfez Savasi'ndan Papa Suikasti'na, Vietnam'dan Bosna'ya birçok örnekte, ayrintilariyla gösterilir. Chomsky'nin bu olgucu aktarimi, belki olgularin kendisiyle degil ama medyanin filtrelerini (süzgeçlerini) açiga çikaran ve buradan geçemeyen gerçeklere isaret eden yönüyle çok önemlidir.
        Chomsky "medya filtrelerini" bes temel baslikta ele almaktadir. Birincisi, medya kuruluslarinda yasanan tekellesme egilimi ve medya patronlarinin özel kar arayislaridir. Türkiye'de Aydin Dogan, Dinç Bilgin, Cem Uzan ve Karamehmet ailesinin egemenligi bilinmektedir. Sermaye gruplarinin, medyadan gelen güçleriyle aldiklari ihaleler, kapattiklari kamu kuruluslari sayisi ise belirsizdir ve bir dönem mafya sermayesinin de, medya kuruluslarini satin almasi sonucunu vermistir. Haberlerin "geçmesini" belirleyen "birinci filtre", sermayenin kendisidir.
        Ikincisi, reklamlarin medyanin temel gelir kaynagi haline getirilmesidir. Medya, pazarlamanin merkezi organi olduktan, tüm bir "sektör"e "entegre iletisim pazarlama sanayi" denmeye baslandiktan sonra, arak herhangi bir yayinin ekonomik olarak ayakta kalabilmesi için reklam almasi ve dolayisiyla reklam veren onlarca sirkete, sonuçta da bir bütün olarak sermayeye ve onun taleplerine bagimli hale gelmesi söz konusudur. Reklam alan "bagimsiz bir medya" olamaz, dolayisiyla haberlerin "geçmesini" belirleyen "ikinci filtre", reklam bagimliligi ve onun üzerinden tekrar sermaye bagimliligidir.
        Üçüncüsü, "uzmanlar" adiyla olusturulan filtredir. Uzman, etkili ve yetkili çevrelerin medyaya soktugu bir tür "ajan"dir. Her konuda sermayenin, sermaye bagimlisi üniversite çevrelerinin, hükümetin, emniyetin vb. konuya hakim uzmanlari vardir. Önemleri, ilgili konuyu belli bir yönden islemeleri, diger yönleri tümüyle gözardi etmeleridir. Kamuoyu nezdinde "uzman"i bildigi için gerisi önemli degildir. "Uzman filtresi"; haberlerin "nasil geçecegi"ni belirlemektedir.
        "Dördüncü filtre", bir tür otosansür mekanizmasidir. Objektif yaklasimda ileri gidenlerin, sistemin talep ettiginin ötesinde, dürüst gazetecilik örnegi göstermekte diretenlerin bombardimana tutularak bu çizgisinden vazgeçirilmesi, olmadi, karalama kampanyasiyla etkisizlestiril-mesidir. Bu filtre, habercinin "adam edilmesi"dir.
        Chomsky, Amerikan medyasinin (ve 90'Iarda hizla Amerikanlasan tüm dünya medyasinin) kullandigi besinci filtreyi açiklikla dile getirmistir; bu anti-komünizmdir. Komünistlerin ve siyasetlerinin görmezden gelinmesi,"sol andansli medya"da, onlarla ilgili haberlere yer verildigi durumda haberin ufaltil m a si ya da çarpitilmasi, "sag tandansli medya"da çesitli vesilelerle "kizil tehlike"ye dikkat çekilmesi, gerektiginde "vatan hainlikleri"ni gösteren haberlerin yapilmasi, bu filtrenin islevleridir. Filtre, komünizme karsi ideolojik uyan mekanizmasidir ve tüm haberler, içlerine sizabilecek hainlere karsi, bir anti- komünizm filtresinden "geçirilir."
        Chomsky'nin niteliklerini belirledigi bes filtre, bugünkü çok kanalli medya yapisinin, aslinda nasil da tek bir kanala denk düstügünü göstermektedir. Çünkü haberler, ancak bu bes filtreden geçtikten sonra medya da yayinlanabilen "objektif haberler" olabilmektedir ve bütün kanallar dogaldir ki "objektiftir. Filtrelerden geçemeyen gerçekler ise haber olamamaktadir, daha dogrusu haberler gerçegi verememektedir. Düsman ideolojilerini tektipçilikle, totalitarizmle suçlamayi aliskanlik haline getiren bir sistemin, en "çok kanalli" göründügü alanda, en tektipçi ve totaliter araçlarindan birini üretmesi ibretliktir.
Yanilsamali ve yönlendirilmis bilinç üretme konusunda büyük bir güce sahip olan medyanin, bu etkisini mutlaklastirmak ise gereksizdir. Sistemin "genis kitleleri ideolojik olarak kusatmasini" çok seye yormak mümkündür ama her seye yormak, sorunu saçmalastirmaktadir. Dolayisiyla medyanin güçlü etkisi, gündemin belirlenmesi ve kitlelerin manipüle edilmesi gibi uçlara götürülmeden ayirt edilebilmelidir. Ve en önemlisi, filtresiz gerçek haberlerin kanallarini yaratabilmektir.
        Buradan, Türkiye'ye geçebiliriz artik. Chomsky'nin Amerikan medyasi için saptadigi bes filtre, "burada" da geçerlidir. Hatta filtrelerin gözenekleri çok daha küçük, görünümleri çok daha kabadir. Medyanin, sermaye ve onun iktidardaki güçleriyle iliskisi, "besleme" özelligi göstermektedir. Öyle ki, 150 yili asan basin tarihini, tek bir paragrafla özetlemek mümkündür:
"Besleme basin" geleneginin köklerinin derinlere indigi, aykiri ses çikaranlarin hizla cezalandirildigi bir ülkedir bu; Sultan Mahmut'un "sarayin günlük tarihini döken, övgü dolu" Takvim-i Vak'ayi'sinden baslayan, santajci Ce-ride-i Havadis'le devam eden, Abdülaziz'le, Abdülhamit'le, Mustafa Kemal, Inönü, Menderes'le "resmi olan"a iyice baglanan, "gayri resmi" onlarcasinin kapatildigi, Demirelle, Özalla, Çillerle "majestelerinin gazetelerinin" yeniden yaratildigi, "iki buçuk gazete"nin öne çikarildigi, asparagasla, lotaryayla, baldir-bacakla, liberal çigirtkanlikla, güce tapinmayla, yükselen degerlerle, birbirine karsi tetikçilikle, is takipçiligiyle, Mehmetçik gazetecilerle, muhalif olanin yakilmasiyla yasayan bir "gelenek"tir.
        Filtreler kalemlerde, beyinlerde, yüreklerdedir. Ancak "medya sistemi", gözeneklerin görece büyük oldugu, azda olsa "gerçekler"e yer veren "solcu" Örnekler de üretebilmelidir. Iste bu ihtiyacin 2000'ler Türkiye'sindeki karsiligi, Radikal ve Cumhuriyet'tir.
Evveliyati resmi söylemlerin yayin organi olmaya, milliyetçilige ve hatta bir dönem fasizme dayanan Cumhuriyet'in, 60'lann ikinci yansindan itibaren baslayan "ortanin solu" macerasi, bugüne uzanan yönleriyle irdelenmeyi hak etmektedir. Ama önce 90'lann ikinci yarisinda çikan "light Cumhuriyet" ekolüne dair saptamalarimizi aktaralim.
        Yeni Yüzyil ve Radikal'den olusan "light-Cumhuriyet" ekolünün, ilk çikislari itibariyla, hem Cumhuriyetin Kemalist- ulusala okurlarindan çalmak, hem de özellikle üniversitelerde "gençleri liberalizme kazanmak" gibi ikili bir stratejisi vardi. Üniversitenin kültürel etkinliklere ve kismen siyasete duyarli, akademik sos büründürülmüs analiz yazilarini okumaya ve yazmaya açik olan kesimlerini "liberalizm"e kazanmak, önemli bir hedefti. Ayni kesimin mezuniyetle birlikte olusturmayi hedefledigi "kariyer" ne kadar güvence altindaysa, bu liberal müdahalenin etkisi de o kadar güçlü oldu. Yillar içinde, sonradan Bin yil'a dönüsen Yeni Yüzyil kapandi, Radikal ciddi ölçüde tiraj yitirdi, güç de, güvence de azaldi ama etki sürdü; üniversite anketlerinde "en çok okunan gazete"nin adi. Radikal olmaya devam etti.
Aydin Dogan'in patronlugunu yürüttügü gazete, dönem, dönem mali açidan iflas noktasina gelse de, "prestij" sorunu da gözetilerek sübvanse edildi. Dogan, memleketin liberal entelenjiyasirun gönlünü oksayan, üniversitelerden yenilerinin yetismesine önayak olan bir çizginin ideolojik öneminin bilerek hareket etti. Radikal'in günlük yayin çizgisiyle olusturdugu ideolojik referanslar (sol yayinciligin etkisizligiyle de birlesince), gençlik içinde Kemalist reflekslerin yerini, sivil toplumcu duyarliliklarin almasini sagladi. Belirtmeye gerek var mi; bu referanslarin burjuva iktidarini rahatsiz etmeyen, tam tersine güçlendiren bir yapisi var. Açik- gizli özellestirmeci, yan- gizli Amerikanci, gizli milliyetçi, açik demokrasi ve insan haklari savunucusu ama her durumda liberal bir çizgi, solun kolektif aklini bozmaktadir. Liberalizmin gündelik alginin içine sinmis bu hali, ortalama üniversite solcusunun Öncelikle reflekslerini, ama zamanla bilincini sekillendirmeye baslamistir. Geçtigimiz yillarda yasanan "türban darbesi"nin ardinda, liberal asinin tutturdugu böylesi bir siradan bilinç de vardir.
        Radikal'in bu "siyasi- ideolojik" etki disinda bir de "kültürel- ideolojik" etkisi oldu. "Liberal ortam"a fenomen pazarlama, "in"ler ve "out"lar yaratma görevi, haftalik ve aylik magazin dergileri disinda, günlük olarak Radikal'in (ve bir miktar da Sabah'in) görevi haline geldi. Yeni "stil'ler yaratmak, "clubber" vb. adini verdikleri yeni genç cemaatlerin gönlünü oksamak, tüketim kültürünü bu gruplar üzerinden canlandirmak ve tabii ki reklam pazarlamak, bu görevin tanim alanina girdi.
        Radikal ekolünün yarattigi bilgili, özgür ve tüketen liberal gençlik, 2001 yilinda bir "kriz darbesi" yedi. Gazetesinden günlük olarak aldigi liberal referans çerçevesinin maddi karsiligi çikmayinca ya da eksik çikinca, liberal zeminin saglam olmadigini, sorgulanabilir bir sey oldugunu farketti. Uçmayi ve kaçmayi da barindiran bu tepkisellik, sol açisindan degerlendirilmesi gereken özellikler de barindiriyor. Ancak Cumhuriyet'in Kemalist etkisine göre Radikal'in liberal dusundan geçmis bir kitleye ulasmak, Öyle çok da kolay degil. Solun bu müdahale girisiminde, kendi kimligini de deforme etme riski bulunuyor. Solun kendi yayin çizgisini güçlendirmesini liberal etkiyi bertaraf etmede, çok daha önemli bir rolü bulunuyor.
        Cumhuriyete gelirsek; bu ülkede sol duyu ve tepkinin güncel karsiligim üreten yayin organi olmasi hem önemli bir "firsat", hem de büyük bir "sorun" dan baslarsak, sermaye iktidarini ve Chomsky'nin yukarida sözünü ettigimiz filtrelerini "öncül" kabul ederek yazdigimiz unutulmasin; "Babiali'nin Pravdasi", bu filtreleri "sol" adina gelistirerek her gün yeniden "haber" üretiyor. "Cumhuriyet okuru denilen, özellikle tasrada "ortak" kimi duyarliliklar da gelistiren, metropollerde ise zaman zaman çevresine "isik saçan" bir kitle, her gün filtreli haberleri kendine ve yakin çevresine tasiyor. Bu ülkede sol adina yola çikanlarin, bu zemini ihmal etme sansi ise bulunmuyor. Çünkü "firsat" kismina gelirsek; içeriden ve disaridan zorlamalarla Cumhuriyet'in gözeneklerini büyütmektiler zaman mümkün.
        Cumhuriyet, en genel anlamiyla sola dönük ideolojisi ve dünya görüsü olan bir gazete. Her ne kadar resmi solu temsil etse de, solun düzen disina tasabilen unsurlarim da içinde barindirabiliyor; böylelikle onlara da bir "resmiyet" kazandiriyor. Düzen içi sol nezdindeki asil temsiliyet'ine bakildiginda ise, 90'lann "her alanda zorlanan liberal dokusuyla mesafesini koruyan bir "resmi" çizgiye sahip oldugu görünüyor. Ancak Cumhuriyet'le örnegin Radikal arasinda bir çeliski yok; tam tersine, yer yer birbirini bütünleyen yer yer itekleyen dinamik bir iliski kuruluyor. Cumhuriyet'in" filtresinden geçemeyenler, Radikal'in filtresinden geçiyor ya da tam tersi oluyor, ancak sonuçta bu görev paylasiminin bütünlügünde, düzenin "sol yayincilik filtresi" insa ediliyor.
        Cumhuriyeti liberallestirme yönündeki çabalar ise, her zaman bir "direnis"le karsilaniyor. 12 Mart darbesinden hemen sonra gündeme gelen "deneme", okur boykotuyla karsilasip, bosa çikarilinca, "devletçi sol" çizgisi konsolide ediliyor. 91'de mali gerekçelere de dayanan, Murat Belge'li, Emine Usakligil'li, benzer bir liberal girdi denemesi, yine yazarlarin istifasi ve okur boykotuyla karsilanip alt ediliyor.
Bundan sonra "cepheden" degil, "içeriden" müdahaledönemi basliyor. Yabanci sermayenin ülkedeki etkinligini, "oyunun kurali" olarak benimseyen, yoksullasma karsisinda halk duyarliligini oksasa da "ekonomik programlar'^ çare gözüyle yönelen, 2000'lerde Sezer "çare"sine sarilan, Avrupa Birligi konusunda "onay" üreten, hatta "sömürge aydini" tipolojisine yesil isik yakan yeni yayincilik çizgisine, liberalizm rahatlikla "sizabiliyor". Hatta Avrupacilikla birlikte, ABD'nin bölge çikarlarina çok uzak olmayan "görüsler" de, Cumhuriyet'in sayfalarinda yer bulmaya basliyor.
Bu degisim içerisinde, gazetenin "cumhuriyet'i "demokrasi"nin önünde gören genel çizgisiyle birlikte, demokrasiyi zorlayan, Oral Çalislar, Aydin Engin gibi köse yazarlari da Öne çikiyor. Bir yandan "liberal bulasik" bu imzalar araciligiyla kendine alan açmaya çalisirken, bir yandan da laiklik hassasiyeti ve asker partisinin bu konuda 1997 yilindan itibaren attigi adimlar, Cumhuriyet çizgisinin son yillardaki yürüyüsünün temel belirleyenleri oluyor (90'lann hassas konusu "bölücülük" karsisinda ise,, belki   Mehmetçik gazeteciliginin kendisi degil ama ideolojisi üretiliyor.) Düzenin sol ihtiyacini, sosyal demokrat j sinin birligi çerçevesinde karsilama çabasi ise, 9O'li yillar f boyunca bir sonuç üretmiyor (Bir tek 90'lara girilirken "hükümet üretmek" konusunda basariya ulasiliyor. DYP- SHP koalisyonunun kurulmasinda Cumhuriyet'in özellikle Ugur Mumcunun "anlamli" katkilari bulunu yor.)
Gazete, ideolojik- kültürel alanda yillardir "aydinlat maçi" hattin tasiyiciligina soyunuyor, ancak genç ve devrimci çikislara kapattigi sayfalarini, yalnizca gelene! cumhuriyet aydininin ahbap-çavus elestirelligine açan bastan bir kayitla hareket ediyor. Bu "elestirellik" entelijansiyanin donuk bir fotografini vermekten öteye geçer yor. Radikal'in civiltili ve civik görüntüsüyle, yine bir görev bölüsümünü ifade ediyor.
Objektif haberciligin, "bagimsiz" kalmakla mümkün oldugu sik sik dile getirilse de, Cumhuriyet'in büyük medya patronlarindan birine bagli olmadigi anlatilmaya çalisilsa da, gazete, büyük sermayeyle baglantisini her dönem göbekten kuruyor. Gelir getiren kalemlerin, finans ve reklam olanaklarinin, dagitim kanallarinin tümüyle sermayeye baglandigi bir dönemde "çaresiz" kaliyor; belki dogrudan sermayenin borazanligini yapmiyor ama göbekten konusmayi, "vantrologlugu" basariyor. Her kritik dönemde ve baslikta, "sol muhalefet*'ini bir kenara birakip, göbek bagini saglamlastiran çikislar yapmayi da ihmal etmiyor.
        Peki, buradan nasil "olanak" çikiyor? Babiali'nin Pravdasi'nin solu yazmasi ve daha da önemlisi "yazdiklarinin sola yazmasi" için, önce Pravda'nin güçlenmesi, tüm topragi ve bu arada Babiali'yi de sarsmasi gerekiyor
RÜZGARA GÖRE YÖN DEGISTIRMELERIN VE ÇÜRÜYÜSLERIN KÜÇÜLTTÜGÜ BIR EGEMEN GÜÇ BORAZANI: CUMHURIYET GAZETESI
  
        Bugün, "Yeni Gün Holding" bünyesine giren Cumhuriyet gazetesi, 1924 yilinda Yunus Nadi tarafindan yayin hayatina sokulmustur. Cumhuriyet bugün, yayin tarihinin en düsük tirajlarini yasiyor. 12 Eylül 1980 öncesinde tiraji 200 binden asagi inmeyen bir gazete iken, bugün çesitli zorlamalarla 15-20 binlerde seyretmektedir.
        Ancak Cumhuriyet gazetesinin yayin tarihinde en ilginç ve çarpici olan gerçek, bu gazetenin kapanma noktasina gelmesi degil, ideolojik olarak daima karsi olduklari ve amansizca savastiklari kapitalist bir grubu benimsemeleriydi. Cumhuriyet gazetesinin sosyalist agirlikli olan ve kapitalizmin bütün kurumlarina ve felsefesine karsi oldugu bilinen ortaklarinin aldigi radikal bir kararla "Yeni Gün" adli bir holding kuruldu ve gazete, bu holdinge baglandi. Holdinglesme; gücü ve imkani olan sermaye sahiplerinin ve girisimlerin olusturdugu, kapitalist bir yapidir. Bu yapiyi olusturmak, herkese açik bir hak. Ancak burada holding olusturanlar, yillardir kapitalizmin tüm degerlerine, felsefesine ve kurumlarina amansizca saldiran, sosyalist zihniyetti, jakoben, laik-militan bir gazetenin ortaklan olunca, ortaya yaman ve çarpici bir çeliski çikiyor. însan bu ilkesizlige ve garabete elbette ki çok sasiyor. Söz konusu olan kisiler, Cumhuriyet'e bir holding makyaji vermekle, yillardir en sert ve en militan üsluplarla sürdürdükleri sosyalist ve devrimci mücadelelerini tamamen terk etmis ve oyunlarini kapitalist araçlarla, kapitalizmin kurallari içinde oynamayi kabul etmis oluyorlar. Cumhuriyet gazetesinin geldigi bu son nokta keskin bir ideoloji degisikligine isaret ettigi gibi militan, sosyalist- devrimci çizginin de "iflasinin ilani" anlamina geliyordu. Günümüzde globallesen ve ekonomi iliskileri çerçevesinde sinirlarin kalktigi bir ortamda, artik ekonomik ve sosyolojik anlamda geçerli hiçbir tarafi kalmamis bir ideolojinin bayraktarligini yapmaya çalismak Cumhuriyet gazetesini kapanma noktasina getirmisti. Ancak gazetenin ayaga kalkip güçlenmesi için eski tüfeklerin seçtigi yol ise onlarin kendilerini, ilkelerini, ideolojilerini ve yillardir savuna geldikleri fikirleri yok sayip reddetmek anlamina gelen bir yoldu. Eski tüfekler, holdinglesmeye karar vermislerdi. Bu kararin alinmasina kadar 50-60- binlerde dolasan Cumhuriyet gazetesinin tiraji, bu 180 derecelik dönüsten, sonra sadik devrimci, sol okuyucu kitlesini kaybettigi için 10-15 binlere düstü.
        Halen 10-15 bin satan Cumhuriyet gazetesinin bugünkü okuyucu kitlesi, hep ayni kalan kemiklesmis kitledir. Bu 10-15 bin gazetenin 1000 adeti; askeri orduevi, gazino, karargah gazinolarinda "alinmasi zorunlu bes gazeteden biri" oldugu için askeri birimlerde okunuyor. 500 tanesi. Ögretmen evlerine satiliyor. Diger kamu kurum ve kuruluslarinin "alinmasi standart olan gazetelerinden biri" de Cumhuriyet oldugu için, 3000 tanesi de bu kanaldan aliniyor. Müstesarliklara, lokallere, bakanlara alinan gazeteler arasinda Cumhuriyet gazetesi de vardir. Cumhuriyet gazetesi 3000 gazeteyi buradan garantiliyor. Ayrica Adalet Bakanligi cezaevlerine 250 adet Cumhuriyet gazetesi aliyor. Kültür Bakanligi, kütüphaneler için 500 Cumhuriyet gazetesi aliyor. Yargitay, Danistay ve Sayistay'da 100-150 Cumhuriyet okunuyor. Üniversite Rektörlükleri, îl Özel idareleri ve yerel gazeteler, toplam 2000 Cumhuriyet gazetesi tüketiyor. Buradan anlasilabilecegi gibi, halen Cumhuriyet gazetesinin en büyük ve garantili müsterisinin devlet oldugu ve varligini devlete borçlu oldugun anlasiliyor.
Cumhuriyet gazetesi, burada sayilan ve sayilamayan devlet kurumlarina 9 ile 10 bin gazeteyi garantili olarak^! hiçbir çaba göstermeden satiyor. Bu miktar ise, su andâ': Cumhuriyet'in sahip oldugu tiraji 2000 ile 5000 altindadir.' | Yani holding olmasina ragmen gazeteyi kapanmaktan kurtaran husus, en önemli müsterisinin devlet olmasidir. | Buna bir bakima devletin Cumhuriyet'e karsi "vefa borcu-j | nu" ödemesi denilebilir. Çünkü Cumhuriyet gazetesi kurulusundan, 1970'li yillarin ortalarina kadar militarist-laik bir Cumhuriyet rejiminin ve militarist devrimci Kemaliz min muhafizligini ve sözcülügünü yapmisti. 1970'li yillarin ortalarindan 12 Eylül'e kadar Bolsevik devrimci solun güdümüne giren Cumhuriyet, hem Komünist ideolojiyi seslendirmis hem de Laik Cumhuriyet rejimine düsman gördügü kesimlere karsi militan ve sert bir düsmanlik yaparak Türk Silahli Kuvvetlerinin ve perde arkasindaki asil "Karar Alicilarin" takdirini kazanmisti...
        199O'li yillarda, militarist Kemalist milliyetçi ve militan laik bir çizgiyi benimseyen Cumhuriyet gazetesinde, artik sosyalist fikirlere iliskin çikislar görülmemeye, kapitalizmle ve devletin hakim ideolojisiyle uyum saglama arayislarina girildigi gözlendi. Ancak her seye ragmen, Cumhuriyet'in kökten bir sapmaya ve reddedise yer vererek, kapitalizmi bütün yönleriyle benimseyecegini ve asil okuyucu kitlesi sol devrimci olan okuyucularla "köprüleri tamamen yikacagini" hiç kimse beklemiyordu.
        Bu gün hem tiraji azalan, hem de personelinin ve yazarlarinin büyük bir bölümünü kaybeden, kaçirtan ve kovan Cumhuriyet gazetesinin bu köklü ideolojik degisikligi ilk degildir. Cumhuriyet gazetesi; tam bir çizgi, ideolojik sapmalar ve çürüyüsler tarihidir. Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti rejiminin bekçisi olarak, tek partili dönemin selameti ve varligini güçlendirmek amaciyla, resmi desteklerle kurulmus ve yasatilmis bir gazetedir. Ancak tek partili dönemin sona ermesinden, askeri darbelere kadar sayisiz gelismeler yasanmis, bu da gazetenin kurulurken benimsendigi rolü oynamasina ve tek bir çizgiyi degistirmeden sürdürmesini zorlastirmistir.
        Cumhuriyet gazetesi, tam bir "egemen güçlerin" borazanidir.
        Cumhuriyet gazetesi tarihinde en keskin yönleriyle gözlenen fikir ve çizgi degisikliklerinin nedeni bu gazetenin bir rüzgar gülü gibi rüzgarlarin estigi yöne göre degismesi ve "durus" belirlemesidir. Buna göre, Cumhuriyet gazetesinin içe ve disa karsi durus ve çizgisini belirleyen iki ana etken vardir.
        1- Içteki güç dengelerinin degismesine göre davranmak, egemen güçlerin, hükümetlerin veya devirlerin degismesiyle sahneye yeni aktörlerin gelmesi ve bu aktörlerle iyi geçinmeye çalisilarak, hem cüzdanlarin daima siskin kalmasini saglamak, hem de gazeteyi yasatmak ve güçlü kilmak düsüncesi.
Örnegin; Demokrat Parti iktidara gelene kadar, siki bir Ismet Inönü'cülük yapilmistir. Ancak Demokrat Parti iktidara gelince siki bir Menderesçi kesilip, 27 Mayis 1960 darbesine kadar bunu sürdürmüslerdir. 27 Mayis 1960 darbesinin ertesi günü, Menderes'ten "vatan haini" diye bahsedilmis ve bundan sonra tekrar militan, laik, sol tertip olan Inönü çizgisine ve Inönü'ye destek verilmistir.
        2- Dünyadaki güncel, politik ve siyasi konjonktüre dikkat edip, esen hakim rüzgarlara ve bu rüzgarlarla devleti yönetenler arasindaki mesafelere ve baglantilara dikkat ederek, yön ve çizgi benimsemek... 1939'da Hitler, II. Dünya Savasini baslatmistir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenler ile Hitler arasinda örtülü bir takim iliskiler ya da anlasmalar oldugunu sezen Cumhuriyet gazetesi, bir anda Nasyonal Sosyalist (NAZI)'lere yani Hitler'e hos görünen bir durusa geçmistir. Cumhuriyet'in bunu yapmasi, siradan bir olay degildir. Cumhuriyet gazetesi adeta devletin resmi gazetesiydi. Ve herkes bu gazetenin "devletin
sesi ve kamuoyu olusturucusu" oldugunu biliyordu.
Toplumu Cumhuriyet ilkelerine, Laik degisime,devrimlere ve Istiklal Mahkemelerinden çikan idam kararlarina hazirlama ve alistirma islerine, Cumhuriyet gazetesi memur edilmisti. Devlet destekleri ve sermayesi de bunun için bu gazeteye akitiliyordu, iste bu nedenledir ki Cumhuriyet gazetesinin Hitler'e hos görünecek, Ingiltere jekomünizme karsi amansiz bir yayin yapmasi, aslindaTürkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çizgisini ve fikirlerini;ifade ediyordu. Cumhuriyet gazetesi jakoben- laik Kemalistlerin lehine beyninden geçen, Içe ve disa yönelik politik ve diplomatik hesaplarin bir nakledicisiydi. 1939 ile1945 yillari arasinda koyu nasyonalist bir durusla Hitler'i selamlayan Cumhuriyet, Almanya'nin yenilgisinden sonra rüzgarlarin, artik ABD'den ve SSCB'den yana esecegini görmüstür. SSCB'nin basinda bulunan Stalin'in bölgeseli hesaplan Türkiye'yi ürkütünce, SSCB'ye karsi Ingiltere ve ABD'ye selam çakan bir çizgi benimsenmis, böylece güvenligimiz için bizi NATO'ya sokacak kapilarin aralanmasina çalisilmistir. 1950'li yillar artik, DP ve Menderes yillariydi. Cumhuriyet, rolünü ve misyonunu hemen fark misti (!) Cumhuriyet 27 Mayis'a kadar Menderesçi'ydi 1978 yilinda CHP agirlikli bir sol hükümet is basina g< ce ülke bir anda sosyalist ve komünist merkezlerden rüzgarlar arasinda kalmis ve ülke sol bir ihtilalin esigine gelmisti. Cumhuriyet önlemini almakta gecikmedi. Komünist bir yönetimin is basina gelerek SSCB'nin güdümüne girebilecegini ihtimal veren Cumhuriyet gazetesi anda "Bolsevik gazetesi" olmustu. Cumhuriyet bu ât nemde artik Kemalist bile degil, koyu bir sosyalist devrimci olmustur. Gazetede komünistligin her tonu VI ve gazete ile Türkiye Komünist Partisi arasinda baglantilar kuruldugu ve TKP'nin gazeteyi maniple ettigi söyle meye baslanmistir. SSCB yanlisi sol çizgisi ve amansiz siddetli bir milliyetçilik düsmanligi nedeniyle hakli olarak bu gazeteye "Türk Pravda"si adi verilmistir. SSCB'nin komünist resmi gazetesinin adi da Pravda idi. Cumhuriyet bu çizgi ve durusunun parasal karsiligini oldukça tatminkar bir sekilde aldi. Gazetenin çizgisi komünist ve sol fraksiyonlara hitap ettigi için 200 bin ile 250 bin arasinda dolasiyordu. Bu da Cumhuriyet'e yetiyordu. Cumhuriyet her zaman en pahali gazete olma özelligini o yillarda da koruyordu. Bu nedenle Cumhuriyet 200 bin adet satiyorsa bunu 500 bin satmis gibi algilamalisiniz. Çünkü su anda bile gazeteler, 100 bin ile 200 TL arasinda satilirken. Cumhuriyet gazetesi 350 bin TL'den satiliyor. Çok dogal ki bu da standart oldugu üzere, sadece devlete satabiliyor. Siddetli geçim sikintisi içinde olan ögretmen, ögrenci ve memur gibi hedef olmasi gereken asil okuyucu kitlelerini diger gazetelerden sekiz sayfa eksik olan bir gazeteye 350 bin Ura verip okumalari, zaten mümkün olmuyor. Ayrica gazeteler için artik, sadik ve fanatik okuyucu modeli kalmamistir. Ideolojik katilasmalarin sona ermesinden ve çok kemiklesmis okuyucu kitleleri bulunan gazetelerin zarar gördügü kesindir. Artik herkes, imkan buldukça her seyi okuyor, Iste bu durumun en çok vurup yiktigi gazete de, tabii ki her zaman böyle durumlardan yararlanarak fanatizmin ve dogmatizmin kaymagini yemis olan Cumhuriyettir.
Cumhuriyet hakim güçlerin, hakim rüzgarlarin yönlerine göre "durus" alan ve devlete egemen olan idarenin ve zihniyetin paralelinde, kendine biçilen konjerktürel bekçiligi ve tetikçiligi basariyla yerine getiren bir gazetedir, Cumhuriyet gazetesinin böylesine ilkesiz, tutarsiz ve kaypak duruslar almasinin arka planinda da tabiî ki çirkin bir çikarciliklara kazanma ve parsa toplama hirsi vardir.
REJIM MUHAFIZLIGI!
  
       "Kumandali mi. Gönüllü mü?" Cumhuriyet gazetesinin temel çizgisinin, rejim muhafizligi üzerinde biçimlendigini iddia ettigimiz zaman bu çizginin egemen güçlerin emri ya da istegiyle   "kumandali bir sekilde mi" yoksa,gazetenin iradesiyle "gönüllü olarak mi" belirlenip, takip edildigi hususu karsimiza çikiyor. Yaygin olan ve bizim de katildigimiz kanaate göre Cumhuriyet yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yere saglam basmasi için gereken halk destegini olusturmak amaciyla dogrulmus ve bu görevi yapmasina paralel olarak, rejimin tetikçiligini ve propagandalarini da üstlenmis bir besleme gazetedir. Beslemeligini kanitlayan en önemli deli) de, gazetenin halen mevcut tirajinin yüzde doksaninin devlet tarafindan alinmasidir. Devlet kurumlan bu gazeteyi almasalar, gazete ertesi gün kapanacak durumdadir. Holdinglesme ile birlikte gazetenin mali problemleri azalmamistir.
Bu nedenle gazetenin,, devlet tarafindan "suni teneffüsle" ayakta tutuldugu bir süreç devam etmektedir. Cumhuriyet gazetesi kendine daima "devrimci gazete" dedi. Cumhuriyet'in devrimci olarak kendine yakistirdigi islevin ana nedeni, jakoben, Laik-Kemalist ve militarist gerçek güç ve egemenlik odaklarinin borazanligim ve tetikçiligini yapmakta olusudur.
        Gazetenin kurucusu Yunus Nadi'nin devlet ile iliskisi anlasilmadan. Cumhuriyet gazetesinin analizi yapilamaz. Bunun için biraz, Yunus Nadi'yi masaya yatirmaliyiz.
YUNUS NADI'NIN ANALIZI
  
        Cumhuriyet gazetesinin kurucusu olan Yunus Nadi'nin gazetecilik sahasina ilk el atisi. Sultan II. Abdülhamit zamaninda gerçeklesmistir. Bu dönemde Yunus Nadi "Yeni Gün" adli bir gazeteye çikarmistir. Ancak tahmin edilecegi gibi Yunus Nadi daha ilk gazetecilik deneyinde, esen rüzgarlardan ve güçlüden yana tavir almistir. Yunus Nadi'nin bu baglamda aldigi durus, iktidarin gerçek sahipleri olarak görülen Ittihat ve Terakkicileri selamlayan ve yalayan bir durustur. Ittihatçilari devrimci olarak niteleyen Yunus Nadi, kendisine ve gazetesine de 'devrimci* diyordu. Cumhuriyet gazetesinin devrimci sifatina ve islevlerine sahip çikmasinin ve bir daha bunu hiç terketmeden bugünlere kadar tasimasinin ilk etabini böylece Yunus Nadi baslatmistir. Ancak Yunus Nadi'nin daima güçlüden, esen rüzgarlardan ve çikarlarin nereden gelecegine göre biçimlenen bir devrimciligi vardi. Dogal olarak bu devrimcilik yana döner bir rüzgar gülü devrimciligi idi. Ve durmadan Kabe'sini, kiblesini degistiriyordu. Bu da gazetenin bir tenis topu gibi, güç odaklan arasinda yer, söylem ve tavir degistirmesine yol açiyordu.
        I. Dünya Savasi'nda Osmanli Imparatorlugu yenilince devleti savasa sokan Ittihatçilara da kaçmak düstü. Ittihatçilar sahneden çekilince, Yunus Nadi'nin "Yeni Gün"ü kendisine yeni kible, yeni efendi ve yeni roller bulmakta hiç zorlanmadi, iktidarin ve bundan sonraki dönemlerin Kemalistlerin damgasini tasiyacagini aninda gören Yunus Nadi, bu kez rotasini Kemalistlerden yana çevirdi ve artik Kemalistlerin sesi oldu. Yunus Nadi, 1924'de Yeni Gün gazetesini kapatip, yerine Cumhuriyet gazetesini kurdu. Bu yenilik, Kemalistlerle ve dönemin esen rüzgarlariyla gayet uyumlu olan ve sonradan Yunus Nadi'nin hem ceplerinin, hem de gazetenin kasasinin devlet yardimlariyla! dolmasini saglayan bir atilim olmustur. Cumhuriyet gazetesi Mustafa Kemal Atatürk ölene kadar katiksiz biri Atatürk destekçisi olmustur. 1924 ile 1938 yillari arasinda | yapilan devrimlerin ve yeniliklerin topluma anlatilip sin-f dirilmesi veya toplumun Önceden bunlara hazirlanmasi,| islevini Cumhuriyet gazetesi yerine getirmis devletten aldigi bütün destek ve para yardimlarinin karsiligini eksiksiz bir sekilde Ödemistir. Atatürk ölünce. Cumhuriyet gazetesi, iplerin ismet Inönü'ye geçecegini ve tek partili diktatörlügün bir müddet daha devam edecegini aninda görmüs, hiç gecikmeden yeni duruma göre durusunu almistir. Cumhuriyet gazetesi artik koyu bir "Milli Sefti ve yir ne kati bir Kemalist devrimcidir. Ancak dünyada Hitler kaynakli olarak esen yeni güçle dalgalanan ve degisen konjonktür ismet Inönü idaresini de zorlamak da bu da durumlara göre ayarlamalar yapmayi zorunlu kilmaktadir.
        Bu nedenle, o dönemde Milliyetçilik - Türkçülük gibi akimlara yer verilerek, komünizme ve SSCB'ye karsi sert söylemler seslendirerek Hitler'e diplomatik selam- J lar çakilmistir. Ayrica Almanya'nin bir savas baslatacagi ve Avrupa'yi -SSCB' yi isgal edecegi ihtimaline yer verilerek, Almanya yanlisi davranislar sergilenmistir. Ayrica ülkenin her tarafinda üniversitelerde, donanmada, fabrikalarda ve gazetelerde amansiz bir Bolsevik- Komünist takibati baslatilarak Almanya'ya paralel davranmistir.
        Cumhuriyet gazetesi, Hitler'den yayilan ve Ismet Pasa idaresini de etkileyen bu Fasist-Nazi elektrigini almakta gecikmedi ve kisa zamanda Hitler hayranligini alenen sergileyen, Nazi egilimler tasiyan bir gazete oluverdi. Bu dönemde Cumhuriyet gazetesi ve Yunus Nadi, Hitler'in sözcüsü olmakla suçlanmistir.
Ancak Almanya yenilince ve demokrasi rüzgarlari güçlenip, bütün totaliter rejimleri demokrasiye zorlamaya baslayinca, Ismet Inönü'nün artik "Tek Partili Milli Sefligi" yani diktatörlügü sürdürebilme imkani kalmamisti, Dünya Savasini bahane ederek "savas sartlari, simdilik çok partili hayata geçmeyi mümkün kilmiyor" diyen ve bunu diktatörlügüne gerekçe yapan Inönü'nün, bu gerekçesi de sona ermisti.  Savas bitmis, Almanya  da yenilmisti. ABD'den ve Avrupa'dan gelen demokrasi rüzgarlari ve diktatörlere karsi yükselen antipatik tavir Inönü'nün durumunu epey zora sokmustur. Üstelik savas boyunca Inönü el altindan Almanya'ya destek vermis, Ingiltere, Fransa gibi ülkelerden gelen "savasa katil, bize yardim et" çagrilarina cevap vermeyerek son derece nötr, ikiyüzlü ve Ifadesiz bir siyaseti, "tarafsizlik" ambalaji ile sunarak müthis bir antipati toplamisti. Savas boyunca "ne Isa'ya, ne Musa'ya" seklinde kisiliksiz, ifadesiz ve nötr bir tarafsizlik siyaseti izleyerek aslinda Almanya'yi desteklemis duruma düsen Inönü, bu tavri ile müthis bir antipati yaratmisti. Hal böyle olunca elbette ki, savastan sonra Avrupa'nin ve ABD'nin, üstünü çizdikleri bir liderle iliskiye girmeleri ve onun idaresine destek vermeleri düsünülemezdi. Nitekim bunun ilk anlayan ve geregini yapan Inönü oldu. Daha fazla gecikmeden çok partili hayata geçilmesinin adimlarini atarak baska yönetimlere imkan tanidi. Bu elbette ki gönüllü, içten gelen bir sesle alinmis bir karar degildi. Iç ve dis degisimler, konjonktürel baskilar, yükselen demokrasi ve II. Dünya Savasi'nda yanlis ata oynamanin aci faturalari sonucu alinmis zoraki bir karardi. Çok partili hayata geçince artik Inönü döneminin bitecegini ve bir daha CHP'nin asla seçimle basa gelemeyecegini ilk gören yine Cumhuriyet gazetesi oldu. Gazetenin idaresi, bu kez Nadir Nadi'ye geçmisti. Nadir Nadi de, babasi gibi keskin koku alma yetenegine sahipti...
Ayrica gözleri de kuvvetliydi. Çikarlarinin nerede oldugunu, kimden yana durursa ceplerini dolduracagini ve dengelerin kimden yana degisecegini hemen görüyor ve gereken rolü üstleniveriyordu. Nadir Nadi, Demokrat Parti kurulunca, partinin mesajlarindan ve halkin damarlarindan giren muhalefet tarzindan, iktidarin artik Demokrat Parti'ye geçecegini aninda anladi ve Demokrat Parti kontenjanindan milletvekili oldu. Nadir Nadi aruk demokrat-muhafazakar- mukaddesatçi, ezanin yeniden Arapça okunmasini isteyen, dini mesajlar veren, Kur'an-i Kerim kurslarini savunan bir partinin milletvekili idi. Laik Kemalist jakobenlige, yeni bir durum (!) ortaya çikana kadar biraz ara verilebilirdi. Nitekim yeni bir durum, 27 Mayis 1960 sabahi tecelli etti. Jakoben Kemalist bir askeri cunta, darbe yaparak ülke yönetimine el koydu. Bütün Demokrat Partililer tutuklandi. Darbecilerin arkasindaki asil ismin ismet Inönü oldugunu sagir sultan dahi biliyordu ama Inönü, ihtilaldeki rolünü gayet Iyi saklamayi basariyordu. Tipki Menderes'in Idaminin arkasindaki asil isaret verici ve tesvikçi güç oldugunu saklamayi, ustalikla basardigi gibi... Tipki Türkes ve arkadaslarinin Menderes'i astirmayacaklarini bildigi gibi...
        Cumhuriyet gazetesi D.P'nin son günlerinde, yönetimin iyice bozuldugunu, Cumhuriyet rejiminin her yerinden su alarak ülkenin karanlik bir döneme ve kaosa dogru sürüklendigini, laikligin temellerinin yikilmaya basladigini görüyordu. Bütün bunlarin D.P'nin sonunu hazirlayacagini ve Kemalist askerlerin bir ihtilal yaparak D.P'yi devirecegini biliyordu. Ancak askeri ihtilalin olacagini herkesin beklemesine ragmen, bunun ne zaman olacagi tahmin edilemiyordu. Tahmin eden ve ihtilale göre kendini hazirlayan tek gazete yine Cumhuriyet'ti. Cumhuriyet daha ihtilalden bir ay önce, D.P'ye karsi tavir almaya ve ülkeyi gericilere teslim etmekle, rejimi yikmaya çalismakla suçlamaya baslamisti.
Gazetenin patronu ve D.P. Milletvekili olan Nadir Nadi'ye isaret verenler, tabii ki askerleri ihtilale kiskirtan, pusudaki eski kurtlardi. Askerleri kiskirtan C.H.P idi ve baskani da Inönü idi. Inönü, bir vefa borcu hissederek, kurulusunda pek çok katki sagladigi ve çok yararli hizmetlerini gördügü bu gazetenin, ihtilalde okkanin altina giderek yok olmasini istemiyordu. Bu nedenle ihtilalin mutfagindan Nadir Nadi'ye isaret vererek, ihtilalin gelmekte oldugunu hissettirip vefa borcunu ödemeye çalismistir. Ihtilallerin, devrimlerin ve iç savaslarin dumanlari arasindan gelerek kurtlasan Cumhuriyet gazetesi zaten isaret olmadan da "bir ihtilal hazirliginin" kokusunu alabilecek durumdaydi. Bekledigi gibi oldu; 27 Mayis 1960'tan sonra Cumhuriyet gazetesi tekrar GH.P'li ve Kemalist devrimlerin, rejimin yilmaz ve militan bekçisi oldu. Cumhuriyet yeni ödevlerini almisti... Simdi toplumu Menderes ve diger D.P'lilerin idamina hazirliyordu. Gazetede amansiz bir D.P düsmanligi baslamisti. Cumhuriyet her devrin tetikçisi "gelen agam, giden pasam" siyasetinin dönek ve çikara gazetesi olma özelligini korumayi yine basarmisti.
        Ismet Inönü'nün bir toplantida "ortanin solu" seklinde bir çizgiden bahsetmesinden sonra Cumhuriyet gazetesi, bu kez solcu söylemler seslendirmeye basladi. Yeni yükselen sol akimlara bagli olarak solcu okuyuculari artanca, bir anda tirajlari yükseldi. Cumhuriyet gazetesi, solculara selam durmanin karsiliginda, 1970'li yillarda, 250 bin tirajini yakalamisti. Tirajlar iyi, paralar tatliydi. Bu yüzden daha fazla tiraj ve daha fazla para için, daha fazla solculuk yapilmasinda bir zarar görmemisti. Ülkede sol rüzgarlar ve güçlenen sosyalist rüzgarlar da dikkate alindiginda, daha fazla solculuk daha sert ve asiri söylemler benimsemek mantiksiz sayilmazdi. Bu çerçevede hareket edilince, 1977'den sonra bu kez sosyalistlikle, komünistlik arasinda bir yerlerde gidip gelen asin bir sol çizginin Cumhuriyet gazetesi tarafindan benimsendigini görüyoruz. Üstelik bu durum asiri sol ve Bolsevik örgüt uzantilari tarafindan istila edilen Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve kutbunu sasiran Ecevit'in durumuyla da uyumluydu. Cumhuriyetin 1977'den sonraki çizgisine ve rolüne uygun olarak gazete bir anda Bolsevik TKP'li, ÎGD, TÖB-DER ve sosyalist egilimli yirmiden fazla fraksiyona bagli yazar ve yüzlerce muhabirin istilasina ugramisti. Sahnede baska sol gazeteler de vardi. Pastayi onlara kaptirmamanin tek yolunun tüm sol-sosyalist ve komünist odaklan memnun edecek bir yayincilik yapmaktan geçtigi fikriyle hareket eden Cumhuriyet gazetesinde, amansiz bir M.H.P ve ülkücülük düsmanligi yapiliyor, halk birbiri aleyhine kiskirtiliyor, Alevi mezhebi kasiniyor, uykuya yatmis feodal, sinifsal ve mezhepsel çeliskiler uyandirilip kasiniyordu. Nitekim gazetenin kiskirticiligi öyle aleni ve sert bir hal almisti ki 1978 ile 1980 yillan arasinda bu gazetede adlari ve resimleri verilen pek çok M.H.Pli ve Ülkü Ocakli, Bolsevik sol örgütlerin saldirilanri sonucu sehit oldular...
SONU YAKLASAN CUNTACI GAZETE
        Cumhuriyet gazetesinin Bolsevik ve sol kiskirtici yayinciligi, 12 Eylül 1980 sabahi sona erdi. Gazetenin yeni bir siyaset ve anlayis benimsemesi için 24 saat yetti. Ertesi gün 12 Eylül darbecilerini kutlayan, alkislayan, solculugundan en ufak bir eser kalmamis, durulmus, itidalli, vatansever, Kuvay-i Milliyeci, Atatürkçü bir Cumhuriyet gazetesi çikmisti. Gazetenin askeri cuntaya verdigi destek geleneginde var olan devrimci,darbeci, cuntaci genlere ters düsmedi. 9 Mart 1971'de gazetenin bazi yazarlarinin askerlerle birlikte yan askeri-yan sivil bir Bolsevik darbe hazirladik-lan anlasilmis ve darbe son anda Önlenerek cunta heveslileri tutuklanmisti. Tutuklananlar arasinda Cumhuriyet yazarlari da vardi. Bünyesinde ve geleneginde darbeciler ve iç savas tortulari ittihatçi torunlari ve devrim teorisyenleri tasiyan Cumhuriyet gazetesinin "12 Eylül'e selam durup" "emret komutanim" vaziyeti almasi hiç zor olmadi. Dönekligi ve yanar-dönerligi ile tescillenmis bir gazete için bu durum, çeliski olusturmamistir.
        1983'den sonra sahnede ANAP ve onun lideri Turgut Özal vardir. Ancak Turgut Özal, Cumhuriyet'in bekledigi kiratta bir Kemalist ve Laik degildi. Bu özelligi nedeniyle Özal ile yildizi barismamisti. Ancak devir, Özal devriydi ve para musluklari ona bagliydi. Cumhuriyet'in devletten aldigi tesvik, kredi ve ucuz kagit imkanlari bitmisti. Gazete borca batmisti. Cumhuriyet tarihinde ilk defa cesur bir tavir alarak, Özal'a dogrudan savas açti. Bu tavir "köseye sikismis bir kedinin son kez saldirma" psikolojisi ile sergilenmis bir tavirdir. Özal'a karsi Süleyman Demirel desteklenmis ve Demirel'in palazlanip, önünün açilmasi için çalisilmistir. 12 Eylül öncesinde sergiledigi asin sol ve kapitalizm karsiti çizgisi ile taninan Cumhuriyet gazetesi Özal'in ultra kapitalist ve liberalist dönemine bir uyum saglayamadi. Bu uyumu saglama çabalarini kendi kitlesine anlatamadi. Ancak gazetenin yasamasi için uyum sartti. Kaçinilmaz olarak bu uyumu saglama çabasina giren Cumhuriyet mecburen ANAP ve DYP i] darlarina boyun egip, onlarla zitlasmama yolunu Ancak daha çok DYP ile uzlasmaci bir mesafede durul di Bu keskin durus gazetenin sivil okuyucu kitlesi taraf dan "sagcilikla" ve "yozlasmacilikla" suçlaninca gazete kez kan kaybet-meye basladi. 1991'e kadar yalpalama geçiren ve iflasin esigine gelen gazetede daha sonra yasana»! tasfiyeler, çikarmalar, denge savaslari ve miras kavgalari ayri ayri analizler gerektiren konulardir.
Bugün karsimizda devlet birimleri tarafindan sisirileni 10-15 binlik tiraja mahkûm olmus, bir holding bünyesince de kerhen, adi yasasin diye çikarilan fosillesmis, jakoben çizgisiyle mevcut okuyucularinin zihniyeti (!) ile uyumlu olma savasi veren, donuk, durgun, renksiz bir Cumhuriyet var... Yazarlik hayatlari boyunca söylediklerinden ve yazdiklarindan bir milim bile sapmadan, içteki ve dünya-1 daki degisimlerden hiç etkilenmeyen statik ve dogmatik J beyinli dinazorlara teslim edilmis, misyonunu miadini ta- î marnlamis, dönekler, dönmeler ve keskin kutup degistirmeler gazetesi...
        12 Eylül öncesinde yüzlerce ülkücüyü hedef gösterip, kanlarina girilmesine sebep olan gazete...
        Birkaç ay sonra, ruhuna "El Fatiha" demeye hazir olunuz. Tabiî ki korumasi altina girdigi holdingin baska kaynaklardan ve devletten aldigi kredilerden aktardigi paralar kesilmezse...
        Cumhuriyet; ömrü dolmus, inandin aligini yitirmis, zorla yasatilan bir gazetedir. Emek ve alin teri edebiyati yapan ama çalisanlarini yari aç, sigortasiz ve kadrosuz çalistirip, kapi önlerine atmasiyla taninan, yüzlerce muhabir ve yöneticinin ahini bedduasini almis bir sömürücülükler ve entrikaciliklar gazetesidir. Entrikalarini biz degil, içlerinden çikan magdurlar anlatiyor!...
NEDEN CUMHURIYET?...
        Hep düsünüyorduk...
        "Solcu" taninan Cumhuriyet gazetesinin, böylesine an-ti-komünist bir çizgi izlemesinin sebebi nedir? Saga bilinen bir çok gazeteden daha çok Lenin ve Stalin düsmanligi yapmasi nasil açiklanabilir?
        Isçi hareketine sayfalarini kapatmasinin, Güneydogu'da yüksek tiraj kaybeden gazete olmasina karsin, bunun nedenleri nelerdir diye?
        Su vicik vicik sermaye yagciliginin sebebi hikmeti nedir? Okur kaybetmek pahasina, yat-kalk sosyalizme söven en itibarsiz güçler nasil olup da Cumhuriyet'in mansetlerine tirmaniyor?
        Dayandigi taban ve var olusunu anlamlandiranlara sirtini dönerek bu kadar düsmanlik nedendir? Hangi saik, Cumhuriyet'in makasçilari Okay Gönensin'leri, Yalçin Bayer'leri, Celal Baslangiçlari yayin ilkelerine karsi böyle titiz icraata itmektedir?
        Cumhuriyet okurlarini isyan ettiren, birçok Cumhuriyet mensubunun vicdanim ayaga kaldiran, 50 yillik gazeteci Oktay Akbal'a, yazisina, "Bir de Sosyalist Parti Var" basligi attiran bu sorulan aylardir, yillardir duyuyoruz. Evet, devrimci degerlere ve devrimci kamuoyuna karsi bu kadar bilinçli ve israrli bir tercih nedendir? Her halde degisim ve dönüsümün piyasa degerleri, böyle bir kapitalist isleyisi belirleyici kiliyor.
        Simdi perdeyi araliyoruz. Ise Cumhuriyet'in arsa spekülasyonundan, ertelenen banka borçlarindan degil. Cumhuriyet olayinin can damarindan, emperyalizmle göbek bagindan basliyoruz. Cumhuriyet gazetesinin Ingiliz istihbaratiyla maddi ve manevi bagini, 80'lî yillarin düzen solculugunun bir ibret vesikasi olarak tarihe birakiyoruz. Bazilari için SHP sosyal demokrasisi ve belediye koltuklariyla, bazilari içinse Gorbaçov'un Perestroika'si ile peltelestirilen solcu vicdanin, Mango'Iarin, Tonge'larin, nasil aleti haline geldigini bütün yurttaslarin bir ders gibi okumasini diliyoruz. Maddi bagdan daha önemlisi ideolojik ve siyasi bag. 80'li yillarda bu vicdanlar öyle peltelesti ki, tencere yuvarlandi, k u. Bu ideolojik ve siyasi sebepten dolayi, Cumhuriyet'in genel yayin yönetmenligine apagini buld David Tonge'un imza atmasi daha dogru olur. Cumhuriyet'te bütün yurtsever insanlara ve çalisan emekçilere ragmen, bu gazeteye Tonge'larin çizgisi hakimdir.
        Bu yüzden Cumhuriyet "Marksizm öldü" palavrasinin en hararetli propagandisti. Marksizm'i öldürmekte "kraldan çok kralci". Bu isi sevinerek ve zevkle yapiyor. Hem de utanmadan, sol bir kisve altinda. Amerikan maskarasi Yeltsin'in solculukla ne kadar ilgisi varsa, Cumhuriyet'in de o kadar var.
Tonge'lar, Fuller'ler, Henze'ler ne kadar insan haklan savunucusuysa, Cumhuriyet* de o kadar savunucusu.
        Cumhuriyet bu yüzden "Mengen barikatinin" devlet tarafinda, isçinin karsisinda. Sözde isçi dostu. Gerçekte Babiali'nin bir numarali basin emekçisi düsmani. Gazeteciler Sendikasini çökerten gazete. Sabanci, Koç ne kadar isçi dostuysa, Cumhuriyet patronlari da o kadar!
        Bütün bu tutumlarini, sinifsal temelleri açikliyor. Cumhuriyet'e "dönekler sinifi" hakim. Sermayenin, sekere bulanmis mermisi.
        Emperyalizm, en has adamlarini döneklerden devsiriyor. Vicdanlarinda, dönekligin agir yükünü tasiyorlar. Döneklik psikolojisi. Ideolojik, psikolojik ve maddi nedenleri bunlaridir. Emperyalizmin dümen suyundaki bu "dönekler kulübünü" herkes tanisin.
"DÖNEKLER KULÜBÜ CUMHURIYETSIN ZIRVESINDE INGILIZ ISTIHBARAT FAALIYETI
        David Tonge, Türkiye ve Ortadogu uzmani bir eski gazeteci. Financial Times'in diplomatik yazan. Özal'in ileti- ?; dar olmasindan sonra, 1984'te bu isini birakarak Türkiye'de bir sirket kurdu. Sirketin adi IBS "International Business Services" Türkçesi "Uluslararasi Is Hizmetleri".
        Tonge, simdi hem uluslararasi sermayeye, hem de TC Hükümeti'ne danismanlik yapiyor. Son yaptigi is, Türkiye'ye gelecek olan Dünya Bankasi heyetine, hükümetle görüsülmesinde yol gösterecek olan rehberin hazirlanmasi. Ilk kariyerini Amerikan Bankasi "Manufactures Hanover"de yapmis.
        Türkiye'ye ilgisi 1960'larda baslamis. DPT için fizibilite raporlari hazirlamis.            Özgeçmisinde Ingilizce, Fransizca, Italyanca ve Türkçe  :j bildigini yaziyor. Yunancadan ve Yunanistan'dan hiç söz etmemis. Çünkü bu ülkenin David Tonge'un yasaminda önemli bir yeri var. 1969-77 arasinda 8 yilini bu ülkedeki   ; faaliyetlere vermis. David Tonge'u en iyi taratan bilgi de  1 burada, yani kendisi tarafindan gizlenen gerçekte: David | Tonge bir Ingiliz ajani.
YUNANISTAN'DAKI "SOLCU" AJAN
        1974'te, cunta dönemi Yunanistan'indan üç defa sinir disi edilmis, bir kaynaga göre, bu sinir disi olaylarindan birinde, birlikte göründügü bir Ingiliz kadin, uyusturucu kullanmis ve tecavüz edilmis bir durumda ölü bulunmus. Bu cinayet, Ingiltere hesabina casusluk faaliyetleri içinde olan "Solcu" ajan Tonge'u saf disi etmek için Yunan gizli servisi tarafindan tezgahlanmis.
Tonge, önce tutuklanmis, ardindan Ingiliz Disisleri Bakanligi'nin devreye girmesiyle sinir disi edilerek, olayin üstü kapatilmis. 1967'de Cunta'yi isbasina getiren emperyalistler, Albaylar Darbesi güç kaybedince, tarihte örnekleri çok sik görülen "Cunta karsiti, insan haklan, demokrasi yanlisi" bir kisveye giriyorlar. Tipki "Marcos Noriega" örneklerinde oldugu gibi, Papadopoulos da gözden çikariliyor. Yorulan ati degistirme operasyonu! Böyle durumlarda emperyalistler "Insan haklari sampiyonu" olu-veriyorlar.
        David Tonge da, bu oyunu Yunanistan'da oynayan bir "insan haklan" aktörü. Degistirilen at, bazen de çifte atiyor! David Tonge, iste bu olaydan ve Yunanistan'daki faaliyetlerinden hiç söz etmiyor. Sanki bu ülkede sekiz yil yasayan o degil. Bildigi diller arasinda, nedense Yunancayi saymiyor
DAVID TONGE "BENI YUNANISTAN'DAN
ÜÇ DEFA ATTILAR"
        David Tonge ile 2000'e Dogru'dan Fikret Ulusoydan görüstü. Tonge görüsmede kayit yapilmamasi ve fotograf çekilmemesini istedi. Tartismayla teybe kaydettik. Fotografi siddetle reddetti. Teypler karsilikli açildi. Cumhuriyet gazetesi ile herhangi bir is iliskiniz varmi? Kisisel olarak ya da IBS olarak?
-Hayir
- Çagdas A.S. ile bir danismanlik iliskiniz olmus.
- Çagdas için küçük bir proje yaptik.
- Nasil bir proje?
- Egitim kitaplari hakkinda.
   - Pazar imkani nedir? Çagdas için firsat var mi? O zaman Cumhuriyetle baska bir iliskiniz yok. Çagdasla baska bir iliskiniz var mi?(Business International - Doing Business in Turkey ve
Turkey Route To The Soviet Market yayinlarini gösteriyor.)
-           Buranin islerini o yapiyor.
-           Yunanistan'da hiç bulundunuz mu?
- Himhim.
- Hangi yillarda
-           Ben... 69-77..
   -1974 yilinda oradan ayrilmaniz söz konusu oldu mu? Bir olay olmus galiba?
- Albaylar beni üç kere kapidan attilar. Çünkü benim gazeteciligim onlarin hosuna gitmedi.
- Neydi somut olay?
  - Insan haklari. Çünkü ben, onlar nasil iskence kullaniyorlar, hem Guardian gazetesine, hem de dünya basinina ilettim.
  - Bunlarin bir tanesinde, bir cinayet olayi olmus,   bir
Ingiliz kadin öldürülmüs.
- Anlamadim. Benle ne iliskisi var?
- Cunta sizi suçlamis.
- Hiç fikrim yok.
- Gözaltina alinmissiniz.
- Hayir
- Hiç gözaltina alinmadiniz mi?
- Hayir. Lütfen sizin bilgiyi biraz kontrol eder misiniz?
- Size sormak en dogrusu herhalde.
- Bana böyle bir suçlama hayatimda hiç olmadi.
- Bu sirada Mario Modiano ile beraber miydiniz? Siz ve
Ali Sirmen beraber misiniz?
- Hayir,
- Fakat ikiniz de gazetecisiniz.
- Peki, ben ve Mario Modiano iki gazeteciyiz o kadar.
Ayni kentte oturduk. Ayni yazihanede çalismadik.      Modiano simdi Türkiye'de mi?
-Hiç bilmiyorum.
- Gazeteci olarak ya da her hangi bir sekilde, Kürt meselesiyle ilginiz var mi?
- Ben gazeteci olarak takriben bes bin makale yazdim.
Belki yedi bin. Bunlarin arasinda belki bir tane Kürtlerhakkinda vardir.
-           Yakin zamanda mi?
-1980
- Yunanistan'dan atilmanizla ilgili olarak, sizi   Ingiliz ajanligiyla suçlamislar.
- Böyle bir suçlamayi hiçbir zaman, hatirlamiyorum.
- Peki, cunta sizi sinir disi ederken gerekçesi neydi?
- Onlar bir cunta. Gerekçe lazim degil. Beni bir kere attilar, bana bir talimat verdiler, "Bu adam Yunanistan'a dönemez." Fakat, geldigim uçak sans eseri bir "charter" idi ve hiç bir yolcu kontrol edilmedi, ikinci kez attilar,
bir Ingiliz Savunma Bakam Yunanistan'i ziyaret edecekti. Ingiliz BBC muhabiri atilirsa belki Savunma Bakani gelmez, onun için beni biraktilar. Üçüncü kez attiklarinda iki hafta süre verdiler. Fakat o iki hafta içinde cunta düstü. 2000'e Dogru iskenceye karsi, ben de ayni fikirdeyim. Ve ben gazeteci olarak hep iskence hakkinda yazdim.
- 77'ye kadar muhabir olarak mi çalistiniz?
- Evet.
-Özgeçmisinizde Yunanistan'daki çalismanizdan hiç bahsedilmiyor. Yunanistan'da bulunmaniz, sanki hiç öyle bir sey olmamis gibi, neden?
- Bu, ticari bir özgeçmis. Buradaki is hayatim için. Ve benim Yunanistan'daki tecrübem, is hayatim degil.
- Orada gazetecilik hayatiniz da anlatiliyor. Bu, özgeçmiste muhabir olarak hangi ülkelerde çalistiginiz... Bir özgeçmis, bir sayfayi geçerek yazilmaz. Yasaminizin sekiz yilini orada geçirmissiniz.
- Isime ne katkisi var?
- Digerlerinin bir katkisi var mi? Muhabirlik yaptiginizyerleri yazmissiniz.
- Güney Avrupa'dan bahsetmiyorum. Türkiye'yi tabiiki yaziyorum çünkü bu demek ki, Türkiye hakkinda tecrübem var,, bilgim var. Sovyetler Birligi, IBS'nin çalisma alanina giriyor mu? Ya da nesi ilginizi çekiyor?  (Turkey Route To The Soviet Market yayini gösteriyor.)
- Böyle bir kitap var. Satin almak isterseniz "evet" deyin.
- Yabanci gazeteciler arasinda sayili Türkiye uzmanlarindan birisiniz. Neden gazeteciligi birakip böyle bir ise girdiniz?
- Ingiltere'de benim çok sorumlu bir rolüm vardi. Ingiltere'de birakmak istedim. Buraya  gelmek  bir  muhabir olarak  çalismak, biraz, bir generalin sonra albay olmasigibi. Buraya dönmek, yalniz bir muhabir olarak, yapamam.
- Türkiye'ye gelmeyi neden istediniz o zaman? Neden ingiltere'de kalmadiniz?
- Bu benim seçimim!
- Bu isi kurmak için mi?
- Evet. Bu isi kurdum.
TONGE TÜRKIYE'DE
        Tonge Türkiye'ye geldikten sonra Î.R adinda solcu bir kadinla evleniyor. Açikladigi isi Türkiye hakkinda "Ekonomik, sosyal, endüstriyel, ticari ve siyasî raporlar" hazirlamak. "Economist Intellegence Unit" adina. EIU Ingiliz Dis Istihbarati MI- 5'in bir yan kolu. Bütün dünyada örgütlü. Yilda bir kez, çok üst düzeyde gizli toplantilar düzenliyor. Türkiye'dekiler Hilton'da yapiliyor. Financial Times, EIU tarafindan yayimlaniyor. Tonge, ayni zamanda Financial Times muhabiri.
Devlete danismanlik yapan bir uluslararasi iliskiler uzmani "Ingiliz istihbaratçilarinin genel prensibi çalistiklari ülkeden bir es bulmaktir " diyor. David Tonge, ise bir solcuyla evlenerek basliyor. Yunanistan'daki sevgilisi de solcu bir Yunanli.
        Kendi deyimiyle, Financial Times'in merkezinde Londra'da "Bir General olan Tonge generalligi aniden birakip, 1984'te Türkiye'de "mütevazi" bir sirket kuruyor. Aralarinda Türklerin ve yabancilarin bulundugu 12 kisilik kadrosu, 30 milyon EIU yatirilmis sermayesi bulunan, Maçka'da bir apartman katinda faaliyet gösteren IBS, boyundan büyük isler beceriyor.
Masa basinda çalisan bu bir avuç kisi^ Sovyetler Birligi'nin paylasilmasinda, Bati sermayesinin danismanligim yapiyor. Onlara, Türk sirketleriyle Sovyetler'de ne gibi isler yapabileceklerini ögretiyor. Orta Asya'da buna dahil tabiiki. Turkey Roqute To The Soviet Market, yani Sovyet Pazarina giden Türkiye, IBS'nin yalnizca abonelerine çikardigi, düzenli bir arastirma yayini.
        IBS'nin kurulmasi, Özal'in 1983'te iktidara gelmesinin hemen sonrasina rastliyor. Günes Taner'in Isin Çelebi ile sicak iliskileri var. Devletten ihale aliyor. Yabana ve yerli kuruluslara arazi danismanligina, yani uluslar arasi em-lakçiliga kadar bir dolu isle ugrasiyor. IBS'nin kurucusu ve en büyük ortagi David Tonge. Diger ortaklar arasinda iki Türk ve William Advance adli bir Amerikali var.
YUNANISTAN'DA BIRLIKTE ÇALISMAK
        Yunanistan sorusundan, "Insan haklari!" semsiyesi altina girerek kaçmaya çalisan Tonge, sirtini 12 Eylül'ün ANAP iktidarina dayiyor. Devlet Planlama Teskilati'na resmi danismanlik yapiyor, Türk devleti adina resmi toplantilar düzenliyor. IBS'nin organize ettigi, 12-14 Eylül 1982'de AT ile Türk hükümeti adina DPT'nin düzenledigi Business Week (is haftasi) toplantisi bir örnek.
        Tonge, kendisini taniyan çevrelerde, temkini elden birakmayanlarin dahi, "Biraz karanlik bir adamdir" dedikleri bir tip. Benzer bir arastirma sirketi baskaninin degerlendirmesi: "Türkiye'ye yeni gelen yabanci sermayeye hikmet veren üçüncü sinif CIA ajani."
        Tonge'u, bir "Uluslararasi iliskiler uzmanina" sorduk. Önce heyecanlandi, "Nereden buldunuz bu adami, ajandir. Yunanistan'da birlikte casusluk yaptik. Ben Türkiye, o ise Ingiltere hesabina tabii. Onun sefi Mango idi. Andrew Mango. Bir de Mario Modiano vardi. Tonge hakkinda, MiT'in kabarik dosyalari vardir. Ben kulak kabartayim" dedi. Sonraki görüsmede ise tutumu degisti. Ankara'ya sormustu. "Bir sey söylemiyorlar"di.
ÇEKIÇ GÜÇ'ÜN SIVIL AYAGI
  
        Ardindan Ingiltere'de yasayan ve istihbarat dünyasini taniyan bir Türk isadami aradik. Tonge'u iyi taniyordu. MiT'in, hakkinda dosyalar dolusu bilgiler tuttugu, üçüncü sinif bir ajandi. Türkiye'ye gelip sirket kurdugunu bilmiyordu. "MIT nasil bos birakir" diye sordu. Sovyetler Birligi'ne ve Türk cumhuriyetlerine yönelik çabalarini söyledigimizde 'Tamam, anlasildi!" diye bagirdi. Bunlar, Çekiç Güç'ün sivil ayagi!..
        ABD-Ingiliz-Türk istihbarati bu noktada birbiriyle çakisiyor. Barzani ve Talabani'nin Türkiye'ye karsi tavir degisikligi bunlarin araciligiyla olmustur. MiT'in sessizligi de bundandir. Modiano ve Tonge Yunanistan'da iken, büyükelçiler Ilter Türkmen ve Kamuran Gürün'Ie çok yakin iliski içindeler. Eylül'ün Disisleri Bakani Ilter Tükmen'den ve 12 Eylül'ün Disisleri Genel Sekreteri Kamuran Gürün'den referansti.
MOLLA BARZANI'DEN BERI
        Andrew Mango, Mario Modiano, David Tonge Ingiliz istihbaratinin Ortadogu'daki yildizlan. Hepsi "gazeteci", hepsi BBC, EIU ve Financial Times kökenli. Bir görevleri de, bulunduklari ülkede basini yönlendirmek. IBS ise
Mango yönetimindeki Ingiliz "Think thank"inin Türkiye subesi. Yani "Istihbarat Toplama ve Strateji Üretim Merkezi" olarak çalisiyor.
        Bu üçlü Yunanistan'da da birlikte çalisiyor. Bölgedeki faaliyetin merkezi, 80 sonrasinda Türkiye'ye kaydiriliyor. Kibris'ta faaliyet alani içinde. David Tonge, 1990'da Kibris'taydi. UBP ile ve muhalefet çevreleriyle bir dizi görüsmeler yapti. Mango da, Girne toplantilarinin degismez simasi.
        Mango, Ortadogu ve Kürt uzmani, 7 dil biliyor. Ingilizce, Rusça, Türkçe, Fransizca, Italyanca, Farsça ve Kürtçe. Molla Barzani'yle ilk röportaj yapan Batili gazetecilerden, Kürt sorunu uzmanlarindan.
        Annesi Rus, babasi Ingiliz. Türkiye'de dogmus. Türk okullarinda okumus. BBC Türkçe yayinlari bölüm baskanligini, ardindan yine BBC Güney Avrupa bölüm baskanligini yapmis.
        Simdi Londra'da yasiyor. Yan- Türkiye'li sayilir. Türkiye'yi bir Türk'ten daha iyi biliyor. "Londra'da yasayan Mango, Türkiye'ye her yil geliyor. Özel aboneleri için her ay, çok genis kapsamli bir Türkiye raporu olan" Turkey Confidential'i hazirliyor. Bu özel yayinin Türkiye'deki abone sayisi, yalnizca 20 kisi. Saga, koyu bir Ingiliz milliyetçisi.
IMPARATORLUGUN HIZMETÇISI "GAZETECI"
        Mario Modiano, Ingiliz vatandasi olan Yunan Yahudi-si. 1945'te gazetecilige basliyor. 50"Ii yillarda Istanbul'da, Dogubank'ta ithalatçi. Yunanistan'da Ingiliz gazetesi "Sunday Times"ta muhabir. Yunanistan'da kralcilarin güçlü oldugu dönemde ayricalik sahibi olan Ingiliz gazetecilerden. Türkiye-Yunanistan masasindan. David Tonge, Modiano'ya bagli olarak çalisiliyor. Modiano, 1976'da Ingiltere Imparatorluk Yüksek Nisani'na, Imparatorluga verdigi "hizmetler" karsiligi sahip olmus çok ender "gazeteci"lerden. Türkiye'ye ayagini saglam basanlardan. Taninmis bir Yahudi ailesinden reklamci Inci Moran'la evli. Türkiye'ye çok sik gelip gidiyor.
FOTOGRAF ÇEKTIRMEDI
                                    
        Görüsmede fotograf çekme talebimizi reddeden Tonge, Türkiye'ye 1984'te tekrar neden "döndügünü" açiklamakta zorlandi. "Kendi seçimim!" demekle yetindi. Aslinda, özgeçmise göre 1978'den sonra zaten Türkiye'de. Yalniz bir görev alani siçramasi var. Devletler, hükümetler ve uluslararasi bir çalisma söz konusu. Kosullarda buna çok elverisli. Türkiye'de 12 Eylül rejimi, Sovyetler Birligi'nde Gorbaçov!
        Iste tam bu sirada "generalligi" birakip, IBS'yi kuruyor. Paravan IBS faaliyetinin bir boyutunu da basin alaninda sürdürüyor. Bunun için kendisine genis bir çalisma alani yaratacak iliskiye ihtiyaci var. O da çok yakinda duruyor. Karisi I.R'nin yakin arkadasi, Cumhuriyet gazetesinin fiilen patronu olan Emine Usakligil. Bunun üzerine I.R kendini dine veriyor, Kadiri tarikatina katiliyor. David Tonge ve Emine Usakligil, bir süre sonra Antalya'da gizlice evleniyor.
        Cumhuriyetin iç dünyasini çok yakindan taniyan bîr eski çalisani bu iliskinin bir hesaba dayandigini söylüyor.
        Cumhuriyet sayfalarindaki anti-komünizmi, SHP yagciligini, devlet tavrini Tonge'Iar ve dönekler imal ediyor.
CUMHURIYETTEKI BAZI DÖNEKLER
        Hasan Cemal: 1969'da Marksizm-Leninizm sempatizani. Aydinlikçi grup içinde. Dogan Avaoglu, Sahin Alpay'dan kendi dergisi Devrim'de çalistirmak üzere bir genç istiyor. Aydinlikçilar, Hasan Cemal'i yolluyorlar. Hasan Cemal orada darbeci oluyor. Ardindan düzenin saflarina geçiyor.
        Okay Gönensin: Eski Dev-Gençli. Cumhuriyet yazi isleri müdürü. Emine Usakligil'in en yakinlarindan. Dönekligi "felsefi sorun" olarak görüyor. Simdi Radikal gazetesinde genel yayin yönetmeni.
        Celal Baslangiç: TKP kökenli. Cumhuriyet'in "Komünist masasi sefi" diye aniliyor, sosyalizm düsmani. Sosyalist Parti'nin adini anmaktan bile kaçiniyor. Dogu ve Güneydogu'daki seçim yazilan buna bir örnektir. Nice yetenekli ve dürüst insan bin bir türlü entrikayla Cumhuriyet'ten atilirken, onun Önündeki bütün kapilar açiliyor.
        Osman Ulugay: 1969-70'de Marksist-Leninist Aydinlik grubunda. 12 Marttan sonra Kivilcima oluyor. Sonra fikirlerinden dönerek düzenle birlesiyor.Simdi kartel medyasinda
        Kerem Çaliskan: 12 Mart darbesinden sonra TÎÎKP davasindan yargilanip mahkûm oldu. 1974 affiyla çiktiktan sonra, Marksizm-Leninizm'i savunmaya devam etti. TIIKP'liydi. 12 Eylülden sonra devrimciligi terk etti. Simdi sosyalizmin öldügünü kanitlamak için çabaliyor.
Sahin Alpay: 1973'e kadar Aydinlik grubunda Marksizm-Leninizmi savundu. Türkiye Ihtilalci Isçi Köylü Partisi davasindan arandi. Bu arada Filistin'deydi. Orada TIKKO'cu oldu. Türkiye'ye geldikten sonra Marksizm-Leninizm'i terk etti. Düzeni savunmaya basladi. Bu görevini halen sürdürüyor.
        Celal Ister: Eski TIIKP'H. 12 Mart'ta yargilanip ceza aldi. Daha sonra TIIKP'li 1980'den sonra Marksizm-Leninizmi terk etti. Cumhuriyet'in kültür-sanat sayfalarini yönetiyor. Burada, devrimcilikle ilgili herhangi bir satar veya cümle gördügünde derhal ortadan kaldirmakla görevli. Bu isi basariyla yapiyor.
        Füsun Özbilgen: Eski THKP-C sempatizani. Oglunun adini CHE koyacak kadar devrimcilere olan hayranligi yerini kizginliga birakiyor.
MIT-BASIN-MIT BASKISI KEDI PISLIGINI ÖRTER MI?
  
        "MIT raporunu su yüzüne çikartan haberde önce sunlar yer aldi: "Özal'a sunulan MIT raporundan önce, Cevdet Saral'la ilgili atama emri Istanbul Polis Teskilati'nda bomba gibi patlamisti. Bunun üzerine Beylerbeyi Polisevi'nde bir istisare toplantisi yapilmis ve bu toplantiya su isimler katilmisti: Istanbul Emniyet Müdürü Ünal Erkan, Emniyet müdür Yardimcilari Mehmet Agar ve Tayyar Seven, Mali Sube Müdürü Cevdet Saral, Narkotik Sube Müdürü Sarper Baltacioglu ve bir de Hürriyet gazetesindeki polis muhabiri Kasim Gence. "Artik MÎT tarafindan hazirlandigi kesinlik kazanan rapora göre gazeteci Kasim Gence, polislerle ilgili en üst düzey bir toplantiya ve Emniyetin bir mensubu olarak katiliyordu.
        MIT raporunun aktariminda sunlar da yaziliyordu: "Haber gazeteye verilmis ve gazetenin prova baskisini almakla da Istanbul Çevik Kuvvet Müdürü Necati Altuntas ile Hürriyetteki polis muhabiri Kasim Gence görevlendirilmisti." Polis ile gazeteci ve bu kanalla gazeteciler arasindaki kaynasma kesinlik kazaniyordu.
Kasim 1987 tarihinden beri Istanbul'da birçok gazetecinin elinde oldugu anlasilan ve bir ara bu tür raporlarla tiraj alan Nokta dergisinin de yayinlamayi reddettigi rapor, ikibin'e dogru dergisi tarafindan yayimlaninca önce sok etkisi yapti. Sonra, Istanbul basini, tam bir kedi görünümüne giriverdi.
        Ikibine Dogru dergisinin yayimlanmasi üzerine, önce Sabah gazetesinin iktibasiyla üzeri Örtülemez hale gelen MIT raporuna karsi basinin tepkisi, ilikleri donduracak bir iki yüzlülügü sergiledi. MIT tarafindan hazirlanan rapora göre, bir zamanlarin ünlü Genel Kurmay Baskani Necdet Ürug'un, Istanbul'da bir otelde Emel Sayin ile geceledigi ve "samimi" olduklari yaziliyordu. Basin, raporda, birçok gazetecinin MiT'in bîr kanadi veya Toplumsal Kurtulus dergisinde daha önce defalarca yazilan MÎT-Emniyet çekismesinin bir taraf olusunu bir yana birakiyor ve yalnizca Emel Sayin- Necdet Ürug yakinlasmasini manset yapiyordu. Gazeteci, bir zamanlarin ünlü ve kuvvetli orgeneraline "Peki neden sizin adiniz, Emel Sayin'in adiyla birlikte geçiyor" diye soruyor ve su cevabi aliyordu: "Alakam olmayan zavalli... Onun yönünden söylüyorum; zavalli kadincagiz... Böyle bîr rezaletin içine sokuyorlar. Neyse, bakalim... Bir tahkik yapariz!" Ancak gazeteciler, Necdet Pasa'nin tahkik yapmasindan Önce, Londra'da bulunan Emel Sayin'la tahkik yapmayi tercih ettiler. Emel Sayin, en son kocasi David Yünis'in çok kizdigini söyleyerek "Bu hakaretin altinda kalmam" diyordu.
        Bu raporu yayimlamakla önemli bir is yapan 2000'e Dogru dergisinin basyazari Dogu Perinçek, raporun tüm basina mal olmasindan sonra yaratilan sansasyona uymakta güçlük çekmedi. Necdet Ürug'u ziyaret etti ve bu vesileyle emekli orgeneralle yakinlik kurmanin yarattigi bir rahatlikla, "büyük otellerde hangi generalin hangi sarkici ile yattigi" konusunu uzmanlik haline getirdigini gösterdi. Perinçek, Ürug'la görüsmesinden sonra gazetecilere "Emel Sayin ile bulusan generalin Ürug olmadigini saniyoruz" dedi. Bu kanaatinin hangi kaynaklara dayandigini ve MIT ile raporu elde etmenin ötesinde bir irtibat kurup, kurmadigini açiklamadi.
        Ancak rapor, Toplumsal Kurtulus'un çiktigi ilk sayidan itibaren her sayisinda olay ve isim vererek üzerinde durmasina, istanbul basininin kilit yerlerinde MÎT mensuplarinin bulundugunu açiklamasina karsin, basin, hizli bir biçimde, dikkatleri bu noktadan uzaklastirdigini gösterdi. Üstelik 2000'e Dogru dergisi, dergide sik sik görülen bir MIT mensubu ile yeni yayina baslayan "Söz gazetesinin MiT'in üst düzey görevlisi olan bir mensubu" arasinda geçen telefon konusmasinin bandini yayimlayinca da hiçbir tepki gelmedi. Gazeteciler Cemiyetleri, Çagdas ya da Antik Gazeteci Dernekleri, Türkiye Gazeteciler Sendikasi, birbiri arkasindan, gazetecilerin MIT ya da emniyet mensubu olmalarinin açiklanmasi karsisinda susuyorlardi.
        Nokta dergisinin Yayin kurulu Baskani Adil Özkol'dur. 12 Mart'ta TIP Merkez Komitesi Üyesi oldugu için uzun hapis cezasina çarptirilan Adil Özkol, Söz'ü çikartan yönetimin de üyesidir. Özkol'un basinda bulundugu Nokta'nin bu büyük skandal karsisinda suskunlugu ve kisa bir yaziyla Necdet Pasa'nin görülmemis savunmasina heves etmesi sasirtici oldugu kadar da düsündürücüdür. Adil Özkol'un Söz'ünün neden MIT mensubu çalistirdigini açiklamak yerine, Necdet Pasa'nin sorusturma açmak istemesini alkislamak istiyordu.
        Necdet Pasa ne yapabilirdi? Artik emir subayi bile olmayan bir emekli general ve üstelik raporun çok yüksek yerler tarafindan hazirlattirilarak basma sizdirildigini da tahmin ediyorsa, 'Tahkikat isterim" demekten baska ne yapabilirdi? Necdet Pasa'nin yakini diger Necdet Pasa, Istanbul sikiyönetim Komutani oldugu sürece tutuklulara kan aglatan Necdet Öztorun, ayagindan sandalyesi çekilerek emekli yapilinca ne yapabildi ki? "Basin toplantisi yapacagim" dedi de, sonunda bir sivil pasa olarak basin toplantisindan vazgeçmeye zorlanmadi mi? Sandalyesi çekilip Necip Pasa'ya verilince Cumhuriyet gazetesi bile bunu "kansiz ihtilal" veya "demokratik devrim" türünden utanç verici sözcüklerle kutlamadi mi?
        "Pasa" sözcügü Farsçadan geliyor ve padisah sözcügünün küçültülmüsü anlamina geliyor. Pasa'ya "küçük padisah" gözüyle bakiliyor; ancak gazetecilerin bir bölümü emekli küçük padisahlara büyük merak gösteriyorlar.
Raporun okunmasindan sonra Necdet Ürug ile yapilan basin görüsmeleri, bir süre sonra, Necdet Pasa'nin Istanbul'da eski generaller, politikacilar ve parlamenterler ile bir kisim basin mensuplariyla düzenli toplantilar yaptigini ortaya çikardi.
        Necdet Pasalar, yeniden iktidara mi hazirlaniyorlardi? Devlet Baskani Kenan Evren ile Hükümet Baskani Turgut Özal'in bu tür MÎT raporlarina hassasiyetle açik oldugunu kestirmek zor degildi. Necdet Ürug'un ordu içindeki piramitinin henüz yikilmadigina inaniliyordu. Acaba Nokta dergisinden birisi, Adil Özkol veya bir baskasi, Necdet Ürug'un düzenli toplantilarina mi katiliyordu?
MIT raporunu Irfan Tastemur elde etmisti. Hayir, MÎT raporu, Irfan Tastemur'a verilmisti. Irfan Tastemur da bir gazeteci olarak biliniyordu ve raporu açikladigi 2000'e Dogru'da sunlari da açikliyordu: "Ertesi gün ögle vakti kaldigimiz Stad Oteli'nden alinarak, MÎT Müstesarligina gelmistik." Irfan Tastemur, MIT'e, iskence için götürülmedi. Irfan, MITe misafir olarak gidiyordu ve sunlari anlatiyordu: 'Toplanti salonundaki en yetkili MÎT görevlisine bir kez de ben Hürriyet için arastirdigimiz konuyu kaba hatlariyla aktardim. Bir kisi hakkinda bilgi almak istedigimizi söyledim 'o is kolay' dedi. 'Ben, size baska bir sey gösterecegim. Genç MÎTçiye dönerek, 'Benim masamin üzerindeki raporlari getirir misin?' diye emretti. Önümüze konan raporun, aylar sonra Türkiye'de firtinalar koparacak bir rapor oldugunu nerden bilebilirdim. Böylece bir kisi hakkinda basit bir bilgi almak için MIT'e giden Irfan Tastemur'a bu ünlü rapor veriliyordu. Toplumsal Kurtulus'un bütün yazdiklari dogrulaniyordu. MIT artik bazi basin mensuplari için bir kütüphane olmustu. Haber yazmak için uçaga atlamak, Ankara'ya gelmek ve MÎT'e gitmek yetiyordu. MITin, simdi 2000'e Dogru dergisinin kadrosunda olan îrfan Tastemur'a çok güvendigi, hem istedigi kisi hakkinda bilgi verdigi hem de büyük ve önemli bir raporu tevdi ettigi, Irfan Tastemur'un kendisi tarafindan açiklaniyordu.
        Rapor çok önceden, Tastemur eliyle Hürriyet'e verildi. Nitekim Hürriyet, bu rapor açiklaninca Necdet Ürug'a önce Hulki Cevizoglu'nu ve ardindan Ugur Dündar'i gönderdi. Haber, ortak imzali çikti. Ugur Dündar, Necdet Ürug'u konusturdu. Çünkü 1987 yilinin sonbaharindan beri bu raporu. Ugur Dündar cebinde tasiyordu.
Irfan Tastemur, bu raporu Hürriyet'te yayimlatamamak bir yana isini de kaybetti. Daha sonra Nokta'ya geçti ve Adil Özkol, bu önemli raporu yayimlamadi. Bunun üzerine Irfan Tastemur, belki de raporu yayimlayacak bir yer ararken, kendisine 2000'e Dogru dergisinde is buldu.
        Necdet Ürug'un ilk tepkisi, raporun "Vuralhan olayini unutturmak için" hazirlatilip piyasaya sürüldügünü söylemek oldu. Necdet Pasa'nin agzindan kaçirdigi bu söz, son derece Önemli ve açiklayiciydi. Bu nedenle kisa bir zaman sonra Necdet Ürug, böyle bir söz söylemedigini ileri sürdü. Ancak her zaman kas yaparken göz çikaran Turgut Sunalp'in, bunun Necdet Ürug'un cumhurbaskanligini önlemek için yüksek yerler tarafindan hazirlandigini ileri sürmesi üzerine, bu sözünden geri dönemedi.
        Ugur Mumcu'nun ortaya çikardigi bilinen Vuralhan raporu ile Ürug raporu ve Vuralhan olayinin Ürug ile ilgisi nedir? Necdet Ürug neden ilk sözünü geri almak istedi? Bu sorunun arastirilmasi gerekiyordu ve Toplumsal Kurtulus, bu nokta üzerine egildi ve Yeni Asir gazetesinin 22 Ocak 1988 tarihli nüshasinda, bas yazan Muammer Yasar'in açiklamalarini buldu.
        Muammer Yasar da, basinin yeni modasina, hiç sikilmadan uydugunu yazabiliyordu: 'Ben, bu konulan MÎT'in üst düzey yetkilileriyle konustum' diye basliyordu. 'MiT'in Vuralhan Olayi ile bir ilgisi yoktu.' Muammer Yasar, MiT'ten ögreniyor, yaziyor, ancak burada durmuyordu. Bir de Ugur Mumcu ile konusuyordu. Ugur Mumcu, Muammer Yasar'a kendisiyle ilgili inanilmaz açiklamalar yapiyordu: 'Ben ihale ile ilgili olayi 1983 yilinda ögrendim. Genel Kurmay Baskani Necdet Ürug'a anlattim. Kendisini tanidigim ve güvendigim için bu ihaleden söz ettim, kursunlara hedef olan diplomatlarimizdir, bu mesele ile ilgilenmek gerekiyor dedim. Daha sonra Necdet Ürug beni aradi. Disisleri Bakani Vahit Halefoglu ile konustugunu söyledi.' Bu açiklamalar Ugur Mumcu ile Necdet Ürug arasinda güvene dayanan bir yakinlik oldugunu ve Vuralhan Olayi ile ilgili iddianin Genel Kurmay Baskani iken Necdet Ürug'a intikal ettirildigini gösteriyordu.
        Vuralhan Olayini önemli gören gazeteler, MIT raporunu önemsiz görmeye çalistilar, önce 'düzmece', sonra 'resmi degil' dediler ve sansasyonel yanini üstün tuttular. Toplumsal Kurtulus'un ileri sürdügü Evrenist ve Özalist kalemlerin ayriligi bu MIT raporu ile birlikte daha açiklik kazandi.
MITLE ÇALISTI
  
        MIT eski kontrterör Daire Baskani Mehmet Eymür, "Tuncay Özkan; uzunca bir müddet, o tarihte MÎT Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagun'la birlikte çalismistir" iddiasinda bulundu.
        MÎT eski Kontrterör Daire Baskani Mehmet Eymür, Tuncay Özkan'in yazdigi kitaplara kurumdan onay aldigini açikladi. Amerika 'da yasayan Eymür, www.atin.org internet sitesinde, Çukurova Medya Holding Grup Baskanligi yapan Tuncay Özkan hakkinda ilginç iddialar ortaya atti. "Uyusturucu1 dan Susurluk'a" dizisini sürdüren Eymür; Tuncay Özkan'in Milli Istihbarat Teskilati Müstesari Senkal Atasagun'la birlikte uzun süre Çalistigini ve bu birliktelik neticesinde, yazdigi kitaplari kurumun onayindan geçirdigini açikladi.
EYMÜR'DEN TUNCAY ÖZKAN'A "AJAN" IMASI
        Tuncay Özkan'la ilgili çarpici iddialarina, "Uyusturucudan Susurluk'a dizisinin bugünkü konusu, halen Çukurova Medya Gurup baskanligi yapan ve istihbari konularda kitaplari bulunan gazeteci Tuncay Özkan'in, TBMM Susurluk Arastirma Komisyonu'ndaki ifadesi" diye baslayan Eymür, Özkan ile Atasagun arasindaki iliskileri ortaya koyuyor. Özkan'in "Bir Gizli Servis'in Tarihi" kitabini, o dönemlerde MÎT'in Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagun'la birlikte hazirladigini iddia etti. Eymür'ün ortaya koydugu iddialar, geçtigimiz aylarda alevlenen, ancak daha sonra biçak gibi kesilen "ajan gazeteci" tartismasini yeniden baslatacak nitelikte.
       "BIRLIKTE ÇALISTILAR"
        Aydin Dogan1 in "Kanal D"sinde üst düzey yöneticilik yaptiktan sonra Çukurova Holding'e transfer olan Tuncay Özkan'in bir süre, su anda MÎT basinda bulunan Senkal Atasagun'la çalistigini ifade eden Eymür, "Esasinda Tuncay Özkan uzunca bir müddet o tarihte MÎT Ankara Bölge Daire Baskani olan Senkal Atasagunla birlikte çalismistir. MÎT'le ilgili anlatimlarin bazilarinin, Senkal Atasagun'un sahsi fikirlerini yansitmis olmasi da mümkündür. Özkan'in kitabinda 'Türk Gizli Servisinin Hayattaki En Yasli Üyesi Anlatiyor" basligi altinda verdigi mülakattaki Neset Güris'le görüsmesini de yine Atasagun organize etmistir. Kitap basilmadan önce MÎT'in incelemesine sunulmus ve MIT Psikolojik Istihbarat Baskanligi tarafindan incelenerek bazi bölümlerinin düzeltilmesi gerektigi yazara iletilmistir. Bu bölümlerin detayi ve Tuncay Özkan'in kitabini yayinlarken bu önerileri dikkate alip, almadigi bilinmemektedir. Bu bakimdan, bu maddi hatalarin yazarin kendisinden mi dogdugu, yoksa bir yönlendirme neticesinde mi oldugu bilinmemektedir" dedi.
        Basilan kitabin MÎT Psikolojik Istihbarat Baskanligi tarafindan incelendigi bazi bölümlerin düzeltilmesinin istendigi halde yanlislarla dolu oldugu söyleyen Eymür, görüslerini su sekilde siraliyor: 'Tuncay Özkan'in "Bir Gizli Servisin Tarihi" isimli kitabi ciddi ve faydali bir eserdir. Ancak kitapta bazi önemli maddi hatalar ve yanilgilar da bulunmaktadir. Mesela, buraya aktardigimiz bölüme bakarsak, Metin G. diye konu edilen kisinin askerlikle hiçbir ilgisi yoktur, tamamen sivil bir kisidir. Kitapta birkaç kez "asker ve asker kökenli" oldugunun belirtilmesi, sanki sorumlulugun askere yansitilmasinin istendigi gibi birgörünüm yaratmistir
ÜLKESINI JURNAL EDENLER
       "Aydinlik" dergisi'nin bu haftaki sayisini okuyunca yüzüm bir kez daha kizardi. Utandim. Almanya Adalet Bakani Bayan Ginelin, Haziran ayi sonunda Türkiye'ye geliyor. Resmi programina baslamadan, yani Türk yetkililerle görüsmeden önce, Istanbul'da bazi kisilere bir davet veriyor. Onlarla saatler boyu konusuyor. Katilanlardan bazdan sunlar:
        Istanbul Barosu Baskani Yücel Sayman, Insan Haklan Dernegi Istanbul Sube Baskani Eren Keskin, Profesör Bakir Çaglar, DISK Genel Koordinatörü Ahmet Asena.
        "Aydinlik" muhabiri Ugur Yildirim, bu gizli toplantiyi haber alip kendilerine sorular soruyor. Eren Keskin disinda hiçbiri, sorulara yanit vermek istemiyor. Ama ortaya bir gerçek çikiyor:
        Türkiye, yabana bir bakana, bir kez daha ve kapali kapilar ardinda jurnal edilmistir, ispiyon edilmistir.
        Dikkat ediniz, Avrupa'dan Türkiye'ye gelen her bakan, önce bu gibi kisilerle bir tur atiyor ve onlarin görüslerini aliyor. Bu görüsmeler çogu zaman, resmi temaslar baslamadan önce yapiliyor.
Belli kisiler, Avrupa'daki agababalarina ülkemiz hakkinda doldurus yapmaktan gurur duyuyor! Isin ilginç tarafi, yaptiklari doldurus hakknda konusmaktan da hepsi kaçiniyor!
        Aydinlik muhabiri, son toplantiyla ilgili olarak IHD yetkilisi Eren Keskin'i konusturmus. Balaniz Bayan Eren neler söylüyor:
       "Orada 10 kisiydik. Ben bakana, Türkiye'de siyaseti Genel Kurmay'in belirledigini söyledim. Türkiye'nin tek ve gerçek iktidari Genel Kurmay'dir."
Soru:
   "Almanya, baska ülkelerin içislerine kansan emperyalist Avrupa'nin önemli ülkelerinden biri. Adalet Bakara ile Türkiye'nin sorunlarini tartismayi dogru buluyor musunuz?"
"Dogru buluyorum, çünkü Insan haklan savunucularinin milliyeti olmaz."
        Son cümlesi Allah için dogru. Bunlarin "milliyeti" olmuyor!
Toplantiya katilanlardan bir baskasi, isminin açiklanmasini istemiyor ve sunlari söylüyor:
        "Bazi arkadaslar Alman bakana, Fazilet'in kapatilmasiyla birlikte M.H.P'ye önemli oranda milletvekilinin geçeceginden ve Türkiye'de fasist bir diktatörlük kurulacagindan yakindilar."
        Türkiye'de kendilerine "aydin" diyen bir güruh, "aydin olma onurunu" iyice yitirdi. Bunlar "entel-libos" oldu. Türkiye'ye sövmek, Türkiye'yi yabancilara ispiyon edip karalamak, onlarin en önemli islevi.
        Ama kabahat onlarda degil, bizde. Yabana bakanlar ülkemize geliyor ve daha ayaklarinin tozuyla bu tiplerle bulusup, doldurus seansina basliyor. Bizim teslimiyet içindeki kisiliksiz yetkililerin "giki" çikmiyor.
        Türk yetkililerle resmi program ise daha sonra! Önce doldurus, sonra resmi program!.. Bizimkiler, bu rezalete tepki koymaktan aciz.
Ayrica bu yabana takimi, nedense hep ayni kisilerle konusuyor. Bizim kafamizda, bizim deger yargilarimizi tasiyan milyonlarca insandan hiçbiriyle bugüne kadar muhatap olma zahmetine katlanmadilar. Varsa, yoksa entel-libos takimi!
        Söz bu konudan açilmisken, size birkaç örnek daha vereyim. Ahmet Altan isimli yazarin bir romani piyasaya çikmis. Arkadas, bu romanin Türkiye'deki reklami ile yetinmiyor, PKK'nin Almanya'da yayinlanan, Türkiye'ye kin ve nefret kusan gazetesine söylesi veriyor.
        Gazetenin 14 Haziran 2001 tarihli sayisindaki söylesi dogal olarak "Kürtlük" konularina takiliyor. Ahmet Bey, annesinin Musul'dan gelen bir Kürt oldugunu, PKK'nin önde gelen ismi Yasar Kaya'dan duymus ama durumu tam bilemiyormus! Keske babasina sorsaydi!
        Birkaç kitap fazla satmak için PKK gazetesine konusmak, yakisir mi?
        Bir baska örnek; Almanya'da yasayan ve "tarihçi" oldugunu söyleyen Taner Akçam isimli biri. Türklerin, Ermenilere soykirim uyguladigini iddia eden bu sahsin adi, simdi yabanci gazetelere verilen Ermeni soykirim ilanlarinda geçiyor.
        Ermeni kuruluslari bu sahsa, kocaman gazete ilanlariyla tesekkür ediyor! ifade söyle:
   "...o takdirde, günümüzün Taner Akçam gibi yürekli Türklerini onurlandirmak mümkün olacaktir. 7 Mart 2001 tarihli Londra-Independent gazetesine bakiniz."
Allah hiçbir ülkeyi, ihanet sebekelerinin eline birakmasin Emin ÇÖLASAN
KÜRTÇÜ'DEN KÜRT’E HAKARET
  
        PKK'nin akil hocasi olan, üst düzey Kürtçü geçinen Yasar Kaya'nin Mezopotamya Yayinlan tarafindan Agustos 1999'da basilan "Kürt Portreleri" isimli kitabi, elime yeni geçti.
        Önsözünde Kürtlere hakaret ediyor, asagiliyor, özetleyerek, ama utanarak ve Kürtler'den özür dileyerek veri
yorum:           '
        "Kürtlerde yazma gelenegi yok ki portre yazan çiksin. Kürt geriligi, dünyanin "sekizinci harikasi"dir. Bu illetle, bu irinle, bu çürümüslükle her gün savasmak gerekmektedir. Baska da yolu ve çaresi yoktur.
        Kürt geriliginin bir de çarikli erkani harpligi ve köylü kurnazligi vardir. Gelismemistir, geridir, size ve dünyaya tepeden bakar. Küçük daglan o yaratmistir. Kabadayiligi kurudur.
Zoru görünce yüreksizlesir, kaçar, küçülür. Kendisini profesyonel devrimci görür, size de garnitür gözüyle bakar.
Etrafina ve size "burjuva aydini" der, küçümser. Ama neticede bir gün gelir, bir bakmissiniz ki itirafçi olmus bu keskin devrimci, bu profesyonel revolusyoner (ihtilalci).
Yüzüne dikkat edin, tatminsizdir. "Doyum nedir" bilmemistir. Aç gözlüdür.
Esasinda kendisi sizin sahip oldugunuz nimetlere sahip olsa, avantajlariniza sahip olsa, bir gün önce sapitacak. Onu görmez.    
        Gelismemis bir kisiliktir. Ustalik-çiraklik iliskisi nedir bilmez. Hiçbir ustanin rahle-i tedrisinden (ögretisinden) geçmemistir.
Görgü, bilgi nedir bilmez.
Saygi, sevgi nedir bilmez.
Emege, ise sayginin çok uzagindadir.
        Yoz, bos> kof bir yaratik oldugu halde iddiacidir, cehaletini (cahilligini) onunla örtmeye çalisir.
        Kendi ulusal tarihi, ulusal kültürü, ulusal degerleri hakkinda bir sey bilmez. Dünyadan haberi yoktur...
        Castro, Ortega, Che Guevera desen, bizim meyhaneci Kör Agop'tan bahsettigimizi sanir.
        Romandan, siirden, edebiyattan, müzikten hiçbir nasip almamistir. Onu ilgilendirmez. Dünya bir yana, o bir yanadir.
Bu genel bir Kürt portresidir."
        PKK'nin para babasi Yasar Kaya, kitabinda Kürt'ü anlatmaya ve Kürt'e hakaret etmeye devam ediyor:
        "Bir baska Kürt tipi daha vardir. Her nasilsa bir yüksek okul bitirmis ve büyük metropollerden (kentlerden) birine yerlesmistir. Kazanç yollan vardir.
Kimisi kelepir arsa bulup üzerine han hamam yapi-yor, kimisi Van ve Lice üzerinden istanbul'a akan uyusturucu davalari, aksam üzerleri yazihanelerine dolan, viski içen ve de Ingiliz kumasindan elbise giyen Istanbul Adliyesi'nin yasli hâkimleri ile al takke, ver külah pazarliyorlar.
   Geceleri lüks gazinolara gidilir. Bunlarin ara sira Kürtlük daman tutar, Ibo'dan veya baskasindan Kürtçe sarki bile isterler.
Gazinolara bir gecede milyonlar ödenir ama evlerine gidin, lavabo kiriktir. Ampuller yanmaz, sifon çekmez, kisaca evde oturulmaz.
        Bunlar, Kürtlerin sonradan görmüsleridir.
Seçim zamani olsa herkesin önüne geçmeye çalisirlar.
Bukalemun gibi yanar-dönerler.
Akilli olduklarini sanirlar.
        Uzmanlik dallan da vardir. Manifaturadan tutun, kuyumculuga kadar piyasalari bölüsmüslerdir.
        Hiçbir siyasi davaya girmezler ama Kürt partilerine genel baskan olmak için siraya girerler. Bu da bir baska Kürt tipidir."
Kitabinda Kürt'ü asagilamayi sürdürüyor:
        "Ve bilinen maceralarla buralara kadar geldik. (Apo enselendi, örgüt dagildi.)
        Simdi de bizim yol ve yordamimizi begenmiyorlar. "Gelin dogru yolu gösterin, biz size hizmet edelim" diyoruz, ona da gelmiyorlar.
        Zaten bir atimlik baruttan yok. Onu herkes biliyor ama ona ragmen kendilerini 'gündemde' tutmak istiyorlar.
Kimin nasil durdugu, gittikçe belirgin hale geliyor.
Muhbirler, isbirlikçiler, yigin yigin ortaya çikiyor.
Birbirimizi tanimada fayda var.
Herkesin bölügü belli olmali."
Bunlari yazan adam, uzun yillar PKK'nin akil hocasi olarak görev yapti Türkiye'de, PKK'nin sesi olarak geçmiste çikanlari ve nice insanimizin dolayli katili olan Özgür Gündem Gazetesi'nin sahibi ve yazariydi. Insanlari tehdit ederdi. Ugur Mumcu'nun öldürülmesi gerektigini yazdi ve dedigi çikti!
        Sonra Yasar bakti ki pabuç pahali, kapagi Avrupa'ya arti. Simdi orada PKK'nin parasiyla krallar gibi yasiyor, yine kendi çapinda Kürtçülük yapiyor!..
Ve kitabinda Kürtlere hakaret yagdiriyor, alay ediyor, asagilamaya kalkisiyor!
        Eger bu ülkede PKK terörü 40 bin'e yakin insanimizin ölümüne neden olduysa, bunun tek sorumlusu tetigi çekenler degil. Yasar gibi akil hocalarinin, yol göstericilerin vebali daha da agir.
        Bu Yasar Kaya, acaba kitabinda anlattigi Kürt tiplemelerinden hangisine uyuyor?
        Aç gözlü mü, yüreksiz mi, korkak mi, yoz mu, kof mu, doyumsuz mu, muhbir mi, isbirlikçi mi, hangisi?Emin ÇÖLASAN
YASAR KAYA AJAN MI?
         PKK'nin Avrupa kanadinin baskanligini yapan Yasar Kaya'nin "devlet ajani" oldugu öne sürüldü .
PKK'nin Avrupa uzantisi olarak bilinen sözde Sürgünde Kürt Parlamentosu'nun baskani olan, kapatilan Demokrasi Partisi'nin (DEP) Genel Baskanligini da yapan Yasar Kaya'nin devletten para alan bir ajan oldugu iddia edildi. Dün bir gazetedeki köse yazisinda, Kaya'nin yurt disina çiktiktan sonra, Almanya'da bir yakini adina açilmis banka hesabina para yatirildigi iddiasi yer aldi. Yazida, Kaya'ya daha sonra paranin "Bahar" kod adli bir bayan araciligiyla, mühürlü zarfla gönderildigi öne sürüldü.
Bir siyasi fisildadi
        Yazida, Kaya'nin devlet ajani oldugunun bir siyasi tarafindan açiga çikarildigi, bu siyasi hakkinda da sorusturma baslatildigi belirtildi.
        Ancak sorusturmanin niteligi, bazi soru isaretlerini de beraberinde getirdi. Adli makamlarda bu konu hakkinda bir sorusturma olmadigi, ancak sorusturmanin devletin farkli organlarinda olabilecegine dikkat çekildi. Ankara DGM'de görülen "DEP ana davasinin dosyasinda yer alan bir mahkeme tutanaginda da, Kaya'nin ünlü Erbil konusmasindan söz edilirken, bu konusma metninin "yasaya aykiri olarak Genel Kurmay'dan temin edildigi" bilgisi yer almisti.
ANKARA Milliyet
PRENSES DI VE UGUR MUMCU
        Patrick Jephson, kuskulu bir kazaya kurban giden Prenses Diana'nin özel sekreteriydi; Prenses'in çevresinde yasadiklarini anlattigi 'Shadows of a Princess1 (Bir Prenses'in Gölgeleri) adli ani kitabi dün piyasaya çikti. En ilginç ayrinti, Prenses'in son zamanlarda her seyden kusku duyar hale gelmesiyle, ilgili anlattiklari... Yatak odasinin bile dinlendiginden kusku duyuyormus Diana, bir gün, 'Otomobilimin frenleriyle oynanmis1 demis sekreterine... Jephson bunlari, 'Diana'nin paranoyasi' biçiminde yansitiyor...
        Ölüm biçimine bakinca, Prenses'in kuskularina hak vermeden edemiyorum...
'Dönmelik' konusunun islendigi son iskele- Sancak' programini izlerken, Abdi îpekçi'nin kizi Nükhet Ipekçi'nin tavri çok dikkatimi çekti; 'Ne kadar kendine hakim, neyi, nerede söyleyecegini iyi bilen bir genç kadin' diye düsündüm. Erken kaybettigi babasinin anisina saygili bir evlat görüntüsüydü sergiledigi... 'Çetin Altan'a göre; babanizi kontrgerilla öldürmüs' denildiginde verdigi cevabi hatirlayiniz: 'Evet ona benzer daha 40 tane senaryo var...1
        Siyasi cinayetlerin çogu için ayni durum söz konusu. Bazen tek bilinen, kurbanin kimligi oluyor, az sayida olaylarda katili de bilebiliyoruz; ancak hemen hepsinde emri veren odak gölgede kaliyor... Motif, yani kurbanin neden öldürüldügü ise, birbiriyle çelisen çok sayida senaryo söz konusu... Abdi îpekçi suikasti da öyle, yakin zamandaki Ugur Mumcu, Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kislali cinayetleri de...
        Fotografin bütününü göremiyoruz, ancak yine de bazi ifsaatlar, gölgeleri kismen aydinlatabiliyor... Sözgelimi;
Ugur Mumcu'yla ilgili suikast sonrasinda analitik bir gözle incelendiginde 'motif de, 'azmettiren' de siluet olarak beliriveriyor... Zaten bu sebeple olacak, polisin 'iste katiller' diye piyasaya sürdügü kisiler konusunda aile ihtiyatli davraniyor... Bizden çok daha fazla bilgiye sahip olduklari için her söylenene inanmakta çekingen davranmalari dogal.
        Ugur Mumcu siradan bir gazetecinin ötesinde iliskilere sahipti; iliskilerinin boyutu, cinayetten sonra ortaya çikti. Vaktiyle kendisini 'sakincali piyade' yapmis, demir parmakliklar arkasina göndermis 'devlet aygiti' ile sonradan baristigi anlasiliyor. Genel Kurmay Baskani, Emniyet Genel Müdürü, DGM bassavcisi, suikastin akabinde, 'Kendisini iyi tanirdik' veya 'Aile dostuyduk' gibi sözler sarf ettiler...
        Yakin zamanda bir ifsaat baska bir iliskiyi açiga çikardi. Mumcu öldürüldügünde Cumhuriyet'in yayin yönetmeni olan Özgen Acar'di bu ifsaatin sahibi... Anlattigina göre. Mumcu, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterligi'yle irtibat halindeydi, bilgi alisverisi yapiyordu.
        Anlatimini, 23 Subat 1999 tarihli Cumhuriyet'ten okuyalim: 'Isik içinde yatsin Ugur Mumcu, öldürülmeden önce, çeteler kadar Apo'ya da takmisti. PKK baglantilari konusunda yogun bir arastirma yürütüyordu. Ölümünden sonra, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterligi'nden yüksek düzeyde bir yetkili bana - o zaman Genel yayin yönetmeni oldugum için- söyle dedi: 'Rahmetli Mumcu öldürülmeden 3- 5 gün önce, Apo hakkinda bize bazi sorular yöneltti. Kendisine sinirli olmak kosulu ile bazi bilgiler derlemeye söz verdim. Arastirmaciligini bildigim için, onu yönlendirmek ama ayla kisa bir not hazirladim. Pazartesi günü kendisine verecektim ki, o Pazar öldürüldü. Bu notu size veriyorum.'
        Bu önemli ifsaata, önceki gün, çogu kisinin dikkatinden kaçtigini fark ettigim bir yenisi eklendi. Mumcu'nun irtibatlarina isik tutan bir ifsaatti bu. Can Atakli, Sabah'ta (23 Eylül 2000), 31 yil önce bu günlerde öldürülen Taylan Özgür adli gencin tetikçi ve azmettiricilerinin hala ortada olmadigini, kuskularin pesine düsülmedigini yazdi. 'Kontrgerilla' konulu kitaplariyla taninan emekli Kur. Alb. Talat Turhan, 1991'de bir basin toplantisi düzenleyerek 'Taylan Özgür'ü vuran polis degil, bir üstegmendi1 demis, o kadar...
        Can Atakli'nin, Taylan Özgür'ün ablasi Hale Kiyici'ya dayandirdigi bilgiye göre, konuyla ilgili yeni bulgulari, aile, daha sonra Ugur Mumcu'ya da anlatmis... Sonrasini Atakli'nin anlatimindan izleyelim: 'Hale Kiyici'ya 'Peki o zaman ne yaptiniz?' diye sordum. Dosyanin bir kopyasinin Ugur Mumcu'ya da verildigini ögrenmis ve ona gitmis. Olayi söyle aktardi Hale Kiyici: 'Ugur abiye, Taylan'in ölümüyle ilgili bir dosya varmis, size de verilmis diye sordum. Hiçbir sey söylemedi. Kalkti, bir yere telefon etti. Bir seyler konustu. Tamam komutan' dedi, telefonu kapatti. Sonra bana döndü, 'Her sey zamani gelince ortaya çikacak' dedi. Sonra biliyorsunuz öldürüldü.
        Ölüm sonrasi yapilan bir baska ifsaattan, Ugur Mumcu'nun, 28 Subat'ta en ön saflarda yer almis dört meslektasiyla birlikte, benim 'Son yemek' adini verdigim bir sofra basi bulusmasi oldugunu biliyoruz. O yemek, silah üzerine edilen 'gericilerle mücadele yemini' yüzünden ünlendi; ama o yemegin esas önemi, Mumcu'nun o sirada son asamasina getirdigi 'PKK- devlet' iliskisinin boyutlarini, masada agzindan kaçirmasindan kaynaklaniyor... Anlattiklari, Mumcu'nun sonunu getirmis olabilir...
Prenses Diana'nin yasadigi tedirginlige, sekreteri Jephson paranoya' diyor, ama Ingiliz kraliyet ailesinin gelininin endiseleri, herhalde bütünüyle temelsiz degildi. Taha KIVANÇ
DOKUZUNCU FITIK:
BAS, BAS PARALARI ÇAPAN'A
       Sol geçmisini ve degerlerini satarak, sermayeye dönüstürerek yükselen, bu arada solun insanlarina maddi-ma-nevi ciddi zararlar veren dönek ve hainlerle her anlamda "ugrasmamiz" gerektigini düsünerek, Esenyurt Belediyesi'ndeki yolsuzluklari ve Cumhuriyet gazetesindeki ortakligiyla gündeme gelen Gürbüz Çapan hakkinda bildiklerimi- duyduklarimi, 20 Nisan 2001 tarihinde "Sol" dergisinin (kapatilma nedeniyle) "Gelenek özel sayi-1" olarak çiktigi nüshasinda Ali Mert imzasiyla kaleme almistim.
        "Dönekler ve hainler" özel olarak ilgimi çekiyor. Hem "tani bunlari, tani da büyü" düsüncesiyle, hem de insanoglunun alçalmasinin ibret verici öyküsü merakimi uyandirdigi için. Portreleri ve "aile" fotograflari, kisilikleri, küçülen akillan, büyüyen bedenleri, sisen yüzleri, haklarinda enformasyon kirintilari, spekülasyonlar, tanikliklar... Her sey ilgimi çekiyor Tabii ki sirf ilgimiz, "merakimiz tatmin olsun diye" degil, kurtulalim, kurtaralim diye...
Sarp Kuray, Cengiz Çandar gibi "saplantilarimin arasina geçtigimiz günlerde Gürbüz Çapan'da eklendi. Önce Beyaz Enerji, sonra Beyaz Sahin operasyonu, ardindan "arsa dagitimi" merkezli sorusturmalarin yeni "mag-dur"u, Esenyurt Belediyesi'nin simdi "saglik nedenleriyle Almanya'da bulunan" baskani Çapan, yol açtigi eski magduriyetlerle ve hayatinin karanlik noktalariyla, ilgi alanima girdi. Kendisi hakkinda biraz da tesadüfen bir "bilgi alam" da olusunca "hukuki" kimi kaygilara aldirmadan notlarimi paylasmaya karar verdim. Kimi spekülatif bulunabilir, kimisi "Aydinlik tarzi gazetecilige" daha uygun düsebilir, kimisi de tanikliklari oldugunu biliyorum. Her durumda yazilmasi, bilinmesi gerektigini düsünüyorum. Çapan'in karanlik sayfalarla dolu defterinin ilk satirlari Diyarbakir'da yaziliyor. 1980 öncesinde ve 80'li yillarin ilk kesitinde "Devrimci Yol" örgütünün Diyarbakir sorumlusu oldugu biliniyor. 1983'te hazirlanan iddianamede ve 84'ten itibaren baslayan yargi sürecinde birinci dereceden sanik olmasi gereken Gürbüz, tanik sandalyesinde oturuyor. Yoldaslari, durusmaya zincirlenerek getirilir, Diyarbakir zindanlarinda katledilirken, Çapan yaptigi "tanikliklarla zincirin halkalarini biraz daha sikistiriyor, zindani biraz daha yasanmaz hale getiriyor. Bu dönemden itibaren, kendisi hakkinda 'Türk istihbaratinin adami" düsüncesi yaygin bir sekilde olusuyor.
        Ara dönemde ne gibi "atamalar"dan geçtigini bilmiyorum. Sonrasinda CH.P'nin içerisinde yer aliyor, "belediye fatihleri" arasina kanliyor, Istanbul'un gelismekte olan, dolayisiyla sinirsiz rant olanaklari saglayan arazilerini kapsayan bir bölgede, "sol geçmis"ini de kullanarak tepeye geliyor. Esenyurt Belediye Baskani Gürbüz Çapan, bir taraftan sol degerlerin "yerel yönetimlerde" kullanilmasi görüntüsüyle, Nazim Hikmet Caddesi'ni, Jose Marti Aniti'ni açiyor, Küba'yla dayanisma etkinliklerinin gülü haline geliyor, Cumhuriyet Gazetesi'ni "kurtariyor", kisacasi ve açikçasi kendine bir "sol rant alani" yaratiyor, bir taraftan da çok daha açikçasi, "mali götürüyor"; enerji isine giriyor, dogal gaz santrali sahibi oluyor, Esenyurt'u karis karis peskes çekiyor, Cumhuriyet gazetesinin patronlari arasina adini yazdiriyor.
Bu döneme dair daha baska "enformasyon kirintilari"na ve spekülasyonlara geçmeden önce, ara dönemin bir ayrintisina deginilebilir. Gürbüz Çapan'in kardesi, 9O'li yillarda Türkiye'de iyice yayginlasan malum "kara para aklama" yöntemleriyle "is tuttugu" bir dönemde, güç duruma düsüyor, Almanya'ya kaçiyor. Bu kaçista ve Almanya'da "rahatlamasi"nda Dev-Yol'un eski liderlerinden Taner Akçam'in da rolü oldugu biliniyor. Yeni göreviyle "Ermeni tarihi uzmani" Akçam, bugünlerde de "saglik nedeniyle Almanya'da bulunan" Gürbüz Çapan'in ev sahibi. Kendisi hakkindaki spekülasyonlarin en "uç" olani, Alman istihbaratiyla iliskisi oldugu seklinde. Almanya'nin Kafkaslar'daki aranislariyla, Akçam'in "Ermenistan merkezli" tezleri arasinda baglantilar kuranlar da var. Hatta Çapan üzerinden, Cumhuriyetin Avrupa Birlikçi- Almanci yayin çizgisini gözden geçirmek gerekebilir.
Neyse, Türkiye'ye dönersek, Esenyurt Belediyesi'nin Çapan'i daha da gürbüzlestirmesi ve çevresindeki "solcu"larin "bu isin altinda bir Çapanoglu var" noktasini sorgulamadan "ben de payimi alayim" diye meseleye yaklasmasi, belediye baskanimizi daha da yukarilara tasiyor. "Derin devlet* le iliskisini, bilenler biliyor. Bu islerin "kaza"siz yürümedigi de, Susurluk'tan beri biliniyor. Çapan ilk önemli kazasini, siyrik bile almadan atlatiyor: "Esenyurt sinirlari içinde yakalanan susturuculu silahlardan dolayi" gözaltina almiyor ama bildik bir yöntemle, bizzat Mehmet Agar'in devreye girmesiyle serbest birakiliyor. Agar'in ve Dogru Yol'un "tam iktidar" günlerinde Çapan, "Abdullah Çatli'nin sol versiyonu" olarak görevinin basinda bulunuyor. Onun görevi "reisinkinden farkli, "solcu" olmak; "sag"a bulasinca uyariliyor. Yine de bir cesaret, "Çiller çetesi"nin Islerinin dorukta oldugu dönemde, Esenyurt Belediyesi'nin ilçe meclis toplantisinda "DYP'ye katilma kararini" açikliyor. Önce Çapan'in etkisiyle herkesin olur verdigi "proje"ye, daha sonra mecliste yer alan ve zamaninda çatismalarda bir ayagini kaybeden eski bir solcunun "pezevenklik yaparim ama sagcilik yapamam" demesiyle muhalefet doguyor, Çapan vazgeçiyor. Ama Çapan, saga hizmetlerini her zaman sürdürüyor. Esenyurt sinirlarinda arsa ve villa tahsis ettigi "ünlü"ler arasinda Hayri Kozakçioglu, Hüsamettin Cindoruk gibi isimler de yer aliyor. Çapan'in hizmet gördügü "asli alan"lardan biri de kendisinin ve ortaklarini cebini doldurdugu "sermayedarlik alani" Demirel'in aile fotografinin vazgeçilmez siritkan surati Kamuran Çörtük (Bayindir Holding) basta olmak üzere Esenyurt Belediyesi'nin olanaklari ilgili kisi ve kuruluslara açiliyor. Çörtük'ün Tatilya'si en çok bilinen örnek. Hizmet sektörünün ek isleri ve arsa tahsisiyle birlikte, enerji sektörü sermaye birikiminin önemli basamaklari olarak adimlaniyor. Bu birikimin "yükselen diger sermaye gruplari" gibi medyadaki karsiligini da yaratmasi gerekiyor. "Solcu" Çapan'a, "solcu" bir gazete yakisiyor; Cumhuriyet'e ortak oluyor. Ortakligin yarisi "kamuoyu nezdinde" belirsiz. Kimisine göre, yüzde 20 hissesi var. Ancak Bayindir Holding'in yüzde 20'Hk hissesinin de Çapan'a ait oldugu söyleniyor. Tersi de söyleniyor. Sonuçta "kisi" önemli degil, yüzde kirk ortaklik bir gazeteyi yönetmeye yetiyor. Ancak "satis"in gerçeklesmesine ragmen, basyazar ilhan Selçuk'un kurnazligiyla, islemin kagit üzerinde tam resmiyet kazanmadigi da söyleniyor. Selçuk'un büyük ihtimal, restorasyonun, elemekte oldugu "kirli sermaye" arti tosuncuk toplamina, Çapan'i ne ölçüde dahil edecegini kolluyor. Öte yandan bütün bu anlatilanlar Cumhuriyet gazetesinde yazmiyor, yazamiyor. Gazetenin eskiden basildigi Çagdas Matbaa'da isçilerin direnisine, patronun grev kiriciligina ve baskilara nasil sessiz kalindiysa, ayni sekilde bugün gazetenin, Esenyurt Belediyesi içindeki Esenkent semtinde Çapan'in tahsis ettigi matbaalarda basilmasinda da bir "haber degeri" bulunamiyor.
        Peki bu kadar spekülasyon karsisinda "devlet ne yapiyor?" Restorasyonun gücü, herkesi, bir çirpida elemeye yetmiyor, "iç bilesenler"i gözetirken, operasyonlari abartmamak, sermayeyi ürkütmemek gerekiyor. O zaman bir Türk büyügünün dedigi gibi yapiliyor: "Bas bas paralan Leyla'ya, bir daha mi gelicez dünyaya!...
DERIN DEVLET PARADOKSU VE ÖZGÜRLÜK
  
        Devlet üzerine konusmanin - diger konu gibi - zor oldugunu biliyoruz. Diger bir çok konu; ekonomi, aile, birey, hukuk, rejim, ya da etrafinda dönüp durdugumuz bir dizi kavga nedeni kavram; laiklik, din, kimlik, demokrasi... Konusmak zor; çünkü, devletin toplumla, toplumun da devletle netameli ve karmasik iliskileri var. Bir yönüyle ask-nefret tarzinda, baska bir açidan ise as, is, güvenlik, adalet gibi rasyonel beklentilerle, varlik ve beka, dirlik ve düzen, birlik ve bütünlük gibi görece metafizik misyonlarin saglanmasi istemiyle, bagimlilik-özdeslesme tarzinda kurulan iliskilerin yeteri kadar açik ve anlasilir oldugunu söylemek zordur. Bir baska zorluk; otorite, hegemonya, sistem, düzen, rejim, bürokrasi gibi kavramlarin yaninda, üzerinde ya da odaginda oldugu varsayilarak ifade edilen "devlet" kavraminin, aslinda ayni anda hem birçok seyi ifade etmek için hem de baska birçok seyden ayirmak için kullanilan bir araç-kavram olmasidir. Bir yönüyle çesitli göndermeler, atiflar, isaretler yapilan bir referans kaynagi, baska bir yönüyle vehimler, fobiler ya da beklentilerden ibaret bir metafizik varliktir 'Devlet'. O kadar ki, terminolojik yetersizlikten kaynaklanan bu karmasa, sadece 'Devlete asagidan ya da disardan bakanlar için degil, onun içinde yer alan, onu 'çalistiran' Devletlû'lar için dahi geçerlidir.
        Peki. Devlet'in 'efradi cami, agyarini mani' bir tarifi, ortak bir anlami, belirlenmis sinirlari ve açik bir amaci var midir?
        Bu soru, Avrupa'daki uluslasma ve Ulus-Devletlerin olusum sürecinde enine boyuna tartisilarak, farkli açilardan cevaplanmis sayilabilir. Modem Ulus-Devlet'in en azindan denenmis tanimlan, anlamlan ve amaçlari vardir. Ancak, 'bizim' Devlet için ayni seyi söylemek mümkün müdür?
        M. Foucoult, "modern iktidarin bir konum ya da mülkiyet olmadigini, bir iliski, eylem üzerine binen bir eylem oldugunu' söyler. Iktidar, bir yere iliskindir ama yerellesmis degildir. Belirli biçimler ve teknikler sayesinde toplumsal mekana yayilir. Modern iktidar, ancak kendisinin büyük bir bölümünü gizlemesi kosuluyla is görür ve kabul edilir."
        Foucoult'un bu yaklasimi, örnegin bizim için, bizim devlet' açisindan çok siradan, hatta yetersiz bir tespittir. Biz de 'Devlet' zaten öyledir, zaten birçok biçim ve teknik sayesinde toplumsal mekana yayilmis, kendisinin büyük bölümünü gizleyerek is gören bir karaktere sahiptir. Acaba, Modern Devlet, bu özellikleriyle bizim Devlet'ten daha geri ve henüz gelismekte olan bir Devlet midir? eger öyleyse -ki öyle oldugunu düsünüyorum- Türkiye'deki Devlet'i, modern ulus-devlet algilamasinin ötesinde bir kategori olarak algilayan, farkli bir anlama biçimi gelistirmemiz gerekir. Nasil ki 'ulus' kategorisi, bizim geçmisimizdeki millet sisteminin gerisindedir ve modern ulus devletler, adi konmamis bir millet sistemi arayisi içerisindedir. 'Devlet' sistemimizde 'Modem Devlet'in çok ilerisinde ve daha komplike özellikler, tasir. "Her yeni olani daha ileri ve gelismis zannedenler" için kabul edilemez görünse de, dünyaya ve kendimize sasi bakmayi birakirsak görecegimiz budur. Türkiye'nin Devlet'i modern ulus devletin bütün özelliklerini zaten içeren daha geliskin ve ileri bir devlettir. Bunu, 'daha adil, düzgün çalisan, daha katlanilabilir bir devlettir1 manasinda söylemiyoruz. Sadece, eger Devlet, Avrupali uluslar için, 'nesnel tinin örgütlenmis biçimi', 'egemenlerin baski araci', 'özgürlügünün en üst gerçeklesme düzeyi1, 'kollektif akil ve vicdanin organizesi' ise, bu fazlasiyla ve zaten bizim devlette böyledir, diyoruz.           
        Iste bu "fazlasiyla varolan" yani, güncel 'Devlet' yapilarindan daha fazla bir sey olani kavramak için, yillar Önce "Derin Devlet" kavrami üzerinden bir anlama-tartisma denemesi yapmistik.* 199O'li yillarin ortalarinda, Mezopotamya-Akdeniz Havzasi'nin hegemonya biçimi olarak "Derin Devlet" seklinde niteledigimiz bir 'entite'yi bugün yeniden tartisirken, önce su ünlü ama artik lekeli "kavramlastirmayi açiga kavusturmamiz gerekir. Belirttigimiz dönemde -yanilmiyorsam- 1995'te, ilk kullanan Nihat Genç ya da Erol Göka olabilir - kullanima giren "Derin Devlet" ifadesi, esasen Türkiye'deki Devlet1 in "Özgünlügüne" ve "Özelligine" vurgu yapan bir ifadeydi. Ama ne var ki, 1996 yili Kasiminda 'Susurluk Olayi' oldu, medyada bu kavram, kelimenin tam anlamiyla "kirletildi".
        Yukarida, devletin karmasik niteligini, tek bir kavramla -Devlet- kavramiyla birbirinden farkli birçok seyi anlatmak ya da dislamak için kullanmak zorlugu ve terminolojik yetersizlikten bahsetmistik. Derin Devlet kavrami tam da bu açidan en azindan 'Devlet'i baska bir yönüyle anlama -anlamlandirma- çabasi için elverisli bir yeni araç-kavram özelligi tasimaktaydi ve biz de bu amaçla kullanmistik. Ancak "Susurluk", bir yönüyle Baha aydin kolonilerinin, "Bati adina. Devlete ve orduya karsi Haçli Seferi baslatma kampanyasini", baska bir yönüyle "sonu 28 Subat'a çikan Devletin bir kanadini budama ve Kürt Sorunu üzerinden Devletin, Milletle -zayif ve çarpik da olsa- tek alisveris kanali olan bazi sag unsurlarini tasfiye sürecinin" adi oldu. Derin Devlet, iste bu gündemin, daha dogrusu operasyonlar silsilesinin kod adi olarak kitlesel dolasima sokuldu. Tabii ki ne niyet ne de içerik olarak bizim kullanimimizla hiçbir iliskisi yoktu.
        Simdi, bu "kirli" kavrami yeniden kullanip, kullanmama konusunda dogrusu tereddüt içindeyim. Insanlarin "Devletfobi"lerine denk düsen bir kavrama dönüstügü için, "Derin Devlet" kavrami artik daha farkli bir "anlama"
ve "okuma" biçiminin araci olabilir mi? Bilemiyorum. Milletin kayitsiz sartsiz egemenligi ve bu anlamda 'Milletin Devleti' esprisi açisindan, Derin Devlet'in kirli kullanimi, Milleti ve Millet çocuklarini devletten uzak tutma ve devleti de oligarsik zümrelerin tapulu arazisi yapma 'oyun'unun yeni bir yöntemi haline getirilmistir. Zaten dogru bir iktidar perspektifi olmayan dislanmis milli unsurlarin, Devlet'i gizli, karanlik, kanli, kirli bir yasak bahçe olarak algilamasini ve uzak durmasini saglayan, birakin anlama çabasini, muhalif olurken dahi dolayli olarak kendisini güçlendirecek her seye muhalif kilan trajik bir aymazliga mahkum edilisim, dogrusu üzülerek izliyoruz.
        Milletin organik aydinlarinin, milleti güçlendirmeyi temel amaç ve devleti de bu güçlenmenin mekani olarak görmelerinin, bu topraklarin en önemli teorik çabalarindan biri oldugunun bilinciyle, 'devlet' üzerinde konusurken, onu anlamaya -yeniden anlamlandirmaya- çalisirken baska bir alternatif bulana kadar, bu kavrami ödünç olarak kullanmayi sürdürecegiz. Ancak Susurluk dolayisiyla kirletilen Derin Devlet kavramiyla, bizim kullandigimiz kavramin farkina düstügümüz kaydin, özenle akilda tutulmasi gerektigini bîr kez daha vurgulamak istiyoruz.
DERIN DEVLET
        Derin devlet, yasadigimiz cografyanin tarihsel hegemonya biçimidir. Mezopotamya-Akdeniz havzasi, -tarih boyunca geçici istisnalari olsa da- çogunlukla tek bir hegemonya tarzi altinda yasamistir. 'Devlet', bu cografyada hem tarihsel olarak, hem de evrensel olarak ilk geliskin biçimleriyle varolmustur. Büyük dinlerin, felsefelerin, ticaret ve kültür biçimlerinin de dölyatagi olan bu cografya, esasen 'tek bir ülke' olarak alinmasi gereken ve süreklilik içinde degisim diyalektigi ile, hem hegamonik karakteristigini sürdüren hem de daima sekil, isim, karakter degistirebilen bir özellik tasimaktadir. Fetret dönemleri ve büyük imparatorluk dönemleri bu degisim momentlerinin iki yönüdür. Büyük Iskender Imparatorlugu, Pers Imparatorlugu, Roma Imparatorlugu, Sasani, Emevi, Abbasi, Bizans, Selçuklu, Osmanli imparatorluklari, daima bir dagilmislik, parçalanmislik - fetret - dönemleri sonrasi gelismis yan askeri ve merkezi tarim imparatorluklaridir. 'Devlet' bu dönemlerde toplanir, güçlenir. Bütün özellikleri ve refleksleriyle, birbirine benzer karakterde kendini açiga çikartir. Düzen kurar, dirligi saglar, toplumu örgütler, çogulluk içinde birlestirir, varlik ve bekalarini garantiye alir. Dagilma ve parçalanma dönemlerinde ise 'devlet' dagilir, küçülür, içe çekilir. Parçalarinda yasar. Toplanma istegini saklar ve uygun kosullarda tekrar öne çikarir.
        'Derin Devlet', iktidar kertesinde en somut ifadesini bulur. Imparatorluk saraylari fa da dagilma dönemlerinde beylik-sultanlik konaklan, ya da baskentler, bu hegomanya ruhunu rafine olarak ve zor yoluyla temsil eder. Ancak, bu devlet asil olarak bütün toplumda, toplumla iliskilerde yasar. Mezopotamya-Akdeniz cografyasi, kendisini öteki cografyalardan ayiran birçok özelligini, üzerinde yasayan topluluklara kazandiran hareketli bir cografyadir.
        'Derin Devlet', mutlak ve kutsal hiyerarsi, merkezi hegemonya ve statükonun degiserek devami gibi temel özelliklere sahiptir. Din(ler), bu üç özelligin dile gelmesi, konusmasi ve yeniden üretilmesini sagladiklari ölçüde 'Derin Devlet'in bileseni olarak güçlenir ve 'Devlet'i de güçlendirirler. Zerdüstlügün Iran'i, Hristiyanligin Roma'yi, Islam'in Osmanli'yi güçlendirdigi ve kendilerinin de güçlenip yayildigi malumdur.
        Üretim araçlari, devletindir ve Timar olarak sadik ailelere kiralanir. Ekonomi ve Din, (Derin) devletin toplumla iliskisinin niteligini ve toplumda yasayan devleti açiklamamizi saglayan iki temel alandir. Toplumsal yasam, devletin mülk dagitmasi ve Din(sel) mekanizmalarla toplumu denetlemesi seklinde iki ana politika ekseninde sekillenir. Bu politikalardaki 'aksaklik', düzenin bozulmasini, anarsiyi, kaosu getirir ve bu nedenle, bu cografyada yasayan insanlar binlerce yildir 'ya devlet basa ya kuzgun lese' demistir.
Siniflasma yerine inanç ve kanbagina dayali asabiyyeler ve statüler vardir. Belirli aileler ya da dini-mezhebi topluluklar, batidaki gibi bir siniflasmanin da ortaya çikmasini engelleyen bir tarzda, toplumsal isbölümü ve organik dengeler kurulmasini saglar. Meslek, rütbe, mevki ve konumlar ise, hiyerarsik düzenin isleyisini ve mal ve hizmet üretiminin sürekliligini temin eder.
        Bu düzen, en azindan son "ikibin yildir" degismemistir. Ana hatlari ve mantigi, adeta metafizik bir ruh olarak yasamaktadir.
        Bu düzen, ikibin yil boyunca belki yüzlerce defa degismistir. Ayrintilari, görünümleri, uygulama biçimleri birçok kez degismis, yeni ve farkli tezahürler göstermistir.
        'Derin Devlet1 iste bu degismeyen 'ruh'tur. Hegomanya tarzini, yasamin temeli haline getiren, bütün toplumsal çeliski ve çatismalari bastirarak üstte duran ve bizatihi otorite, hiyerarsi ve gelenek olarak, ekonomik-politik ve kültürel yeniden üretim süreçlerinde içkin bir 'töz'dür.
        Devlet'ten daha fazla bir seydir, çünkü 'Devlet' yani 'Modern Ulus Devlet', son tahlilde bir yönetme aygindir. Derin Devlet ise sadece mükemmel bir yönetim tarzi degil, ayni zamanda bir yasama ve yasayabilme yöntemidir. Ve bu 'ayni zamanda' olan yönü, yasadigimiz topraklarin insan tipini ve yasami algilama tarzini belirler.
        'Derin Devlet', hegamonik özelligiyle, yani otorite, iktidar ve güç iliskilerinin, hemen tüm toplumsal iliskilerde belirleyici olusuyla 'görünür'. Eril, erkeksi hegomanya, aile düzeninde dini yasama, ticaretten, egitime kadar tüm gündelik hayati, erkek egemen bir karaktere büründürür.
        Baska bir 'görünümü', Kutsal hiyerarsidir. Gökten yere inen merdiveniyle sadece doga olaylari degil, sosyal olaylar dahi ezotrik bir hiyerarsi içinde algilanir. Belki de bu nedenle 'hak' ve 'adalet', bu topraklarda, bu degismez hiyerarsiye ragmen ve bununla birlikte bir 'denklik1 ve denge kurma istemi olarak anlasilir.
        Diger 'görünüm', degiserek süren gelenek, her düzey-r de egemendir. Insanlarin kilik-kiyafeti degisir, çevresi ve meslegi degisir, ama her degisiklikten sonra düsünme ve davranma biçimi ayni kalir. Devlet'in rejimi degisir, cografyasi degisir, hatta halki degisir, yönetici elitleri degisir ama ikibin yil öncesi Roma'nin ya da 100 yil önceki Osmanli'nin ana politikalari, dost ve düsman algilamalari, güvenlik, mülk ve din anlayisi bugün dahi aynidir.
Modernlesme süreci, yeni uluslar arasi sistemsel degisiklikler, savaslar, iç savaslar, tabii ki Devletin Derin 'ruhu'nda etkiler yaratmaktadir. Süreklilik dinamigi, her yeni durumda refleks vermekte ve 'görüngü degisimi' gündeme gelmektedir.
        Dünyanin 'degistigi', eski olanin biteviye tasfiye oldugu, dogrudur. 'Derin Devlet', iste bu degisimleri algilayarak degisebilen, bir töz, ruh ya da refleksler toplami olarak, adeta canli bir organizmanin yasamsal içgüdüleri gibi varligini sürdürebilmek için düsünen ve davranan bir metafizik entitedir.
        Derin devletin ruhu, tabii ki öncelikle ve asil olarak 'Devlet' aygitinda mündemiçtir. Devlet aygiti, temel kurumlari ve politikalarini bu 'ruh'la teçhiz eder. Bu anlamda 'reel devlet, 'derin devlet'in evidir, bedenidir, formudur. Ancak, 'normal sartlar altinda' 'devlet cihazi', her devlet gibi çalisir. Büyük kriz ve bunalim dönemlerinde ya da üstesinden gelinemeyen sorunlar karsisinda 'derin devlet' açiga çikar. Gün olur, 2. Abdülhamit'in dis politikasinda somutlasir, gün olur Jöntürkler ve Ittihat ve Terakki'de temsil edilir. Teskilat-i Mahsusa, bir derin devlet refleksidir. Mesrutiyetin ilani, Milli Mücadele, derin devletin bir baska açiga çikisidir. Cumhuriyeti kuran irade, demokrasiye geçis, NATO ve bati tercihi, 'derin devlet'in yönetimleridir. Iddia edildigi gibi. Güneydoguda PKK ile savasan kontrgerilla, derin devlet degil, siradan bir reel devlet politikasidir. Ama Güneydogu Kürt nüfusunu batiya göç ettiren 'irade', derin devlet iradesidir. Çünkü, muhtemel bir iç savasin kosullan sezilmistir. Yine, Basörtüsünü yasaklayan 'güç' derin devlet degil, reel devleti kusatmis olan bati destekli oligarsidir. Tam tersine, bin yil sonra 'millet'in çocuklarini 'oyun'a katmaya ve özellikle kadinlari 'milli degerler'le kamusal alana çikacak tarzda donatarak, babaliga fazla egilerek 'denge'si bozulmus toplumsal yasami, yemden dizayn etmeye yönelen egilim, derin devlettir. Askeri darbeleri, 'derin devlet' yapmaz. Derin Devlet, bir sey yapan bir odak ya da kurum degildir. Askeri darbeleri, askerler yapmistir. 'Derin devlet', 'reel devlet1 ve toplum içindeki krizlerin, ülkeye zarar vermeden çözülmesine dönük bir irade beyanidir. Uzak ve derin tehditleri sezme kabiliyeti, kalici ve boyutlu tedbirleri alma yönelimi, temelleri saglam tutma ve vazgeçilemeyecek olani koruma sigortasidir. Bu nedenle derin devleti yanlis adreslerde ve yanlis tanimlarla algilamak, esasi gözden kaçirmaktir.
        Örnegin, derin devlet, tanimladigimiz anlamda, hiçbir askeri darbede açiga çikmamistan Tam tersine her darbe sonrasi tasfiye edilen, bir sekilde "Derin Devlet" ruhundan parça tasiyan egilimler ve unsurlar olmustur. Çünkü, her darbe sonrasinda devletin, milletle baglan daha da zayiflamis ve oligarsik iliskilere daha açik hale gelmistir. Bu anlamda 'Askeri Darbe', Türk Silahli Kuvvetleri'nin; darbe sonrasi sivil iradeye geçis, Derin Devletin müdahaleleri olarak okunabilir. Çünkü 'Devlet1 hiç kimseye, hiçbir kuruma, hiçbir kisi ya da ideolojiye tapulu degildir. Devlet, son tahlilde, millete tapuludur ve 'Osmanli Ailesi' dahi, 600 yil boyunca sembolik bir sahiplik yapmistir. Millet bazen "hareket ordusu" olarak gelip Abdülhamit'ten mührü alir, bazen Mustafa Kemal olarak Vahdettin'den tapuyu alir, bazen Demokrat parti olarak CHP'den iktidari alir. 'Derin Devlet', hem devlette hem millette yasayan uzun erimli ve kritik kararlar halinde, bazen milletin ortalamasinin egilimleri, bazen devletin bir politikasi ya da bir devlet kurumunun refleksi halinde 'aktiflesin
        Türkiye' bos bir tarla degildir. Türkiye'nin reel devleti, kendisi istese de istemese de Osmanli Imparatorlugu'nun en genis sinirlarinda 'toplanma' içgüdüsü olarak derin devleti tasimaktadir ve bu cografyayi tutmanin bir bedeli ve bir sorumlulugu vardir. Derin Devlet, gün olur, dag basindaki çobanda, kolejdeki gençlerde, yasli bir kadinda, gecekondudaki bir isçide, camideki bir vaizde dile gelir, konusur, hareket geçer, müdahale eder. Reel devletin yöneticileri, bazen derin devletin en önemli engeli, düsmani, karsiti haline gelir.
        Mezopotamya-Akdeniz Havzasi'ndaki hegemonik bütünlügü arzulayan, degisken devamliligi isteyen, kutsalligini yeniden üreten her süreç, eylem ve tavir, devleti ya da milletin içinde açiga çikabilir. Iste bu 'Derin Devlet'tir.
DERIN DEVLET VE ÖZGÜRLÜK
             
        Hegemonya, kutsallik ve süreklilik; yasadigimiz cografyada insani ancak ve sadece kendinin Ötesindeki kurumlar, kurallar ve örgütlenmelerle var kilar. Bunun disinda 'özerk' alanlar, özgün, farkli bireysel varolus biçimleri gelisememistir. Mülkiyet yapisi ve anlayisi> dini algilama ve yasama biçimi, devlet ve otorite tarzi, salt insanin gelismesi, kendini gerçeklestirmesi, yüceltmesi ve güçlenmesini engeller. Geride sadece yüce idealler, kutsal kurumlar, degismez töreler, karizmalar, sembol, fetis ve kutsallarin insanüstü ve ötesi varliklari vardir.
        Bu nedenle, bir anlamda tüm tarihimiz, içinde insanlarin malzeme oldugu 'yüce* kurum, amaç ve örgütlerin hegemonyasindan ibarettir. Tarihin tekerrürü', yani insanlarin somut varligi, eylemi, etkinliklerinin yerine, insanüstü kurum ve ideallerin biteviye yeniden üretilen hegemonik iliski ve çeliskileri, bu nedenle bizim cografyamiza özgüdür.
Özgürlük, eger Bati'da kilise ve feodal düzene karsi mücadele içerisinde gelisen, somut bir 'insan olma' çabasi ise, bu topraklarda 'kilise ve feodalite' konumunda olan 'Derin Devlet'in özelliklerine karsi gelistirilecek bir mücadele sayesinde kendini gösterecektir. Zira, son tahlilde, aslolan insanin ve toplumlarin özgürlesmesi, yani insanin tüm varligiyla tarihin, yerlesik olanin, devletin, otoritelerin, kutsallarin boyundurugundan kurtularak seçme ve sorumluluk mevkiine sahip olmasi, mülkün, devletin, dinin ve kendinin 'sahibi' olmasidir. Devlet de, din de, mülk de, esasen bu amaca hizmet ettigi ölçüde mesrudur. Bu • anlamda, yasadigimiz topraklarin en önemli ve tarihsel çeliskisi. Derin Devlet ruhu ile Özgürlük arasindadir. Tarihsel ve evrensel bir varolus sorunu olarak özgürlesme, bu cografyada ancak ve sadece hegemonya, kutsallik ve irrasyonel tekerrürün köklü bir elestirisinden dogacaktir. Bu nedenle, "insani ortaya çikartma" asil amacindan kopartilmis, salt hukuki ya da ideolojik amaçlarin araci olarak tasarlanan veya "soyut-stoaci" felsefi demagoji dili olarak kullanilan bir 'özgürlük1, gerçek bir özgürlük, gerçek bir özgürlük degildir.
        Gerçek özgürlük, somut politik, ekonomik, kültürel ve dinsel yasam içinde 'insani' savunan, gelistiren, öznelesti-ren, total kurumlara karsi özerk kurumlar, otoriter iliskilere karsi Özerk alanlar açan, her tür kutsallastirmalara, yüceltmelere, abartmalara karsi 'rasyonel1 olani öne çikartan, somut ve gerçek olanin ihtiyaçlarin, istemlerin, arzularin dilini konusan, bir teorik siçramadir.
HEGEMONYA PARADOKSU
  
        Tarih, ülkemizi ve milletimizi, çözümü zor bir dizi paradoksla karsi karsiya birakmistir. Ayni anda birden fazla dogru olabilecegi, düz ve tekbir çizginin olmadigi, her seyin fraktal, kirikli, çok olasilikli oldugunu bilen bir akil gelistirmek zorunludur. Zira yasadigimiz süreçte birbiriyle çelisen bir aradaliklar, çatisan ama ortak dogrular, karsit ama ayni safta çözümler bulunmaktadir.
Reel devleti kusatmak tehdidinde bulunan bir oligarsîk düzenle karsi karsiyayiz ve bu düzen, ülkemizi tarihinden, toplumundan, degerlerinden kopartip Bati'ya entegre etmenin ya da Bati güdümünde tutmanin çabasi içindedir. Bütün düzeylerde bu reel devletle, derin devlet ruhu, bugün karsi karsiya gelmistir. Temel siyasal sorun, devleti kusatmis bulunan oligarsi ile derin devlet ruhunu temsil edenler arasindaki "hegemonya paradoksu" halinde açiga çikmistir. Reel devletin iste bu 'esareti', sadece derin devletin müdahalesi ile ortadan kaldirilabilir haldedir. Bu anlamda, Derin Devlet ruhu, bu siyasal paradoksta 'ileri* ve millet lehine bir pozisyonu temsil etmektedir.
öte yandan, millet, tarihte oldugu gibi bugün de kendisiyle yasayan ama kendisini asan, etnik, ideolojik, dini kutsallarin veya siyasi ve ekonomik zorunluluklarin boyundurugundan kurtaracak özgürlükçü politikalar, projeler ve degisimlere muhtaçtir. Ancak bu degisimler yine 'kendisinde' yasayan 'Derin Devlet1 özellikleri nedeniyle gerçeklesemeyecektir. Bu nedenle Derin Devlet'in köklü bir elestirisi ve asilmasi, bu cografyanin ve bu büyük ülkenin tüm halklarini 'tarihe' çikararak özne yapacak, evrensel çapta bir uygarlik yaratacak önemde ve özellikte, en temel ontolojik sorundur.
        Sonuçta, güncel politik sorun olarak hegemonya paradoksu, oligarsiye karsi "Derin Devlet" ruhu sayesinde çözülebilir görünmektedir.
Tarihsel, ontolojik bir sorun olarak sahici Özgürlesme ise, Derin Devlete karsi özgürlükçü bir teolojik ve politik elestiri ile saglanabilir.
Rus teorisyen Buharin, sistem çevre iliskisinde, üç tür durum oldugunu söylet Birincisi, duragan toplumlarin kararli denge dorumudur, ikincisi, olumlu belirtili kararsiz dengedir. Bu durumda sistemin gelismesi ya da degismesi mümkündür. Üçüncü dorum ise, olumsuz, belirtili kararsiz dengedir. Bu durumda sistem yikilir ve kaybolur.
Türkiye, ikinci ve üçüncü durumu ayni anda yasayan 'çifte olasilik' durumundadir. En önemlisi, artik sadece yönetilenler degil, yönetenlerde ayni kararsiz denge durumundadir.
        Öte yandan, hem hegemonya^ paradoksu, hem de özgürlesme ayni anda, birbirine paralel ve esit agirlikta bir 'paradoksal tutumla asilabilecek sorunlardir. Millet, hem derin devlet ruhuyla, hem de derin devlete karsi ve onu asacak bir yeni projeyle, bu sorunlari çözebilecek siçramayi yapabilecektir.
        Iste bu yüzden hem devlete ve millete sahip çikmak, hem devleti de milleti de elestirmek, ayni anda mümkün ve tutarlidir.
        Gramsci, sadece devlet, ekonomi ya da dini düzeyde bir degisimin, geri kalan alanlarda farklilasma ve yeni karsitliklar doguracagini, bu nedenle tüm alanlarda birbirine paralel 'symbiotik' bir dönüsüm perspektifi gerektigini söyler. Bu gün, tam da böyle bir durus ve mücadele gerekmektedir.
        Devleti, oligarsiyi, orduyu, burjuvaziyi, siyasal partileri, sendikalari, cemaatleri, ideolojik guruplari, köylüleri, esnafi, isçiyi, issizi 'ayni anda' ve esit düzeyde yerinden siçratacak niteliksel bir dönüsüme yol açacak, içinde bulunduklari kapali, sentetik ve tüketici her tür çeliskiyi çözecek ve daha üst bir "diyalektik akisin" içine çekecek, radikal bir degisim vizyonu gerekmektedir.
   Bu radikallik, hem Derin Devlet'in görüntü degisimi, hem derin devletin asilmasi, hem milletin devletine sahip çikmasi, hem devletini dönüstürmesi, 'hem muktedir, hem muhalif, "hem devlet hem özgürlük" diyen, yeni bir durus demektir.
        Tüm eski 'oyunu' ve kafalardaki eski kaliplan kirarak, yeni bir teorik bakis ve pozisyon gelistirmek için düsünmek ve tartismak bu yolun basidir.
        Derin devlet kavrami, belki böyle bir yeniden düsünmenin kiskirtici araci olarak, tekrar fikri düzeyde ele alinabilir. Bu düzey ise, taraf olmak ya da karsi olmak degil, içinde veya disinda olmak degil, bizatihi özne olarak durup, anlamaya çalismak, her yönüyle analiz etmek ve tarihi ilerletecek diyalektik süreçleri, paradokslarin yerine ikame etmek için, dogru düsünme ve dogru eylem çabasini ifade etmektedir.
CÖNGEL YOLUNDA "BASSIZ DEVE"LERDEN (TRUVA ATI) DEVGÜÇ
        1960-1970 arasi gençlik eylemlerini bir baska biçimde söyle özetlemek mümkündür. 1960 sonrasinda biz "Hürriyet olursa kalkiniriz" saniyorduk. 1964-1965 yillarinda gördük ki kalkinma soyut bir hürriyet sorunu degil, ekonomik bir sorundur...
        1960 sonrasinda Türkiye enine boyuna 'nasil kalkinacagini' tartismaya basladi. Önce kalkinmanin bir ekonomik sorun oldugu gerçegi kavrandi... Daha dogrusu sinifsal düzeydeki ekonomik sorunlarin çözümü ancak iktidarin isçi sinifinin eline geçmesiyle gerçeklesebilecekti. Iste bu gerçek anlasildikça TIP güçleniyordu... 1965 seçimlerinden sonra sol güçlenmeye devam ederken, burjuvazi solu bölme, parçalama ve dagitma planlarini yapmaya baslamista... Iste bu noktada gençleri iktidar ortakligina çagiran son tahlilde cuntaci MDD'ciler ile onlarin kurdugu 'Dev-Güç* için iyi söz söylemem zor olacak. Çünkü ben günümüzdeki cuntaci akimlarin bagimsiz olabileceklerine inanmiyorum. Özelli kel gerçek milli demokratik devrimlere gönül vermis ve samimiyetle kendini ortaya koyarak çalismis insanlardan özür dilerim ama onlardan istegim MDD ve Dev-Güç'ün cunta iliskilerini görmeleri ve ona göre tavir almalaridir.
        Evet 1960-1970 arasi, birçok eylem, birçok hata ile geride kaldi. Fakat Türkiye'nin sorunlari henüz çözüme bile yönelmedi. Devrimcileri daha birçok görevler bekliyor. Hatalarin asilmasi dilegi ile...
        Mayis 1975 Istanbul" 1960-1970 döneminde Harun ile sosyalist mücadele içinde farkli, hatta karsit bölümlerde, ama ayni içtenlikle genel olarak ayni iyi seyleri istemis, belki epey benzer yanlislara düsmüsüz diyorum. Yukarda da degindim, Harun yanlisa düsmüs olabilecegini söylemeye, belki de düsünmeye bile pek yanasmiyor. Oysa koca koca Devrim Ustalari, basta Lenin, sonra Mao, baskalari, hep yanlislarini aramis, onlardan ders çikarmaya, basari için yararlanmaya çalismislar. Öyle ya, laboratuar deneylerinde de yanlislar, dogruyu bulmaya yaramiyor mu? Yoksa o deneyler, az çok degisiklikle neden tekrarlanirdi?
        Kapitalizmin Kennedy'sinin bir sözü var, çok seviyorum: "Hakikat yalniz bir tarafta degildir." diyor. Koca Hz. Muhammet, sik sik, "Ben de sizin gibi bir insanim..." diyor. Yanilmaz papalik, Stainlik ya da masum meleklik iddiasinda bulunmamiza ne gerek var?.. Hem de bu kadar sevecen, özverili ve yigit isek? Nur içinde yat sevgili Harun, sevgili kardes.
Harun'un kitabindan konumuzu ilgilendiren bölümleri epey genisçe aktardik. Burada ayrintili bir elestirisini yapacak degilim. Ama olanagim olursa, ki olmasini çok istiyorum, daha sonra, bunun benim ya da birileri terafuvdan yapilmasi gerek. Simdilik su kadar söyleyeyim ki, bir yenilgide, evet bir yenilgide, tüm suçu, karsiya alman buyana yüklemek, bana hiç dogru gözükmüyor. "Kimseye hain demeyecegim" diyor ama, bunu okuyucusuna dedirtme yöntemini de elden birakmiyor. Yine de; onlar ona demedigini birakmamis, o da bir seyler söyleyecek kuskusuz. Bizim yöntemimiz, elden geldigince nesnel olmak, ilim Çin'de, Yecüc Mecüc kavminde, düsmanda, en hain, en korkunç yaratiklarda da olsa almak. O zaman gerçek çok daha iyi ortaya çikiyor.
        Bir daha: Nur içinde yat, Harun kardes; tüm solcular, iktidardan korktuklarindan kaybetmislerdir Sartre, Fransiz Komünist Partisi'nin bu korkusunu göstermisti. Bizde Ecevit in özellikle 12 Eylül sonrasinda, (öncesinde de) iktidardan nasil korktugunu, önceki dönemde iç düsmanlar bulup onlarla ugrasarak vakit geçirdigini, ama daima iktidardan kaçtigin, sonunda da "MHP ile hükümet kurma cezasina çarpildigini" hep beraber gördük, görüyoruz.
        ABA/ SABA'cilar, Aybar'gil, kapitalizmin, emperyalizmin kendisine "Hos geldin ey figüran!" diyecegini, ona sürekli parlamenter olanaklar saglayacagini mi saniyordu? Evet mekanizmayi harekete geçirdikten sonra sasiran büyücü çiragina dönen ABA'cilar karsisinda, solun at degistirmemesi için elden geleni yaptilar, ajanlariyla içten de, mahvolmasini körüklediler. Peki bütün sorumluluk, atesin üstüne, Kivilcimli'nin ünlü "Zortlama" elestirisinde gösterdigi gibi; derlenip toparlarim aksizin gidenlerde miydi?
        Görevden yüreksizce kaçanlara, küçücük "dükkanlarinin bekçiliginden baska bir sey düsünemeyenlere, niçin onlara hiç birsey söylemeden, sadece bir yani suçluyor-sun? Ikinci Dünya Savasi'nda Stalin, Hitler ile anlasma yapti! Çin'de Mao, can düsmani Çan Kay Sek'i hem de zorla antiemperyalist mücadelenin basina geçirdi. Yanlis mi yaptilar? Hayir. Durup emperyalizmden merhamet mi bekleyeceklerdi? O merhameti 12 Mart'ta da 12 Eylül'de de çok iyi gördük. Ama TIP iyi yönetilmedigi gibi, sosyalistler de basarili olamadilar. Kanimca, Aristo mantigi ile Dev-Güç/ü kökten reddedecek yerde, burada sadece degindigimiz bu yanlislari görüp, kabul edip, ondan ders almak gerek.
DEV-GÜÇ'TE SOSYALIST KANADI DERLEME GIRISIMIM, DENIZ YIS'I BASIYOR, BENI AZLEDIYOR (?) YERIME KÜÇÜKAYDIN GETIRILIYOR
          Benim artik sabretmemin geregi yoktu. Istanbul Icra Kurulunun baskani Ismet Sungurbey'di. Ama o da görevini gereken sorumlu tutum içinde yerine getirmiyordu. Sosyalistleri kullanan kanadin kuklasi durumundaydi. Kendisinin içtenliginden hiçbir zaman kuskulanmadim. Mesrebince yaptigi katkiya saygi duydum. Ama solda, kaçak gürestigi açikti. Bizim aramizda kahkahalarla ve patirti gürültüyle durumu idare ediyordu. Ama Kivilcimli'nin, Abidin Nesimi'nin ve Arsal'in oldugu yerde, derece ciddilesip susuyordu. Vedat Türkali'ye karsi soguk ve ciddiydi. Sevki Aksit' le muhabbeti çok seviyordu, ama bizim aramiza daima ve ancak, -MDD açisindan hakli görülebilecek bir- hesapla gelen bu eski tüfegin, aci bir örnegini açikladigimiz hos görülemeyecek tutumlarinin hiç farkinda degilmis gibiydi. Genel Baskani oldugu ÎPSD’ DE yardimciligina getirilen Mahir Kaynak ile de uyumlu geçiniyor ve ciddiyetini oldukça koruyordu. Mahir'le ilgili bazi sorularina anlam verememistim. Onun ajan oldugunu çoktan beri bildigini sonradan, kendisinden yada baska birinden ögrendim. Orhan Müstecapli ile de tam bir uyum halindeydi. Fuat ve Latife Fegan'a karsi tutumu hiç olumlu degildi. IPSD'de yapilan isleri, önceden Dr. Hikmet Kivilcimli ile az çok görüsmesi çok dogaldi.
        Dev-Güç cenahindaki sosyalistlerin giderek çogalan birkaç önderi vardi. Etkinlik, sirasiyla Mihri Belli ve Dr. Hikmet Kivilcimli en önde geliyorlardi. Ama aralarinda yan örtülü, kizgin bir savas vardi. Sonra, ortaya çikan grup ve grupçuklarin liderleri geliyordu. Deniz Gezmis, sosyalist ve sosyalist olmayan tüm Dev-Güç Örgütü gençliginin dogal lideri görünüyordu. Dogu Perinçek'in Mao'cu grubu gittikçe güçleniyordu. Deniz gibi. Mahir Cayan ve baskalarinin da, usta sözü dinlemeye hemen hiç niyetleri yoktu. IPSD'de Orhan Müstecapli, Kivilcimli ile görünüyor, fakat hem ona sikinti veriyor, hem de kendinden baska kimseyi begenmiyordu.
        Demokratik Devrim Dernegi'nin Dev-Güç konusundaki tutumu da, kanimca pek iyi kararlastirilmis degildi. Kisaca, DevGüç'teki tüm sosyalist kanat, isi oluruna birakmis görünüyordu. Harun Karadeniz'in de belirttigi gibi, eylemci gençlik, Dev-Güç'ün disinda, Dev-Genç gibi olusumlar pesindeydi.
   Istanbul Icra Kurulu'nu biraz daha incelersek, yetkinin daha çok TMGT Genel Baskani Kazim Kolcuoglu'nun elinde oldugunu görürüz. Kolcuoglu'nun, bir Dev-Güç bildirisine Baskan olarak imza attigini görmüstük. Kisaca, Dev-Güç/ün sosyalist kanadina IPSD ve DDD ile yandas-lan egemen oldugu gibi, sosyalist olmayan kanadina da 27 Mayis Milli Devrim Dernegi ve yandaslari egemendi ve bu ikinci kesimin Mucip Atakli, Kadri Kaplan, Kazim Kolcuoglu gibi liderleri özellikle Istanbul Örgütü üzerinde asil söz sahipleri olarak görünüyorlardi.
        Bu durumdan nasil çikabilirdik? Bunun için sosyalist kanadin kendi aralarinda hiç degilse bu konuda bir beraberlikleri olmasi, görüsmeler yapmalari, tutum belirlemeleri ve toplantilara bu sekilde katilmalari gerekti. Zaten aralarindaki hegemonya savasindan dolayi su gariplik de olusuyordu ki, TÎP disi sosyalistler, kendi aralarinda herhangi dirsek temasina bile hemen hiç yanasmazken, bu halleri ile aylardir Dev-Güç'te, Ortanin Solu'nda olup olmadiklari da pek belli olmayanlarla, can ciger kuzu sarmasi olmaktaydilar.
        Dev-Güç konusunda, önceden toplanip tutum belirleme görüsümü, kanat temsilcilerine açtim. Tam bir görüs birligi içinde oldugumuzu gördüm. Bunun üzerine bu konuda davranisa geçmeye karar verdik. Bir gün ve çalisma saatleri bitiminde bir zaman belirledik ve o sirada Cagaloglu'nda, YÎS’ in çok yakininda olan Gida-îs Sendikasi'nda toplanmaya karar verdik.
        Ancak, Gida-Is'in Dev-Güç ile iliskisi de pek güvenilir degildi. Yukaridaki açiklamalarimizda, 28 Mayis 1968 tarihli Türk Solu'ndan, Gida-Is Baskani ve TIP milletvekili "Kemal Nebioglu'nun katilmayan DÎSK'e karsi Dev-Güç'ü savundugu" haberini aktardiysak da, bu haberin gerçek oldugundan pek emin degildim. Söyle ki TIP, Dev-Güç'e karsi olduguna göre Nebioglu'nun bu tutumdan ayrilmasi pek olasi degildi.
Sonradan kavradigima göre, Gida-Is'te, Dev-Güç'te tutan Mahir Kaynakti. Bu da söyle oluyordu: Mahir Kaynak, Gida-Is'te danismandi ve sendikanin genel sekreteri Erdogan Kalipçi oglu, Kaynak'in kendisine çok bagli adamiydi. Kalipçioglu benim de 27 Mayis öncesinde CHP'den arkadasimdi. Fakat benim Kalipçioglu ile ideolojik bakimdan anlasmamin hiç olanagi yoktu. O, CHP'nin "Göbekçi" Hatta, daha sag kanatlarindandi. Gida-Is'in yükünü asil tasiyan çilekes sosyalist Nejat (Tözge) Agabey, Kalipçioglu ile zorunlu olarak iyi geçiniyordu. Sendika saymani Erdogan Özen'de dürüst, iyi niyetli sosyalist, TIP'li bir sendikaci idi.
        Gida-îs Yürütme Kurulu'nun, Dev-Güç ile ilgili söyle bir karar aldigini kahkahalarla gülerek anlatmislardi: Kemal Nebioglu'nun baskanliginda toplanmislar, Nebioglu; "Dev-Güç/ten çikacagiz", demis. Akan sular durur, karari almislar. Nebioglu gittikten sonra, altina bir ek karar yazarak, Dev-Güç'le ilgili bu karar maddesini iptal etmisler!.. Bu inançsiz Dev-Güç'lülerin bunu neden yaptigina biraz sasmis, sonra olayi unutmustum,
        Toplantiyi yapacagimiz gün Cagaloglu'nda, yanilmiyorsam 17:15 siralarinda YÎS, Yapi isçileri Sendikasi'ndaydim. Özellikle o vakti -beklemistim. Biraz sonra çikacak ve Gida-îs Sendikasi'na gidecektim. Yalnizdim. Sendika, Türk Solu'nun üst katinda, 3. kattaydi. Asagidan bir grup insanin ayak sesleri gelmeye basladi. Birileri geliyordu. Sendikaya o saatte pek kimsenin gelecegi yoktu. DÖB (Devrimci Ögrenci Birligi) üyesi gençler olabilirdi. DÖB, bildigime göre, kurulusundan beri oradan yararlaniyordu.
        Gerçekten gelenler DÖB'lülerdi. Rahmetli Deniz baslarindaydi. Gelenlerden, Deniz'den baska, sadece Demir Küçükaydin'i animsiyorum. Hepsini de taniyordum, ama o gün gelen öbürlerini unutmusum. Deniz de hepsi de bana karsi hemen her zaman az çok saygiliydilar. Bu hem yasça büyük olmamdan, hem özellikle ögretmenlik mücadelemden, hem de öteden beri Kivilcimli ile olan yakin iliskimden ileri gelse gerekti. Deniz, agabey derdi, öbürleri de ya agabey, ya ögretmenlik meslegimden dolayi hocam derler, kimisi de adimla hitap ederdi.
        O gün de saygiliydilar ama, bu kez gelislerinde bir baskalik vardi. Basta Deniz, hemen hepsi sandalyelerin üstüne ayakkabilari ile çiktilar, sandalyelerin arkaliklarina oturdular. Bu tam anlamiyla bir baskin gelisiydi. Deniz yine de her zamanki saygili tavri ile "Agabey nasilsin?" gibi sözlerle hatir sordu. "Iyiyim" dedim. Ötekiler de pek sogukluk göstermeseler de kisa selam sabah sözcüklerinden öteye girmiyorlardi. Ben de onlari yanitliyor, ayni sekilde kisaca hatirlarini soruyordum.
        Deniz, uzatmadan konuya girdi: "Agabey, biz seni azlettik. Bugün gidecegin toplantiya Demir gidecek" dedi.
        Ben YIS'in Dev-Güç temsilciligine, olmasi gerektigi gibi, YIS yönetimi tarafindan getirilmistim. Deniz'in YIS'te herhangi bir görevi yoktu. Ama sendika baskani rahmetli Ismet Demir'le Deniz'in pek siki fiki oldugunu hep biliyorduk. Ismet ya Istanbul'da yoktu, ya da böyle bir seyi bana kendisi söyleyemiyordu. Bu isi Deniz'lere birakmakla belki de hem bir güçlükten kurtuluyor, hem de durumu iyice anlamami istiyordu, hatta, birlikte istiyorlardi. Isin bu ayrintilari o günkü durumda önemli degildi.
        Ben de hiç uzatmadim. "Peki" dedim. Kaçar gibi gitmemek için hemen çikmadim. Fakat onu da uzatmadim, yerimden kalktim, "Eh, bana Allahaismarladik" dedim. Deniz, "Güle güle agabey" dedi. Ötekiler de yine saygili, güle güle dediler. Merdivenin birinci basamagina ayagimi atmistim ki Demir Küçükaydin, "Sadik Agabey, ben orada ne diyecegim?" demez mi? Sasmamak elde degildi. Ama pek de sasmadim. Harun da söylüyor, bizim çocukIar salt eylemciydiler. Iste, yaptiklari bir isi sanki niçin yaptiklarini bile bilmiyorlardi! Onlari birilerinin kiskirtmasi, kullanmasi çok kolay degil miydi?
        Döndüm, "Onu seni bu göreve getirenlere sor" dedim. Tam bir sessizlik oldu. Yine dönüp merdivenlerden asagi indim.
        (Kuskusuz bu onlarin tam da çocukluk günleriydi. Kivilcimli, bana ve yasitlarima bile, "Ben gencim, sîz daha çocuksunuz" derdi. Diyecegim, Demir de zamanla kendisini yetistirdi. Bilgi ve deneyimler kazandi, teorisini bilmesem de, kendini hiç degilse yasitlarina ve yeni kusaklara oldukça kabul ettiren bir "teorisyen" oldu."
        Sonraki günlerde bu konuda, özellikle toplantida ne oldugu üzerine herhangi birsey animsamiyorum. Aradan geçen bunca yil içinde de bu konuda hiçbir bilgi edinememistim. Fakat rastlantiya bakin ki, tam da bu yaziyi dergiye verdigim ve yayini için son hazirliklari yaptigimiz sirada, 22 Ocak 2001 tarihinde, 30 yillik bir aradan sonra ilk kez Küçükaydin ile bir telefon görüsmesi yaptik. 30-33 yil önceki gibi dost ve kardesçe bir tutum içinde idi.
Kendisine bu olaydan söz ettim, yayinlamak üzere oldugumu söyledim. Olay için gülerek, "Olabilir, Sadik Agabey" dedi. Toplantidan haber alamadigimi söyledim ve ne oldugunu sordum. Yaniti bence çok ilginçti, öyle bir toplantida bulunup bulunmadigini animsamiyordu! Bu ne demekti? Bence bu toplananin yapilmadigi olasiligini ke-sinlestiren, en azindan bu olasiligi güçlendiren bir yanitti. Beni azletmeleri olayina, "Çocukluk"da diyerek gülüyor ve sonra benimle, o da ülkeler arasi uzakliktan yapilan bir telefon konusmasinda, hem de birdenbire karsilasmis olarak, "evet, öyle oldu" demiyorsa da, "olabilir" diyor, ama toplantiyi ise; hiç animsamiyordu. Kuvvetle tahmin edilebilir ki, kendisi de konunun üzerinde biraz durursa, gerek animsayarak, gerekse akil yürüterek, bize daha kesin bir yanit verebilecektir. Ama su anda konu üzerinde kendi basima düsünmek zorunda olduguma göre, Demir'in toplantiya ya da toplanti yerine, hiç gitmemis oldugu olasiliginin agirlik kazandigini düsünüyorum. Bu nasil oluyor? Kanimca kendisine, en azindan, "Bosver, gidip de ne yapacaksin?" denmistir. Yani, Demir gitmemisse, bu durumun tek basina sorumlusu degildir.
        Sunu da düsünmeli: Demir, orada ne konusacagini bana neden sormustu? Bunun bir anlami; beni neden azlettiklerini, kendilerinin de bilmemeleri olabilirdi. Bu çok vahim kuskusuz. Ama olasilik disi da degil. Öte yandan onlarin böyle davranmalari Özellikle Dev-Güç konusunda içinde bulunduklari psikolojik durumdan da haydi haydi kaynaklaniyordu... Bu durum derece derece hemen bütün sol için de söz konusuydu. Söyle ki, yukardan beri anlattigimiz gibi, Dev-Güç'ün durumu, ona karsi olanlar kadar, onu savunmak zorunda kalanlar için de pek ciddiye alinacak gibi degildi. Bu gerçek Türk Solu'nun (konuyla ilgili KM) bazi yazilarinda bile görülmektedir. Bana gelince, ben de örnegin bu toplanti girisimimle, Dev-Güç konusundaki son çabalarimi sarfediyordum.
        Sonradan, bu toplanti üzerine ne birinden birsey duymustum, ne de bir kimse bana neden gelmedigimi sormustu. Beni azlettiren güç, digerlerinin de gelmemesini saglamis olabilirdi. Belirttigim gibi bu engelleme, tümüyle sosyalist olmayanlardan da kaynaklanmamis olabilirdi. Sosyalistler, bu konuda pek inançli olmadiklari gibi, bir yandan da birbirlerinin gözünü oyuyorlardi. Ama asil geride, "iyi saatte olsunlar" in bulundugu kuskusuzdu. Onlar bu yöntemleri ile bizi 12 Mart a, çocuklari da ipe kadar getirmislerdi. Biz ise, daha çok bizim çocuklar, o tuzaklara kosarak gidiyorduk, gidiyorlardi.
DEV-GÜÇ'ÜN KESIN SONU: KADRI KAPLANIN
SESSIZ (!) AYRILISI VE HALKEVLERI GENEL
BASKANLIGI
  
        Olaylar için yine önce Türk Solu'na bakiyor ve 1 Temmuz 1969 tarihli 85. sayida ilginç bir haber görüyoruz. Baslik: "Devrimciler bir kaleyi daha ele geçirdi". Basligin yaninda su açiklama var: "Halkevleri Genel Merkezinin yeni yöneticileri, Tam Bagimsiz ve Gerçekten Demokratik Türkiye'nin gerçeklesmesi mücadelesine katkilari olan ve millici sinif ve tabakalari temsil eden devrimcilerden olusmustur."
        Haberde de "Devrimciler Güçbirligi Icra Komitesi Baskani Kadri Kaplan'in baskanligindaki kadro, ögretmeniyle, ögrencisiyle, asker-sivil aydin zümresiyle, köklü dönüsümlerden yana olan bir aydinlar ekibini temsil etmektedir. TÖS-TÖDMF-ILKSEN gibi büyük ögretmen kuruluslarinin liderleri olan Ismail Safa Güner, O. Nuri Koçtürk ve Musa Alp gibi aydinlarin bu ekipte yer almasi, küçük burjuva bürokrasisinin en ileri kanadini temsil eden ögretmenlerin Halkevleri hareketini destekleyecegine Isaret sayilmalidir" deniyor ve Tabii Senatör Suphi Karaman'in, Dr. Çaglar Kirçak'in ve baskalarinin da bu kadroda oldugu bildiriliyor.
        Türk Solu, hem kendini, hem de okuyucusunu pek asiri ölçüde kandiriyor, sadece hava basiyordu. Dogrusu ben de o ortamda bu habere inanmazlik edemedim. Kadri Kaplan'a bir tebrik yazisi gönderdigimi animsiyorum. Yaniti dosyada söyle:"Halkevleri Genel Merkezi 8.7.1969    Sayi: Gn. 474 434
Sayin Sadik Göksu (adres)
Halkevleri Genel Baskanligim için nazik kutlamaniza candan tesekkür eder, saygilarimi sunarim. Halkevleri Genel Baskam Kadri Kaplan"
        Bu pek kisa tesekkür yazisi beni çok meraklandirmisti. "Bir kaleyi daha ele geçir"memis miydik? Genel Merkez elimize geçtigine göre Istanbul'da da yapilacak isler yok muydu? Neden bunlara en küçük bir deginmede bulunulmuyordu? Çaresiz Ankara'ya gidecek ve durumu yüz-yüze konusacaktim.
        Ankara'ya gittigim tarihi de iyi animsamiyorum. Çok gecikmis olmamaliyim. Fakat, örnegin H. Karadeniz'in alinti yaptigim kitabi bellegime yardimci oluyor. Sayfa 178'de, "1969 Ekim ayinda FKF olaganüstü Genel Kurulu toplanti.
        FKF adi degistirildi ve örgütün adi: "DEV-GENÇ" oldu diyor. Iste bu tarihten kisa bir süre önce Ankara'ya gitmistim. Gazetelerden ve arkadaslardan, oldukça iyi tanidigim bir gencin FKF Genel Kurul Baskani seçildigini, bazi devrimci gençleri kuskusuz "oportünist" olduklari için, ihraç ettigini ögrenmistim. Oysa ben Ankara'da Kadri Kaplan'dan; ne kadar aykiri ve önemli baska bir sey ögrenmistim!..
        Halkevleri Genel Merkezi'ne gittigimde Kadri Kaplan beni her zamanki hem resmi, hem samimi; bu halleri ustaca mezceden tavri ile karsiladi. Oturduk, usulen çay. Fakat konusma uzun olmadi. Kaplan konuya dogrudan girdi.
KAPLANIN ÖNEMLI UYARISI VE
SEYHAN, ÖZFAKIH, KABIBAY, VB...
  
       "Ben o isleri biraktim Sadik Bey" dedi. Sasirdim, hemen bir cümle daha söyleyerek sözünü tamamladi: "Ordu bu islere iyi bakmiyor" Baska bir sey söylemesine gerek yoktu. Bu sok edici iki cümleden, birincisi kadar, ikincisi beni daha derinden etkiledi. Iliskilerimi biliyordu. Benim kadar, herhalde daha çok, iliskili oldugum yerlere mesaj gönderiyordu. Kalktim, vedalastik ve çiktim. Ilkin, nihayet Dev-Güç'ün bittigini pek açik olarak ögrenmistim. Ama ögrendigim bundan çok fazla idi.
        Ordu'dan gelen. Tabii Senatör Kadri Kaplan'in o sirada halen Ordu ile ve kimlerle ne kadar içli disli oldugunu epeyce biliyordum. O bakimdan bu son sözü çok daha kapsamli olarak anlayabilecek durumdaydim. Dev-Güç kurulurken bir tarafindan bazi ordu mensuplari vardi. Ve simdi onlar çekiliyordu. Kimi kuskularim büyük güç kazanmisti. Biraz geç de olsa, belli bir süreç içinde 12 Mart 1971'de, bu anlamli cümle, çok büyük ölçüde aydinlanacakti. Evet, bu söz ile ben, 1969 yilinda o tarihte, 1971'in 12 Mart'ini görebiliyordum. Bana bunu gösteren bilgiye, gözleme iki olayla olsun deginmek isterim.
        Halen, olaylar üzerinde konusabilecek olan sayin Kadri Kaplan, SKB, Silahli Kuvvetler Birligi hareketi ile yakindan ilgili olanlardandi. Onun kurulusuna neden olan, Talat Aydemir Cuntasi ile de ilgiliydi. Dündar Seyhan ve Selçuk Atakan'la çok iyi dosttu. Ben Kivilcimli'li tesviki üstüne, Dündar Seyhan'la çok yakin bir dosttuk kurmustum. Kadri Bey, ne yazik ki, degerli Erol Bilbilik'in hakkinda önemli açiklamalar yaptigi Orhan Kabibay'la da yakin iliski içinde idi. Kuskusuz ben, kendimce görünüsü söylüyorum, ilerisini, içyüzlerini bilemem. 12 Mart davalarinin, ucu Kabibay'a dayaninca afla düsürülmesi, tüm kamuoyu önünde gerçeklesmistir. CHP milletvekili Fakih Özfakih de, kanimca iyi niyetli olarak bu islere karismisti.Çünkü o sirada kullananlarla kullanilanlar birbirinden pek ayirdedilemiyordu.
  ,     Bir gün Dündar Bey'in, Yüksel Sokagi'ndaki evinden birlikte çikmis, konusarak, yaya yürümeye baslamistik. Dündar Bey beni, pek uzak olmayan, Kizilay'da, Emek Ishani'ndaki Fakih Özfakih'in yazihanesine götürmüstü. Orada beni Fakih Bey ile ve simdi adlarini pek de animsamadigim bazi kimselerle tanistirdi. Biraz sonra Orhan Kabibay geldi. O sirada Meclis'te ordu ile ilgili hararetli görüsmeler yapiliyordu. Kabibay da CHP milletvekili idi ve o gün, biraz önce parlamentoda bu konularda önemli görüsmeler olmustu. Kabibay, Meclis'te söz alarak gündemi nasil etkiledigini pek havali bir biçimde anlatmisti. Konu Orgeneral Faruk Gürler'le ilgiliydi ve Kabibay, Meclis'te onun sözcüsü gibi açiklamalar yaymisti.
D. SEYHAN IPSD'DE GÖREV ALIYOR, KAPLAN'IN
TELASI VE TIP'IN PROVOKASYONU:
MHP'Ü D. TASERE IHTILAL ÖNERMISIM!..
  
        Bu konuda anlatacagim bir diger olay da su: ÎPSD, Issizlik ve Pahalilikla Savas Dernegi kurulduktan sonra, hemen Ankara Subesi'nin kurulusu çabasina girismistik. Kivilcimli, bu subenin Dündar Seyhan'in baskanliginda kurulmasini istiyordu. Bunu kendisine, "Ne dersin?" diyerek bir seçenek seklinde ben önermistim. Büyük bir istekle, "Çok iyi olur" demisti ve ben de bu yolda çalismaya baslamistim.
        Dündar Bey, öneriyi tereddütsüz, hemen kabul etmisti. Bu kurulus çalismalarinin oldukça ilerlemis bir asamasinda, Dündar Seyhan ve Suphi Karaman'la Kizilay'da o zamanki Cevat Restoran'in çay içilen bahçe bölümünde bulusmustuk. Benim elimde, kurucu kurulda görev alacaklarla ilgili olarak, IPSD'de, Kivilcimli çevresinde olusturdugumuz bir liste vardi, bunu Dündar Be/e açikliyordum.
        Listedekilerden ikisini hemen animsiyorum: Eskilerden terzi Ismail Altan ve Bulgaristan göçmeni emlakçi Rahbi Bey. Gerisini pek animsayamiyorum, Numan Kartal, bir iki sendikan ve Ankara'dan tanidigimiz bazi arkadaslar ile listenin tamamlandigini saniyorum. Suphi Be/in bu listede oldugunu sanmiyorum, onun bizim için ayri bir degeri vardi. Suphi Bey andigim iki kisiyi Emek Tüketim Kooperatifi'nden taniyordu. Digerlerinin de çogunu tanidigini saniyorum.
Birden, Kadri Kaplan'in, Emek ishani tarafindan, bulundugumuz Cevat Restoran tarafina dogru geldigini gördüm. Bize geldigi belliydi, dogruca masamiza yöneldi. Biz de kendisini, "memnun" bir tavirla karsiladik, "Hos-geldiniz" dedik. Ama ben oldukça sasirmistim. Kafamda birçok soru canlaniyordu, siradan olmayan bir kurulusun önemli bir sube kurulusunu, genel merkez yetkilisi olarak, çok önemli bir sube Baskani Adayi ile görüsüyordum. Suphi Karaman ise, o sirada çok yakin dostu olan baska bir MBK'Ii ile birlikte, hemen bütün Sol'un, bu kadrodan essiz ölçüde güvendigi iki önemli kisiden biriydi. Onlarin disinda, çagirmadigimiz bir kimse, bu önemli toplantimiza nasil gelmis oluyordu?
        Açik bir yerde idik. Olaganlik ve açiklik görünüsü benim genellikle yegledigim bir yöntemdi. Burayi Dündar Bey seçmisti ama, bana da aykiri gelmemisti. Bu durumda Kaplan'in bu gelisi de bir rastlanti olabilirdi. Ama Kadri Bey, nedense konumuzla pek fazla ilgilenmekteydi. Gerçi kendisi de IPSD kurucusu idi, kendisine kurucu olmayi ben önermistim. Ama hiç katilmadigi genel kurullarda, hem de merkez yönetim kurulu üyeligine daima seçtigimiz halde, toplanti çagrilarina bir kez bile uymus degildi. Kendisini, bulunmadigi bu toplantilarda daima genel yönetim kuruluna seçiyorduk. Ama IPSD'deki bütün üyelikleri  tam   anlamiyla  daima  ölü kalmisti ve
IPSD'de Merkez Yönetimi'nden aldigi hiçbir eylemsel görev de yoktu.
Ne var ki o, Dev-Güç'ün basinda oldugu ve yukarda Mucip Pasa'nin agzindan da açikladigimiz gibi ve bir ölçüde herkesçe de bilinen baska bir güç odagi adina önemli bir görev almisti. Dündar Seyhan ise içtenlikli, girisken, örgütçü, 27 Mayis'ta ve sonrasinda önemli görevler almis, asker oldugu kadar halk kökenini unutmamis, daha sonra, 12 Eylül'de yapacagi bir yanlisa karsin, özellikle o sirada çok sevilen bir kisiydi. Bu IPSD Ankara Subesi Baskanligi gelismesi, kimi programlan bozabilirdi ve bir yerlerden Kadri Kaplan'a sorular gelmesine yolaçabilirdi.
Ayrica Kaplan, Dev-Güç içinde olup biteni denetimi altinda tutmak isteyebilirdi. Bir olasilik da, kurucusu oldugu ya da bir ölçüde öyle göründügü önemli bir kurulusun, IPSD'nin, hiç olmazsa kendi çevresine girerken, kendisinin bilgisi olmasi gerektigini animsatmasiydi. Olasiliklar çogalabilir. Temelde, en önemli olan, herhalde, Dündar Bey ÎPSD'de, hem de böyle bir konumda yer alirsa, bunun Asker-Sivil bürokraside ve onlarin temsil ettigi kesimde sosyalistlerin büyük güç kazanmasina yol açmasi ve bununda "sosyalist olmayanlar" arasinda sorunlar yaratmasi idi.
        Sonuç olarak, Kadri Kaplan'in iliskileri ve önemli durumu konusunda hemen hiç yanlislanmayan bir görüsüm oldugu için, söyledigi, "Ordu bu islere iyi bakmiyor" sözünün önemini iyi kavramistim.
        Ama o sirada benim bu çabalarimi, kontrol etmekten de ötede önlemek isteyen, sadece Kadri Kaplan ve tarafinda olanlar degildi. Bu konuda bir engelleme, fazla umutlan olmasa da, bir oyalama girisimi de, çok az sonra Istanbul'da ortaya çikti. Degerli sosyalist, eski TIP^i dostum Terzi Sitki Eser, bir gün beni bir telefon konusmamizda, dükkanina çagirdi. Kendisi o sirada DDD (DemokratikDevrim Dernegi) Istanbul îl Baskani idi. Sonradan ögrendigim konu çok önemliydi, ama önem vermedikleri, kendisinin beni aramamasi, pek olagan görünen bu çagriyi, benim aramam üzerine yapmasindan da anlasiliyordu. Merak ettiysem de. Terzi Sitki'nin söyleyisine de bakarak, o asamada ben de pek önem vermedim.
        Ama geciktirmeden gittim. Bana, ciddiye alinsa, adami deli edecek bir açiklama yapti. Adini, geçmis bazi olaylari açiklarken, okuyucuya 12 Mart döneminin agirligini birden yasatmamak gibi bakimlardan simdilik sakli tutmak istedigim bir TIP milletvekili, DDD'de de üye olmam bakimindan, bu dernegin bir yetkilisine, kuvvetle animsadigima göre rahmetli Sevinç Özgüner'e, hakkimda pek önemli bir ifsaatta (!) bulunmus.
Görünüse bakarsaniz, ifsaat, çok, ama çok önemli: Ben o sirada MHP'li animsadigima göre bu partinin Genel Baskan Vekili, eski MBK üyesi ve "14'ler, Dündar Taser'e, Ihtilal Önerisinde bulunmusum! Taser de bana, "Kimlerle?" demis. Ben de ona liste vermisim!
        Iste adami böyle engellerler. Engellemek ne demek, gönüllerince ve akillarinca yipratir, yok ederler (!) Bir yandan hiç önem vermez görünür, Öte yandan bütün ekmek kapilan yüzünüze kapanmisken, ellerindeki is olanaklarindan, Örnegin sendikacilik gibi, sizin çok iyi basardiginiz defalarca kanitlanmis islerden hiçbirini size vermezler (çünkü bu görevleri sonradan adlan da açiklanmis MIT ajanlarina vereceklerdir) sonra da, MHP'li eski bir darbeci ile yeni bir darbenin kadrosunu hazirlama girisimi gibi, sizin bu kez basinizdan çok büyük ve bu kadar ters, saçma, örgütünüze de bela getirecek bir ise kalkistiginiz seklinde; niteleyecek sözcük bulamadigimiz çirkin bir iftirayi, bir suçu kendilerinin, ülkenin en onurlu olmasi gereken bir görevine seçilmis olmasina da bakmaksizin, size, bir insana yükleyebilirler/..
        Ancak bu zat, ajan-provokatör Mahir Kaynak'a da pek yakindi. Dolayisiyla provokasyonun kaynagi dogrudan dogruya ve yalnizca TIP'de olmayabilirdi! O asamada isler iste böylesine karmakarisikti.
        Olayda surasini kesin olarak animsiyorum, Sitki Eser'in bana söyledigine göre, kendisi de, rahmetli Sevinç abla da, DDD yönetimi de, iddiaya inanmamislar, bir bakima provokasyonu bildirme anlaminda, konuyu bana açmislardi. Hem kizdim, hem güldüm, "Ben Dündar Taser'i hiç ama hiç tanimam ki" diyerek, bu çirkin ve saçma iddianin üretilmesine yol açtigini düsündügüm, rahmetli Dündar Seyhan'la Cevat Restoran'daki ÎPSD Subesi kurma görüsmemizi kendisine anlattim. Olay da kapandi. Bence bu iftiralar, solcularin kendi içinden kaynaklanan bu ihanetler, düzenin çok, ama çok isine yaramisti.
Bilmeyenler o günleri yasamayanlar ya da bu konularin açilmasindan pek hoslanmayanlar, "Bunlar ÎPSD ile ilgili, burada anlatmanin ne geregi var" da diyebilirler. Oysa özellikle Istanbul'da Dev-Güç, ÎPSD ve DDD ile çok siki sekilde bagli idi. Dev-Güç konusunda bu kuruluslar, kendileri bakimindan da, düsmanlari bakimindan da son derece içice girmislerdi. DDD'nin kapanisi da benzer ve hukuk ve demokrasi açisindan son derece agir, çirkin bir provokasyondu. Biz IPSD'yide, DDD'nin basina gelenleri de, insanoglunun gerçeklere karsi bugün de süren ilgisizligine karsin, bildigimiz ve olanak buldugumuz ölçüde açiklamaya çalisacagiz.
        Bu deneyler, Dev-Güç'ün, ÎPSD'nin gerçekten güçlü bir sekilde örgütlenmesinde, bu girisimlerde neden beklenen sonucun alinamadiginin kanimca çok önemli bazi yanlarini da göstermektedir. Dündar Seyhan'in Dev-Güç içinde, ÎPSD'de bize katilmasina bir engelleme de, dogrudan IPSD'nin kendi içinden, Orhan Müs'ün basi çektigi bir kesimden gelmisti. Sonuçta Müstecaplioglu, ÎPSD Genel Sekreteri olmus ve Ankara'da kurulusu baska bir kurul ile yapmisti.
DEV-GÜÇ, BIR UCUBE, IKI BASLI GÖRÜNEN BIR
"BASSIZ DEVE", FIILEN BIR PROVOKASYON
ÖRGÜTÜ IDI
  
       "Bassiz Deve" terimini edebiyatimizdan alip, o dönem sosyalist eylemimizde kullanan, Ustam Dr. Hikmet Kivilcimli idi. Kivilcimli'nin elestirisindeki "develer" daha çok gerçek kisiler olarak algilaniyordu. Ama tüzel kisiler de "bassiz deve" olamaz miydi, hatta bu benzetme, belki de onlara daha çok yakismaz miydi?
        Kurtulus Savasi'nda Mustafa Kemal Pasa'nin önemi her seyden önce nerededir? Kuvayi Milliye'nin, Ulusal Güçler'in, "olmazsa olmaz basi, lideri" olmasinda degil mi? Sovyet Devrimi, önderi Lenin'e az sey mi borçludur? 27 Mayis'in gerçekten bir lideri olabilseydi, sonucu böyle-mi olurdu? Atatürk'ten sonra bütün elestirilebilecek yanlari ile birlikte, Ismet Inönü gibi bir lideri olmasaydi; CHP'nin hali nice olurdu? Ecevit'in liderlik görüntüsü, kendi içinde, toplum için de bir aldatmacaydi: CHP'nin ve sonra DSP'nin de ne hale geldigi, ne olduklari ortada.
Birinci olsun, ikinci olsun TIP'ler, yüklendigi görevin üstesinden gelecek liderden yoksun kalmislar ya da çikarabildikleri lidercikler çapinda varlik gösterebilmislerdir. Mihri Belli de, ortaya çikan gençler de, legal ve illegal türlü eylem ve çabalarindan, kurduklari partilere kadar, Türkiye Solu'nun gereksindigi bilgi, bilinç, deneyim ve liderlik niteliklerinden yoksundular.
        Kivilcimli/ bu liderligi yapabilirdi, fakat kendisinin de degindigi ülke kosullari ile birlikte, yasi, sagligi gibi nedenler, onun da bu görevi yerine getirmesine elvermemis-tir. O asil isigini, düsünce ve davranisi ile ölümünden sonrasina tutuyor, ama o isiktan gözü kamasmayacak, yararlanabilecek olana.
        Kadri Kaplan, bilindigi üzere, sosyalistlerin olmadigi gibi, sosyalist olmayanlarin da gerçek lideri degildi. Sonrakinde oldugu gibi, 12 Mart "Pronunrianmento"sunda da gerçek lider yoktu. Ismet Sungurbey'in liderlikle uzaktan yakindan ilgisi ve böyle bir iddiasi da yoktu.
        Bu vesile ile, birkaç kisiyi daha anmak fazla sayilmaz umarim.
        Abdülkadir (Pirhasan, Vedat Türkali) Agabey, o dönemde, belki daha sonra da, hiçbir zaman, böyle bir iddia içinde olmadi, görülmedi. Ben eskilerin, "Önce refik, sonra tarik: Önce arkadas, yoldas; sonra yol" sözünü, ilkesini çok severim. Saniyorum o da Öncelikle bu tarih boyunca denenmis ilkenin geregini ariyordu. Belki biraz da bunun gibi bazi Ölçülerimizden, özellikle 12 Marttan sonra uzunca bir süre kendisiyle oldukça yakin bir iliskimiz oldu ya da kendisine epey yakin bulundum.
        Kendisi, "bunu da nereden çikardin?" diyecek ve epey sasacak ama, Nejat (Necat) Tözge Agabeyi de, en azindan büyük sevgi ve saygimdan dolayi burada da anmak istiyorum. Hiçbir zaman böyle bir hava içinde olmadi. Sanki aksine, unutulmak istiyordu. Uzun ömür dilerim, basardi, sag ama, çoklarinca sanki unutuldu da.
Orhan Müs (Müstecapli ya da Müstecaplioglu)na gelince. Yanina gidip dinler gönlünde yatani ararsaniz, hiç ondan büyük lider olur mu? Ama olmadi iste. Olamazdi da Oysa ona kana ve onu kandiran (tatmin eden) birkaç kisi bugün de bulunabiliyor.
        Suat Kundakçi konusunda simdiye dek hep kisa kisa degindik. Ele aldigimiz konulardaki yeri simdilik o kadar oldugu için. Oysa o, döneminde "Nev-'i sahsina münhasir: Türü kendine özgü" bir kisidir. Eseri olmadigi için hakkinda ne bir "Anti Dühring" ne de bir "Zortlama" yazilabilir. Ama bizim hareketimizin eti budunca, Marks'in çagdaslarindan bir Weitling ya da bir Gottschalk, vb. gibi de ele alinabilir. Ama o isi, isleri kim yapacak? Hiç olmazsa burada, konumuzda eksik kalmamalidir. Aman Allah, durusuna, pozuna, konusmasina, hazir cevapligina, vb. bakarsaniz, daha ne lider ariyorsunuz? Kivilcimli bile
"Mustafa Kemal" demez miydi, hatta Pipe-LIne boru hatti grevinde "Binbasiliga" terfih ettirmemis miydi? Ya Stalin'lik? Ah, bîr iktidara gelseydik, o zaman görürdünüz.
        Simdi biraz daha gerçege gelelim. Ankara'dan örnegin Niyazi Agirnasli'nin Dev-Güç ile iliskisini pek bilmiyorum. Lider olur muydu? 1964'te Izmir Kongresi'nde TIP Genel Baskanligi'na adaylik koysa oy verecektim. Ama bu, devrim liderligi degil. Evet, Kivilcimli'dan baska lider olabilecek kimse yoktu. Benim görüsüm bu.
        Kisaca Dev-Güç, bir "Bassiz Deve" idi. Bassiz, yüreksiz ve ölü dogmus bir deve. Tam bir yönüyle olsun, denenen bir "Cephe" olarak, bu "Bassiz Deve"nin bitkisel, provokasyonel yasami bile, gösterebildigimiz kadariyla, bizim için oldukça dersler tasimaktadir. Ne var ki o ders, onun, 1969'daki açikça; "baskaninin sessiz sedasiz terketmesiyle" sona ermesinden bu yana, 32 yildir çikarilamadi, alinamadi. Bundan sonra olsun alinabilecek mi dersiniz? Dileriz ki: Alinsin
SARP KURAY AD VEREREK SUÇLUYOR, HALA KIMSEDEN ÇIT ÇIKMIYOR!..
        Bugün yurt disinda sayilan epey kabaran solcu ve sagci "Göçmen" var. Bunlarin içinde büyük bir çogunluk, soruldugunda, "Gelirsek tutuklaniriz" diyor, "Sigingan" maasida alarak, bu maasin çokça açikça belirtildigini ögrendigimiz karsiliklarini yerine getirerek, her gün daha da yabancilasip, ülkedeki her seye "Batililar"in bize en çok kin duyanlarinin, bizi en çok ezenlerinin agzi ve destegiyle saldiriyorlar. Ama bu çogunlutkan kesin bir çizgi ile ayrilan bir azinlik da var. Iste kimi görüs ve tutumlarina katilalim ya da katilmayalim, 12 Mart'in gençlik liderlerinden Sarp Kuray, bu konudaki davranisiyla kesin bir sayginlik kazanan bu azinliktan.
        1993 yilinda, hapse girecegini de bilerek ve bunu ülkeye döndükten sonra yayinlanmak üzere, daha gelmeden Milliyet yazan Mine G. Saulnier ile yaptigi bir basin açiklamasinda belirten Kuray, burada arastirdigimiz konuya da çok önemli katkilarda bulunuyor. Birçok yönden önem tasiyan, yillar önce yapilan açiklamanin konumuzu ilgilendiren oldukça büyük bölümünde söyle diyor:
        "1945 yilinda dogdum (...) 1961 yilinda Hukuk Fakültesine girdim. Bir yil okudum orada: Celal Bayar'in hapisten çikisini protesto eden gösteriyle, üniversite olaylarina karistim. Yaralandim, Babam (Enver Kuray), o sirada Ankara Valisi. Biz, 27 Mayisçiyiz. Dayim da Yassiada Bassavcisiydi: Ömer Egesel. (...) O dönemde gençlik, yalnizca 27 Mayis'i tutmak ve tutmamak olarak ikiye ayrilmisti. Solculuk noktasi 27 Mayis'ta sona eriyordu" (...)
        Sarp Kuray'in kendisi üzerine açiklamalari da kuskusuz önemli. Devrimci kanadin etkin bir ailesinden geliyor. Bu kökenin ona, herkese nasip olmayacak Ölçüde güç katmasi, en azindan o dönem için dogal. Kendisi, yasça bize yakin, 68 öncesi devrimci gençliginden. Bu gençlik üzerine, 68'lileri de büyük ölçüde açiklayacak nitelikteki gözlemlerini de degerlendirmelerimiz için göz önünde tutmamiz gereken gerçekler olarak almakta yarar görüyoruz.
        "27 Mayisçi oldugumuz içindir ki, askeri okula girmeyi kendim istedim. Bu arzu, Mustafa Kemal'in bizim kafamizda yarattigi bir boyuttu. Ülkenin kurtulusu, ulusal bagimsizlik, Kuvayi Milliye anlayisinin bir sonucuydu. 1965'te Deniz Harp Okulu'nu bitirdim. Sonradan beni askeri okula kimin soktugu bile tartisildi Türkiye'de. Tabii Senatör Ekrem Acuner'in Senato'da dokunulmazliginin kalkmasi için verilen önergeye yol açti. Harp Okulu'na bilinçli olarak girmistim. Fikirlerimle birlikte. Türkiye îsçi Partisi'nden etkilenen, ama daha çok Kuvayi Milliye dogrultusunda ütopik bir sosyalizmi yaydik Harp Okulu'na.
        1967 yilinda bir gün Heybeliada'da dolasirken, Ismet Pasa ile karsilastik. Derhal hazirola geçtik, selam çaktik. Ismet Pasa, aksama kendine benzer bir arkadasini da alip-bize gel dedi. Eve gittigimizde bizi oturttu, söyle bir bakti. "Söyle bakalim bana" dedi. "Atatürk'çü müsünüz, yoksa sosyalist mi?"
"Atatürkçüyüm Pasam!" diye gürledim. Ismet Pasa, içerden karisina seslendi: "Mevhibe gel, gel! Bak Atatürkçüyüm, dedi. Biz de hilafetçi misiniz yoksa Cumhuriyetçi mi, dediklerinde hiç sektirmeden hilafetçiyiz, derdik!"
        1968'de siyasal fikirlerimiz belli bir noktaya gelmisti. Hava Harp Okulu'ndaki arkadaslarimizla yillik hazirladik. Toprak reformundan, yeryüzü yeralti zenginliklerinin birlestirilmesinde, Atatürk'ün ekonomik ve siyasal bagimsiz arasinda kurdugu iliskiden söz ediyorduk. Zamanin Cumhurbaskani Cemal Gürsel; Bugün gazetesinde, o zaman basinda Mehmet Sevket Eygi vardi, bir yayin yapti. "Komünistler harp okullarini ele geçirdi" diye. Arkadaslarimizi atmak istediler okuldan. Biz de ilk kez bütün Harp Okulu subay taburu olarak, "Biz, Mustafa Kemal ordusuyuz, halk ordusuyuz. Dün Kubilay'larin basini kesenler bugün genç Harbiyelilerin basini kesmek istiyor. Buna dur diyoruz ve bu konuda adim atarsaniz, bizden karsiligini alirsiniz" biçiminde bir bildiri hazirladik ve elden dagittik. Hiçbir kisi geri çekilmedi, tüm subay taburu imzaladi bildiriyi. Revirde olanlar bile.
        Türkiye askeri kislalar dahil, tüm gençlerin forumlarda yasadigi bir dönemden geçiyordu. Fakat ordu içinde cuntaci diye tabir edilen kadrolarla hiçbir iliskimiz olmadi. Bagimsiz bir akimdik. Devrimci ögrenciler öldürülmeye baslandi o yil. Vedat Demirci, Battal Mehetoglu... Basinda "Subaylar Bildirisi" diye anilan ikinci bir bildiri hazirladik. (...) "Devrimciler ölür, devrimler sürer" slogani o bildirinin son tümcesidir iste. (...) Ali Kirca'nin kaleme aldigi bu bildiri, binlerce DEV-GENÇ'li tarafindan dagitildi. Hepimizi mimlediler. Beni komutan vekili olarak eski bir dalgiç gemisine atadilar. (...) Bildiri dolayisiyla tasfiye etmek istiyorlar, ama kamuoyunda gördügüm destekten yapamiyorlardi. Ilhan Selçuk, Ilhami Soysal, Çetin Altan hepsi lehime yaziyorlardi. Sonunda tutuklayip Gölcük'e götürdüler. Iki üç ay Güzelbahçe'de hapis yattim. Sade bir törenle tardedildim. 69 yilinin Kasim ayiydi. Bir bildiri daha yayinladik. "Bu bir üniforma degisimidir, üniformamiz artik isçi üniformasidir" deyip sivile geçtim. Dava açtilar hakkimda. Ankara'ya geçip, Dev-Genç'e katildim. Kafamda net fikirler olusmustu.
(KENDIMI) ELESTIRIYORUM. ILK BIZIZ, DIYORDUK...
      - Neydi bu fikirler?
        S.K. - Bizim ögrenci gençlik olarak isçi ve köylü ile tanismaya basladigimiz bir dönemdi. Fabrika ve toprak isgalleri baslamisti. Yani okullarin disinda devrimcilik yapmak olanaklarini ariyordu gençlik. is (te) tam bu noktada çok bilinçli bir tuzaga düsürüldük. Karsi tarafça sinirlan çizilmis bir alanda mücadeleye zorlandik. Silah çikti ortaya (...) Taylan Özgür cinayetiyle, yolda yürümek bir yasam kavgasi haline geldi. Yasamak, üniversiteye gelmek, sinsi cinayetlere ve pusulara karsi silahlanmak zorunda birakildik. Bu sikistirildigimiz noktada, mesru müdafaa DEV-GENÇ'i yaratmisti. DEV-GENÇ'in öncelikle ideolojik bir platformu yoktu. Komando kamplarinda, surada burada hazirlanmis bir sürü adam saldirmaya basladi. DEV-GENÇ, bir plan çerçevesinde hazir olmadigi bir müdafaaya, silahlanmaya zorunlu birakildi. Bu da bizi, isçi ve köylü kitlesinden kopardi. Plan bunu amaçliyordu zaten. (...)
Tekrar Hukuk Fakültesi'ne dönüp bu kavganin içinde ben de yer aldim. O zaman Türkiye sosyalist hareketinde iki akim vardi. Milli Demokratik Devrim ve TÎP'in Sosyalist devrim akimlari. Biz birincisinin yaninda yer aldik. Bunlarin arkasinda eski komünist hareketten gelmis insanlar vardi. Zaten bizim kusagimizin bu insanlar tarafindan iyi yönlendirildiginden emin degilim. - Hiç kendinizi elestirmiyor musunuz? S.K. - Elbette elestiriyorum. Biz herseyin kendimizle basladigina inaniyorduk. ilk biziz, diyorduk. Eski komünistler ise, örnegin TIP, bizi silahlanmanin baslangicinda disladi. Kipirdamayin fasizm gelir (...) dedi. TÎP'in disinda iki mihrak vardi. Doktor Hikmet Kivilcimli ve Mihri Belli. Devrimci gençligin yansi birine, yansi ötekine gitti. Ama bu iki insan parti degildi. Sorun, gençligin bir iki lideriyle görüs alis verisinde bulunmak degildi. Gençligin heyecanini yönlendiremediler ve sahipsiz kaldik. Gruplara bölündük. 12 Mart macerasi basladi. Kimisi Kizildere'de öldü, kimi hapishaneye girdi, kimini asalar.
Kisacasi, benim düsünceme göre, 1908'de Resneli Niyazi olup daglara çikan, 1919'da Mustafa Kemal'i, Kuvayi Milliye'yi yaratan, 1960'ta Kizilay'da 555 K’ lari yaratan geleneksel aydin eylemciligi, gençlik, 1968'de ilk kez sosyalizmle tanisiyordu, iyi yönlendirilemedigi için ziyan olup gitti (...).
ÜST RÜTBELI SUBAYLAR, SOL BIR DARBE
ILE IKTIDARI AMAÇLIYORDU
  
        -Türkiye Isçi Partisi, Mihri Belli ve Hikmet Kivilcimli'yi mi suçluyorsunuz?
        KURAY- Bizim karsimizda bu üç mihrak vardi. Bunlar önceki kusaklardan gelen insanlardi. Fakat Türkiye’nin geçmisinde bu kadar büyük bîr kitle hareketi olmadigi için, bu insanlar çok dar bir aydin grubu içinde kaldiklari ve kendi aralarinda mücadele ettikleri için bir anda iktidar boyutuna firlayan olayi, bir parti çatisi altinda toplamak üzere kurmaylik yapamadilar. Biz gençlerin bu kurmaylara uyup uymayacagi konusu ayriydi, ama onlar böyle bir alternatifi saglayamadilar.
Buna karsilik, ikinci bir alternatif olarak ordu içindeki radikal akim vardi, Yani 27 Mayis'in devami olduklarini söyleyen Muhsin Batur, Faruk Gürler ve Kemal Kayacan'in basini çektikleri bir hareket. Saptadiklari strateji geregi, gençlige onlar kucak açtilar. 9 Mart olayini amaçlayan bu radikal akim içinde biz de yerimizi aldik. Bu hareketin liderleriyle gençlik grup liderleri arasinda isbirligi oldu. Birtakim üst rütbeli subaylar, 27 Mayis benzeri, ama daha radikal, daha sol bir askeri darbe ile Türkiye'deki siyasal iktidari ele geçirmeyi amaçliyorlardi.
içlerinde, eski Milli Birlik Komitesi üyeleri de vardi. Irfan Solmazer, Orhan Kabibay, Talat Turhan, Numan Esin gibi. Numan Esin, sonradan tirci oldu. Talat Turhan'in dürüst ve temizligine bugün de ayni samimiyetle inaniyorum. Ancak digerleri için bunu söyleyemem. Irfan Solmazer, Orhan Kabibay ve Numan Esin'in o gün bize karsi birer paratoner olarak kullanildiklarini düsünüyorum. Bu üçünün, olaylar içerisinde gençlik faktörünü gömmek için varolduklarina kesin inancim var. Solmazer, Kabibay ve Esin, gençlik liderlerinden siyasal ortami bir darbeye hazirlamasini talep ettiler. Zamaninda kimse bu gerçegi açiklayamadigi için ayni senaryo 12 Eylül'de de sahneye kondu.
        Bizden Türkiye'yi bir darbeye hazirlamamiz istendi. Bu ne demektir? Zaten ekonomik kriz var, politikacilar birbirini yiyor, milletvekilleri alinip satiliyor, ortam siyasal kargasayi yaratmaya uygun, siyasal kargasa yaratilacak. Numan Esin, bu amaçla, "Vatan" gazetesini çikardi. Vatan gazetesi çok satti. Bütün devrimciler aldi gazeteyi Gazeteyi hazirlayan devrimciler, Numan Esin'in "patron"oldugunu isten çikarilmalar baslayinca anladilar. Ben bu senaryoyu basindan anlamistim. 1970'ten sonra hep bu kisilere karsi mücadele ettim. Gerek sag, gerekse sol tarafindan dislanmam bundandir.         
        Biz bu radikal akimin içinde gençlik olarak yerimizi aldik. Önümüze konan hedef 9 Mart'ti. 9 Mart'i yapmadilar.12 Mart’i yaptilar, ismet Pasa'nin ünlü sözüyle, "Türkiye çok kritik 24 saat geçirmistir" dedigi senaryonun ardinda, bu isin arkasina takmis olduklari devrimci potansiyelin söz konusu 24 saat içinde harcanmasi, hareketin generalinden sokaktaki gencine kadar devrimci niteliginden arindirilmasi ve darbenin 12 Mart' taki biçimine dönüstürülmesi vardir. Numan Esin, Irfan Solmazer, Orhan Kabibay için paratoner sözcügünü, o 24 saatte dönen dolaplari çok iyi bildigim için kullaniyorum. (...)
        Istanbul'daki 84 sanikli denizciler davasinin bir numarali sanigi olarak mahkemeye çikarildim sonunda (Birkaç bir numarali sanik mi vardi: Dr. H. Kivilcimli, Irfan Solmazer ve Sarp Kuray? sg) Idamla yargilandim. (...)
        Ben hapisteyken, Türkiye baska bir kapismanin yörüngesine girmis, Ankara cuntasi ile Istanbul cuntasinin, yani Faruk Gürler ile Faik Türün'ün mücadelesini yasiyordu. Bu Cumhurbaskanligi mücadelesinden Faruk Gürler yenik çikti. Türkiye yeniden bir demokrasi sürecine girmis oldu, iktidara Bülent Ecevit geldi. Ecevit in çikardigi ilk aftan yararlanamadim ben. (...) Çok ugrastilar bizi kurtarmak için. Anayasa'nin 12. maddesine göre herkes esittir, dediler. (...) Ve ben Anayasa Mahkemesi'nin özel bir affiyla çiktim ancak. (...)
DENIZ’I SOMAZER’I ORTAGI
BAKAN SAHIN’IN ARABASI TASIYORDU!
   - Deniz Gezmis'le iliskiniz var miydi sizin?
   - Deniz Gezmis'i ben sakladim. Bunu herkes biliyor.
     Deniz Gezmis, benim elbisemle yakalandi. Hepimiz vardik bu isin içinde.                        Deniz'ler de var, Mahir'ler de var, bizde vardik. Zaten üç büyük grup vardi.
    - Arkanizda kim vardi? Nasil yardim ediyorlardi saklanmasina Deniz           Gezmis'in?
     - Deniz Gezmis'i saklandigi bir evden digerine. Orman Bakani Turhan Sahin'in makam arabasi tasiyordu. Turhan Sahin, Nar Limited Sirketi'nde, Irfan Solmazer'le ortakti. Ve hazirlanip düsük dogan 9 Mart olayinin içindeydiler. Yukaridaki kadrolarda mevzilendikleri için de, bir yandan bizi, bir yandan komuta merkezini, bir yandan Amerika'yi çevire çevire oynattilar!
        Bu is çok karisik. Örnegin Hasan Cemal'i ele alalim, Uluç Gürkan diyelim. Bunlar o zaman "Devrim" gazete-sindeydiler. Bu 9 Mart olayinin düzenlenmesinde en uç adamlardi. O gün Hasan Cemal'in kaleminden kan damliyordu gazete sütunlarinda. 9 Mart hazirligina katilan herkesi karalamak niyetinde degilim. Samimi olarak inananlar da vardi isin içinde. Zaten biz de inandigimiz için girmistik. Fakat adini saydigim kisiler sayesinde, CIA'nin bir komplosuna kurban gittigimiz inanani tasiyorum. Bunlari ben söyleyecegim. Üstüme gelirlerse daha da çok konusurum... Çünkü bunlar yasanmis seyler. Ama bu tarafi hiç kurcalanmadi.
        Ugur Mumcu ölmeden önce, kendisiyle konustum. Kaset yapip verdim. Ugur Mumcu'ya. Ve niçin olayin bu yönüyle üstüne gitmedigini sordum. "Demokrasi diyorsunuz, Celil Gürkan olayini ele aliyorsunuz, 9 Mart'i bir yere kadar getiriyorsunuz. Bunlari da anlatmak gerek, Ugur Agabey" dedim. Ugur Mumcu bana, "Onun arkasina bizim kudretimiz yetmez, Sarp" dedi!
OKKANIN ALTINA GIDEN BIZ OLDUK
        Ben size genel tabloyu anlatiyorum. Sonuçlan siz çikarin. Devrim gazetesinde Hasan Cemal, Genel Kurmay Baskanliginda Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Milli Birlik Komitesi üyeleri, böyle büyük bir grup Türkiye'de radikal darbe hazirligi yaptilar, sonradan kimisi sivil toplumcu, kimisi ANAP'li, kimisi TIR'ci, kimisi firci oldu. O sirada bu grup devrimciydi ve DEV-GENÇ'le oturup konustular, anlasmalar yaptilar, bizimle ittifaklara girdiler. Siyasal iktidari alamayinca biz gençler silahli (...) olduk, arkadaslar da demokratik taraf oldular!.. Beraber yürüdük, biz gençler okkanin altina gittik. Ama agalarimizi beraber götürmedik. Eger 1970 yilinda yargilanacak bir sey varsa, 9 Mart darbe hazirligiydi ve biz DEV-GENÇ ve bütün gruplar o zaman 146'nin 3. bendine göre yargilanacakti. Çünkü Anayasa'nin ihlali olayi esas kuvvet komutanlari tarafindan yapilmisti. Yani arkamizda devletin içinden gelen güç odaklan vardi. Zaten Süleyman Demirel, ne diyor?
        "Sen Antalya'da tapu müdürü müydün 11 Eylül'e kadar?" diye soruyor.
        12 Eylül'de de ayni sey yapilmistir. Sokak, devrimci güçlerle fasistler arasindaki kavga dengesinde tutulmustur. Bu kez daha büyük bir planla, Türkiye daha da ciddi bir siyasal karmasa içine sürüklenmis, sonra bir gecede bundan yararlanilarak darbe yapilmistir. 12 Eylül'ün baglantilarini bilmiyorum. Ama oyunun daha büyük oldugunu biliyorum. DISK'in içine alindigi bir plan oldugu kanisindayim. Bu anlamda DISK partisinin falan açiklanmasi gerekir... Bence bunlar gizli kalmamali. Daha fazlasini bilmiyorum. Ama 12 Mart' i çok iyi biliyorum, zaten 12 Eylül'de olacaklari öngördügüm için yurt disina çiktim. O kurguyu çok iyi biliyorum, o kurgu içinde yer almak istemedim. 12 Mart'ta tam gelemediler iktidara, çünkü Türkiye'de demokrasiyi savunan önemli güç odaklan vardi. Devlet siniflarinin geleneksel bir tavirlari vardi, bu tavri tam olarak kendilerine çevirememislerdi. 12 Eylül'de bir daha denediler.
        Ben hapisten çiktiktan sonra, yaptigimiz isin yeniden gözden geçirilmesini, yani özelestiriye tabi tutulmasini istedim. Son yillarda, yalnizca fasizme karsi mücadele etmek alaninda sikistirilmis bir devrimciligin dogru olmadigi yönünde bir düsüncem vardi. Sözünü ettigim siyasal kurgu ve olaylarin aldigi yön, bende ciddi bir hayal kirikligi yaratmisti. 1978 yilma degin politika yapmadim. 1978'de yeniden aktif politikaya basladim. Bugün açikladigim bütün bu gerçekleri açiklayarak olaylarin üstüne gitseydim daha iyi olurdu (...). 12 Eylül yasandiktan sonra bunu daha net olarak gördüm. (...)
        Biz aydin eylemciliginin faturasini ödüyoruz. Isçi sinifi falan yoktur bizim ülkemizde. Bizim içinde bulundugumuz siyasal iliskileri, mensup oldugumuz bu sosyal gerçeklik belirler. Bizim gibi yasayanlar 1908'de Ittihatçi oldular. 1919'da Kuvayi Milliyeci oldular. 27 Mayis'ta 27 Mayisçi, biz de sosyalist olmusuz. Söz degismis ama içerik ayni. Ismet Pasa ile Mustafa Kemal'in iliskilerine bakin, aynidir. Kimimiz Atatürkçüyüzdür, kimimiz Ismet Pasaci, kimimiz Yakup Cemil gibi silahsor, kimi Resneli Niyazi gibi romantik, kimi Enver Pasa gibi ihtirasli, sonuna kadar giden...
        Sovyetler Birligi'nde de öyleydi zaten. Yetmis yil sonra bir partinin, sinifla birlesemedigi konusuluyorsa hala, bu bir Dogu hastaligidir. Dogu'da politika yapan gerçekligin kendine özgü nitelikleri vardir. Bunun önlemini alamadik, çünkü bunun önlemini almak ciddi bir sinif devrimciliginden geçiyordu. Çok ciddi bir kitle terbiyesi gerektiriyordu.
Türkiye'deki tepeden inme sosyal degisim semasinda, bir süre sonra, iktidardaysaniz koltuk kavgasi; bizim gibi küçük gruplarsaniz, örgütün parasini, arabasini kim kapacak kavgasi basliyor. Ve silahlar ortaya çikiyor. Bu kavga bizim örgütte ortaya çiktiginda, ben hemen çekildim, buyrun, her seyi siz yaptiniz, alin, dedim. Paylasim kavgasi olmayacak, silahlar çikmayacak ortaya. Zaman kimin ne oldugunu gösterecek, ama artik benimle yürüyemeceksiniz. Çünkü darlasmis bir çemberin içinde Iliskilerin çürüdügünü, koptugunu görüyorum. Böylece 1991'den beri örgütle iliskimi koparmis bulunuyorum."
        (Bu son bölümde S. Kuray epey aykiri sözler söyledi. Ama sonunda ona bu sözleri hangi kosullarin söylettigini gördük. Içyüzünü, bir kisiyi, onu da bu kadar dinleyerek anlayamayiz kuskusuz. Ama "Göçmenler"in hallerini Yol'un büyük kuruculari Marks- Engels daha 185(ni yillardaki deneyimlerinden essiz bir biçimde anlatmislardi. Usta'miz Kivilcimli da bunlardan az da olsa, "Zortlama"da çarpin benzetmelerle söz etmisti. Insanlar ibret bile almazlarsa ne yapilabilir? Bize "Sonsuz Zortlama"yi da ne yazik ki biz insanciklarin bu sürüp giden aymazligimiz ilham etmisti. Dursun bu zortlama desek, durur mu acaba?., sg)
ÇIKTIGIMA PISMANIM
(GÖÇMENLER: BU SÖZLER BIZCE ALTIN!
SIZ NE DERSINIZ?
    -       Neden Türkiye'ye dönme karan verdiniz?
    -       Türkiye'den çikmakla büyük hata ettigimi çok geçmeden anladim ben. Avrupa'da ilticaci olarak geçirdigim yillan, Türkiye'de hapiste geçirmedigime yaniyorum. Benim için çok daha onurlu olurdu (Avrupa'daki "Göçmenler'in, "Siginganlar"in kulaklari çinlasin! Ama onunla yetinemeyiz. Bu konuda kendilerinin diyeceklerini, hem de önemle isitmek istiyoruz ve bekliyoruz! sg). Çünkü buraya entegre olamadim. Düzenine uyamadim. Sürekli kendi aramizda, Türklerle yasadim. 91'deki örgüt konferansinda, bütün görevleri biraktigimi ilan ettim ve Türkiye'ye dönmek istedigimi, bana neye mal olursa olsun dönmek istedigimi belirttim. Hapse de girsem Türkiye topraklarinda olmak istiyorum. Yurdumu özledim ve buralarda mutlu degilim. Buradalardaki iliskiler çikmaza girmisti, bir adim daha ileriye atmak disinda kalmak istedigim bazi kurgulan beraberinde getirecekti. Birbirimize düsmek, intikam sürecine girmek söz konusuydu. Bunun için dönmek istedim. (...)
        Ben eger, tek basima yasasaydim, kösemde oturup kitap yazmam yeterdi (bilmiyoruz ki ne yazacaktin? sg). Hikmet Kivilcimli falan öyle yapmadilar mi? (Hayir! "Falan'lari bilmeyiz, ama Kivilcimli da, örnegin, bilmem adini hiç duydunuz mu, 12 yilcik yatti da! Fatma N. Yalçi gibiler de güçlerince öyle yapmadilar. Hem Hz. Isa'nin da, "yargilamayin ki yargilanmayasiniz"  dedigini olsun animsatiriz! sg) Ama bir sorumluluk duygusuyla, ben insanlarimiza sahip çiktim ve hep kendimden verdim. Benimle yola çikan pek çok kisi, bugün mültimilyarder. Ben ne yapmisim? Örgütü yasatacagim diye isyerleri kurmusum, batarmisim, kan-ter içinde çalismis ve hep paylasmisim.”
12 MART’IN EN DEGERLI TANIKLARINDAN DZ.
BNB. EROL BILBÎLIK’IN AÇIKLAMALARI ORHAN
KABIBAY, IRFAN SOLMAZER, NUMAN ESIN,
TALAT TURHAN
  
        Yazar Leyla Tavsanoglu, devrimci Erol Bilbilik ile yaptigi çok önemli bir söyleyisi 10 Mart 1996 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayinlamisti. Bu konusmada Deniz'ler, tüm 68'liler kadar, 12 Mart'in hazirlanisinin en ilginç yanlan ve tüm ülke ile ilgili çok önemli bilgiler var. Okuyoruz:
    "- General Celil Gürkan ekibi nasil ve ne amaçla kurulmustu?
     -O dönem birçok askeri grup vardi. Ekrem Acuner,Orhan Kabibay, Numan Esin, îrfan Solmazer, Madanoglu ve havaci grubu gibi gruplar... Kabibay grubunun Istanbul'daki beyni Talat Turhan'di. Madanoglu grubunun özelligi ise içinde sosyalist sivillerin bulunmasiydi. Havaci grubun basinda o zaman kurmay albay olan Aydan Kirisoglu vardi. (...)
        Aradan zaman geçince havacilarla karacilar arasinda bir birlesme oldu. (...)
                    C.MADANOGLU, O. KOKSAL, I. SELÇUK
                     D.AVCIOGLU, C.R. EYÜBOGLU, L SOYSAL,
   A. ÖYMEN, E. ACUNER, B. SAVCI, F. BAYKURT...
       - Demin "Madanoglu grubu içinde sosyalist siviller vardi" dediniz. Kimdi bu sosyalist siviller?
       - Basta Madanoglu, arkadan Osman Koksal geliyordu.
Siviller ise Ilhan Selçuk, Dogan Avcioglu, Cemal Resit Eyüboglu'ydu. Bunlar kuruculardi. Sonradan kadro genisledi, Ilhan Selçuk Istanbul sorumlusu oldu. Bu grup, tipki Milli Kurtulus Savasi'nda oldugu gibi sivil-askeri birlikteligi'ni savunuyordu.
Ankara'nin ve tüm koordinasyonun basi D. Avcioglu, onun yardimcisi I. Soysal'di. Altan Öymen Paris'ten çagirildi. Bunlara, bilgisi disinda Mümtaz Soysal da eklendi. Bu sözünü ettigim sekiz kisi, "Devrim Konseyi" üyeleri olacaklardi. D. Avcioglu, A. Öymen'i epeyce denedi. Öymen ilginç bir kisidir, her seye "Evet" der. (SG. Dayanamiyoruz: Bu ne demek, Altan Bey?)
   - Siz Celil Gürkan'in ekibine nasil katildiniz?
   - Ben gelismeleri yakindan izliyordum. Benimle hiç durmadan temas ediyorlardi. Ilk temas edenler N. Esin grubuna giren Hava Yüksek Mühendis Binbasi Ibrahim Keskin, öbürü de yakin arkadasim Sabahattin Sagiroglu
oldu. (...) Sonunda konustuk. "Kim bunlar" diye sordugumda, "N. Esin ve ekibi" yanitini aldim. (...)
Bir gün Ankara, Küçükesat taki evimin telefonu çaldi. Arayan Seferberlik Tetkik Kurulu'ndan Tank Binbasi Yilmaz Akkiliç'ti. (...) Bir süre sonra beni D. Avaoglu ve O. Köksal'la tanistirdi. Ama ben bu islere hala uzak duruyordum. Bir gün Avcioglu ve Koksal bana geldiler "Sen neden bize katilmiyorsun?" diye sordular (...)
        "Devrim'de, Yön'de okudugumuz seyleri söylüyorsunuz. Ben sosyalistim. Bizim lügatta sivil-asker ittifaki yoktur" dedim. Bu arada ben onlarla, N. Esin'le temasimi sürdürüyordum. Avaoglu beni E. Acuner'le tanistirdi. Ona da olmaz dedim. Ama sonunda Avcioglu'nun teklifini kabul ettim.
-Neden
        -Çünkü eninde sonunda girmem lazimdi. Kurtulus yoktu. Bu islere girmeyi 1978’te kabul ettim. Dolayisiyla Madanoglu grubuna da girmis oldum. Daha sonra N. Esin'in de teklifini kabul edince bütün gruplara girmis oluyordum.
        O sirada Türkiye çok karisik bir durumda. Bu karisikligi düzeltme isinde siviller maglup olacaklar. Belki silahi tutanlar düzeltebilecekler. Orada acil görev, ezilen kitlelere yardimci olmak. Bu hareketin içine girip sirf askerden olusmasina engel olmak. Yani bir askeri harekat niteliginden mümkün olabildigince geri çekebilmek...
        Teoride bu mümkün degildir. Fakat realite bunu gerektiriyor. Amacim, bu gruplarin hepsine girerek harekete en azindan sivilleri de katmak ve sivillerin etkili olmalarini saglamakti. Zaten ilk girdigim Madanoglu grubunun hepsi sivil.
Cumhuriyet' te Ali Sirmen'ler ve baskalari îlhan Selçuk'un ekibinde. Devrim grubu onlarla beraber. Siyasal Bilgilerde Memduh Aytür, Özer Derbil, Ayhan Cihangiroglu, Necat Erder öyle... Atilla Karaosmanoglu uzaktan "Peki" diyor. Bahri Sava onlarla. Hareketi destekleyenler içinde Fakir Baykurt da var.
   "- Altan Öymen hareketin içinde yoktu" diyen de çikabilir. Ama amaçlanan o zaman A. Öymen'i egitip yetistirip güven duyduktan sonra oraya koymakta. (Biz de bu yazida nedense hep öncelikle Sayin Öymen'e takiliyoruz. Ama bir yorum getirebiliriz; CHP'nin eski ve "Zoraki" Baskanlarindan Altan Bey, acaba Ismet Pasa'yi epey sadakatle izlemiyor mu? Pasa da, 27 Mayis için: "Ne içindeyiz, ne disinda!" dememis miydi?.. Küçük burjuvazi. Burjuvazi dersek bu yorum epey uzar.) (...)
C. GÜRKAN, I. KESKIN, S. SAGIROGLU, V. BILGET, Y. AKK1UÇ, F. ÖZFAKIH, E. DEGER, D. TANYER
     - Tam o siralarda C. Gürkan liderliginde yürütülen hareket gittikçe güç kazaniyordu galiba...
     - Evet. Biz de her yerde variz, ama hiçbir yerde yokuz (SG: Tam, "Iyi saatte olsunlar"). Biz dedigim, E. Bilbilik, I Keskin, S. Sagiroglu... (...) î. Keskin, havacilarin içine gir
di. S. Sagiroglu ise ortada duruyor, N. Esin'le temasta. Beni C. Gürkan'la çalisan havacilar kabul etmiyor. Karacilar da ayni sekilde. Düsünceleri de "Bu yetenekli bir adamdir, fakat solcudur. Kesinlikle almayiz."
        Bu durum alti ay sürdü. Ben de huruç harekati yapip oraya girmeyi planliyorum. Amacim, Madanoglu grubunu oraya tasimak. Bunun için havacilarin da sürekli Amiral V. Bilget' le temasta olduklarini biliyorum. Ben V. Bilget'in emrinde çalisiyorum. Havacilar her gün karargaha geliyorlar. Amiral Bilget'e teklifte bulunduklarini biliyorum. Karacilar da geliyor...
        Bunu da o zaman Deniz Kuvvetleri Komutani olan Oramiral Celal Eyiceoglu biliyor, takipte. V. Bilget gerçek bir sosyalist. Hareketin basina geçsin istiyorum. Ama onunla bu isi götürmek zor, bunu da biliyorum. Muhtemelleri gözden geçiriyorum. Sonunda Bilget'le görüsmeye karar verdim. Görüsme, A. Öymen'in Çankaya'daki evinde olacakti. (SG: Hakkini yemeyelim; Prototip'imiz Öymen görüyorsunuz ya, 12 Mart'in ne kadar içinde!..)
- Orada baska kimler hazir bulunacakti?
       - D. Avcioglu, t. Soysal... O aksam V. Bilget damadinin pardesüsünü giydi, basina da bir kasket takti. Karanlikta
A. Öymen'in evinin kapisini çaldik. (...)
        Ertesi gün V. Bilget bana, "Ben tatmin olmadim. Bunlar incir çekirdegini doldurmayan seyler" dedi. Ben de, "Biz herkesle temastayiz. En iyisi bize katilin. Çünkü bunlar bir sey yapacaklar. Daha fasist, general cuntasi olacak" diye üsteledim. Bunun üzerine, "sen oldugun için ben de giriyorum" diye kararini açikladi. î. Keskin ve S. Sagiroglu'yla da tanisti. Biz böylece Madanoglu grubuna girdik. Bir gün V. Bilget'e, "Biz sizin esas C. Gürkan'larin grubuna girmenizi istiyoruz" dedim.
        Böylece C. Gürkan'larin ilk toplantisinda V. Bilget'i bir kisilik bir askeri grubun basi olarak katmayi basardik. O arada Madanoglu grubu içindeki Yilmaz Akkiliç'la biz gayet iyi anlasiyoruz.
        V. Bilget o grupta çok itibar görünce biz ikinci asamaya geçtik. Içimizden birini gruba sokmasini istedik. S. Sagiroglu ile I. Keskin, "Erol gitsin" dediler. (...)
        Ayrinti vermek gerekirse Kabibay, N. Esin, I. Solmazer, onlarin Istanbul'daki beyni T. Turhan'la hep temastaydim. Onlarin sivil kesimi Avukat Fakih Özfakih (CHP Konya Senatörü ya da Milletvekili sg), Hakim Albay Emin Deger, onlara yakin Avukat Dogan Tanyer var. Bunlar görünen üst takim.
ANAYASA HAZIRLIGI,
I. SUNGURBEY, A. KIRISOGLU, I. ALBAYRAK,
MIT, ORDUDAN TART...
  
        Havacilar çok güçlüydü. Aydin Kirisoglu amiral olunca havacilarin söylemleri degisti. Basta C. Gürkan'in liderligini kabul ederlerken ilk kez Muhsin Batur'un da isin basma geçmeyi kabul ettigini ifade eder oldular. (...)
        O arada anayasa taslaklari hazirlaniyordu. Anayasa taslaklarini Madanoglu gurubu içinde hazirlamakla görevli Cemal Resit Eyüboglu'ydu. O, taslaklari hazirladi. D. Avaoglu gözden geçirdigini söylüyordu. 1. Soysal da ayni ifadeleri kullaniyordu. Ama D. Avcioglu'nun söylemine göre bu taslaklarin hazirlanmasinda M. Soysal, B. Savci, hatta îsmet Sungurbey'den yararlanmislardi. Hatta t. Selçuk'la da temastaydilar. Bu taslak çalismasi bana verildi. Bu çalismayi bitirebilmek için C.R. Eyüboglu'nun An-kara'daki dairesinde her aksam bulusuyorduk. Anayasa taslagi, Devrim Partisi'nin tüzügü, devrim mahkemeleri, Hakimler ve Savcilar Yüksek Kurulu'nun lagvedilmesi, Bakanlar Kurulu'nun çalisma biçimini ele aliyorduk (Sayin Bilbilik, Bakanlar Kurulu üyelerinden söz etmeyi "unutuyor" sg).
Öbür yanda C. Gürkan önderliginde karaci, havaci, denizci grubun birlikte yaptigi çalismalar vardi. Bunun koordinatörü Ilyas Albayrak'ti. O, çalismalari buna veriyordu. Ben, onlara bizim çalismalari aktarmaya çalisiyordum. Ama bu mümkün olmadi. Orasi sirf asker, burasi ise sivil ve asker ittifakiydi.
     - Peki bu gruplar bu çalismalari yaparken MÎT nerede duruyordu? Hiç karismiyor muydu?
      - MÎT'in bizi izledigini biliyorduk. MÎT'te O.Köksal'in adami olan bir albay vardi. Koksal, bana onun adini hiç söylemedi. Ben çok hareketli oldugum için MiT'in beni izlemesi dogaldi .O albayin önlemesiyle ben bir süre örtülendirildim, rahat çalistim.
        Bir de ben, her gün D. Avcioglu'yla bulusuyordum. Telefonla konusurken hep kod adi kullanirdik. Onun bir kirmizi Anadol'u vardi. Hep aksam karanliginda bulusuyor, konusmalarimizi da arabada yapiyorduk. V. Bilget' le birlikte olusum nedeniyle Deniz Kuvvetleri Karargahi'nda da izleniyorduk. (...)
Çesitli araliklarla benim üç kere tayinim çikti. Celal Eyiceoglu da benim tayinimi çikardi. Ama üç seferinde de beni Ankara'dan ayiramadi. Yani, benim tayinlerim durduruldu. Bunun nedeni, tabii senatör olan Madanoglu ve Köksal'in (Kontenjan Senatörü olacak. Çünkü ikisi de degisik tarihlerde Milli Birlik Grubu'ndan (MBG) istifa etmisler ve Cumhurbaskani, yanilmiyorsam C. Sunay tarafindan, Kontenjan Senatörlügü'ne atanmislardi, sg) bizzat komutanliga gelerek durdurma talebinde bulunmalaridir. MÎT baglantisini da söyle anlatmak istiyorum. 16 Mart 1971 günü Deniz Kuvvetleri Kurmay Baskani Koramiral Hilmi Firat odama geldi. "Ordudan tardedildin. Bir saat içinde Deniz Kuvvetleri Komutanligi'ni terk edeceksin. Hemen askeri uçaga binecek ve Iskenderun'a gideceksin. Bu, C. Eyiceoglu'nun emridir" dedi. Ben reddettim, bunun üzerine C. Eyiceoglu beni odasina çagirtti, "surada en az bes-alti göz dolusu senin ve V. Bilget hakkinda MIT raporu var. Üç kere tayinini çikardim, olmadi. Sen bu isten vazgeçtigini söyle. Seni bunlarin hepsinden sileyim. Istersen bir yurtdisi göreve göndereyim. Ben ölene kadar garanti veriyorum. Sana hiç kimse el süremez. Yeter ki, "Ben bu Isten vazgeçtim" de dedi.
        Ben, "Pasam, bunu söyleyemem" deyince de kizdi. "Bindirin uçaga gitsin" diye köpürdü. Ben eve bile ugra-yamadan Adana Havaalaninda kendimi buldum. Orada beni Amiral Bülent Tarcan karsiladi. 12 Mayis'ta da ordudan atildim.
    
E DOGU, C. SUNAY, M. TAGMAÇ, S.DEMIREL VE SOL'UN KARSI-DEVRIM TASERONLUGU
         MIT bir sürü olayin, içinden haberdardi. Ama müthis de dengeler gözetiyordu. Tüm askeri gruplarin iktidari ele geçirmesi görünür gibiydi. O durumda MIT ya görmezlikten geliyordu ya da Basbakan'i, Cumhurbaskani'ni, Genel Kurmay Baskanini ayri ayri ya da eksik biçimde ya da ikisini tam, birini eksik bilgilendiriyordu. Bunun mimari da o zaman MÎT Baskani olan Korgeneral Fuat Dogu'dur!
        Yani Suna/in sag kolu olmasi, Sunay'in da tüm askeri gruplar içinden gelmis olmasi nedeniyle, E Dogu, MÎT Baskani kimligi yaninda Cevdet Sunay'in da bendesiydi. F. Dogu askerden yanadir, sivil iktidardan yana degildir. Askerle sivil arasinda kaldigi zaman askeri iktidar yaninda olmak zorundadir.
        Bir örnek vermek gerekirse bizim D. Avcioglu'yla konusmalarimizla ilgili haftada bir rapor düzenlendi. Bu raporlarin bir kismini gördüm. Bu raporlar Örnegin sadece C. Eyiceoglu'na verilir ya da okutulurdu. Ama V. Bilget solcu bir amiral olmasi nedeniyle bazen bu amiral, amiraller toplantisina çagirilmazdi ya da ilk konusmalar bittikten sonra çagirilirdi. Orada D. Avcioglu'nun temaslariyla ilgili MÎT raporlari okunuyordu.
        Ama ayni konu Genel Kurmay Baskani'na (Orgeneral Memduh Tagmaç) degisik bir biçimde, feci bilgilerle aktarildi. Bazen de çok yalan bilgiler köske iletildi.
        Yani 12 Mart MIT'I, F. Dogu'nun MÎT'i bir ihanet MiT'idir. Basbakan olmasina ragmen Süleyman Demirel'i bir askeri harekatin varligindan haberdar etmemek için elinden geleni yapmistir. Bu arada da bir askeri harekatin basarili olmasi için Genel Kurmay'a ya da Cumhurbaskanligi'na ve kuvvet komutanliklarina ayri an raporlar vermistir. (SG: Yazik, biz de, solun büyük kesimi, F. Dogu'nun kime taahhüt ettiyse, darbesinin taseronu olmusuz!).
ISMAIL CEM, IHSAN SABRI ÇAGLAYANGIL VE CÎA
      - îsmail Cem'in yazdigi 12 Mart kitabinda îhsan Sabri Çaglayangil'in bazi açiklamalari var. "ABD, Türkiye'nin bütün içislerini bilir. Benim de altimi oymustur" der.
ABD'nin 12 Mart taki rolü neydi?
   - ABD hem asker, hem sivil tüm gruplari önce dikkatle izledi. N. Esin- Kabibay grubuna yakin Coskun Bölükbasioglu adli bir isadami vardi. C. Bölükbasioglu'nun Ankara, Hülya Restoran'in arkasinda bir sark dairesi vardi. Bir toplanti yapilacagini ögrenince burasinin anahtarini Altan Öymen'e vermis. O toplantida D. Avcioglu, V. Bilget, C. R. Eyüboglu,, ben, bazi havacilar var.
        Ben çok deneyimli oldugum için yolun bir paraleline geçtim. ABD Büyükelçiligi mali görünen ClA'nin (ABD Merkezi Haber Alma Örgütü) beyaz, station wagon bir arabasi var. Bir kilometrelik alandaki bütün konusmalari bu arabadan gayet net alabiliyorlar. Ben içeri girdim. Disarda CIA arabasinin oldugunu söylesem is daha kötü olacak. Hiçbir sey yokmus gibi davrandim. Ama 15-20 dakika sonra kapinin zili 3 kere çaldi. Herkesin beti benzi atti. Ben "Çikalim" dedim, çiktik. Belli ki MIT, CIA'ya karsi bizi uyarmisti. Çünkü MÎT'in içinde bize yakin kisiler vardi.
A. ERÇIKAN, C. EYICEOGLU,
M. BATUR, F. GÜRLER
        Biraz önce askeri planlar yaptigimizdan da söz etmistim. Bu konuda iki önemli toplanti oldu. Ilkine Korgeneral Atif Erçikan'da geldi. Ankara'daki kritik noktalarin ele geçirilmesi planlarini yapiyoruz. O sirada Genel Kurmay Plan ve Prensipler Dairesi Baskani.
        Ben C. Gürkan'i, V. Bilget'i, Sükrü KÖseoglu'nu, hepsini büyük bir toplantida ikaz etmis, (Korgeneral A. Erçikan'i isin içine katmayin. CIA ajani gibi bir adamdir. Oportünisttir, güvenilmez. Bizi ihbar eder. 22 Subat'ta, 21 Mayis'ta ikili oynamistir. Benim bilgilerime göre babasi da Atatürk'e muhalefetten Gerede daglarina çikmis bir Atatürk düsmanidir" dedim. Bu sözler C. Gürkan'in kitabinda da var. Bunun üzerine C. Gürkan, "Biz, ona bilgileri verdik. O bizim basimiz oldu" dedi.
        O toplantida A. Erçikan'in yaninda her sey konusuldu. Ikinci toplanti, I. Albayrak'in Bahçelievler'deki evinde oldu. A. Erçikan yine var. Toplanti bittikten sonra I. Albayrak'la Tank Binbasi Y. Akkiliç, "Bunu nasil yaparsiniz" diye sordular. Sert bir tartisma geçti. Yani, MiT'in CIA'nin, Sovyet Haber Alma Örgütü'nün yanisira bir de bizim içimizden, bizleri ihbar edenler vardi,
        C. Eyiceoglu, 16 Mart günü benden bu isten vazgeçmemi isteyip de ben reddedince bana, "Aptal herifler. Bütün toplantilarinizi biliyoruz. Içinize A. Erçikan'i soktuk. Toplantilardan sonra bize, Çankaya'ya bütün bilgileri teyple getiriyordu" dedi.
        Olaylar gelisirken Muhsin Batur ve Faruk Gürler'in bizi oyaladiklari anlasilmaya basladi. Bunun altinda yatan da ikisinin de bir is yapacak güçte olmadiklarini bilmeleriydi. C. Gürkan'da o hareketi tek basina götüremeyecegini bildigi için isi A. Erçikan'a havale etti. A. Erçikan da içimize girince hareketi bitirdi. F. Gürler de bitti, çünkü Erçikan, Tagmaç'in, köskün ve C. Eyiceoglu'nun casusuydu.
        Tepede iki grup vardi. Birincisi Tagmaç, Sunay ve Eyiceoglu, yüzde yüz emperyalizme bagliydi. Ikinci grup da M. Batur ve F. Gürler. Onlar biraz daha liberaldiler. Güç dengesi emperyalizme bagli Amerikancilara geçince Batur ve Gürler ezilmekten korktular. Ikili oynadilar. Ve sonunda da bizim hareketi çökerttiler.
 9 MARTTAN 22 MARTA SIRAT: 10 MART! M. BATUR, E GÜRLER...
   -Tarih kaç o zaman?
   - Tam çökertme 1971'in Subat basinda oldu. A. Erçikan yeni Amerika'dan dönmüstü. Iste o zaman is bitti. Biz,"Bu isten çikalim" dedik. Ama seslendirince karaci, havaci, denizciler, "Sizi vururuz" dediler. Baktik, çikmakla da, kalmakla da kurtulus yok. Sonucu bilerek kaldik. (...)
        Her neyse biz çalismalarimizi sürdürdük ve 9 Mart 1971 günü saat 17.00'de isi bitirme karan aldik. Hersey hazirdi, elimizdeki güçle 10 tane ihtilal yapilabilirdi. 9 Mart günü 15:30-16:00 civarinda D. Avcioglu'yla, Istatistik Enstitüsü önünde bulustuk. Bana,'.'Ne düsünüyorsun" diye sorunca, "Mahvolacagiz" cevabini verdim. "Ben de öyle düsünüyorum" dedi.
        Deniz Kuvvetleri'ne geldim. Hava Kuvvetleri'nde 17:00'de toplanti olacak ve orada alinacak kararla harekat baslayacak. (...) 17:00'de M. Batur'un odasinda F. Gürler, M. Batur, bizim gruptan C. Gürkan. (...) toplandilar. F. Gürler, "Bu isi yapacagiz, ama hele bir yarin olsun. Yüksek Komuta Konseyi'ni toplayayim" dedi. Ama öyle bir konsey yok.
        Ama 10 Mart günü M. Batur ve F. Gürler hareketi sattilar ve Amerikana cuntaya güç verdiler. Onlarla beraber oldular, bizi ezdiler, yok ettiler, 12 Mart, 9 Mart'in üstüne gelmis ve yenmistir.
GÜRLER VE BATUR; SUNAY-TAGMAÇ-DEMIREL'I DENIZE MI ATACAKLARDI!?
  
       - Bir de Kasim 1970'te uygulamaya konulamayan bir plan oldugunu duymustum...
       - Kasim 1970'te, M. Batur'un "Karar verip uygulayin" dedigi bir hareket var. Gediz deprem evleri bitmis, bunlarin tapularini, vermek için üç uçakla Cumhurbaskani
(Cevdet Sunay), Genel Kurmay" Baskani (Memduh Tagmaç), Basbakan (Süleyman Demirel), kuvvet komutanlar ve bakanlar oraya gidecek. Batur, "Bunlari uçaklardan Marmara'ya atacagiz" diyor!
Bu haberi bana telefonla Kurmay Albay i. Albayrak verdi. M. Batur ve F. Gürler kendilerini kurtaracak donanimla uçaga binecekler. Öbürleri denizin dibini boylayacak. Biraz sonra Albayrak telefon etti. "Erol, ihbar edilmisiz" dedi. Bir havaci kurmay albay, Amerikan büyükelçisine bu konuda bilgi vermis, meger. Ama bu albayin kimligini, çok ugrasmamiza ragmen tesbit edemedik. (Nasil edeceksiniz, herhalde hepsi Batur'un yada onunla Gürler'in baska bir oyalama taktigi. Demek kendilerini size böyle palavralarla kabul ettirmisler. Batur'un Muhtira'larini unuttuk mu? Az çok, milletçe inanmistik. SG)
    
            MARTIN KABIBAY-SOLMAZER IKILISI VE N. ESIN-T. TURHAN'LA: DÖRTLÜSÜ MÜ?
       
        Bu askerleri gruplar içinde çok ilginç kisiler oldugu söyleniyor. Bunlar kimlerdir?
       - Bence en ilginci Orhan Kabibay'dir. 1960 ihtilalinden sonra Istanbul Sanayi Odasi Baskani Osman Nuri Köni'nin kiziyla evlendi. Ve Milli Birlik Komitesi içindeki bazi çok gizli bilgileri, çok yüksek derecede mason olan Köni'nin ISO'ya verdigi kuvvetle söylenir.
        Kabibay; N. Esin, I. Solmazer, T. Turhan grubu içinde "bas" kabul edilen kisidir. 13 Kasim Cuntasi'ndan olup yurtdisina gittikten sonra dönünce (Ismet) Inönü'nün CHP'sinde milletvekilligi (SG: Kontenjandan) yaparak CHP içinde cuntalar kurmustur. Buna Turhan Feyzioglu'nu, Ekrem Paksüt, Sezai Orkunt'u da katmistir. Solmazer'i müthis kullanmistir. Fakat Solmazer de en az Kabibay kadar bilmecedir (Evet Abdi Ipekçi ve Ö. Sami Çosar'in hazirladiklari "Ihtilalin Içyüzü" adli kitapta da belirtildigi gibi, MBK'ya da kendisini emrivaki ile aldirmistir! SG). 1973 Haziran'inda bizler Erenköy'deki köske kontrgerilla tarafindan alinmamiza, Kabibay'in fevkalade bilgilere sahip olmasina ragmen Kabibay, ifadesi alinmadan saliverilmistir.
DENIZ'LERE, SARP'LARA "MISIR PATLATIR GIBI
BOMBA PATLATTIRANLAR" ONLARIN HANGISINI
YASATIR YA DA KORUR?...
        Her isin içinde, her olayin yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey gelmemistir. Bir gün Kabibay'in evinde toplandik. Hidayet Ilgar, T. Turhan, Irfan Solmazer ve daha birçok kisi vardi. Bir aralik î. Solmazer bana, "Erol, sen denizcileri ihmal etmissin" dedi.
"Kimi ihmal etmisim" diye sordugumda, "Sarp Kuray'i, Deniz Gezmis'i ihmal etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da, Ankara'da onlara misir patlatir gibi bomba patlattiriyorum" dedi!
        Ben .sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'in da yüz ifadesinde çok sasirdigini anladim. "Baska ne yapiyorsunuz" diye sordum. Yaniti su oldu: "Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i filan oturtuyorum. Demokratik bir tartismayla eylem karan aliyoruz. Amerikan Büyükelçiligi'nin ön kapisinin kursunla taranmasina demokratik olarak karar veriyoruz. Bu demokratik tartismada ben lider oluyorum, emri ben veriyorum. "Deniz Gezmis, ABD Büyükelçiligi'ni tara ve yok ol" diyorum. Sarp Kuray'a, "Git surayi bombala" emrini veriyorum".
BU ISLERDEN KABÎBAY'ÎN MUTLAK BILGISI
VARDI. K. EVREN CUNTASINA DA YARDIMCI
OLDU. D. GEZMIS'I, S. KURAY'I M. ÇAYAN'I, E.
KÜRKÇÜ'YÜ VE HERKESI KULLANDILAR!..
        Bu islerden Kabibay'in mutlak bilgisi vardi. Dolayisiyla Deniz Gezmis'i, Sarp Kuray'i, herkesi kullandilar. Irfan Solmazer, 12 Mart'a 24 saat kala Almanya'da uçuruldu, orada kaldi, milyarder isadami olarak geri döndü. TIR filolari sahibi oldu, kilma dokunulmadi. Bugün büyük is adami olarak Mersin'de yasiyor.
        Size daha garip birsey anlatayim. Orhan Kabibay, Kenan Evren, danisma meclisini olusturacagi zaman en az 30 meclis üyesi adim Kabibay'dan istemistir. Kabibay da bu isi eski CHP milletvekili Sükrü Koç'a havale etmistir. Kabibay, Koç'un hazirladigi listeyi Evren'e sunmustur. Yillarca CHP milletvekilligi yapmis olan Sükrü Koç da eski MÎT'çidir.
        Bunlari anlatmaktaki amacim su: saniyorum artik Türkiye'de böyle hareketler olmayacaktir. Ama sadece askerler arasinda degil, sivil toplum örgütleri içinde de bu tür hain ve oportünist kisilerle herkes karsilasabilir.
Bunlar, bir anlamda Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Ertugrul Kürkçü ve digerlerini kullanmislardir"
IV.
TÜRKIYE'DE SOSYALIZM VE DEVRIMCILIK 22 MARTTA BÜYÜK BIR DARBE YEMISTIR. YOLA SAGLIKLI OLARAK DEVAM EDEBILMEK IÇIN BU DÖNEM DAHA IYI BILINMELI VE GEREKEN ÖZELESTIRI YAPILMALIDIR
        12 Mart dönemi, üzerinden 30 küsur yil geçtigi halde hala hiç de iyi aydinlatilmis degildir. Yineliyoruz: bu dönem sanildigi gibi aydinlanmis degildir. Hala o dönemin geregince aydinlanmasini istemeyenler var. Bunlar hem de çokça degerli arkadaslarimizin arasinda bulunuyorlar. Çoklarinin degerli hizmetleri de var. Ama kimse yanilmis olmaktan, cinden seytandan korkar gibi korkmamali, geçmis kimi yanilgilari gençligimize dogrular diye sunma-mali, aksine elden geldigince herkes yanlisini kabul ettiginin de yigitligini, gösterebilmelidir. Kendi payimiza biz bunu gerektigince yapmaya çalismaktayiz. Yapmaya her zaman için haziriz.
        Bu serinin 1. yazisi olarak daha önce DEV-GÜÇ'ü anlattik. Eksigimiz olabilir, tamamlanmalidir. Ama karanlik olan konularda halen hayatta olanlar içinde hem de adlarim vererek soru yönelttiklerimizin hiçbiri tek sözcük söylemediler. Bu tutum ya son derece kötü örnek olmaktir ya da hem ortada çalimla dolasip gezmek hem de "Ben yokum!" beni görmeyin, beni lütfen kendi yaptigimi sürdürmeme birakin, demek, en azindan basini kuma gömmektir ki, birinci siktan hiçte daha iyi bir durum degildir.
        Bu yazinin bir "Ön Arastirma" oldugunu daha bastan belirttik. Burada açikladigimiz ve biraraya getirdigimiz gerçekler ve görüsler üzerinde kendi basimiza yargilara yürümekten kaçindigimiz anlasilmis olmalidir. Böyle bir tutum bilimsel bakimdan, bunca yildan sonra bile olsa, acelecilikten kaçinmak kadar özellikle sol kamuoyumuzun, büyük ölçüde hala gerçekçi olamayisi ile de ilgilidir.
        Ancak görülüyor ki, bu yöndeki kimi aci deneyimlerimizi ve gözlemlerimizi aktarmada hiç de yalniz degiliz. Burada, halen tanismis olmadigim Sarp Kuray arkadas ile dostlugundan mutluluk duydugum Erol Bilbilik arkadasimin az çok kimi farkli yön ve açilardan da olsa son derece degerli açiklamalarini kendiminkilerle birlikte sundum. Belli bir konu bakimindan da olsa Sayin Hasan Basri Akgiray'in da toplu özelestirimize önemli katkida bulundugunu görüyoruz.
        Ortaya çikanlar üzerinde yargida bulunmayi ne kadar geriye biraksak da, bu tutum bile, kimi yeni sorular sormamiz zorunlulugunu erteleyemez. îlkin, Sarp Kuray arkadasin, 1993 yilinda Türkiye'ye dönüs kararini uygulamaya giristigi zamana iliskin kuskusuz hakli nedenlerden ötürü birçok karanlik yönler içeren oldukça kapsamli ve degerli açiklamasina, bunca yildan sonra olsun gereken açikligi getirmesini istemeye herhalde hakkimiz vardir. Kendisinin, Erol Bilbilik arkadasimin açiklamalari karsisinda da en azindan adinin geçtigi yerler bakimindan ve ayrica bu açiklamanin tümü yönünden söyleyecekleri oldugundan kusku duymuyoruz.
Erol Bey'in açiklamasinda özellikle Deniz'ler, Sarp Kuray, Mahir'ler, hemen tüm 68'liler bakimindan çok çarpici olan, Milli Birlik Komitesi (MBK) üyelerinden ve 27 Mayis'in yapildigi 1960 yilinin 13 Kasimi'nda MBK'dan çikarilan 14'lerden olan Orhan Kabibay'in evinde, kendisi ile ayni durumda olan Irfan Solmazer'in söyledikleri, herhalde konumuzun can damaridir. Bu sözler üzerinde ne kadar durulsa azdir.
Bu sözlerin sarfedilisi, orada bulunanlardan Talat Turhan'in bu sözlere tepkisi bakimindan ayri bir önem tasimaktadir. E. Bilbilik, "Ben sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'inda da yüz Ifadesinden çok sasirdigini anladim" diyor! Simdi düsünüyoruz: Bu konusma karsisinda hiç degilse "yüz ifadesi" ile herhalde oradaki herkese ve bu yazi ile söz alip taniklik eden Erol Bey'e, kendisinin de "sasirdigini" "anlatan" ve hemen tüm devrimci kesimde de rahmetli Dündar Seyhan'in çok önceden çizdigi, "essiz insan, vb." portresi ile taninan Talat Bey, bu tarihten sonra Solmazer'e karsi acaba nasil bir tavir takinmistir? Kendi payima, 12 Mart öncesinden, 2000 yili 27 Mayis'ina kadar Talat Bey ile belli bir dostlugu sürdürmüs olarak, 1996'da yayinlanan bu yazidan, Solmazer'in bu konusmasini ögrendikten sonra, kendisi ile dostluklarini bildigim Talat Bey bakimindan tedirgin oldugumu söylemem herhalde dogaldir.
        Çünkü kendisinin her yaz Güney'e gidip bu iki eski arkadasina konuk oldugunu yine kendisinin, çok kisa deginmelerle de olsa açiklamalarindan biliyordum. Ama bu yazidan sonra, bu durumun devam edip etmedigini, dogrusu, en azindan kendi açimdan, merak ediyordum. Ama sanki bir suç isleyecekmis gibi, konuyu açip soramiyordum. Nihayet, 1998 yili basinda, degerli 22 Subatçi Selçuk Atakan'i topraga verdigimiz gün, rahmetlinin damadi. Av. Çelik (Ahmet Çelik) Bey'in arabasinda üç kisi bir arada yolda oldugumuz sirada kendisine, bu açiklama karsisinda hem Solmazer, hem de Kabibay için ne düsündügünü sordum.
Talat Bey, tek cümleyle, "Cevaplayamadiklarina göre altinda kaldilar" demisti ve benim de "ayni kanidayim" dememden sonra konu hemen degismisti. Ama yukarda-ki küçük analizden bile, konunun bu kadarla kapanamayacagi görülmektedir. Ben yayin olanagim olmadikça bu gibi konulari, kiyida kösede dedikodu yapar durumda kalmamak tutumumla, daima ele almaktan bile kaçinmam. Ama simdi Nezih Gençler'in genel yayin yönetmeni oldugu Kuvayi Milliye Dergisi ve genç kadrosunun yardimlariyla kamuoyuna da, internete de ulasabiliyor ve bu olanaga dayanarak soruyorum:
      - Solmazer'in bu sözleri üzerine, orada ve sonradan Sayin Talat Turhan'in tutumu ne olmustur? Daha önemlisi, bunca yayini olan bir insan olarak, bu konuda herhangi bir açiklama yapmis midir? Simdi de, bu yazimiz üzerine, gerek 1. bölümde belirttigimiz konularda, gerekse Sayin E. Bilbilik'in aktardigi konuda açiklama yapmasini beklemekteyiz.
ÖZET
  
        Açiklamalarimiza göre diger baslica sorularimiz da bir kez daha özetlemek istiyoruz. Ancak, önce su belirtmeyi yapalim.
       "Deniz'lere, tüm 68'liler kusagina ve ülkeye kiyan" asil evrensel sistem bilinmektedir. Onun, emperyalizm ve isbirlikçileri oldugunu, açiklamalarindan alintilar yaptigimiz Sarp Kuray da, Erol Bilbilik de, arastirmamizda Önemli bir yer tutan Talat Turhan da eserlerinde belirtmektedirler.
Burada konumuz, bu zaten bilinen ve oldukça islenen kesim degil, 12 Mart Cöngeli ortaminin bugün de varligini sürdürmesinde baslica yani olusturanlarin, oldukça gecikmis olarak ve hemen hemen ilk kez açik seçik saptanmasi, bu saptamaya bir giristir. Kisaca, burada konu; Sosyalistleriyle, Kemalistleriyle bir "Güçbirligi"nin; daha çok Sosyalistlere en yakin duran Kemalist'ler bakimindan özelestirisidir.
        Örnek vermek gerekirse, bizim burada yaptigimizin bir benzerini, çok daha öncesinden, Kemalist'lerden, Örnegin Talat Turhan'da, General Celil Gürkan'da; Muhsin Batur'a, Faruk Gürler'e karsi sadece kendi aralarinda olmak üzere, kamuoyu önünde yapmislardir. Simdi özetimize geçiyoruz.
        1. Talat Turhan, belirttigimiz gibi imza kampanyasina destek saglamak için, 14'ler'den Numan Esin'in Avrupa'da çaba gösterecegini söylemis, rahmetli Onat Kutlar ise, böyle bir çabanin gösterilmedigini belirtmistir. Bu konuyu açiklarken, Sayin Esin'in konuya bir açiklik getirebilecegini de ummaktayiz.
        2. Yazar Turhan Feyizoglu'nun da öncelikle Deniz'in Devrimci yada isyanci oldugu konusuna açiklik getirmesini bekliyoruz. Kuskusuz, Sayin Feyizoglu'nun degindigimiz diger noktalara da açiklik getirmesini bekliyoruz...
        3. Talat Turhan'la Osman Deniz'in, 12 Mart taki tutuklanmalarinda hapisteyken aralarinin açildigini Talat Turhan'dan ve kendileri ile tutuklanan daha baskalarindan epey isittik. Ama isin aslinin ne oldugunu pek anlayamadik. Sayin Turhan, 1986 yilinda yayinlanan "Bomba Davasi Savunma" adli eserinin 2. kitabinda, 237. sayfada,"Kontr Gerilla, Askeri Savcilik ifadelerini, tutuklama
Mahkemesi ve Sorgusunda dogrulayan tek kisi Osman Deniz' dir" diyerek bir dipnot koymakta, ancak dipnotta da,"Bu kisinin ifadeleri ve sorgusu savunmanin 3-5 klasörlerinde ayrintilariyla elestirilmistir" demekle yetinmektedir.
2001 yilinda yayinlanan "27 Mayis 1960'tan 28 Subat 1997'ye..." adli kitabina ise, "22 Subat (Em. Kur. Yb. Osman Deniz, Em. Kur. Yb. Talat Turhan)" baslikli, 24 Subat 1969'da Aksam gazetesinde yayinlanmis bir yaziyi hiçbir açiklama yapmaksizin almaktadir.40 Bu konunun açiklanmasinin da velut yazar Talat Turhan ve sonra da "elestirilen" Osman Deniz'in görevleri oldugunu düsünüyoruz.
        4. Talat Turhan, yazdiklarimizdan, H.B. Akgiray'in evindeki toplantiya katildigini, umariz ki artik -bu yardimlarimizla- animsamaktadir. Eger öyleyse, görüs ve konuya katkisini; bellegi hala yardim etmiyorsa; bunu açiklamasini beklemekteyiz.
        5. Benim de eski avukatim olan Nizamettin Ütündag arkadasim, herhalde güdük bir doyum olarak kalan ikinci imza kampanyasi ve ona yazdigi söylenen metin üzerine acaba ne demektedir? Kendisinin ve diger ilgililerin açiklamasini ben ve Kuvayi Milliye bekliyoruz.
        6. Av. Halit Çelenk, Kuvayi Milliye'nin 4/2000 (Temmuz-Agustos) 23. sayisinda Av. Muvaffak Serefin de anisina saygi ile Deniz'ler davasi ile ilgili olarak sordugumuz soruya, bunca zamandan sonra olsun yanit vermeyecekmidir? (Önemli bir açiklama: Bazi dostlar, benim de saydigim Halit Agabey'i sikistirmamami söyleyip duruyorlar. Ben onlara, darilmasinlar ama, bizim yaptigimiz salt"kendimizi ve halki aldatmak midir?" demek istiyorum. Artik bir seyler yapabilecegimizden hiç mi ümidimiz kalmamistir da, olaylari gerçekleri, -ve ne hakla- hatir gönüle kurban etmeyi yegleyelim? Bir konuda dogru yapilmissa, bunu neden konusmayalim? Yanlis yapilmissa, bundan neden ders almayalim ve özellikle gençlik neden dersalmasin? Bunlari görüsmeye yüregimiz yetmiyor mu? 12Marf ta bir savas verilis ve kaybedilmistir. Bu savasin neden kaybedildigini, yigitçe arastirabilmeliyiz ve gelecek kusaklara elden geldigince iyi anlatmaliyiz. Bu hepimizin boynunun borcudur. Ne dersiniz, yaniliyor muyum, yada ben bu kadar aykiri bir Dinozor muyum?..
        7. Sayin Abdullah Yilmaz, Denizler’in, asilarak susturulduklari gibi son derece önemli bir sav (iddia) ileri sürmektedir. Bu sav, S.Kuray ve E. Bilbilik'in açiklamalari ile daha da güçlenmektedir. O. Kabibay, I. Solmazer, N. Esin ve T. Turhan grubu, ilk yanit vermesi gerekenlerdendir saniyorum. Gruptan, derece derece ayrilan N. Esin ve T. Turhan'in daha önce yanit verebileceklerini umuyoruz.
        8. T. Turhan, Sayin H. B. Akgiray’in polis oldugu konusundaki suçlamasini geri aldigini açiklamasinin kendisi için bir görev oldugunu hala düsünmekte midir? Erdemine erdem katacak bu davranis, kendisi için oldugu gibi, herhalde tüm ilerici kanat için de çok yararli olacaktir.
        9. Sayin H.B. Akgiray'in, evindeki toplanti üzerine animsadiklarimiza katacagi ya da ondan çikaracagi yanlar var midir?
        10. Sayin N. Esin, Dr. H. Kivilcimlinin TBMM ziyaretini simdi biraz daha iyi animsayabilmekte midir?
        11. Yine Sayin Esin, S. Kuray'in; Solmazer, Kabibay ve kendisi ile ilgili açiklamalari için ne demektedir?
        12. I. Solmazer, E. Bilbilik'in kendisiyle ilgili açiklamalarina hala doyurucu bir yanit vermeyecek midir acaba?
        13. Yazar Hasan Cemal, Milletvekili Uluç Gürkan, S. Kuray’in kendileri ile ilgili açiklamalarina bir yanit vermis midirler, bilmiyoruz?..
        14. Sayin Altan Öymen, 12 Mart'in "içinde midir, disinda mi" acaba?..
        15. O. Kabibay, 1. Solmazer, N. Esin ve T. Turhan, 4'lügruplan konusuna açiklik getirmek istemezler mi? Bu konuyu ayri ayri, topluca ya da biri olsun aydinlatirsa seviniriz.
        16. Irfan Solmazer; Erol Bilbilik'in açiklamasina göre,Deniz'leri kullandigim itiraf etmis görünüyor. Bu konuyu nasil açiklamaktadir?
        17. "68'liler Vakfi"nin bize göre en basta gelen görevi,12 Mart i iyi anlamak, aydinlatmak ve tüm toplumu,gençligi ve gelecegi ilgilendiren bazi sonuçlara vararak bunu kamuoyuna açiklamak olmalidir. Buradaki "Ön arastirma"mizin kendilerini çok ilgilendirecegini, hatta onu her seyden önce kimsenin karsi çikamayacagi bilgiler haline getirmek için çalisacaklarini umuyor, bunu kendi lerinden saygilarimizla bekliyoruz.
        18. Son olarak su noktayi belirtmek istiyoruz: Sayin Talat Turhan, "Bomba Davasi Savunma" adli kitabinin gördügümüz birinci ve ikinci ciltlerinin bir yanina; Gürler Batur-Kayacan, bir yanina da; Sunay-Tagmaç-Türün adlarini yaziyor. Birinci ciltte orta yere de kendi resmini koyu-
yor. Bu kompozisyon, konuyu salt kendisi bakimindan anlattiginda kuskusuz uygun olabilir. Ama olay, bütünü içinde ve daha eksiksiz bir yargiya varmak üzere incelenecek olursa, kendi resminin yerine ya da üçerli her iki grup adin soluna; Gezmis-Aslan-Inan adlarinin yazilmasi gerekmez mi ve bu tablo en azindan konunun daha gerçekçi olarak kavranmasini saglamaz mi?..
Adi anilan-anilmayan tüm ilgililerden yanit bekledigimiz gibi, tüm halkimiz ve gençligimizin bu yakici konudaki bilgisine küçük bir katkida bulanabilmissek ve konuya gerçek bir ilginin dogdugunu görebilirsek mutlu olacagimizi belirtmek isteriz.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
“DENIZ’LERE, SARP'LARA "MISIR PATLATIR GIBI BOMBA PATLATTIRANLAR" ONLARIN HANGISINI YASATIR YA DA KORUR ?
Her isin içinde, her olayin yaninda olmasina ragmen basina hiçbir sey gelmemistir. Bir gün Kabibay'in evinde toplandik. Hidayet Ilgar, T. Turhan, Irfan Solmazer ve daha birçok kisi vardi. Bir aralik I. Solmazer bana, 'Erol, sen denizcileri ihmal etmissin' dedi
'Kimi ihmal etmisim' diye sordugumda, 'Sarp Kuray'i, Deniz Gezmis'i ihmal etmissin. Hiç temas kurmamissin. Ama ben Istanbul'da, Ankara'da onlara misir patlatir gibi bomba patlattiriyorum' dedi!
Ben sasirdim. Yanimizdaki Talat Turhan'in da yüz ifadesinden çok sasirdigini anladim. Baska ne yapiyorsunuz diye sordum. Yaniti su oldu: 'Deniz Gezmisi, Sarp Kurayi filan oturtuyorum. Demokratik bir tartismayla eylem karari aliyoruz. Amerikan Büyükelçiliginin ön kapisinin kursunla taranmasina demokratik olarak karar veriyoruz. Bu demokratik tartismada ben lider oluyorum, emri ben veriyorum.' Deniz Gezmis, ABD Büyükelçiligini tara ve yok ol' diyorum. Sarp Kuraya, Git surayi bombala' emrini veriyorum. “
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
DIPNOTLAR
1. M. Fahri, Amerikan Harp Doktrinleri, Yön. Yan. sf.298
2. U. Mumcu, Papa, M. Agca, sf.234-235, Ankara, 19%
3. Hulusi Turgut, Sahinlerin Dansi, ABC Yayinlan.
4. James, Spain, My Memories in Ambassadurs in Ankara, Rand Çarp, 1984, Washington
5. Tempo, Subat 1989
6. 1. Akdere, Z. Karadeniz, s. 293
7. PDA Dergisi, Ocak 1970
8. FKFDevGençTarihi,s.l58.
9. FKF Dev Genç Tarihi, s. 160.
10. T.U.K.P. Dosyasi, s.103-121.
11. Aydinlik Dergisi'nin Devrimci Harekefe Yönelttigi iftiralara Cevaplar, s.29-30.
12. Halk Düsmanlarini Taniyalim, s.105.
13. Mahir Cayan, Teorik Yazilar, s. 210-215.
14. Akit Gazetesi, 17 Mart 1998.
15. Zaman Gazetesi, 2 Nisan 1988.
16. Emek, 28 Mart 1998.
17. Mehmet Eymür, Analiz, s. 130.
18. TBMM, Tutanak Müdürlügü, Birlesim: Susurluk, 2 Haziran 1997.
19. Gündem, 13 Ekim 1991.
20. Nokta Dergisi, 10 Kasim 1991.
21.      Yeni Yüzyil Gazetesi, 24 Temmuz 1997.
22. TBMM, Tutanak Müdürlügü, Birlesim: Susurluk, 26 Aralik 19%.
23. 2000'e Dogru'nun Yayinlan ve Gerçekler, s. 31.
24. Aydinlik, 16 Temmuz 1999.
25. Aydinlik, 6 Agustos 1994.
26. Öncü, 21 Temmuz 1997.
27. 2000'e Dogru Dergisi, 26 Mayis 1991.
28. Faik Bulut, Filistin Rüyasi, Öteki Yayinlan, s. 74.
29. a.g.e., s. 82.
30. a.g.e., s. 96.
31. Yeni Yüzyil Gazetesi, 3 Mart 1991, s. 8.
32. Gülay Firat, Hürriyet Gazetesi.
33. Emin Çölasan, Hürriyet Gazetesi.
34. Cumhuriyet Gazetesi, 2 Agustos 2000.
35. Atilla Ilhan, Batinin Deli Gömlegi, s. 300.
36. Atilla Ilhan, 21 Agustos 1977.
37. Mine G. Saulnier, Sarp Kuray Anlatiyor, Milliyet, 29-30 Kasim/1-2 Aralik 1993.
38. Erot BilbilIk, Leyla Tavsanoglu ile Söylesi, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Mart 1996.
39. Talat Turhan, Bomba Davasi Savunma 2, Iskence, Istanbul, 1986.
40. Talat Turhan, 27 Mayisl960'tan 28 Subat 1997'ye... Devrimci Bir Kurmay Subayin Etkinlikleri, 1. Kitap, Sorun Yay., 2. bsk. 2001, Istanbul.
KAYNAKÇA
1. Iktidar ve Sol, Reha Çamuroglu, Yann, Haziran 2002, s. 5.
2. ABD'den Saklimiz Gizlimiz mi Var? Milli Istihbarati Millilestirmek Gerekiyor mu? Gerçek Hayat Dergisi.
3. Ergenekon, Analiz, Yeniden Yapilanma Projesi, Mehmet Eymur www. atin.org.
4. Tahkikat Hakimi Kazim Alöç "Ifsa ediyorum! Beni Vali Bey Tahliye Etti", Yeni Gazete, 15.05.67, Sayi:867
5. Gerçeklerin Bir Gün Ortaya Çikmak Gibi, Kötü Huyu Vardir, Yeni Gazete; 13 Mayis 1967, sayi:865
6. Devletlu Sol'da Vedat,Nedim Tör, Nazim Hikmet in Siirinde Gizli Tarih, Emin Karaca, Çinar yayinlan, 1992
7. Sefik Hüsnü Degmer ve Hikmet Kivilcimli, Çetin Savas, I. Bilen, Konuk Yay., Kasim 1975, sf. 25-31
8. Eski Tüfek Sosyalistlerin Derin Muhabbetlerdeki Adi: Zeki Bastimar, Eski Tüfek Sosyalistler, Bir Kusagin Son Temsilcileri, Atilla Akar, 1989, Iletisim Yay.
9. Mutlulugun Resmini Yapamazdi AbidIn, Çünkü "Devletin"ve "Ingiltere'nin" Yakin Dostuydu, Kalasnikof a Güzelleme,Emin Karaca
10. Aziz Nesin'e ilginç Devlet Destegi, Yalçin Küçük, "Kurtulus Yazisi"
11.      Üç Sosyalistin 27 Mayis Kritigi, Yann, 5.12.2002 Abdullah Muratoglu
12. Sato'da Beyni Yikanan Türkler Kimler? CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonlari, Ömer Özkaya, s. 411-414.
13. Celil Gürkan Ekibi Içinde Yer Alan Emekli Deniz Binbasi Erol Bilbilik "12 Mart Muhtirasi"ni Degerlendirdigi Röportajin Içeriginde "Derin Devlet" Okumasi, Cumhuriyet 10 Mart 19%.
14. Mahir Bir Kaynak, Ugur Mumcu, Büyüklerimiz, sf. 141-147, Tekin Yayinlan, 28. Basim, 19%
15.      Ben Bir Ajandim, Mahir Kaynak Açikliyor, 5 Yeni Safak, 21 Ocak 2001.
16.      Mit'çi Artist Yilmaz Mi?, 24.01.2001, Milliyet
17. Muzaffer Köklü Ne Oldu? Hikmet Çetinkaya, Sanali Yillar,Tekin Yayinlan, 1986.
18. Mehmet Eymür, www.atin.org.
19. Hapishanedeki Yardimcilar, Su 68 Kusagi, Yüksel Bastunç
20. DHKPC'yi Bir Dis Istihbarat Bilimi Bilgilendiriyor, Zaman Gazetesi, Aydogan Vatandas, 26 Temmuz 2001.
21. Sisli'deki Canli Bomba MÎT Elemani Çikti, Aydinlik, 7 Ocak 2001 Sayi: 4/713
22. Provokatif Bir Örgüt, THKP/C Üçüncü Yol, Yalçin Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, Üçüncü Cilt s. 402-403, Tekin Yayinlan.
23. Ferhat Baris, Zaman Gazetesi, 4 Temmuz 1999.
24. Inönü-MÎT Iliskisini Fehmi Isiklar Sagliyordu, 27 Agustos'ta Elçin'in Bürosu'nda, A. özal Temkinli Olmamizi Istedi, Isiklar Vuralhan'la Sik Sik Görüsürdü, Istanbul Dedeman Oteli'nde, 2000'e Dogru, 13.10.1991,
25. Gerillaciliktan MITe, MIT'ten Pentagon'a Suçlamalarinda Bir Portre: Cengiz Çandar..., Derin Devlet Mirasini Solda Adreslemek, Yüzyil Der., Sayi:4, Yil 2/3 Mrt 1991, s.8
26. Tessa Hoffman'in Iliskisi Oral Çalislar-Taner Akçam, 2000'e Dogru
27. IP'den ÖDP'ye Saldin; Uras MIT Ajani, Ufuk Uras Mit Ajanidir, Aydinlik 24.11.19%, Sayi:492, sf. 19
28. Milli Istihbarat Teskilati Raporcusu Irfan Tastemur ve ÖDP, Gladionun Sol Ayagi; Prokovatif Sol-Aslan Kiliç Teori Temmuz 1997, s. 90- s.29-31, irfan Tas Tastemur-Aydinlik, 8 Aralik 19%, s.492. Ayip Denen Bir Sey Var. Ekspres 6 Agustos.
29. Bedii Faik'ten, Atilla ilhan'a Büyük Suçlama: "Komünistlerin Dosyasini Polise Satti", Haber Türk Com., 17 Mayis 2001.
30. Atilla Ilhan'a ve Seyfullah Isik Evladima Dair, 27 Mayis 2001, Zaman Gazetesi.
31. Medyanin Sol Uzuvlari Liberallesirken, Omurgayi Çakmak, AH Mert, Gelenek Yay., sf. 153-159
32. Cumhuriyetin Zirvesinde Ingiliz Istihbarat Faaliyeti, Dönekler Kulübü Cumhuriyetin Zirvesinde ingiliz istihbarat Faaliyeti, 2000'e Dogru, 13.10.1991
33. MIT-Basin-MIT Baskisi Kedi Pisligini Örter Mi?, Y. Küçük, Kurtulus Yazisi, sf. 104-108
34. MiT'le Çalisti, Vakit Gzt, 11.11.2002
35. Dokuzuncu Fitik: Bas Bas Paralan Çapan'a, Omurgayi Çakmak, Ali Mert, Gelenek Yay., s. 190-192
36. Derin Devlet Paradoksu ve özgürük, Derin Devlet ve Muhalefet Gelenegi, I. Baski Bengisu Yay. ist. 1996
37.12 Mart Cöngeli ve Kuzu Pöstekili Kurtlar... Cöngel Yolunda "Bassiz Deve"lerden (Truva Ati) Dev-Güç, Kuvayi Milliye, yil:5, sayi:29, Temmuz, Agustos 2001
 
38. Kuvayi Milliye, Sayi:37, Kasim-Aralik 2002, s. 48-68.

Benzer Kitaplar