Son
yillarda her ülkenin hava sahasinda birtakim hayalet uçaklar geziyor bu
uçaklarin görevi terörle mücadele adi altinda maskeli uzman iskencecilerle
dünyanin dört bir yanindaki teslimatlari alip iskence
hanelere ulastirmakti. Yilin herhangi bir günü
herhangi bir saatinde üzerimizden geçen bu uçaklar demokratik veya
antidemokratik ülke olsun hepsi tarafindan görmezden gelinerek yalanlaniyordu,
hayal mahsulü olarak degerlendiriliyordu. Oysa bu uçaklar ve uygulamalar
hayal filan degildi. Hepsi gerçekti.
Soguk savas döneminin,
ideolojik savasin en güçlü kaniti
olan Gulag Takimadalari, ABD’nin Vietnam’da komünistleri alt etmek için
uygulamaya koydugu gizli Anka plani ya da solculari katletmek için
güney Amerika’daki diktatörlüklerin, paramiliter güçlerin gizlice desteklenmesi
kadar gerçek ve belgelere dayaniyordu. Kanitlar ise tek tek her uluslararasi
uçusun numarasindan, uçagin rotasina kadar birçok
belgeye dayandiriliyordu. 11 Eylül sonrasinda, ABD kalbinden vurulmus olmanin çaresizligi içinde
uygulamaya koydugu bu iskence uçaklari ile son yillarin en önemli insan
haklari ihlallerine imza atti. Ancak Bush yönetimi, bu yöntem
desifre olduktan sonra, tipki Guantanamo, Ebu Gurayb uygulamalarinda oldugu gibi çözüme ulasmak bir
yana kendine olan nefreti daha da artirdi. Bush yönetimin gizlice ortaya koydugu bu uygulama,
dünyanin herhangi bir yerinde el kaide ile baglantili oldugu iddia
edilen bu uçaklarla kaçirilan
insanlarin birçogunun sadece
sempatizan düzeyinde herhangi bir eyleme karismamis kisilerden olusuyordu. Kisilerin
yasadisi bir sekilde bu uçaklara alinarak
havada sorgulanmasi ya da kendi ülkelerindeki iskencecilere
teslim edilmesini öngörüyordu. Bu ülkeler arasinda Suriye. Ürdün, Afganistan,
Pakistan ve hatta Türkiye de vardi.
Bu iskence uçaklari hakkinda taniklarin verdigi ifadeler Amerika’nin
yeni hava yolu sirketini de desifre ediyordu. Bu sirket CIA havayollari,
uçaklarin cinsi ise Gulfstream. CIA havayollari ise geçmisteki tecrübelere dayaniyordu.
Vietnam savasi sirasinda Vietkonga
karsi üstünlük kurmak için
uygulanan Anka plani geregi CIA mülkiyetindeki Air America o dönemde giderek büyümüstü. Air
America antikomünist gerillalara ikmal sagliyor, uyusturucu
ticaretine yardimci oluyordu. Hatta bu yöntemin güney Amerika’daki demokratik
yollarla seçilmis, sol egilimli hükümetlere karsi kullanildigi da ortaya çikti.
Ancak kirli
iliskileri ve insan haklari ihlalleri o kadar artti ki baskan Nixon Air
America’yi kamu denetimi altina almaktan baska çare göremedi.
Afganistan savasinda ise havayolu kullanilmadi.
Bugünkü el kaidenin altyapisini olusturan mücahitlere gizli operasyonlarla karadan
destek verildi. CIA tararindan teslimat olarak kodlanan bu uygulamaya Isveç gibi
demokratik ülkelerden Misir, Ürdün, hatta ABD’nin ser ekseni içindeki düsman olan
Suriye gibi ülkeler tarafindan, konu el kaide olunca gönüllü olarak kabul edildi.
Avrupa ülkeleri terörle korkutuldu, Ortadogu diktatörlükleri içinse en
tehlikeli yükselis Islami muhalefetti. Yani herkesin bu yasadisi uygulamaya
ortak olma adina bir açiklamasi vardi.
Dünyada
kimse bu uygulamalar sesini çikarmadi. Buna Türkiye de dahildi. CIA’ in iskence altinda
sorgulanmak üzere gizli hapishanelere tasidigi zanlilari tasidigi iddia
edilen Gulfstream uçaginin 2008 ve
2005 tarihleri arasinda sekiz kez Türkiye ye indigi iddia ediliyordu.
Iddialar arasinda uçaklarin Istanbul Atatürk, Sabiha gökçen, Diyarbakir, Antalya
havaalanlarina ve incirlik üssüne indiginden bahsediliyordu. Bütün dünya gözlerini
kulaklarina bu uçaklara kapatti. Kanitlara dayanmayan suçlamar, mahkemesiz iskenceli
yargilamalara ses çikarilmadi. Herkes bu
esmer tenli arap, Pakistanlilar bir gün bizleri de vurabilir korkusu ile sessiz
kaldilar. George Orwel’in söyledigi gibi ikil düsünüs devreye girdi.
Siradan insanlarin burunlarinin dibinde olup biten vahsete duyarsiz kalmaya
ikna eden bir süreçti bu, böyle bir süreçte CIA’nin
bu kez Air American’si degil paravan sirketler araciligi ile uçan
Gulfstream uçaklari devreye girdi.
Maskeli iskencecilerin
ve usta pilotlarin Gulfstreamleri toplam 12 bin uçus yapti. Bu
uçuslar sirasinda ve teslim noktalarinda
tutsaklara korkunç iskenceler yapildi ancak bir
arpa boyu bile ileri gidilmedi çünkü birçogunun 11 eylül ve dogrudan el
kaide ve Taliban örgütleri ile iliskileri yoktu ancak Amerikan yönetimi ülke
içerisinde yaptigi istihbarat çalismalarini öne sürerek
el kaide militanlarinin nükleer bir patlamaya yönelik komplo kesfettiklerini
açiklamislar ve bu olayin bas faili Jose
Padilla adli bir sokak gangsteriydi sonradan Padilla’nin suç ortaginin Binyam
oldugu açiklandi her ikisinin de Afganistan’da
çarpistiktan sonra Pakistan kaçtiklari yönünde söylentiler
vardi.
11 Eylül
saldirilari sonrasinda alt üst olmus bir hukuk düzeninde Amerikan vatandasi olan Jose Padilla
çok hafif bir ithamla mahkemeye çikarilacak, Binyam ise tam tersine bütün suçlamalardan
dolayi Guantanamo da askeri bir mahkemede hesap verecekti. Çünkü kendisinin el
kaideli olmasindan süpheleniliyordu. Binyam FBI,
Pakistan istihbarati ve Ingiliz istihbarati tarafindan
sorgulanmis ancak terörle ilgili suç teskil edecek
hiç bir sey söylememisti. Sorgucularda bunun farkinda olduklarindan artik
daha farkli yöntemlere basvurmalari gerektigini düsünüyorlardi.
Binyam
bundan sonra basina gelen iskenceleri söyle dile getirmisti.
Pakistan havayollarini bir uçagi ile Karaçi hapishanesinden
Islamaba’da getirilirken Pakistanli bir suçluyla yan yana oturtuldugunu, elleri
kelepçeli olarak bekledigini söylemisti. Kaldiklari hücrenin
kapilari açildigi zaman içeri yüzleri siyah
maskeli CIA’ in teslimat grubundan olduklarini düsündügü bir grubun
daldigini kendisini çirilçiplak soyup
fotograflarin çektikleri, kulaklarina kulaklik takip gözlerini
bagladiktan sonra zincire vurduklarini, apar topar bir uçaga
bindirdiklerini ve bu uçagin diger uçaklardan
farkli oldugunu söylemis ve Binyam’in
Amerika’nin gizli hapishanelerine yolculugu böyle baslamistir.
Binyam’in
aileside kendisinden haber alamiyordu taki FBI bir gün evlerine gelip
kendisinin Pakistan hükümetinin göz hapsinde oldugunu söylemis ve Padillayi
taniyip tanimadigini sormuslardi.
Ancak kardesi onunla ilgili hiçbir sey bilmiyordu. FBI da bu konu ile ilgili hiçbir sey
açiklamamisti. Bundan sonra ailesi Binyam için daha
fazla kaygilanmaya baslamisti. Binyam’in
kendisine yapilan iskenceleri anlatan bir günlügü ortaya çikmisti. Bu günlükte
Binyam kendisine yapilan psikolojik iskencelerden fiziki iskencelere hepsini tek tek anlatiyordu.
Bütün vücudu jiletle dogranmisti. Bu uygulamalar
sonunda kendisinin bir El Kaide militani oldugu söylemisti. Ancak
ortada iki hikâye vardi. Biri Binyam’in anlattigi biri
Amerikan hükümetinin yazdigi resmi hikâye
insan hangisine inanacagini sasirmisti.
Amerikan
yönetimi onun kanun tanimayan bir savasçi oldugunu. Bu ugurda yalan
söylemek için yetistirildigini söylüyordu ancak
kendi ifadelerinde bile kendisiyle çelisiyordu.
Amerikan
yetkililerine göre Binyam el kaide kamplarinda savas egitimi almis Usame Bin
Ladin dahil neredeyse el kaidenin bütün üst düzey yöneticileriyle iliskilendirilmisti.
Kendiside egitim aldigini söylüyordu ama
ne bir teröristti nede suçlandigi kisileri taniyordu.
Resmi suçlamalara göre ise 11 Eylül saldirilari sonrasinda hiç Arapça bilmeyen
Binyam bir çirpida her seyi ögrenmis bir teröriste dönüsmüstü.
Binyam 18
ay boyunca Fas’ta iskencelerden geçtigi söylüyor ve bunu
günlügünde söyle anlatiyordu.
Sürekli birilerinin resimlerin gösteriyorlar tanimiyorum dediginde iskencenin
dozunu arttiriyorlar taniyorum derse
o zaman daha fazlasini anlat diyorlardi. Ne söylese ne yapsa iskenceden kurtulamiyordu.
Seyh Halid Muhammed, Ibn-ül Seyh, Ebu Zübeyde gibi üst düzey yöneticilerin
hakkinda sahitlik etmesi gerektigini söylemislerdi. Iskencelerin en kötüsü 2002 sonunda gelmisti. Maskeli
3 adam bütün vücudunu kesmisler yüksek sesle müzik
dinletmislerdi.
Binyam
gerçekten suçlu muydu yoksa masum mu? Afganistan’a gittigi bir
kampta egitim aldigi dogruydu ancak
kendisi hakkinda Padilla ile ortak olarak nükleer bomba isine karistigi gibi pek çok iddia iskence altinda alinmis,
ispatlanmayan suçlamalardi. Padilla bu davadan siyrilmisti. Iskenceyle
elde edilmis kanitlar askeri bir komisyon önünde kullanilabilir,
ama avukatlar bu tür kanitlarin sivil mahkemelerde geçerli olamayacaginin farkindaydi.
Bütün bunlar Binyam ’in Fas’taki çilesinin sadece baslangiciydi.
Mahirde bu sekilde asli astari olmayan
pek çok iftiraya oda maruz kalmisti. Suriye asilli olan mahir
17 yildir Kanada’da yasiyordu.
Tunus’ta tatil yaptiktan sonra New York’un JFK
havaalaninda tutuklanmisti. Neden tutuklandigini basina nelerin
gelebilecegini bilmiyordu. Usame Bin Ladin’in lideri oldugu el kaide örgütüne üye olmak ve
Suriyeli iki aileyi tanimakla suçlandigini anlamisti. Mahir
siradan bir Müslüman’di namaz kilar, oruç tutar asiri uçlarda yasamiyordu.
Mahir’de 1
yil boyunca çok kötü iskencelere maruz kalmisti. Onunda basina Binyam’in
basina gelen iskenceler gelmisti. Serbest birakildiginda gördügü kötü
muamelelerden eser yoktu, beynindeki hasar daha fazlaydi. Bu durum Amerikan
hukukunun her insan aksi ispatlanana kadar masumdur ilkesinin nasil göz ardi
edildiginin bir göstergesiydi. Keyfi uygulamalar yüzünden Mahir, Binyam ve
onlar gibi pek çok insanin hayati mahvolmustu. Bütün bunlara
ragmen mahir gizli bir dünyayi görmüs ABD ve
Ortadogu diktatör rejimler arasinda gizli bir kanalin varligindan
haberdar olmustu.
Halid el
Masri’de digerleriyle ayni kosullarda iskence görmüstü. Günlerce
verilen yemekleri reddettigi için açliktan bitkin
düsmüstü. Yine ayni sahne siyah
giysili siyah maskeli adamlar tekme tokat dövmeye basladilar. Basina çuval
takip uçaga tiktiklar. Almanya’daki evine gitmeyi düsünen Halid
yanilmisti bu uçak onu
evine götürmeyecekti. Halid Almanya’da yasayan siradan bir Müslüman’di. Esiyle sik
sik tartistigi için bir gün Makedonya ya
paket tur buldu. Otobüsle Makedon’ya giderken yol kontrolü sirasinda Halid’i
otobüsten indirdiler. Gerçek disi hikâyesi baslamis oldu. El
kaide ile Müslüman kardeslerle iliskisi olup olmadigi soruldu.
Cevap hep hayirdi ancak karsisindakiler onu
dinlemiyorlardi. Duymak istedikleri sey hep ayniydi. Halid de Binyam Muhammed’de
Amerikalilarin eline CIA tarafindan kontrol edilen bir hapishaneler agina düsmüslerdi.
Amerika’nin
hapishaneler agi içinde, Guantanamo ve Torah hapishaneleri ve CIA
tarafindan isletilen bir dizi hapishanede bulunuyordu.11 Eylül saldirilarini gerçeklestirenler
son derece gizli bu hapishanelerde tutuluyor ve acimasizca sorgulaniyorlardi.
Bu iskencelere maruz kalan Halid Almanya’ya döndügünde onu hiç kimse taniyamamisti. Görünüsü o kadar degismisdiki 30
kilo vermis, sakallari uzamis oldugundan çok daha yasli görünüyordu.
Basina gelenleri basbakan ve dis islerine yazdi.
Federal savci onun dogru söyledigine inaniyordu.
Makedonya’ya giderken otobüsten indirilisi, çesitli uçuslarla Üsküp’ten
Afganistan’a geçmesi hepsi ispatlaniyordu.
Halid el Masri’nin
Afganistan’a kaçirilmasinin en basit açiklamasi CIA’in basit bir yanlislik yapmis olmasiydi.
Halid hiçbir suçu yokken hem fiziksel hem ruhsal pek çok iskenceye
maruz kalmisti ama bütün bunlarin sebebi
kurunun yaninda yas da yanardi. Bu tür kazalar herkesin basina gelebilirdi.
Halid 2005 yilinda basina gelenleri anlatmaya basladiginda
Amerikan hükümeti artik bu tür teslimatlar yokmus gibi davranamazdi.
CIA savunmaya
geçmisti, Halid’in durumu hataydi kimlikler karismisti. Onun bir
el kaide militani oldugunu sanmislardi.11 Eylül saldirilarini
gerçeklestiren bir militanla ayni ada sahip oldugu için bütün bunlar basina gelmisti.
Bush
yönetimi bir gün bu uygulamalarin desifre olacagini biliyordu
bu yüzden gizlice kaçirilip sorgulanan kisilerinde tanimlanmasi gerekiyordu.
Teslimatlara düsman savasçi gibi ne oldugu belirsiz
bir uluslararasi bir hukuk terminolojisinde yeri olmayan bir tanim getirdi.
Savas esiri diyemiyorlardi çünkü Cenevre konvansiyonuna göre bu tür
uygulamalar yasadisi kabul ediliyordu. Oysa ABD
hem hem iskenceye karsi hem de savas esirlerine
davranislarla ilgili sözlesmeyi imzalamisti. ABD karsisinda belli
bir düsman olmadigi gibi bir
düsmanda yoktu.
Baskan Bush’a
beyaz sarayda basin açiklamasi sirasinda teslimat programiyla ilgili bir soru
sorulmustu. Bu soruya verdigi cevap bunun bir yalan oldugu, ancak
Amerikan halkinin varligi tehdit eden unsurlara karsida savasacagiydi. Teslim
ettikleri insanlara bu ülkelerde iskence yapilmamasi konusunda
teminat aldiklarini açiklamisti. Teslimat ile
ilgili haberler ortaya çiktikça beyaz sarayda hukukçularina yeni hukuk
tezlerini hazirlamasi baslamislardi. Yabanci bir devlet
tarafindan yapilan bir iskenceyi ne ABD hükümeti nede CIA uygun görebilirdi.
Amerika böyle bir iskenceyi kendiside yapamazdi. Cenevre konvansiyonuna
göre savas suçlularina kötü muamele yapilamaz, kizil haça ulasma haklari
engellenemezdi.
Bush hükümeti
11 Eylül saldirilarindan sonra Cenevre konvansiyonun geçerli olmadigini baska bir anlasma yapilmasi gerektigini söylemistir. Burada
önemli olan uluslararasi çatisma olup olmadigiydi.11
Eylülden sonra uluslararasi bir çatismanin varligi gayet açikti. Bu
yüzden Bush el kaide için Cenevre’nin geçerli olmadigini savundu.
Ancak CIA’in avukatlari iskenceye karsi BM konvansiyonuna uyulmasi gerektigini savunmuslardir.
CIA bütün
bu iddialar ortaya atilirken biz yapmadik, görmedik duymadik taktigini uyguluyordu.
Teslimatlar yapilirken çok kisa bir süre esirlerin ABD yönetiminde kaldiklarini,
savas sirasinda son sözün baskanda oldugunu söylüyordu. CIA en iyi yaptigi sey açiga çikan bu
iddialari gizlemeye yönelikti. Ortaya çikan eski CIA
çalisanlarini nasil susturacaginin yollarini
ariyordu.
CIA
yetkilileri sorguya çekmelerde, kendi kullandiklari tekniklerde, ise iskencenin bulastigini biliyorlardi.
Pek çogu savas durumunda ise bu durumun zaruri olduguna inaniyordu. Yaptiklari her
seyden beyaz sarayin haberi vardi. CIA basina
verdigi haberlerde bunu açikça belirtiyordu.
Beyaz saray bütün teslimat programlarinin içinde yer aliyordu.
Dönemin dis isleri bakani Rice
teslimatlarin sadece Amerikan hükümetine özgü olmadigini Fransa ve
diger birkaç ülkenin bu uygulamayi yillardir kullandigini,
teslimatlarin uluslar arasi terörizmle mücadelede hayati bir
önem tasidigini söylemistir. Çakal Carlos
örnegini vermisti.
Avrupa’yi
köpürten iskence yapan ve adil yargilamayan ülkelere teslimatlarin yapilmasi, CIA
gizli hapishanelerine ve gizli hava filosuna ait haberlerdi. Teslimat politikasi,
Amerika’yi müttefiklerine karsi ters düsürüyordu.
Ancak bütün bunlara ragmen Avrupa’yi en çok
kizdiran sey CIA uçaklarinin Avrupa topraklarini gizli hapishaneleri için kullanmis olabilecegiydi. Ingiltere’nin bütün
bu olanlardan haberdar oldugu ve Amerikan hükümeti ile isbirligi içinde
bulunduguydu. 11 Eylül saldirilarindan sonra ülkelerin terörle mücadele birlikte
çalismalari gündeme gelmisti.
11 Eylülden
sonra bazi basarilar elde edildi. ABD Bin ladini yakalamak için Afganistan’i
isgal etti. Taliban’in çöküsü el kaide kamplarinin büyük ölçüde zarar görmesi ladin
taraftarlarini sasirtan
zaferler oldu. El kaide ye yakin önemli isimlerin yakalanmasi ile örgüt yeniden
yapilanmaya gitti. Teslimatlarda yakalanan tutsaklar önem derecelerine göre
hapishanelere konuldu.
Sorguya
çekilecek tutsaklarin sayisi artinca ve onlarin dillerinden anlayacak kisilerin
sorgulamasi ihtiyaci belirince yüzlerce tutsak
yabanci güçlerin eline geçmeye basladi. Artik tutsaklar
onlari arayan ülkelere degil sorguya çekecek ülkelere
teslim ediliyordu. 11 Eylül saldirilarini gerçeklestirenler
ABD’nin elinde kalirken digerleri
yabanci ülkelere teslim ediliyordu.
Amerika 11 Eylül
saldirilarini gerçeklestiren, basinda Usame Bin ladinin bulundugu el
kaideyi suçlamakla beraber diger bütün Islami
gruplara da ayni suçlamalarda bulunmustur. Örnegin, Lübnan’in Hizbullah
partisi, Filistinli Hamas militanlari Ruslarla çatisan çeçen direnisçileri’de ayni
kategoride degerlendirmistir. bu gruplarin ayni amaç ve politikalari paylastiklari Islami
halifeligi benimsedikleri ve bu dogrultuda hareket ettikleri yönünde bir kani olusmustur.
Baskan Bush
2005 yilinda birlesik devletlerin Ortadogu’da
demokrasiyi kurma stratejik hedefine bagli oldugunu söylemistir. Son
olarak hayalet uçaklar ile ilgili ABD’nin terörle savas adi altinda her türlü yasadisi uygulamayi nasil mesru hale
getirmeye çalistigini, ayrica
insanligin ve görmezden gelmenin vardigi noktayi hatirlatiyordu.
Farkinda olmak, rahatsiz olmak için bilmek, görmek gerekiyor. Çünkü CIA sürekli
olarak raflardaki eski uygulamalarin tozunu alip önümüze sürüyordu.
Amerika’nin
yaptigi bu sira disi teslimat programlari ve
tutsaklara karsi iskenceleri stratejik olarak teröre karsi birer
silah degildi. Bunlar terörü tesvik eden
savasi kaybetmeye yönelik davranislardi. Insan haklarini yok saymak
terörist saflara yeni katilimlara yol açiyor ve
terörizmi hakli çikariyordu. Tüm dünya Amerika’nin keyfi uygulamalarinin
farkindaydi ancak hiç kimse ses çikaramiyordu. Amerika istedigi insani istedigi suçla itham
edebiliyordu. Insanlarin suçlu olup olmamalari çokta önemli degildi. Önemli olan
Amerika’nin kendi çikarlarinin ön planda tutulmasiydi.
.....................