ANKARA VE AVRUPA SIYASETI

ANKARA VE AVRUPA SIYASETI

Fevzi BOZKURT
Biyografi


ANKARA VE AVRUPA SIYASETI
 
 Türkiye hem kendi çikarlarini ön planda tutarak ve hem de barisçil politikalar izleyerek Akdeniz ve Dünya’daki yerini nasil ka­zanabilecek? Iste Habil Adem tarafindan kaleme alinan Ankara ve Avrupa Siyaseti isimli kitabi bu gibi sorulara cevap bulmak amaciyla yazilmistir. Diger bir deyisle eserde Yeni Tür­kiye Cumhuriyeti’nin dis siyasetini ilk asamada mesgul eden te­mel konular ele alinmaktadir. Bu sebeple kitap, uluslararasi ilis­kiler açisindan da degerli bilgi ve görüsler içermektedir.
 
Kitabin tamami 209 sayfadan olusmakta, kitapta kisaca;
 
Türkiye Avrupa devletler sistemi içinde her zaman için bir kimlik sorunu yasaya gelmistir. Yahudi-Hristiyan kültürlerini tasimadigi gibi Arap-Islam kültürüne de tam olarak ait degildir. Türkiye demokratik yönetime sahip tek Müslüman ülke olarak Sovyetlerin Ortadogu'ya yönelik planlarina bir tedbir olarak görülmüstür. Osmanli imparatorlugu fetihler vasitasiyla Avrupa'da yayildikça aralarindaki iliski askeri çatismaya dönüstü. Bunun sonucunda ise belirli çevrelerde Türkler hala Viyana kusatmasinin failleri ve Avrupa medeniyetine karsi bir tehdit olarak görülmektedir. Bugün Islam dininin gittikçe daha da düsmanca sekle bürünen görünümü, süregen bir insan haklari sorunu ve kendi ülkelerindeki Türk varoslari ile karsi karsiya kalan Avrupalilar Türkiye'nin AB'ye kabul edilmesinin neden mümkün olmadigini açiklayan birçok kanit ileri sürmüslerdir. Batililarin Islam korkusu Müslümanlarin Avrupa'da kabul edilmelerini güçlestiriyor. Bu korku Islam dininin terörizm ve köktendincilige baglanmasindan ortaya çikiyor. Ayrica, Türkiye'nin içerisinde bulundugu bölge bir kimlik krizi yasamaktayken eski Sovyetler Birligi'nin Türki halklari kendilerini yeniden kesfediyorlar. Orta Dogu'da güçlü bir kökten dinci hareketi var, Körfez Krizi, Kuzey Irak'ta devlet deneyiminden geçen hosnutsuz bir Kürt nüfusuyla sonuçlandi. Islami, Kürt ve milliyetçi unsurlar dikkate alindiginda bu gelismelerin tümü, Türkiye üzerinde büyük bir baskiya neden olmaktadirlar. Osmanli Devleti’nin son asrinda Londra’da birçok konferans yapilmis ve bunlardan çoguna katilmadigi halde burada alinan kararlar Osmanli’yi bir sekilde baglayici kilmistir. Türkiye ve Avrupa güçleri arasindaki diplomatik iliskiler on dokuzuncu yüzyildaki güçler dengesi dönemine kadar uzanir. Osmanli-Avrupa iliskilerinde dönüm noktasi olarak Kirim savasi ve Avrupa Kongresi önemlidir. Kongre, Ruslarin Kirim Savasi'nda yenilmelerinin ardindan, Ingiltere, Fransa ve Osmanli Imparatorlugu'nun güç birligine gitmeleriyle olusmustu. Osmanli Imparatorlugu'nu müttefik olarak kabul etmelerinin nedeni Ruslar karsisinda bir denge unsuru yaratma potansiyelini tasimasiydi. Siyaset bilimine hâkim olan bir kurama göre sivil toplumun uzlasma yaratma ve böylelikle temel sorunlar üzerindeki farkli görüsleri çözme kapasitesi toplumun devlet üzerindeki denetiminin önde gelen unsurlarindan biridir. Makul bir demokrasinin sadece siyasal partilere degil, ayni zamanda özerk toplumsal gruplara da ihtiyaci vardir. Yeni siyasal düzen içerisinde, meclis ve hükümet gibi demokratik kurumlar Türk halkina devlet liderleri tarafindan hediye edilmistir. Böylece toplumsal-siyasal dönüsüm süreci yukaridan gelen güçle baslamistir. Asker, Türk devletinin bekçisi olarak ün kazanmistir. Türkiye Cumhuriyeti'nde Atatürkçü yeniliklerin sekillendirdigi siyasal yapinin bekçisidir. Avrupa'da, Türkiye'de askerin siyasete karismasina olumlu bakilmadigi gibi, mesrulugu da kabul edilmez. Her ikisinde de, Türkiye'nin demokrasi olarak siniflandirilmasi için askerin siyasi rolünün ortadan kalkmasi gerekmektedir.
 
            Kurulusundan itibaren bagimsizlik ve toprak bütünlügü konusunda son derece hassas davranan Türkiye’nin dis politikasina yön veren en önemli faktörlerden biri güvenlik korkusu olmustur. Bu baglamda 1923-1930 arasinda Türk dis politikasini yönetenler en çok Bati’dan kaygi duymuslardir. Dolayisiyla bu dönemde amaç ve yapilanin farkli olmasina ragmen Türk dis politikasinda Osmanli dönemiyle esdeger bir devamlilik göze çarpar. Bu devamlilik; Osmanli devletinin son yüzyilinda dis politikasini etkileyen uluslararasi sistemin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulusunu takip eden yillarda da dünya politikasini kontrol altinda tutmaya devam etmesine bagli olarak, algilanan tehdidin temelinin ayni olmasi ile güç dengesi ekolünde yetisen disisleri personelindeki devamliliktan kaynaklanmaktadir. Bu nedenle Türk dis politikasi Milli Mücadele döneminde oldugu gibi, Lozan’dan sonra tehlikenin Bati’dan gelmeye devam etmesinden dolayi uluslararasi denge sisteminin kurallari çerçevesinde Sovyetler Birligi’ne dayanmaya devam etmistir. Ancak 1923-1930 yillari arasinda Lozan’da çözülemeyen sorunlarini halleden Türkiye, Bati ülkeleri ile saglikli ve etkili iliskiler kurma yolunu tutmustur. Çünkü Atatürk Türkiye’nin Dünyada gerçek yerini alabilmesi için çagdaslasmanin olmasi gerektigine inanmis, gerçeklestirdigi yeniliklerle Türkiye’yi yapi itibariyle Batiya yaklastirmistir. Iç politikada baslayan bu kati degisikliklere paralel olarak Türkiye’nin politikasini da Batiya yöneltmistir. Bu temel yönelis Türk dis politikasinin günümüze kadar degismeden süren baslangiç çizgisi olmustur. Avrupa ve Dünyanin kisa sürede bunalimlar dönemine girdigi senelerde Türkiye Lozan Antlasmasinin Misak-i Millîyi tam manasiyla gerçeklestirememesine ragmen Avrupa devletleri gibi, bu sikintilari kendi çikarlari için kullanma yoluna gitmemistir. Tam tersine baris ve güvenligin siki bir savunucusu olarak “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi dogrultusunda takip edilen bu barisçil politika daha sonraki dönemlerde statükoculuk olarak algilanarak Türk dis politikasinin ana unsurlarindan biri haline gelmistir. Bu dönemde Türkiye, bölgesel ve uluslararasi arenadaki faaliyetlere aktif olarak katilmakla beraber, kendi güvenligini ön planda tutarak öncelikle bölgesel is birligine yönelmis, Balkan ve Sadabat Paktlarinin kurulusunda öncülük etmistir. Ayrica uluslararasi hukuk kurallari çerçevesinde barisçi yollarla Bogazlar sorununu kendi lehinde bir çözüme kavusturmustur. Ancak Avrupa’daki hizli askeri ve siyasi gelismeler özellikle Italyan tehlikesi korkutucu boyutlara ulasinca bölgesel ittifaklarin yaninda Bati ülkeleri ile birlesmeye yönelmistir. Bu sebeple 1930’lu yillarda Italya tehlikesi Türkiye’nin dis politikasini etkileyen unsurlardan birisi haline gelmistir.  Ortak bir dis politika uygulama konusunda Avrupa Birligi büyük sikintilar yasamaktadir. Özellikle, Irak Savasi sürecinde yasananlar ve Gürcistan-Rusya Savasi sürecinde olanlar hala akillardadir. Bunun gibi diger birçok sorunda ortak bir tutum belirleyemeyen ve tek bir sesle konusamayan Avrupa Birligi, sorunlarin çözümü konusunda geri planda kalmistir. Türkiye’nin yürütmekte oldugu aktif dis politika AB’nin ilgisini çekmektedir. Bölgesindeki sorunlarin çözümünde aktif bir rol alan ve bu sorunlarin taraflariyla görüsebilme ve onlari ayni masaya oturtulabilmesi Avrupa Birligi tarafindan takdirle karsilanmaktadir. Türkiye’nin bölgesinde aktif bir dis politika izlemesi Avrupa Birligi’nin bu bölgelerde etkili olmasi konusunda önemli bir araçtir. Çünkü bu bölgelerdeki ülkelerin birçogu ile Türkiye, yakin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel iliskilere sahiptir. Avrupa silahlanma politikasinin olusturulmasi da, NATO çerçevesinde birlikte çalismayi gelistirmeyi engelleme amaci tasimamakta, bu sebeple Amerikalilarin Avrupa kalesi konusunda duydugu korkulari yersiz, Avrupalilar esasinda silahlanma konusunda ABD ile arada daha dengeli iliskilerin kurulmasini talep etmektedir. Zira ulusal temelde saglikli çekismenin devam edemeyecegi alanlarda Avrupali büyük gruplarin olusturulmasi, Amerikan gruplari ile daha güzel kosullarda isbirligi yapmasini saglayacaktir. Son tetkikte silahlanma alaninda baglarin korunmasi, son yillari önemli ölçüde Amerika’nin gerisinde kalan Avrupa savunma endüstrisinin kazancindadir. AB’nin önde gelen askeri ve siyasi güçleri olan Fransa ve Ingiltere arasinda önemli görüs farkliliklari bulunmasina ragmen, ikisi de Avrupalilarin askeri kabiliyetlerini gelistirecek ve Avrupa ile ABD arasinda daha esit iliskilerin kurulmasina imkânlar saglayacak bir araç olarak görmektedir.  Zaten, Avrupa’nin uluslararasi arenada oynamasi gereken rol ile ilgili Avrupaci tez ile Avrupa’nin ittifak kapsaminda oynamasi gereken rol ile ilgili Atlantikçi tez arasinda kimi farkliliklar bulunsa da, asil konularda benzerlikler söz konusudur. Iki tez de Avrupa askeri yeteneklerinin gelistirilmesinin zorunlulugunu ve NATO’nun Avrupa savunmasi ve güvenliginde merkezi konumunu kabul etmektedir. Avrupacilar ilke olarak NATO’nun AB güvenligi ve savunma islerindeki etkisine itiraz etmedikleri gibi, Atlantikçiler de söz konusu alanda Avrupa’nin belirli ölçüde özerklik sahibi olmasina karsi degildir. Öncelikle, Avrupa bütünlesmesi süreci kapitalizm ile dogrudan baglidir. Aslinda AB’yi meydana getiren küresel sermayedir. Yakin tarihte dünyanin büyük kismini kontrol eden ve siyasi, askeri, iktisadi alanlardan kültür- sanat alanlarina kadar dünya hâkimiyetini elinde bulunduran Bati’nin konumunun güvensizlesmeye basladigi bir dönemde, Atlantik’in iki kiyisi arasindaki ittifakin önemi yeni boyutlar kazanmistir. Stratejik Güvenlik belgelerinden Avrupa ile Amerika’nin ortak tehlike algilamalarina sahip oldugu görülmektedir. Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde yeni tehditlerin Bati’nin basi çekmis oldugu degerlere yönelik oldugu, bu nedenle AB ile ABD’nin “ortak düsmanlara” karsi beraber mücadele etmeleri gerektigi belirtilmistir. Fransa’nin dis politika konusunda kendi basina hareket serbestisini sinirlayacak bir uluslar üstü topluluk fikrine karsi çikan, Toplulugun kurumsal yapisini hükümetler arasi yönünde degistirmek isteyen ve Avrupa’nin giderek NATO ve ABD’den bagimsiz politikalar izlemesini saglayacak bir siyasi isbirligi mekanizmasi, Kasim 1959 tarihinde Italya’da düzenlenen üye devletlerin disisleri bakanlari toplantisinda, AT üyesi devletlerin isbirliginin, ekonomik konularin yaninda, siyasi sorunlari ve savunma konularini da içine almasi teklifini ileri sürmüstür. Ayrica AT üyesi ülkelerin disisleri bakanlarinin uluslararasi sorunlari görüsmek için düzenli olarak toplanmasini ve bu toplantilara yardimci olmak gayesiyle merkezi Paris olan bir sekretarya kurulmasini da önermistir. Hükümetlerin, bütün önemli dis politika sorunlari üzerinde birbirlerine danisacaklari belirtilerek, dis politika alaninda isbirligi hedefine ulasmak için, disisleri bakanliklari arasinda düzenli bilgi alisverisi ve görüsmeler yoluyla önemli uluslararasi sorunlarin daha iyi bir biçimde anlasilmasini saglamak; bakis açilarinin ve tutumlarin yakinlastirilmasiyla Topluluk içi beraberligi arttirmak dis politika konularinda uyumu arttirmak ve mümkün oldugu durumlarda ortak eylemler düzenlemek amaçlanmistir.
Siyasal birligi saglamlastirmak için politikalar üretmeye çalisan AB, Ortak Dis ve Güvenlik Politikasini olusturmustur. Üye devletlerin ulusal çikarlarina sinirlama gelecegi endisesiyle tam olarak gerçeklesemeyen bu politika, birligin saglamlasmasi ve uluslararasi sistemde daha aktif olmasi için gerekli bir politikadir. Türkiye ayrica sahip oldugu yumusak güç araçlari ile komsulari tarafindan aranilan bir ülkedir. Avrupa Birligi dis politikasinin en zayif tarafi, Birligin genis kapsamli araçlari ile siyaset amaçlari arasindaki baglantinin çok zayif olmasidir. Bu açidan bakildigi anda, Birlik uzun bir müddet Dünya Bankasi gibi hareket ettigi yönündeki elestirilerle ugrasmak zorunda kalmistir. Bu yöntemle, Avrupa Birligi çok düsük teminat karsiliginda para dagitan bir kurum sifatini almistir. Avrupa Birligi Dis Politikasinin, AB politikalarinin en zayifi olmasinin sebebi bu politikanin en düsük ortak paydada ilerleme egilimi göstermesidir. Buna AB’nin yavas karar alma süreci ve dis politika alaninda öncelik eksikligi de ilave edildigi zaman Birlik politikalarinin küresel ölçekte tutarli ve etkili olmasinin yaratacagi yanki olasiligini oldukça azaltmaktadir. 20. yüzyil baslarinda Akdeniz'de üç unsur vardi: Bir yabanci unsur olan Ingiltere, Akdenizli unsurlar olan Italya, Türkiye, Yunanistan gibi devletler, kismen Akdenizli olan Fransa, Ispanya gibi ülkeler. Rusya Akdeniz ile ilgilenen bu unsurlara eklense de Akdenizli sayilmaz. Burada ayrica Ingiltere'nin Osmanli’ya karsi izledigi Akdeniz politikasi üzerinde durulduktan sonra Almanya'nin Dogu Yürüyüsü ve Akdeniz siyaseti, Rusya'nin Akdeniz'e hâkimiyetini yayma politikalari ele alinmistir. Burada Kurtulus savasinin baslamasiyla Ingiltere'nin izledigi siyaset de açiklanmis olur. Ingiltere'nin Fransa'ya karsi Suriye'nin bagimsizligi ve Kilikya Ermeni yurdu meselelerini ortaya atmasi, Türkiye'nin Izmir zaferiyle Ingiltere'nin Akdeniz'e hâkim olma siyasetinin basarisiz olmasi ve Akdeniz'e bir kuvvetin, Türkiye'nin dâhil olmasina deginilmektedir. Akdenizli milletlerin Ingiltere yaninda siyaseti terk edip deniz hâkimiyeti siyasetinden denizlerde denge siyasetine geçmesini belirten yazar, ise Ingiltere'nin Akdeniz hâkimiyetini ortadan kaldirarak baslanmasi gerektigini belirtmektedir. Bunlar Balkan Slavlari, Rusya ve Türkiye'dir. Bu politikanin temeli denizde üstünlük degil denge siyaseti olmalidir. Bu bakimdan Balkan Slavlari ile Türkiye'nin ortak hareket etmesi, Italya ile durumun müzakere edilmesi, Türkiye-Yugoslavya arasinda bir an önce bir isbirligi anlasmasi yapmak gerektigi belirtilir. Böylece Ingiltere'nin Yunanistan araciligiyla gerçeklestirdigi ya da sadece Yunanistan'in hareketi sadece Selanik bölgesiyle sinirli kalacaktir. Bogazlarin araci Türkiye elinde bulunmasinin Rusya'nin da lehine olacagini, bu açidan Rusya'nin bunu destekleyecegini belirtir. Bu bakimdan Ingiltere'ye karsi Türkiye'nin Rusya ile beraber hareket etmesi zorunlulugunun dogdugunu belirtir. Italya'nin bile bu beraberlige Türkiye gibi yeni pazarlar arayisi içinde oldugundan katilacagi öne sürülmektedir.
Asya Siyasetinde de, Japonya ve Ingiltere anlasmali olarak Asya'yi parselleyip sömürgelestirdikleri burada iki önemli unsur olan Türkiye ve Rusya’yi da yok etmeye çalistiklari görülür. Özellikle Ingiltere'nin bir yandan Türkiye'yi tamamen yok etmeye, Rusya'yi ise ayaklanmalarla etkisiz hale getirmeye çalistigi belirtilmistir. Batili devletlerden yalniz ABD'nin bu meseleyle ilgilendigini söyler. Bundan sonra Rusya'nin Asya siyasetinin hedefleri, daha dogrusu Sovyetlerin Asya'da Ingiltere'ye karsi siyaseti, Avrupa siyasetine müdahale etme düsüncesi ve ABD'nin Asya'daki etkinligi de burada söz konusu edilmektedir. Bunun ardindan Türkiye'nin Asya siyasetinin ne olmasi gerektigi açiklanir. Bu yolda Amerikan görüsünün ortaya konmasinin iyi sonuçlar ortaya çikaracagini söyler. Asya milletlerinin gelismesi için medenî nüfuzun ortaya nasil konacagina dair alti prensip siralanmaktadir. Burada amaç bu sansiz milletlerin dünyadaki yasama haklarini tekrar kazanmak ve hepsini medeni hayata kavusturmaktir. Özellikle Iran'daki Ingiliz etkisini kirmak gerektigini söyledikten sonra Asya siyasetimizin de Akdeniz siyasetinde oldugu gibi baris yanlisi ve sadece topluluklar arasinda bir denge olusturulmasina yönelik olmasi gerektigi belirtilir.
Son bölümde de, Fransizlar ile, Ingiliz, Alman, Amerikan düsüncelerini kiyasladiktan sonra Osmanlilarin yaptigi gibi Fransizlarin örnek alinmasi yerine, dünyaya hâkim olan Ingiliz veya Amerikan biliminin idol alinmasinin Türkiye için öneminden bahsedilmektedir. Amaç Türkiye'yi çagdas hale getirmek oldugu için bu milletlerin devlet idare sekillerini yürürlüge koyarak, ülkenin dünyadaki gelismeleri daha seri yakalayabilecek ve medeniyet bütününün gelisiminde bir yer kapmak da bu sekilde gerçeklesecektir.
 
Güzel bir eser okumanizi tavsiye ediyorum.
KITABIN ADI          :Ankara ve Avrupa Siyaseti
YAZARI                  :Habil ADEM
BASIMEVI              :IQ Kültür Sanat Yayincilik
BASIM TARIHI        :2012 /209 sayfa
HAZIRLAYANLAR  : Dr. S. Haluk KORTEL & Dr. Ali CIN

Benzer Kitaplar