1950 yilinda Kore savasinin baslamasi ile birlikte dünya iki farkli konuma ve sisteme ayrilma durumuna gelmistir. Bu dönemde de ABD’nin dünya üzerindeki etkinligi açik bir sekilde görülmektedir. Çünkü ABD’nin en büyük
amaci devletleri bir sekilde kendi güdümüne hazir hale getirmek ve kendi safinda hareket
etmesini saglamaktir. 1950’li yillara baktigimizda dünyayi kasip kavuran bir komünizm dalgasinin oldugu ve dünya devletlerinin
de bu ideolojiden etkilendiklerinin görüldügü, ancak bu durumdan da bati devletlerinin rahatsiz olduklari görülmektedir.
Bundan kuskusuz en büyük rahatsizligi duyan ise yine ABD olmustur.
Tabiî ki ABD bu çepeçevre saran bu ideoloji karsisinda bos durmamis bunun üstesinden gelmek içinde özellikle komünizm tehlikesi ile karsi karsiya bulunan devletler ile is birligine giderek devletleri bu
tehlikeden kurtarma ve her zamanki gibi kendi yanina çekme mücadelesine girismistir. 1950’li yillarda Dogu Almanya’nin Komünist Rusya’nin ideolojisi altinda kaldigi, bölge halkinin ise bunu benimseyerek sahip çikma durumuna geldigi görülmektedir. ABD ise bundan son derece rahatsiz olmus hatta Dogu Almanya topraklarini kaybedilmis topraklar gözü ile bakmasina sebep olmustur. Bu durum karsisinda ABD’nin ilk atagi Bati Almanya üzerinde etkinligini artirmak olmustur. Bundan dolayi da Bati Almanya’nin gelismesi için her türlü icraatta bulunmus ve gereken maddi yardimlarda bulunmustur. ABD Bati Almanya’da güçlü bir istihbarat
servisinin bulunmasini istiyordu, tam bu ortamda o dönemde dünyayi en iyi taniyan ve
Almanya’da yasayan,. çok iyi Rusça dili bilin, bunun yaninda Slav dillerini de konusan Rainhard Gehlen isimli sahsin ismi gündeme gelmeye baslamistir. Bu kapsamda
1936 yilinin Ekim ayinda Adolf Hitler’in özel ve gizli bir emri ile “Fremde
Here Ost ”grubu kuruldu. Grubun basina Yarbay rütbesi ile Gehlen getirildi.
Gehlen ve grubu o dönemde Almanya ve Rusya arasinda ki farkinda idi bu
kapsamda yapilacak istihbari çalismalar Almanya’nin Rusya’dan üstünlügünü saglayacakti. Iste bu ortamda Gehlen ve grubu Rusya’nin Alman halkinin sempatizesini
kazandigi Slav ülkelerinde,
Romanya ve Dogu Almanya’ya yakin ülkelerde istihbari çalismalara agirlik vermisler, ilerleyen süreçte de basarili operasyonlara imza atarak Almanya’ya basarilar saglamislardir. Sovyet askeri
sisteminin düzeni hakkinda genis çapli bilgileri Almanya’ya aktararak ve küçük çapli bir dizi operasyonlar ile Almanya’nin o dönemin dünyasinda elini
güçlendirmistir. Tabi ki bu olup bitenlerden diger dünya devletleri de
haberdardi. Herkes Gehlen ve
grubunun basarilarini konusuyordu. Türkiye’de bunun farkinda idi, hatta Gehlen ve grubu 1942 yilinda Bati Trakya’ya bir ziyarette bulundu, tarih bu ziyareti pek gündeme getirmez ama bu önemli bir gelismedir. Gehlen ve grubu gibi önemli bir istihbarat servisinin Bati Trakya’da ne amaçli bir ziyareti
olabilirdi. Bahusus o dönemde Bati Trakya’nin konumunu göz önüne aldigimizda bunun cevabinin kolay olugunu görürüz. Çünkü bu bölge Rusya’nin etkisi altinda kalan Balkan devletlerine yakinda, dolayisiyla Almanya’da bu bölgede etkinligini artirmak zorundaydi, bu açidan Bati Trakya çok
önemliydi. Ayrica Almanya Türkiye’nin tarafsizligini bozmak istememis sadece bölgenin askeri, kültürel, siyasi, durumu hakkinda rapor hazirlayarak Berlin’e göndermistir.
1944 yillarinda Rusya ve Almanya arasindaki mücadeleye bakildiginda, Almanya açisinda durumun pekiyi olmadigi görülmektedir. Artik yavas yavas Almanya’nin üstünlügü azalmisti, bu da Hitler Almanya’sinin sonunun görüldügünü remzediyordu. Gehlen ve ekibi Avusturya’da olup bitenleri yakindan izliyordu. Iste bu sirada bölgeye gelen ABD
üst düzey askeri sahislar ilk olarak
Gehlen ve ekibi ile karsilasti, herkes kendi
konumunu iyi biliyordu, çünkü ABD Gehlen’in nasil bir ajan oldugunun farkindaydi ve bunu degerlendirmenin zamani gelmisti. Artik Gehlen ve grubu
yikilmakta olan Almanya’yi gördükleri için Rusya’nin kendilerine olan düsmanca tavrini biliyordu, yani Rusya Gehlen ve adamlarini esir etmek
istiyordu, iste bu ortamda Gehlen ve grubu kendilerini kurtarmak adina bölgeye gelen ABD askerlerine teslim oldular. Yani Gehlen kendini
kurtarmak istedi ABD ise bundan çikar saglama pesine düstü. Rusya kendisine çok kayip verdiren Gehlen ve grubunu Almanlardan istedi ama ABD Gehlen ve
grubuna sahip çikarak Rusya’ya teslim etmedi.
ABD o dönemde istihbarat noktasinda pek bilgisi yoktu, ama büyük bir
istihbarat teskilati kurma planlari yapiyordu, iste bu ortamda kendisine sahip çiktigi dünyanin en büyük ajani Gehlen’i degerlendirmek istedi. ABD’nin emri ile 1945 yilinda Almanya’nin Bavyera eyaletinde bulunan ABD askeri üstünde Gehlen Grubu adinda
Alman-ABD istihbarat servisi kuruldu, bu grubun içinde Gehlen ile birlikte çalisan ABD’li sahislar ABD tarafindan ileriki zamanlarda kurulacak olan CIA’nin çekirdegini olusturuyordu.
1956 yilinda Gehlen ve adamlari Almanya’nin istihbarat servisi BND’yi
kurdular ve Rusya gizli servisi olan KGB ve STASI ajanlari ile büyük bir mücadeleye girdiler. Tabi BND’nin topladigi bilgiler, o dönemde Almanya ABD’nin etkisi altinda kaldigi için direk CIA’ye iletiliyordu. Yani ABD yine üstünlügünü ve etkinligini göstererek bölgede islerini yürütmesini bildi. Almanya ve ABD destegini alan BND teknolojik yönüyle de son derece gelisme göstermis, en büyük takip merkezini kurarak dünyanin en iyi ajan servisi haline getirmistir.
O dönem Dünyanin en iyi dis istihbarat servisi BND ile tanin Almanya artik gelisen dünya ve küresellesme kapsaminda bir çok etnik
gruplar ile birlikte yasiyordu, tipki dis istihbarat gibi iç istihbarat aginda da yeni bir servis kurmak amacindaydi, bu çerçevede BFV (Anayasayi
Koruma Teskilati) adi altinda iç istihbarat agini kurdu bu serviste agabeyi BND gibi kendisini son derece gelistirmis dünyada takdir
toplamistir. BFV’de Almanya’nin iç istihbarat agindan sorumlu oldugu için Almanya’nin sosyal yapisin çok iyi biliyordu, o döneme baktigimizda Almanya diger devletlerin huzurunu bozan,
ülkelerin rejimini
tehdit eden, terör olaylarina bulasmis ve ülkeleri tarafindan aranir durumunda bulunan sahislara ülkelerinde oturma izni vermis, adeta teröristleri korumus ve muhafaza etmistir. Bu türlü eylemlerini de BFV ile yapmistir. Burada ki amaci sahislari korumak degil onlari kullanarak ülkelerin iç huzurunu bozmak ülkelerde karisiklik çikarmak
bundan ise menfaat elde etmektedir. Gelisen olaylarin Türkiye ayagina baktigimizda Türkiye’de yikici ve bölücü faaliyetler ile rejimi zorlayan tehdit eden gruplari ülkesinde muhafaza
etmistir. ÖR: “Kaplancilar” adindaki bu grubu BFV özellikle bilgisi dâhilinde Almanya’da kendisinin yönlendirebilecegi konuma getirmis, her türlü maddi yardimi yapmis hatta kendi eliyle Almanya’nin en güzel yerine yerlestirmistir.
PKK sempatizanlari ve Türkiye’den kaçan üst yönetimi de ayni sekilde korumus hatta kendilerine maddi yönden destek vermistir. Ülkelerine iade edilmemeleri noktasinda konunlar bile çikarmistir. 11 Eylülden sonra Almanya ülkesinde barindirdigi bu teröristlerin saldirilarin bir gün kendisine yönelebilecegini dikkate alarak bazi noktalarda esneklik göstermistir. Bunun göstergesi olarak ülkemizden kaçip Almanya’ya siginan bazi terörist gruplari ülkemize iade etmistir. Bu gelismenin arkasinda yatan en büyük gerekçe ise Almanya Türkiye gibi bir stratejik bir devleti kaybedip küstürmemektir. Yani Almanya her zaman Türkiye’nin aleyhinde çalisip her zaman da Türkiye’nin gönlünü almasini da bilmistir.
Ülkesinde terörist bulunduran ve rakip ülkeleri bu sekilde tehdit eden Almanya
kendi içinde bir dizi terör saldirilarin maruz kalir. Özellikle 1972 yilinda Münih Olimpiyatlarinda Filistinli ‘Kara Eylül” adli örgüt tarafindan Israilli bir sporcunun rehin alinmasindan sonra, diger saldirilari göz önünde bulundurarak ülkede iç huzuru saglayacak anti-terör örgütü kapsaminda Alman GSG9 Timini kurar. Bu timde aynen BFV
gibi ülkenin iç huzuru için her türlü yetki ve teknolojik destegi alir. Bu kapsamda birçok operasyona imza atarlar. Çok agir bir egitimden geçen bu timin en büyük özelligi almis oldugu genis yetkiden ileri gelir. Çünkü
timin yaptigi operasyonlara bakildiginda Almanya’nin ölmesini istedigi her türlü sahsin bu tim tarafindan
kanunlara aykiri bir sekilde öldürüldügü görülmektedir. Ör: operasyon esnasinda sahis teslim olmak
istemistir, ölmesi gerektigi için vurulmustur. Devaminda cinayetin kilifi hazirlanarak kamuoyuna sunulmustur.
Yukarida bahsedilen gelismeler sadece Almanya içerisinde olmamistir. Diger devletlerinde içerisinde islenen faili meçhul cinayetlerde de bu timin elinin görüldügü saplanmistir. Yani Almanya diger devletlerde ve ülkesinde kendi çikarlarina ters hareket eden ve mücadele eden bütün insanlari bu tim vasitasi ile etkisiz hale getirmistir. Bahse konu timin
ülkemizde faaliyetlerde bulundugu degerlendirilmektedir. Bunun en büyük emaresi ise Dr. Necip Hablemitoglu cinayetidir. Faili meçhul cinayetler kategorisine alinan bu cinayette diger meçhul cinayetler gibi üstü bir sekilde kapatilmistir. Hablemitoglu cinayetinin digerlerinden farki olmasinin sebebi Alman
devleti ile iliskili olmasidir. Olaydan bir müddet geçmise gittigimizde Almanya’nin ülkemizde içte ve dista her zaman ilgilendigi bilinmektedir. Yani
Türkiye’yi hem sevmistir hem dövmüstür. Bununda kilifini çok güzel bir sekilde hazirlamistir.
2000’li yilina kadar Türkiye’de Almanya bünyesinde faaliyet gösteren
dernekler, vakiflar, bankalar, ticari ve ekonomik isletmeler hakkinda pek çok kitap makale yazilmistir. Ancak bu
kitaplar gerçekleri aydinlatma noktasinda kisir kalmistir. Yani gerçekler bir seklide yazilmamis ya da çarpitilmistir. 2000’li yillara gelindiginde Türkiye’de “Alman Vakiflari ve Bergama Dosyasi” adi altinda önceki yazilan kitaplardan çok farkli bir kitap yazilmistir. Kitabin içindekilere bakildiginda Almanya’nin Türkiye aleyhinde içte ve dista yapmis oldugu mücadelelere ayna
tuttugunun görüldügü, bu ise her zaman Almanya’nin çikarlarina aykiri gelmistir. Dolayisiyla kitabin derhal gündemden uzaklastirilmasi gerekliydi, kitabin yazari Hablemitoglu’da hiç kuskusuz Almanya’nin istemedigi adam konumuna gelmistir. Hablemitoglu kitabinda Türkiye’nin altin rezervinden
bahsetmis ve bunu da
Türkiye ve dünyanin bir nevi gündemine getirmek
istemistir. Çünkü konu hassastir ve açikliga kavusmasi gereklidir. Sonucunda Türkiye’nin lehine olan bir harekettir. Ancak dünyanin altin akisina baktigimizda ilk akla gelen Almanya ve ABD dir. Dünyanin altin piyasasini yönlendiren, etkisi altina alan, bu konuda kendilerini ilgilendiren her türlü platformumda
olaylari takip eden bu iki devlet olmustur. Dolayisiyla hiçbir devlet ya da sahis altina noktasinda Almanya ve ABD çikarlarina aykiri bir düsünceye sahip olamaz ya da yazamazdi. Ayni sekilde Türkiye’de bulunan Alman vakif ve dernekleri içinde bu durum geçerlidir.
Hablemitoglu cinayeti
öncesi ve sonrasinda enteresan rastlantilar ve çeliskiler ile
doludur. Öncelikle
cinayetten 3 gün önce Alman GsG9 timinin diplomatik pasaport ile Istanbul’a gelisi, diplomatik bir seklide karsilanmasi, Alman konsoloslugunda kalmalari dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bu tip servisler ülkemize
geldiklerinde genellikle Emniyet ve Askeri yerlerde misafir edilirdi. Cinayet
aninda havanin kapali olmasi, futbol müsabakasindan dolayi Ankara’nin özellikle
Hablemitoglu’nun
ikametinin çevresinin kalabalik olmasi, konu ile ilgili görgü taniklarinin
bulunmamasi gibi olaylar cinayetin Kaflarda biraktigi soru isaretleridir. Cinayetten sonra yapilan çalismalarda; olay yerinde sadece 2 adet Glock marka silah kovani bulunmus, cinayet esnasinda radyo, televizyon, telefon baz istasyonlarinin baglantilarinin kesildigi, daha da ilginç olani sahsin vurulma sekli dikkatleri konunun üzerine çekmistir. Bahse konu cinayetin islenis sekli dünyada sadece Alman GSG9 timi tarafindan
yapilmaktadir. Bunlarin disinda Türk emniyetinin delil bulamamasi, görgü taniklarinin olmamasi, basinin bu olay üzerinde çok az durmasi, dünyada baz istasyonlarini etkisiz hale
getirecek sistemin sadece Almanya, ABD, Ingiltere, Rusya Çin’de bulunmasi gibi sebepler cinayetin Almanya
tarafindan islenmis olabilecegini göstermektedir.
Almanya’da terörizmle, agirlikli olarak uyusturucu ve organize suçlarla mücadele etmek maksadiyla Alman emniyet müdürlügü bünyesinde BKA sistemi kurulmustur. Bahse konu kurulus son yillarda ciddi
manada kendisini uyusturucu ile mücadeleye adamistir. BKA’nin Almanya’nin diger istihbarat kuruluslari gibi genis bir yetki alani ve profesyonel bir ekibi vardi. Amaci Almanya’yi uyusturucu kaçakçiligindan ve halkini uyusturucu kullanimindan kurtarmakti. Sayilari 300–400 civarinda olan kurulusun dünya devletlerinde
de bu ekibe yardimci olacak köstebekleri bulundugu, bu nedenle Almanya kurmus oldugu bu sistem ile dünyada cereyan eden uyusturucu ile ilgili tüm gelismelerini yakindan takip ediyor
gerektiginde de
kontrolü altinda tutuyordu. Bu çerçevede Türkiye’de de köstebekleri vardi. Çünkü Türkiye Almanya’ya giden eroinin geçis noktasiydi, Almanya ise eroinin ülkesine gelmeden Türkiye’de kontrol altina almak
istiyordu. Bu amaçla bu konuda ülkemiz ile sürekli irtibat halinde olmustur. Ancak Almanya’nin Türkiye ile resmi
anlamda irtibatli olmadigi durumlarda vardi, mesela; Türkiye’den habersiz uyusturucu kaçakçiligi yapan sahislarin telefonlarini dinliyordu, ya da
Türkiye vatandasi olup Almanya’da bu isi yapan sahislara yönelik öldürücü operasyonlar düzenlemek gibi… Bunun yaninda Almanya’nin izinsiz dinledigi telefonlara; TBMM’de bazi milletvekillerinin de
takildigi, yani milletvekillerinin birebir kaçakçilar ile irtibat kurup
yönlendirdiklerinin saptandigi, bu konu ile ilgili Almanya’nin Türkiye ‘ ye defalarca yazi yazdigi ancak Türk makamlarinin hiçbir cevap vermedikleri, olaylarin ve sahislarin üzerine gitmedikleri tespit edilmistir.
Almanya istihbarat servisleri olan BND, BKA VE BFV ajanlari yine kendi
çikarlari dogrultusunda diger ülkeleri tehdit
eden terörist elebaslari ile gayri resmi sekilde görüsmeler yapiyorlardi. Bu dogrultuda Türkiye’de PKK terör örgütü elebasi Abdullah Öcalan ile görüsmek maksadiyla üç servisten üç ayri ajan kendi çikarlari dogrultusunda özel sorular hazirlayarak kendi deyimleri ile ülkeleri için resmi diger ülkeler için ise gayri resmi bir sekilde Öcalan ile bölgede bulunan köstebeklerinin yardimi ile görüsme yapmislardir. Genellikle görüsmede; Almanya’daki bazi Türk
dernek ve vakiflarina Almanya’da yasayan PKK’li gruplarin saldirilarinin nasil önlenebilecegi noktasinda, PKK’nin dis baglantilari yani diger devletler ile iliskilerinin durumu, Almanya’daki uyusturucu mafyasinin PKK ile irtibatina yönelik bazi konular görüsülmüstür. Sürekli PKK ile
irtibat halinde olan Alman ajanlari her zaman kendi çikarlari dogrultusunda hareket ettigi için her yolu mubah saymis sürekli PKK üst yönetimi ile irtibat kurmus, hatta para ve saglik hizmetleri
noktasinda yardim yapmak amaciyla Öcalan’a söz vermislerdir. Ilerleyen süreçte bunu açik bir sekilde gördük. Ör: Türk Silahli Kuvvetlerinin yapmis oldugu operasyonlarda ele geçirilen araç ve gereçler arasinda bazi alman markasi ilaç ve hasta ve yarali
PKK’lilari tedavi etmek maksadiyla Alman yapimi seyyar sahra arabalarinin
bulundugu, Almanya’nin PKK terör örgütüne yaptigi yardimlarin en büyük göstergelerindendir.
Bunun disinda pek çok alanda Almanya
Türkiye’yi görmezlikten gelip, en büyük düsmanimiz olan ve devamli operasyon yaparak ortadan kaldirmak istedigimiz PKK terör örgütü ile içte ve dista görüsmeler yapmis yine her zamanki gibi kilifini hazirlayarak
Türkiye’ye sirin görünmesini bilmistir.
Ilerleyen süreçte Almanya içerisinde PKK sempatizanlari tarafindan Türklere ait bazi
kurulus ve is yerlerine saldirilar artmisti. Bu durum Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Almanya’yi tedirgin
ediyordu. Ayrica Almanya’da 2 PKK’li sempatizanin öldürülmesi ile durumlar iyice karismisti. Alman hükümeti PKK’lilarin infaz kararini Öcalan’in verdigini bunu da PKK’nin Avrupa sorumlusu Kani YILMAZ tarafindan yapilmis oldugu kanaatine varan Alman hükümeti Öcalan ve Yilmaz hakkinda tutuklama
karari çikarir ancak Alman gizli servisi BND durumun Almanya’ya zarar verecegini açiklar ve bu konuda rapor hazirlayarak gerekli mercilere sunar. Çünkü bu rapor PKK ile yapilmis olan gizli bir antlasma hükmündedir. Rapor özetle söyledir: terör suçundan Ingiltere’de yatmakta olan Kani Yilmaz’i Alman hükümeti talep edip, Alman mahkemesi kaçakçilik suçundan
yargilayip en kisa sürede beraatini vermektir. Sonrasinda da Alman pasaportu ve
Alman vatandasligi vererek Türkiye’ye iade
edilmesinin önüne geçilmistir. Böylelikle Kani Yilmaz’da buna karsilik PKK’lilarin Türklere
saldirilarini durduracakti. Yapilan antlasma aynen uygulandi Almanya Türkiye’nin gözü önünde Yilmaz’i serbest birakti, Yilmaz Alman vatandasi oldu, Almanya’da yasamaya basladi, Sahsa gelebilecek her türlü saldirilara karsida BND tarafindan özenle korundu. Devam eden süreçte PKK Yilmaz’a zimmetledigi parada büyük bir açik yakalayinca Yilmaz hakkinda PKK üst yönetimi hakkinda infaz karari verilir, sahis en son Bagdat’ta bombali saldiriya ugrayarak öldürülür, sonrasinda Alman vatandasi olan sahis yikmak ve bölmek istedigi Türkiye’ye kendi vatanina defnedilir.
BND ve BFV; PKK ve ona yakin olan Avrupa’nin degisik yerlerindeki kuruluslara parasal yönden önemli yardimlarda bulunurlar.
Bunun sebeplerinin çok çesitli olmasiyla berber en önemli olan sebep ise; Almanya’nin PKK terör
örgütünü kendi çikarlari dogrultusunda kullanmasi, Almanya’da ve Avrupa’nin degisik ülkelerinde yasayan PKK sempatizanlarinin tutumlari bunda oldukça etkili olmustur. Avrupa’da ve özellikle Almanya’da PKK aleyhine alinan herhangi bir
karadan sonra PKK sempatizanlari çoluk çocuk toplanip sokaklara çikiyorlar,
ortaligi birbirine katiyorlar adeta terör estiriyorlardi. Yani Alman devleti bu konuda biraz da mecbur kalmisti. Yapilan ilk
parasal yardimlar 70’li yillarin basinda Almanya’nin bazi eyaletlerinde bulunan Apocular
merkezlerine yapildi, sonra bu tablo degiserek 80’li yillarda birçok eyalete ve kasabalara kadar açilan Apocular merkezlerine
yapilmaya basladi, hatta Almanya’da yasayan PKK’lilar Almanya devletinden sosyal yardim adi altinda paralar aliyorlardi. Bunlari organize
eden ise BND gizli servisi olmustur.
Ancak olaylar BND’nin istedigi gibi gitmez. Öcalan yakalanarak
Türkiye’ye getirilir, dolayisiyla planlar alt üst olur, PKK’lilarin gösterileri artar, Alman polisi ile çatisir hale gelirler,
artik gidisat degismistir. Halk ve Alman makamlari PKK’ya verilen paralarin artik kesilmesini ister, yani Almanya PKK ve buna
benzer terör örgütlerine gözden çikarir, bunun bu sekilde gelismesinde 11 Eylül saldirilari da etkili olmustur. Almanya’nin fikir degistirmesine en iyi örnek Metin Kaplan’in Türkiye’ye iadesidir.
Alman BND ve BFV yillarca bu terörist amaçli gruplara hem finansal
anlamda hem de materyal anlamda yardim yapmistir. Türkiye’ye karsi bu tip yardimlari yalanlasalar da Apo
ve Metin Kaplanin yakalanmasindan sonra bu tip Alman faaliyetleri artik yavas yavas desifre olmustur. Bu açidan Almanya ile iliskilerimizi gözden geçirmeli ve bundan
sonraki süreçte daha temkinli davranarak hareket etmemiz
gerekmektedir.
Almanya’nin Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadogu üzerinde de kendi çikarlari dogrultusunda yapmis oldugu bir dizi gizli faaliyetlerinin bulundugu, bunlar arasinda Türkiye’yi de ilgilendiren Kafkas bölgelerine baktigimizda, Almanya’nin bize karsi kullanacagi Lazlari görürüz. Evet, Lazlar ülkemizin kuzeyinde yasayan ülkesine bagli olan kendine has
kültürü olan topluluktur. Almanya ise bu kendisine has olan bu grubu kendi
politikalarinda çikarlari dogrultusunda
kullanma pesine düsmüstür. Amaci Lazlara bagimsiz bir toplum olduklarini kabul ettirip, Türkiye düsmanliginin alt yapisini hazirlamakti. Bunun içinde çesitli yollara basvurdu, öncelikle Almanya’da bulunan isçi sinifi Türk vatandaslari arasinda Laz olanlari örgütlemeye çalisti, bazi bölgelerde Laz kültürünü gelistirme adi altinda dernek ve
kuruluslar kurarak
bunu sistemli hale getirdi. Bunun en iyi örnegi, “Kaçkar Kültür Merkezi” dir. Bunun disinda Lazlarin sözde kendi kültürleri oldugunu, Türkiye’den çok fakli bir
yapiya sahip olduklarini, bu açidan kendi devletlerinin bulunmasi gerektigi fikrini ortaya atarak ve
bunun ile ilgili pek çok makale ve kitap
çikararak kamuoyunda
bu fikrin yayilmasini sagladilar. Lazlar’in
ayri bir dillerinin bulundugunu kendilerine kiskirtircasina söylemisler Almanya’da Kaçkar Kültür Merkezi Bünyesinde Laz dil
kurslari açarak bu olayi akademik hale getirdiler. Ayrica BND içerisinde
faaliyet gösteren bazi yazar statüsündeki ajanlar olaya direk el atarak konuyla
birebir ilgilenmislerdir. Özellikle Almanya’dan kalkip ülkemizde Lazlar’in yasadigi yerlere gelip onlar ve çevreleri hakkinda genis çapli bilgiler toplayarak Almanya’ya geri dönmüslerdir. Devam eden süreçte Almanya’da bu konuda degisik kisilerce farkli kitaplar yazilmis, çesitli konferanslar düzenlenmistir. Hatta daha da ileri gitmisler ve Lazlar’in kökenlerine inmisler ve atalarinin Hiristiyan olduklarini bu sebep ile bu günkü Lazlar’in da artik kendi öz yasantilarina dönmelerini her
defasinda gündeme getirmislerdir. Bölgenin Pontus topraklari oldugunu dolayisiyla Lazlar’in da Pontus’a sahip
çikmalarini istemisler, ayrica Almanya’da Pontus kültürünü desteklemek amaçli faaliyetlerde bulunmuslar ve her türlü parasal destegi vermisler.
2.dünya savasi siralarinda Alman ünlü ajani Gehlen ve ekibi Türkiye’nin Trakya bölgesine gelerek
bir dizi çalisma yaptiklarini söylemistik. Ancak bu çalismanin yapildigi dönemi irdeledigimizde ortaya su tablo çikiyor; ikinci dünya savasi baslamis Almanya ile Rusya çok büyük çapli bir mücadeleye girmisti. Dolayisiyla bu iki devletin mücadelesi bu bölgede ki devletleri,
özellikle Türkiye’yi çok yakindan ilgilendiriyordu, çünkü Türkiye’nin bogazlari vardi ve Karadeniz’e kiyisi olan bir devletti. Türkiye ise bu hali hazirda ki
savasa girmek
istemiyordu, çünkü ekonomisi zayifti, halk perisan durumdaydi, hatta ordusu araç-gereç ve mühimmat noktasinda
son derece fakirdi, Almanya’nin bu ortam da Türkiye’ye bakisi net degildi. Ancak Hitler Türkiye’nin savasa girmesini istemiyordu, girer ise de kendi yaninda girmesini istiyordu.
Kafalarda soru isareti birakan nokta su olmustur; Alman ordusu Trakya bölgesine kadar geldigi halde niçin Türkiye’yi istila etmedi; hâlbuki istese Türkiye’yi çok rahat bir sekilde istila edebilirdi,
bunun cevabi hala bulunamamistir. Bu durumda akla
gelen en önemli isaret sudur; Almanya bu dönemde ari irk çalismasina girmis bu kapsamda birçok Musevi vatandasini katletmistir. Bu zulümden kurtulup kaçan Yahudiler bir yolunu bulup Türkiye’ye gelmisler buradan da Filistin topraklarina geçmislerdir. Hitler durumun farkinda oldugundan dolayi Türkiye’ye Musevi vatandaslarini takip eden SS timini göndermistir. Bu tim Istanbul’da Tarabya’da kalmaktadir. Bu dönemde Istanbul’da Türk kimligi tasiyan Yahudiler ile Almanya’dan kaçan Yahudilerin sebepsiz yere ortadan kaybolduklari görülmektedir. Yapilan
incelemelerde -bu durum kamuoyuna yansimadi- Istanbul Tarabya’da Alman mezarligi ve Yahudileri emilime etme merkezini bulundugu tespit edilmistir. Yani Hitler Almanya’si sadece Almanya’da degil Türkiye’de de Yahudi soykirimi yapmistir. Olayin basina döndügümüzde Almanya’nin Türkiye’yi niçin istila etmedigi, ya da Türkiye’nin savasa girmesini niçin istemedigi sorusuna bir nebze cevap
bulunmus olur.
Almanya yine Türkiye’yi karsisina almadan Savas suçlusu diye ordudan
kaçmalarini sagladigi SS timini Türkiye’ye yerlestirmis ve en büyük amaci olan Dünyayi
Yahudilerden temizleme ideolojisini çok güzel bir sekilde yürütmüstür.
Bu tip faaliyetleri ile Türkiye de esrarengiz bazi olaylara imza atan
Almanya ekonomik alanda da Türkiye’nin gelismesini büyümesini istememistir. Bu tip ilerlemeleri de engellemek için bir dizi faaliyetlerde
bulunmustur. Ör: Özdemir Sabanci cinayeti de
bunlar arasindadir. Çünkü Sabanci Türkiye açisindan son derece önemli bir kisilikti ve Türkiye’de Japonya ile antlasma yaparak Otomotiv sektörünü gelistirmek istemistir. Bu nedenle çesitli girisimlerde bulunmustur. Bu olayin neticesinde Türkiye dünyada ve Ortadogu’da Otomotiv alaninda çok büyük bir güç haline gelecekti, ancak Türkiye’yi Pazar olarak gören bazi devletler özellikle Fransa ve
Almanya bu olaylari yakindan takip ediyordu. Iste bu ortamda bir sabah yaklasik 30 bin kisiye isveren bir sirketin sahibi olan Özdemir Sabanci katledildi. Yine
her zamanki gibi olay bir müddet aydinlatilamadi, devam eden süreçte DHKP/C
üyesi oldugu tespit
edilen Fehriye Erdal isimli sahis Avrupa’da yakalanarak yargilanir ancak bir dizi
gelismeden sonra hala
Türkiye’ye iade edilmez. Buradan hareketle Almanya’nin bir zamanlar DHKP/C
üyelerini kendi ülkesinde besledigini ve onlari çok güzel bir sekilde kullandigini ve o zaman diliminde Sabanci’nin yapmak istedigi otomotiv alaninda ki atagini da göz önüne getirdigimizde bu esrarengiz cinayetten Almanya’nin bilgisinin oldugu ortaya çikmaktadir.
TRUVA YAYINLARI
Alman Derin Devleti
Zafer Güler